Eski Mısır
Antik Mısır, Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. MÖ 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır, Nil nehri boyunca uzanan verimli vadi, Mısır tarihinde Yukarı Mısır olarak, kuzey Mısır, delta ise Aşağı Mısır olarak geçer.
Sponsorlu Bağlantılar
Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler MÖ 5000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Scorpion King - Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür.
Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in guney Mısır'daki egemenliği sonrasında Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu.
Antik Mısır, Augustus Caesar'in liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından MÖ 30 yılında ele geçirilmiştir. MS 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş, 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır, İngiltere'nin bir kolonisi olmuştur.
Zaman Çizelgesi
Hanedan Öncesi
- MÖ 3500: Senet, dünyanın en eski tahta oyunu.
- MÖ 3500: Fayans, dünyanın ilk toprak çanağı.
Hanedanlar Dönemi
- MÖ 3300: Tunç işler (Tunç Çağı)
- MÖ 3200: Mısır hiyeroglifleri, tamamen geliştirilmiştir (Mısır'ın ilk hanedanı)
- MÖ 3200: Ondalık sistem, dünyadaki ilk kullanımı
- MÖ 3100: Şarap mahzenleri, dünyadaki ilk bilinen
- MÖ 3100: Madencilik, Sina yarımadası
- MÖ 3050: Gemi yapımı Abidos'ta
- MÖ 3000: Filistin ve Levant'a Nil'den ihracat: Şarap (Narmer)
- MÖ 3000: Papirüs, dünyanın bilinen ilk kâğıdı
- MÖ 3000: Tıbbi müesseseler
- MÖ 2900: muhtemelen çelik: karbon içeren demir
- MÖ 2700: Cerrahi, dünyada bilinen ilk
- MÖ 2700: Üniliteral işaretler, dünyanın bilinen ilk alfabesinin temelini oluşturur
- MÖ 2600: Sfenks, bugün dünyanın en büyük tek taştan oluşan heykeli
- MÖ 2600: Mavna taşımacılığı, taş bloklar
- MÖ 2600: Djoser Piramidi, dünyanın bilinen ilk büyük çaplı taş binası
- MÖ 2600: Menkaure Piramidi ve Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk granitten yontulmuş işleri
- MÖ 2600: Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk 'gerçek' yumuşak-kenarlı piramidi
- MÖ 2580: Büyük Giza Piramidi; MS 1300 yılına kadar dünyanın en yüksek yapısı
- MÖ 2500: Arıcılık
- MÖ 2400: Astronomik Takvim, matematiksel düzeni nedeniyle Orta Çağ'da dahi kullanılmıştır
- MÖ 2200: Bira
- MÖ 1860: muhtemel Nil-Kızıl Deniz Kanalı (12. Hanedan)
- MÖ 1800: Alfabe, dünyanın bilinen en eski
- MÖ 1800: Moskova Matematik Papirüsü, frustum hacmi için genel(leştirilmiş) formül
- MÖ 1650: Rhind Matematik Papirüsü: geometri, kotanjant analoğu, cebir denklemleri, aritmetik seriler, geometrik seriler
- MÖ 1600: Edwin Smith Papirüsü, yaklaşık MÖ 3000'e kadar uzanan tıbbi gelenekler
- MÖ 1550: Ebers Tıp Papirüsü, geleneksel ampirizm; dünyanın bilinen ilk belgelenmiş tümörleri (bknz: Tıp tarihi)
- MÖ 1500: Cam yapımı, dünyada bilinen ilk
- MÖ 1258: Barış antlaşması, dünyada bilinen ilk (bknz: II. Ramses)
- MÖ 1160: Turin Papirüsü, dünyanın bilinen ilk jeolojik ve topoğrafik haritası
- MÖ 5. yüzyıl-MÖ 4. yüzyıl (belki de daha erken): petteia ve seega, savaş oyunları; satranç oyununun muhtemel ataları (Satrancın kökeni)
Geliştirdikleri mumyalama teknikleri onların öbür dünya inancına sahip ilk uygarlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Günümüze dek dayanmış, tarihin yıkıcı etkisine karşın ayakta kalmış görkemli yapıları onların mimarlık alanında da ne denli ileri olduğunun bir göstergesidir. Fransız araştırmacı Jacques Champollion Mısır yazısını çözdüğünde binlerce yaşında olan bu uygarlık, yeniden konuşmaya başladı. Hiyeroglifler,hayranlık uyandıran öykülerini anlatmayı günümüzde de sürdürüyor. Bu haliyle Mısır Uygarlığı binlerce yıl daha insanlığın zihnindeki yerini koruyacak.
