Ziyaretçi
Duyu organları hakkında ilginç bilgiler verir misiniz?
Sponsorlu Bağlantılar
- Parmak izine benzer şekilde, herkes tek ve benzersiz bir dil izine sahip. Tüm insanların dil ve diş izi birbirinden farklıdır.
- Burnumuz köpekler kadar hassas değildir, ancak 50 bin farklı kokuyu hatırlayabilir.
- Eğer el tırnaklarınızı ayak tırnaklarınızdan daha sık kesiyorsanız, bu doğaldır. El tırnaklarımız daha çok kullanıldığı için daha hızlı uzuyorlar. Elimizin tırnakları 0,5 - 0,6 mm hızla uzar. Yani kesilmezlerse yılda 2,5 - 3,0 santimetre uzunluğa ulaşabilirler. Ayak tırnaklarının uzama hızı bunun dörtte biri kadardır. En hızlı uzayan tırnak orta parmağın tırnağıdır.
- İnsanların kulaklarına bir deniz kabuğu dayadıklarında hışırtılı bir ses duydukları doğrudur, ama bunun denizin sesi olduğu tamamen romantiklerin bir uydurmasıdır. Bu ses kişinin o sırada kulağına hücum eden kanın çıkardığı normalde duyulamaz olan sesin ekolu halidir.
- İnsanın burnu da kulağı da yaşadığı sürece, fark edilemez bir hızda da olsa, sürekli olarak büyümeye devam eder. Hiç durmadan büyümeyi sürdüren kulak ve burun, bedenin ölümden sonra da gelişmesine izin verdiği organlardandır.
- İnsan gözleri, doğum anından ölüme kadar sürekli aynı boyutta kalır.
- İnsan burnu her gün yaklaşık olarak 50 metre küp havayı temizler, ılıtır ve nemini alarak vücuda verir.
- İnsan gözü aslında öylesine keskindir ki, gözünde sorun olmayan biri, aysız bir gecede yüksek bir tepede duruyor olsa, tam 75 kilometre ötede yakılan bir kibritin ateşini görebilirdi.
- Hapşırırken gözünüzü açık tutmak bilimsel olarak olanaksızdır.
- Yazılı bir kağıdı okuyan birinin gözü aslında hiçbir zaman sözcükleri sırayla takip etmez, bir sözcük kümesinden diğerine sıçrar durur. Gözün bu yeteneğini bilip de onu geliştiren insanlar da ’hızlı okuma’ dediğimiz yeteneğe sahip olmaktadırlar.
- Kaba bir hesapla, bir ülkede yaşayan yetişkinlerin hemen hemen üçte ikisi aynı anda gözlük takmaktadırlar.
- İnsan gözünün karanlıkta görmeye alışması tam bir saat almaktadır. Ama bu süre geçtikten sonra insan gözü ışığa gün ışığında olduğundan tam 100.000 kez daha duyarlı hale gelebilmektedir.
- İnsan gözü aynı anda yaklaşık bir milyon değişik görüntüyü ve sekiz milyon kadar da değişik rengi algılayabilir.
- Normal bir insanın görüş açısı 180 derecedir.
- Görme duyusunun işlevi tüm duyu organlarının işlevleri arasında yüzde 90’lık bir orana sahiptir. Yani beş duyu organının işlevlerinin yüzde 90’ı gözler tarafından yerine getirilmektedir.
- Bir insan zevk aldığı zaman göz bebeği yüzde 45 oranında büyür.
- Mavi gözler ışığa en duyarlı, kahverengi gözler ise en az duyarlı olanlardır.
- İnsanın gülümsemek için 17 kasa, somurtmak içinse tam 43 kasa ihtiyacı vardır.
- Normal bir insan yaşamı boyunca tam 25 milyon kez parmak eklemlerini oynatmaktadır.
Bunların dışında meraklısına...
Aslında 33 duyumuz var
Hepimiz sıcaklığı, basıncı, dokunmayı hissetmez miyiz? Eklem pozisyonumuzun konumunu, vücut hareketimizi, dengeyi? Tabii ki bütün bunları da hissederiz veya duyumsarız, biliriz.
Ancak bu arada vücutta farkında olmadığımız başka kontrol sistemleri de vardır. Beyin ve omuriliğin içinde bulunduğu serebrospinal sıvısının pH düzeyini hissetmesi gibi... İçimizdeki sistemlerin, kendi ve çevresindeki olayları algılamasını, biz hissetmesek de, bunlar vardır. Bilim ilerledikçe duyu tanımı ve sayısı değişiyor.
