Arama

Marcus Aurelius

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 26 Şubat 2016 Gösterim: 8.018 Cevap: 3
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
6 Ekim 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
(M.S. 120 -180) Marcus Aurelius "Kendi Kendine Düşünceler" isimli eserinde Epiktet'ten sıkça söz eder. Bu son iki Romalı Stoacıda Eski Stoa ruhunun bir daha canlandığına tanık oluyoruz. Bunlar bireyin amacını, devlet içinde bir hizmette bulunmak olarak anlar.

Sponsorlu Bağlantılar
Marcus Aurelius'a göre her bireyin kendisini görev başında bulunan bir asker gibi, yani komutanın kendisine verdiği emri yerine getirmekte olan bir asker gibi anlaması gerekir. Bir sipere belli bir görevle yerleştirilen bir asker, üzerine düşeni, elinden geldiğince yapmalıdır.

Kendisine verilen görevin doğru olup olmadığını tartışmaya askerin hakkı yoktur. Aynı bunun gibi her insana doğa ve devlet tarafından belli bir "görev" verilmiştir. Herkesin kendisine verilen görevi elinden geldiğince yapması gerekir. Sonraki Stoacıların ahlakında gittikçe artan bir değer kazanan bu görev düşüncesinin Roma dünya görüşünde önemli bir yeri vardır. Roma en parlak dönemlerine görev düşüncesine dayanarak ulaşmıştır.

Stoacılık yanında Epikürcülüğün de, yani sert bir görev ahlâkı yanında bir haz felsefesinin de Roma'ya girmiş olduğuna burada işaret etmeliyiz. Buna, haz felsefesini kolay anlaşılır bir biçimde dile getiren ünlü Lâtin şairi Lecretius'tu örnek gösterebiliriz. Lecretius (M.Ö. 91 - 55) şiirsel biçimde yazılmış bir eğitim eseri olarak anabileceğimiz "Eşyanın Doğasına Dair" adlı eseriyle tanınır.

İşte Romalıların felsefe alanındaki başarılan, hemen hemen, bunlardır. Eski Stoacılar ulusal Yunan dinini olumlu karşılarlar. Nitekim Eski Stoacılar gerek astrolojiyi, gerek geleceği okumayı (kehaneti) benimsemişlerdi. Panaitios Eski Stoaya bu noktada eleştiri yöneltir. Ona göre astroloji (ilmi nücûm), geleceği okumak (kehanet)... birer uydurma inanç (batıl itikat)tan başka bir şey değildir.

Panaitios'un bu karşı çıkışı etkili olmamıştır. O kadar ki, Panaitios, bu gibi inançlarla uğraşanların sonuncusudur. Çünkü bu türden inançlar, özellikle astrolojiye inanma, bundan sonraki dönemde daha da önem kazanmıştır. Bu dönem için, özellikle iki düşünürden söz etmeliyiz: Bunlardan ilki Poseidonios'tur.
Son düzenleyen Safi; 26 Şubat 2016 20:44
Biyografi Konusu: Marcus Aurelius nereli hayatı kimdir.
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
6 Mart 2011       Mesaj #2
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Sponsorlu Bağlantılar
250px Marcus Aurelius Glyptothek Munich

Marcus Aurelius Antoninus Augustus (26 Nisan 121 – 17 Mart 180). 161 - 180 yılları arası Roma İmparatoru. 96 - 180 yılları arasında görev yapan Beş İyi İmparator'dan sonuncusudur ve aynı zamanda en önemli Stoacı filozoflardan biri olarak kabul edilir.

Adını ilk olarak Asya'da yeniden güçlenmeye başlayan Pers İmparatorluğu'na karşı ve limes Germanicus (Cermen sınırı) boyunca Cermen kabilelerle yaptığı savaşlar ve ardından Tuna nehrini aşmasıyla duyurur. Doğuda, Avidius Cassius önderliğindeki bir isyanı bastırmıştır.

Marcus Aurelius'a ait (Meditations / Kendime Gözleyişim)adlı felsefi eser 170–180 arasında savaştayken yazıldı. Eser edebi bir başyapıt olarak günümüzde bile hala saygı görür ve "mükkemmel vurgusu ve sonsuz narinliği" ile övgüyü hak eder.


