Arama

Levha Tektoniği Teorisi (Levha Tektoniği Kuramı)

Güncelleme: 1 Haziran 2017 Gösterim: 24.316 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Levha Tektoniği Teorisi - Levha Tektoniği Kuramı

Sponsorlu Bağlantılar
İnsanoğlu düşünmeye başladığı andan itibaren çevresindeki yerşekillerin nedenlerini merak etmiş, bunların binlerce yıl sabit ve sarsılmaz kabul edilmesinden sonra, aslında sürekli bir haraket ve evrim içinde olduklarını anlayınca da bu hareketi idame ettiren kuvvetin doğasını ve kökenini araştırmaya başlamıştır (Şengör, 1983). Sayıları oldukça kabarık olan jeotektonik hipotezlerin veya teorilerin başlıcaları “Kontarksiyon Teorisi” ,

“Ekspansiyon Teorisi” , “Mağmatik Yükselme -Kabarma Teorisi”; “Konveksiyon Akımları Teorisi”, “Kıtaların Kayma Teorisi” ve nihayet “Levha Tektoniği Teorisi” dir (Ketin, 1983).

Kontraksiyon Teorisinin ana fikri, yani yerküre’nin başlangıçta sıcak-ergimiş bir kütle halinde bulunduğu, zamanla soğuyarak büzüldüğü, hacminin küçüldüğü ve dış kısmında katı bir kabuğun oluştuğu daha 17. yüzyılda Descartes (1664) ve Newton (1681) tarafından benimsenmiş, ilk kez yer bilimlerine uygulanması ise , James Hall tarafından gerçekleştiilmiştir. Fakat teorinin tüm jeoojik yönleri ile geniş anlamda kurucusu ünlü fransız yer bilimci Elie de Beamont olmuştur (1829-1852). Özellikle Avusturyalı büyük yer bilimci Ed. Sues (1831-1909) “Yeryuvarının Çehresi” adlı ünlü eserinde teoriyi yer bilimleri alanında “bir dünya görüşü” niteliğine yükseltmiştir.

Kontraksiyon Teorisi yirminci yüzyılda Jefreys ve Guttenberg gibi ünlü jeofizikçiler tarafından değişik biçimde de olsa desteklenmiştir.

Ekspansiyon veya Genişleme Büyüme Teorisine göre, yeryuvarının hacminin büyüme nedeni esas itibarıyla ısısal genişlemedir. Diğer bir neden yer içindeki yoğunluğu fazla yüksek basınç fazındaki maddelerin yoğunluğu daha az düşük basınç fazındaki türlerine dönü?mesidir.

Konveksiyon akımları teorisinin dayandığı ana görüş yer içinde kabuk altında cereyan eden ısı değiş tokuşudur. Teoriye göre yerin içi ile yeryüzünün sıcaklığı arasındaki ısı farkı yerin manto kesiminde yılda bir kaç santimetre hızla hareket eden bir konveksiyon akımı oluşturmaktadır ve bu hareket sürtünme dolayısyla yerkabuğuna intikal etmektedir. Diğer bir değişle derinlerde manto kesiminde çok yavaş akan maddeler yerkabuğundaki hareketlere aktif olarak katılmakta büyük tektonik yapıların meydana gelmesinde katkıda bulunmaktadır.

Özetle konveksiyon akımını besleyen onu sürekli olarak hareket halinde tutan enrji kaynağı yerin sıcaklığı (Holmes) ve gravitasyon (van Bemmeln) etkisidir.

Kıtaların kayma teorisi, alman jeofizikçi Alfred Wegener tarafından 1912’de ortaya konmuş ve E. Argand (1922), Du Toit (1921) gibi dönemin ünlü jeologları ile Beniof (1954) Runcorn (1962), Sykes (1968) ve Bullard (1969) gibi yeni zamanların tanınmış jeofizikçileri tarafından benimsenmiş ve desteklenmiştir. Bu teoriye göre;

Kıtalar okyanus tabanlarından farklı yapıdadırlar. Onlara sımsıkı bağlı da değillerdir. Aksine buzdağlarının denizde yüzdükleri gibi kıtalar da derin deniz diplerinde-okyanus tabanlarında- açığa çıkan ve yoğunlukları kendilerinkinden fazla olan ağır maddeler üzerinde yüzerler kayarlar.

Levha Tektoniği , büyük ölçüde okyanuslardan elde edilen verielr üzerine kurulmuş bir teoridir. Bu özelliği ile kendinden önceki teorilerden ayrılır.

