Ziyaretçi
Yetenek mi yoksa zeka mı önemlidir?
ZEKA MI YETENEK Mİ?
Bahçelerde dolaşmaktan hoşlanıyorsunuz. Boş vakitlerinizde bulmaca çözersiniz. Müzik dinlemeden bir gününüz geçmez. Spor yaptığınızda yaşadığınızı hissediyorsunuz. Dini konular ilginizi çekiyor. Boş bir sayfayı rahatlıkla çeşitli resimlerle doldurabilirsiniz. Gittiğiniz kurlarla hemen İngilizceyi öğreniverdiniz. Değişik bir ortama girdiğinizde insanlarla rahatlıkla konuşup sohbet edebilirsiniz. Yazarak düşüncelerinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz. Bütün bu sıralanan işler insanın tercihleridir. Tercihlerinin şekil almasını da yetenekleri, becerileri, doğuştan getirdiği özellikleri belirler. Peki zeka bu işlerin neresinde? Hiçbir yerinde eğitim verenler hiçbir yerinde. Peki biz bunları yani becerilerimizi, yeteneklerimizi, tercihlerimizi "ZEKÂ" olarak ifade edersek ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama gerçekten hiçbir şey olmaz. Çünkü bütün herkes bilir ki zekâ 12 yaşına kadar son sürat gelişir. 20 yaşına kadar gelişmeye devam eder. 20 yaşından sonra gelişmesi çok zordur. Yaşlandıkça zeka düzeyimiz düşer hatta yaşlandıkça çocuklaşır, geriye dönmeye her yönden küçülmeye başlarız. Bu yüzden becerilerimize, yeteneklerimize "ZEKÂ" demek bence çok büyük bir hakarettir. Çünkü yeteneğimiz olan bir iş, yıllarla çabalarımızın sonucunda meyvesini verir. Bir ressam yeteneğini yıllar boyunca tuvallerin ardında çalışarak ortaya çıkarır. Bir müzisyen belki de 70'li yaşlarında en önemli bestesini yapar.
Terlemeden, üretmeden, zaman harcamadan hiçbir yetenek insanlığın yararına bir şey sunamaz. Yetenek yaşlanmaz, aksine yaşlandıkça parıldar, zekâ gibi sönmez, hatta yokolmaz. Picasso, 90'ında nefis eserler veriyordu. Goethe "Dr. Faustus'u 80'inden sonra kaleme aldı. Verdi, "Otello" 'yu 73 yaşında, "Falstaff" 'ı 80 yaşında bitirdi. Mikelanj, 80'li yaşlarında hâlâ yaratıyordu. İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'ını geçtikten sonra bile yazdı. Türk yetenek dehalarının yıllanmış yaşlarının ürünlerine hepimiz tanığız. Peki bu sanatçıları "ZEKÂ" ile nasıl sınırlandırıp ifade edeceğiz. İşte çoklu zekâ kuramı burada çürütülmüş oluyor.
Peki gelişmekte olan ülkeler için böyle albenili, cafcaflı sözlerle süslenmiş zekâ çeşitlerinin zararı ne olabilir? İşte bu cevap inanın ki insan aklını durduracak cinsten bir yoruma dayanıyor. Biz çocuklarımızı eğitirken, yönlendirirken, olumlu yönde gelişmelerini isterken hep gelişimi hedefleriz. Eğer çocuklarımızı zekâ kategorilerine göre sınıflandırırsak, Ahmet adlı öğrencinin müzik zekâsı yoksa ne yapalım yokmuş, deyip kabul etmemiz istenmektedir. Ya da Ayşe'nin resim zekâsı, beden-spor zekâsı yok, ne yapalım o da spor yapmayıversin, diyebilmenin önünü açıyor. Yıllarca "TAM ÖĞRENME" modeli ile insanlara süslü süslü cümleler kuran eğitim kuramcıları bu kuramın ne denli yanlış olduğunu irdeleyip ifade etmek yerine bu kuramın tam tersi bir teori ile günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim eğitim camiasının da çok hoşuna giden ÇOKLU ZEKÂ TEORİSİ zaten kitaplara bile yansıyamayacak kadar havada bir teori olduğu için Allah'tan okul kitaplarına giremedi. Hâlâ bazı özel okullar çoklu zeka teorisini çığırtkanlığını yaparak ebeveynlerin gözünü boyamaya çalışıyor. Tabi ki aklın yolu bir olduğu için, teorinin pratiğinin olmadığı, gelişime dayalı bir öğrenme modeli olmadığı er geç anlaşılacaktır.
Zekânın yeteneğe göre tek bir üstün yanı var. O da kimilerince hata payları olduğu kabul edilse bile yine de uluslararası boyutta ölçülebilir olmasıdır. Anlattığımız yetenekleri ölçme ihtimalimiz sıfır olduğuna göre subjektif olarak yetenek ve becerilerimizi "zekâ" kelimesi ile birlikte anmamızda gerçekten anlamsızdır. Zekâ, her türlü problem çözme sürecinde bireyin ortaya koyduğu performansın ölçümünün sonucudur. Bir sonuç olarak karşımızda durur. İster kabul ederiz, ister etmeyiz. Ama bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, zaman ve emek harcadığımızda bizi ölümsüzleştiren yeteneklerimiz eğitim alanlarda mutlaka geliştirilmelidir.
Alınterinin kutsallığıyla eğitim alanlar tanıştırılmalı, yaşı büyük ama heyecanı çocuk Fikret OTYAMLARLA, 65'inden sonra yazmaya başlayan eski mimar Aydın BOYSANLARLA, 90'ına merdiven dayamış Haldun DORMENLERLE yeteneğin yüceliği, eğitimin yaşamak kadar uzun soluklu olduğu yaşan örneklerle tekrar tekrar anlatılmalıdır.
