Güzel ahlak:
İslam, bir yönüyle güzel ahlak demektir. Tasavvuf ise, güzel ahlakın ilerlemiş, kemâle ermiş, melekleşmiş bir mertebesidir. Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurur:
,,Güzel ahlak sahibi, dünya ve ahiretin hayrını elde etmiştir.” Çünkü, güzel ahlak sahibinin elinden de dilinden de ilahî haklar ve kul hakları emin olur ve selamet bulur. Bundan dolayıdır ki, iki kocaya varmış olan kadın, ahirette en güzel ahlaklı hangisi ise onunla beraber olacak, onunla yaşıyacaktır.
Bir başka hadis:
,,AlIah, hiçbir adamın; yaratılışını ve ahlakını güzel etmemiştir ki, cehennem ona tama’ etsin!”
Evet; Rabb’ülâlemin güzel ahlak sahiplerini cehenneminde yakmaz. Zira onların yaratılışını güzel ahlak kıldığı için onu insanlara sevdirir ve tabiatını güzel kıldığı için, onu insanlar da ve Allah da sever. Ve böylece bu insanlar Allah’ın da insanların da muhabbetini kemale erdirmiş olur, dolayısıyle dünya ve ahiret saadetine nail olmuş olurlar. Bir gün Allah Resulü (s.a.v.), Ebu Hüreyre’ye hitaben:
(Ebu Hüreyre’den, Taberani Evsat’ında) ,,Güzel ahlaklı olmaya devam et!” demişti. Ebu Hureyre sordu:
,,Güzel ahlak nedir ey Allah’ın Resulü?” Allah Resulü buyurdu:
,,Senden alakayı kesmiş olana iltifat et (ilgilen, git ve gel, hal ve hatır sor!..), sana haksızlık yapanı sen affet! Seni mahrum edene sen ver!” (Beyhaki)
İhya’dan nakledildiğine göre, Allah Resulü duasında şöyle derdi:
,,Ya Rabbi! Beni adabın en güzeliyle ve mekârimi ahlak ile süsle!”
Sıla; ziyaret, ülfet ve ihsan ile yaklaşmak, arayı ayırmamak, demektir. Sıla yapma budur. Yani senden ayrılana, senden uzak kaçana, sana hal ve hatır sormayana bunları yapmaktır. Onun sana rağbet etmiyeceğini bilsen de yine sen ona iyi davran! Sen hiç olmazsa ecir ve sevabını alırsın! Keza; sana yakışan bir şey de haksızlığa karşı affedici olmandır. Aftetme, büyüklük şanıdır. Hele hele intikam almaya gücün yettiği halde affetme çok büyük bir fazilettir. Kur’an şöyle der:
,,İyilik de kötülük de bir değildir (dereceleri vardır). Sen kötülüğü en güzel hareketle karşıla! Göreceksin ki, seninle arasında düşmanlık olan kimse sanki yakın bir dost olmuştur. Fakat bu dereceye ancak sabredenler ve ancak büyük bir nasib sahibi olanlar ulaşır.” (Fussilet, 34-35)
Evet iyiliğe karşı iyilik yapmak kolaydır. Fakat, mühim olan kötüye ve kötülüğe karşı iyi davranmaktır, ki bu, büyük insanların kârıdır. Herkes bunu yapamaz. Ama yapmaya kendisini zorlamalı, büyük insanlar arasına girmeye çalışmalıdır. Bir başka ayet-i celilede Rabb’ülâlemin buyurmuştur: ,, M üttakiler... İnsanları aftedenlerdir...” (Ali Imran, 134)
Bir başka hadis mealen şöyle:
,,Kim, intikam almaya kadir olduğu halde gayzını (gazabını) yenerse Allah onun kalbine emniyet ve iman doldurur.”
Kendisini mahrum bırakan kimseye vermesine gelince: Mal ve ilim babında yardımcı olmak veya ihtiyacını gidermek, hizmetinde bulunmak demektir.
Allah Resulü’nün, güzel ahlakı bu üçe tahsis etmesinin sebebi, bunların ahlakın en büyüklerinden oluşu hikmetine bağlıdır.