İkinci dünya savaşı esnasında özellikle denizltı savaşları için geliştirilen son derece hassas batimetrik harita alma yöntemleri savaştan sonra İngiltere’de Sir Edward Bullard (cambridge Üniversitesi) ve Amerika’da Hary Hess (Princeton Üniversitesi) ve Maurice Ewing (Colombia Üniversitesi) gibi hükümetler nezdinde söz sahibi ciddi bilim adamları tarafından okyanus tabanlarıın ayrıntılı haritalanmasında kullanıldı. Özellikle Ewing’in yönetiminde bulunan Lamont Jeofizik rasathanesi gemileri sadece batimetrik değil mağnetik ve gravite verilerini de topluyordu, deniz tabanlarından tortu örnekleri alıyorlardı.

Bu faaliyet okyanuslarda devam ederken, ABD, soğuk savaşın bir sonucu olarak Sovyetler Birliğinin yaptığı zannedilen nükleer silah deneylerini izleyebilmek amacıyla dünyanın dört bir yanına uzanan sağlıklı bir sismograf ağı oluşturdu. WWSSN olarak bilinen bu ağ sayesinde mağnetidü 4 ve yukarısındaki depremler büyük bir hassasiyetle kaydedilmeye başlandı. Episantır tayinindeki hataların genellikle bir kç kmnin içine alınması özellikle okyanusal alanlarda depremlerin son derece dar kuşaklarda olması ve bu kuşakların çvrelediği devasa alanların hemen hemen asismik kuşaklar olduğunu gösterdi.

1940’lı yılların sonlarına doğru Amerikalı jeofizikçi Hugo Benioff derin deniz hendeklerinden manto içine sarkan eğimli deprem zonlarının aslında devasa bindirmeler olduğu ve bu bindirmeler boyunca okyanus tabanının pasifiği çevreleyen kıtaların altına daldığını iddia etti. 1952’de alman tektonikçi Hans Stille bu eğimli deprem zonlarının hemen üstlerinde Pasifiğia deta kuşatan meşhur “ateş çemberi”ni oluşturan volkanların varlığına dikkati çekti ve bunklar arasında jenetik bir ilişki olması gerektiğini vurguladı.

Bu gelişmeler olurken Amerikalı petrolog Harry Hess savaş yıllarında donanmada edindiğideneyimler ışığında okyanusların tarihi ile ilgileniyordu. Özellikle Ewing ekibinin okyanusların sanılanın tersine genç olmaları gerektiğini göstermişti.

Öte yandan Hess, Amerikalı jeologların ezici çoğunluğunun tersine, kıtaların kaymasına inanmaktaydı ama o da jeofizikte biraz bilgisi olan herkes gibi; Sir Harold Jefreys’in sialin sima üzerinde yüzen bir sal gibi hareket edemeyeceğini, simanın sialden daha kuvvetli olduğunu tarışma götürmez bir açıklıkla kanıtlamış olduğunu biliyordu. Sial simadan bağımsız hareket edmezdi.

Acaba sial ile sima birlikte hareket edemez miydi ? 1960 yılında yayınlanan makalesinde Hess, mantoda büyük ölçüde konveksiyon akmları olamsı lazım geldiği varsayımından hareketle, okyanus litosferinin bu konvektif sistemin sınır kondüksiyon tabakası olduğunu ileri sürdü. Aynı yıl Robert Dietz, bu mekanizmaya deniz tabanı yayılması adını verdi.

Hess ve Dietz’in makalelerinin yayınlanmasının hemenn akabinde Kanada’da Morley, İngiltere’de Cambridge’de henüz bir doktora öğrencisi olan Fred Vine, Hess’in düşüncesini kontrol edebilmek için dahiyane bir yöntem önerdiler. Bu yöntemin esası şuydu: Yer’in jeomanyetik kutuplarının Senezoik esnasında düzensiz aralıklarla terslendiği yapılan paleomanyetik çalışmalardan biliniyordu. Deniz tabanı yayılması yayılma eksenine dik yönde ve bilateral simetrik olarak okyanus tabanı ürettiğine göre jeomanyetik kutuplardaki terslenmeler de yayılma merkezinin her iki yanına simetrik olarak kaydedilmiş olmalılardır, çünkü okyanus tabakalarının üst tabakaları ferromanyetik mineral içeren bazaltlardan oluşur. yayılma ekseninde sıvı halde bulunan bazalt lavları içerisindeki mineraller püskürdükleri andaki jeomanyetik alanın etkisinde belirli bir yönde dizilirler. Yayılma devam ettikçe yayılma merkezinden uzaklaşan bazalt beraberinde püskürdüğü zamanki jeomanyetik alanın yönünün de sabit bir kaydını taşır. Sürekli jeomanyetik alan terslenmeleri yayılma merkezinin iki yanında ve ona paralel uzanan ters ve normal yönde manyetize olmuş şeritler meydana getirirler.