Bahçelerde dolaşmaktan hoşlanıyorsunuz. Boş vakitlerinizde bulmaca çözersiniz. Müzik dinlemeden bir gününüz geçmez. Spor yaptığınızda yaşadığınızı hissediyorsunuz. Dini konular ilginizi çekiyor. Boş bir sayfayı rahatlıkla çeşitli resimlerle doldurabilirsiniz. Gittiğiniz kurlarla hemen İngilizceyi öğreniverdiniz. Değişik bir ortama girdiğinizde insanlarla rahatlıkla konuşup sohbet edebilirsiniz. Yazarak düşüncelerinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz. Bütün bu sıralanan işler insanın tercihleridir. Tercihlerinin şekil almasını da yetenekleri, becerileri, doğuştan getirdiği özellikleri belirler. Peki zeka bu işlerin neresinde? Hiçbir yerinde eğitim verenler hiçbir yerinde. Peki biz bunları yani becerilerimizi, yeteneklerimizi, tercihlerimizi "ZEKÂ" olarak ifade edersek ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama gerçekten hiçbir şey olmaz. Çünkü bütün herkes bilir ki zekâ 12 yaşına kadar son sürat gelişir. 20 yaşına kadar gelişmeye devam eder. 20 yaşından sonra gelişmesi çok zordur. Yaşlandıkça zeka düzeyimiz düşer hatta yaşlandıkça çocuklaşır, geriye dönmeye her yönden küçülmeye başlarız. Bu yüzden becerilerimize, yeteneklerimize "ZEKÂ" demek bence çok büyük bir hakarettir. Çünkü yeteneğimiz olan bir iş, yıllarla çabalarımızın sonucunda meyvesini verir. Bir ressam yeteneğini yıllar boyunca tuvallerin ardında çalışarak ortaya çıkarır. Bir müzisyen belki de 70'li yaşlarında en önemli bestesini yapar.
Sponsorlu Bağlantılar
Terlemeden, üretmeden, zaman harcamadan hiçbir yetenek insanlığın yararına bir şey sunamaz. Yetenek yaşlanmaz, aksine yaşlandıkça parıldar, zekâ gibi sönmez, hatta yokolmaz. Picasso, 90'ında nefis eserler veriyordu. Goethe "Dr. Faustus'u 80'inden sonra kaleme aldı. Verdi, "Otello" 'yu 73 yaşında, "Falstaff" 'ı 80 yaşında bitirdi. Mikelanj, 80'li yaşlarında hâlâ yaratıyordu. İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'ını geçtikten sonra bile yazdı. Türk yetenek dehalarının yıllanmış yaşlarının ürünlerine hepimiz tanığız. Peki bu sanatçıları "ZEKÂ" ile nasıl sınırlandırıp ifade edeceğiz. İşte çoklu zekâ kuramı burada çürütülmüş oluyor.
Peki gelişmekte olan ülkeler için böyle albenili, cafcaflı sözlerle süslenmiş zekâ çeşitlerinin zararı ne olabilir? İşte bu cevap inanın ki insan aklını durduracak cinsten bir yoruma dayanıyor. Biz çocuklarımızı eğitirken, yönlendirirken, olumlu yönde gelişmelerini isterken hep gelişimi hedefleriz. Eğer çocuklarımızı zekâ kategorilerine göre sınıflandırırsak, Ahmet adlı öğrencinin müzik zekâsı yoksa ne yapalım yokmuş, deyip kabul etmemiz istenmektedir. Ya da Ayşe'nin resim zekâsı, beden-spor zekâsı yok, ne yapalım o da spor yapmayıversin, diyebilmenin önünü açıyor. Yıllarca "TAM ÖĞRENME" modeli ile insanlara süslü süslü cümleler kuran eğitim kuramcıları bu kuramın ne denli yanlış olduğunu irdeleyip ifade etmek yerine bu kuramın tam tersi bir teori ile günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim eğitim camiasının da çok hoşuna giden ÇOKLU ZEKÂ TEORİSİ zaten kitaplara bile yansıyamayacak kadar havada bir teori olduğu için Allah'tan okul kitaplarına giremedi. Hâlâ bazı özel okullar çoklu zeka teorisini çığırtkanlığını yaparak ebeveynlerin gözünü boyamaya çalışıyor. Tabi ki aklın yolu bir olduğu için, teorinin pratiğinin olmadığı, gelişime dayalı bir öğrenme modeli olmadığı er geç anlaşılacaktır.
Zekânın yeteneğe göre tek bir üstün yanı var. O da kimilerince hata payları olduğu kabul edilse bile yine de uluslararası boyutta ölçülebilir olmasıdır. Anlattığımız yetenekleri ölçme ihtimalimiz sıfır olduğuna göre subjektif olarak yetenek ve becerilerimizi "zekâ" kelimesi ile birlikte anmamızda gerçekten anlamsızdır. Zekâ, her türlü problem çözme sürecinde bireyin ortaya koyduğu performansın ölçümünün sonucudur. Bir sonuç olarak karşımızda durur. İster kabul ederiz, ister etmeyiz. Ama bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, zaman ve emek harcadığımızda bizi ölümsüzleştiren yeteneklerimiz eğitim alanlarda mutlaka geliştirilmelidir.
Alınterinin kutsallığıyla eğitim alanlar tanıştırılmalı, yaşı büyük ama heyecanı çocuk Fikret OTYAMLARLA, 65'inden sonra yazmaya başlayan eski mimar Aydın BOYSANLARLA, 90'ına merdiven dayamış Haldun DORMENLERLE yeteneğin yüceliği, eğitimin yaşamak kadar uzun soluklu olduğu yaşan örneklerle tekrar tekrar anlatılmalıdır.
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:19