Arama

Deniz Biyolojisi

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 26 Ekim 2009 Gösterim: 14.539 Cevap: 4
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Şu an yeryüzünde görebildiğiniz tüm canlılar, doğadaki canlıların çok küçük bir bölümünü teşkil etmektedir.Yeryüzünün üçte ikisinin sularla kaplı olduğunu düşündüğümüz zaman, okyanus ve denizlerde yaşayan canlılar aleminin ne kadar devasal olduğunu anlayabiliriz. Yapılan araştırmalara göre dünya üzerindeki su kütlesinin hemen hemen tamamı volkanik patlamalardan atmosfere salınan su buharından husule gelmiştir. Atmosfere salınan yüksek miktardaki su buharı yoğunlaşarak yıllar boyunca yağan yağmurları ve nihayetinde deniz ve okyanusları meydana getirmiştir.

Sponsorlu Bağlantılar
Yağmur suları tatlı yani saf su olmasına rağmen okyanus ve denizlerde yüksek miktarda tuzluluk vardır.Bunun nedeni jeolojik tabakaların yüksek miktarda karbonat, sodyum klorür (tuz) ve zengin mineraller içermesidir.Sodyum miktarı oldukça fazla olduğu için deniz ve okyanusları oluşturan tatlı suların tuzlu hale gelmesine neden olur.
Tuz oranı yüksek bu sularda herhangi bir kara canlısının veya bir insanın uzun süreler yaşaması mümkün olmamasına karşın birçok deniz canlısı rahatlıkla yaşayabilmektedir.Tabii yaşamlarını vücutlarındaki mükemmel organ sistemleri sayesinde sürdürürler.

Okyanus ve denizlerde tıpkı karada yaşayan canlılar gibi mikroorganizmalardan tutun devasal memeli canlılalar kadar binbir çeşit canlı türü yaşamaktadırlar.Biz yanlızca bu devasal canlılar aleminden bilinen ve bilinmeyen birkaç örnek vereceğiz.

Deniz ve tatlısu mikroorganizmaları
Bu canlılara " Plankton " adı verilmektedir.Planktonlar tatlı sularda yaşayabildiği gibi deniz ve okyanusta yaşayanlarıda vardır.
Bu canlılar tıpkı bakteriler gibi ikiye bölünerek çoğalmaktadırlar.Önce canlının içerisindeki DNA replikasyonla kopyalanarak iki Katına çıkarılır ve ardından canlının vücudu ikiye bölünür.
Miktarı iki katına çıkan DNA nın yarısı birinci yavru hücreye diğer yarısı ise ikinci yavru hücreye aktarılır.
Planktonların en önemli özellikleri, suda yüzmek için aktif olarak belli bir hareketleri olmamasıdır.Bu canlılar bulundukları su ortamının akımına bağımlı olarak başıboş dolanırlar.

Planktonlar ancak mikroskopla görülebilirler fakat çıplak gözle dikkatlice bakıldığında görülebilecek kadar büyük olanlarıda vardır.

Bu mikroskobik canlılardan en çok bilineni ise " alg " adı verilen tek hücreli bir canlı türüdür ki algler hemen hemen heryerde yaşamaktadırlar.
Denizlerde, tatlı sularda, okyanuslarda, havuz sularında, su birikintilerinde çamurların içinde ve nehirlerde bile yaşamaktadırlar.Bu kadar fazla bir yaşam alanına sahip canlılar biz ziyaretçilerin bile gözünden kaçmış olamaz.

Örneğin bir havuz veya inşaat sahasındaki şeffaf su birikintilerinin renginin, birkaç gün sonra yeşile veya kırmızıya dönüştüğünü görmüşsünüzdür.Bu sularda ilk zamanlarda yaşayan binlerce tek hücreli canlı türü, uygun bir sıcaklığa geldiğinde süratle çoğalmaya başlarlar. Yanlızca birkaç gün içerisinde sudaki canlı sayısı milyarı bulabilir.Bu kadar fazla sayıdaki tek hücreli canlılar suyun rengini bulandırmaya başlar.

Suyun rengi niçin yeşile dönüşüyor ?
Bunun nedeni ise bazı planktonların, tıpkı yeşil bitkiler gibi klorofil molekülünü içermesinden dolayıdır.Hatırlarsanız bitkilerin yapraklarının renginin yeşil olarak görünmesinin klorofil molekülünden dolayı olduğunu söylemiştik.

İşte bu tip planktonlarında vücutlarında klorofil molekülü vardır ve tıpkı bitkiler gibi fotosentez yaparlar.Bu yüzdendir ki taksonomik olarak sınıflandırılırken bitkiler kategorisinemi yoksa hayvanlar kategorisinemi konacağı konusunda sistematikçilerin ortak bir kararı yoktur.

