FOTOSENTEZ
a. (fr photosynthese). Yeşil bitkilerde, ışık altında, basit mineral moleküllerden (C02, H20 ...) yararlanarak nispeten küçük molekül kütleli glusitli organik moleküller yapılmasını sağlayan biyokimyasal tepkime.
(Bu moleküllerden bazıları yüksek molekül kütleli glusitler [nişasta] halinde polimerleşir, bir kısmı lipitlere dönüşür, diğerleri de azotlu moleküllerle birleşir. Olgunun başlıca özelliği C02 soğurulması ve O, açığa çıkarılmasıdır.) [Eşanl. KLOROFİL ÖZÜMLEMESİ.)
—ANSİKL. Işıkta tutulan yeşil bir bitkinin 02 açığa çıkardığı Priestley tarafından 1771'de kesinliğe kavuşturuldu. İngen-Housz 1779'da, o zamanlar hayvansal türdeki "gece solunumu”na karşılık olarak bu olguyu "gündüz solunumu” olarak adlandırdı. Bu durumda O, çıkışının suyun ayrışması sonucu olduğu düşüncesini ileri sürdü. XIX. yy.'ın başında, Saussure bu olguyu bitkisel özümlemeye bağladı ve Garreau "gece solunumuMnun bütün canlı varlıklarda görüldüğünü, oysa "gündüz solunumu"nun klorofil özümlemesini ve solunumunu kapsadığını vurguladı.
Fotosentez bitkilerin yeşil organlarında, özellikle yapraklarında meydana gelir. Bitkisel doku bu organlarda, kloroplastların grana'larında (tilakoitler) bulunan çeşitli keseciklerde düzenli bir şekilde yerleşmiş klorofilce zengin hücrelerden oluşur.
02 çıkışı ve C02 soğurulması çeşitli düzeneklerle ölçülebilir; bu deneyler için en iyi uyum sağlayanlar su bitkileridir. 1860'a doğru Boussingault açığa çıkan oksijen hacmi ile soğurulan karbondioksit hacminin aynı olduğunu gösterebildi (bire eşit olan solunum oranı). Atmosfere atılan oksijen molekülleri fotosentez sayesinde sürekli olarak havayı 02'ce zenginleştirir. Bazı bilim adamlarına göre, çok eski jeolojik çağlardan beri süregelen bu tepkime yeryüzü atmosferindeki oksijenin kaynağıdır.
İster açığa çıkan 0 hacmi, ister soğurulan C02 hacmi cinsinden ifade edilsin, bu olgunun yoğunluğu çeşitli etmenlerin etkisiyle değişir. Havadaki karbondioksit oranı çok küçüktür (% 0,03), fakat bitkiler bu oran arttığında daha büyük miktarda madde bireştirebilirler; bunun için en uygun C02 oranı % 0,1 dolayındadır; bu özellikten kimi zaman seralarda ve bahçe yastıklarında yararlanılır; % 2 ile 5 arasındaki C02 zehir etkisi yapar.
En uygun sıcaklık türlere göre değişir, ama bizim ılımlı bölgelerimizde 30°C'a yakındır ve bazı tropikal bitkiler için 40-50°C arasında yer alır; en uygun sıcaklığın ötesinde özümleme hızla ortadan kalkar. Soğuk havalarda, tropikal bitkilerde özümleme 7-8°C'a doğru durur, ılıman bölge bitkilerinde 0°C'ın biraz altına kadar devam eder, dağ ve kutup bölgeleri bitkilerinde daha düşük sıcaklıklarda bile sürer.
Işık kesin etkili bir etmendir; bazı bitkiler (güneş seven bitkiler) yoğun ışıkta optimuma ulaşır, kimisi (gölge bitkileri) tersine daha düşük ışık yoğunluğunda optimuma erişir ve fazla ışıktan rahatsız olurlar. Beyaz ışığı oluşturan çeşitli ışınımların özgül etkisi vardır; klorofil tarafından soğurulan kırmızı (600 nm) ve mavi (400-450 nm) renkli ışınımlar en etkili olanlardır; yeşillerin hiçbir etkisi yoktur.