İşte Morley ve Fred Vine ile o zamanki tez hocası Drumont Matthews, bu fikri ileri sürerek özellikle Ewing grubu tarafından yıllardır toplanmakta olan Lamont Jeofizik Rasathanesi’nin veri bankalarında birikmiş olan manyetik verilerin bu görüşler ışığı altında tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini önerdiler. Vine ve Matthews’un makalesi 1963 yılında Nature dergisinde yayınlandı.

Kanadalı olan John Tuzo Wilson 1960’lı yılların ilk yarısında o zamana kadar gerek Kanada kalkanı üzerinde ve gerekse Kanada’daki buzullaşma hakkında yaptığı çalışmalarla kendine haklı bir şöhret yapmış bir jeofizikçiydi. aynı sıralarda Lamont Jeofizik Rasathanesinde New york’ta radyoculuk yapmaktan bıktığı için bir gecikmiş bir doktora öğrencisi olarak gelen Walter C. Pitman ise sadece fizik eğitimi görmüş olup kendi deyimiyle kayaları kaldırım taşından ayıracak kadar dahi jeoloji bilmiyordu.

Pitman’ın jeoloji konusundaki bilgisizliği aslında kendisinin en büyük avantajı oldu. Pitman, Vine ve Matews’un makalesini tesadüf eseri okuduğu zaman jeolojide bilgi sahibi arkadaşlrının tersine o makalede ileri sürülen fikirleri son derece akla yatkın buldu. Bunun sonucu olarak Lamont’un veri bankalarında bulunan manyetik verileri kontrol ederek Vine ve Matews’un dolaysıyla Hess’in haklı olduğunu gösterdi. Sadece kıtalar değil okyanus tabanları da küre sathında binlerce ve binlerce kilometrelik mesafeler katediyorlar orta okyanus sırtında doğup derin deniz hendekleri boyunca tekrar mantoya dönüyorlardı.

Bu arada T. Wilson probleme tamamen değişik bir açıdan yaklaşıyordu. Wilson, Hess’den sonraki en önemli adımı attı ve orta okyanus sırtları ile hendeklerin bittikleri yerlerde aslında haraketin büyük yanal atımlı faylarla başka bir şekle “transforme” edilerek devam ettiğini gösterdi. Böyle sırtları ve hendekleri birbirine bağlayarak hareketin devamını sağlayan yanal atımlı faylara Wilson, hareketi transforme ettikleri için transform fay adını verdi. Wison 1965’de tüm sırtları ve hendekleri birbirine bağlayan küre üzerindeki hareketli kuşakları ilk defa tam olarak tasvir etti ve bu kuşaklar boyunca birbirlerine göre hareket etmekte olan dahili olarak asismik ve yüksek bir burulma rijitidesine sahip olan litosfer parçalarına “Levha” adını verdi. Bu suretle levha tektoniği tüm öğeleriyle ortaya çıkmış oluyordu.

Levha tektoniğinin gelişmesinde, 1967 yılında yayınlanan iki makale çok önemli bir roloynadı. Bunlardan biri Lamont’un jeofizikçilerinden Lynn R. Sykes tarafından yayınlandı. Sykes, o zamanlar hayli gelişmiş olan depremlerin fay meknizmalarının çözümleri yönteminden yararlanarak Wilson’un transform fay kavramını ve onunla birlikte Hess’in deniz tabanı yayılması hipotezini kontrol etmek niyetiyle orta Atlantik sırtını öteleyen kırık zonları boyunca bir seri fay düzlemi sonucu elde etti. Sykes yaptığı bütün çözümlerde kesinlikle Wilson’un yorumunun doğru olduğunu buldu.

Levha tektoniği bu şekilde her tabi tutulduğu testden başarıyla çıkınca bu teoriyi tüm küre üzerinde ve ayrıntılı bir şekilde kontoletmek lüzumu doğdu. Önce 1967’de genç jeofizikçi Dan McKenzie ile uygulamalı mtematikçi Robert Parker levha tektoniğinin küre üzerinde nasıl uygulanması gerektiğini göstererek levha hareketlerinin kinematiğinin türetilmesinde deprem kayma vektörlerinin önemine dikkati çektiler.