Yumuşakçalar (Mollusk)
Okyanus ve denizlerde yaşayan diğer bir canlı grubu ise, genel latince isimleri " Mollusk " olan yumuşakçalardır. Bu canlıların vücutları adındanda anlaşılacağı gibi oldukça yumuşak bir yapıya sahip olup, bazı türlerinin vücutları oldukça sert kabuklarlada kaplı olabilir.
Yumuşakçaların en iyi bilinen iki örneği " Mürekkep balığı " ve kabuklu bir yapıya sahip olan " Deniz minareleri " dir.
Mürekkep balıkları, gerek anatomik yapıları gerekse savunma mekanizmaları bakımından oldukça ilginç canlılardır.
Belgesellerde sık olarak gördüğümüz bu canlıların hareket mekanizmaları, bir jet motorunun çalışma prensibiyle aynıdır.Bu prensip " etki - tepki " prensibidir.Yani bir yandan madde alınırken diğer yandan madde verilmekte ve bu şekilde süratle hareket etmektedir.

Balık, öncelikle vücudunu, arka tarafından aldığı bir miktar su ile doldurur.Ardından karın kaslarını büyük bir şiddetle kasarki bu kasılma neticesinde sıkışan su büyük bir süratle yine vücudun arka tarafından dışarı püskürtülür.Dışarı püskürtülen su, balığın büyük bir hızla ileri doğru ivmelenmesini sağlar.

Bunun yanında hayvan düşmanlarından korunmak için bir tür sıvı salgılarki bu sıvı mürekkebe benzer olup salgılandığında, kendisi kovalayan avcının görmesini engelleyecek kadar suyu bulandırabilir.

Yine bir mollusk olan deniz minareleri ise, yumuşak bir vücuda sahip olmasına karşın çok sert bir kabuğa sahiptir.
Bu kabuğun en önemli fonksiyonu canlıyı düşmanlarından korumasıdır.
Nasıl oluyorda bu canlılar etraflarını kabukla örtebiliyorlar ?
Bir sperm ile bir yumurtanın birleşmesinden sonra zigotu meydana getirdiğini ve bu zigotun ardı ardına milyonlarca kez bölünerek bir yavru canlıyı meydana getirdiğine değinmiştik.Mesela insan yavrusunda, en dıştaki hücreler diğer hücrelerden farklılaşarak keratin adı verilen bir madde üretir ve " Derinin " şekillenmesini sağlarlar.

Deniz minarelerinde ise, zigot milyonlarca kez bölünerek yavruyu meydana getirdiğinde, yavrunun en dıştaki hücreleri " Kalsiyum " salgılayan özel bir hücre tipine farklılaşırlar.Bu hücreler, canlının içinde yaşadığı deniz yada okyanuslardan absorbe edilen kalsiyumu düzenli bir şekilde salgılayarak canlının etrafında kalın bir tabaka oluşmasını sağlarlar.

Okyanus bitkileri
Şu an soluduğunuz havadaki oksijenin büyük bir kısmı, deniz ve okyanuslarda yaşayan ve klorofil içeren bitkiler tarafında fotosentez yoluyla üretilir.

Nasıl ki atmosfer şartlarında klorofil içeren bir bitki havadan CO2 yi, topraktan suyu ve güneşten ışığı alarak fotosentez yapıp canlılar için oksijen üretiyorsa aynı şekilde deniz ve okyanuslarda da güneş ışığının varabildiği bölgelerde bulunan klorofilli bitkilerde oksijen üretmektedirler.

Bu canlıların büyük bölümünü ise yosunlar teşkil eder.Bunun yanında daha adını sayamadığımız onbinlerce tür deniz bitkisi vardır.

Deniz bitkilerinin ihtiyacı olan su zaten yaşam ortamı olan denizden, CO2 ihtiyacı ise diğer tüm deniz canlıları tarafından karşılanır.Eğer bu tabiat harikaları denizlerde var olmasaydı hemen hemen tüm deniz canlıları oksijensizlikten hayatını kaybedecekti.

Basit bir canlı gibi görünen bu yaratıkları aslında ekosistemin vazgeçilmez birer parçasıdırlar.

Bu canlıların milimetrelerle ölçülebilecek kadar küçük olanları olduğu gibi yüzlerce metre uzunluğunda devasal boyutlara sahip olanlarıda vardır.

Atlas okyanusu kıyılarında yaşayan birtür deniz bitkisi, fotosentez yapmak için oldukça mükemmel bir yöntem geliştirmiştir.
Bu bitki tıpkı bir " Palmiye " ağacına benzer ve onlarca metre uzunluğundaki dallarının uçlarında bir veya birkaç adet hava kesesi bulunur.Bu hava keseleri, bitki geliştikçe gitgide büyüyerek bitkinin dallarını suyun kaldırma kuvvetinin etkisiyle yukarı doğru kaldırır.

