Arama

Edirne

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 21 Temmuz 2016 Gösterim: 34.503 Cevap: 14
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
20 Eylül 2006       Mesaj #1
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
Ad:  Edirne1.jpg
Gösterim: 1025
Boyut:  87.2 KB
Edirne
'de doğan II. Mehmet (Fatih) babasının 1451'de ölümü üzerine doğduğu şehirde tahta çıktı. Edirne bu dönemde İstanbul kuşatmasının hazırlıklarına sahne olurken, İstanbul surlarını döven toplar bu kentte döküldü. 1453 yılında İstanbul'un fethedilmesinden sonra Edirne başkent unvanını İstanbul'a devretse de Rumeli akınları nedeniyle imparatorluk için ikinci merkez olarak önemini sürdürdü. Fatih, çoğu seferini bu kentte planladı. Eğlencelerin en renklilerinin yaşandığı kent, 1457 yılında şehzadelerin bir ay süren sünnet düğünlerine de sahne oldu.

Sponsorlu Bağlantılar
Fatih'in ardından 1481 yılında tahta çıkan II. Bayezit zamanında Edirne'de onun adıyla anılan külliyenin temelleri atıldı. Yine o dönemde, 1509 yılında 'küçük kıyamet' diye adlandırılan büyük bir deprem yaşandı. Edirne II. Bayezit ve oğlu I. Selim (Yavuz Sultan Selim) arasındaki mücadeleye de tanıklık etti. Tahtını I. Selim'e bırakmak zorunda kalan II. Bayezit Edirne yakınlarında Sazlıdere'de öldü. İran ve Mısır seferlerinin hazırlıklarını bu şehirde yapan I. Selim'in ölümü de Edirne yolunda öldü.

OSMANLI BAŞKENTİ EDİRNE


Sultan Süleyman (Kanuni) 1520 yılında padişah olunca başlattığı Belgrad Seferine Edirne'den yola çıktı. Kanuni Süleyman zamanında büyük gelişme gösteren şehrin su yolları Haseki Sultan tarafından bu dönemde yapıldı. II. Selim de Edirne'yi seven hükümdarlardan biri olarak saltanatının önemli bir kısmını Edirne'de geçirdi. Kentin en önemli eserlerinden Selimiye Camii de bu sevginin bir ürünüdür. II. Selim'den sonra gözden düşen Edirne, I. Ahmet döneminden başlayarak 17'nci yüzyıl boyunca yine büyük ilgi gördü. Bunun nedeni Edirne'nin o yıllarda moda haline gelen avcılık için uygun bir alan olmasıydı. Ayrıca o dönemde gerçekleşen Avrupa seferleri, Edirne'nin önemini daha da artırdı. Tunca üzerinde yapılan kayık sefaları da I. Ahmet zamanında başlamıştı.

1658 yılından sonra Edirne'ye gelen IV. Mehmet zamanında şehir çevresi gezinti yerleri, avlaklar ve köşklerle donatıldı. Edirne'den başlayan seferler ve seferlerin getirdiği canlılık nedeniyle kent en parlak günlerini yaşıyordu.
1683 yılından sonra Edirne'nin parlak döneminin sona erdiği görülür. Edirne yine her yıl Osmanlı ordularının toplandığı bir merkez durumundaydı ama, üst üste gelen yenilgiler sonucunda Macaristan'dan Balkanlar'dan ve düşen Osmanlı kalelerinden gelen asker ve göçmenlerle dolup taşıyordu. Edirne bu dönem çeşitli iç karışıklıklara da sahne oldu. 1695 yılında Eski Cami'de kılıç kuşanarak tahta çıkan II. Mustafa, ordusunun başında üç kez sefere çıktı. 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması'ndan sonra bir süre İstanbul'a giden II. Mustafa çok sevdiği Edirne'nin ve avlaklarının özlemine dayanamayarak Edirne'ye yerleşti. Bu tutum, İstanbul halkının, özellikle ulema sınıfının geçim sıkıntılarına neden sayıldı ve 1703 yılındaki Edirne Ayaklanması olarak anılan olayla II. Mustafa'nın saltanatı sona erdi. Edirne Ayaklanması kentin gelişimini büyük ölçüde etkiledi. Eski üstünlüğünü yitiren şehir, ancak yeni seferler için İstanbul ve Anadolu'dan gelen birliklerin konakladığı bir üs konumuna gelmişti. III. Ahmet'ten sonra, 19. yüzyıl başlarında II. Mahmut'un gezisine değin Edirne uzun yıllar boyunca padişahların uğrak yeri olmaktan çıktı.

BAKINIZ
Antlaşmalar - Edirne Antlaşması
Antlaşmalar - Edirne-Segedin Antlaşması
Edirne - Merkez - Edirne Güzel Sanatlar Lisesi

Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:14
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....
bergstockholm - avatarı
bergstockholm
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #2
bergstockholm - avatarı
Ziyaretçi

Edirne


Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde il ve il merkezi kent.
Sponsorlu Bağlantılar

Yüzölçümü 6.276 km2 olan Edirne ili doğuda Kırklareli ve Tekirdağ, güneydoğuda Çanakkale illeri, güney ve güneybatıda Ege Denizi, batıda Yunanistan, kuzeyde de Bulgaristan ile çevrilidir.
Ad:  edirne2.JPG
Gösterim: 671
Boyut:  54.5 KB

Doğal yapı.


Edirne ili, bir bölümü Bulgaristan ve Yunanistan topraklarında kalan Meriç Havzasında yer alır. Yüzey şekilleri genellikle geniş düzlükler ve basık tepelerden oluşur. Kuzey, kuzeydoğu, güney ve güneydoğu kesimleri alçak dağ ve platolarla kaplıdır; bu iki dağlık bölge arasında akarsularla parçalanmış, az eğimli ve engebeli bir alan uzanır. Istranca (Yıldız) Dağlarının engebelendirdiği kuzey ve kuzeydoğu kesimindeki dağlık alan, batıya ve güneye doğru gidildikçe alçalarak plato görünümü alır, ilin güney ve güneydoğu kesimlerini Koru Dağının batı uzantıları engebelendirir. Kıyıya koşut olarak uzanan bu dağların Saros Körfezine bakan yamaçları diktir.

Enez’in doğusundaki Hisarlı (Hisarlık) Dağının yüksekliği 385 m’dir. Edirne’nin en önemli akarsuyu, Bulgaristan-Yunanistan-Türkiye sınırlarının kesiştiği noktada il topraklarına giren Meriç Irmağıdır. Meriç, genellikle güneye doğru akarak Yunanistan ile doğal sınır oluşturur. Genişliği 130-300 m arasında değişen ve çağıltılı bir akışı olan Meriç, ilkbahar ve sonbahar aylarında taşar. Kıyısı boyunca taşkınları önlemek için yapılmış birçok şedde vardır. Gene Bulgaristan’dan doğan Arda Irmağı, Yunanistan’ı geçip Edirne sınırları içinde Meriç’e katılır. Meriç’in önemli kollarından biri olan ve Balkan Dağlarından doğan Tunca’nm il sınırları içindeki uzunluğu 32 km’dir. Büyük akarsulardan biri de, il topraklarının önemli bir bölümünü sulayan Ergene Irmağıdır. Bunlardan başka birçok çay ve dere de vardır. Enez yöresindeki küçüklü büyüklü birçok gölün en önemlisi Gala Gölüdür. Sulama ve taşkın önleme amaçlı Altınyazı ve Süloğlu barajlarının ardında da iki yapay göl oluşmuştur.

İl topraklarının büyük bölümü ovalarla kaplıdır. Bunların en önemlileri, Meriç Vadisinde Kapıkule ile Edirne arasındaki Ka- zanova ve Enez’e kadar uzanan İpsala Ovasıdır. Bu ovaların hepsi alüvyonlu ve çok verimli topraklarla örtülüdür. Ekonomi. Edirne’nin ekonomisi tarım ağırlıklıdır. Bununla birlikte ilin Avrupa’yı İstanbul ve Ortadoğu’ya bağlayan yol üzerinde olması, tarım dışı etkinliklerin de gelişmesini sağlamıştır. 1969-77 arasında kalkınmada öncelikli iller kapsamına alınması nedeniyle sanayileşmesi özellikle 1970 sonrasında hız kazanmıştır.

Yüzyıllardan beri önemli bir tarım alanı olan Edirne, 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’un tahıl ambarı ve mandırasıydı. Balkanlarda ve Trakya’da, Cumhuriyet’in kuruluşuna değin süren savaşlar ve karışıklıklar, Edirne’nin sosyoekonomik yapısını doğrudan etkileyen büyük ölçekli nüfus hareketlerine yol açtı. Lozan Antlaşması sonrasında Doğu Trakya’nın Bulgar ve Rum halkı kuzeye ve batıya göç ederken, Batı Trakya ile Balkanlar’ın bir bölüm Müslüman ve Türk halkı da doğuya göç etti. Göçler ve nüfus değişimi II. Dünya Savaşı sonrasına değin sürdü. Göçlerden önce bağcılık, şarapçılık, ipekböcekçiliği gibi işler Rumların elindeydi. Göç sonrasında bu etkinlikler yok olurken, yöreye yerleştirilen yeni nüfusla birlikte tütün ve ayçiçeği tarımına geçildi. Cumhuriyet sonrasında canlanmaya başlayan Edirne tarımı, 1950’lerde traktörün yaygınlaşmasıyla yapısal bir değişim yaşadı. Çayır ve otlakların büyük ölçüde ekime açılması, ilin geleneksel etkinliklerinden olan hayvancılık ve mandıracılığın gerilemesine yol açtı.

Günümüzde il tarımında ağırlık bitkisel üretimdedir. Geniş ve verimli düzlüklerin büyük bölümünde buğday ve ayçiçeği ekilir. Edirne’nin Türkiye toplam ayçiçeği üretimindeki payı yaklaşık yüzde 21’dir (1989). Kolza ve ayçiçeği alımı, işlenmesi ve pazarlanmasıyla uğraşan ve merkezi Edirne’de bulunan Trakya Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin (Trakya Birlik) üye sayısı 110 bini geçer. Türkiye toplam pirinç üretiminin yaklaşık yüzde 39’u (1989) Edirne’de yapılır. Şeker pancarı, fasulye, arpa, mısır, üzüm, domates, yem bitkileri ve karpuz üretimi de önem taşır. İl tarımında kullanılan traktör sayısı 1989’da 20.888’di.

İlin kuzeyindeki engebeli alanlarda koyun, kıl keçisi, öteki kesimlerde de sığır beslenir. Başlıca hayvansal ürünler süt, beyazpeynir, kaşarpeyniri, deri ve baldır. Geleneksel uğraşlardan biri olan ipekböcekçiliği sürdürülmektedir. İl sanayisi gıda ve dokuma dallarında yoğunlaşmıştır. Süt ürünleri, çeltik, un ve unlu ürünler, yem, bitkisel yağ, pamuk ipliği, sentetik iplik, dokuma, hazır giyim ve sıhhi tesisat fabrikaları ilin başlıca sanayi tesisleridir. Modern teknoloji kullanan büyük ölçekli fabrikalardan oluşan sanayi kuruluşlarının büyük bölümü Edirne kentinde toplanmıştır.

Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan önemli demir ve kara yolları il topraklarından geçer. Bu yolların üzerindeki yerleşmeler aynı zamanda önemli birer konaklama ve ticaret merkezidir. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan karayollarından biri İpsala sınır kapısında Yunanistan’a, öbürü de Kapıkule sınır kapısından Bulgaristan’a geçer. Bunlardan başka Eskiköy ve Pazarkule sınır kapıları da vardır. İl topraklarındaki linyit yataklarının rezervi 100 milyon tonu aşar, ildeki başlıca mesire yerleri Söğütlük ve Koru Dağı orman içi dinlenme yerleridir.
Ad:  Edirne6.jpg
Gösterim: 627
Boyut:  47.8 KB

Tarih.


