Ziyaretçi
Kuvayi Milliye ruhunu yansıtan hikaye örneği verir misiniz?
Kuvayi Milliye Eri Ali Rıza Gökberk
MsXLabs.org
1919 ortalarından1920 sonuna kadar istilacı Yunan ordusunun karşısında savaşan silahlı kuvvet, Kuvayi Milliye, Bursa-Mustafakemalpaşa ilçesinde 172. Yaya Alayı Komutanı Yarbay Osman Bey tarafından teşkilatlandırılmıştır.
Başkanlığını Gürcü Mehmet Efendinin yaptığı Kuvayi Milliye Teşkilatı; Başhafız Ahmet Efendi, Hafız Mustafa Efendi, Benli Ahmet Ağa, Kürt Mevlüt, Ahmet Hulusi Koçak, İsmail Uzel, Kıyıcı Halit Efendi gibi isimlerden oluşuyordu.
Bu harekete önce Kömürcükadı Köyü, Karapınar, Yaveli, Güller Köyü halkı guruplar halinde katıldı. Bunlara kaymakam tarafından gizlice cephane verilerek yer tahsis edildi.
O karanlık günlerde; halkta milli hisleri güçlendirip direniş duygusu yaratmak üzere, Danaçayır meydanında güreş ve koşu müsabakası düzenlendi. İnsanları bir araya toplamanın iyi bir yoluydu bu. O gün oradaki coşku savaşa hazırlanışın sevinç çığlıklarıydı sanki. Müsabakalar sonunda meydanda kürsüdeki öğretmen, kapanış konuşmasında memleketin parçalanmasına göz yummanın katlanılamaz bir durum olduğunu söyledi.
Kahramanımız, Ali Rıza GÖKBERK “Hey Onbeşli, Kızların gözü yaşlı” türküsünün söylendiği dönemde 1917’de İstanbul’da askerdi. Seferberlik zamanı onsekiz yaşında asker oldu.
Rüştiye mezunu Ali Rıza, iki sene askerliği sırasında Birinci Dünya Savaşı kaybedilip silah bırakılınca Devecikonak Karaorman arasındaki doğduğu Çavuş Köyüne gelip yerleşti. Kasabası Yunan işgali altındaydı….
Bir gün İlçeden köye dönerken Lalaşahin mezarlığı civarında Yunan askeri Ali Rıza’nın yolunu keser. Üzerinde çakı bulunur. Tartışma çıkar ve işgal komutanlığına getirilir.
O gece karakolda sabahlıyor. Askere gitmeden önce yıllardır köprübaşındaki “Taş Mağaza” sahibi manifaturacı Rum Yorgi’nin yanında çalışmaktadır. Nezarette iken yanındaki diğer kişiyi ziyarete gelen bir vatandaşa “Yorgi’ye söyle beni buradan çıkarsın” der. Yorgi, Yunan komutanla yanına gelir. Komutan, “Yorgi’ ye dua et yoksa subayıma karşı geldiğin için seni az daha Atina’ya gönderecektim” der ve onu salıverir.
Arzuhalci Hulisi KOÇAK, Kuvayi Milliye’ye gizlice adam toplayan biridir. AliRıza’nın Yunan askerlerine problem çıkarttığını duyunca onun peşine düşer. İşgal komutanlığı binasından çıkarken bulur. Kuvayi Milliye’ye katılma teklifi karşısında sevinir ancak babasını haberdar etmek için köye yanına gitmek istediğini söyler. Beraber köye giderler. Köyde bir gece kalıp babasından izin alırlar. Yetmişüç yaşındaki babası sevinerek, “Vatan için feda olsun, al götür oğlumu” der.
AliRıza, Hulisi KOÇAK ile Beyce cephesine (Orhaneli’nin eski adıyla) kaydolup teslim olur. Erkan-ı Harp Haydar Bey’in (Genel Kurmay subayı) emrine girer. Halktan birileri bu durumu Yunana bildirir. Yunanla birlik olan Eşkıya Davut bunu duyunca AliRıza’nın babasına uzun süre işkence ederek sonunda da şehit edecektir.
Kuvayi Milliye eri olarak Yunanla savaşırken babasına mektup yazar: “Baba benim yüzümden sana işkence ediyorlar, istersen yanına köye döneyim”, der. Babası Sadık cevabında, “Sakın gelme oğul, bende silah alıp yanına geleceğim, der.
Babası oğlundan uzak çok zor günler geçirir. Yunan yanlısı eşkıyalar evini basıp kendisinden haraç ister. Ters davrandığında ise kenardaki kızgın sacayağını boynuna geçirirler. Eşkıya bir köşede sakladığı yüz parayı alıp kaçar.