Deniz yüzeyine yaklaşan dallar güneş ışığından olabildiğince faydalanarak fotosentez yapma imkanı bulur.
Deniz bitkilerinin üremeleri hem eşeyli hemde eşeysiz olabilmektedir.
Erkek bitkiden gelen bir sperm ile dişi bitkiden gelen bir yumurta hücresinin birleşmesiyle (eşeyli üreme) yavru bir bitki meydana gelebildiği gibi bazı bitkiler ikiye bölünme ve " Tomurcuklanma " ile de çoğalabilir (eşeysiz üreme).

Tomurcuklanma, bir bitkinin belirli bir bölgesinde büyüyen hücre veya hücre gruplarının daha sonra bitkiden ayrılarak bağımsız bir şekilde kendi başına büyüyüp gelişmesi olayıdır.

Derisi dikenliler (Ekinodermata)
Derisi dikenli deniz yaratıklarının başında " Deniz yıldızları ", " Deniz hıyarları " ve değişik şekillerdeki dikenli canlılar gelmektedir.
Bu hayvanların yaşayış tarzları pek aktif olmasada görünüş itibariyle deniz diplerinde bir renk cümbüşü meydana getirmektedirler.Görünümleri göze çok hoş gelen bu yaratıklar alımlı renkleriyle deniz diplerindeki vahşi yaşamın vazgeçilmez birer parçasıdırlar.

Deniz yıldızları bilindiği gibi ikiye, üçe, dörde veya daha fazla sayıda parçalara ayrılmasına rağmen her ayırdığınız parça kendini tamir ederek yeni bir deniz yıldızı verebilir.Canlıların bu yeteneklerine "rejenerasyon" yani tamir edebilme özelliği denir.

Deniz yıldızlarının bazı türlerinde dikenler oldukça uzun olup, yıldızı vahşi deniz canlıları tarafından parçalanma tehlikesine karşı korur
Deniz hıyarları, protein bakımından zengin olup uzakdoğu ülkelerinde besin kaynağı olarak tüketilmektedir.Bu canlılar genellikle fazla derin olmayan okyanus sularında yaşarlar.

Deniz kestaneleri ise dışarıdan basit bir yapıya sahip olduğu izlenimini verir fakat iç organları oldukça kompleks bir yapıya sahiptir.Öyleki kestanenin içerisinde, hayvanın sudaki oksijeni rahatça soluyabilmesi için suyu vücudunun içerisinden geçiren karmaşık devri-daim organları bile vardır.

Bu mükemmel deniz yaratıkları, gözalıcı renkleriyle deniz diplerini adeta birer cennete çevirirler.
Yüksek Organizasyonlu Deniz Canlıları :
Yüksek organizasyonlu canlılar çok sayıda türleri kapsamakla birlikte biz en çok bilinen " Köpek balıkları " ve " Balina " türlerine örnekler verdik.

Köpek balıkları belgesellerde ve filmlerde gördüğünüzden çok daha mükemmel ve gizemli yaratıklardır.Köpek balıklarının kendi içerisinde birçok alt türleri vardır.
Örneğin mamuzlu köpek balığı, boğa köpek balığı ve çekiç başlı köpek balığı gibi.Fakat köpek balıklarının bazıları çok uysal olmakla birlikte diğer bazı türleri oldukça saldırgan olup önüne gelen hemen her tür canlıya saldırabilirler.

Saldırgan bir köpek balığı grubu kendilerinden onlarca kat daha büyük olan balinalara bile saldırabilirler.
Bu balıklardan en ünlüsü ise " Beyaz köpek balıkları " dır.
Bu balıklar köpek balığı türleri arasında en saldırganı olup yunuslara, foklara, deniz aslanlarına ve hatta balinalara bile saldırabilirler.

Bir köpek balığını tehlikeli yapan en önemli organları dişleridir.Eğer dişleri normal bir balığınki gibi pek keskin olmasaydı, köpek balıkları tanındığı kadar tehlikeli olmayacktı.
Birçok insan köpek balığının avını özellikle kuvvetli çene darbeleriyle parçaladığını zanneder fakat asıl fonksiyon çenede değildir.
Köpek balıklarının dişleri öyle mükemmel bir anatomiye sahiptirki hem bir jilet kadar keskin hemde ince elenmiş bir testere kadar yivlidir.

Bir köpek balığı avını ısırdıktan sonra başını derhal sağa sola doğru sallamaya başlar.Bu şekilde davranarak dişleri arasına sıkışan bir objeyi ivmelendirip yanal olarak dişleri üzerinde hareket etmesini sağlar.
Obje veya av, dişleri üzerinde hareket ettiği zaman jilet kadar keskin olan dişler tarafından rahatlıkla kesilir.Böylelikle balık avını kısa süre içerisinde parçalayarak etkisiz hale getirir.
Köpek balığı avını parçalarken gözlerini asla açmaz.
Bunu yapmasının nedeni ise avını parçalaması esnasında etrafa saçılacak kemik parçalarından gözlerini korumak içindir.