Edirne yöresinde yapılan araştırmalarda elde edilen buluntular yörenin tarihinin Kalkolitik Çağa (İÖ 5500-3500) değin indiğini göstermektedir. İÖ 120’lerde Trakya’daki Trak kabilelerinden Bette- gerriler ve ardından Odrysler, yerleştikleri bu yörenin de içinde yer aldığı Trakya İÖ 513’te I. Dareios (Büyük) tarafından Pers topraklarına katıldı. Odrysler, Pers egemenliğinin yıkılmasından sonra İÖ 5. yüzyıl ortalarında büyük ve güçlü bir devlet kurdular. İÖ 4. yüzyılda bu devletin yıkılmasıyla, II. Philippos’un Makedonya Krallığı’na bağladığı yöre, İÖ 3. yüzyıl sonlarında Kelt akınlarına uğradı. İÖ 168’de Roma egemenliğine girdi ve İmparator Claudius döneminde, Trakya Eyaleti’ne bağlandı. İS 123-124’te yöreye gelen İmparator Hadrianus, stratejik önemi nedeniyle buradaki, Odryslerin yaşadığı kasabayı kente dönüştürdü ve adını Hadrianopolis olarak değiştirdi. Roma dönemindeki Got ve Hun, Bizans dönemi boyunca süren Hun, Avar, Peçenek ve Bulgar saldırılarına uğrayan yöre haçlı seferleri sırasında bir süre Latinlerin elinde kaldıktan sonra yeniden Bizans yönetimine giren bu topraklar Lala Şahin Paşa komutasındaki kuvvetlerin Bizans ordusunu 1361’de Sazlıdere’de yenmesi üzerine OsmanlIların eline geçti.

Edirne, 1828-29 ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşları sırasında iki kez Rus işgaline uğradı. 1912’de Bulgar işgali altına girdi. Londra Antlaşmasıyla (1913) Bulgaristan’a bırakıldıysa da, birkaç ay sonra Osmanlılarca geri alındı. 22-25 Temmuz 1920’de bu kez Yunanlılarca işgal edildi. (Bazı kaynaklarda 22 Temmuz - 25 Temmuz arasında değişiklik göstermektedir) İşgal, Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra 25 Kasım 1922’de son buldu. Karaağaç yöresi de 15 Eylül 1923’te Türkiye topraklarına katıldı.

Kentin yapısı. İmparator Hadrianus’un İS 124’te kent statüsü tanıdığı Hadrianopolis başlangıçta küçük bir kasabaydı. Daha sonra konumu nedeniyle önem kazanıp gelişen kent, Bizans döneminden kalma bazı kaynaklarda Adrianopolis adıyla geçer. 1361’den sonra Osmanlılar kenti Edrinus, Endiriye, Edrinebolu, Edrune ve Edrine adlarıyla andı. 16. yüzyıldan sonraki OsmanlI kaynaklarında genellikle Edirne olarak geçen kent 1365’ten Konstantinopolis’in (İstanbul) alınmasına değin başkentti.

I. Bayezid, Balkanlar’ı ele geçirmek için düzenlediği seferlerde kenti üs olarak kullandı. I. Bayezid’in Ankara Savaşı’nda (1402) yenilmesinden sonra oğullarından Süleyman Çelebi Edirne’ye getirilerek tahta çıkarıldı. Bir süre kardeşler arasındaki taht savaşlarına sahne olan Edirne, 1410’da Musa Çelebi’nin, 1413’te ise Osmanlı birliğini yeniden kuran I. Mehmed’in (Çelebi) eline geçti.

İl merkezi Edirne, Trakya’nın İstanbul’ dan sonra ikinci büyük kentidir. En parlak dönemini OsmanlIlara başkentlik yaptığı dönemde yaşadı. Daha sonra savaşların yol açtığı yıkımlar nedeniyle nüfus yitirdi ve ekonomisi büyük ölçüde sarsıldı. Cumhuriyet döneminde de yavaş bir gelişme gösterdi. Bir sınır kenti olması nedeniyle, uzun süre burada herhangi bir yatırım yapılmadı. II. Dünya Savaşı sırasında askeri birliklerin doğuya çekilmesi halkın da kenti boşaltmasına yol açtı. 19. yüzyıl ortalarında kent nüfusu 100 binin üzerindeyken, 20. yüzyıl başında 87 bine, 1950’lerde ise 40 binin altına düştü ve kentin yayıldığı alan da daraldı.

II. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, askeri birlikler geri dönünce Edirne canlanmaya başladı. Arap- İsrail savaşları nedeniyle Süveyş Kanalı’nm deniz ulaşımına kapanması ve karayolu ulaşımının önem kazanmasıyla, Avrupa ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki ulaşımın ağırlığı Edirne’den geçen karayoluna kaydı. Ayrıca yurtdışında çalışan işçilerin Türkiye’ye geliş gidişte genellikle Edirne’nin Kapıkule sınır kapısını kullanmaları ticareti canlandırdı ve konaklama tesislerinin gelişmesine yol açtı. 1970’lerde sanayiye uygulanan destekler, arsa fiyatlarının ucuzluğu ve ulaşım olanaklarının elverişliliği, Edirne’yi, dışarıya taşmaya başlayan İstanbul sanayisi için çekici bir alan durumuna getirdi. 1970’lerin özellikle ikinci yarısında kentte birçok fabrika kuruldu. 1980’lerde, bazı tüketim maddelerinin ucuzluğu nedeniyle alışveriş etmeye gelen Yunanlıların da ilgisini çekmesiyle canlı bir ticaret merkezi görünümü kazandı. Her yıl Sarayiçi yöresinde düzenlenen Kırkpınar Güreşleri’nin yapıldığı günler Edirne kenti renkli bir görünüm kazanır.

Kentteki yükseköğretim kurumu bazı birimleri Tekirdağ, Çanakkale, Kırklareli illerinde bulunan Trakya Üniversitesidir. Kente ve çevresine hizmet veren başlıca sağlık kurumlan Devlet, SSK, Trakya Üniversitesi hastaneleri ve bir özel hastanedir. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan demir ve kara yollan üzerinde bulunan Edirne’nin demiryolu istasyonu Ayşekadın’dadır. Edirne karayoluyla İstanbul’a 227 km, Ankara’ya da 681 km uzaklıktadır.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:17
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #3
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi

Tarihsel yapılar.


Edirne 15. ve 16. yüzyıl Osmanlı mimarlığının görkemli yapılarıyla donanmıştır. Roma ve Bizans dönemlerine ait yapılar ise büyük ölçüde yok olmuştur. Roma imparatoru Hadrianus’un yaptırdığı sanılan kaleden bugüne yalnızca Saat Kulesi ile Top Kapısı ve Kafes Kapı yakınındaki birkaç kalıntı ulaşmıştır. Tunca Irmağı üzerindeki Gazi Mihal Köprüsü de Bizans döneminde yapılıp 1420’de Gazi Mihal Bey tarafından onartılmış bir yapıdır. Edirne’nin en eski camisi, eski bir Bizans kilisesinden 15. yüzyıl başında camiye dönüştürüldüğü ya da bir kilise kalıntısının üstüne yapıldığı sanılan Yıldırım Bayezid Camisi’dir.
Ad:  edirne1.JPG
Gösterim: 705
Boyut:  40.7 KB

Öteki önemli yapılar Eski Cami, Edirne Bedesteni, Gazi Mihal Cami ve Hamamı, Beylerbeyi Camisi, Tahtakale Hamamı, Muradiye Camisi, Üç Şerefeli Cami, II. Bayezid Külliyesi’dir. Topkapı Sarayı’ndan sonra en büyük Ösmanlı sarayı olan Yeni Saray’ın kalıntıları Tunca Irmağının kıyısındadır. Kentin en görkemli tarihsel yapıları kuşkusuz Mimar Sinan’ın yaptıklarıdır. Bakınız Mimar Sinan
Bunların en önemlisi Osmanlı klasik dönem mimarlığının başyapıtlarından olan Selimiye Camisi’dir. Sinan’ın Edirne’deki başka yapıları Tunca Irmağı üzerindeki Saray ve Yalnız Göz köprüleri, Ali Paşa Çarşısı, Çifte Hamam olarak da bilinen Sokollu Mehmed Paşa Hamamı ve Rüstem Paşa Kervansarayı’dır. Şehabettin Paşa Köprüsü olarak da bilinen Saraçhane Köprüsü, Fatih Köprüsü, Bayezid Köprüsü, Yeni Köprü de denen Meriç Köprüsü, Saatli Medrese, Peykler Medresesi, Beylerbeyi Hamamı, Mezit Bey Hamamı, Ayşe Kadın Camisi ve Ekmekçioğlu Kervansarayı kentteki başka önemli yapılardır.
1925’te Selimiye avlusundaki iki medrese yapısından Darülkurra’da kurulan Edirne Müzesi, 1936’da öbür medreseye taşındı. 1972’de de müzenin Arkeoloji ve Etnografya Bölümü Selimiye’nin yanında yapılan yeni yapıya aktarıldı; Türk ve İslam Eserleri Bölümü ise medresede kaldı.
Edirne Belediyesi 1854’te kurulmuştur. Nüfus (1990) il, 404.599; kent, 102.345.

Edirne Bedesteni


Edirne’de, I.Mehmed’ in (Çelebi) Eski Cami’ye vakıf olarak (bu caminin karşısında) yaptırdığı Osmanh erken dönem çarşı yapısı. 1418’de bitirilmiştir. Yaklaşık 41 m x 78 m boyutlarında bir dikdörtgen biçimindedir. Dört cephesi de dükkânlarla (54 tane) çevrilidir. Basık sivri tonozla örtülü dükkânların alın kemeri hizasından geçen ahşap bir saçak bütün yapıyı dolanır. Her cephenin ortasında bir tane olmak üzere, dört büyük kapısı vardır. Çepeçevre dört yüzünde 36 mahzenin (hücre) sıralandığı iç mekân yaklaşık 20 m x 56 m boyutlarındadır. Mahzenler beşik tonozla örtülüdür. îç mekânın uzunlamasına ekseni üzerinde altı tane dikdörtgen kesitli ayak yer alır. Bu ayaklara ve beden duvarlarına basan kemerlerin üstüne iki sıra halinde yaklaşık 6,5 m çapında 14 kubbe oturur. Tepe noktalarında yükseklikleri 16 m’yi bulan kubbelere geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Bu kubbeli iç mekân kütlesi, yapıyı çepeçevre saran dükkân ve mahzen sırasından daha yüksek tutulmuştur. Dolayısıyla beden duvarlarının, dükkânların çatı tonozları hizasından yukarıdaki yüzlerinde, her kubbe hizasında bir tane olmak üzere, pencereler açılarak iç mekân aydınlatılmıştır. Yapının dış cephesinde dükkân tonozlarının ayakları ve beden duvarları kefeki taşı ve tuğla sıralarıyla almaşık olarak örülmüştür. Kemer ve tonozlar tuğladan, iç mekândaki büyük ayaklar kefeki taşından yapılmıştır. Bütün çatı örtüsü kurşundur.
Çok harap halde olan Edirne Bedesteni’ nin kubbeli orta kütlesi 1948’de onarılmış, daha sonra dükkân tonozları tamamlanmıştır. Bugün çarşı olarak kullanılan yapı Bursa’daki daha eski tarihli Yıldırım Bayezid Bedesteni(*) ile büyük benzerlik gösterdiği gibi, kendinden sonraki İstanbul bedestenlerinin de öncüsü sayılır.

Edirne Çarpışması


HADRÎANOPOLÎS ÇAR- PİŞMASİ olarak da bilinir, İmparator Valens komutasındaki Roma ordusunun, Hadria- nopolis’te (bugün Edirne), Ostrogotlar ve öteki bazı kuvvetlerle takviye edilmiş Friti- gern komutasındaki Vizigotlar karşısında yenilgiye uğramasıyla sonuçlanan çarpışma (9 Ağustos 378). Barbar süvarilerin Roma piyadelerine üstün gelmesi açısından önem taşıyan bu çarpışma, Germen kökenli halkların Roma topraklarına sızmalarının yolunu da açmıştır.