Konu başlıkları



Biyografi

Çocukluğu ve gençliği

Asıl adı Marcus Annius Catilius Severusolup , evlenince Marcus Annius Verus adını aldı. İmparator olunca kendisine Marcus Aurelius Antoninus adı verildi.

Marcus Aurelius, Domitia Lucilla ve Marcus Annius Verus tek oğluydu. Doğal tek kardeşi, kendisinden 2 yaş küçük kız kardeşi Annia Cornificia Faustina'dır. Annesi Domitia Lucilla Konsül mevkiisinde varlıklı bir aileden gelir. İspanyol kökenli olan ve praetor olarak görev yapan babası Marcus Annius Verus, Marcus Aurelius henüz üç yaşında iken ölmüştü. Marcus Aurelius onu "gösterişsiz yiğitlik" şeklinde öğreterek şereflendirir.

Babasının halası Vibia Sabina, İmparatoriçe ve Roma İmparatoru Hadrian'nın karısıydı. Rupilia Faustina (Marcus Aurelius'un babaannesi), Vibia Sabina ve Salonina Matidia ( Roma İmparatoruTrajan'ın yeğeni) üvey kardeştiler. Babasının kız kardeşi Yaşlı Faustina Roma İmparatoru Antoninus Pius'la evli bir İmparatoriçedir.

Babasını ölümünün ardından Aurelius, Dedesi Marcus Annius Verus tarafından evlat edinildi ve annesiyle birlikte büyütüldü. 138 yılında dedesi neredeyse 90 yaşında öldü.

136 yılında Hadrian, halefinin kesin olarak Lucius Ceionius Commodus, yeni adıyla L. Aelius Caesar olduğunu ilan etti. Marcus çoktan Hadrian'ın dikkatini çekmişti (Marcus'u verissimus ("en dürüst"), olarak adlandıran oydu): sonradan Commodus'un kızı Ceionia Fabia ile nişanlandı. Nişan, her nedense, Commodus'un ölümünün ardından Marcus'un Antoninus'un kızına verdiği evlilik sözü ile bozuldu.

Bu sebeple, Hadrian'ın ilk evlatlığı L. Aelius Verus'un ölümü üzerine, Hadrian imparatorluk sıralaması için önce Antoninus'u halefi ilan etti ardından Antoninus Marcus'u ((Marcus Aelius Aurelius Verus) ve Lucius Ceionius Commodus olarak isim değiştirdi) ve Lucius Aelius'un Marcus'dan 10 yaş küçük oğlu ((Lucius Aurelius Verus) olarak isimlendirildi) evlat edindi.

Antoninus, evlat edinmenin ardından her ikisini 25 Şubat 138'de Marcus henüz 17 yaşındayken halef İmparator olarak gösterdi. 40 yaşında İmparator olacaktı. İddialara göre Commodus ve Antoninus Pius, Hadrian tarafından genç Marcus ve Verus için "koltuk ısıtıcı" olarak planlanmıştı.

Antoninus yönetimi sırasında Marcus'un hayatı Hadrian tarafından atanan ve döneminin kültür hayatıyla oldukça ilgili olan öğretmeni Fronto ile olan yazışmalarından dolayı kesintisiz olarak bilinir. Bu mektuplara göre Marcus zeki, ciddi fikirli ve çalışkan bir genç portresi çizer. Mektuplar aynı zamanda geleceğin imparatorunun filozofi için artan önemini gösterir: Yunan ve Latin retorikleri üzerine bitmek bilmeyen alıştırmalar için sabırsızlığını ki sonra Epictetus'un Diatribai ("Söylemler")'inin aşığı ve Stoa Okulu'nun önemli bir ahlakçı filozofu olacaktır. Marcus aynı zamanda Antoninus'un yanında 140, 145 ve 161 yıllarındaki konsüllüğünde, kararlarda iş birliği yaparak artan toplumsal rollerde almaya başladı. 147'de Roma dışında proconsular İmperium ve ardındanda imparatorluktaki ana resmi güç Tribunicia Potestas oldu.

