Arama

Sanat Akımları - Maniyerizm (Mannerizm/Özenticilik)

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 11 Temmuz 2013 Gösterim: 26.895 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mayıs 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Maniyerizm
Maniyerizm yaklaşık 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış olan bir sanat üslubudur. Rönesansın getirmiş olduğu yetkinliğe karşı bir çıkış olmuş, kendisinden sonra gelen üslup ve akımlara ön ayak olmuştur. En önemli temsilcisi ve başlatıcısı Michelangelo Bounarotti'dir. Sixtina Şapeli'ndeki mahşer freskleri bu resim tarzı için belirleyici olmuştur. Artık ideal görüntü yerine sanatsal niteliğin araştırıldığı; figürlerin deformasyonu ile kendini belli eder ve özgün tarzlara doğru bir adım olarak belirir.En önemli sanatçıları Tintoretto ve El Greco'dur.
Sponsorlu Bağlantılar
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Maniyerizm deyimi ilk olarak Alman Sanat tarihçileri tarafından Rönesans ile Barok arasında gelen sanatçıların eserleri için kullanılmıştır. Daha doğrusu Geç Rönesans ile Barok üslup arasında bir geçiş üslubu olarak da kabul edilmektedir. Kelime manası olarak İtalyanca “üslup” anlamına gelmektedir. Osmanlıca'da da “tasannuculuk” sözcüğüyle karşılanan terim “yapmacıklı üslup” anlamına gelmektedir. Maniyerizm saray çevrelerinde çok tutulan “incelik ve zerafet” sanatıdır; değişik zevklere, paradokslara düşkündür. Yapmacıklığa, bazen aşırılığa hatta acaipliğe kaçar. Ressamlar biçimleri uzatırlar; dördül şekillere, ışığa, garip konulara eğilim gösterirler. Bir sıkkınlık, tedirginlik havası yaratırlar. Maniyerizm klasik bir üsluptur, ancak kurallı klasik öğelerin özgün anlamlarını, oran ve ölçüleri “bilinçli olarak” bozmuş ya da değiştirmiş olmasıyla klasik anlayıştan uzaklaşır. “Yenilik arayışı”, Maniyerizm’in önemli niteliklerinden biridir.
Maniyerizm bir son dönem Rönesans üslubuydu; üzerinde temellendiği bütün inançların klasik çağ otoritelerinden seçme mecazlarla desteklenebilmesi önemli bir noktaydı. Fakat klasik çağdan kalan eserler yeni bir anlayışla inceleniyor, kural dışı biçimler, karmaşıklık, güzellik unsurları özellikle öne çıkarılıyordu. Vasari’den başlayıp Bronzino, Daniele da Volterra, Francesco Salviati’den geçerek Bassano diye anılan Jacopo da Ponte’ye kadar uzanan sanatçılar, aristokratlara seslenen, amaçları açısından daha az kaygı verici, ama ilk döneminkinden daha çok soğuk, ayrıca doğallıktan uzak, yapmacıklı bir özenticiliğin oluşmasına katkıda bulundular.

Maniyerizmin özellikleri; abartılı uzunlukta küçük başlı, çok hareketli, hacimli olarak çok yuvarlaklaştırılmış figürlerdir. Bu figürlerin bastıkları zemin ile ilgileri yoktur. Havada uçuyor gibidirler. El ve ayakların ne yaptıkları belli değildir. Yüz ifadelerinden rol yapıyorlar sanılır. Resim yüzeyinin ahengi için mantıklı olmayan bir vücut kompozisyonu görülür. Bu anlayışın temsilcileri aynı zamanda Barok sanatın öncüleri olarak kabul edilir. Yüzlerde huzursuzluk, insan içi üzüntülerinin aşırı ifadesi önem kazanır. Pontormo, Bronzino, Parmigianino, Tintoretto, El Greco gibi ressamlar Maniyerizmin önemli temsilcileridir.
Vasari’nin hem Giotto’nun eski sanatını, hem de Leonardo da Vinci’nin yeni sanatını belirtmek için kullanmasından sonra, maniyerizmin türetilmiş olduğu Maniera terimine 17.yy’da açıkça aşağılayıcı bir anlam yüklendi. Giovanni Pietro Bellori bu terimi, başlıca istekleri, büyük ustaların çalışma tarzını yetkinleştirmekten öteye gitmeyen ressamların sistemli bir biçimde Michelangelo ve Rafaello’yu taklit etmelerini kınayarak belirtmekte kullandı. Söz konusu terimin aşağılayıcı anlamdaki kullanımı birçok Fransız sanatçı tarafından da benimsendi. Aynı anlayış içinde Luigi Lanzi 1792’de İtalyanca Manierismo terimini kullandı; bu terim 1925’e kadar, yani karmaşık maniyerizm kavramının derinlemesine incelenmesine ve böyle nitelenerek küçümsenen yapıtların yeniden değerlendirilmesine başladığı tarihe kadar aşağılayıcı anlamını korudu. Günümüzde 1515-1620 arasında, bütün Avrupa’da bu doğrultuda gerçekleştirilmiş olan yapıtların çoğunun, özenticilikle, klasisizmin ulaşmaya dayandırdığı ve klasik saydığı değerleri birbirine ters düşüren bir gariplik beğenisini ve ince bir yapmacık anlayışını yansıttığı anlaşılmıştır. 1520’den hemen sonra Roma’da sanat koşulları maniyerizmin gelişip serpilmesine çok uygundu. Rafaello’nun öğrencisi bir gurup genç sanatçı, Rosso Fiortino ve Benvenuto Cellini gibi Floransa’lılar ile Girolamo Parmigianino gibi Kuzey İtalyalılar, kendi aralarında rekabet, Rafaello’nun son eserinde görülen nitelikler ve Michelangelo’nun Floransa’daki bu dönem çalışmaları, yenilik ve fantezi dolu desenleri, doğadan uzak, hoş ve ince heykelleri, kuraldan çok serbestliğin gittikçe ağır bastığı mimarisi nedeniyle beceri ve ustalık gösterisini ölçü alan bir tavra itildiler.
Resim dalında, Rönesans’ın dinginlik, dengelilik, yalınlık, zihinsellik gibi üsluba “klasik” niteliğini kazandıran özellikler üzerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, maniyerizm, tüm bu özelliklerin daha da incelmiş ve çok özel durumlarını anlatmayı amaçlamış; “yeni”yi, “olağandışı”yı aramış ve üsluplaşmadan çok bireyselleşmeyle sonuçlanan bir yolu seçmiştir.