1969 yılında dar anlamda levha tektoniğinin son önemli öğesini oluşturan üçlü eklem sorunu da McKenzie ve Morgan tarafından ortaya atılıp çözülerek bu teorinin kendi içinde tutarlı ve tamamlanmış bir sistem haline gelmesini sağladılar.

1969 yılından itibaren levha tektoniği, ada yayları, kenar denizleri, orejenik kuşaklar, geçmişteki fauna vefloranın dağılımı, mantonun evrimi ve konveksiyon ve yer bilimleri kapsamına giren pek çok konuda bu prensiplere dayalı veya bu prensiplere dayandığını iddia eden pek çok hipotezin atılmasına neden olmuş ve onlarla birlikte dünyaçapında yeni bir tektonik model oluşturmaya başlamıştır.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Blue Blood; 25 Mayıs 2008 20:03 Sebep: Etiket kelimeler kaldırılmıştır.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
24 Şubat 2012       Mesaj #2
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Levha Hareketleri
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Levha hareketleri
veya levha tektoniği olarak da bilinir, en geniş anlamıyla litosferin yapısını ve bu yapıyı doğuran evrimi araştıran jeoloji dalıdır. Tektonik (Yunanca tekton 'dan), yapısal jeoloji ile yakından ilgili fakat ondan farklı bir jeoloji disiplinidir. Yapısal jeoloji kayaçların geometrisi ile uğraşır, oysa tektonik, yeryuvarının büyük ölçekli yapıları ve bunları oluşturan kuvvetler ve hareketler üzerinde durur.

Levha Hareketleri

Birbirine yaklaşan levhalar bir süre sonra birbiriyle çarpışır. İki levhanın çarpışmasıyla oluşan yeryüzü şekli,levhaların türüne göre değişir.Depremlere neden olur.Yanardağların çoğu da genellikle erimiş kayaların levhadaki çatlaklardan yararlanarak fışkırdığı levha sınırında yer alır.

Temel İlkeler

Alfred Wegener'in "kıtaların kayması" kuramının geliştirilmesi sonucu oluşmuştur. Başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşünü Alman bilim adamı Alfred Wegener ortaya attı. Dünya'nın yüzeyi kesintisiz gibi görünüyorsa da, gerçekte dev boyuttaki bir yap-boz gibi birbirine geçen parçalardan oluşmaktadır. Levha adı verilen bu parçalar, çok yavaş olarak sürekli biçimde birbirlerine göre hareket ederler. Bir levha, yalnızca okyanusal ya da kıtasal litosferden oluşabildiği gibi her iki litosfer türünü de içerebilir. Levhalar, levha sınırı ya da levha kenarı ile sonlanır. Depremlerin ve yanardağların çoğu bu bölgelerde görülür. Pangea verilen tek kıta parçasını çevreleyen denize Panthalassa denmekteydi. Zaman içerisinde katmanlar hareket ettikçe Pangaea ikiye ayrıldı. Kuzeyde Laurasia ve güneyde Gondwanaland oluştu. Bu iki kıta Tethys (Tetis) denizi ile ikiye ayrıldı. Katmanların hareketi ile kıtalar iyice ayrılarak bugünkü halini aldı.


Yer yüzeyinin kabuğu, manto üzerinde, 'izostazi' adı verilen, bir ağacın su üzerinde yüzmesi ile karşılaştırılabilecek bir denge halinde dururlar. Mantonun kaldırma gücü, su ve ağaç örneğinde olduğu gibi kabuğun manto içine 'batmış' olan hacmi ile orantılıdır. Bu nedenle yükseltilerin fazla olduğu kıta bölgelerinde, artan kütle ile koşut olarak kabuğun manto derinliklerine uzanan kısmı da daha fazla olmalıdır. Yüksek dağ sıralarının derinlere dalan 'kökleri' yer kabuğunun böyle alanlarda 70 km kadar kalın olmasına yol açar. Öte yandan, karaların yükselmesi, bağıl olarak daha hafif materyelden oluşmaları ile ilişkilidir. Böylece okyanusal kabuk daha ince olmasına karşın daha ağır materyelden oluşmuştur, ve astenosfer içine doğru kıtalara oranla daha fazla 'batmış' durumdadır. Bu, kıtaların manto içerisine doğru uzanan daha derin kökleri olmasına rağmen, ağırlık merkezlerinin okyanus tabanlarına oranla daha yüksekte yer alması ile sonuçlanır.