Edirne Olayı


II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi ile sonuçlanan asker-sivil ayaklanması (18 Temmuz - 22 Ağustos 1703).
1699 Karlofça Antlaşması ve 1700 İstanbul Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti Balkanlar ve Kırım’da toprak yitirirken, 17. yüzyılın sonlarındaki savaşlar da toplumsal ve ekonomik alanda çalkantılar yarattı. Büyüyen bütçe açığını kapatmak için konan ağır vergiler, fiyat artışları ve ulûfelerin zamanında verilmemesi, halkın ve askerlerin hoşnutsuzluğuna yol açtı. Öte yandan Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin yönetim üzerinde de etkili olması devlet ileri gelenlerini rahatsız ediyordu. Bu sorunlarla ilgilenmeyerek Edirne’de oturan II. Mustafa, yakınmaların artması üzerine 1703’te Reisülküttab Rami Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa atadı. Yeni sadrazam, ülke genelinde güvenliğin sağlanması, göçebelerin iskânı, Yeniçeri Ocağı’nm denetim altına alınması gibi birtakım reformlara yönelince, Feyzullah Efendi önderliğindeki muhalifler halkı ve ocaklıyı tahrik etmeye başladı. Gürcistan seferine gitmeleri gereken cebecilerin ulûfe alamadıkları gerekçesiyle yola çıkmayıp eyleme geçmeleri yeniçerileri de ayaklandırdı. 18 Temmuz 1703’teki ilk kanlı eylemle yeni sadrazamdan yana olan ocak ağaları öldürüldü.

Giderek yoğunlaşan eylemleri, Karakaş Mustafa adında tımarı elinden alınmış eski bir sipahi yönetmekteydi. Yaklaşık 20 bin ocaklı ya da tımar askeri ile 50 bin dolayında sivil halk, zulmün ve haksızlığın kaldırılmasını isteyerek İstanbul’daki At Meydam’nda eylemlerini sürdürdüler. Bir sonuç alabilmek için de Edirne’de bulunan padişaha bir ariza göndererek İstanbul’a dönmesini, Feyzullah Efendi ile oğullarını ve damatlarını görevlerinden uzaklaştırmasını istediler. Olumlu bir karşılık alamayınca 9 Ağustos’ta hapishaneleri boşaltarak Edirne’ye hareket ettiler ve Kavanoz Ahmed Paşa’yı sadrazam seçerek başlarına geçirdiler. Gelişmeleri Havsa’da izleyen II. Mustafa, ayaklanmacıların taşkınlıklarını ve daha kötü eylemlerde bulunmalarını önlemek için 22 Ağustos’ta tahttan çekilerek, kardeşi III. Ahmed’in padişah ilan edilmesine olanak tanıdı. Aynı gün Edirne’ye giren ayaklanmacılar Feyzullah Efendi ile bir oğlunu öldürdüler. Rami Mehmed Paşa da sadrazamlıktan uzaklaştırıldı. Ayaklanmacılara ödün vermiş gözükerek ilk günlerini Edirne’de geçiren III. Ahmed, İstanbul’a döndükten sonra, paşalık elde eden ayaklanmanın önderlerinden Çalık Ahmed Ağa ile Şeyhülislam İmam Mehmed Efendi’yi görevlerinden aldı. Elli dolayında ayaklanmacı ile Karakaş Mustafa ve Küçük Ali’yi de Ocak 1704’te idam ettirdi.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2016 21:13
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
3 Temmuz 2007       Mesaj #4
RuYa - avatarı
Ziyaretçi

EDİRNE

Ad:  Edirne2.jpg
Gösterim: 673
Boyut:  58.1 KB

Marmara bölgesinde Trakya bölümünün B. kesiminde tarihi sınır kenti;

aynı addaki ilin merkezi ve Trakya’nın İstanbul'dan sonra en kalabalık şehri; 102 345 nüf. (1990). Meriç, Tunca ve Arda vadilerini izleyerek gelen çok önemli yolların kavşağında, karayoluyla İstanbul’dan 228 km, Ankara'dan 686 km uzaklıkta. Demiryolu ile yurdun diğer merkezlerine ve Avrupa'ya bağlı, istasyonu, Meriç'in sağ yakasında Karaağaç.

COĞRAFYA.


Tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de Türkiye’nin Avrupa'ya açılan başlıca kapısı olan Edirne'nin üç büyük akarsuyun (Meriç, Tunca, Arda) ve bu akarsuların vadilerini izleyen tarihi ve güncel yolların kavşağındaki konumu stratejik bakımından çok önemlidir. Edirne'nin en eski çekirdeği B.'da, Tunca'nın çizdiği yayın uç kesimindedir. Kaleiçi denilen bu kesim eskiden, bugün hemen hemen hiçbir izi kalmamış surlarla çevriliydi. Alüviyal bir zeminde kurulmuş olan Kaleiçi ızgara biçimi planıyla dikkati çeker. Burada hiçbir önemli anıt yoktur. Günümüzde Edirne'nin başlıca iş ve ticaret merkezleri, Kaleıçi'nin hemen D. sunda, K G. doğrultusunda uzanan bir alanda, özellikle buradaki Saraçlar ve Talat Paşa caddeleri boyunca kümelenmiştir Sanayi kuruluşları daha çok Kapıkule ve İstanbul yolu çıkışlarında toplanmıştır.

Bazı kaynaklara göre Edirne, XVII yüzyıl sonlarında 350 000 nüfusu ile Avrupa'nın en büyük birkaç kenti arasında yer alıyordu, imparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751), ama özellikle XIX. ve XX. yy.’larda uğradığı düşman işgalleri (1829 ve 1878’de rus, 1913'te bulgar; 1920-1922'de yunan) kentin giderek önemini kaybetmesine, harap olmasına ve tenhalaşmasına yol açmış, buna paralel olarak da nüfusu giderek azalarak Balkan savaşı ndan önce 100 000'e, 1927'de 35 000'e, (ikinci Dünya savaşı sırasında kısmen boşaltılarak adeta yarı yarıya terk edilmiş bir kent haline gelmesi sonucunda ise) 1945'te 29 000'e kadar inmiştir. Edirne ancak 50'li yıllardan sonra yeniden canlanmaya başlamış ve bu canlanmanın giderek hızlanması sonucunda nüfusu 1960'ta 40 000'e, 1970' te 54 000'e, 1980 de 72 000'e ulaşmış, 1990'daysa 100 000’i aşmıştır. Bu gelişmede, sınır kenti olarak Edirne'ye gösterilen özenin artması ve sanayinin teşvik edilmesi büyük rol oynamıştır.

Günümüzde Edirne, Trakya Üniversitesi'nin kuruluşuyla aynı zamanda, görkemli tarihi geçmişine uygun olarak, önemli bir kültür ve eğitim merkezi durumuna gelmiştir.

TARİH


Orestia, Orestıasya da Uskudama adlı trak yerleşmesini İ S. 125'e doğru yeniden kuran imparator Hadria- nus'un onuruna Hadrianopolis adını alan kent büyük bir ticaret ve silah üretim merkezi; imparator Diocletianus döneminde Haemimontus eyaletinin başkenti oldu Büyük Constantinus, Ucinıus'u (329); Gotlar, imparator Valens'i (378) burada yendiler. Bizans'ın ileri karakolu durumuna gelen kent, daha sonra önemini büyük ölçüde yitirdi. 586'da Avarlar kenti kuşattılarsa da ele geçiremediler.

VII. yy da Bizans için tehlike olmaya başlayan Bulgarlar, kenti birkaç kez ele geçirmelerine karşın (620, 813, 914), her seferinde eski sahiplerine geri vermek zorunda kaldılar. XI. yy. ortalarında Hadrianopolis BizanslIlar, Bulgarlar ve Orta Asya'dan gelen Peçenekler arasında çekişme alanı olarak elden ele geçti. İstanbul'u alarak (1204) Latin İmparatorluğu'nu kuran Latinler'in işgaline uğradı İstanbul'u geri alan (1261) ve Latin imparatorluğu' nu yıkan BizanslIlar ın yeniden egemenlik sınırları içine girdi. XIII. yy.’da konumu nedeniyle bir ticaret merkezi olarak gelişti XIV. yy. başlarında birkaç kez bulgar saldırısına uğrayan kent, yine de bızans yönetiminde kaldı.

Tahta çıktıktan sonra Rumeli'nin ele geçirilmesi için yapılan girişimlere büyük önem ve hız veren Murat I, Çorlu ile Keşan'ın osmanlı yönetimine geçmesinin ardından Lala Şahin Paşa’yı Hadrianopo- lis'in fethiyle görevlendirdi. Lala Şahin Paşa bu görevi yerine getirerek kerıti Bızanslılar'dan aldı (1361). Murat l'in Celayirli hükümdarı Üveys Han'a gönderdiği fetihnamede kentin adı Edirne (Edrinus, Edrune, Edrinebolu, Endiriye, Edrine) olarak yer aldı. Fethedilen kenti ziyarete gelen Murat I, kalenin yönetimini Lala Şahin Paşa’ya bıraktı. Böylece bundan sonra Edirne, Türkler için Rumeli'nin fethi hareketlerinde çok önemli bir askeri üs oldu. Lala Şahin Paşa Filibe'yi ele geçirmek amacıyla buradan harekete geçti (1363). Ertesi yıl sırp, eflak ve macar birliklerinden oluşan haçlı ordusuyla Sırp Sındığı savaşı, Edirne'nin 25 km batışında gerçekleşti (1364) Yıldırım Bayezit İstanbul'u kuşatma hareketlerini buradan yönetti. Yıldırım Bayezit'ten sonraki fetret döneminde kent, daha büyük bir önem kazandı. Bayezit'in şehzadelerinden Süleyman Çelebi devlet hâzinesini Bursa'dan Edirne’ye taşıyarak burada tahta çıktı. Daha sonra kent, kardeşlerden Musa Çelebi'nin eline geçti (1411).

Osmanlı devletini yeniden toparlayan Mehmet I (Çelebi), Edirne'yi kardeşinin elinden aldı (1413). Murat II döneminde iyice gelişen Edirne, Bursa'dan sonra ikinci başkent durumuna geldi. Bu arada, Bayezit l'in Ankara savaşı'nda kaybolan oğlu olduğunu öne sürerek taht üzerinde hak iddia eden Düzmece Mustafa. Edirne'yi aldıktan sonra burada kendi adına para bastırdı (1419). Ardından güçlü bir orduyla Edirne'den Anadolu'ya geçen Düzmece, Bursa yakınlarında Murat H’ye yenildi. Edirne'de bıraktığı hâzinesini aldıktan sonra Eflak'a giderken Kızılağaç Yenicesi'nde yakalanan Mustafa, yeniden Edirne'ye getirilerek öldürüldü (1422). Edirne'de şehzadeleri Alaettin ile Mehmet'e çok görkemli sünnet düğünleri düzenleyen Murat II, Segedin (Szeged) barışı'ndan sonra tahtı oğlu Mehmet H'ye bırakarak Manisa'ya çekildiyse de bir haçlı ordusunun harekete geçmesi üzerine yeniden Edirne'ye geldi ve sonra da haçlı ordusunu Varna'da kesin bir yenilgiye uğrattı (1444).