Eşkıya Davut, oğlundan dolayı babasını Karaorman Köyüne çağırmıştır. Köy odasında Davut ve diğer eşkıyalar etrafını sarıp, “Senin hakkında vur emri var. Bana beşyüz lira ver canını bağışlayayım”, der. Hoca baba Sadık, “Param yok, olsa da size vermem” der, sözüne devam eder: “Oniki kişiye bakıyorum. Verirsem Allah benden bunun hesabını sorar”, der. Davut, adamlarına üstünü aramalarını söyler. Kuşağından oğluna yazdığı, henüz göndermediği, kendisinin de savaşmak istediğini söylediği mektup çıkar. Mektubu okuduklarında Eşkıya Davut çılgına döner. Bunun üzerine onu Meliköy karşısında söğütlüğe götürüp vurur, şehit eder…
Bir gün Ali Rıza ve arkadaşları Kuvayi Milliye’ye at gerekince Orhaneli’den Hara’ya geliyorlar. Hara Yunanlıların elindedir. Girişte iki Yunan askeri kenarda çeşme tamir ediyor. Askerler Türk askerini görünce Hara içine kaçıp arkadaşlarına haber veriyorlar. İki taraf askeri karşılıklı çatışmaya başlıyor.Yunan askerleri makineli tüfek ile taramaya başlıyor. O dakikada Ali Rıza’nın gözü önünde otlar eriyip gidiyor… Ateş, duman, silah sesleri, bağırışlar… Müfreze komutanı Nazif Ağanın Ahmet kolundan vuruluyor. Davut bir gurup Yunan askeriyle ilçeden yetişerek askerlerimizi çember altına alıyor. Ali Rıza ve arkadaşları çemberi yarıp güvenli bir bölgeye çıkıyor. Kavaklı ile Güllüce arasından Karapürçek Çataldağı’na geçtiklerinde yaralı Ahmet şehit oluyor. Onu orada toprağa veriyorlar.
Ali Rıza, günlerin içinde dağlarda tepelerde kavrulup gidiyordu..
Gökyüzünde kuş uçmuyordu. Kuşlar uzaklara kaçmıştı. Tepedeki çam ağaçlarının altında koşarken vurulmak içten bile değildi. Silah sesleri, kırılan dalların ve insanların yankılanan haykırışları birbirine karışıyordu. Oysa sular pınarın yolunda tüm sadeliğiyle akıyordu. Bir beden yıkılıp suya düşerse su kırmızıya boyanıp yolunu değiştirecekti belki…
Otuz kilometre yol yürümüştü iki gündür. Karnı aç, heybesi boştu. Güvenli bir köy kahvesinde bir ayran ikramıyla karşılaşmayı ne çok istedi. İlçenin her tarafı karmaşa içindeydi. Yunan askerleri, iyi çeteler, kötü çeteler, fakir halk, iç içe bir karmaşa,…Kimse kendini güvende hissetmiyordu. Köylerde kadınlar ve çocuklar evlerde mermi sesleriyle yaşıyorlardı. Şimdi demir bir tastaki ayran açlık ve yorgunluğunu bastıracaktı. Rastgele bir kapıyı çalmak marifet değildi, ardından kimin çıkacağı bilinmiyordu. Düşman her tarafa yayılmıştı.
O öğle köy meydanı ve evler sakindi. Böyle dağlarda, bağlarda toplandılar; birçok köyden mahalleden koparak… Yemyeşil yaşlı ağaçlarla çevrelenmiş kırda derin bir sessizlik içinde bekleşiyorlardı. Uzanmışlardı taştan yataklarına. Her birini düşünceler sarmıştı ama şimdi gözleri pek kahramanlardı. Yaslandığı kayada “Ölüme gidiyoruz belki; zaten ölüyüz bu esaretle” dedi kendine. Bu günlerde vatan sevgisinin ne demek olduğunu daha iyi anlıyordu. Şimdi yüksek çalılarla çevrili bahçenin ardındaki kırmızı parlak elma, iri yeşil üzüm salkımı gibi cazipti esaretten kurtulacağı özgür günler. Tozunu üfledi bıçağının…
Ceplerini karıştırdığında eline bir süt eriği geldi. Tepelerde koştururken ağaçtan koparmıştı. Yeşil süt eriğini ağzına attı. Ağzından çıkardığı, henüz sertleşmemiş, sıkınca patlayacak çekirdeğe baktı. Artık bu kadar hassastı can. Kim ölecek kim kalacak bilinmez bir zaman… Olsundu!... Feda olsundu bu can bu vatan uğruna. İki parmağı arasında çekirdeği sıktı patlattı. Ölümler vız gelirdi ona!..