Bilim, beynin gizemli dünyası içine, giderek daha derinliğine girdikçe, bugüne kadar ders kitaplarında öğretilen, yüzyıllar boyu herkesin üzerinde hemfikir olduğu bilgiler de eskiyor. Örneğin şu meşhur 5 duyu: Görme, koklama, duyma, dokunma ve tat alma.
Bilim dünyası 5’ten çok daha fazla duyumuz olduğu konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde karar kılındı. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere göre bu sayı 33’e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi, duyular konusunu geniş bir dosya olarak ele aldı ve bilim dünyasında üzerinde tam veya yarım fikirbirliği içinde olunan yeni duyularımızın hem listesini yayımladı hem de fonksiyonları hakkında geniş bilgi verdi. Size bu dosyadan ilginç bölümleri özetleyeceğiz.
Özellikle bu duyuların bir kısmı, ilginç ve şaşırtıcı kişilikleri bilim dünyasınca araştırılan insanlar üzerinde saptandı.
Mesela bunlardan biri bir Türk ressam. Hiç görmediği varlıkların resimlerini yapabilen Türk ressam Eşref Armağan, bugün bilim dünyası için hem şaşırtıcı hem de beynin gözün görmediği varlıkların resimlerini nasıl yaptığı konusunda ilginç veriler sunuyor. Bir başka ilginç kişilik de diliyle gören bir Amerikalı. Gözleri görmediği halde, dilinin üzerine yerleştirilen aygıt sayesinde diliyle ‘görebilen’ Erik Weihenmayer‘ın durumu, duyusal algılama konusunda yeni açılımları da ortaya koyuyor.
Karmaşık sinyaller
Sözgelimi işitme duyusunu ele alalım. Bu tek bir duyu mu yoksa yüzlerce -her bir koklea tüy hücresi için bir tane- duyu mudur? Bilim insanları şimdi, yüksek-frekans işitme yeteneği ile düşük frekans netliği arasındaki ilişki açısından, duymanın tek bir duyu olmadığını belirtiyorlar. Dolayısıyla bu ikisini ayrı ayrı ele alıyorlar. Duyu organlarımızın yapıları hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, duyu sayısı artmış gibi görünür.
Duyular çok karmaşık görünüyor. Ancak bilim insanları duyular söz konusu olduğunda, kastettikleri duygular veya algılardır. İnsanlar yüksek varlıklar olarak ışığı ve gölgeyi görürken, nesneleri, alanları, insanları ve bunların pozisyonlarını algılar. Sesleri duyar, ancak konuşmaları ve müziği algılar. Bizler, karmaşık kimyasal sinyallerin karışımlarının tadını ve kokusunu duyarız fakat bu karışımı dondurma, portakal veya biftek olarak algılarız.
Bilim adamları, algılamayı organize beynin ham duyusal verilere ilave ettiği ‘katma değer’ olarak görüyor.
Verilen bir örnek şöyle:
‘Kalabalık bir toplantı salonunu düşünün. Bir kişiyle karşılıklı konuşurken, geri plandaki tüm seslere kulaklarımızı kapatabiliriz. Onları duymayız. Diyelim ki arka plandaki biri adımızı çağırsın, biz hemen bunu duyarız ve kulaklarımızı özel konuşmaya kapatarak hemen sesin geldiği yöne dikeriz. Sonuç: Her zaman çevresel sesleri duyarız ancak bunları her zaman dinlemeyiz. Yani algılamalarımız, basit duyuların her zaman ötesine geçer.’Burada şu saptama yapılıyor: Önemli olan algılardır, duyular yalnızca algıya eşlik ediyorlar.
İhtiyaca göre duyu
Yapılan deneyler sonucu anlaşıldı ki, görmeyen gözün yerini, bir başka duyu alıyor ve bedenimiz veya beynimiz açığı kapatmaya çalışıyor. Birdenbire bilimin önünde yeni bir kapı açıldı ve şu soru felsefi boyutta da tartışılmaya başlandı: Bildiğimizin veya sandığımızın tersine, görme, işitme, dokunma vb. duyular arasında aslında bir ayrım yok mu? Bu duyularla dünyayı algılayışımız arasında çok da önemli bir bağlantı yok mu?
Beyin, ihtiyacı olan bilgiyi, örneğin göz yoksa, başka organlarla da toplayabiliyor. Bilgiyi toplayan duyu organı ve bu bilginin beyne aktarılış biçimi, sanki çok da önemli değil. Burada önemli olan ihtiyaç hissedilen bilgi!
Kimilerine göre bu, beynin esnekliğinin kanıtı. Beyin, görme gibi birincil önemde bir duyu kaynağından yoksun kaldığında, mesela dokunma gibi, daha önemsiz bir duyu yoluyla gerekli bilgileri elde etmeye çalışır.