145 yılında Marcus Antoninus'un kızı ve aynı zamanda yeğeni (Annia Galeria Faustina) Genç Faustina ile evlendi

Müşterek İmparatorluk

Antoninus Pius'un (7 Mart 161) de ölümü üzerine Lucius Verus'la birlikte müşterek imparatorluk koşullarını kabul etti. (Augusti). Teorikte yasal olarak eşit olmalarına rağmen, Verus hem daha genç hem de daha az tanınmış olması sebebiyle pratikte ikinci sıradaydı

Müşterek dönüşüm belki de Marcus Aurelius'un sürekli olarak imparatorluğun dışında birileriye savaşta olması nedeniyle askeri deneyimlerden hareketle hayata geçirilmişti. İmparatorun hem Germen hem de Pers cephesindeki birliklere aynı anda kumanda edecek yeteneği henüz olmadığından bir hayli otoriter bir yöneticiye ihtiyaç vardı. Ancak Jül Sezar ve Vespasian örneklerinde olduğu gibi herhangi bir komutanın yetkiyle birliklerin başına geçirilmesi zamanla bu generallerin birliklerin yardımıyla yönetimi ele geçirip kendilerini diktatör olarak ilan etmeleriyle sonuçlanma riskine sahipti. Marcus Aurelius problemi Verus'u doğu lejyonları komutanı yaparak çözdü. Verus birliklerini onların sadâkatiyle otoriter biçimde yönetecek kadar güçlüydü ancak aynı zamanda Marcus'u devirecek yeterince dürtüye de sahipti. Verus 169'da bir seferde ölene kadar sadık kaldı.

Müşterek İmparatorluk hafiften Roma Cumhuriyeti döneminde bir kişinin tüm gücü elinde toplamasını engelleyen ve Collegiality prensibine istinaden çalışan bir politik sistemi anımsatır. Müşterek yönetim 3. yüzyıl sonlarında Diocletian'ın Tetrarchy'yi (4.lü yönetim) ilan etmesiyle yeniden hayat buldu.

Acil olarak yönetiminin ilk yıllarında Marcus, seleflerince çıkarılan birçok kanunda özelliklede sivil hukuktaki suistimal ve kuraldışılığa karşı reform yaptı. Bizzat uygun ölçülerle, köleler, dullar ve azınlıkları kategorize etti; kan ilişkisini yeniden tanımladı. Ceza Hukukundaki farklı cezalandırmalardan kaynaklanan sınıf farkını honestiores ve humiliores ("daha dürüstler" ve "daha alçak gönüllü",) olarak düzenledi.

Marcus'un yönetiminde, Hritiyanların durumu Trajan zamanından olduğu gibi değişmedi. Yasal olarak cezalandırılabilmelerine rağmen (gerçekte) nadiren eziyet edilirdi. Örneğin 177'de Lyon'da bir grup Hıristiyan idam edildi ancak eylem esasen yerel valinin inisiyatifi olarak nitelenebilir.

Savaşlar

Parthia

Asya'da tekrar güçlenen Pers İmparatorluğu 161'de, iki Roma ordusunu bozguna uğrattıktan sonra Ermenistan ve Suriye yi işgal etmişti. Marcus Aurelius, Müşterek İmparator Verus'u Lejyonlara kumanda etmesi ve tehlikeyi önlemesi için doğuya gönderdi. Savaş 166 yılında, her ne kadar Gaius Avidius Cassius gibi alt kademedeki generallerin liyakati ile kazanılmış olsa da başarıyla sona erdi. Savaştan dönüşte Verus triumph'la ( bir tür onursal karşılama töreni) ödüllendirildi; geçit töreni oldukça sıradışıydı çünkü törende iki İmparator vardı ve İmparatorların oğulları ve evlenmemiş kızlarıyla birlikte oldukça büyük bir aile kutlamasıydı. Bu arada fırsattan istifade Marcus Aurelius'un, beş yaşındaki oğlu Commodus ve üç yaşındaki Annius Verus'a Sezar statüsüne verildi.

Savaştan dönen ordunun tüm İmparatorluğa yaydığı veba (çiçek hastalığı olduğu da iddia edilir) birkaç yıl boyunca etkili oldu.