Başka bir gün, Kuvayi Milliye askeri arkadaşlarıyla dolaşırken; Yunanlı bir birliğin Bursa tarafından geldiğini görürler. Siper almak için tarlaların ötesine, tepelere doğru çekilip, mevki alırlar. Karşılıklı uzun çatışırlar. Bir ara çatışma azalınca arkadaşı AliRıza’ya, “Ceketine ne oldu” der. Çatışma sırasında cepheden cepheye savrulurken ceketinin delik deşik olduğunu fark eder.
Tepelerden Yunanlı askerleri ustalıkla vururlar. Kurşunu yiyen etekli askerler savrulup gidiyordu… O bahar, bitkilerin çiçeklerin arasında uçuşan etekleriyle Yunan askerinin düştüğü durum komikti…
Ali Rıza ömrü boyunca birçok meslek yapmıştır. Bezzazlık, inşaat ustalığı,… Çalışmayı seviyordu. Buna rağmen yaşamı boyunca yoksulluk çekmiştir. Savaştan sonra su değirmeni işletti.Değirmenin akan sakin suyu kenarında yaşadığı tüm kahramanlıkları oğlu Kazım’a anlattı..
Devecikonağı yolu üzeri Kösehoroz Köyü altındaki bu değirmende un öğütmeye gelenlere, vatan toprağının ne kadar değerli olduğunu anlattı durdu… Ali Rıza, doğruluğa önem veren, insanları seven biriydi.
Savaş bitince Hulisi KOÇAK, “Git sen de madalyanı al, ben aldım” der. Ali Rıza ”Ben madalya için hizmet vermedim, deyip almaya gitmez: O kadar bir kahraman, o kadarda mütevazidir…
Bir gün kargaşa bir sorgulamada “Bu vatan için yaptığım kahramanlık dışında ben babamı da feda ettim” der.
Ali Rıza GÖKBERK, 1987 yılında 88 yaşında vefat etti. Bir zamanlar vatanı uğruna koştuğu topraklardaki bir tepede mezarında huzurla yatıyor.
Arif ÖDEMİŞ
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar
1919 ortalarından1920 sonuna kadar istilacı Yunan ordusunun karşısında savaşan silahlı kuvvet, Kuvayi Milliye, Bursa-Mustafakemalpaşa ilçesinde 172. Yaya Alayı Komutanı Yarbay Osman Bey tarafından teşkilatlandırılmıştır.
Başkanlığını Gürcü Mehmet Efendinin yaptığı Kuvayi Milliye Teşkilatı; Başhafız Ahmet Efendi, Hafız Mustafa Efendi, Benli Ahmet Ağa, Kürt Mevlüt, Ahmet Hulusi Koçak, İsmail Uzel, Kıyıcı Halit Efendi gibi isimlerden oluşuyordu.
Bu harekete önce Kömürcükadı Köyü, Karapınar, Yaveli, Güller Köyü halkı guruplar halinde katıldı. Bunlara kaymakam tarafından gizlice cephane verilerek yer tahsis edildi.
O karanlık günlerde; halkta milli hisleri güçlendirip direniş duygusu yaratmak üzere, Danaçayır meydanında güreş ve koşu müsabakası düzenlendi. İnsanları bir araya toplamanın iyi bir yoluydu bu. O gün oradaki coşku savaşa hazırlanışın sevinç çığlıklarıydı sanki. Müsabakalar sonunda meydanda kürsüdeki öğretmen, kapanış konuşmasında memleketin parçalanmasına göz yummanın katlanılamaz bir durum olduğunu söyledi.
Kahramanımız, Ali Rıza GÖKBERK “Hey Onbeşli, Kızların gözü yaşlı” türküsünün söylendiği dönemde 1917’de İstanbul’da askerdi. Seferberlik zamanı onsekiz yaşında asker oldu.
Rüştiye mezunu Ali Rıza, iki sene askerliği sırasında Birinci Dünya Savaşı kaybedilip silah bırakılınca Devecikonak Karaorman arasındaki doğduğu Çavuş Köyüne gelip yerleşti. Kasabası Yunan işgali altındaydı….
Bir gün İlçeden köye dönerken Lalaşahin mezarlığı civarında Yunan askeri Ali Rıza’nın yolunu keser. Üzerinde çakı bulunur. Tartışma çıkar ve işgal komutanlığına getirilir.