"Mısır, Nil’in armağanı". Herodot’un bu ünlü deyimi bugün de geçerli. Çöllerin arasında sıkışmış, ekilebilir bereketli topraklar.. Bu topraklara bereket getiren, görkemli Nil nehri. Eskiler nehrin kaynaklarınıda, tropikal iklimini de bilmiyorlar ve bu nedenle amansız kuraklıktan sonra hazirandan ekime kadar suları kabartıp bereketli bir mil yayan taşkın karşisında hayran kalıyorlardı. Onlara bakılırsa böyle bir mucizeyi ancak tanrılar gerçekleştirebilirdi. Taşkınlardan sonra oluşan gölcükler ve bataklıklar da balık ve av hayvanı kaynağıydı. Bunun için tarih öncesinden başlayarak vadiye göçebe avcılar yerleştiler. Neolitik çağda yerleşik hayata geçen göçebeler, bu topraklar üzerinde unutulmayacak bir uygarlık başlattılar. Paleolitik çağda, gelecekte çöl olacak arazilerin kuruması, henüz nehrin sağ ve solunda, yani Arap ve Libya Çölü yakınlarında yerli halkın var olması için gerekli koşulları ortaya koyacak kadar ilerlemiş değildi. Adım adım gelişen ve bu arazilerin önce step, sonra da kuru çöle dönüşmesiyle sonuçlanan kuruma şekli, burada yaşayan insanları, arazilerini bırakıp zamanla Nil vadisine çekilmeye zorlamıştı. Bu aşamaya neolitik çağın başlarında ulaşildığı sanılıyor. Böylece Nil vadisinde yaşayan halkların kökeni üç grupta aranabilir: ilk başlardan beri burada yaşayan yerli halklar; yaşam alanlarının çölleşmesi nedeniyle doğu çölünden göç eden halklar; ve aynı nedenle batı çölünden göç eden halklar. Doğa bir yandan insanın elinden yaşanacak bölgeleri alırken, bir yandan da yenisini sunuyordu. Doğanın sunduğu yeni bölge, Nil nehrinin taşidığı ve Delta olarak anılan topraklardı.
Mısır, birbirinden kolaylıkla ayrılabilen iki kısma bölünür: nehrin sağında ve solunda, dar ama verimli topraklardan oluşan "Vadi" ve tarımla uğraşanlar için gerekli her koşulun bulunduğu sulak, bereketli "Delta".
Mısır’ın bu ikiye bölünmüşlüğü ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında etkili olmuştur. Eski İmparatorluk dönemine ait efsaneler, merkezi Heliopolis'te bulunan tek devletin bölünmesinin ardından birbiriyle mücadele halinde bulunan ve ancak kral Menes zamanında yeniden birleşebilen iki ayrı devletten söz eder. Efsane şöyle der: Delta’nın doğusunda, Busiris’te, adil bir kral olan Osiris hüküm sürüyordu.
Yukarı Mısır’da Ombos kenti tanrısı Set onun hasmıydı; onu öldürdü ve hakimiyeti ele aldı. Fakat Osiris’le İsis’in oğlu olan Horus, giriştiği mücadele sonunda Set’i öldürdü ve babasının intikamını aldı. Bunun üzerine Heliopolis’teki tapınakta toplanan tanrılar ona, kral sıfatıyla tüm Mısır üzerinde hakimiyet bağışladılar. Bu efsanede ayrıca bir süre sonra Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak adlandırılan bölgeler arasında anlaşmazlıkların arttığını ve ülkenin yeniden ikiye bölündüğünü görüyoruz. İkinci birleşmeyse, tam tersi olarak güneyden geldi ve Delta’yı egemenliği altına aldı.
Taşkınları dizginlemek, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak, köyleri bentlerle korumak gerekmektedir. Bu nedenle yerleşik duruma geçmiş kabileler bir araya gelip daha geniş birimler oluştururlar. Birleşen kabileler bir süre sonra iki krallık görünümüne kavuşacaktır: Tanrı Set’e bağlanan Güney Ülkesi ya da Yukarı Mısır, tanrı Horus’a tapan Kuzey Ülkesi ya da Aşağı Mısır. Kuzey ülkesi günümüz haritalarında kuzeye yakın olmasına; yani yukarıda görünmesine karşın adı Aşağı Ülke’dir; bunun nedeni bu iki ülkeye Nil Nehri’nin akışı yönünde isim verilmiş olması. MÖ 4. bin yılın sonlarına doğru "akrep kral" olarak anılan Güney hükümdarı, Kuzey’i kendi ülkesine katar. Ondan sonra tahta çıktığı sanılan Narmer adındaki bir başka kral, Güney hükümdarının başlattığı birleştirme işini tamamlar. Güney’in hükümdarlık sembolü olan ak başlığın yanına Kuzey’in kırmızı tacını takar ve böylece iki ülkenin birleştiğini anlatır. Bu birleşme eski Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilir. Narmer belki de efsanelerin sözünü ettiği ilk firavun Menes’tir. Böylece MÖ 3000 yıllarında Thinis Çağı (Narmer’in doğum yeri olduğu varsayılan Thinis adından) başlar ve o zamandan sonra hiyeroglif yazıtların yardımıyla Mısır tarihi belirginlik kazanır.
