Arama

Ortadoğu'da Bilim

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 2 Ekim 2006 Gösterim: 5.325 Cevap: 1
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ortadoğu'da Bilim

Sponsorlu Bağlantılar

Batı uygarlığının Mısır ve Mezopotamya'daki beşikleri farklı özellikler gösterir. Mısır'da, Çin'deki gibi evrensel düzenin sorumluluğunu iyiliksever tannlann yüklendiğine inanılıyordu. Ama Çin'in tersine, ürünleri yok eden deprem ve fırtınalardan uzak olan Mısır'ın ılıman ve sakin bir doğası vardı. Gerçekten de yaşam öylesine hoştu ki, Mısırlılar bütün bunla-nn ölümle sona ermesi düşüncesine katlana-mıyordu. Bu bakımdan yaşamı sürekli kılma anlayışı olağanüstü düşünsel ve pratik çabalan doğurdu. Gerek piramitler, gerek mumyacılık Eski Mısır dininin bu niteliğini yansıtırlar. Böyle bir ortamda bilim serpile-mezdi. Mısırlılar evrene ilişkin kurgulamalarla ilgilenmiyorlardı. Yıldız ye gezegenler gökte yükseldiklerinde "ülkeyi "yönettiklerinden" dolayı astrolojik bir önem taşıyorlardı. Astronomi ise, Nil'in bereket getiren yıllık taşkınlarının önceden belirlenmesi amacıyla sınırlı takvim hesapları için gerekliydi.
Mezopotamya Çin'e daha çok benziyordu. Çin'deki Huang ve Yangtze gibi Dicle ve Fırat ülkenin yaşamında en önemli etkendi. Kıraç toprak ancak büyük çaplı su bentlerinin sağladığı sulamayla ürün veriyordu. Fırtınalar, zararlı böcekler, su baskınları ve yağmacılar yaşamı güvensiz kılmaktaydı. Kararlı bir toplumun yaratılabilmesi hem sulama sistemleri kurabilmek, hem de yıkıcı etkileri önleyebilmek açısından büyük teknolojik beceri gerektiriyordu. Ovadaki kentler, bir rahipler kastının yönettiği tapınak çevresinde kurulmuştu. Sulama sistemleri, kanallar, barajlar gibi kamu hizmetlerinin planlayıcısı bu kasttaki din adamlarıydı.

Matematik ve astronomi bu koşullarda gelişti. Sayı sistemi 60 tabanlıydı (günümüzdeki derece-dakika-saniye sistemi Eski Mezopotamya'dan gelir). Gökler, tanrıların yerleşim yeriydi ve yeryüzündeki felaketlerin habercisi gök olayları olduğundan dikkatle gözlenmeleri gerekiyordu. Bu pratikten günlük yaşam için gerekenden çok daha gelişkin bir matematik ortaya çıktı. Eski Yunanlılar yüzyıllar sonra bunu alıp yetkin-leştirdiler. Babil matematikçileri, Pythago-ras bağıntılarını iyi biliyor ve sürekli kullanıyorlardı. İkinci dereceden denklemleri ve hatta üstel terim içeren bileşik faiz hesaplarını çözebiliyorlardı.

Çinliler ve Mezopotamyalılar doğayı eksiksiz gözlemleyebiliyor ve duyarlı biçimde betimleyebiliyorlardı. Bununla birlikte doğayı bilimsel biçimde açıklamayı gözardı etmişlerdi. Çinliler evrensel düzenin, iki karşıt kuvvetin (yin-yang) denkliği ile beş öğenin (su, ağaç, metal, ateş ve toprak) uyumu üzerinde kurulduğunu öne sürmüşler, ama bu uyum ve denkliğin nasıl elde edildiğini incelememişlerdi. Mısırlılar ise evrensel uyumun tanrıların iradesinden kaynaklandığı inanandaydılar. Mezopotamya-lılara göre düzenin varlığı bütün güçlü ve kaprisli tanrılar desteklediği sürece olanaklıydı. Bütün bu toplumlar doğayı betimleyip ondan yararlanabiliyorlar, ama onu anlamayı usun değil, din ve büyünün işlevi sayıyorlardı.






Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ortadoğu'da Bilim

Sponsorlu Bağlantılar
'Ortadoğu'da Rönesans kadının çıkışı temelinde olabilir.'

Bu belirlemeyi geçtiğimiz günlerde yaparken, kadın sorununu derin tarihsel, toplumsal bilinçle ve bilimsel bakış açısıyla ele aldığını, çözümünü de köklü değişikliklerle, devrimsel gelişime dayandırdığını bir kez daha göstermiş oldu. Bugüne kadar kadın sorunu üzerinde en derin ve gerçekçi değerlendirmeler yaptığı gibi, sorunun çözümünde ciddi ve kalıcı adımların atılmasını da sağlamıştır. İdeolojisinin odak noktasına kadın bakış açısını alıp, tüm toplumsal sorunların çözümünde kadının gelişimini ön plana koymaktadır.