O gece karakolda sabahlıyor. Askere gitmeden önce yıllardır köprübaşındaki “Taş Mağaza” sahibi manifaturacı Rum Yorgi’nin yanında çalışmaktadır. Nezarette iken yanındaki diğer kişiyi ziyarete gelen bir vatandaşa “Yorgi’ye söyle beni buradan çıkarsın” der. Yorgi, Yunan komutanla yanına gelir. Komutan, “Yorgi’ ye dua et yoksa subayıma karşı geldiğin için seni az daha Atina’ya gönderecektim” der ve onu salıverir.
Arzuhalci Hulisi KOÇAK, Kuvayi Milliye’ye gizlice adam toplayan biridir. AliRıza’nın Yunan askerlerine problem çıkarttığını duyunca onun peşine düşer. İşgal komutanlığı binasından çıkarken bulur. Kuvayi Milliye’ye katılma teklifi karşısında sevinir ancak babasını haberdar etmek için köye yanına gitmek istediğini söyler. Beraber köye giderler. Köyde bir gece kalıp babasından izin alırlar. Yetmişüç yaşındaki babası sevinerek, “Vatan için feda olsun, al götür oğlumu” der.
AliRıza, Hulisi KOÇAK ile Beyce cephesine (Orhaneli’nin eski adıyla) kaydolup teslim olur. Erkan-ı Harp Haydar Bey’in (Genel Kurmay subayı) emrine girer. Halktan birileri bu durumu Yunana bildirir. Yunanla birlik olan Eşkıya Davut bunu duyunca AliRıza’nın babasına uzun süre işkence ederek sonunda da şehit edecektir.
Kuvayi Milliye eri olarak Yunanla savaşırken babasına mektup yazar: “Baba benim yüzümden sana işkence ediyorlar, istersen yanına köye döneyim”, der. Babası Sadık cevabında, “Sakın gelme oğul, bende silah alıp yanına geleceğim, der.
Babası oğlundan uzak çok zor günler geçirir. Yunan yanlısı eşkıyalar evini basıp kendisinden haraç ister. Ters davrandığında ise kenardaki kızgın sacayağını boynuna geçirirler. Eşkıya bir köşede sakladığı yüz parayı alıp kaçar.
Eşkıya Davut, oğlundan dolayı babasını Karaorman Köyüne çağırmıştır. Köy odasında Davut ve diğer eşkıyalar etrafını sarıp, “Senin hakkında vur emri var. Bana beşyüz lira ver canını bağışlayayım”, der. Hoca baba Sadık, “Param yok, olsa da size vermem” der, sözüne devam eder: “Oniki kişiye bakıyorum. Verirsem Allah benden bunun hesabını sorar”, der. Davut, adamlarına üstünü aramalarını söyler. Kuşağından oğluna yazdığı, henüz göndermediği, kendisinin de savaşmak istediğini söylediği mektup çıkar. Mektubu okuduklarında Eşkıya Davut çılgına döner. Bunun üzerine onu Meliköy karşısında söğütlüğe götürüp vurur, şehit eder…
Bir gün Ali Rıza ve arkadaşları Kuvayi Milliye’ye at gerekince Orhaneli’den Hara’ya geliyorlar. Hara Yunanlıların elindedir. Girişte iki Yunan askeri kenarda çeşme tamir ediyor. Askerler Türk askerini görünce Hara içine kaçıp arkadaşlarına haber veriyorlar. İki taraf askeri karşılıklı çatışmaya başlıyor.Yunan askerleri makineli tüfek ile taramaya başlıyor. O dakikada Ali Rıza’nın gözü önünde otlar eriyip gidiyor… Ateş, duman, silah sesleri, bağırışlar… Müfreze komutanı Nazif Ağanın Ahmet kolundan vuruluyor. Davut bir gurup Yunan askeriyle ilçeden yetişerek askerlerimizi çember altına alıyor. Ali Rıza ve arkadaşları çemberi yarıp güvenli bir bölgeye çıkıyor. Kavaklı ile Güllüce arasından Karapürçek Çataldağı’na geçtiklerinde yaralı Ahmet şehit oluyor. Onu orada toprağa veriyorlar.
Ali Rıza, günlerin içinde dağlarda tepelerde kavrulup gidiyordu..