Çünki bir canlının kemiği kırıldığı (insan olsun hayvan olsun) zaman küçük partiküller haline gelen kemik parçaları oldukça keskin bir hale dönüşür.
Bazı köpek balığı türlerinin boyları oldukça büyük olmasına karşın çok uysal olabilirler.Hatta bazı türleri iri memelilere saldırmak yerine deniz planktonları ve küçük deniz canlıları ile beslenmektedir.

Buna karşın doğada, resimdekinden çok daha iri köpek balıklarınında yaşamasına karşın bazıları insanların zannettikleri gibi bir saldırganlık göstermezler.
Köpek balıklarının vücut şekilleri çok mükemmel bir şekilde dizayn edilmiştir.Tıpkı bir füzeye benzeyen vücutları ve güçlü yüzgeçleri sayesinde saatte 60 - 80 km ye kadar hıza erişebilmektedirler. Diğer bir mükemmel özellikleri ise solungaçlarının bu kadar süratle giderken sudaki oksijenden maksimum istifade edebilmesi için yan yaraflarda özel olarak konumlanmış olmasıdır.

Dikkat ettiyseniz yarış arabalarının her iki yanında hava boşlukları olduğunu görürsünüz.Bu boşluklar, araba süratle giderken motorun havayı daha rahat bir şekilde emmesine yardımcı olmak içindir.Köpek balıklarının yanlarındaki solungaçlarda, hayvan büyük bir süratle yüzerken sudaki oksijeni maksimum absorbe etmesi için yan taraflarda birer boşluk bırakacak şekilde konumlanır.

İnsanların köpek balıklarından esinlenerek taklit etmeye çalıştığı bu mükemmel sistemi köpek balıkları haberleri bile olmadan milyonlarca yıldır kullanmaktadır.
Bugün halen sadece zevk amacıyla köpek balığı öldüren insanlar vardır.Bazı balıkçılar ise besin değeri ve parasal değeri çok yüksek olduğundan dolayı hiç durmaksızın köpek balıklarını avlamaktadırlar. Bazı uzakdoğu ülkelerinde balıkçılar, lüks restoranların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yanlızca yüzgeçlerini kesip balıkları tekrar çaresiz bir şekilde denize atmaktadırlar.

Eğer bu mükemmel yaratıkların korunması amacıyla bir önlem alınmaz ise yakın bir zaman içerisinde soyları tükenme noktasına gelecektir. Ve eğer köpek balıklarının soyları tükenirse, denizde avlanılması ve sayılarının azaltılması gereken birçok av hayvanının nüfusları gitgide artacak ve deniz ekosistemini altüst etmeye başlayacatır.

Balinalar
Doğadaki en büyük memeli hayvanları temsil eden balinaların bazı türleri küçük boyutlara sahip olmasına karşın bazı türlerinin boyları ise 35 - 40 metreye kadar varabilir.
Balinalarda kendi aralarında uysal ve saldırgan olarak ayrılırlar.En tanınan uysal balina, boyutları 35 metreye varmasına rağmen planktonlarla beslenerek yaşamlarını sürdürürler.
Balinaların cüssesinin büyük olmasına karşın oldukça uysaldır.Bu balinaların bazı türleri plnaktonlar ve küçük balıklar ile beslenmektedirler. Planktonların çok küçük canlılar olduğunu biliyoruz.Fakat bu kadar büyük cüsseli bir balina plnaktonlarla nasıl beslenebilmektedir ?

Balina bunu, çenelerinin arkasında bulunan kusursuz bir yüzgeç sistemi sayesinde başarır.Boyu yaklaşık 40 metreye varan ve planktonlarla beslenen bir balina, tek hamlede vücuduna 3 oda dolusu suyu doldurabilir.Vücuduna doldurduğu bu muazzam su kütlesini, mükemmel bir yüzgeç sistemine sahip çenelerinden tekrar dışarı verir.

Su büyük bir hızla dışarı çıkarken plankton ve diğer küçük canlılar (ufak balıklar gibi) çenedeki yüzgeçte kalırlar.Bir cm3 suyun içinde onlarca plankton bulunduğuna göre metrelerce küp su içerisinde içerisinde milyarlarca plankton bulunabilir.Balina bunu defalarca yaparak, midesini protein değeri yüksek bu ufak canlılar ile doldurur.

Katil balinalar saldırgan olmalarına karşın eğitildikleri zaman dost olmaktadırlar.Fakat vahşi yaşam ortamlarında birer köpek balığı gibidirler.
Denizlerin en vahşi hayvanları sayılan beyaz köpek balıkları bile bir katil balinayı gördüğü zaman mümkün olduğu kadar ondan kaçınmaya çalışır.
Bu canlılar, karşılaştıkarı bir köpek balığını tek bir çene darbesiyle ikiye bölebilirler.