Zaferin ardından yönetimi yine oğluna bırakmasına karşın, yeniçerilerin züyuf akçe yüzünden ayaklanması üzerine Edirne'ye gelerek üçüncü kez tahta çıktı. Babası ölünce (5 şubat 1451), Manisa'dan Edirne'ye gelerek tahta çıkan Mehmet II, İstanbul'u almaya yönelik hareketi buradan başlattı. İstanbul'un fethinden (1453) sonra Edirne başkent olma durumundan çıktıysa da, önemini yitirmedi. Gedik Ahmet Paşa'yı Edirne sarayı'nda idam ettiren Bayezit II ile oğlu Selim I arasındaki taht kavgasına da sahne olan kent, XVI. yy.'da batıya düzenlenen seferlerin merkez üssü ve padişahların çoğu zamanlarını geçirdikleri bir yer durumuna geldi.

Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Selim II kentin bayındırlığına büyük önem verdiler. Mimar Sinan türk yapıcılığının en görkemli eserlerinden biri olan Selimiye camisi'ni yaptı. XVII. yy.'da Ahmet l'den başlayarak padişahların bu kente gösterdikleri ilgi gitgide arttı. Osman II ve daha sonra Murat IV, Edirne koruluk ve ormanlarında büyük av eğlenceleri düzenlediler. Edirne'yi ikinci bir yönetim merkezi yapan (1670) ve "Avcı" lakabıyla anılan Mehmet IV ise, çoğu zamanını burada sürek avına çıkarak geçirdi.
Yaşamını Edirne’de sürdürmeyi seven Mustafa II de Edirne'vakası diye bilinen ayaklanma sonunda tahtından uzaklaştırıldı (1703) XVIII. yy. Edirne'nin gözden düştüğü, gerilemeye başladığı dönemdir.

Büyük 1745 yangını ve 1751 depremi, kötüye gidişin iki başlangıç olayı oldu.
XIX. yy.’da Selim lll’ün Nizamıcedit ıslahatını onaylamayan Rumeli âyanı ve derebeyleri, Edirne'de 1801 ve 1806'da (Edime kıyamı) devlete karşı iki kez ayaklandılar. 1828-1829 türk-rus savaşı'nda düşman eline geçen kent, 1829 Edirne' antlaşması ile yeniden osmanlı yönetimine geçti. Ancak, bu savaşın Edirne’yi olumsuz yönde etkilemesi sonucu müslüman halk başka yerlere göçerken, onların yerine buraya hıristiyanlar yerleşmeye başladı. Bu durum karşısında halkın moralini güçlendirmek amacıyla Edirne' ye gelen Mahmut II (1831), bu gezinin anısına Hayriye, Nısfiye ve Rubiye adlarını taşıyan Edirne damgalı paralar bastırdı. 1877-1878 türk-rus savaşı’nda kent ikinci kez işgale uğradı (20 ocak 1878). Birçok semti yakılıp yıkıldıktan sonra yine OsmanlI devletine bırakıldı (13 mart 1879). XX. yy. başlarında (1912) Balkan devletlerinin Osmanlı devletine karşı giriştikleri Balkan savaşı'nda Edirne 160 günlük kahramanca bir savunma vermesine rağmen bulgar ve sırp kuvvetleri tarafından işgal edildi (26 mart 1913).

Daha sonra (temmuz 1913) Balkanlar’da Bulgaristan'a karşı bir durum ortaya çıkınca, OsmanlI Mebusan meclisi toplanarak ordunun Edirne üzerine gönderilmesini kararlaştırdı. Türk birliklerinin Midye-Enez hattını aşmasını İngiltere şiddetle protesto ettiyse de Enver Bey (Paşa) komutasındaki kuvvetler hiçbir direnişle karşılaşmadan Edirne'ye girdi (22 temmuz 1913). Rusya başta olmak üzere büyük Avrupa devletlerinin Türkler'i Edirne'den çıkarma çabaları sonuçsuz kaldı, imzalanan Bükreş antlaşması (10 ağustos 1913) ile kent osmanlı toprağı sayıldı. Edirne, Birinci Dünya savaşı'ndan sonra yunan isteklerine karşı kendini savunmak amacıyla önce Trakya-Paşaeli cemiyeti yapısı içinde bütünleşti, sonra da Anadolu ve Rumeli Müdaafayı Hukuk cemiyeti hareketine katıldı. Ancak Yunanlılar Edirne’yi işgal ettiler (22 temmuz 1920). Büyük zafer sonunda yapılan Mudanya ateşkesinden sonra türk ordusu Edirne'ye girdi (25 kasım 1922) , Lozan antlaşmasıyla (24 temmuz1923) (Bakınız Lozan Antlaşması) Türkiye Cumhuriyeti egemenlik sınırlan içinde kaldı. Montreux antlaşması'ndan sonra da il merkezi oldu (20 ağustos 1938)

MİMARLIK


Edirne erken ve klasik dönem osmanlı sanatının gelişimini yansıtması açısından öhemli merkezlerden biridir. Ancak kentte Roma ve Bizans dönemlerinden de kimi yapıların kalıntıları vardır. Günümüze ulaşmayan roma yapılarının bir bölümü dönemin sikkelerindeki betimlemelerinden bilinmektedir (Zeus, Hermes, Apollon, Artemis, Athena, Asklepios, Hygieia, Dionysos, Kybele. Herakles, Tykhe, Nike tapınakları, çeşme, vb.). Roma imparatoru Hadrianus'un, Tunca nehri kıyısında yaptırdığı kale XIX. yy.’a değin sağlamdı. 360 000 m2Tik bir alanı kaplayan kalenin köşeleri silindirik, duvarları dört köşe kulelerle güçlendirilmişti (en önemlileri Büyük kule, Yelliburgaz kulesi, Germekapı kulesi, Zindan kulesi). Yapının değişik adlarla anılan dokuz kapısı vardı. Duvarlarda Bizans döneminde yapılan onaranlarla ilişkili yazıtlar vardır. Edirne'nin gelişimi ve yayılımı sırasında kentin ortasında kalan kaleden günümüze yalnızca saat kulesi ile Top kapısı ve Kafes kapı yakınındaki birkaç duvar kalıntısı ulaşabildi. Bizans döneminden Kilise camisi, fetihten sonra camiye dönüştürülmüş, 1752 depreminde ise yıkılmıştır. Kentin Bizans döneminden en önemli yapısı Ayasofya kilisesi'dir (XII. - XIII. yy.'lar). Murat I zamanında.camiye dönüştürülen kilise, Halebî medresesi camisi adını almış, 1752 depreminde yıkılmıştır.

Türk döneminin en eski yapısı Yıldırım Bayezit camisi'dir (1397 ya da 1400). Haç planlı bir bizans kilisesinden camiye dönüştürülen yapı, temeli dışında tümüyle yenilenmiştir. Günümüzdeki biçimiyle, kubbeli, tek minareli bir camidir. Erken Osmanlı döneminden günümüze ulaşan en anıtsal yapılardan biri olan Eski cami (1403-1414), mimar KonyalI Hacı Alaettin'in ürünüdür. Çok kubbeli ulu camiler planında olup dokuz kubbeyle örtülüdür. Orta kubbenin oturduğu tonoz bingiler mukarnas süslemelidir. Taçkapı, son cemaat yeri girişi ve minber beyaz mermerdendir. Dört paye ile bölünmüş olan ıç mekân, büyük yazıları ve barok süslemeleriyle dikkati çeker. Minberi türk sanatının en önemli örneklerindendir Murat II döneminde Rumeli beylerbeyi Sinanettın Paşa'nın yaptırdığı Beylerbeyi camisi (1429), yan mekânlı, çok köşeli planı, sivri kemerli mermer taçkapısıyla ilgi çeker. Gazimihal camisi de (1422) yan mekânlı camiler planındadır. Tek kubbeli yapının alçı mihrabındaki yıldız ve geometrik motifli süslemeleri özgündür. Kentteki yan mekânlı camilerin bir başka örneği de 1422 tarihli Mezitbey (Yeşilce) camisi’dir.

Murat II döneminden Muradiye camisi bu planın uygulandığı en güzel örneklerdendir. Vakfiyesine dayanılarak 1436'ya tarihilendirilen cami, mihrap ekseninde iki kubbeyle örtülüdür. Yan mekânlar da kubbelidir. Dıştaki yalın görünüşüne karşılık, içteki XV. yy. kalem işleri ve çiniler türk süsleme sanatının en önemli örneklerini oluşturur. Yapı görkemli mihrabı ve minberiyle de dikkati çeker. Osmanlı mimarlığında erken dönemle klasik dönem arasında yer alan Üçşerefeli cami de (1438-1447) ilk kez enine gelişen bir mekân anlayışıyla karşılaşılmaktadır (bu plan anlayışı daha sonra Mimar Sinan'ın İstanbul'daki yapıtlarında doruk noktasına ulaşır). 1484-1488 arasında tamamlanan Bayezit külliyesi ise Edirne’deki en önemli yapıla' topluluğudur. Kenti süsleyen bir başka anıt, osmanlı sanatının ve dünya mimarlık tarihinin başyapıtlarından olan ve Mimar Sinan’ın ustalık eseri olarak nitelendirdiği Selimiye camisi’dir (1569-1575). Bunların dışında Şahmelek camisi (1429), Ayşekadın camisi (1469), Defterdar camisi (1576), Kadıbedrettin camisi (1530), Kasımpaşa camisi (1479), Lari camisi (1514), Sarıcapaşa camisi (1435), Sittihatun camisi (1482) belirtilebilir. Kentin önemli yapı gruplarından biri de çarşılarıdır.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:15
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
3 Temmuz 2007       Mesaj #5
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Edirne3.jpg
Gösterim: 551
Boyut:  47.5 KB

Mehmet I döneminde


Eski cami'ye vakıf olarak yaptırılan Bedesten (1417-1418), mimar Alaettin’in ürünüdür. On dört kubbeli yapının duvarları kesme taştandır, içte otuz altı oda bulunur. Onarılarak çarşı haline getirilen yapı, 1992’de çıkan bir yangında harap olmuştur. Semiz Ali Paşa’nın Mimar Sinan'a yaptırdığı Ali Paşa çarşısı (1569) yüz otuz dükkândan oluşur. Murat II! döneminden Arasta, mimar Davut Ağa’nın yapıtıdır (XVI yy. sonları). 73 kemerli, 255 m uzunluğundaki yapıda 124 dükkân vardır. Klasik osmanlı mimarlığının ilginç örneklerinden olan Rüstempaşa kervansarayı, Mimar Sinan'ın eseridir. Dikdörtgen avlu çevresine önleri revaklı odalar yerleştirilmiştir. İki katlı olan kervansarayın üst kat pencere ve kapı kemerlerindeki tuğla süslemeleri ilginçtir. Onarılan yapı 1972 den beri otel olarak değerlendirilmektedir. Kentin bir başka önemli yapısı, Sedefkâr Mehmet Ağa ile Edirneli Hacı Şaban’ın ortak yapıtı olan Ekmekçioğluahmetpaşa kervansarayı'dır (1609). Edirne’de hamam mimarlığının da ilginç örnekleri bulunmaktadır. Çoğunlukla çitte hamam planındaki bu yapıların en önemlisi, Mimar Sinan’ın eseri olan Sokullu hamamı dır. Murat II döneminden Tahtakale hamamı (1435), Darül- hadis vakfıdır. Zengin mukarnas süslemeleriyle dikkati çeken Gazimihalbey hamamı (1422) ve 1442 tarihli Mezitbey hamamı bu türün anılması gereken örnekleridir. Edirne'de yazıtlı pek çok çeşme vardır. Bunların en büyüğü Merzifonlu Kara Mustafa Paşa çeşmesidir (1666). Amcazade Hüseyin Paşa çeşmesi, klasik üsluptadır (1701). Rüstem Bekir Paşa çeşmesi ise (1850) ampir üslubun güze! örneklerindendir. Ekmekçioğlu Ahmet Paşa sebili (1602) klasik üslupta güzel bir yapıdır. Osmanlı döneminin görkemli yapıları arasında yer alan Edirne saraylarından günümüze yalnızca kimi kalıntılar ulaşabilmiştir. Murat I dönemindeki Eski saray’ ın yeri bilinmemektedir. Topkapı sarayı'ndan sonra, türk saraylarının en büyüğü olarak nitelenen Sarayı cedid (Yeni saray) Tunca nehri kıyısındadır.

