
Ziyaretçi
Sait Faik Abasıyanık eserlerinin adları ve en çok ele aldığı konular nedir?
Öykücülüğü üzerine:
Sait Faik gibi bir yazar ve eserleri üzerine yapılmış pek çok değerlendirme var kuşkusuz. Bu değerlendirmeler içinde Tahir Alangu'nun "huriyetten Sonra Hikaye ve Roman" çalışmasında yer alan Sait Faik bölümü, hem yazarın etkilerinin hala sıcaklığını koruyor olması, hem de Alangu'nun titizliği açısından- en başarılılarından bir tanesi. Yazının geri kalan bölümünü onun çalışmasından alıntılarla sürdürürken, Sait Faik'i tanıtmanın yanı sıra, Tahir Alangu'nun eleştiri tarzını da hatırlatmayı amaçladım.
"Düşünce ve duygularını, hele kendi kurallarını getiren yeni bir sanatçı olarak başıboş ve özgür yaşama tutkularını anlamayan, buna karşı olan bir çevrede yetişti. Ancak on beş yıl çabaladıktan sonra kendini bu topluma bir parça kabul ettiren, küçük bir üne sahip olabilen Sait Faik'in, aile çevresinden başlayarak yaşadığı öteki çevrelerle tam ve düzenli, doyurucu ve destekleyici bir anlaşma içinde olduğu söylenemez. İlk hikayelerinden başlayarak bütün eserlerinin, artistçe kendi uslubunda bir yaşamayı yadırgayanlarla çatışmalarının aynası olduğu görülür. Bu tür bir çatışmanın olmadığı yerde de, çağının sanatını ve yerleşmiş sanat ölçülerini aşan bir yeni ve güçlü sanat eserinin yeşermeyeceği de açıktır. Böylece onda, edebiyatı, özentilerden, romantik ucuzluklardan kurtarmak, bir başka kata yükseltmek isteyen bir davranışın varlığı daha ilk adımlarından belli olmaktadır. Sait Faik, hikayeyi "edebiyat yapanların" elinden kurtarmaya gelmiştir.
Onun ilk hikayelerinden başlayıp gerçeklerden düşlere doğru yürüyen anlatışındaki zaman zaman değişen kuruluş denkleminin, ölümüne yakın yıllarda tamamiyle değişeceğini, gerçeğin allegoriler, gerçeküstü unsurlarla kapatılacağını göreceğiz. Git gide gerçekten; küçük adamlar kalabalığının yaşadığı hayattan koparak, yalnızlığın vahşiliğine, "kavun acısı yalnızlık"ın dehşet verici bunaltılarına, yaklaşan ölümün ezici gölgeleri arasına karşıp yürüyüşünü, yine hikayelerinin aynasından seyredeceğiz. Hayatı ve eserlerinin iç içe oluşu, onun sanat anlaşının olduğu kadar, ancak çok iyi bildiği konuları ve hayatları anlatmak istemesinin de bir sonucuydu. Düşünce ve sanata karşı alabildiğince kayıtsız, sağır bir çevrede, dış çatışmalarla bezgin, içe dönük ve kavgacı, umutla umutsuzluk arasında, kaybettiklerini kenar mahalleler, köprü altları, balıkçılar ve küçük insanların yaşamlarına katılarak bulmak istedi.
İlk hikayelerinde olayları toplumcu bir açıdan gözlemeye çalıştığı, gözlemci bir gerçekçiliğe yöneldiği görülür. Bu yıllarda, "Vakit gazetesi" çevresindeki yazarlar arasında tutulan, toplum çatışmalarını anlatan hikayeleri ile "küçük adamın günlük yaşayışını" ele almaya başladı. Eskilerin kenarda köşede unuttukları, kimselerin varlığından haberdar olmadıkları "küçük adam"ı edebiyatımıza getiren o olmadıysa bile, yerleştiren, bilinmeyen yönlerini gösteren, bir moda haline getiren, en güzel hikayelerini yazan o olmuştur. Ona göre, asıl hikaye çekişmeler ve çatışmaların yaşam ve geçim kavgası ile ilgili olan yanında değil, onun ötesinde kalan yaşama sevincinde, halkın hayatında sürekli olarak giden, direnmeyi güzel ve umutlu bir hale getiren paylaşılmış sevgidir.
Sait Faik, yeni, kendine has, büyük şehrin aylaklarına yönelmiş hikayelerine, onu yavaş yavaş ölüme götürecek bir hastalığın teşhisi ile birlikte başladı. Ölüm korkusunun, onu, hikayede bir anlamda yaşama ve yazma tutkusu içinde herşeyi unutmağa, belki de ardında yaşayacak bir varlık bırakma endişelerine götürdüğünü, sonunda sıtmalı bir yazma devresine girdiğini görüyoruz. Ayrı din, millet, zümrelere bağlı insanlar ve mesleklerin ayırıcı çizgilerinin ötesindeki ortak vasıflara yönelerek, İstanbul'un beşeri bütünlüğünü veren mozayiğin ayrıntıları arasına iyice karışıp gömülerek, 1946-1954 yılları arasındaki sekiz yıl içinde ölümü bekleyişin sıkıntılarını avutmuştur. Hikayede hayatı, hayatta süreli ve düşlü hikayeleri yaşaması birbirinden ayrılamıyacak denli içe içe geçmiştir.