Bazı katil balinalar fok ve deniz aslanlarını avlamak için sahile kadar kovalayabilirler.Ve bu kovalamaca neticesinde başarılıda olurlar.
Katil balinanın yakşaltığını gören fok veya deniz aslanı sürüsü çareyi kumsala çıkmakta bulurlar.
Fakat katil balinanın sahile kadar çıkacağını ummazlar.
Balina fokları avlamak için kendini sahile kadar vurabilmektedir.Nitekim bazı foklar hayvanın koca ağızından kurtulamaz.
Televizyonlarda gördüğümüz gösteri balinaları bu katil balinalardır.Vahşi yaşamlarındakinin aksine eğitilidikleri zaman oldukça uysal olan bu yaratıklar insanların çok yakın dostu olabilmektdir.
Senede bir kez belirli dönemlerde doğum yapan balinalar, yavrularını doğurmak için sığ sulara göç ederler.
Göç sırasında binlerce mil yol katedebilirler.Deniz araştırmacıları halen balinaların nasıl yönlerini şaşırmadan devasal okyanuslarda istedikleri yerlere gidebildiklerini tam olarak çözememişlerdir.
Bir balina sürüsünün içindeki bireyler, çok tiz bir ses çıkararak birbirleriyle anlaşmaktadırlar.Bu seslerin ne anlama geldiği konusunda uzun araştırmalar yapılmaktadır.
Çıkarılan bu sesler kilometrelerce ötedeki başka balinalar tarafından ve hatta insanlar tarafından bile duyulabilr. Balinaların bu seslere nasıl yanıt verdikleri ise bir sırdır.
Balina ve köpek balıkları deniz ekosistemi için mutlaka gerekli olan canlılardır.Fakat insanların bilinçsiz avlanmaları sonucunda denizlerdeki av - avcı oranı süratle bozulmakta, ve denizel ekosistemin dengeleri altüst olmak üzeredir.
Örnek verecek olursak okyanuslarda istakozlarla beslenen ve aynı zamanda besin olarak tüketilen bir balık türü, istakozların bilinçsiz avlanılması sonucunda açlık ve nihayetinde ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelir.Yani insanlar, besin olarak tükettiği bu balıkları kendi elleriyle yok etmektedirler.
Aynı şekilde köpek balığı ve balinaların sayılarındaki süratli düşüş, av sayısının yükselmesine (örneğin foklar ve küçük balıklar) ve dolayısıyla denizel ekosistemde bir nüfus patlamasına yol açar.Av canlılarının sayısı yükseldikçe denizdeki diğer canlıların yaşamları olumsuz yönde etkilenmektedir.

Umuyoruzki şu an bu mükemmel deniz yaratıklarının soylarının devam etmesi için yürütülen çalışmalar olumlu sonuç versin ve hergeçen gün yıkılma noktasına biraz daha yaklaşan deniz ekosistemi eski durumuna kavuşsun.

the_lily - avatarı
the_lily
Ziyaretçi
9 Eylül 2007       Mesaj #2
the_lily - avatarı
Ziyaretçi
Kafanızı su dolu bir havuzun içerisine sokun, gözlerinizi açın ve elbette her şeyi bulanık gördüğünüzü fark edecekseniz.
Benzer bir mantıkla içinde bulunduğu ortamdan dışarıya çıkarılan bir balığında bulanık bir görüşe sahip olacağını tahmin etmek zor olmayacaktır.
Sponsorlu Bağlantılar
Güney Meksika'dan Güney Amerika'nın kuzeyine kadar olan nehirlerde ve göllerde yaşayan bir balık türü suyun hem içinde hem de dışında son derece iyi görebilmektedir. Anableps adını taşıyan bu balık daha çok dört göz olarak tanınır. Suyun dışını net olarak görmek bir yana, havadaki nesnelere bile odaklanabilmektedir.

4goz2xz9
Suyun ve gözün yüzeyinin (korneanın) kırılma indisi neredeyse aynı olduğu için suyun altındaki nesnelerden yansıyan ışık korneadan direkt olarak geçer ve daha yüksek kırılma indisine sahip olan mercekteki retina üzerinde kırılarak odaklanır. Diğer yandan havanın korneaya göre daha düşük bir kırılma indisi vardır, bu nedenle ışık ikinci defa bükülür. Anableps benzersiz olan yumurta şeklindeki mercekleri kullanarak her iki görüntüyü de net olarak görür. Merceğin alt gözbebeği ile aynı sırada olan kısmı tipik bir balık gözü merceği gibi yuvarlanmıştır bu şekilde yüzmekte olan bir böcek larvası retina üzerinde odaklanabilmektedir. Daha az yuvarlak olan üst kısım ise insan gözüne daha fazla benzemektedir ve havadaki cisimlere bakıldığı zaman ortaya çıkan iki defa kırılmayı telafi eder. Bu sayede bir sivrisineği de net olarak görülebilir.