Germanya ve Tuna

160'ların başında, Germen kabileler ve diğer kuzeyli halklar kuzeydeki sınır boyunca (limes Germanicus) yağmalarla Tuna nehrini geçerek Galya içlerine ulaşmıştı. Batı yönündeki bu yeni şiddet dalgası, belki de uzak doğudaki kabileler yüzündendi. Germania Superior (yukarı Germanya eyaleti) idari bölgesi Catti'deki ilk işgal 162'de püskürtüldü. Asıl büyük işgal, M.S. 19'dan beri Roma vatandaşı olan Bohemya'lı Marcomanni kabilesinin 166'da Lombard'lar ve diğer Germen kabilelerle Tuna nehrini geçtiği zaman ortaya çıktı. Yine bu sıralarda Sarmatian'lar, Tuna ve Tisza nehirleri arasından saldırdı.

Doğudaki durum yüzünden cezalandırıcı bir sefer ancak 167 yılında mümkün oldu. Marcus ve Verus'un her ikisi de birliklere eşlik ettiler. Verus'un 169 da ölümünden sonra Marcus, Germenlere karşı hayatının geri kalan büyük bir kısmında kişisel olarak mücadele etti. Romalılar en az iki kez ciddi olarak, Alpleri geçen Quadi ve Marcomanni'lerin Oderzo'daki Opitergiumu yağmalaması ve Kuzey doğu İtalya'daki ana şehir Aquileia'yı kuşatmasıyla çok zor durumda kaldı. Aynı anda Karpat Dağları'ndan gelen Costoboci'ler Moesia, Makedonya ve Yunanistan'ı işgal ettiler. Uzun bir mücadeleden sonra, Marcus Aurelius işgalcileri bu topraklardan çıkarmayı başardı. Bir çok Germen kendiliklerinden cephedeki Dacia ve Pannonia ile Germanya ve İtalya'ya yerleştiler. Bu yeni bir şey değildi ancak bu defa yerleşimciler tuna nehrini sol kıyısında Sarmatia ve Marcomannia'da (bugünkü Bohemya ve Macaristan dahil) iki yeni sınır şehri kurulmasını talep ettiler.

İmparatorun planları Avidius Cassius tarafından uydurulan ve Marcus Aurelius'un hastalıktan öldüğü şeklindeki söylenti yüzünden çıkan isyan sebebiyle engellendi. Doğu eyaletlerinden sadece Kapadokya ve Bithynia isyancıların tarafına geçmedi. Marcus Aurelius'un yaşadığı haberi duyulunca Cassius'un kaderi hemen çizildi ve birlikleri tarafından sadece 100 günlük bir saltanattan sonra öldürüldü.

Karısı Faustina ile Marcus Aurelius 173'e kadar doğu eyaletlerini ziyaret ettiler. Atinayı ziyaretinde kendisini Filozofi'nin hamisi olarak ilan etti. Roma'daki bir triumph'in ardından takip eden yıl tekrar Tuna hududuna hareket etti. 178 deki kesin zaferin ardından, Bohemya'nın ilhak planı başarıyla hazırlansa da Marcus Aurelius'un 180 de hastalanmasıyla yarım kaldı

Çin'le ilk Temas

Marcus Aurelius zamanında, Han hanedanı kayıtları 166'da Roma'dan bir temsil heyetinin Çin'in başkenti Luoyang'da Çin İmparatoru Huan'la [kaynak belirtilmeli]görüştüğünü yazar. Kayıtlara göre, Romalılar Antun tarafından gönderildiklerini belirttiler. Belirtilen tarihe göre bu Marcus Aurelius Antoninus olabilir. Diğer taraftan, çağdaşı Roma kayıtları Çin'le irtibat için herhangi bir girişimden söz etmez.

Ölümü ve halefi

Marcus Aurelius 17 Mart 180 tarihinde halefi Commodus kendişine eşlik ederken Vindobona'da (günümüzdeViyana)'da öldü. Hemen tanrılaştırıldı ve külleri Roma'ya gönderilerek Visigotların şehri yağmaladığı 410 yılına kadar da şehri kalacağı Hadrianmausoleum'una (günümüzde Sant'Angelo Şatosu) yerleştirildi. Germen ve Sarmatian'lara karşı mücadelesi anısına Roma'da Marcus Aurelius Sütunu dikildi.