Bu yaklaşımın bir devamı olarak yaptığı 'Ortadoğu'da kadına dayalı Rönesans' belirlemesinin tüm kadınlar tarafından bilince çıkarılması ve gerçekleştirilmesi için çaba verilmesi önemlidir. Çünkü, ancak bu tarihi ifadenin gerekleri yerine getirildiğinde kadınının kurtuluş perspektifi ve bu uğurda kazandığı mevziler kalıcılaşacaktır.

Ortadoğu için, neden 'Kadın Rönesans'ı'? Bunun tarihsel, toplumsal zemininin neler olduğu ve olgunlaşan koşulların bilince çıkarılması için elbette bilimsel bir araştırma süreci gerekmektedir. Eğer tarihin sayfalarını aralayacak olursak, göreceğiz ki, Rönesans, yani Yeniden Doğuş 15 ve 17. Yüzyıl arasında ortaçağ karanlığına karşı Avrupa'da gelişen bir aydınlanma hareketidir.

Bu aydınlanmayı yaratan o günün koşulları olmuştur. Ortaçağ'da toplum yönetiminde önemli bir güce sahip olan kilisenin ağır baskısı altında, insanın özgür düşüncesi büyük bir engellemeyle karşı karşıyaydı. Din, aklın ve bilimin gelişmesi önünde engelleyici bir rol oynuyordu. Fikir ve düşünce özgürlüğüne hiç yer verilmediği gibi, büyük bir hoşgörüsüzlük, bağnazlık, yobazlık hakimdi ve bunlar birer kanun niteliğindeydi. Bilimsel araştırma kitapları yığın yığın yakılıyor, toplumu doğru yoldan saptırdıkları, dinden çıkardıkları söylenerek ortadan kaldırılıyordu. Bilim adamları da aynı muameleye maruz kalıyorlardı. Polonyalı astronom Kopernik, dünyanın hem kendi ekseni etrafında hem de güneşin etrafında, iki dönme hareketi olduğunu kabul ettiği ve savunduğu için doğru yoldan sapmış sayılıyordu. Ve kilise Giordano Bruno'yu da 'dünya dönüyor' dediği için yakabiliyordu. Bir-çok filozof ve sağaltıcı kadın cadı, şeytan diye yakılıyordu. Köylülük üzerinde ağır sömürü ve toprak köleliği hakimdi. Kıtlık, açlık ve salgın hastalıklar toplumu kasıp kavuruyordu.

Kilise, dini kendi hizmetine koyarak halkı sömürüyor, tefecilik, faiz ve günah bağışlamayla büyük gelirler elde ediyordu. Engizisyon etkisi ve yetkisi altında, toplum boğulmayla yüz yüze gelmişti. Avrupa'da hem bilimsel gelişme üzerinde hem de toplumsal boyutta zulüm son kertesindeydi. Derin toplumsal buhran ve gerilik Rönesans'ın doğuşu için gereken koşulları oluşturuyordu. Bu toplumsal çürümüşlük, beraberinde arayış ve kurtuluş çabasını da geliştirdi.

Özellikle Haçlı Seferleriyle Doğunun zenginliği ve gelişmişlik düzeyi ile tanışılması, Avrupa'nın bilimsel arayış tutkularının canlanmasına neden oldu. Doğu'da bilim, sanat, edebiyat alanlarında ulaşılan gelişmişlik düzeyi yağmalanarak Avrupa ya taşırıldı. Bu birikimle, baskılara rağmen bilim ve sanat alanlarında arayış ve buluşlar gelişti. Dinin değil, bilimin ve aklın ön plana çıkması için bir mücadele başladı. Toplum ve birey hem ekonomik hem de bilimsel anlamda kapalılığı aşıp, dışa açıldıkça, aydınlanma için önemli bir birikim oluştu. Bu birikim sonucu bilim, sanat, kültür, edebiyat alanlarında sağlanan gelişmelerle eski bir çağ kapanıp, yeni bir çağ açılmış oldu. Aydınlanma çağı olarak bilinen bu çağ, insanlık tarihinde bilimsel bir çığır açtı.

Ortaçağ Avrupa'sında bir çok sorun Rönesans ile tasfiye edildi ve insan düşüncesi ortaçağ skolastiğinden kurtarılıp, düşünce ve sanata geçiş çağı başladı. Yoğun inceleme ve araştırma ortamının oluşmasıyla, evrensel düşünüş akla uygun ve gerçek dünyadan başka bir şey tanımayarak gelişti. Rönesans temelde insan maneviyatında bir zenginliği ve gelişmeyi ortaya çıkardı. Günümüze kadar da Avrupa bununla ayakta kalabilmiştir.

Kilise her ne kadar insanları yaksa da sonunda gelişime ve bilime karşı bir şey yapamadığı gibi, baskılar dikkate değer insanların doğmasını engelleyemedi ve geriye gerçekler kaldı.

Benzer Konular

10 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Siyasal Bilimler
3 Ekim 2006 / GusinapsE Akademik
23 Eylül 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ocak 2015 / Misafir Cevaplanmış