4gozustkz5
Dört göz balığın gerçekte iki gözü bulunmaktadır. Ancak her göz her biri kendi odak uzaklığına sahip iki yarım küreden oluşmuştur. Bu Anablepslerin aynı anda iki farklı görüş özelliği sahip olmalarının nedenini açıklayan kusursuz bir dizaydır. Suyun yüzeyinin biraz altında yüzerken su yüzeyinin üzerinde kalan göz bebekleri de havayı taramakta, bu arada suyun altında kalan alt göz bebekleri de su dünyasını incelemektedir. Bu şekilde balık hem uçan hem de yüzen canlılarla beslenebilmekte veya onlardan kaçabilmektedir.

Gözün içerisinde yer alan iki ayrı odak (bifocals) balığın iki ayrı görüntü almasına imkan tanır.
Pigment içeren benekli bir doku bandı ve bunun hemen üzerinde gözle görülebilir irisler her bir gözü su çizgisinde gözü ortadan ikiye böler ve birisi suyun üzerinde diğeri suyun altında olan iki adet göz bebeği oluşturur. Yukarıdan bakıldığında irisler dışarı fırlayan gözlerin içerisinde işaret için kalkan parmaklara benzemektedirler.

Dört göz balık uçan böcekleri yakalayabilmek için havaya zıplayabilir veya yüzen yaratıkları avlamak için suyun dibine dalabilir. Ancak daha çok kıyıya yakın sığ sularda gezinerek kabukluları, algleri veya suyun üstündeki ince yüzey filmine yakalanan böcekleri yakalar.
Bilim adamları Anableplerin daha çok havadaki görsel vizyonlarını kullandıklarını tespit etmişlerdir çünkü sudaki görüş sistemine göre daha uzakta ve daha küçük nesneleri görebilmektedirler. Ancak balık beslenmek veya yem olmamak için sık sık dalmaktadır. Yüzeyde gezinirken "üst gözlerini" ıslatmak için kafayı sık sık suya sokarlar.

4gozsuruns6
Surinam'daki Surinam nehrininin ağzına yakın bölgede gelgiti bekleyen yüzlerce Anablep periskop gibi suyun dışını gözetlemektedir. Sular çekildiğinde balıklar kendilerimi kıyıya atıp besin dolu çamurlardan yutacaklardır.Ancak eğer balık alçaktan uçan kuşları veya büyük balıkçılları görecek olurlarsa hemen derin sulara geri dönerek yüzeyde kuyrukları üzerinde kaçacaklardır. 1
4gozsuru2gd1
Balıkçılarda bir tehdit unsurudur ancak keskin gözlü Anablepler çoğu zaman onları tespit ederler ve daha ağlar üzerlerine atılmadan kaçabilirler.

Şüphesiz hiçbir balığın suyun ve havanın fiziksel özelliklerine göre iki farklı optik sistem tasarlaması, daha sonra da bu iki sistemi, tek bir gözde uyumlu çalışacak biçimde monte etmesi mümkün değildir. Peki bu gözler evrim teorisinin ön gördüğü gibi tesadüfi gelişimlerle ortaya çıkmış olabilir mi?
Bütün türlerin bir kökeni olduğunu ve günümüzdeki türlerin çeşitli etkenlerle çeşitlendiğini iddia eden Darwin, "gözün evrimi" konusunda bir açmazla karşı karşıya olduğunun farkındadır. Nitekim bunu kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde itiraf etmektedir: Bu "zorlukların" başında, fosil kayıtları, canlılardaki tesadüfle açıklanması mümkün olmayan kompleks organlar (örneğin göz), canlıların içgüdüleri gibi konular geliyordu. Darwin bu zorlukların ileride yapılacak yeni keşiflerle çözüleceğini ummuş, bazılarına da çok yetersiz açıklamalar getirmişti. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu "zorlukları" hakkında şu yorumu yapar:
Türlerin Kökeni'ni ilk okuduğumda Darwin'in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. "Teorinin Zorlukları" başlıklı bölüm, örneğin, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm. 2
Göz gibi organlar, iç içe geçmiş pek çok parçanın bir arada çalışmasıyla oluşur ve bu parçaların birisi bile olmasa ya da kusurlu olsa hiçbir işe yaramazlar. Bu tür sistemler, "indirgenemez komplekslik" olarak tanımlanan özelliğe sahiptirler. Örneğin insan gözü daha basite indirgenemez, çünkü tüm detaylarıyla birlikte var olmadığı sürece işlev görmez.
Bu tür bir sistemi meydana getiren bilincin, geleceği önceden hesaplayarak, sadece en son aşamada elde edilecek olan faydayı amaçlaması gerekir. Evrime yol açtığı iddia edilen mekanizmalar irade sahibi olmadığı için, böyle bir şey yapamazlar. Bu gerçek, "eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır" diyen Darwin'in endişe ettiği gibi, evrim teorisini en temelinden yıkmaktadır. 3
Görüldüğü gibi Evrim teorisi henüz tek bir gözün ortaya çıkışını açıklayamazken "dört göz balığın" kökenine dair hiç bir açıklama getiremeyeceği kesindir.Dört göz bir balıktır ama suyun dışını bir insan kadar suyun içini de bir balık kadar iyi görebilmektedir. Dört göz balığın kökenine ilişkin söylenebilecek tek şey vardır o da "her şeye gücü yeten ve bütün canlıları yaratan" Allah tarafından yaratılmış olduğudur.
the_lily - avatarı
the_lily
Ziyaretçi
9 Eylül 2007       Mesaj #3
the_lily - avatarı
Ziyaretçi
Göç eden canlılar, araştırmacıları daima şaşkınlık içinde bırakmıştır. Monark kelebekleri, kuşlar ve somon balıkları gibi bazı hayvanlar uzun yolculuklarında yollarını şaşırmadan hedeflerine varabilmektedirler. Şimdi bu canlılara bir yenisi daha eklendi; üstelik bu seferki daha da şaşırtıcı.