Zamanla çok sayıda araştırıcının çalışmaları fotosentezin derin mekanizmasının anlaşılmasına olanak verdi; özellikle Emerson ve Arnold ardışık iki evrenin varlığını açığa çıkardılar: klorofil tarafından güneş enerjisinin alındığı ışıklı evre ve çok daha uzun süren, alınan enerjinin kimyasal bireşimleri gerçekleştirmek için kullanıldığı karanlık evre (ya da gölge evresi)
Işıklı evre
Işık ışınları, foton ya da ışık kuvantumu denen enerji yüklü tanecikler taşır. Bu enerji dalga boyu ile ters orantılıdır. Bir foton soğurmuş olan klorofil çok etkin, uyarılmış molekül durumuna geçer, mavi ışık için 65 kcal’lik ve kırmızı ışık için 41 kcal'lik bir ek enerji edinir; yalnız mavi ışıkla uyarılırsa molekül öylesine yüksek bir enerji düzeyine ulaşır ki, çok kararsız hale gelir ve bu durumu hızla (10" sn) kaybederek, kırmızı ışık soğurmuş gibi 41 kcal'lik ek enerjili duruma geçer. Bu enerji de moleküller arasındaki çarpışmalar, sürtünmeler nedeniyle ısı ya da flüorışı yoluyla dağılır (10-9 sn) Bu fazlalığın yalnız bir kısmının bu şekilde dağıldığı ve kalanın (31 kcal) fotokimyasal olaya katılan üçüncü durumu oluşturduğu sanılmaktadır. Büyük miktarda enerji taşıyan klorofil elektronlarından biri dışarı çıkar. Bu şekilde dağılan enerjinin bir kısmı, bir dizi taşıyıcı tarafından, organik bireşim için gerekli ATP'nin (adenozintrifosfat) yapımını sağlamak üzere suyun fotolizini gerçekleştirmekte kullanılır, bu esnada bir hidrojen iyonu (H+) ve elektronlar açığa çıkar.
Bir başka tepkimeler dizisi sonunda, indirgenmiş haliyle (NADPH [hidrojenli nikotinamit adenin dinükleotit fosfat]) karbonlu maddelerin bireşiminde kullanılan bir başka cisim, yani NADP (nikotinamit adenin dinükleotit fosfat) oluşur. Radyoaktif izotoplar aracılığıyla (,aO) fotosentez sırasında açığa çıkan oksijenin, bitki tarafından soğurulan karbondioksitten değil, sudan geldiği ortaya çıkarılmıştır indirgen hale gelen kloroplast, birçok enzim sayesinde karbondioksidi kullanabilir. Her iki durumda uyarılmış klorofil, işlemler sonunda normal enerji düzeyine gelmiş elektronlar bulur. Fosforlu bileşikler bireşimin ara evrelerinde çok önemli rol oynar (fosforilleme, fotofosforilleme). Yalnız a klorofili doğrudan ışık enerjisini kimyasal enerjiye çevirebilir; diğer pigmentlerin (b klorofili ve bağlı karotenoit pigmentler) özelliği başka dalga boyları tarafından taşınan enerjiyi bağlamak ve bunu a klorofiline taşımaktır. Bu aktarımın varlığı doğrulanmıştır ve a klorofilleri ile diğer pigmentlerin birbirlerine çok yakın olmalarını ve verici pigmentin flüorışıl tayfının alıcının soğurma tayfını içermesini gerektirir.
Karanlık evre
Fotosentezin karanlık evresi ışık olup olmamasından bağımsız olarak meydana gelir. Çeşitli teknikler ve özellikle, 4C ile moleküllerin markalanması şekerlerin oluşum mekanizmasını belirleme ye yaramıştır Ribulozdifosfatın (C5'li şeker) C02 katkısıyla hemen iki fosfogliserik aside (C3'lü) hidrolizlenmiş olması çok olasıdır. Yine markalanmış fosfopirüvik (C3) ve malik (C4) asitlere ve fosfogliserık asitlerden fotosentezle oluşmuş en basit glusitler olan trioz-fosfatlara da rastlanır Işıklı evre sırasında oluşan NADPH hem hidrojen taşıyıcı hem ribulozdifosfat üzerine C02 bağlanması sırasında enerji verici olarak işe yarar. Bu tepkime, bileşimine NADP'nin girdiği bir enzimin etkisiyle yapılır. Dönüşüm için gerekli tamamlayıcı enerji, enerji bağlarından birini kopararak ve ADP'yi (adenozindifosfat) yeniden vererek açığa çıkan enerjiden karşılanır. Triozfosfattan hareketle diğer ozlar oluşmaya başlar; markalanmış C02’nin soğurulmasından on beş saniye kadar sonra moleküllerinde radyoaktif karbona sahip olan triozlar, pentozlar, heksozlar, heptozlar ortaya çıkar. Bazı heksozlar hareketle sakaroz ve nişasta oluşur. C02 molekülünü bağlamış olan ribuloz 1,5 difosfat, işlem sonunda bütün olarak yeniden ortaya çıkar ve yine karbondioksit alıcısı olarak işe yarar. Bu yeniden kuruluş, M. Calvin'in ortaya koyduğu bir çevrim oluşturur. Glusitlerden başka, fotosentez, azotlu bir molekül bağıyla lipitleri ve protitleri de hazırlayabilir.