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
7 Mayıs 2008       Mesaj #2
nünü - avatarı
Ziyaretçi
MANİYERİZM

Rönesanas sanatının büyük ustası Leonardo, 1516’da Fransa Kralı 1. François’nın çağrılısı olarak Fransa’ya gitmiş ve kralın Amboise yakınında kendisine verdiği şatoya yerleşmiştir. Son çalışmalarını burada yapan sanatçı, ancak 1519’a kadar yaşamıştır. Ertesi yıl, ıtalyan sanatının bir başka dehası, Raphaello da genç yaşta ölmüştür. 1520, sanatsal açıdan bir değişimin başlangıç noktasıdır. Raphaello’nun genç yaşta ölümü, sanatında bir değişimi olanaksız kılmış, yapıtları genelde Rönesans üslubunun tipik örnekleri olarak kalmıştır. Oysa Michelangelo, 16. yüzyılın başından itibaren daha değişik bir anlatıma yöneliş, biçim açısından Rönesans’tan farklı bir üslüp oluşturmuştur.
Sponsorlu Bağlantılar
Bugün Maniyerizm sözcüğünü yaklaşık 1520-1600 arasında özellikle ıtalya’daki sanatsal değişimleri tanımlama için kullanıyoruz. Bu tanımın kökeninde Vasari’nin (1511-1574) kullandığı ve bu dönemde üretilmiş yapıtların biçimsel niteliklerini vurgulayan “Maniera” sözcüğü yatmaktadır. Bu dönemin yapıtları sanat tarihinde önceleri klasik karıştı, kötü, başarısız kopyalar olarak nitelenmiştir. Sözcük 1920’lerde de yüksek Rönesans ile Barok üslup arasındaki ayrımı belirtmek için kullanılmıştır. Oysa günümüzde Maniyerizm’in, 16. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren çeşitli sosyal hareketlerin de desteklediği özgün bir üslup olduğu kabul edilmektedir. Aslında Maniyerizm, kurallara ve şemalara bağlı Rönesans’tan Barok üsluba bir geçiş olarak da adlandırılabilir.

Maniyerist üslubun tipik özellikleri, mimari alanında açık bir biçimde görülebilir. Daha Rönesans döneminde sanatçılar, kentsel planlama konusunda araştırmalar yapmışlardır. Raphaello da Roma’da birçok kazıya katılmış, kentin ilkçağdaki düzenleme anlayışıyla yeniden ele alınması konusunda çalışmalar yapmıştır. Mimari alanında da çalüşan Raphaello’nun öğrencilerinden biri de Giulio Romano’dur (1492/99-1546). Onun, Mantua yakınında Dük Federico Gonzaga’nın sayfiye sarayı olarak yaptığı Palazzo del Te, Maniyerist mimarinin tipik örneklerinden biridir. ılkçağın mimari formları, bu yapıda oldukça yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Cephedeki alınlık, üçlü giriş, Dor düzenindeki sütunlar Rönesans mimarisinin de kullanmış olduğu formlardır. Ama bu formlardan bazılarının mimari bir işlevi yoktur. Yapıda, duvara bitiştirilen bir takım formlar, süsleyici bir üst tabaka niteliği taşırlar. Rönesans saraylarındaki sağlam, kesme taş duvar düzeni de ılkçağ formlarının arkasında adeta bir fon oluşturmaktadır. Palazzo del Te bu nitelikleriyle Maniyerist mimarinin ilk örneklerinden biridir (1526 dolayları).

Leonardo ve Raphaello’nun ölümleriyle, Rönesans’ın üç büyük ustasından geriye yalnızca Michelangelo kalmıştır. Bu büyük sanatçının üç dalda da (resim, heykel, mimari) verdiği yapıtlar, Maniyerist üslubun tipik örnekleridir. Duvara gömülmüş çifte sütunları, kör pencere ve nişleri, yuvarlak hatlı dekoratif konsollarıyla Floransa Lauranziana Kitaplığı’nın girişi (1524-26), Michelangelo’nun mimari çalışmalarına bir örnektir. Tüm bu ögeler, yeni mimari anlayışın ürünleridir. Yalnız burada, Rönesans’tan ayrılmış olmanın yanında, bireysel tutum da çarpıcı bir biçimde görülür. Zaten bireysellik, sanatçının keyfi tutumu, hemen her alanda Maniyerist üslubun önde gelen özelliğidir.

Michelangelo, Roma’daki ünlü San Pietro Kilisesi’nin yapımında da çalışmıştır. Ama kilisenin yapımında büyük sorunlar çıkmış, sanatçı özellikle inşaat konusundaki çekişmelerden oldukça yorgun düşmüştür. Onun bu yapıdaki çalışmalarından günümüze gelmiş olan bir bölüm de kubbedir. Michelangelo bu tasarım için, Floransa Katedrali’nin kubbesini örnek almıştır. Ama Floransa Katedrali’nin kubbesindeki Gotik anlayış yerine, sanatçı burada Maniyerist bir üslupla çalışmıştır. Çifte sütunlar ve pencerelerle zenginleştirilmiş kubbe kasnağının ve tepedeki aydınlık fenerinin yüksekliği, Maniyerizm’de bir hayli yaygın olan “oranlarla oynama”, “değiştirme” tutumuna ilginç birer örnektir. Ayrıca kaburga dilimleri ve üstlerindeki pencereler de kubbenin genel görüntüsüne plastik bir etki katmaktadırlar.

Michelangelo tek tek yapıların yanında, Maniyerist üslup içinde bir kentsel mekan tasarımı da yapmıştır. Roma Senatörler Meydanı, onun bu alandaki ilginç bir çalışmasıdır. Bu tasarımda ortada Marcus Aurelius’un atlı anıtı, üç yanda cephe düzenlerini yine Michelangelo’nun yaptığ saraylar, bir yanda ise anıtsal merdivenler yer almaktadır. ikizkenar dörtgen olarak düşünülmüş meydanda, Rönesans’ın matematiksel düzeninin bireysel bir yaklaşımla kırılması söz konusudur.
Maniyerist mimari, Venedik’te ise değişik bir biçimde ortaya çıkmıştır. Jacopo Sansovino’nun (1486-1570) yaptığı San Marco Eski Kitaplığı, Maniyerizm’in Venedik’teki ilginç bir örneğidir. Deniz ticaretinin merkezi olan bu kentin zenginliği, yapıların cephelerine de yansımıştır. Yüksek kabartmalar, meyva çelenkleri, eros figürleri, son derece görkemli bir görüntü oluştururlar. Zengin süsleme ve güçlü gölge-ışık etkileri, Venedik’in yerel özellikleri olarak Maniyerist mimari anlayışı içinde yer almaktadır.

Maniyerist üslubun ortaya çıkmasında Cizvit tarikatinin desteklediği “Karış Reformasyon” hareketi de büyük çapta etkili olmuştur. Kilisenin toplum üstündeki gücü, sanata da yansımış, sanatçılar belli öğreti ve ilkeler ışığında çalışmaya başlamışlardır. Reform hareketine karış Katoliklerin dinsel alandaki girişimi olan Karış Reformasyon, Cizvitlerin desteğiyle toplumda büyük ölçüde yaygınlık kazanmıştır.