Gökyüzünde kuş uçmuyordu. Kuşlar uzaklara kaçmıştı. Tepedeki çam ağaçlarının altında koşarken vurulmak içten bile değildi. Silah sesleri, kırılan dalların ve insanların yankılanan haykırışları birbirine karışıyordu. Oysa sular pınarın yolunda tüm sadeliğiyle akıyordu. Bir beden yıkılıp suya düşerse su kırmızıya boyanıp yolunu değiştirecekti belki…
Otuz kilometre yol yürümüştü iki gündür. Karnı aç, heybesi boştu. Güvenli bir köy kahvesinde bir ayran ikramıyla karşılaşmayı ne çok istedi. İlçenin her tarafı karmaşa içindeydi. Yunan askerleri, iyi çeteler, kötü çeteler, fakir halk, iç içe bir karmaşa,…Kimse kendini güvende hissetmiyordu. Köylerde kadınlar ve çocuklar evlerde mermi sesleriyle yaşıyorlardı. Şimdi demir bir tastaki ayran açlık ve yorgunluğunu bastıracaktı. Rastgele bir kapıyı çalmak marifet değildi, ardından kimin çıkacağı bilinmiyordu. Düşman her tarafa yayılmıştı.
O öğle köy meydanı ve evler sakindi. Böyle dağlarda, bağlarda toplandılar; birçok köyden mahalleden koparak… Yemyeşil yaşlı ağaçlarla çevrelenmiş kırda derin bir sessizlik içinde bekleşiyorlardı. Uzanmışlardı taştan yataklarına. Her birini düşünceler sarmıştı ama şimdi gözleri pek kahramanlardı. Yaslandığı kayada “Ölüme gidiyoruz belki; zaten ölüyüz bu esaretle” dedi kendine. Bu günlerde vatan sevgisinin ne demek olduğunu daha iyi anlıyordu. Şimdi yüksek çalılarla çevrili bahçenin ardındaki kırmızı parlak elma, iri yeşil üzüm salkımı gibi cazipti esaretten kurtulacağı özgür günler. Tozunu üfledi bıçağının…
Ceplerini karıştırdığında eline bir süt eriği geldi. Tepelerde koştururken ağaçtan koparmıştı. Yeşil süt eriğini ağzına attı. Ağzından çıkardığı, henüz sertleşmemiş, sıkınca patlayacak çekirdeğe baktı. Artık bu kadar hassastı can. Kim ölecek kim kalacak bilinmez bir zaman… Olsundu!... Feda olsundu bu can bu vatan uğruna. İki parmağı arasında çekirdeği sıktı patlattı. Ölümler vız gelirdi ona!..
Başka bir gün, Kuvayi Milliye askeri arkadaşlarıyla dolaşırken; Yunanlı bir birliğin Bursa tarafından geldiğini görürler. Siper almak için tarlaların ötesine, tepelere doğru çekilip, mevki alırlar. Karşılıklı uzun çatışırlar. Bir ara çatışma azalınca arkadaşı AliRıza’ya, “Ceketine ne oldu” der. Çatışma sırasında cepheden cepheye savrulurken ceketinin delik deşik olduğunu fark eder.
Tepelerden Yunanlı askerleri ustalıkla vururlar. Kurşunu yiyen etekli askerler savrulup gidiyordu… O bahar, bitkilerin çiçeklerin arasında uçuşan etekleriyle Yunan askerinin düştüğü durum komikti…
Ali Rıza ömrü boyunca birçok meslek yapmıştır. Bezzazlık, inşaat ustalığı,… Çalışmayı seviyordu. Buna rağmen yaşamı boyunca yoksulluk çekmiştir. Savaştan sonra su değirmeni işletti.Değirmenin akan sakin suyu kenarında yaşadığı tüm kahramanlıkları oğlu Kazım’a anlattı..
Devecikonağı yolu üzeri Kösehoroz Köyü altındaki bu değirmende un öğütmeye gelenlere, vatan toprağının ne kadar değerli olduğunu anlattı durdu… Ali Rıza, doğruluğa önem veren, insanları seven biriydi.
Savaş bitince Hulisi KOÇAK, “Git sen de madalyanı al, ben aldım” der. Ali Rıza ”Ben madalya için hizmet vermedim, deyip almaya gitmez: O kadar bir kahraman, o kadarda mütevazidir…
Bir gün kargaşa bir sorgulamada “Bu vatan için yaptığım kahramanlık dışında ben babamı da feda ettim” der.
Ali Rıza GÖKBERK, 1987 yılında 88 yaşında vefat etti. Bir zamanlar vatanı uğruna koştuğu topraklardaki bir tepede mezarında huzurla yatıyor.
Arif ÖDEMİŞ
Son düzenleyen _Yağmur_; 11 Ocak 2014 23:36
Sebep: iç başlık