Bilim dünyası şimdiden, görsel dünyayı sesle yansıtan bir video kamera geliştirdi. Daha parlak nesneler kameraya daha yüksek ses olarak yansırken, yanal konum stereo sesle temsil ediliyor. Günün birinde gözleri görmeyenler belki de stereo surround ses sistemi sayesinde, bütün oyunları oynayabilecekler.
5 değil, tam 33 duyumuz var
Kitaplarda okuduğumuz beş duyumuz eski bilgi oldu. Duyularımızın sayısı 33’e ulaştı! Aslında tutucu davranan bilim adamları, bu 33 duyudan 10’unu kabul ediyor. Radikal davranan bilim adamları 33’ünü de kabul ediyor. Ortada olan bilim adamları bir arabulucuk yapıyor ve 21 tanesine, ‘Evet bunlar duyu’ diyor. Peki bu 33 duyu nasıl ortaya çıkıyor?
Duyularımızı aldığımız uyarıların niteliklerine göre sınıflandırdığımızda, ortaya beş değil üç duyu sınıfı çıkıyor: Bunlar tat, koku veya kan şekeri gibi içsel algıları uyaran kimyasal duyular; dokunma ve duyma ile ilgili mekanik duyular ve görme ile ilgili ışık. Bazı hayvanlarda, biz insanlardan fazla olarak, manyetik duyu da bulunuyor. Bütün bu duyu gruplarının işleyebilmesi için, farklı duyusal sistemlere ihtiyaç var. Mesela iç kulakta ince kıl hücreleri olması veya ışık fotonlarının retinaya çarpma gereği gibi.
Fakat bu sistemleri kendi içinde alt gruplara da böldüğünüzde ‘duyu’ya şöyle bir tanım getiriyorsunuz: Özel sinyallere tepki veren ve beynin özel bir bölgesine bilgi gönderen özel hücre tiplerinden oluşan bir sistem.
İşte size bu sistemin 33 alt dalı:
- Görme: Işık, renk, kırmızı, yeşil, mavi
- Duyma
- Koku: 2000 veya daha fazla reseptör tipi
- Tat: Tatlı, tuzlu, ekşi, acı, umami
- Dokunma: Hafif dokunma, şiddetle bastırma
- Ağrı: Deri ile ilgili, vücut ile ilgili, iç organlar ile ilgili
- Mekanik algı: Denge, döngüsel hız, doğrusal hız, eklem konumu, kinestez, kas gerilimi-tendon organları, kas gerilimi-kas lifleri
- Sıcaklık: Sıcak, soğuk
- İç algılar: Tansiyon, damar içi kan basıncı, merkezi damar kan basıncı, kafa kan sıcaklığı, kan oksijeni içeriği, beyin-ilik sıvısı pH’sı, plazma osmotik basınç (susuzluk), arter-damar kan şekeri farklılığı (açlık), akciğerde genişleme, idrar kesesi gerilmesi, dolu mide
Türk ressam Eşref Armağan’ın, hiç görmediği evlerin, dağların, göllerin, yüzlerin ve kelebeklerin resimlerini nasıl yaptığının sırrı, ABD’de psikologların ve nörologların yürüttüğü deneylerle çözüldü. Burada bilim insanları şu soruya yanıt aradılar: Beynimizdeki imajları sadece gözlerimizi kullanarak mı yaratırız, yoksa diğer duyularımızı da kullanır mıyız? Bilim insanları, görmezlerin, dokunarak bir taslak resmi bir gören gibi algılayabildiğini kanıtladılar. Üç boyutu anlıyorlar ve de çizebiliyorlardı. Sonuç: Gören bir insan bakarak, görmeyen ise dokunarak aynı şeyi öğreniyor.
Diliyle ''görebilen'' adam
Adı Erik Weihenmayer, görme duyusunu 13 yaşındayken yitirdi. Şimdi koca adam tabii. Wisconsin Tıp Fakültesi’ne bağlı Paul Bach-y-Rita’nın laboratuvarında müthiş bir deney yaşadı ve bu deneyin sonucunda diliyle ‘görebilir’ duruma geldi. Alnına yerleştirilen kamera, elektronik bir aygıta sinyal gönderiyor, bu sinyal de karanlık ve ışık dizgesini elektrik akımlarına dönüştürüyordu. Akımlar, pul büyüklüğünde bir levha üzerindeki elektrodlarda görüntü biçiminde kodlanarak diline aktarılıyordu. Bu yolla beyninde görüntü oluşturuluyordu. Weihenmayer, yıllardır kapalı olduğu dünyanın dışına çıkmış ve uzay, derinlik ve biçimi duyumsayabilmişti.
Derlemedir.