Marcus Aurelius 166 da Ceasar ve 177 de yardımcı İmparator yaptığı Commodus'un halefi olmasını -farkında olunmayan bir talihsizliğe rağmen- sağlamıştı. Bu karar, talihli Evlatlık İmparatorlar dönemini sona erdirmişti ve Commodus sonradan tarihçiler tarafından, politika ve askerlikle ilgisi olmayan, aşırı egoist ve sinirli birisi olarak çok eleştirilmiştir. Bu sebep yüzünden Marcus Aurelius'un ölümü Pax Romana 'nın sonu olarak kabul edilir. Commodus'u fazla aday olmadığı için ya da ölümünün ardından meydana gelebilecek olası bir iç savaş korkusuyla seçmiştir.

Evliliği ve çocukları

Aurelius, 145 de Genç Faustina ile evlendi. 30 yıllık evliliği boyunca Faustina 13 çocuk doğurdu. Bunlardan sadece bir oğlan ve dört kız babalarından daha uzun yaşadılar. Çocuklarının isimleri;
  • Annia Aurelia Galeria Faustina (147- 165'den sonra)
  • Annia Aurelia Galeria Lucilla (148/50-181) Lucius Verus'la evlendi.
  • Lucilla'nın Gemellus Lucillae adında bir ikizi vardır (149-150)
  • Titus Aelius Antoninus (150, 7 Mart161)
  • Titus Aelius Aurelius (150, 7 Mart 161)
  • Hadrianus (152, 7 Mart 161)
  • Domitia Faustina (150, 7 Mart 161)
  • Fadilla (159, 192)
  • Annia Cornificia Faustina Minor (160, İmparator Caracalla'nın saltanatında öldü. 211-217)
  • Titus Aurelius Fulvus Antoninus (161-165) ve sonradan İmparator olan Commodus, (161-192)
  • Marcus Annius Verus Caesar (162-169)
  • Vibia Aurelia Sabina (170-217)
Popüler kültürde Marcus Aurelius
  • Roma İmparatorluğu'nun Çöküşü (1964), Anthony Mann'ın yönettiği filmde Marcus Aurelius'u Alec Guinness canlandırmıştı.
  • Gladyatör (2000), Ridley Scott'ın yönetmenliğini yaptığı filmde Marcus Aurelius'u Richard Harris canlandırmıştır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Jumong; 6 Mart 2011 17:12 Sebep: sayfa düzeni
🌘 🚀
RoyaLWolt - avatarı
RoyaLWolt
Ziyaretçi
10 Mayıs 2012       Mesaj #3
RoyaLWolt - avatarı
Ziyaretçi
MARCUS AURELİUS KENDİME DÜŞÜNCELER

Roma İmparatorlarının en büyüklerinden biri olan Marcus Aurelius aynı zamanda önemli bir filozoftu. Hiç kuşkusuz tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük hükümdar filozoflardan biriydi.
Kendime Düşünceler kimileri tarafından Eskiçağ'ın en önemli felsefi metinlerinden biri ve Epiktetos ile Epikuros gibi filozofların etkilerini taşımasına rağmen özgün bir eser olarak kabul edilir.
Kendime Düşünceler'de imparator sadece kendi siyasi görüşlerini değil, zamanlar ötesinde bir evrenselliğe sahip her zaman aynı berraklıkla okunabilecek bir felsefenin hayata bakışını da yansıtmaktadır.
Kendime Düşünceler dünyanın bütün sorumluluğunu omuzlarına almış bir adamın hatıratı, kendi kendine yaptığı telkinlerin bir toplaması gibidir. Ve ünlü imparatorun öğütleri aslında evrensel bir ders olarak da okunabilir.
"Bir insan bile bile gerçeği görememezlik edemez."
"Kendi amaçlarınla ilgilen, diğer insanlarla değil. Yaşadıklarını evrenin doğası öyle istediği için yaşıyorsun."
"Kendi içini kaz. Çünkü iyilik içinde, sen kazdıkça o fışkıracak." "insanları sevmeyen birine, onun insanlara davrandığı gibi davranma."