Cizvitlerin Roma’daki kilisesi Il Gesu’da da Maniyerist bir üslup buluyoruz. Mimar Vignola (1507-1573), yapının iç mekan tasarımını Katolik müziği ve duasına uygun bir akustik sunacak biçimde düşünmüştür. Bu da yukarıda sözünü ettiğimiz hareketin sanatlar üstündeki gücünü göstermektedir. Yapının cephesindeki iki katlı görüntü ise Barok’u müjdelemektedir. Büyük kıvrımlar, üçgen ve yuvarlak pencere alınlıkları, duvara gömülü çifte sütunlar, cepheye hareketli bir görüntü kazandırırlar. Rönesans’ın yatay ve dikey çizgilerin karıştlığına dayanan dengeli düzeninin yerini, burada, gölge-ışık oyunlarına açık, girintili çıkıntılı bir cephe almıştır.

Hatırlanacağı gibi, hemen tüm Rönesans sarayları düz, çizgisel, yalın bir cephe düzenine sahipti. Oysa Maniyerist dönemde bu mimari tipte de büyük değişiklikler olduğunu görüyoruz. Vignola’nın Caprarola’da yaptığı Villa Farnese (1547), bu değişikliğin iyi bir örneğidir. Villa Farnese, çeşitli rampa ve basamaklarla ulaşılan beşgen bir yapıdır. Dıştan beşgen olan yapının ortasında ise yuvarlak bir avlu yer almaktadır. Tümüyle hareketli bir çevre düzeni içinde, biçim değiştirmeye dayalı Maniyerist bir yaklaşım söz konusudur. Maniyerizm, saray ve villa mimarisi alanında, Rönesans’ın dar sokak aralarındaki örneklerinden sonra, daha geniş mekanların açık görüntülerin arandığı bir üslup olmuştur.

Palladio’nun (1518-1570) Vicenza yakınındaki Villa Capra’sı da bu anlayış doğrultusunda, bir tepe üstünde yalnız başına inşa edilmiştir. Bu yapıda simetrik bir düzen söz konusudur. Rönesans’ın kullanmış olduğu ılkçağ formları, yapının cephesine hakimdir. Yapının dört yanında da yinelenen giriş düzeni, bir ılkçağ tapınağı cephesi gibi düşünülmüştür. Aynı özellik, mimarın Venedik’teki Il Redentore Kilisesi için de geçerlidir. Cephe, ilk bakışta bir ılkçağ tapınağını hatırlatmaktadır. Ama gerek kubbenin genel görünümü gerek farklı boyutlarda defalarca yinelenen kırık alınlıklarıyla yapı, Maniyerist bir görüntü sunmaktadır.
Raphaello, Transfiguration (Biçim değiştirme) adlı resmin siparişini 1516’nın sonuna doğru almıştı. Büyük bir bölümünde kendisinin çalıştığı resim, onun ölümünden sonra öğrencilerince tamamlanmıştır. Bugün Vatikan Müzesi’nde bulunan resim, tümüyle Raphaello’nun elinden çıkmış olmasa da gölge-ışık ve renklendirme konusunda onun vardığı noktayı göstermektedir. Yapıt, kompozisyon şeması açısından da ilginç bir örnektir. Üstte, sakin, kısmen aydınlık bir ortamda üç havarisini tanıklığıyla biçim değiştiren ısa yer alır. Alt bölümde ise, ıiddetli hareketlerin egemen olduğu dünyasal bir kargaşa söz konusudur. Bu iki bölümün oluşturduğu genel görüntü, yeni bir resim anlayışının habercisidir.

Jacopo Pontormo (1494-1556) ise ısa’nın Çarmıhtan ındirilişi (yak. 1528, Floransa Santa Felicita, Capella Capponi) adlı yapıtıyla Maniyerist üslubun resim alanındaki ilk örneklerinden birini vermiştir. Meryem’in çevresindekilerin oluşturduğu dairesel bir kompozisyon içinde ısa’nın ölü gövdesi, sanki aşağıya doğru kaymaktadır. Her şey, bir tül hafifliğiyle sağa sola savruluyor gibidir. ınsanların hareketleri, kumaşların işlenişi, Rönesans resminde görülmeyen bir biçimde, dinamik ve hafiftir. Sanatçının Kırmızı Giysili Kadın Portresi’nde (Stadelsches Kunstinstitut, Frankfurt) de renkler açısından aynı yumuşaklık ve hafifliği buluyoruz. Öte yandan gerek köpeğin tüylerinin, gerek kadının çeşitli takılarının detaycı bir anlayışla verilmesi, resme zengin bir görüntü kazandırmaktadır. Pontormo’nun Emmaus’ta ısa (Uffizi, Floransa) adlı tablosu ise, dinsel öğretilerin resim sanatına etkilerini sergilemektedir. şematik ve kalıpçı bir anlatımın söz konusu olduğu resimde Rönesans’ın hümanist yaklaşımının yerini Karış Reformasyon’un sonucu olarak, kurallara ve dogmalara bağlı dinsel bir resim anlayışı almıştır. Bu özellik, Maniyerist dönemde çalışmış hemen hemen bütün büyük sanatçılar için sözkonusudur. (ıleride görüleceği gibi Tintoretto, El Greco, Michelangelo...)

Formların uzaması, Rönesans’ta kusursuz bir biçimde tanımlanmış olan insan anatomisinin -bilerek- bozulmaya başlanması, Maniyerist resmin bir özelliğidir. Francesco Parmigianino (1503-1540) Uzun Boyunlu Meryem (Pitti Galerisi, Floransa) adlı resminde bu tür deformasyonların en bilinen örneklerinden birini vermiştir. Resmin adından da anlaşılacağı gibi, Meryem’in boynu izleyiciye rahatsızlık verecek ölçüde uzun tutulmuştur. Ayrıca ısa’nın annesinin kucağından aşağıya kayışı, Meryem’in gövdesindeki oransızlık, hep bu türden çabalardır. Maniyerist sanatçı, artık anatomik kusursuzluk aramamaktadır. Öte yandan arka plandaki sütun sırası ve sütunların yanındaki figürün şaşırtısı biçimde küçük gösterilişi, Rönesans’ın perspektif anlayışını büyük ölçüde zorlamaktadır. Göz, sağ yandan hızla derinlere çekilmektedir. Artık sanatçı bireysel bir espriyle Rönesans ressamının hiç düşünmeyeceği düzenlemelere gidebilmektedir. Sanatçının kendi portresi de (Kunsthistorisches Museum, Viyana) bu tür resimlerinden biridir. Dışbükey bir aynaya bakılarak resimlenmiş bu yapıtta ortaya elin büyüdüğü, başın küçüldüğü -bozulmuş- bir görüntü çıkmıştır. Giderek modelin bulunduğu mekanın da aynı anlayışla verilişi, resmi Maniyerist dönemin tipik örnekleri arasına katmaktadır.