Karayipler civarında yaşayan Panulirus argus türüne ait dikenli ıstakozlar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıların sadece yön tayini değil yer tayini de yapabildiklerini ortaya koydu. Buna göre dikenli ıstakozlar, hiç bilmedikleri bir yere bırakılmış olsalar da yönlerini hatta 'yerlerini' bulabiliyorlar.
Karayipler civarında yaşayan dikenli ıstakozlar genellikle Atlantik Okyanusu'nun batısında Brezilya ile Bermuda arasında bulunuyorlar. Bazıları göçmen ama çoğu günlerini mercan kayalıklarının içinde geçiriyor.
istakozfw6

Araştırma nasıl gerçekleştirildi?

Kuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları Larry C. Boles ve Kenneth J. Lohmann, ıstakozların yön bulma yeteneğini araştırmak için bir deney düzenlediler. Karayip açıklarında yakalanan ıstakozlar daha sonra tekneyle yakalandıkları yerden 12-37 km uzağa götürüldü. Yolculuk sırasında ıstakozların hiçbirşey görmemesi için çok dikkatli davranıldı: Kısmen deniz suyuyla doldurulmuş haznelerde tutuldular, haznelerin etrafı kapatıldı ve test alanına dolambaçlı bir rota izlenerek götürüldüler. Çevreyi algılamaları engellenen ıstakozlar bazı şaşırtmacalara da tabi tutuldu. Örneğin hazneler sağa sola sallanacak şekilde iplere asıldı. Istakozların, dünyanın doğal manyetik alanını bir pusula gibi kullanmalarının önüne geçebilmek için güçlü mıknatıslarla haznelerde karmaşık manyetik alanlar oluşturuldu.

Bilim adamları, bu engelleme ve şaşırtma dolu yolculuktan sonra denizde bir noktada durup ıstakozları salmaya başladılar. Istakozlar serbest kaldıkları anda gözlerinin kapalı da olmasına karşın ilk yakalandıkları yerin yönünü kolaylıkla buldular. Istakozlar suya bırakılır bırakılmaz evlerinin yolunu tuttu. Bilim adamları ıstakozların hiçbir şaşkınlık dönemi geçirmediğini gözlemlediler.

Istakozlardaki Gizli Pusula:

Böyle mükemmel bir yeteneğin kaynağı bilimsel olarak henüz gösterilebilmiş değil. Bununla birlikte bazı araştırmacılar, canlıların yön bulma yeteneklerinde dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını düşünüyor. Bu bilim adamları, canlıların vücudunda gizemli bir pusula bulunduğunu düşünüyor. Ancak ıstakozların bu yeteneğini açıklamada pusula benzetmesi de yetersiz kalıyor.
New York'taki Cornell Üniversitesi'nden nörobiyoloji ve davranış profesörü
Charles Walcott :
"Birçok hayvanın dünyanın manyetik alanlarını bir araç olarak kullandığını biliyoruz" diyor ve ekliyor: "Ama eğer kaybolmuşsanız bir pusula size nerede olduğunuzu söylemez"
Boles, ıstakozlardaki yeteneğin üstünlüğünü vurguluyor: "Bu test kesinlikle birçok hayvanın geçemediği bir testtir. Testi geçebilmeleri, bir şekilde, bulundukları noktayı an ve an bildiklerini gösteriyor. İçlerinde birşey bulunuyor olmalı".

