Nükleer Enerjisiz Bir Japonya Mümkün mü?
Japonya'da Fukuşima felaketi sonrası nükleer enerji protestoları sürüyor. Ülkenin başka yollarla enerji ihtiyacını karşılayıp karşılayamayacağı belirsizliğini koruyor.Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, yapılan testler sonucunda Japonya’daki nükleer santrallerin uluslararası standartlara uygun olduğunu duyurdu. Ülkede şu anda 54 nükleer reaktörden sadece üçü faaliyette.
Japon atom lobisi derin bir nefes aldı. Yapılan gerilim testleri nükleer reaktörlerin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) standartlarına uygun olduğunu ortaya koydu. Merkezi Viyana'da bulunan kurumun 10 kişilik uzman heyeti, Tokyo’nun talebi doğrultusunda ülkeye gelerek Japon nükleer santrallerinin deprem, tsunami, elektrik kesintisi gibi ağır felaketlere karşı dayanıklı olup olmadığını kontrol etti.
Nükleer reaktörler, testlerden başarıyla geçti geçmesine ancak UAEK daha ayrıntılı incelemeler yapılmasını istedi. Kurum tarafından açıklanan raporda Japon Nükleer ve Endüstriyel Güvenlik Kurumu'ndan, işletmecilerin alacağı önlemlerin kayda geçirilmesi ve denetlenmesi istendi. İşletmecilerin arızaları bildirmemesi ve yapılması zorunlu onarımlar konusunda yetkilileri aldatması nedeniyle geçmişte bir dizi ihmal ve kusur meydana gelmişti.
Bu nedenle Nükleer ve Endüstriyel Güvenlik Kurumu (NISA) da reformdan geçirilecek. Bugüne kadar söz konusu kurum ülkede nükleer ekonomiyi de yönlendiren Ekonomi Bakanlığı'na bağlıydı. Ancak şimdi bakanlar kurulunun üzerinde anlaştığı bir yasa tasarısıyla Çevre Bakanlığı'na bağlı yeni bir nükleer enerji düzenleme kurumu oluşturulacak. İlgili yasa tasarısı nisan ayı başında parlamentoda görüşülecek.
Japonya'da 54 nükleer reaktörden şu anda sadece üçü çalışıyor. Zira 13 aydır Japonya’daki nükleer reaktörler düzenli bakım kontrolleri nedeniyle durduruluyor. Ve eğer kalan üç reaktör de nisan ayına kadar bakım amacıyla durdurulursa adada nükleer enerji kullanımdan çıkmış olacak.
Yeni yasa tasarısıyla Japonya'da nükleer santrallerin çalışma süresi ilk kez 40 yılla sınırlı tutuluyor. Ancak yeni yasa tasarısında bazı boşluklar bulunuyor. Buna göre hükümet işletmecilere, güvenlik gereklerini yerine getirmeleri halinde bazı istisnaî durumlar için tesisleri vadesinden fazla çalıştırma imkânı tanıyor.
Ancak Japon nükleer enerji lobisi, karşısındaki direnişi hissediyor. Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olan Japonya’nın nükleer enerji olmadan ayakta durması yıllardır hayal bile edilemiyordu. Fukuşima nükleer felaketine kadar ülkedeki 54 nükleer reaktör ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 30’unu karşılıyordu. Şimdi ise aktif olan reaktörler enerji ihtiyacının ancak yüzde 3’ünü karşılayabiliyor.
Yerel makamların izin vermesi sonrasında tesisler tekrar devreye girebilecek. Ancak Fukuşima felaketinin halkta oluşturduğu derin güvensizlik ve izin süreçlerinin bir hayli zaman alması nedeniyle bunun aylar sürmesi bekleniyor.
Öte yandan nükleer enerjinin kullanılmaması ülkede enerji temin edilemediği anlamına gelmiyor. Anayollarda ışıklar yanmaya devam ediyor, trenler çalışıyor, enerjinin yoğun olarak kullanıldığı ağır sanayide üretim devam ediyor. Hatta ekonomi ve ticaret bakanlığının açıklamalarına bakılırsa aralık ayında sanayi üretimi yüzde 4 oranında arttı. Bu büyümeye neden olan ise elektronik ve otomotiv endüstrisinde faaliyet gösteren şirketler oldu. Ocak ayında yüzde 2,5’lik, şubat ayında da yüzde 1,2’lik bir büyüme yaşandı.
Fukuşima felaketinin halkta oluşturduğu derin güvensizlik ve izin süreçlerinin bir hayli zaman alması nedeniyle nükleer santrallerin devreye girmesinin aylar sürmesi bekleniyor Nükleer enerjiden bu geçici vazgeçişin bir bedeli var elbette: Özel hanelerde ve enerjinin yoğun olarak kullanıldığı şirketlerde yoğun saatlerde enerji tüketimini azaltmaya dönük adımlar atılıyor.
Ayrıca işletmeciler açısından ve orta vadede müşteriler açısından da masraflar bir hayli yüksek. Zira hammadde açısından fakir olan ülkenin ham petrol gibi yakıtlara yönelmesi gerekiyor. Ve bu aralar uluslararası toplumun İran’a yönelik başlatmak istediği petrol ambargosu da Japonya’yı zora sokacak. Zira Japonya ithal ettiği petrolün yüzde 10’unu İran’dan alıyor.