Yüzey şekillerinin jeolojik zaman boyutu içinde evrimi levha hareketleri çerçevesinde gerçekleşir. Yer kabuğu ve hemen altındaki manto katmanının birleşmesinden oluşan taş küre (litosfer), yavaş bir hareketle yer değiştiren 12 ayrı 'levha' halinde, değişken bir yap-boz tablosu oluşturur. Yarı akışkan astenosfer tabakası üzerinde yüzer durumda bulunan bu levhaların hareketi için gereken enerjiyi, astenosfer tabakasındaki konveksiyon akımları sağlar. Levhalar birbirleriyle sürekli temas halinde olduklarından, hareketlerinin yön ve şiddetini, yerin derinliklerinden gelen itici gücün özellikleri olduğu kadar levhaların birbiri ile olan ilişkileri de belirler. Böylece, kısa dönemde belirli bir düzen içinde süren levha hareketlerinin, zaman ölçeği büyütüldüğünde kaotik ve önceden belirlenemez bir biçimde gerçekleştiği gözlenir.
1- Astenosfer.
2- Litosfer.
3- Sıcak nokta.
4- Okyanus kabuğu.
5- Batan levha.
6- Kıta kabuk.
7- Kıta sırt bölgesi.
8- Yaklaşan sınır tabaka.
9- Uzaklaşan sınır tabaka.
10- Dönüşümsel sınır tabaka.
11- Kalkan şekilli volkan.
12- Okyanus sırtı.
13. Yaklaşan tabaka sınırı.
14- Strato-volkan.
15- Adalar çizgisi.
16- Tabaka.
17- Astenosfer.
18- Hendek
tectonicplateboundaries

Levhaların hareketlerinde yer kabuğunun bütün bu özellikleri rol oynar. Levhalar ortalama olarak yılda birkaç santimetre ölçeğinde hareket ederler (Bu kayma en uç örnek olan Pasifik levhası için yılda 15 santimetreye ulaşmaktadır). Hareket halindeki levhaların birbirleri arasında üç tür ilişkisi olabilir.
  • Yaklaşma
  • Uzaklaşma
  • Yan yana kayma
Yeryüzünün alanı sabit olduğuna göre yaklaşma sınırlarında bir miktar levha yüzeyinin yok olması, uzaklaşma sınırlarında ise yeni levha yüzeyi yaratılması gerekmektedir. Bu nedenle birinci tür levha sınırlarına 'yıkıcı', ikinci tür sınırlara ise 'yapıcı' sınırlar adı verilir. Üçüncü tür, 'yanal doğrultulu' ya da 'dönüşüm' (transformation) sınırlarıdır.

Yaklaşan levhaların ikisi de okyanusal levha ise biri diğerinin altına doğru kayar, bu durum 'dalma-batma' olarak adlandırılır. Bir okyanus levhası, bir kıta levhası ile karşılaştığında, daha ağır olduğu için onun altına doğru kayar, yine dalma-batma durumu gerçekleşir. Dalma-batma söz konusu olduğunda manto tabakasının sıcak derinliklerine inen taş küre dilimi ısınarak erir ve akışkan halde yükselir. Bu, yaklaşma sınırlarındaki yanardağ etkinliğinin ve dağ oluşumunun temelidir. İki kıtasal levhanın yaklaşması ise çarpışma ile sonuçlanır, her iki levha da manto içine batamayacak kadar hafif ve kalın olduğundan büyük bir deformasyonla yüksek dağ sıraları ve platolar ortaya çıkar (Himalaya dağları ve Tibet yaylası gibi).

Uzaklaşan levhalar ise yeni okyanus kabuğunun oluşmasına yol açarlar. Bu olay, iki levha arasında açılan boşluğa üst manto kaynaklı akışkan materyelin dolması ve soğuyarak katılaşması sonucunda gerçekleşir. Bu şekilde oluşan okyanus sırtları yer kabuğunun en genç bölgeleridir. Levhalar ayrıldıkça sırt ortadan büyümeye devam eder, sırtın her iki yanına doğru uzaklaşan genç litosfer soğudukça hacmi azalır, yoğunluğu artar ve hem küçülme hem de batma nedeniyle yükseltisi azalır. Okyanus tabanının okyanus sırtından en uzak kesimleri en yaşlı kısmıdır. Bu alanların eninde sonunda bir başka levha ile karşılaşarak batmaya başlaması kaçınılmaz olduğundan okyanusal kabuğun ömrü sınırlıdır ve bilinen en yaşlı okyanus kabuğu örnekleri 190 milyon yıl yaşındadır. Bu şekilde okyanus kabuğu sürekli yenilenirken, kıta kabuğu dalma-batma mekanizması ile ortadan kaldırılamadığından, yanardağ ve dağ oluşum etkinlikleri ile kıta kütlesine eklenen materyel zaman içinde giderek artar, milyarlarca yıllık süreç içerisinde kıtalar alan ve kalınlık açısından büyümeye devam ederler. Bazen bir kıta, ters yönde etki eden kuvvetlerin sonucunda ikiye ayrılabilir. Böyle bir durumda uzaklaşan parçaların arasını doldurmaya başlayan manto materyeli yine okyanus kabuğu niteliğinde bir yapı oluşturmaya başlar, bu alanın soğuyup alçalması sonucunda yeni bir okyanus doğmuş olur.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
theMira
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Ocak 2017       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı

Yerküre'nin Çekirdek Isısı Plaka Hareketlerini Tetikliyor!


Ad:  yerkurenin-cekirdek-isisi-plaka-hareketlerini-tetikliyor,JRVMZzru6Euev0C02_6iMA.jpg
Gösterim: 792
Boyut:  44.4 KB
Bilim insanları, tektonik hareketlerin oluşumunda Yerküre'nin çekirdek ısısının, tabaka soğuması kadar belirleyici etkiye sahip olduğunu tespit etti.

ABD'nin Chicago Üniversitesi'nden yer bilimciler, Pasifik Okyanusu içinde Doğu Pasifik Yükseltisi olarak adlandırılan okyanus ortası yamaçlarda yaptıkları incelemede, tektonik tabakaların soğuma sonucu oluşan pasif dalma ve çıkma hareketleri yanında, çekirdek ısısının mantoya transferinden kaynaklanan ilave bir tahrikle hareket ettiğini belirledi.

Yerküre'nin hakim tektonik plaka sınırı olan Doğu Pasifik Yükseltisi'nin 50 ila 80 milyon yıldır doğu batı yönünde hareket etmediğini ancak yatay yönde asimetrik olarak yayılmayı sürdürdüğünü belirten araştırmacılar, bu plaka dinamiğinin yalnızca soğumaya dayalı batma çıkma teorileriyle açıklanamayacağını, mantodaki ısı akışlarının dikkate alınması gerektiğini kaydetti.

Manto tabakasının alt kısımlarında çekirdek kaynaklı yoğun sıcaklığın madde yoğunluğunu azalttığı ve ısınmayla birlikte yükselen mantonun kabukta halihazırda üst üste binmiş halde bulunan pasif plakaların hareketini tetiklediği ifade edildi.Araştırmacılar tektonik hareketlerin yaklaşık yüzde 50'sinin Dünya'nın çekirdek ısısından kaynaklandığını ileri sürerken, çekirdek ile manto arasında transfer edilen enerjinin 20 teravata ulaştığı tahmininde bulundu.

Kaynak: Science Advances / AA (19 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Haziran 2017       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı

Kıtaların Kayması ve Silfra Çatlağı!


Ad:  left_bottom.jpg
Gösterim: 583
Boyut:  80.0 KB
Bilim adamı Alfred Wegener tarafından ortaya atılan kıtaların kayması kuramına göre Pangea olarak anılan tek bir parça halinde olan kıtalar zamanla birbirinden ayrılarak bugünkü biçimlerini aldılar. Özellikle Kuzey Amerika ile Avrupa kıta plakaları arasında belirgin gözlenen bu ayrılmalar çok yavaş bir şekilde gerçekleşmekte. Bu ayrılma durumuna en iyi örnek ise Atlantik Okyanusu'ndan geçen bir fay uzantısı olan Silfra Çatlağı. Kuzey Amerika ile Avrupa kıtalarının birbirine en yakın olduğu bölgeyi Silfra Çatlağı'nın su altında kalan bölümü oluşturuyor. Her dönem 2 cm genişleyen Silfra'daki su oldukça berrak bir görünüme sahip. Sudaki berraklığın nedeni ise suyun uzun bir zaman diliminde volkanik kayaçlardan geçerken süzülerek gelmesi.

Kaynak: Bilimnet / Sılfra

Benzer Konular

17 Nisan 2012 / _özge_ Coğrafya
5 Şubat 2016 / MaRCeLLCaT X-Sözlük
9 Mayıs 2012 / Misafir Hukuk
10 Haziran 2007 / P.u.S.u Taslak Konular