Rönesans’ta Meryem ve çocuk ısa’nın resimlendiği yapıtlar ölçülü, dengeli bir kompozisyon sunmaktaydı. Meryem, çocuk ısa, yanlarda yer alan aziz figürleri, ideal üçgen şemasına göre yerleştirilirlerdi (örnek olarak Raphaello’nun Sistine Meryemi ve Saka Kuşlu Meryem adlı resimleri sayılabilir). Oysa Correggio’nun (1489-1534) Aziz George Altar Resmi (Gemaldegalerie, Dresden) yeni anlayışın bu tür kompozisyonlara nasıl yaklaştığını göstermektedir. Kalabalık sahnede formlar birbirine girmiş, renkler hafif ve uçucu bir nitelik kazanmıştır. Ayrıca öndeki küçük meleklerin samimi pozları, öteki figürlerin iletişim sağlayan jestleri, Rönesans kalıplarındaki yumuşamayı ortaya koymaktadır. Correggio, ısa’nın Mısır’a Kaçırılışı’nı konu alan resminde de sahneyi gölge-ışık oyunlarının egemen olduğu ayrıntılı bir manzara önünde ele almıştır. Figürlerin ışık yoluyla verilişi ve hareketleriyle sağlanan genel görüntüsüyle resim, adeta Barok’u müjdelemektedir.

Maniyerist dönemin bir başka ünlü sanatçısı da Agnola Bronzino’dur (1503-1572). Sanatçının Toledolu Elenor ve Oğlu’nu gösteren portresi (Uffizi, Floransa), Maniyerizm’in bu alandaki en tipik örneklerinden biridir. Özellikle nesnelerin dokularının verilişindeki başarı, ilk bakışta göze çarpmaktadır.

İnsan figürlerinin kaynaşmış kitleler halinde, abartılı bir anatomik tanımlamayla verilişi, Maniyerizm’in resim alanındaki en önemli özelliklerinden biridir. Rosso Fiorentino’nun Musa ve Jethro’nun Kızları adlı resmi (Uffizi, Floransa), bu konudaki tipik örneklerdendir. Figürler artık Rönesans’taki gibi kompozisyon içinde ayrı ayrı yer almazlar. ıç içe geçmiş, deformasyona uğramış bu gövdeler, aynı zamanda aşırı hareketlerle verilmiştir.

Aynı özellikleri Michelangelo’nun resimlediği Sistine şapeli frensklerinde de buluyoruz. Michelangelo, şapelin tavan fresklerini 1512 yılında tamamlamıştır. Aynı yapının bir başka duvarında yer alan Mahşer resmi ise daha sonra yapılmıştır. Bu kompozisyon, üslup açısından artık Rönesans’la hiçbir benzerlik göstermez. Aksine, Maniyerist anlayışın en olgun örneklerinden sayılır. Resimde ortada ısa, yanda ise dairesel bir düzen içinde insanlar yer alır. Bu grup, spiral bir hareketle verilmiştir. Yargı gününde ısa, sanki lanetini insanların üstüne yağdırmaktadır. Kimi onu izlemekte, kimi de bir yana sürüklenip gitmektedir. Mavi bir fon önünde aşırı deformasyonlar ve güçlü gölge-ışık kullanımıyla bu resim, Barok üslubun habercisidir. Rönesans döneminde yetişmiş olmasına rağmen, aslında Michelangelo da dindar bir kişiliğe sahipti. Sanatçı bir mahşer gününü de ahlakçı bir tavırla ele almış, bir takım fantastik düzenlemelere gitmiştir. Maniyerist ve Barok sanat üstünde büyük ölçüde egemen olan Karış Reformasyon, resim sanatına bazı sınırlamalar getirmişti. Bunların başında da din adamlarını olur olmaz biçimde resimlemek ve çıplak insan resmi yapmak geliyordu. Michelangelo’nun bu resmi de sınırlamalardan kurtulamamıştır. Sanatçının çıplak olarak resimlediği bazı figürler, özellikle de ısa, sonradan giysilerle örtülmüştür. Kilisenin bu katı tutumu, ileride bazı sanatçıların Engizisyon önünde hesap vermelerine kadar varacaktır.

Maniyerizm’in heykel alanında ortaya çıkışı, resim ve mimariye oranla daha erkendir. Bunun nedeni de Michelangelo’nun daha 16. yüzyılın başında değişmeye başlayan bireysel üslubudur. Sanatçı Papa IŞ. Julius’un mezar anıtı için bir takım heykeller yapmıştır. Bunlardan 1513-16 arasında yapmış olduğu Ölen Esir (Louvre, Paris) adlı heykelde form kusursuzdur, klasik sanat beğenisi gündemdedir. Ancak, gövdenin almış olduğu biçim, yarım bırakılmış durumdaki bazı bölümler, heykelin yenilikçi yönünü sergilemektedir. Bu yapıtta yarım bırakılmış bölümde bir maymun figürü görülmektedir. Bu, Michelangelo’nun sembolik anlatımlarından biridir. Büyük koruyucu, sanatsever IŞ. Julius’un ölümü üzerine sanatın düştüğü esaret ve korumasız kalma durumu anlatılmak istenmiştir. Yine Papa’nın mezar anıtı için, aynı tarihler arasında yapmış olduğu öteki figür ise ısyankar Esir (Louvre, Paris) olarak bilinir. Deformasyonun daha belirgin olduğu bu yapıtta kasılmış, büyük bir enerji barındıran figürle karrşılaşıyoruz.

Michelangelo bu mezar anıtından sonra, Floransa’da ünlü Medici ailesinin mezar şapelini yapmıştır. San Lorenzo Kilisesi’nde yer alan bu yapıdaki en önemli çalışmalar ise, Giuliano ve Lorenzo de Medici’nin Mezar Anıtları’dır. Genç yaşta ölmüş olan Giuliano de Medici’nin mezar anıtında, figürün dar niş içine yerleştirilişiyle sınırları zorlayan, dışarı taşacakmış izlenimi veren bir görüntü yaratılmıştır. Anıtın alt bölümünde ise uzanmış iki figür vardır. Bunlardan soldaki kadın figürü geceyi, sağdakı ise gündüzü simgeler. Heykeller biçim açısından, Michelangelo’nun yenilikçi çalışmalarıdır. Kimi yerleri yarım bırakılmış, kimi organları ise aşırı derecede belirtilmiştir. Artık heykelde de Rönesans’ın klasik beğenisinden ayrı, yeni bir estetik anlayış gündeme gelmiştir. Ancak bu tarihten sonra (1520-34) Michelangelo’nun heykelleri, Maniyerizm içinde tipik örnekler olmaktan çıkar. Sanatçının son yapıtları, hiçbir üslup içinde yer almaz; onlar, bireysel bir dramın etkileyici anlatımlarıdır. Bu noktada soyutlamadan bile söz edebiliriz.