Her ne kadar bir süredir kullanımda olmayan termik santraller yeniden faaliyete geçirilse de yenilenebilir enerji kaynakları Japonya'nın enerji açlığını dindirmek için henüz yeterli değil.
Kıyametin Tohumları
Küresel Tohum Deposu ile önemli tohumların savaş, doğal felaket gibi durumlar karşısında güvenliğinin sağlanması amaçlanıyor.Norveç'in kuzeyindeki Svalbard takımadasında buzulların arasındaki bir dağın 130 metre derinliğine inşa edilen ambar, geleceğin Nuh'un Gemisi işlevi görecek.
2008 yılında kurulan ve Norveç hükümetiyle ‘Kültür Bitkileri Çeşitliliği Küresel Fonu' (Global Crop Diversity Trust) ve Kuzey Genetik Kaynaklar Merkezi tarafından desteklenen depo, sürekli yeni tohum numuneleriyle zenginleştiriliyor.
Depo, en son bu hafta Suriye’den getirilen 25 bin adet nohut, bakla ve diğer baklagillere ait tohum numunesiyle takviye edildi. Svalbald Küresel Tohum Deposu’nda, resmi açılışının yapıldığı 2008 yılından bu yana depolanan numune sayısı 740 bini aştı. Toplamda 500’er tohum içeren 4,5 milyon numune, yani 2 milyar 250 milyon tohumun depolanması hedefleniyor.
Kriz Bölgelerinde Yedekleme Önemli
Kültür Bitkileri Çeşitliliği Küresel Yediemin Fonu Başkanı Cary Fowler, şu ana kadar depolanan 740 bin tohum numunesinin, dünyanın önde gelen tohum çeşitlerinin dörtte üçüne denk geldiğini tahmin ettiklerini belirtti.Eski bir kömür yatağının 120 metre kadar içine giren bir sığınak şeklindeki tesis, 27 metre uzunluk, on metre genişlik ve altı metre yüksekliğindeki üç ambardan oluşuyor
Fowler, Suriye merkezli Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nden gönderilen numunelerle birlikte, şimdiye kadar elde bulunan tüm numunelerin yedeklendiğini belirtti. Suriye’deki tesisin ülkedeki çatışmalarda zarar görmediğini belirten Fowler, “Suriye’de yaşanan olaylar, bir ülkenin dışında yedekleme çalışmalarının önemini açıkça gösteriyor” diye konuştu. Irak ve Afganistan’daki savaşlarda tohum ambarlarının tahrip olduğuna dikkat çeken Fowler, Mısır’da geçen yıl yaşanan halk ayaklanmasında da bir ambarın yağmalandığını belirtti.
Kıyamet Günü Kasası
Kıyamet günü kasası diye de anılan Svalbard Küresel Tohum Deposu, küresel ısınma, deprem ve hatta nükleer saldırılara karşı dirençli bir şekilde inşa edildi. Eski bir kömür yatağının 120 metre kadar içine giren bir sığınak şeklindeki tesis, 27 metre uzunluk, on metre genişlik ve altı metre yüksekliğindeki üç ambardan oluşuyor. Şu anki deniz seviyesinin 130 metre üzerinde bulunan depoların, iklim değişikliğine bağlı olarak su seviyesinin büyük ölçüde yükselmesi durumunda bile güvende olacağı hesaplanıyor.
İnşasında kullanılan malzemelerin nükleer savaş ya da uçak çarpmasına karşı da dayanıklı olduğu belirtiliyor. Özel soğutma sisteminin yer aldığı tesiste bilimsel tahminlere göre tohumların, çeşidine göre, 55 yıl (ay çiçeği tohumu) ila 10 bin yıl (bezelye tohumları) dayanabileceği öngörülüyor. Eskiyen tohumlar sürekli yenileriyle değiştiriliyor.
Bu yıl depolanan numuneler arasında Ermenistan’daki değişik iklim bölgeleri ile Tacikistan’daki Pamir dağlarından getirtilen buğday da bulunuyor. Yabani tohumlara da çetin hava koşullarına dayanıklılıkları nedeniyle özel önem veriliyor. Yabani tohumların hayatta kalabilmek için çetin olduklarını belirten Fowler, “Kuraklığa karşı direnç ya da haşere ve hastalıklara karşı dayanma gibi karakter özellikleri var.
Bu nedenle gelecekte iklime uyum gösteren çeşitler yetiştirme konusunda çok değerli olacaklarını düşünüyoruz” diye konuştu.Svalbard ambarına en büyük katkı ABD tohum bankasından geliyor. Bu yıl ABD’den, aralarında İnka ve Azteklerin besin değeri yüksek tahıllarından horozibiğinin de bulunduğu 12 bin 801 numune gönderiliyor.
Projenin hedefi, pirinç, mısır, buğday, patates, elma, maniok, hindistancevizi gibi en önemli 21 bitki türünün mümkün olduğunca yediemin ilkesine bağlı şekilde muhafaza edilmesi ve tür çeşitliliğinin sağlanması.
Kaynak : DW Türkçe (29 Şubat 2012,10:56)