HELLENİK FELSEFESİ


Felsefe, felsefenin doğuşu için, yüksek bir refah düzeyiyle merak olmak üzere, iki koşul arayan Aristoteles’in yorumuna uygun olarak, çeşitli yolların kesiştiği bir kavşakta bulunan ve özellikle ticaret yoluyla zengin­leşmiş olan Milet kentinde başlamıştır. Kişi­nin merak duyması, kendisine sunulanla ye­tinmeyip, şeylerin niçin oldukları gibi olduklarını anlamaya çalışması gerektiğini söyleyen ikinci koşul da Miletli filozoflarda varolmuştur. Miletliler Doğu düşüncesinden etkilenmiş olsalar da, Yunan mitolojisinin sunduğu açıklamayla yetinmemiş, varlıkla­rın niçin oldukları gibi olmaları gerektiğini anlamaya ve açıklamaya çalışmışlardır.

Bundan dolayıdır ki, felsefe, felsefi düşü­nüş öncesindeki insanın yaptığı gibi, gör­mek ya da inanmakla ilgili bir konu değil­dir. Felsefe merak etmekle, düşünmekle, kısacası akıl ile ilgili bir konu, gözle görü­len varlıkların meydana getirdiği çokluğun gerisinde gizli olan birliği, görünüşün arka­sındaki gerçekliği aramakla ilgili bir faali­yet olarak ortaya çıkıp gelişmiştir. Daha ön­ceki düşüncenin dini düşünceyle ve pratik ihtiyaçlarla karıştığı yerde, Hellenik felsefe daha çok dini ya da mitolojik düşünceden kopuşun sonucunda, yalnızca insan aklına dayanan bağımsız bir düşünce faaliyeti ola­rak başlamıştır.

Hellenik felsefe, üç döneme ayrılabilir: 1- Doğa Felsefesi. Bu dönemde yer alan filo­zoflar, felsefenin üç temel konusu olan var­lık, bilgi ve değerden birincisini, yani varlık konusunu ele almışlar, varlıktaki değişme­yi, varlığın nedenlerini, doğadaki çokluğun kendisinden türediği birliği, yani arkhe ko­nusunu araştırmışlardır. Doğa felsefesi dört okul ya da problem çerçevesi içinde ele alı­nabilir: a) Thales, Anaximandros ve Ana­ximenes’ten oluşan maddeci, birci Milet Okulu. b) Matematiksel çalışmalarıyla seç­kinleşen ve felsefede, formu, yapı ve işlevi ön plana çıkartan Phytagorasçı Okul. c) Daha çok birlikten çokluğa geçiş ve dolayısıyla, değişme problemi üzerinde durmuş olan Herakleitos ve Parmenides. d) Dünya­daki apaçık değişme olgusunu Parmeni­desin varlıkla ilgili görüşleriyle uzlaştırma­ya çalışmış ve bu çerçeve içinde, varlığın temeline birden çok arkhe yerleştirmiş olan çokçu filozoflar: Empedokles, Anaksagoras ve Atomcular.

2- İnsan Üzerine Felsefe. Yunan felsefe­sinde, M. Ö. V. yüzyılın ortalarıyla birlikte, doğa felsefesinin yerini, pratik felsefe olarak da tanımlanan, insan üzerine felsefe almıştır. Bu dönemde filozoflar, düşüncelerini insa­nın kendisiyle yaşamına yöneltmişlerdir. Bundan dolayı, bu tür bir felsefe, insanın kendisiyle, doğası, değerleri ve yetileriyle, onun doğadaki yeriyle ilgili olan, insanın başka insanlarla olan ilişkilerini konu alan bir felsefedir. İnsan üzerine olan bu felsefe­nin temelinde yer alan motif, doğa felsefe­sinde olduğu gibi, saf merak olmayıp, insan yaşamının ve insanın eylemlerinin nasıl iyi­leştirilip, geliştirilebileceğini bulma şeklinde ortaya çıkan pratik bir motiftir.