Michelangelo’nun bireysel yaklaşımının en iyi örneklerinden biri, Floransa Katedrali’ndeki, kendi mezar anıtı için yapmış olduğu Pieta’dır (1547-55). Bu yapıtta deformasyon en uç noktadadır. ısa’nın anatomi kurallarının inanılmaz biçimde dışına çıkan gövdesi, heykelin en dramatik ögesidir. Zaten Maniyerizm anlatım açısından dramatizmin yoğunluğuna, Michelangelo’nun heykelleriyle ulaşmıştır. Sanatçının ölümüne değin üstünde çalışmış olduğu son heykel ise Rondanini Pietası’dır (Castello Sforzesco, Milano). Ne parçaların birbirlerine göre oranları, ne anatomik bir doğruluk, ne de parlak cilalı bir yüzey söz konusudur. Yalnızca birbirine ulanmış iki form seçiliyor. Rondanini Pietası, hemen hemen soyutlama denebilecek bir yaklaşımla biçimlenmiş, bitirilip bitirilmediği üstüne çok tartışılmış, kronolojik gelişim içinde eşi olmayan bir örnektir.

Michelangelo’nun bu heykelleri, aslında Maniyerist üslubun dışında ele alınmalıdır. Maniyerist heykelin gelişimin resim ve mimariye paralel olarak öteki sanatçılarda daha açık bir biçimde izleriz. Mimariyi anlatırken bir yapısına değindiğimiz Sansovino, Dostluk Alegorisi adlı heykelinde, Rönesans’ın niş içindeki tek heykel figürü kalıbını ele almıştır. Ancak figürün gövdesinin kıvraklığı, elbise kıvrımlarının dökülüşüyle yapıt, özünde klasik kalıpların bozuluşu yatan Maniyerizm için tipik bir örnektir.

Benvenuto Cellini (1500-1571) ise Perseus heykelinde (Loggia dei Lanzi, Floransa), bir anlamda, Michelangelo’nun ünlü Davud’unu yeni anlayış ışığında yorumlamıştır. Heykel anıtsallık ve anatomik düzgünlük açısından belki Rönesans’la ilişkilidir, ama yarı karanlıkta kalmış bölgeler, yer yer süslemeciliğe dökülen el hüneri, Maniyerizm için tipik özelliklerdir.

Çoğu Rönesans heykelleri karışdan bakılmak üzere tasarlanmıştır. Oysa Giovanni da Bologna Sabinli Kadınların Kaçırılışı (Loggia dei Lanzi, Floransa) heykelinde, ancak çevresinde gezinildiğinde tam anlamıyla izlenebilecek bir kompozisyon oluşturmuştur. Bunu da iç içe geçmiş formlar, birbirine kaynaşmış figürlerle sağlamıştır. Sanatçının yine Floransa’daki I. Cosimo Atlı Heykeli ise, Rönesans’ta Donatello ve Verrocchio’da başarılı örneklerini bulduğumuz atlı portrelerin Maniyerist üsluptaki örneğidir.

Maniyerist dönemde Rönesans’ın klasik kalıplarının kırılmasında, bireysel çabaların büyük rolü olmuştur. Michelangelo’nun heykeldeki gelişimine paralel olarak resimde de El Greco’yu (1541-1614) bireysel bir tavır içinde görüyoruz. Sanatçı Girit’te doğmuş, Venedik’te eğitim görmüş ve ıspanya’da yaşamıştır. Bu yüzden sanatı Bizans resminden Maniyerist Venedik’e, oradan da Engizisyon ülkesi ıspanya’ya değin pek çok etkiyi bünyesinde barındırır. Bu etkilerin hepsini Kont Orgaz’ın Gömülüşü (S.Tomé Kilisesi, Toledo) adlı resimde görmekteyiz. Sanatçının Aziz Martin ve Dilenci (National Gallery of Art, Washington) adlı resminde ise onun ünlü ince, uzun formlarını buluyoruz. Burada da bir deformasyon söz konusudur, ama bu kez sınırlar hayli zorlanmaktadır. Laocoon ve Oğulları (National Gallery of Art, Washington) adlı resim, deformasyon konusunda El Greco’nun varmış olduğu son noktayı göstermektedir. Konusu mitolojiden alınan resimde öykü ıudur: Troya savaşı sırasında Yunanlılar tahtadan büyük bir at yaparlar ve içine askerlerini yerleştirirler. Troyalılar ise bu atı kente alırlar. Böylece, aylardır savundukları kenti, adeta kendi elleriyle düşmana teslim ederler, Tüm bunlar olurken, yaşlı rahip Laocoon atın içeri alınmasına karış çıkmış, bu yüzden savaşı yöneten tanrıların lanetine uğrayarak, oğullarıyla birlikte denizden çıkan dev yılanlar tarafından öldürülmüştür. Bu öykü, Karış Reformasyon hareketinde, tanrısal gidişe karış çıkmanın sonucunda neler olacağını gösteren bir anlam kazanmıştır. Böylesine imalı bir sahneyi de sanatçı tümüyle kendine özgü bir anlayışla ele almıştır.

Son örneğimizi, üslup değişimlerinin belirgin bir biçimde ortaya çıktığı Venedik’ten alıyoruz. Jacopo Tintoretto’nun (1518-1594) Son Akşam Yemeği (S.Giorgio Maggiore Kilisesi) resmiyle artık Maniyerizm Barok’a ulaşmıştır. Leonardo’nun aynı konulu resmi hemen anımsanacaktır. O yapıtta resim düzlemine paralel olan masayı, Tintoretto, bu kez resim düzlemine çapraz yerleştirerek kompozisyon düzeni açısından önemli bir yenilik getirmiştir. Tintoretto da Karış Reformasyon’a gönülden bağlı, dindar bir kişiydi. Bu resminde de hareketin öğretilerine bağlı kalmıştır. Yapıt gerek düzenlenişi gerek bağlandığı dinsel-düşüncel ortam açısından, dönemin en karakteristik örneklerinden biridir.

Resim, heykel ve mimariden verilen örneklerle tanıtmaya çalıştığımız Maniyerist dönem, ilerleyen yıllarda daha başka yeniliklerle yerini Barok’a bırakacaktır.

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
7 Mayıs 2008       Mesaj #3
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Maniyerizm

Yüksek Rönesans’ın sona ermesi 1520’lerde Maniyerizm’i yarattı. Yüksek Rönesans’ın klasikçiliği ve idealleştirilmiş doğalcılığına tepki olarak doğdu. Avrupa’da 1600’lere kadar etkisi devam etti.
Maniyerizm, Yüksek Rönesans döneminde yapılan sanatın “yozlaşmış” biçimi olarak yorumlandı. Uzun süre aşağılanmaktan kurtulamayan akım, hak ettiği değere 20. yüzyılda kavuştu. Gösterişli tekniği ve zarifliğiyle 20. yüzyıl insanına çekici ve enteresan geldi.