Tenbih isimli kitapta kaydedildiğine göre, Memun’un cariyesi, bir gün kendisine çorba getirirken ayağı kayar, çorba Memun’un üzerine dökülür. Memun cariyeye vurmak ister. Cariye, Allah’ın: ,,Gayzini yutanlar kavliyle amel et, der. 0 dedi ki: ,,Hadi yaptım, gayzımı yuttum!..” Bunun üzerine cariye: ,,O cümlenin arkasından gelen bir ifade var. 0 da ,,insanlardan aftedenler...” ile amel et!” 0 da: ,,Hadi seni affettim!” dedi. Bunun üzerin cariye: ,,Allah muhsinleri sever...” sözü ile amel et, dedi. 0 da: ,,Sana ihsan ettim ve seni azad ettim! Artık şimdi sen hürsün!..” dedi ve onu Allah rızası için azad etti.
Camiüssağır’in kaydettiği hadis-i şerif de bu mealde:
,,Faziletlerin en fazilettisi şu üç şeydir: Senden uzak kaçana senin yaklaşman, sana haksızlık edene senin aftetmen, seni mahrum edene senin vermendir.”
Bu üç şeyi yapmak her insanın işi değildir. Zira bunlar cidden çok zor şeylerdir. Adam, burnunu dikmiş, sana selam bile vermiyecek, sen de ona yaklaşıp, hal ve hatır soracaksın!.. Aftetme; halim olmanın ve şecaatli olmanın son derecesidir. Keza; mahrum edeni mahrum etmeme ise cömertliğin en üstünüdür. Alakayı kesenlere karşı alaka göstermek ve onlarla ilgilenmek, iyilik yapmanın ve iyi davranmanın en büyüğüdür. Bunun için şöyle de denmekte: ,,Kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunmak demek, insanoğlunun en mükemmeli” demektir.
Böyle olan ahlakın semerelerindendir ki, düşman dost olmaya dönüşür veya düşman maktul olmaya dönüşür ve kudret-i ilâhiyyenin oku ona isabet eder.
O halde; Ey İslam yolunun yolcusu ve ey dervişi! Kalbini, rezaletlerden ve kötü huylardan temizlemen, bir taraftan da güzel ahlak ve faziletlerle süslemen tavsiye edilmektedir. İşte ,,Tasavvuf”, bu iki şeyden ibarettir. Bu hikmete binaen olsa gerek ki, ,,Tasavvuf ilminin” yerinde ,,Ahlak ilmi” tabirini kullanmışlardır. Ve yine bu hikmete binaen olsa gerek ki, ,,Tasavvufî” tarif yolunda şöyle denmiştir:
Tasavvuf, her kötü huydan çıkış, her yüce huya giriştir. Tasavvufun tarifi yolunda çok sözler daha söylenmiştir. Bunlardan birkaçına daha işaret edelim:
Cüneyd’den El-İmam Ebu Muhammed el-Hariri şunu naklediyor:
,,Tasavvuf; hakkın seni, senden öldürmesi ve seni kendisiyle yaşatmasıdır.”
Ömer b. Osman el-Mekkî’den şöyle rivayet edilmektedir:
,,Tasavvuf; kulun her bir vakitte ve vakit içinde kendisi için en evla olan şey ile birlikte olmasıdır.”
Kerhi’den nakledilir:
,,Tasavvuf; hakikatleri almak ve halkın elindekilerden ümid kesmektir.” Nitekim Kuşeyri’de aynı şeyleri söylemekte.