Bu çevrim su yosunlarında, ılıman bölge bitkilerinde ve bütün ağaçlarda bulunur; bu bitkilere “Cjj'lü bitkiler” denir.
C4'lü bitkiler
Tropikal buğdaygillerde (mısır, darı, kocadan, şekerkamışı, horozibiğillerin birçoğu ve atriplex). 1966'da, “C4'lü fotosentez" denen bir başka mekanizma bulundu; bu bitkilerde iki tip klorofil hücresi yer alır. Mezofilde C3'lü bir cisim oksalasetik asit (CVIü cisim) vermek üzere bir moleküi C02 bağlar; bu sonuncu cisim de hücrenin kloroplastlarında NADPH tarafından taşınan enerjiyi kullanarak malik aside dönüşür. Malik asit damar çevresi kılıf hücrelerinde yol alırken, C02'yi vererek pirüvik asidi (C3) yeniden doğurur; bu asit mezofil hücrelerine dönerken, açığa çıkan C02 daha önce incelenen Calvin çevriminde görüldüğü gibi, ribulozdifosfat üzerine bağlanır. Bu süreç ''C4'lü bitkilere” bitkinin iç atmosferindeki bütün C02’yi özümleme ve böylece "C3'lü bitkilerin" fotosentez veriminden çok yüksek bir verime sahip olma olanağını sağlar. Bu mekanizma ışık ne kadar canlı ve sıcaklık 40-50°C'a ne kadar yakın olursa o kadar iyi işler. Glusitlerin birleşimi iletim kanallarının çevresinde meydana geldiğinden birleşmiş maddelerin göçü de bu bitkilerde daha hızlı olur; fotosolunum bunlarda çok zayıftır “C3'lü bitkiler" 1 g karbonu özümlemek için 150-250 g suya ihtiyaç gösterirken 'C4’lü bitkiler" 50-100 g su ile yetinebilir.
CAM (Crassulacean Acid Metabolism)
Bazı bitkiler, genellikle etli bitkiler ve bazı eğreltiler malik asit oluşturmak üzere C02'yi geceleyin soğururlar; bu asit gündüz parçalanır ve ortaya çıkan C02 daha önce olduğu gibi, ışıkta kloroplastların bağladığı enerjiyi kullanarak Calvin çevrimine girer. Bu bitkiler böylece kurak-sıcak ortamlarda hayatlarını sürdürebilirler; gün boyunca gözeneklerinin kapanması terlemeyi sınırlar ve geceleyin gözenekler açık olduğundan bitki C02 bakımından beslenir ve bireşimler ancak ertesi gün meydana gelir.
Böyle bitkiler sıcak ve kurak bölgelerde çölleşmeye karşı mücadelede kullanılabilirler. Bilanço
Bir yaprağın aldığı ışığın tümü fotosentez tepkimelerinde kullanılmaz: ışığın % 20'si yansır, % 10'u öteye geçer, % 70'i etkin olarak soğurulur, ama % 20'si ısı olarak dağılır, % 48'i flüorışı olarak kaybolur ve böylece fotosentez için yalnızca % 2 kadarı kalır. Organik bireşimlere yol açan çeşitli kimyasal tepkimelerin enerji verimi oldukça iyi sayılır ve bitkisine göre % 0,5 ila 1,6 arasında değişen bir verim elde edilir (C3'lü çevrim). Bu sayılar ne kadar küçük olursa olsun bitkiler dünya yüzünde eşi bulunmaz bir rol oynamaktadırlar; çünkü yeşil bitkiler, birkaç bakteri grubuyla birlikte, mineral maddelerden organik madde yapabilen yegâne canlı varlıklardır.
Kara bitkilerinin her yıl atmosferdeki karbondioksitten 25 milyar ton karbon alıp tuttukları sanılmaktadır; sulardaysa suyosunları (alglar) yılda 15 milyar ton karbon bağlamaktadır.
Yeşil bitkiler dünya dışı enerjinin çok önemli bir miktarını almakta ve böylece her an gezegenimizin enerji stokunu zenginleştirmektedirler. Bu nedenle yeşil bitkiler onsuz olmaz birincil üreticiler ve beslenme zincirinin ilk halkalarıdır; klorofilli olmayan bitkiler ve hayvanlar (insan dahil) bütünüyle fotosenteze bağımlıdırlar.
Kaynak: Büyük Larousse