Özellikleri
· Akademizme karşı çıkan, farklı beğenilere, karşıtlıklara açık bir akım. Özellikle saray çevreleri tarafından çok ilgi gördü.
· Leonardo da Vinci, Michelangelo, Raffaello gibi sanatçıların arkasından gelen ressamlar figüratif kompozisyonlarında tekniği ve üslubu ön planda tuttular.
· Doğal olmayan, yapay bir çıplak insan vücudu yarattılar. Bu vücutları zoraki ve yapay pozlar içinde resimlediler. İnsan boyutlarıyla oynayarak, kol ve bacakları abartılı şekilde uzatıp, başları küçülttüler.
· Yapıtlara, çarpıcı renkler, perspektif anlayışını yok eden ölçekler, abartı ve karmaşa hakimdi.
· Klasik unsurlar ve eski çağların bazı görsel unsurları resimlerin içeriğini oluşturuyordu.
Temsilcileri
  • Raffaello “İsa’nın Nura Bürünüşü”
  • Rosso Fiorentino “İsa’nın Çarmıhtan İndirilmesi”, “Ölü İsa Meleklerle”
  • Jacopo da Pontormo “İsa’nın Çarmıhtan İndirilmesi”
  • Parmigianino “Uzun Boyunlu Madonna”
  • Michelangelo “Son Yargı”
  • Giulio Romano
  • Perino del Vaga
  • Polidoro da Caravaggio
  • Giorgio Vasari
  • Daniele da Volterra
  • Francesco Salviati
  • Domenico Beccafumi
  • Federigo Zuccano
  • Pellegrino Tibaldi
  • Il Bronzino
  • Bartholomaeus Spranger
  • Hendrik Goltzius
  • Hans von Aachen
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
11 Temmuz 2013       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Maniyerizm
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Rönesans ile barok arasında ortaya çıkan bir sanat türüne verilen ad. Maniyerizm, sözlük anlamı ile aşağılayıcıdır: Sahte, yapmacık anlamına gelir. Aslında, İtalyanca "üslup" anlamına gelen "maniera" sözcüğünden türetilmiştir. Resim alanında maniyerizm, manzarayı ihmal etmiş, geniş mekâna yer vermiş, insanı birinci plâna almıştır. Maniyerist resimlerdeki başlıca özellikler uzatılmış figürler, küçük başlar ve çok hareketliliktir.

Önde gelen temsilcileri Giulio Romano, Rosso Fiorentino, Bronzino, El Greco ve Mabuse'dir. Heykelde ise maniyerizmin özellikleri Giovanni da Bologna tarafından saptanmıştır. Giovanni da Bologna, mekân içinde ilk hareketli heykeli yapmıştır. Onun "Sabinlerin Kaçırılışı" adlı yapıtındaki figürler, genel kompozisyon mekânı içinde (S) formunu vermektedir. Buna "figure serpentinata" denir. Bu yılan gibi kıvrak figür, üç boyut içinde uygulanmıştır. Rönesans'ta böyle bir grup heykeli yoktu. Benvenuto Cellini de Floransa'nın ilk maniyerist heykelcisidir.

Maniyerizmin Kuzey Avrupa Sanatındaki Başlıca Temsilcileri
  • Pieter Bruegel
  • Tobias Stimmer
  • Bernard van Orley
  • Genç Hans Holbein
  • Bartholomaeus Spranger
  • Jacques Bellange
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
11 Temmuz 2013       Mesaj #5
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Maniyerizm'e Bakış
MsXLabs.org

Yüksek Rönesans'ın yaşandığı 16.yy. içinde çok önemli bir hareket olarak karşımıza çıkan maniyerizm, Rönesans'ın klasik dönemindeki Raphael, Bramente, Correggio, Michelangelo gibi sanatçıların tarzını esas alan, İtalyanca ''maniera'' sözcüğünden kaynaklanan ve Osmanlıca ''tasannuculuk'' sözcüğüyle karşılanan terim ''yapmacık, yapmacıklı üslup'' anlamına gelir. Maniera’yı sözlük anlamı ile ele alırsak, teknik inceliklerleri büyük ustaların eserlerini, ruhsuz, anlam katmadan taklit etmek demektir. Maniyerizm ise taklitçilik anlamı taşır. Bir üslubun aşırılığa kaçan tarzda kullanılması anlamında da ifade edilir.

Maniyerizm Gotik’ten sonra uluslar arası nitelik taşıyan bir sanat üslubudur. Rönesans’a hem şekil, hem anlam bakımından karşıt bir hareket olarak Maniyerizm ’e sanat tarihçilerinin de reaksiyonları olmuştur. Maniyerizm’i bir devir üslubu olarak kabul edilen sanat tarihçilerine karşılık, bir o kadarı da sanat tarihinde Maniyerizm diye ayrı bir sanat devri taşımamaktadır. Kalsik tarihin akışı içinde çok kısa bir dönem, adeta bir andır. Bu bakımdan genel sanat tarihi yayınlarında bazen “Maniyerizm” diye bir devir ele alınmıştır. Maniyerist üslubun temsilcisi olarak tanıtılan eserler bazı yayınlarda karşımıza yüksek veya geç Rönesans, bazılarında ise Barok üslubunun temsilcisi olarak çıkar.

Vasari İtalyan sanatı hakkında yazdığı ve Floransa’da 1550 de yayınlanan kitabında “maniera” kavramını kelime olarak üslup kavramı ile eş anlamda kullanılmış “bu sanatçının manierası var” dediğinde “bu sanatçının üslubu var” demek istemiştir. 1584’de Borghini 2.Riphoso’sunda da maniera kavramını üslup kelimesi yerine ve olumlu bir şekilde kullanılmıştır. 18. yy. sonunda ise “maniera” teknik incelikler ve büyük ustaların ruhsuz, anlamsız taklidi anlamına gelmiştir. Bu yazar: “Bizim modern ressamlarımızın, figür, ve yüzlerin hemen hemen hep birbirlerine benzer şekilde yapılmasına dedikleri “maniera” kötü bir alışkanlıktan ibarettir” demektir.

Mimarlık alanında, Rönesans örgelerinin bir yenilik getirmek üzere alışılmışın dışında kullanılmalarıyla sınırlı kalmasına karşın, resim alanında fantastik atılımlar dikkati çekmektedir. Resim dalında, Rönesans’ın dinginlik, dengelilik, yalınlık, zihinsellik gibi üsluba “klasik” niteliğini kazandıran özellikler üzerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, maniyerizm, tüm bu özelliklerin daha da incelmiş ve çok özel durumlarını anlatmayı amaçlamış; “yeni” yi “olağandışı” yı aramış ve üsluplaşmadan çok bireyselleşme sonuçlanan bir yolu seçmiştir. Nesnel çevreye, Rönesans’tan farklı bir bakış açısı, yeni bir duyarlık getirmiş olan Maniyerist resim, beklenmedik yerlerden gelen ışık etkilerinden yararlanmıştır.