Güzel ahlak:
Abdülkadir el-Münavî, Camiüssağır’in şerhi Feyz-i Kadir’de şunu kaydediyor:
,,Bazıları güzel ahlakı birleştirip şöyle dediler:
,,Güzel ahlak; ihsan, ihlas, isar (başkasını kendisine tercih etme), seyyienin peşine haseneyi eklemek (tabi kılmak), istikamet (dosdoğru olmak), ibadet ve meişette iktisad (orta halli olmak, yani orta bir yol tutmak), kendi nefsinin ayıp ve kusurlariyle meşgul olup başkalarının ayıplarından sarf-i nazar etmek, insaflı davranmak, bazan ruhsatları işlemek, teslim ile birlikte itikattır, inanmaktır, kendi isteğiyle fakirleşmek, israfa varmaksızın mal harcamak, namusu korumak için mal infak etmek, emr-i mâruf yapmak, şüphelerden sakınmak, beis olan şeyleri bırakıp beis olmayan şeyleri işlemek, araları açılmış olanların aralarını bulmak, yoldan geçenlere eziyet verecek şeyleri yoldan gidermek, istişareye ve istihareye riayet etmek, edepli ve saygılı olmak, faziletli insanlara, şerefli mekan ve zamanlara hürmet ve saygıda bulunmak, mü’minlere karşı güleç yüzlü olmak, terbiye ve talim ile irşad olmak ve irşad etmek, selamı çok vermek, komşulara ikramda bulunmak, isteyene vermek, hatta istemeden vermek, başkasının yaptığı bir iyiliği büyük görmek, kendisinin yaptığını küçük görmek, güleçyüzlü olmak, alçakgönüllü olmak, sık sık tevbe etmek, iyilik ve takva yolunda ve mühlet vermede yardımlaşmak, acele edilmemesi gereken yerlerde acele etmemek, evi ve geçimi tedbir ile düşünmek, kibirlenene karşı kibirlenmek, herkesi layık olduğu menzillere indirmek, yani layık olduğu derecede, yer ve hürmeti görstermek, ehemmi mühimme tercih etmek, insanların zelle ve hatalarını görmemezlikten gelmek, eziyyetlere tahammül etmek, kadere rıza ve teslimiyyet göstermek, başkalarına eziyeti terk etmek, tembelliği, insanlara düşmanlığı, güçlük çıkarma ve mücadeleyi terketmek, usancı defetmek için azaltmak, nimeti dile getirmek, kardeşleri ve yardımcıları çoğaltmak, güç şeylere tahammül etmek, güzel isimlerle çağırmak, aile ve çocuklarına karşı bol elli olmak, töhmet yerlerinden sakınmak, zulüm yerlerinden ve isabetsiz sözlerinden sakınmak, Allah’ı unutmamak ve emirlerini harfiyyen yerine getirmek, Tıbb-i Nebevi ile tabiblik yapmak, işlerde sabır ve sebat etmek, Allah’a itimad etmek, nefısle cihad etmek, iyi işleri ve maslahata uygun olan şeyleri yapmak; celp etmek, Allah yolunda sevmek ve Allah yolunda buğzetmek, yumuşak huylu ve edepli olmak, emanetleri ve ahitleri muhafaza etmek, hüsn-i zan sahibi olmak, salihlere, fakirlere, alimlere, ihvan ve misafirlere hizmet etmek, küçüklere, yoksullara, yetimlere, hastalara ve hayvanlara merhametli ve şefkatli davranmak, tefekküre ve ibret almaya devam etmek, ilim talebinde bulunmayı adet haline getirmek, şiddetler arasında namaza, duaya iltica etmek, abdeste ve teheccüde ve diğer me’sur nafile namazlara devam etmek, nefis muhasebesi yapmak, nefse muhalefet etmek, Ehl-i Beyt’e muhabbet, adil ve latife sahibi olmak, münkerden nehy, nush, nezahet ve vera gibi hasletleri yerine getirmek.
Bütün bunlar ayet ve hadislerin muhtevalarındandır. Bunların hıfz olunması yerinde olur, hatta vacip olur ve her yerde ve zamanda korunması gerekir.
Ahlak-ı zemiyme:
Geçen yazılarda ahlaktan, ahlakın iki kısım olduğundan ve ahlakın öneminden bahsedilmiş ve hatta ,,Tasavvuf’un güzel ahlaktan ibaret” olduğu bile söylenmişti. Nasıl söylenmesin? ,,İslam dini, bir yönüyle mekarim-i ahlaktan, yani güzel ahlaktan ibarettir” denmiştir, denebilmiştir. ,,Ben mekârim-i ahlakı tamamlamak üzere gönderildim!” diyen Allah Resulü (s.a.v.) olmuştur.
Ve bu arada ahlakın biri hamide diğeri de zemime olmak üzere iki kısım olduğunu görmüştük. Mekârim-i ahlaktan yeteri kadar herhalde bahsettik. Onların bellenmesi, hıfzedilmesi ve yaşanılması gerektiğini ve ancak insanoğlunun bu surette manevî sahada yol alabileceğini de ilave etmiştik. Ve nihayet bu sahada ayet ve hadisleri de sıraladık...
