HİCAZ
Suudi Arabistan'ın Kızıldeniz kıyısında K.'de Akabe körfezi ve Ürdün'den G.'de Asir'e kadar dağlık bir şerit halinde uzanan tarihi bölge. Yönetim bakımından bir il oluşturur. 1 500 000 nüfus; merkezi Mekke, osmanlı döneminde Mekke, Medine ve Cidde sancaklarına ayrılan bir vilayet idi. Jeomorfoloji bakımından, eski bir kütle olan Arap platformunun Kızıldeniz boyunca uzanan faylarla sınırlanmış basamaklar biçiminde yükselmiş ve D.'ya doğru çarpılmış B. kenarını oluşturur. Orta kesimde daha az olan yükselti K.'de ve G.'de 2 000 m'yi aşar (K.'de Lavz dağı 2 580 m, Mekke G.'inde Karnayt dağı 2 386 m). Eski kütleyi parçalayan faylar boyunca çıkan genç bazallik lavlar geniş alanları kaplayan örtüler meydana getirir. Dağlık alan, Kızıldeniz'e yönelen bazı vadilerle yarılmıştır. Dağların D. yamacında engebeliğin genel eksenine paralel olarak uzanan bukumi vadisi K.’e doğru yolların izlediği doğal bir koridor oluşturur.
Hicaz’ın tarihsel birliği doğal temellere dayanır: Bu temeller, B.’daki dağlık alanın orta kesiminde alçalması sonucunda Kızıldeniz kıyılarından (Cidde limanı) iç kesimlere geçişin sağlanmış olması; iç kesimde dislokasyonların yol açtığı yarıklar boyunca yayılmış lav akıntılarının altından çıkan kaynaklara bağlı olarak büyük vahaların (Medine, Mekke) varlığıdır. Bu vahalarda yaşayanlar çok eski dönemlerden başlayarak bu ulaşım olanaklarını canlı bir kervan ticareti ile değerlendirdiler ve bu onları buhur (günlük) ülkeleri (G. Arabistan) ile Akdeniz alemi arasında bir aracı durumuna getirdi. İslamiyet bu ortamda doğdu ve o tarihten beri Hicaz'ın başlıca gelir kaynağını Mekke'ye yapılan hac ziyaretleri sağladı. OsmanlI İmparatorluğu döneminde, Hicaz demiryolu ile (1900 -1908) Şam'a bağlanan Hicaz kentleri petrol bulunmadan önce Arabistan'ın modernleşme odağı oldu.
—Tar. Bölgenin kesin tarihi İ.Û. 500'lü yıllarda başlar. Hellenistik çağda Kuzey Hicaz Mısır'a bağlıyken, Nebatilerin güneyde kurdukları yeni bir arap devleti, zamanla Yemen'e kadar tüm Hicaz’a egemen oldu. Peygamberin Medine’ye göç etmesiyle (622) doğan İslam devleti, Mekke' nin fethinden sonra tüm ülkeyi egemenliği altına aldı. Hz. Muhammet'in etkisiyle Medine'nin üstünlüğünü kabullenmek zorunda kalan arap kabileleri, onun ölümünden sonra yönetime başkaldırdılar. Böylece halife Ebubekir'in elinde yalnız Medine ile Mekke kaldı. Abdullah bin Zübeyr’in, merkezi Mekke olmak üzere bağımsız bir Hicaz devleti kurma çabaları da sonuç vermedi. Bunun üzerine Abdülmelik döneminden başlayarak Şam’a bağlanan Hicaz, iki ayrı vilayete ayrıldı. Halife Mehdi döneminde Hüseyin bin Ali’nin Hicaz’da başlattığı ayaklanma sırasında Medine büyük yıkıma uğradı. Ancak Hüseyin, Mekke önlerinde abbasi kuvvetlerine yenilip öldürüldükten sonra Hicaz’da dirlik ve düzen yeniden kurulabildi. Sonraları abbasi halifeliği çökünce, bölge yine hızla kargaşa ortamına kaydı. Ali soyundan İsmail bin Yusuf'la kardeşi Muhammet'in başlattıkları ayaklanma sırasında (865-866) Medine ve Cidde önemli hasar gördü. X. yy. başlarında ortaya çıkan Kar- matiler ise, 916'dan başlayarak hac yolunu kapadılar. Ardından Mekke'ye saldırarak gerçekleştirdikleri toplu kıyım sonucu Hicaz’ın Ali soyundan gelen şeriflerce yönetilmesini sağladılar. Öteden beri ekonomik açıdan Mısır'a bağlı olan bölge, zamanla siyasal açıdan da Mısır'da kurulan devletlere bağlanmak zorunda kaldığından Mekke şerifleri sırasıyla Fatımiler, Eyyubiler ve Memluklar'ın egemenliğini kabullendiler.
Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim (1517), Hicaz bölgesini de OsmanlI topraklarına kattı. OsmanlI egemenliğinde Hicaz, yine Mekke şeriflerinin yönetimine bırakıldı. XIX. yy. başlarında Hicaz, Mekke’ye giren emir Mesut’un, Ali soyundan gelen şerifleri kentten kovmasıyla Vahhabiler'in yönetimi altına girdi (1803). Ancak, Vahhabiler Suriye ve Mısır’dan gelen hacı kafilelerini Hicaz’a sokmayınca (1807), duruma el koyan osmanlı hükümeti, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı bölgeyi Vahhabiler'den kurtarmakla görevlendirdi. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, ordusuyla Mekke’ye girerek işgalcilerin çoğunu kılıçtan geçirdi; Hicaz'da vahhabi egemenliğine son verdi (1813). Vahhabi reisi Şeyh Galip, geriye kalan adamlarıyla Necd’e kaçarak canını zor kurtardı. Dünyanın en ünlü arap atlarının yetiştirildiği Hicaz bölgesi, 1845’e kadar Mısır valiliğinin denetiminde kaldıktan sonra yapılan barış antlaşmasıyla yeniden osmanlı yönetimine devredildi.
Yine Peygamberin soyundan gelen Mekke şeriflerinin yönetimine bırakılan Hicaz’a, özellikle Abdülhamit II döneminde halifelik makamının İslam dünyasında etkinliğinin desteklenmesi amacıyla büyük ilgi gösterildi, ikinci meşrutiyetin ilanı üzerine şerifliğe atanan Hüseyin (1908), Birinci Dünya savaşı'na giren Osmanlı devletine karşı İngilizlerle güçbirliği yaparak ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti (1916). Aynı yıl, Cidde İngiliz kuvvetlerinin eline geçtikten sonra kendisine tüm arap ülkeleri ve Hicaz kralı unvanını yakıştıran Hüseyin, ingilizler’in desteğinde kurulan ordusuyla Akabe'yi alınca (1917), Hicaz'daki osmanlı egemenliği bir bakıma sona ermiş oldu. Hicaz vali ve komutanı Galip Paşa Taif'te Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Abdullah’a (sonradan Ürdün kralı) teslim olduysa da Medine muhafızı Ömer Fahrettin Paşa (Türkkan), Mondros ateşkesi sonrasına kadar (1918) kenti savundu. Ancak İstanbul’dan gönderilen bir padişah buyruğu üzerine kenti Şerifin güçlerine teslim etti (13 ocak 1919). Bir süre sonra Hicaz birliklerini yenilgiye uğratan Necd emiri Abdülaziz ibni Suud Taife girince, tahtını oğlu Ali’ye bırakan Şerif Hüseyin ülkesinden ayrıldı (1924). Bu kadarla yetinmeyen Vahhabiler'in Mekke'yi, bir süre sonra da Medine'yi ele geçirmeleri üzerine Cidde'ye çekilen Ali, krallıktan vazgeçerek (1924) önce bir İngiliz gemisiyle Aden'e, oradan da kardeşi Irak kralı Faysalın yanına kaçtı (1925). Böylece tüm bölgeyi egemenliği altına alan İbni Suud, Hicaz kralı ilan edildi (1926). Daha sonra Hicaz ile Necd’i kendi yönetiminde birleştiren Abdülaziz, kurduğu bağımsız devletin adına uygun olarak Suudi Arabistan kralı unvanını aldı (1932).
Kaynak: Büyük Larousse