Sarayın yapımına 1450'de Murat II döneminde başlanmış, Fatih Sultan Mehmet zamanında bitirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde kimi eklemelerle genişletilmiştir. Babıhümayun, Alay meydanı, Babüssa- ade, Arzodası, Cihannüma kasrı, Kum kasrı, Harem ve Enderun bölümlerinden meydana gelen saraya daha sonra Terazi kasrı, Adalet kasrı, Hünkâr sofası (Kanuni dönemi), Mamak sarayı (Selim II dönemi), Bayırbahçe kasrı (Osman II dönemi), imadiye kasrı (Murat IV dönemi), Alay köşkü, Bülbül kasrı, Değirmen kasrı, Sepet kasrı, iftar kasrı, Şehsuvar havuzu (Mehmet IV dönemi) eklenmiştir. Parlak dönem. 1703 e değin süren Edirne sarayları, Ahmet lll’ün buradan ayrılmasından sonra kullanılmamıştır. XVIII. yy.'da onarılmış, 1829 rus işgalinde ve 1869'da cephanelik olarak kullanıldığı sırada iki kez yanmıştır. Edirne’deki önemli yapı türlerinden biri de, köprülerdir. Çoğu Tunca nehri üzerinde bulunan bu köprülerin en eskisi Bizans imparatoru Mikhael Palaiologos dönemindendir (XIII. yy. ikinci yarısı). Daha sonra Gazı Mıhai Bey tarafından yeniletildiğinden (1420) Gazimihal köprüsü olarak bilinir. 766 m uzunluğunda, 27 gözlü köprüye 1640'ta Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı, sivri kemerli Tarih köşkü eklenmiştir.

Ayrıca 1544'te Kanuni Sultan Süleyman döneminde onarıldığını gösteren yazıtı vardır 1451 taıihli Saraçhane ya da Şehabettin- paşa köprüsü 120 m uzunluğundadır. 12 kemerli, 11 ayaklı köprü, Mustafa II döneminde onarılmıştır. 1452’de Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırıldığı sanılan Fatih köprüsü, mimar Hayrettin'in yapıtı olan Bayezit köprüsü (1488), Mimar Sinan’ın eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) köprüsü (1560), Sedefkâr Mehmet Ağa’nın yaptığı Ekmekçizade Ahmet Paşa köprüsü (1608-1615), Meriç nehriyle Arda ırmağının birleştiği yerde kurulan Meriç köprüsü ya da Yeni köprü (1842 -1847) belirtilebilecek önemli örneklerdir. Edirne mimarlığında, anılması gereken bir yapı da Mimar Kemalettin'in ürünü olan Edirne garı'dır. Birinci ulusal mimarlık döneminin ilginç örneklerinden olan bu yapı, planı ve kubbeleriyle klasik osman- lı üslubuna duyulan özlemi yansıtır.

Edirne bostancıları


Edirne sarayı'nda görev yapan ve sayıları 500 ile 1 000 arasında değişen on bölük bostancı. Edirne saray bahçe ve bostanlarına bakmanın yanı sıra, yine Edirne'de Çömlek, Mamak ve Mesihpaşa bahçeleriyle de ilgilenirlerdi. Ayrıca, bostancıbaşılarının gözetimi altında, kentin dirlik ve düzeninden de sorumluydular Çıkmalarda kıdemlerine göre yeniçeri, sipahi ya da müteferrika olurlardı.

Edirne kıyam.


Selim lll'ün Rumeli'de Nizamıcedit kurma girişimine karşı çıkan ayaklanma (1806). Önce İstanbul’da, sonra da Anadolu’da kurulan Nizamıcedit ordusu, Napolâon'un Mısır'ı işgali sırasında ilk kez Fransızlar'a karşı Akka savunmasında (1799) kullanıldı ve büyük başarı kazandı Mısır seferinden sonra Rumeli âyanının (Pazvantoğlu, Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu Süleyman, Dağdevirenoğlu vb.) devlete başkaldırması, sırp ayaklanmalarının bastırılamaması, Rusya ile savaş olasılığının belirmesi gibi nedenlerle bu yeni askeri örgütün Rumeli'de de kurulmasına karar verildi. Anadolu'daki Nizamıcedit ordusunu önemli bir güç durumuna getiren Karaman beylerbeyi Kadı Abdurrahman Paşa, görünüşte sırp ayaklanmasını bastırmak, gerçekte Rumeli'de Nizamıcedit'i kurmak, ayrıca Vidin'de Pazvantoğlu, Rusçuk'ta Tirsinikli İsmail Ağa, Edirne'de Dağdevirenoğlu Mehmet Ağa gibi zorba âyanı cezalandırmak için, padişahın buyruğu üzerine, askerleriyle birlikte İstanbul'a getirildi. Ancak, Kadı Abdurrahman Paşa'nın yeni düzen askerlerinden çok hoşlanan Selim III, onları uzunca bir süre başkentte alıkoyarak eğitimlerini izledi. Bu arada, Kadı Abdurrahman Paşa’yı çekemeyen ve aslında Nizamıcedit'e karşı olan sadrazam Hafız İsmail Paşa, veliaht şehzade Mustafa ile gizlice anlaştıktan sonra Tirsinikli İsmail Ağa’ya Kadı Abdurrahman Paşa'nın gerçek amacını bildiren haberler göndererek onu yeni düzen askerine karşı direnmeye çağırdı Sadrazamın gönderdiği kışkırtıcı haberler üzerine öteki Rumeli âyanlarını da çevresine toplayan Tirsinikli İsmail Ağa, büyük bir kalabalıkla Edirne’ye geldi.

Kadı Abdurrahman Paşa’nın işi yatıştırmak için gönderdiği adamları öldürttü; Tekirdağ'da Nizamıcedit'in kurulacağını bildirir fermanı okuyan Edirne bostancıbaşısı Ahmet Ağa, kışkırtılan halk tarafından parçalandı. Sonunda buyruğundaki 25 000 askerle harekete geçerek (14 temmuz) Edime üzerine yürüyen Kadı Abdurrahman Paşa, Silivri ve Çorlu’da halkın direnişine karşın, şiddete başvurup yolundan kalmadı Ancak, Tekirdağ olaylarından etkilenen Selim III, daha çok kan dökülmemesi için bu kente ulaşmış olan Kadı Abdurrahman Paşa' ya geri dönmesini buyurdu. Nizamıcedit ordusunun çekilmesi üzerine iyice küstahlaşan ayaklanmacılar, padişahtan on iki kişinin idamını istediler. Bu sırada Tirsinikli İsmail Ağa evinin bahçesinde öldürüldü. Devlete başkaldıranlar Silistre eski valisi Eğribozlu İbrahim Paşa ile Serez âyanı İsmail Bey tarafından cezalandırılıp sindirildiler. Ayaklanmayı kışkırtan sadrazam İsmail Paşa ve şeyhülislam Salihzade Ahmet Esat Efendi görevlerinden alındılarsa da bu olaylar Kabakçı Mustafa ayaklanmasının patlak vermesine, padişahın tahtını yitirmesine ve gerçekleştirilmesi düşünülen yenilik hareketlerinin uzun süre ertelenmesine yol açtı.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:15
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
13 Aralık 2007       Mesaj #6
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye

Edirne


Türkiye'nin batısında, Trakya'da il ve bu ilin merkezi olan kent. Bulgaristan ve Yunanistan sınırındadır. İl toprakları kuzeyde Bulgaristan sınırından, güneyde Saros Körfezi kıyısına kadar, 40°30' ve 42° kuzey enlemleri ile 26° ve 27° doğu boylamları arasında ince, uzun bir şerit gibi uzanır. Batısında Yunanistan, kuzeyinde Bulgaristan, doğusunda Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale illeri bulunur. Yüzey şekilleri bakımından Türkiye'nin en sade ve özellikle en alçak köşesidir. Kuzeydoğuda, Bulgaristan ve Kırklareli sınırı yakınlarında Istrancalar'ın artık büsbütün alçalmış olan yamaçları ile güneyde Saros'un biraz kuzeyinde Koru Dağları'nın (725 m) batı uzantıları ilin dağ ve tepelik kesimini oluşturur.
Ad:  Edirne4.jpg
Gösterim: 636
Boyut:  40.5 KB

Fakat burada da yükseklik birkaç yüz metreyi geçmez. Arazinin geri kalan asıl büyük kesimi zemini alüvyonla örtülü akarsu vadilerinden (Ergene, Meriç ve kolları), hafif dalgalı ve yüksekliği yine 100-200 m.yi geçmeyen yatık yamaçlı ve yayvan vadilerle parçalanmış platolardan oluşur. Ege kıyılarına hem yakın, hem de açık olduğu hâlde, Edirne ilinde az çok karasal bir iklim görülür (il merkezi, denizden yüksekliği 48-80 m, en sıcak ay ortalaması 24.6°, en soğuk ay ortalaması 1.9°, yıllık ortalama yağış tutarı 599 mm). Yağış rejimi oldukça düzenlidir; belirgin kurak mevsim yoktur. Bu iklim ve relief koşulları nedeniyle Edirne ilinde otsu bitkiler egemendir.

Örneğin İç Anadolu'daki kadar kurakçıl, cılız değildir (daha nemcil ve tarla tarımı bakımından daha avantajlı). Orman azdır (il topraklarının % 10 kadarı). İlin ana akarsuyu, beslenme havzası hemen bütün Trakya'ya yayılmış olan Ergene'dir. Ergene, Pehlivanköy yakınında Edirne ili topraklarına girer ve İpsala'nın kuzeybatısında Meriç'e karışır. Aslında bölgenin en önemli ırmağı Meriç'tir. Fakat yukarı ve orta çığırlarıyla bir Bulgaristan ırmağı olan Meriç, Türkiye ve Yunanistan için bir sınır ırmağıdır. Meriç ancak Edirne yakınında çok küçük bir yörede iki kıyısıyla Türk toprakları içinde kalır. Bulgaristan'ın Rodop bölgesinden doğan, çığırının kısa bir kesimiyle Yunanistan'da akan Arda Irmağı, Edirne yakınında Meriç'e karışır. Öteki önemli kol Tunca da Bulgaristan'da doğar. Fakat Edirne'de Meriç'e karışmadan önce, il kuzeyinde 60 km kadar Türkiye toprakları içinde akar.

Meriç ve Tunca, Edirne'de kışın ve ilkbaharda kabarır. Bu kabarmalar bazı yıllar tehlikeli bir düzeye ulaşır ve kentin alçak kesimlerini sular altında bırakabilir. Böyle zamanlarda Meriç'in debisi 8.000 m3ü bulabilir. Meriç, Enez'de Ege Denizi'ne dökülür. Trakya'nın öteki illerinde olduğu gibi, Edirne ili ekonomisi de büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünler, Anadolu topraklarına göre, daha çeşitlidir ve verim de, normal olarak daha yüksektir.

Başlıcaları:


Tahıl (buğday, pirinç, mısır), baklagiller (en çok fasulye), endüstri bitkileri (şekerpancarı, ayçiçeği, kolza), çeşitli meyve ve sebzeler (en çok üzüm, kavun-karpuz ve domates). Hayvancılık daha çok koyunculuğa dayanır. Ayrıca tavukçuluk, arıcılık ve ipekböcekçiliği yapılır. Son yıllarda kırsal bölgelerde kurulan bazı fabrikalara rağmen, sütten yapılmış besinler (özellikle beyazpeynir, kaşar) bitkisel yağlar, şeker, un ve çeltik, Edirne ilinde âdeta geleneksel duruma gelmiş endüstri kollarıdır. İl merkezi Edirne, Tunca'nın Meriç'le karıştığı yerde kurulmuş çok eski bir kenttir.