Bundan böyle de ahlak-ı zemimeden, yani kötü ahlaktan söz edeceğiz ve etmeliyiz. Çünkü, mevzular zıtlarıyla daha iyi tanınır, daha iyi anlaşılır. Güzel ahlakın yanında kötü ahlaktan da bahsedilirse insanımız bu iki ahlak arasındaki mukayeseyi yapma imkânına sahip olur; kötü ahlakın zararlarını, güzel ahlakın ise faydalarını müşahade eder, dolayısıyla güzel ahlaktan ayrılmaz, ona sarılır, onu kendisine şiar edinir, kötü ahlakı yanına, yöresine yaklaştırmaz ve bu suretle ucuz kahramanlardan değil, hakiki tasavvuf erbabından olur ve binnetice iman ehli olmanın yanında takva ehli de olur ve Yunus suresinin ,,Haberiniz olsun ki, Allah dostlarının üzerine ne bir korku vardır ne de onlar üzülürler. Onlar ol kimselerdir ki, iman etmişlerdir ve (emirleri gereği gibi yerine getirmenin yanında kötü şeylerden ve kötü ahlaktan son derece sakınmışlar ve bu surette) takva ehli olmuşlardır,” mealindeki ayet-i kerime’lerin sırrına mazhar olmuşlardır. Daha başka bir ifade ile; Allah dostu olmanın iki şartından ibaret olan iman vasfına da takva vasfına da sahip olmuşlardır. Rabb’imizden dua ve niyazımız odur ki, bizleri de bu iki vasfa sahip olan dostları arasına kabul buyurmasıdır. Kabul buyursun! (Amin!)
Bu girişten sonra; ahlak-ı zemimenin tarifinden, mefsedetinden ve zararından, nasıl tehlikeli bir hastalık olduğundan, ilaç ve tedavisinin ne şekilde olacağından söz etmek istiyoruz: Önemine binaen, ahlakın tarifini, kısımlarını ve kısımlarının tariflerini tekrar görelim:
Ahlak:
Ahlak kelimesi ,,Huluk” kelimesinin cemi sığasıdır. Türkçe’de buna ,,Huy” denir ve şu şekilde tarif edilir:
,,Ahlak, öyle bir melekedir ki, öyle bir vasıf, öyle bir kabiliyyet, öyle bir sabit ve kalıcı bir keyfiyyettir ki, (itikad, söz, fiil ve hareketler) gibi nefsanî fiiller kendisinden kolayca sudur eder, meydana gelir.”
İki kısma ayrılır:
1- Nefs-i insaniden kolayca sudur eden inanış, söz, fiill ve hareketler aklın ve şer’in güzel addettiği cinsten ise, ona “Ahlak-i hamide” yani güzel ahlak denir.
2- Nefs-i insaniden kolayca sudur eden bu filler, aklın ve şer’in kötü gördüğü cinsten iseler, onlara da ,,Ahlak-i zemime” yani kötü ahlak ismi verilir.
Demek oluyor ki, ahlakî ve insanî değerlerin ölçüsü dindir; İslam’dır. Ne olursa olsun, İslam’ın güzel gördüğü, takdir ve tebrik ettiği şeyler güzeldir, güzel ahlaktandır. İslam’ın güzel görmediği, kabul etmediği, hatta reddettiği şeyler de ahlak-i zemimedir, çirkin ahlaktır. Daha açık bir ifade ile: Güzelliğin de çirkinliğin de ölçüsü İslam’dır, Kur’an’dır, şeriat’tır.,, Emredilen, tavsiye edilen herşeyde bir güzellik vardır; nehyedilen, terkedilmesi evla görülen herşeyde de bir çirkinlik vardır,” hükmü bir usul kaidesidir. Ve zamanla bu kaide değişmez, kıyamete kadar geçerlidir. Siz şeriat’ı, dolayısıyla ahlakı zamana uyduramazsınız, mahalli örf ve adete uyduramazsınız. Tersine zamanlar, örf ve adetler İslam’a, İslam’ın ahlakına uyacaktır ve uyma zorundadır. “Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez” şeklindeki Mecelle kaidesi, cahil cühelanın anladığı manada değildir, genel değildir. Şeriat’ın zamana bağlı olarak getirdiği hükümlere mahsustur. Zamanın değişmesiyle elbette o hüküm değişecektir. Yine de bu değişmeye karar veren insan değildir, şeriat’tır. Binaenaleyh, devam ve sebatına karar veren de değişmesine karar veren de İslam’dır, şeriat’tır.
Netice itibariyla şunu da söyleyebiliriz ki herşey ,,Edille-i Şer’iyyeye” bağlıdır. Bunlar da dörttür: Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha. Gerçi şer’î delillerin sayısını ulema otuzbeşe çıkarmışlarsa da aslında onlar bu dört delilden birine dayanmaktadır. ,,İstihsan, istishab, teharri, mesalih-i mürsele, kura, örf ve adet” bunlardan birkaçıdır.