Örneğin; Michelangelo her yönüyle Yüksek Rönesans’a hizmet ederken, bir taraftan da bu üslubun içinde vurgular yapmaktan geri durmamıştır. Örnek olarak, Davut heykelinin kollarındaki aşırı abartılı uzama, Sistine’deki mahşer resmindeki mekanın belirsizliği ya da Pieta’daki dairesel hareket ve İsa bedeninin S şeklinde verilmesi vb. gibi bütün özellikler maniyerist etkiler taşır. Bu sanat üslubu, gerçek dışı, incelik ve safsataya yönelik, fantezi ve çelişkilere düşkün, yapmacığa ve acayipliğe varabilen haliyle kendi kendine sorgulamaya koyulan bir uygarlığın kaygılarının yansımasıdır. İnsan biçimlerinde bir uzama görülür. Konular genellikle düşsel, hatta içsel, renkler ise yapay ve göze batıcıdır. Aslında en net şekilde maniyerizm için şu söylenebilir:“Rönesans neyi amaçlamışsa, o tam tersine kendine ilke edinmiştir.”

Rönesans sanatına, kendi içindeki karşı bir sanat hareketi olarak gösterebileceğimiz Maniyerizm, bu haliyle Rönesans’ın içinde, fakat ondan uzak, Barok sanatına daha yakındır. Rönesans’ta büyük sanatçılar yapabilecek her şeyi gerçekleştirmişlerdir. Sonra gelen sanatçıların amaçları onları taklit etmektedir. Bu da sanatçıya basit bir kopyacılıktan ileriye götürmez. Sanatçılar, kalıplaşmaya giden yola girerler. Buna karşı genç sanatçılar yeni ve alışılmamış deneylere başlarlar. Renk, stil ve perspektifte yeni anlatım şekilleri aramaya başlarlar. Bu da Maniyerizm’in doğmasına neden olur. Maniyerizm’in doğmasında, Michelangelo’nun daha önce kullanılan şekilcilikten farklı olan abartılı biçimci sanatının büyük etkisi vardır.

***
Seda KARATEPE - RestoraTürk

Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
11 Temmuz 2013       Mesaj #6
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Maniyerizm Nedir? Maniyerizmin Özellikleri ve Maniyerizm Sanatçıları Hakkında Bilgi

Maniyerizm, Rönesansa karşı tepki olarak 16. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da yerleşmeye başlayan bir sanat akımıdır. 16. yüzyılın sonlarında ve 17. yüzyılın başlarında özellikle İtalya’dan başlayarak Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılan siyasal huzursuzluğun ve Reform hareketlerinin sanat üzerindeki etkisi kaçınılmazdı. Bu dönemde Rönesans estetiği yadırganmaya başlandı. Antik kavramlara karşı tepki gösterildi ve Gotik ruhu yeniden canlandı. Sanatçılar, Gotiğin dinsel anlayışı ile Rönesansın klasik görüşünü benliğinde kaynaştırarak yaşadıkları dünyanın huzursuz kararsızlığını ve hareketliliğini yapıtlarında yansıttılar.

toz

Maniyerizm, İtalyanca tarz anlamına gelen “maniera” sözcüğünden türetilmiştir. Önce Michelange-lo’nun coşkulu ve çağdaş ifadelerini “Maniera di Michelangelo” (Michelangelo tarzı) olarak tanımlayan sanatçılar tarafından benimsenmiş ve bu akım Barok sanatın başlangıç yıllarına kadar sürmüştür.

Maniyerizmin Genel Özellikleri
  • Rönesans Dönemindeki klasik sanatın ölçülü anlayış biçimi değişmiş, buna karşın Maniyerizmde abartılı ve hareketli biçimler önem kazanmıştır.
  • Resim ve heykelde figürler hareketlidir, havada uçuyormuş gibidir. Vücut formlarında bozulmalar dikkat çeker. Başlar vücuda oranla küçülmüş; boyun, el, kol ve beden ölçüleri uzatılmıştır.
Orgaz Kontunun Gömülmesi Eserine Genel Bakış

489px El Greco   The Burial of the Count of Orgaz

Sanatçının önemli bir yapıtı Orgaz Kontunun Gömülmesi Töreni adlı tablodur. Bu resim, Toledo kardinali tarafından katedral için ısmarlanmıştır. Resim üst üste iki bölümden oluşur. Altta, kontun iki aziz tarafından mezara konuluşu, üstte ise kontun ruhunun İsa’nın huzuruna çıkması gösterilmektedir. İki dünya arasındaki farklılık renk tonlarıyla vurgulanmıştır. Alt grupta soğuk kül rengi, üst grupta ise beyaz ve daha canlı renkler egemendir. Resimdeki yüzlerde portreci bir çalışma görülmektedir. Sol alt köşede küçük bir çocuk, eli ile ölüyü gösterip bir yandan da bize bakarak izleyici ile olayı bağlayıcı bir rol oynamıştır. Resimdeki her öge, doğal yasaların dışına çıkmaktadır. Aslında burada anlatılmak istenen de doğa dışı bir olay, bir mucizedir. Rönesans ruhuna çok ters gelen bu anlayış, kişilerin bu dünyayı unutmuşçasına dünyaya ait olmayan bir ışıkla aydınlatılmaları ve dalgalanma, bir başka sanat akımının, Baroğun habercisi olmuştur. Sanatçının diğer yapıtları arasında Mısır’a Kaçış, Meryem’in Göğe Yükselişi, Tebşir, Kralların Tapınması ve Toledo Manzarası sayılabilir.
  • Sanatçının huzursuz dünyası ışık ve renkle anlatılmıştır. Rönesanstaki parlak, canlı renkler yerini soğuk ve mat renklere bırakmıştır.
  • Resimde manzara önemini kaybetmiş, birden fazla mekân resme girmiştir.
Sanatçılar
Rönesans sanatçılarından İtalyan ressam Tiziano’nun resimlerinde görülmeye başlayan Maniyerist tarz Venedik’te Tintoretto ile sürmüştür. Maniyerizmin en ünlü temsilcisi El Greco’dur.
  • El Greco (El Greko) (1541-1614):
Girit Adası’nda doğmuş, Venedik’te eğitim görmüş ve Roma’da bulunduktan sonra Madrid’de yaşamış ve 1577 yılından ölünceye kadar İspanya’nın Toledo kentinde kalmıştır. El Greco İspanya’ya yerleştiği sıralarda Avrupa’da Reform hareketleri hızlanmış, tüm Avrupa’da olduğu gibi, İspanya’da da yeni bir dinsel görüş, mistik bir yaşam felsefesi ortaya çıkmıştır. El Greco, böyle bir ortamdan esinlenerek yapıtlarını yaratmıştır.

Sanatçı hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız:
El Greco
***
Lise Sanat Tarihi 1 - Doç. Dr. Mehmet Zeki İBRAHİMGİL
Ayrıca bakınız: Maniyerizm ve Barok Sanatı.PDF
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
11 Temmuz 2013       Mesaj #7
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Rönesans ve Maniyerizm
MsXLabs.org
  • 1350-1450 Erken Rönesans (Gotik)
  • 1450-1500 Olgun Rönesans
  • 1500-1600 Yüksek Rönesans (Maniyerizm)
Ortaçağ resminin felsefesi, metnin yalın bir şekilde anlatılması, okuma bilmeyen halkın dini anlamasıydı. Mekân, form, perspektif ve ifade yoktu. Bu bilinçli bir eksiklikti. Sembolik anlatım bir düzen içerisinde olacak, metin ve resim ilişkisi olacaktı. Ortaçağ bu üç esas üzerine durdu. Sembolik- düzen- metin (resim). Ortaçağ sanatında, zanaatkâr statüsüne sahip bir ressam, kendisine sipariş edilen bir resmi, istediği biçimde, şekillendirme özgürlüğüne sahip değildi. Resim, belirli bir düzende kurulmak zorundaydı.