Edirne'nin en eski halkı, Traklar soyundan Odrisler'dir. Odrislerin Meriç ve Tunca ırmaklarının birleştiği yerde İ.Ö. 1200 yıllarında bir kent kurdukları bilinmektedir. Odrislerden sonra yöreye egemen olan Makedonyalılar döneminde kent, Orestia diye anılmaya başlandı. İ.S. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus, Orestia'ya kendi adını koydu. Böylece Roma devrinde kent, Hadrianopolis ya da Adrianopolis adlarıyla anıldı. Adrianopolis zamanla Adrianopel olarak değişti. Kentin, Osmanlı dönemi başlarında Edrinabolu ve 16. yüzyıl başlarında Edirne olarak adlandırıldığı görülür.

1363'te I. Murat tarafından Türk topraklarına katılan Edirne, tarihimizde her zaman önemli bir yer tutmuştur. Zaptından, İstanbul'un alınması tarihi olan 1453'e kadar, Osmanlı Devleti'nin Bursa ile birlikte ikinci başkentiydi. Hatta başkentlik ödevi, İstanbul'un fethinden sonra da tamamen sona ermemiştir. Türklerin batıda Orta Avrupa'ya kadar yayılmaları sırasında Edirne büyük askerî seferlerin başlıca hareket noktası olmuştur. 18. yüzyılın başlarında 350 bin kadar tahmin edilen nüfusuyla Avrupa'nın başlıca büyük kentlerinden biriydi. Bir yandan savaşlar ve düşman işgalleri (1878'de Rus, 1913'te Bulgar, 1920'de Yunan; son kurtuluşu 25 Kasım 1922), öte yandan da il topraklarının imparatorluğun yıkılmasıyla çok daralmış bulunması nedeniyle eski önemini büyük ölçüde yitirdi.

1927'de 34 bine kadar düşmüş olan nüfus (hatta 1945'te 29 bin), 1980'de yeniden 72 bine ulaşmıştır. Edirne, Osmanlı tarih ve uygarlığının birçok yapıtlarıyla süslüdür. Bunlar içinde, Sinan'ın başlıca yapıtı olan Selimiye özellikle dikkati çeker. Tunca Irmağı'nın iki kolu arasında "Sarayiçi" adı verilen yerde her yıl düzenlenen geleneksel "Kırkpınar Güreşleri" kente turizm bakımından canlılık kazandıran başlıca olaydır. Her ne kadar kara ve demiryoluyla Türkiye'ye gelen turistlerin bir giriş ve çıkış kapısıysa da, transit olarak yapılan bu trafik, kente turizm bakımından önemli bir yarar sağlamaz.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs.org
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:16
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
31 Ocak 2008       Mesaj #7
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi

Edirne


Marmara Bölgesi’nin Trakya kısmında yer alır. Güneyinde Ege denizi, kuzeyde Bulgaristan, batıda Yunanistan, doğuda Tekirdağ, Kırklareli ve Çanakkale ileri ile çevrilidir.
Yüzölçümü 6.276 km² olan Edirne’nin, deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 41 metredir. Edirne, idari olarak, biri merkez ilçe olmak üzere 8 ilçe ve 248 köyden oluşmaktadır.

Edirne ili, Trakya Yarımadasında; kuzeyde Yıldız Dağları, güneyinde Koru Dağları ve Ege Denizi-Saroz Körfezi, batısında Meriç Nehri ve Meriç Ovası, doğusunda da Ergene Ovasını içine almakta olup, il topraklarının % 80′i tarıma elverişlidir. Türkiye’nin batı sınır topraklarının önemli bir bölümünü içine alan ilin Bulgaristan’la 88km’lik bir sınırı vardır. Bulgaristan’la olan sınır, Kırklareli il sınırından başlayarak, Tunca Irmağı’nı kesip, güneybatı yönünde uzanarak Meriç Irmağı’nda sona ermektedir.
Ad:  edirne.jpg
Gösterim: 716
Boyut:  42.5 KB

Burada, Türk, Bulgar ve Yunan sınırları birleşmektedir. Meriç Irmağı, ilin Yunanistan’la sınırını oluşturur. Irmağın doğu yakası Edirne, batı yakası Yunanistan’dır. Edirne-Yunanistan sınırının uzunluğu 204 km’dir. Bu sınır, Enez’de sona ermektedir.
Balkan Yarımadası’nın güneydoğu kesimindeki Trakya Bölgesinde yer alan Edirne ili, yeryüzü şekilleri bakımından çeşitlilik gösterir. Bu çeşitliliği, farklı yükseltiler gösteren dağ ve tepeler ile, daha az yükseltide olan platolar ve ovalar oluşturur. İlin kuzey ve kuzeydoğusu ile güney ve güneydoğusu dağlar ve platolar ile kaplıdır.

İlin önemli akarsularından olan Meriç, Tunca, Arda ve Ergene nehirlerinin debileri Mart-Nisan aylarında yoğun yağışlara bağlı olarak maksimum seviyeye ulaşmaktadır. Yaz aylarında da normal debilerini muhafaza etmektedir. Yörenin en önemli tarım potansiyeli olan çeltik ekim ve sulama zamanlarında ise nehir debileri en az seviyeye ulaşmaktadır.
Edirne, akarsular dışında kalan yüzey sularını, doğal göller, barajlar, rezervuarlar ve göletler oluşturmaktadır. Doğal göllerin başlıcaları Meriç’in denize döküldüğü Enez yöresindedir. Bu göller gala, Dalyan, Taşaltı, Tuzla, Bücürmene, Sığırcık ve Pamuklu gölleridir.

Edirne, her Akdeniz ikliminin hem de Orta Avrupa’ya özgü kara ikliminin etkisi altında kalan bir geçiş bölgesidir. Bölge Karadeniz, Ege ve Marmara denizlerin de etkileriyle zaman zaman ve yer yer farklı iklim özellikleri gösterir. Kışları, Akdeniz iklimi etkisini gösterdiği zamanlarda ılık ve yağışlı, kara iklimi etkisini gösterdiğinde de oldukça sert ve kar yağışlı geçmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, bahar dönemi yağışlıdır. İlin bitkisel üretim açısından önem taşıyan Ergene Havzası’nda ise sert bir kara iklimi egemendir. Çevresi dağlara sınırlı olan bu yörenin denizlerden gelen yumuşatıcı etkilere kapalı olması bu iklim yapısını ortaya çıkarmaktadır. Yıllık ortalama sıcaklık 13,4 °C, en yüksek sıcaklık 41,5 °C Temmuz ayında, en düşük sıcaklık –22,2 °C Ocak ayında gerçekleşmiştir. Yıllık ortalama yağış miktarı 585,9 mm ve yıllık ortalama nispi nem % 70′dir.

Ulaşım


Edirne gerek D-100 devlet yolu, gerekse TEM otoyolu üzerinden İstanbul’a dolayısıyla Anadolu’ya ve D-550 devlet yolu ile Çanakkale’den Ege’ye bağlanan karayollarının üzerindedir. Ayrıca Kapıkule Sınır Kapısından Bulgaristan ve Avrupa’ya sadece karayoluyla değil demiryolu ile de bağlanmaktadır.
Pazarkule ve İpsala Sınır Kapısıyla karayolundan, Uzunköprü demiryolu ile de Yunanistan’a ulaşım sağlanmaktadır. Edirne, İstanbul ve Çanakkale üzerinden Anadolu ile düzenli bir ulaşıma sahiptir.
Edirne’nin komşu ülkeler ve bazı merkezlere olan uzaklıkları;
  • Edirne-İstanbul : 235 km
  • Edirne-Ankara : 688 km
  • Edirne-Pazarkule : 13 km
  • Edirne-Çanakkale : 230 km
  • Edirne-İzmir : 534 km
  • Edirne-İpsala : 110 km

Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2016 21:16
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
9 Şubat 2008       Mesaj #8
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi

Edirne


Ülkemizin batısında bulunan bir sı­nır ilimizdir. Trakya'nın ülkemiz sınırları için­de kalan ve Doğu Trakya diye adlandırılan bölümünün batı kesiminde yer alır. Batıda Yunanistan ile doğal sınır oluşturan Meriç İr­mağı boyunca kuzeydeki Bulgaristan sınırın­dan güneydeki Saros Körfezi kıyısına kadar uzanan il toprakları, eskiçağlardan beri Av­rupa'yı Anadolu ve Ortadoğu'ya bağlayan önemli yolların geçtiği bir yerleşme alanıdır. Bir süre Osmanlı Devleti'nin başkenti olan Edirne kenti ile ilin öteki yerleşim yerleri de­ğerli tarihsel yapılarla süslüdür. Edirne denin­ce. Mimar Sinan'ın başyapıtı sayılan SelimiyeCamisi, Kırkpınar Güreşleri ve Kapıkule sınır kapısı akla gelir.
Ad:  Edirne5.jpg
Gösterim: 584
Boyut:  43.3 KB

Doğal Yapı


Edirne ili topraklarının büyük bölümü 100-200 metre yüksekliğindeki geniş ve yayvan dalgalı düzlüklerden oluşur. Bu alçak düzlük­ler arasında bazı tepeler seçilirse de, il toprak­ları yalnızca kuzeyde ve güneyde biraz yük­seklik kazanır. Yıldız Dağları da denen Is-tranca Dağları'nin batı uzantıları ilin kuzey ve kuzeydoğu kesimlerini, Koru Dağı'nın batı uzantısı ile Hisarlık Dağı da ilin güneydoğu ve güney kesimlerini engebelendirir. İlin en yük­sek noktası olan Hisarlık Dağı'nın 385 metre­ye ulaşan doruğu Enez'in doğusundadır.

İl topraklarının sularını Meriç Irmağı top­lar. Meric'in kendisi gibi il toprakları dışından doğan başlıca kolları Arda, Tunca ve Ergene ırmaklarıdır. Eskiden sık sık taşan Meriç Irmağı'nın kıyısındaki tarım ve yerleşme alan­larını taşkın sularından korumak için bir­çok set yapılmıştır. Irmağa su getiren akar­sular üzerinde çok sayıda barajın kurul­ması Meric'in suyunu oldukça azaltmıştır. Irmak Enez'in doğusunda Ege Denizi'ne dö­külür.

İlin Saros Körfezi'ne bakan ve oldukça düz olan kıyısından denize dökülen ve uzunluğu az olan bazı dereler ile küçük göller vardır. Meriç Irmağı'nın denize döküldüğü Enez yöresinde bulunan birçok gölden en önemlisi Çeltik Gölü de denen Gala Gölü'dür. Bu gölün eskiden su kuşları ve yılanbalığı bakı­mından çok zengin olduğu bilinmektedir. Meriç Irmağı'yla bağlantılı olan Gala Gölü, ırmak sularının azalması, çeşitli atıklar ve tarım ilaçlarıyla kirlenmesi nedeniyle doğal değerlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya­dır. Altınyazı ve Sütoğlu barajları ardında oluşan göller, ildeki başlıca yapay göllerdir.

Edirne ilinde verimli alüvyonlu topraklarla kaplı başlıca ovalar Meriç Irmağı boyundadır. Bunlardan en önemlileri kuzeydeki Kazanova ve Meric'in aşağı çığırı kenarındaki İpsala ovalarıdır. Bu ovalar ilin başlıca tarım alanla­rıdır.

Akdeniz ikliminin etkisinde olan ilin güney kesiminde kışlar oldukça yumuşak geçer. İçlere ve kuzeye gidildikçe Balkanlar'daki kara ikliminin etkileri görülür. Bu kesimlerde kışlar soğuk ve kar yağışlıdır.

İlin güney kesiminde makiliklere rastlanır. Dağlık kesimlerdeki ormanlar meşe, gürgen, kızıl çam ve kara çam topluluklarından olu­şur. Bilinçsizce yapılan kesim ve tarla açma işlemleri nedeniyle, eski meşe ormanla­rından oluşan doğal bitki örtüsü kaybol­muş, bu yöreler bozkır (step) görünümü al­mıştır.