Böylece deneyde kullanılan ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkıyor. Bilim adamlarının çözemediği bu mekanizma, bir yolcu uçağındaki elektronik radar sistemleri gibi çalışıyor.
Bilim adamlarını en çok şaşırtan şey ise bu mükemmel sisteme sahip ıstakozun nispeten basit bir sinir sistemine sahip olması.
Boles bu konuda şunları söylüyor: "Burada asıl büyük konu, omurgasızların nispeten basit sinir sistemlerine sahip olmaları. Çoğu kişi böyle bir işi yapmada gerekli zihinsel kapasiteleri olmayabileceğini düşünüyor".
Bu noktada bazı sorular karşımıza çıkmaktadır:
Istakozlar basit bir sinir sistemine sahip olmalarına karşın nasıl böyle zor bir işi başarabilmişlerdir?
Gözleri kapalı olduğu halde 37 kilometrelik yolculuk boyunca doğru izi nasıl takip edebilmişlerdir?
Bu canlının küçücük beyninde, bu kadar geniş bir alanın haritası nasıl oluşabilir?
Dünyanın elektromanyetik alanını nasıl algılıyor olabilir?
Elektromanyetik alandaki bilgileri bedeninde nasıl yorumluyor olabilir ?

Istakozların tüm bunları başarması bir mucizedir. Şimdi kendinize şu soruyu sorun ve düşünün:
Büyük bir çölde bulunduğunuzu farzedin. Bulunduğunuz noktadan bir jipe bindirilip gözünüz ve kulağınız kapalı olduğu halde 200 kilometre uzağa götürülüp bırakıldığınızı düşünün. İlk başta başladığınız noktaya dönme şansınız var mıdır? Elbette, hayır !
Peki ama bu özel yön bulma sistemi ıstakozda nasıl ortaya çıkmıştır? En basit bir pusulayı ele alacak olsanız bile bunun özel olarak tasarlandığı açıktır. Pusuladaki iğne, özel olarak işaretlenmiş yönler, cam kaplı muhafazası bunun özellikle yön bulmak için tasarlanmış olduğunu göstermektedir. Istakoz bedeninin bir pusuladan çok daha etkili çalıştığı açıktır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak tasarlandığını ortaya koymaktadır.
Allah ıstakozu yaratmış ve bu özel sistemle donatmıştır. Yüce Allah tüm canlıları yaratandır ve O, kusursuzca varedendir.
the_lily - avatarı
the_lily
Ziyaretçi
9 Eylül 2007       Mesaj #4
the_lily - avatarı
Ziyaretçi
kilicbalik1cr5
Görme olayı bir dizi kimyasal olaylar sonucunda gerçekleşir. Hava serinledikçe kimyasal reaksiyonlar daha uzun zaman alır. Bu nedenle soğuk kanlılar sınıfına giren canlılar, eğer hızlı hareket eden nesneleri görmek istiyorlarsa kendilerini ısıtmak durumundadırlar. Bu nedenle, son derece soğuk derin deniz sularındaki kılıçbalıklarının avlanamaması gerekirdi.

Oysa kılıçbalıkları denizin 600 m. dibinde, ısının 5 dereceye kadar düştüğü yerlerde bile mürekkep balıklarını kovalayabilirler. Saate 60 km. hızla yüzen avlarını takip edebilmek için kılıçbalığının gözlerinin ısısını 20-25 derecede tutması gerekmektedir.

kilicbalik3se5
Kılıç balıkları; vücut kaslarından gelen ısının gözlerine aktarıldığı özel bir ısıtma sistemine sahip olarak yaratılmışlardır. Bu ısıtıcı sistem balığın, gözlerinin görme işlevi için gerekli ısıyı sağlar. Kılıçbalıkları bu sayede denizin 600 m dibinde, ısının 5 dereceye kadar düştüğü yerlerde bile mürekkep balıklarını kovalayabilirler.
Bu ısıtıcı sistem, balığın gözlerinin görme işlevi için gerekli olan ısıyı sağlar. Kılıç balığında böyle bir sistemin tesadüfen ortaya çıkması mümkün değildir. Ortada kendini hissettiren bir irade vardır. Bu irade balığın kendisine ait değildir. Bu iradenin sahibi; her şeyin sahibi olan, her şeye gücü yeten, bütün canlıların ihtiyaçlarını gideren Allah'tır.

-_-By-HeRo-_- - avatarı
-_-By-HeRo-_-
Ziyaretçi
26 Ekim 2009       Mesaj #5
-_-By-HeRo-_- - avatarı
Ziyaretçi
Köpekbalığı (Selachimorpha), kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes) sınıfının Elasmobranchii alt sınıfını oluşturan iki üst takımdan biri olan Selachimorpha (diğeri, Batoidea) içinde sınıflanan canlı türlerinin ortak adıdır. Hastalanmayan tek hayvan Köpek Balığıdır.

Her Hakkı Saklıdır™

Benzer Konular

31 Ağustos 2018 / Misafir Cevaplanmış
17 Kasım 2007 / H€L€N Taslak Konular
5 Mart 2007 / Misafir Biyoloji
8 Ocak 2012 / asla_asla_deme Biyoloji
23 Nisan 2011 / Jumong Deniz Bilimleri