DEVAMI Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik gibi bir yazar ve eserleri üzerine yapılmış pek çok değerlendirme var kuşkusuz. Bu değerlendirmeler içinde Tahir Alangu'nun "huriyetten Sonra Hikaye ve Roman" çalışmasında yer alan Sait Faik bölümü, hem yazarın etkilerinin hala sıcaklığını koruyor olması, hem de Alangu'nun titizliği açısından- en başarılılarından bir tanesi. Yazının geri kalan bölümünü onun çalışmasından alıntılarla sürdürürken, Sait Faik'i tanıtmanın yanı sıra, Tahir Alangu'nun eleştiri tarzını da hatırlatmayı amaçladım.
Sponsorlu Baglantilar
"Düşünce ve duygularını, hele kendi kurallarını getiren yeni bir sanatçı olarak başıboş ve özgür yaşama tutkularını anlamayan, buna karşı olan bir çevrede yetişti. Ancak on beş yıl çabaladıktan sonra kendini bu topluma bir parça kabul ettiren, küçük bir üne sahip olabilen Sait Faik'in, aile çevresinden başlayarak yaşadığı öteki çevrelerle tam ve düzenli, doyurucu ve destekleyici bir anlaşma içinde olduğu söylenemez. İlk hikayelerinden başlayarak bütün eserlerinin, artistçe kendi uslubunda bir yaşamayı yadırgayanlarla çatışmalarının aynası olduğu görülür. Bu tür bir çatışmanın olmadığı yerde de, çağının sanatını ve yerleşmiş sanat ölçülerini aşan bir yeni ve güçlü sanat eserinin yeşermeyeceği de açıktır. Böylece onda, edebiyatı, özentilerden, romantik ucuzluklardan kurtarmak, bir başka kata yükseltmek isteyen bir davranışın varlığı daha ilk adımlarından belli olmaktadır. Sait Faik, hikayeyi "edebiyat yapanların" elinden kurtarmaya gelmiştir.
Onun ilk hikayelerinden başlayıp gerçeklerden düşlere doğru yürüyen anlatışındaki zaman zaman değişen kuruluş denkleminin, ölümüne yakın yıllarda tamamiyle değişeceğini, gerçeğin allegoriler, gerçeküstü unsurlarla kapatılacağını göreceğiz. Git gide gerçekten; küçük adamlar kalabalığının yaşadığı hayattan koparak, yalnızlığın vahşiliğine, "kavun acısı yalnızlık"ın dehşet verici bunaltılarına, yaklaşan ölümün ezici gölgeleri arasına karşıp yürüyüşünü, yine hikayelerinin aynasından seyredeceğiz. Hayatı ve eserlerinin iç içe oluşu, onun sanat anlaşının olduğu kadar, ancak çok iyi bildiği konuları ve hayatları anlatmak istemesinin de bir sonucuydu. Düşünce ve sanata karşı alabildiğince kayıtsız, sağır bir çevrede, dış çatışmalarla bezgin, içe dönük ve kavgacı, umutla umutsuzluk arasında, kaybettiklerini kenar mahalleler, köprü altları, balıkçılar ve küçük insanların yaşamlarına katılarak bulmak istedi.
İlk hikayelerinde olayları toplumcu bir açıdan gözlemeye çalıştığı, gözlemci bir gerçekçiliğe yöneldiği görülür. Bu yıllarda, "Vakit gazetesi" çevresindeki yazarlar arasında tutulan, toplum çatışmalarını anlatan hikayeleri ile "küçük adamın günlük yaşayışını" ele almaya başladı. Eskilerin kenarda köşede unuttukları, kimselerin varlığından haberdar olmadıkları "küçük adam"ı edebiyatımıza getiren o olmadıysa bile, yerleştiren, bilinmeyen yönlerini gösteren, bir moda haline getiren, en güzel hikayelerini yazan o olmuştur. Ona göre, asıl hikaye çekişmeler ve çatışmaların yaşam ve geçim kavgası ile ilgili olan yanında değil, onun ötesinde kalan yaşama sevincinde, halkın hayatında sürekli olarak giden, direnmeyi güzel ve umutlu bir hale getiren paylaşılmış sevgidir.
Sait Faik, yeni, kendine has, büyük şehrin aylaklarına yönelmiş hikayelerine, onu yavaş yavaş ölüme götürecek bir hastalığın teşhisi ile birlikte başladı. Ölüm korkusunun, onu, hikayede bir anlamda yaşama ve yazma tutkusu içinde herşeyi unutmağa, belki de ardında yaşayacak bir varlık bırakma endişelerine götürdüğünü, sonunda sıtmalı bir yazma devresine girdiğini görüyoruz. Ayrı din, millet, zümrelere bağlı insanlar ve mesleklerin ayırıcı çizgilerinin ötesindeki ortak vasıflara yönelerek, İstanbul'un beşeri bütünlüğünü veren mozayiğin ayrıntıları arasına iyice karışıp gömülerek, 1946-1954 yılları arasındaki sekiz yıl içinde ölümü bekleyişin sıkıntılarını avutmuştur. Hikayede hayatı, hayatta süreli ve düşlü hikayeleri yaşaması birbirinden ayrılamıyacak denli içe içe geçmiştir.
DEVAMI Sait Faik Abasıyanık
Son düzenleyen Safi; 26 Temmuz 2016 22:25