Narmer, ya da Menes, MÖ 3000’e doğru iki ülkenin efendisi olarak başkent seçtiği Thinis kentinde hüküm sürmeye başlar. Bununla birlikte karşısına birçok sorun çıkmaktadır. Soylular arasında firavunu tanımayanlar vardır ve sık sık çıkan isyanları bastırmak gerekir. Ülkenin ikinci başkenti, 2. sulale zamanında Güneş’e tapınılan kutsal kent Heliopolis yakınlarındaki Memfis’tir. MÖ 2800 yıllarında firavun Kasekemui (bu ad "iki güçlü" anlamına gelir, Horus ve Set’e gönderme yapar) bazı kentlerin ayaklanmalarını bastırır ve yerel hükümdarlar yerine kentlere valiler atamaya karar verir. Onun zamanında devlet yapısı ortaya konur ve bir de nüfus sayımı yapılır. Mirasa dayalı soylu sınıf karşısında devlet işlerinde çalışanların ve Firavunun gücü yükseltilir. Bu dönem, yazının da evrimini tamamladığı bir dönemdir. Belirtilmek istenen nesneyi gösteren birer resim olan ideogramlar yanında seslere karşılık gelen ve Champollion’un çözmeyi başardığı hecesel göstergeler de belirir. Arşivler yazıcılar tarafından deriler üzerine ya da uç uca eklenen papirüs yaprakları üzerine yazılmaktadır. Mısır tarihinin bilinen en eski anıtı, Kral Aha’nın mezarıdır. 3. bin yılın başlarında yapılan bu mezarın bir kayaya oyulmuş beş odası vardır.İki ülkenin tam olarak birleşmesi ve tek Mısır olması kolay kabul edilmiş ve hemen gerçekleşmiş bir olay değildi. Bunun en önemli göstergesi 1. sulale döneminin sonlarında başlayan ve 2. sulale boyunca süren ayaklanmalar. İki ülkenin kaynaşması tam olarak 3. sulale döneminin başlarında oldu. Bu dönemde hükümet merkezi de yer değiştirmiş, ne kuzey ne de güney kenti olan Memfis başkent olarak belirlenmişti. Kral Zoser’in başkent yaptığı kent, bu tarihten sonra "iki ülkenin terazisi" lakabını taşımaya başlamıştı.
Beyaz surlarla çevrili olduğu için Memfis kentine verilen adlardan biri de Beyaz-duvarlar Kenti’ydi. Kasekemui’nin oğlu Zoser, burada 3. Sülaleyi kurmuştur. Heliopolis kentinin baş rahibi İmhotep onun "tatisi", yani başbakanıdır. İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı "ahlak ilgileri"nin yazarıdır. Bu dönemde Güneş’in hareketi incelenmiş, gece ve gündüz on ikişer saate bölünmüş, ilk aritmetik işlemleri uygulanmaya başlanmış, yüzey ve hacim hesapları için formüller geliştirilmiştir. Hekimlik, büyüyle yakınlığını sürdürmektedir. Mumyalar üzerinde yapılan incelemeler daha o zamanlar çürük dişlerin doldurulduğunu, iltihapları geçirmek için çenenin delindiğini gösteriyor. İmhotep’in, bütün bu bilgiler yanında mimarlık bilgisi de vardır. Sakkara’da bulunan ve basamaklı piramit olarak bilinen Zoser piramidini o yapmıştır.60 metre yüksekliğindeki bu piramit, ölmüş hükümdarı, Helipolis’in ışıklar saçan tanrısı Ra’ya götürecek bir merdiven oluşturmaktaydı. El emeğini böylesine seferber etmeyi, ancak Thinislilerin sağlamlaştırdığı mutlakiyetçi bir krallık göze alabilirdi. Bu piramit, sonraki sülalelerin hükümdarlarına örnek olacak, ve firavunlar öldüklerinde benzer dev piramitlerde yatmak isteyeceklerdi.
Zoser’den sonra gelenler, iktidarı 4.sulalenin kurucusu Snefru’ya bırakırlar. Bu hanedan MÖ 2720’den 2560’a kadar sürer. Bu dönem "piramitler dönemi" olarak anılacaktır. Snefru iyi bir kral olarak bilinse de oğlu Keops, kendisinden nefret edilen, zorba bir hükümdardır. Memfis din adamları onu, halkı vergilerle ezmekle suçlamışlardır. Oğlu Kefren, daha yaşarken insanların kendisine bir tanrı gibi tapmalarını sağlar; piramidi de neredeyse babasınınki kadar büyüktür. Buna karşılık Mikerinos, daha alçakgönüllü bir yapıyla yetinecektir.
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2017 01:08
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!