Tarih


Edirne ili topraklarındaki ilk yerleşim yerle­rinin günümüzden yaklaşık 6.000 yıl önce kurulduğu sanılmaktadır, ilin kuzey kesimin­de yöre halkının '"peri kızı evi" ve "kapaklı kaya" adını verdiği taş devri mezarları bulun­muştur. Yörede kurulan ilk yerleşim yerinin Uskudama ve Goneis adıyla anıldığı bilinir. Buraya yerleşen ve Trak halklarından biri olan Odrisler (Odrysler) yöreye Orestia adı­nı verdiler. İÖ 6. yüzyılda Persler'in eline geçen Orestia'da Odrisler'in İÖ 5. yüzyılda kurduğu devlet, İÖ 4. yüzyıl sonunda yıkılın­ca yöreye Makedonyalılar egemen oldu. İÖ 2. yüzyılda Roma'ya bağlanan yöre önceleri Got ve Hun, Bizans döneminde de Hun, Avar.

Peçenek ve Bulgar saldırısına uğradı. Bir süre Latinler'in yönetimine de giren yöre 1361'de Osmanlı topraklarına katıldı. 1. Murad 1365'te Osmanlı başkentini Bursa'dan Edir­ne'ye taşıdı ve kent İstanbul'un alınışına kadar Osmanlılar'ın başkenti oldu. 19. yüz­yılda iki kez Rus ordularının işgaline uğra­yan Edirne, 1912'de de Bulgarlar tarafından işgal edildi. Kurtuluş Savaşı sırasında Batı Trakya'yı ele geçiren Yunan orduları 22 Temmuz 192'de Edirne'ye girdi. Mudanya Mütarekesi'nden sonra 24 Kasım 1922'de Türk ordusunun girmesiyle Edirne kenti. Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 15 Eylül 1923'te Karaağaç İstasyonu' nun alınmasıyla da tüm Edirne yöresi işgal­den kurtuldu.

Ekonomi


Edirne ili halkının başlıca geçim kaynağı tarımdır. Tarım ürünlerine dayalı ticaret ve tarım ürünlerinin işlenmesine dayalı sanayi ilin ekonomik yaşamında önemli yer tutar. 1987'de il düzeyinde en çok yetiştirilen tarım bitkileri buğday, karpuz, ayçiçeği, şekerpan­carı, domates, pirinç, üzüm, arpa, mısır, dolmalık biber ve kavundu. Eskiden beri süt ve süt ürünlerinin işlendiği mandıralarıyla ünlü olan Edirne'de çok sayıda koyun ve sığır beslenir.

Edirne ilinde arıcılık ile balıkçılık da önem­lidir. Gala Gölü'nde avlanan yılanbalıkları yurtdışına satılır.
Tereyağı, yoğurt ve peynir üreten mandıra­ların yanı sıra un, bitkisel yağ, salça, yem, meşrubat, çeltik, dokuma, tuğla ve kiremit, teneke, sıhhi tesisat, karton ve mukavva fabrikaları vardır. Edirne ilinde küçük sanayi de oldukça gelişmiş düzeydedir.

Ortadoğu ve Türkiye'yi Avrupa'ya bağla­yan önemli kara ve demiryollarının geçtiği Edirne ilindeki başlıca sınır kapıları Kapıku­le, Pazarkule, İpsala ve Eskiköy'dedir. Yuna­nistan sınırındaki İpsala'dan giren E-25 ve Bulgaristan sınırındaki Kapıkule'den giren E-5 karayolları boyunca yer alan kent ve kasabalar aynı zamanda birer konaklama ve ticaret merkezidir. Son yıllarda günübirlik alışveriş için Yunanlılar'ın Edirne ve İpsala'ya gelmesi ticaretin canlanmasına yol açmıştır.

Her yıl Sarayiçi'nde yapılan geleneksel Kırk-pınar Güreşleri, Edirne'ye turizm açısından renkli günler yaşatır.Yeraltı kaynakları bakımından yoksul olan Edirne ili topraklarındaki linyit yataklarından bazıları zaman zaman özel kesim tarafından işletilir.

Toplum ve Kültür


Değişik kültür yapıları olan çeşitli halkların yerleştiği, bazı kavimler tarafından da yakılıp yıkılan Edirne, Osmanlı döneminde yapılan bayındırlık çalışmaları sonucunda önemli bir ticaret, eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Başkentin İstanbul'a taşınmasından sonra da önemini koruyan Edirne'yi süsleyen ve mima­ri değeri yüksek birçok yapı günümüze kadar ulaşmıştır.

Edirne'de el sanatları da gelişmiştir. Ağaç işlemeciliği, lake kap ve kutu yapımcılığı, ciltçilik önde gelen eski el sanatlarındandır. Kendine özgü bir üslupla yapılan oyma, kakma ve boya bezekli ağaç işlerinin çok yaygın bir ünü vardır. İşlemelerde lale, süm­bül, karanfil ve değişik çiçek demeti motifleri kullanılır. Çok köşeli, üstleri düz, yan yüzle­rinde belirli kompozisyonlar olan sini sofra altları da bu kente özgü bir teknikle yapılır. Kökleri eskiye dayanan bir başka el sanatı da bez üzerine yapılan işlemeciliktir. Kullanıla­cağı yere göre çeşitli büyüklükte dokunan kumaşların iki ucu tığ işi, ulama, ajur gibi değişik el işlemeleri ile bezenir. Yörede işle­mecilik eski önemini yitirmekle birlikte günü­müzde de sürdürülmektedir.

Evliya Çelebi'nin yazdığına göre, II. Baye­zid Külliyesi'nin darüşşifasındaki (sağlık yur­du) ruh ve sinir hastaları müzik ve su sesiyle tedavi edilmekteydi. Darüşşifa dönemin önemli bir göz tedavi merkeziydi. Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki topraklarını kaybet­meye başlamasından sonra Türk ve Müslü­man halkın göçleri, daha sonraki Rus ve Bulgar işgalleri sırasında yoksul düşen, yakı­lıp yıkılan ve tarihsel yapıları tahrip olan yörenin toplumsal yapısı Kurtuluş Savaşı'n-dan sonra önemli değişikliklere uğradı. Lozan Barış Antlaşması hükümleri uyannca, yüzyıl­larca burada yaşayan Yunan ve Bulgar kö­kenli halk Yunanistan ve Bulgaristan'a, Batı Trakya'da yaşayan Türkler'in bir bölümü de Edirne'ye göç etti.

Edirne'nin toplumsal yaşamında kuşkusuz en önemli yeri geçmişi çok eskilere dayanan Kırkpınar Güreşleri alır. Kırkpınar Güreşleri' nin doğuşuna ilişkin birçok söylence vardır. Bunlardan en yaygınına göre Rumeli'nin fethi için sefere çıkan Orhan Bey'in kardeşi Süley­man Paşa emrindeki 40 asker bugün Yunanis­tan sınırları içinde kalan Samona yakınlarında mola verirler. Burada güreş tutan askerlerden ikisi uzun saatler geçmesine karşın birbirlerini yenemez. Daha sonra bir hıdrellez günü Ahırköy Çayırı'nda iki asker yeniden güreşe tutuşur. Sabahtan gece yarısına kadar süren güreşte iki asker yorgunluktan halsiz düşerek ölür. Öteki askerler bu iki güreşçiyi bir incir ağacının altına gömerek yollarına devam ederler. Bir başka sefer sırasında yöreden geçen aynı askerler arkadaşlarını gömdükleri yerde gür bir pınarın kaynadığını görünce, onların, ermiş anlamına gelen kırklardan ol­duğuna inanarak buraya "Kırkpınar" derler. Zamanla burada yağlı güreşlerin yapılması gelenekselleşir. Daha sonra Ahırköy Çayırı yerine Sarayiçi'nde her yıl yağlı güreşler düzenlemeye başlanır. Bu güreşleri düzenle­yen kişiye Kırkpınar Ağası denir. Güreşin yapıldığı yer "Er Meydanı" olarak da adlandı­rılır. Güreşlerde, meşinden kispet giyen peh­livanlar yağlanıp kurayla eşleştirilir. Kırkpı­nar Güreşleri tozkoparan, deste küçük boy, deste orta boy, deste büyük boy, küçük orta küçük boy, küçük orta büyük boy, büyük or­ta, başaltı ve baş güreşlerinden oluşur. Baş güreşini kazanan yarışmacıya başpehlivan de­nir ve altın kemerle ödüllendirilir. Altın ke­mer, üst üste üç kez başpehlivanlığı kazanan­da kalır.

İl Merkezi: Edirne


Eskiçağlarda Odrisler'in yerleştiği Orestia yö­resinde aynı adla kurulduğu bilinen kent, İS 2. yüzyılın ilk yarısında buraya gelen Roma İmparatoru Hadrianus tarafından imar edildi ve bu nedenle kent Hadrianopolis adıyla anıldı. Osmanlı döneminde Edrinabolu, Ed-rune, Edrene adlarıyla anılan kente sonraları Edirne dendi. Birçok kez saldırıya uğrayan kent, Roma ve Bizans dönemlerinde hem ticari, hem de askeri açıdan önemli bir mer­kezdi. 1361'de Osmanlı topraklarına katılan Edirne 1365'ten 1453'e kadar Osmanlılar'ın başkenti oldu. Osmanlı döneminde gelişen kentin 19. yüzyıldaki nüfusu 100 bindi.

Tarihsel değerleriyle ilgi çeken kent, Kapı­kule sınır kapısının yakınlığı nedeniyle turis­tik açıdan da önem taşır. Kentteki Roma ve Bizans dönemi yapılarının ancak bir bölümü günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlardan biri olan ve büyüyüp gelişen kentin ortasında kalan Edirne Kalesi'nin bazı bölümleri günü­müze kadar kalmıştır. Kentte Osmanlı mi­marlık sanatının ilk dönemlerini yansıtan birçok yapı bulunmaktadır. Bunlardan, günü­müze ulaşmış en eski Osmanlı anıtsal yapıla­rından biri olan Eski Cami (1403-14), Türk çini sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiş olan Muradiye Camisi, minaresinin her şere­fesine ayrı merdivenlerle çıkılan Üç Şerefeli Cami ve Mimar Sinan'ın 80 yaşında yarattığı anıtsal yapı Selimiye Camisi kentin önemli yapılarından birkaçıdır. Türkiye'nin karayolu ulaşımı bakımından ek­seni olan E-5 Karayolu'nun kentten geçmesi, Edirne'yi bir konaklama ve ticaret merkezi haline getirmiştir. Sanayi tesisleri de bu yolun kenarına yerleşmiştir. Tarihsel çekirdeği Kaleiçi'nde olan kentin yerleşme alanlarının asıl geliştiği kesim Tunca Irmağı kıyışıdır. Kaleiçi. Selimiye Camisi ve çevresi gibi bazı tarihsel yapıların bulunduğu semtleri koruma­ya alınan Edirne kentindeki başlıca eğitim ve kültür kurumu Trakya Üniversitesi'dir.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica

Son düzenleyen Safi; 21 Temmuz 2016 00:16
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
10 Şubat 2008       Mesaj #9
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi

Selimiye Camii

Ad:  Selimiye Camii2.jpg
Gösterim: 963
Boyut:  57.6 KB

Türkiye’nin ve dünyanın şaheser yapılarından olan İstanbul’daki Ayasofya’dan sonra, Edirne’deki Selimiye, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alındı. Bugüne kadar Dünya Miras Listesine Türkiye’den 9 adet tarih ve kültürel varlığımız alınmıştır.
Bu varlıklardan; İstanbul, Safranbolu, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Truva Arkeolojik Kenti kültürel, Pamukkale ve Göreme-Kapadokya hem kültürel, hem doğal miras olarak listeye alınmıştır. Dünya Miras Listesinde yer alan 9 varlığın yanı sıra UNESCO Dünya Miras Endikatif (Geçici) Listesinde yer alan Efes ve Karain ören yerlerine ait adaylık dosyaları UNESCO Dünya Miras Merkezine gönderilmiş, 12 si de sırada beklemekte.