Hellenik felsefedeki bu değişimin toplum­sal, siyasi ve felsefi nedenleri vardır, Buna göre, bu çağda felsefenin merkezi olan Atina’nın toplumsal yapısı bozulmuş, kent, göz kamaştırıcı bir refah döneminin ardın­dan, M. Ö. 431 yılında, otuz yıl sonraki yıkı­lışını hazırlayan, uzun ve zorlu bir savaşa gir­miştir. Savaş yenilgisinin ardından, Atina, bir de veba salgının tüm dehşetini yaşamıştır. Bundan dolayı, Atina artık yüksek bir refah düzeyi olan bir kent olmaktan çıkarak, insan yaşamıyla ilgili problemlerin kendilerini çok daha derinden hissettirdiği bir kent olup çık­mıştır.

Öte yandan, Yunan felsefesinde, felsefe­nin merkezi olan Atina aynı zamanda, yurt­taşların yöneticilerini seçmekle kalmayıp, kendilerinin de siyasal yaşama etkin bir bi­çimde katılabilecekleri küçük bir demokra­siydi. İşte bu durum, siyasal yaşamın gerisin­de yatan ilkeler ve kişinin siyasal yaşamda başarılı olmasını sağlayacak sanatlar hakkın­da daha çok şey öğrenme arzusunu güçlen­dirmiştir. Yine, doğa felsefesinin, ortalama insanın bakış açısından iflas etmiş olduğunu söylemek gerekir. Başka bir deyişle, ortala­ma aydının bakış açısından, doğa filozofları­nın aynı konuda karşıt görüşlere ulaşmaların­dan dolayı, doğa felsefesi hepten anlamsız ve gereksiz hale gelmiştir. Bu tür bir felsefenin iki temsilcisi vardır: Sofistler ve Sokrates.

3- Sistematik Dönem. Hellenik felsefenin son dönemi, eleştirici bir felsefeden oluşan sistematik dönemdir. Yunan felsefi düşünce­sinin ulaştığı bu düzeyde, Platon ve Aristo­teles, insanın bilgiye ulaşırken kullandığı güç ve yetilerin güvenilirlik ve yeterlilikle­rini sorgulamaya başlamıştır. Bilgimiz, ger­çekte neye dayanmaktadır? Bilgilerimiz du­yularımıza mı. yoksa aklımıza mı dayanmaktadır? Duyularımızın bizi gerçek­likle ilişkiye sokabileceğinden emin olabilir miyiz? Zihinsel faaliyet ve işlemlerimiz gü­venilir mi?

Bu dönemin iki büyük filozofu olan Pla­ton ve Aristoteles, felsefelerinde, kendileri­ne dış dünya hakkında düşünme ve spekü­lasyonda bulunma izni vermezden önce, yetilerimiz, zihinsel faaliyetlerimiz ve iş­lemlerimizi çözümlemek ve sınamadan ge­çirmek gerektiği inancıyla, işe bu soruları sorarak başlamışlardır. Yine, aynı dönemde, Yunan felsefesinin ilk iki döneminde, doğa ve insan konularında elde edilen bilgiden de yararlanan Platon ve Aristoteles, tarihin ta­nıdığı ilk ve en büyük felsefe sistemlerini kurmuşlardır. Bu dönem, nihayet, bilimsel araştırmayla felsefe faaliyetinin, eğitim ve Öğretimin kurumsal bir nitelik kazandığı dönem olmuştur. Bu çağda, eğitim ve araş­tırma faaliyeti için, Platon Akademiyi, Aris­toteles de Liseyi kurmuş ve faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
8 Şubat 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Marcus Aurelius Antoninus Augustus

Ad:  Marcus Aurelius Antoninus Augustus.jpg
Gösterim: 461
Boyut:  15.1 KB

Ad:  Marcus Aurelius Antoninus Augustus3.jpg
Gösterim: 843
Boyut:  131.5 KB

Ad:  Marcus Aurelius Antoninus Augustus2.jpeg
Gösterim: 507
Boyut:  72.3 KB

Benzer Konular

19 Ekim 2015 / virtuecat Felsefe ww
24 Ekim 2015 / TiglonBoYs Müzik ww
28 Mart 2011 / Jumong Siyaset ww
27 Kasım 2015 / estudiantes Spor ww
26 Kasım 2015 / estudiantes Spor ww