Natüralist (gözleme dayalı) bir anlatım tarzı henüz ortaya çıkmamıştı. Resimde hakim tema Tanrı’sal alemdi. Bu âlemin gelişigüzel dünyamızdan ne denli muhteşem ve yüce olduğunu göstermek için resmin tüm zemini sıklıkla altın sarısı (yaldız) bir yüzeyle kaplanırdı. (Derinlik etkisinden kaçınmak için). Giotto, resimlerinde bu geleneksel betimleme tarzını tamamen terk etmiştir. Onun resimleriyle ilk defa figürler yere basmaya başlamıştır. Kısaca, figürler ilk defa belirli bir mekânda yer almaya başlamıştır. Eserlerine imzasını atan ilk sanatçı da Giotto’dur. Erken Rönesans’ın diğer önemli ressamları, Massaccio ve Ucello’dur.

Giottio di Bondone, Ognissanti Meryemi
  • 1310, ahşap üstüne tempera ve altın.
  • 325.1 x203.2 cm.
  • Galleria delgi Uffizi, Floransa
Giottio, Ortaçağ’ın düzlemsel sanat anlayışına ‘mekan’ kavramını sokan ilk sanatçıdır. Giottio ile birlikte figürler arka arkaya sıralanmaya başlamıştır. Bununla birlikte resimde ‘düzen’ estetiğini yaratmıştır. Simetrik bir düzeni arar. Giottio’nun peşine düştüğü güzellik anlayışı da budur. Yine resimde hareketi (doğallığı) yakalama isteği görülür, inandırıcı olmayı amaçlar. Ancak, Giottio, çağın imgeye dayalı resim anlayışını terk etmez. Onun resimlerinde gözlem ver realizmden çok, düşünce ve imge vardır.
97ru

Rönesans’la birlikte sanatın temelinde dinsel bağlam giderek gücünü kaybedecektir. Sanat bilimin üzerinde yükseliyordu. Bu sanata hâkim olan ressam da, böylece bir bilim adamı rütbesine erişmişti. Sanatçılar artık mevcut bilimsel yöntemlere başvurmakla kalmıyor, kendileri de yeni buluşlarla gelişmeye katkıda bulunuyorlardı. Gerçekten de sanatçılar bilginlerin bile ötesine geçmişlerdi, doğayı gözlemliyor, bilgilerini, kilisenin izin verdiği konulardan işleyen kitaplardan edinmiyorlardı.

Bu dönüşüm aynı zamanda Erken Rönesans’tan Yüksek Rönesans’a geçişi de simgeler ki, devrinin en ünlü ‘sanatçı bilgin’ i Leonardo Da Vinci’dir. Rönesans’ın en ünlü diğer isimleri:
  • Michelangelo
  • Raffello
  • Gentile Bellini
  • Boticello
  • Van Dayk
  • Tiziano
Bu sanatçılar, birbirlerinden oldukça farklı bireysel anlayışlara sahip olmakla birlikte sanata da yenilikler katmışlardır.

Sanatçılar, artık ‘mekan’a, r’enk’e, ‘bedenler’e, ‘ışık’a ve ‘hareket’e nasıl biçim vereceklerini mükemmel öğrenmişlerdi. Sanatçı doğanın güzelliklerine şiirsel bir tat katmalıydı ve doğa hakkındaki gözlemlerini, sanatın kendi kurallarıyla ve bireysel bakış açılarıyla harmanladılar. Resimler asla yapmacık bir hava taşımıyordu, tersine, her bir eser, adeta başka türlü olamaz izlenimi uyandırıyordu. Yüksek Rönesans’a damgasını vuran ve hepsi aynı kalıptan çıkmış gibi görünen o ‘büyük resimler’ şu özellikleri taşır:
  • Resim, sade ve sakindir, teklik vardır.
  • Rönesans, güzelliği figürlerde arar. İnsan vücudu önem kazanır.
  • Ne kadar koyu olursa olsun resmin hatları bellidir.
  • Eserlerden hiçbir parça çıkarılmayacak ve hiçbir parça eklenmeyecek hissini verir. Figürler imge olmaktan çıkacak, gözleme dayanacaktır.
  • Mimari ve peyzaj, resmin tamamlanmasında fon olmaktan çıkıp, resmin kendisi olacaktır.
  • Kendine özgü bir plan şeması yaratmıştır (ters v).
  • Asalet, erdemlik, soyluluk en önemli kavramlardır. Resimlerde hemen göze çarpar.
  • Rönesans soylular ve zenginler sanatıdır. Bu sebeple halk tarafından geniş kabul görmez.
  • Rönesans resimlerinde kedi, köpek gibi sıradan hayvanlar ve eşyalar görülmez.
1520’lerden sonra Rönesans, yeni bir döneme girecektir. Bu döneme yüksek Rönesans dendiği gibi Maniyerizm de denmektedir. Bu dönemde resimlerde Rönesans’ın katı kuralları yıkılmaya başlar, ortaçağın dini felsefesi tekrar önem kazanır. Yani ruh olarak geriye dönüş, anlatım olarak ileriye gidiş başlar.

Rönesans resmi ile maniyere resimleri arasındaki en önemli farkları şöyle sıralayabiliriz:
  • Maniyerizm’de figürler ve nesneler dağınıktır. Oysa Rönesans’ta birbirine bağlıdır.
  • Rönesans’ın ters V kompozisyonu yıkılır, önemini kaybeder.
  • Manzara önemli yer tutar, alanı genişler.
  • Tarih, mitoloji gibi konular yerini dinsel konulara bırakır.
  • Maniyerizm’de figürlerde uzama vardır, yöneliş gökyüzüne doğrudur. İsa’ya ulaşma fikri hâkimdir.
  • Maniyerizm’de resimler resim düzleminin ortasından sonra yoğunluk ve önem kazanır.
  • Maniyerizm barok sanatı doğurur.
  • Maniyerizm’de halka yöneliş vardır.
  • Yüksek Rönesans’ın en önemli sanatçıları, El Greco, Tinterotto, Caravoccio ve Brugel’dir.

Benzer Konular

10 Kasım 2012 / Misafir Sanat
9 Mayıs 2012 / ThinkerBeLL Sanat
15 Eylül 2007 / Misafir Sanat
28 Ekim 2009 / ThinkerBeLL Sanat
29 Ağustos 2009 / ThinkerBeLL Sanat