Ayasofya, Selimiye’den çok önce yapılmış, şüphesiz çok muhteşem bir yapıdır.
Daha önce ahşap ağırlıklı olarak iki kez yapılmış, fakat çeşitli ayaklanmalarla yakılmış. Günümüze gelen muhteşem yapısını İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya’dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos’lu İsidoros ve Trallesi Anthemios’a günümüze ulaşan Ayasofya’yı yaptırmıştır.
Anadolu’nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya`da kullanılmak üzere İstanbul`a getirilmiştir. Ayasofya’nın yapımına 23 Aralık 532 de başlanmış, 27 Aralık 537 de beş yılda tamamlanmıştır. Selimiye’nin yapılışına, 1568 de başlanmış, 1574 tarihinde altı yılda, Ayasofya’dan 1037 yıl sonra bitirilmiştir.
İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Ekklesia) denilen bu muhteşem yapıt, Kutsal Bilgelik’e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınır, Fetih’ten sonra ise Ayasofya olarak anılmaya başlanır.

Bazı kaynaklar Ayasofya’nın “açılışında bin boğa, altı bin koyun, altı yüz geyik, bin domuz, on bin tavuk, on bin horoz kurban edilir ve yoksullara çeşitli yardımlarda bulunulur” şeklinde ayrıntı yazarlar.
Daha yapıldığı ilk yıllardan itibaren ihtişamı ve “erişilmez bir sınırsızlığı” temsil eden kubbesiyle herkesi şaşırtıp büyüleyen Ayasofya, 916 yıl boyunca kilise, 481 yıl da cami olarak hem Hıristiyanlığın, hem de Müslümanlığın hizmetinde bulundu (1398 yıl ibadethane olarak kullanıldı). Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır. Mimar Sinan Ayasofya’nın dışına yaptığı payandalarla yapının dayanıklılığını arttırarak, günümüze kadar gelmesini sağlar

Ayasofya, uzun yıllar Ortodoksluğa hizmet verdikten sonra, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Latinlerin eline geçmesiyle 1203- 1261 yılları arasında Katolik Dünyası için kullanıldı. Bu arada Latinlere borçlu olan İmparator IV. Aleksios, Ayasofya’nın değerli birçok eşyasını onlara vermek zorunda kaldı. Bu nedenle, Ayasofya’ya ait pek çok kutsal eşya halen Venedik’te bulunuyor.

Ayasofya yapılışından günümüze kadar 1474 yıldır; Selimiye de, yapılışından günümüze kadar 437 yıldır ayakta. Her iki yapı da, nice depremlere, isyanlara, yangınlara dayanmış, çağımızın iki muhteşem eseridir. Ayasofya, kilise ve camiden sonra 1935 ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir.
Selimiye’nin UNESCO tarafından bu yıl dünya mirası listesine alınması nedeni ile Selimiye ile Ayasofya arasındaki bazı ayrıntıları kıyaslayarak değinmek istedik.

İslam dünyasında 1037 yıldır, Ayasofya’nın kubbe yüksekliği, kubbe genişliği yönleri ile onun kadar bir yapı, mabet yapılamamıştı. Bu farkı bilen Hıristiyanlar, Müslümanlara, İstanbul’un alınışından sonra da Türklere sürekli olarak, “İslam dünyası Ayasofya kadar bir yapı, ibadethane yapmadı, yapamaz” diyerek övünüyorlardı. Bu övünmelere kızan Mimar Sinan, Edirne de, “ustalık eserim” dediği, Ayasofya kubbesinden daha geniş, daha yüksek olan Selimiye Camisini yaparak dünya mimarisine eşsiz bir yapı kazandırdı. Tarihi bir kaynaktan (Solakzade tarihinden) aldığımız bazı ayrıntıları, Selimiye’nin Ayasofya’dan daha yüksek ve daha geniş olduğunu, belki birçoğumuz bilmiyordur. Selimiye’nin muhteşem yapısı ve farkı ile Müslümanlara karşı Hıristiyanların Ayasofya övünmesini bitiren ve öteki ayrıntıları içeren yazımız
Şöyledir:
MİMAR SİNAN SELİMİYE’Yİ AYASOFYA’YA TEPKİ OLARAK MI YAPTI?
İstanbul’da Bizanslılardan kalan, kubbesinin genişliği ve büyüklüğü ile tanınan Ayasofya, şüphesiz Türkiyede bulunan muhteşem yapılardan biridir.
Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve ustalık eseri olan anıtsal yapı Osmanlı-Türk sanatının ve dünya Mimarlık tarihinin baş yapıtlarındandır. Sultan II. Selim’in emriyle yaptırılmıştır.

1913 yılındaki Bulgar kuşatmasında camiye isabet eden top izlerinden biri hala görülebilir durumdadır. Sultan Mahfeli yönünde ve kubbecikte bulunan bu iz, 1930 yılında Atatürk’ün Edirne’ye yaptığı ziyarette Onun emriyle ve bir “ibret” olarak yerinde bırakılmıştır. Bu tür muhteşem eserleri daha da yüceltmek isteyen halk, birbirinden ilginç menkıbe, söylentiler yayarlar. “Minarelere hangi yönden bakılırsa bakılsın iki adet görülür.” değerlendirmesi yanlıştır. Minareler çok yerde üçer görülebilir, ancak bakış açısı değiştikçe görüntü ve sayı değişebilir.

1588 yılının 9 Nisan günü 98 yaşında vefat eden, tarihin en büyük mimarlarından Mimar Sinan, yaşından çok fazla (477) mimari eser bırakmıştır. Edirnelilerin “Edirneli” olarak bildiği Mimar Sinan’ın Edirne’de 20 kadar eseri vardır.
Yüzyıllar içinde Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbe yapılmamıştı. Bunu bilen bütün Hıristiyanlar, Türklere, Müslümanlara karşı, “Müslümanlar bu eser gibi bir yapı yapamazlar”, diyerek övünüyor, böbürleniyorlardı. Bunu gören, duyan Mimar Sinan Ayasofya’dan daha büyük bir eser yapmayı kafasına koymuştu. Padişahın da desteği ile Edirne’de Selimiye Camisini yapmaya karar verdi. 1568 yılında yapımına başlanan bu muhteşem Selimiye Camisi, 1574 tarihinde bitirilmiştir. Bu konuda Solakzade Tarihi’nde (Cilt: II, Sf: 328–329) da aynen şunlar yazılmakta:
“Mimar Sinan Edirne şehrinde, büyük bir mil üzerine dört minareli güzel bir cami ve eşi benzeri bulunmaz yepyeni bir mabet bina etmiştir. Minarenin şerefelerinin içinde ayrı ayrı birer yol vardır. Birbirlerine mülâki olmadan çıkan müezzinler, şerefesine gelinceye kadar arkadaşları ile karşılaşmazlar.

Bahsedilen camiinin içi öyle bir şekilde tezyin edilmiştir ki, sanki nurla parlatılmıştır. Mimar Başı olan Mimar Sinan Ağa, “Tezkiretü’l-ebniyye” ile isimlendirdiği risalelerinde, böyle yazmış ve ifade etmiştir ki: «Ayasofya Kubbesi gibi büyük bir kubbe İslâm Devletlerinde bina olunmamıştır» diye, düşman taifesinin mimar geçinenleri,«Müslümanlara galebemiz vardır», derler ve ta’n-âmîz sözler söylerler idi. Fâsid zanlarınca o kadar yüksek kubbeyi durdurmak gayet müşkildir. «Benzeri mümkün olsa yapardınız», dedikleri, bu fakirin kalbinde büyük bir düğüm olarak kalmış idi. Zikri geçen camiinin binasına himmet edip bu kubbeyi Ayasofya Kubbesinden altı zira daha yüksek ve dört zira geniş eyledim.

İmareti, medresesi ve dârüşşifası o derece güzel görünüşlüdür ki, hiçbir padişaha misli nasip olmamıştır. …..Saltanatları zamanında vezirazam olan tedbirli ve her işin ehli bulunan Sokullu Mehmet Paşa’nın hayratı da pek çok görülmüştür. Darüssaltana olan Kostantiniyye’de de çeşitli cami, iskele, han ve kervansaraylar bina ettirmiştir”.
Zira: Osmanlı zamanında, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü birimidir. Yaklaşık 43 cm dir.
Bu duruma göre Selimiye Kubbesi,
Ayasofya Kubbesinden, 6×43=258 cm daha yüksek,
Selimiye Kubbesi Ayasofya Kubbesinden, 4×43=172 cm daha geniştir.
ZİRA: Osmanlı zamanında, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü birimi. Yaklaşık 42–43cm.dir.
Selimiye kubbesi, Ayasofya’dan 6 zira x43=258cm yüksektir.
Selimiye kubbesi; Ayasofya’dan 43×4=172cm daha geniştir.
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2016 22:33
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
18 Şubat 2008       Mesaj #10
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi

Selimiye Camii


Kalfalığımı İstanbul'daki Şehzade Camii'nde yaptım. Ustalığımı da Süleymaniye Camii'nde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han camiinde sarf edip uzmanlığımı ayân ve beyân ettim. (Mimar Sinan)
Ad:  Selimiye Camii1.jpg
Gösterim: 1378
Boyut:  84.6 KB

Selimiye Camii (Edirne) II. Selim'in emri üzerine Mimar Sinan tarafından Kıbrıs'ın fethiyle elde edilen ganimetlerle eski sarayın Baltacılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılan cami. 1568 - 1575 yıllarında tamamlanan Selimiye Camii Osmanlı-Türk mimarisinin en büyük eseridir. Üçer şerefeli dört minaresi vardır. Her minarenin yüksekliği 79,89 m.'dir. Kubbesi 31,28 m. çapında olan Selimiye Camii'nin harim tarafındaki minarelerin şerefelerine ayrı merdivenlerden çıkılabilmektedir.

Osmanlı hükümdarı II. Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, zamanın başkenti olan Edirne'de, şehrin en yüksek noktasında Yıldırım Bayezıt'ın yaptırdığı Baltacılar Koğuşu'nun kalıntıları üzerine yapılmıştır. Yapımına 1569'da başlanmış ve 1575'de tamamlanmıştır. Osmanlı-Türk sanatının en muhteşem eseridir. Mimar Sinan, Selimiye için "ustalığımın eseri" demiştir. Açık havalarda Rodop Dağları'ndan ve Uzunköprü'nün Süleymaniye Köyü'nden görülebilmektedir.

Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, Ayasofya'da, Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına kemerlerle bağlıdır. Kubbenin çapı 33,28 metre, yüksekliği 15,86 metredir. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Selimiye'nin herbiri 70,89 metre yüksekliğinde, kalem gibi incecik 4 minaresi vardır. Minareler üçer şerefelidir. İki minaresinde şerefelerin üçüne giden yol ayrıdır. Bu minarelerden aynı anda üç şerefeye de birbirini görmeden üç kişi çıkabilir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösteren bir görünüş güzelliği sağlar. Diğer camilerde ise minareler açığa yapılmış ve yapı genişlemiştir.

Caminin mermer, çini ve hat işçilikleri de önemlidir. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki hünkar mahfili, 12 mermer sütunludur ve 2 metre yüksekliktedir. Çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür.

Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvanmedrese ve imaret bulunmaktadır. Sıbyan mektebi günümüzde çocuk kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır. Geçmişte cami meşalelerle aydınlatılmakta idi. Meşalelerden çıkan is, hava akımı yaratmak üzere özel olarak yapılan bir delikten dışarı çıkmaktaydı.
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2016 22:34

Benzer Konular

11 Eylül 2008 / Bia Eğitim Bilimleri
23 Ağustos 2012 / buz perisi Türkiye Coğrafyası