Arama

Sabetaizm

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 20 Aralık 2011 Gösterim: 38.169 Cevap: 9
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #1
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Müslüman gözüken ama köken ve inanç bakımından Musevi olan topluluk. resmi Museviler tarafından bir çeşit Afaroz edilmişlerdir>>>>SABETAYİSTLER....

Sponsorlu Bağlantılar
SABETAİZM....

Sabbatai tsevi
Sabetaycılığın kurucusu Sabatay Sevi


17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabatay Sevi'nin kurucusu olduğu, onu mesih (kurtarıcı son peygamber) kabul eden , Yahudi Mistizmine (Kabbala) dayanan gizli inanç. Gizliliğin sürdürülmesi amacıyla bu inanca inananlar bulundukları ülkenin yaygın dininde görünmeyi tercih ederler. Sabetaycılar, belli kurallar dahilinde tamamen müslüman ismi almakta ve kendilerini her bakımdan "şüphe edilmeyecek ölçüde" müslüman göstermektedirler. Kendilerini yahudiliğe bağlı bir fraksiyon olarak tanımlasalar da Yahudiler tarafından resmi olarak bu dine bağlı kabul edilmezler. Kur'an da ise inanmadıkları halde Müslümanım diyenler Münafikun Suresi'nde ele alınmaktadır. Taraftarları Sabatayistler, Sabatycı, Sabetaycı, Avdedî, Dönme, Selanikli, Meamin, Maminim, Takiyyeci, Munafık gibi farklı isimlerle de anılır. İlk dönemlerde Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermişlerdir. Yahudiler ise renkleri değişen bir balık olduğundan "Sazanikos" (Sazan) demişlerdir. Sabetay Sevi bağlıları çeşitli ülkelerde günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Diyanet Işleri Başkanlığı'nın 07.08.2000 tarih B02.1.DIB.0.10-21/1119 nolu yazisina istinaden sabetaycılğın bir islam mezhebi ya da tarikati olmadığı ve islam düşüncesi içinde de yer almadigi açıkça belirtilmiştir.

İnanc'ın doğuşu

İspanya’dan sürülme ve dogu Avrupa’da yasadıkları sıkıntılar üzerine başgösteren bunalımlar sebebiyle Yahudiler arasinda Tevrat'ta bahse geçen kurtarıcı son peygamber Mesih'in geleceği beklentisi yaygın bir hal almıştı. Bu yüzden Sabetay Sevi1648 yılına mesihliğini ilan ettikten sonra dünyadaki tüm Yahudiler arasinda büyük bir yanki uyandırmıştır. 1,5 milyon kişiye ulaşan inananları onu sadece öğretmen, peygamber olarak görmüyor, belki bir tür tanrısal enkernasona da inaniyorlardı. Yahudi din adamlarının büyük bir kısmı Sabetay Sevi'ye karşı çıkmıştır.



Din değiştirme

İzmir'li hahamlar Sabetay Sevi'nin Dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdiler, ama bu kararı uygulayamazar ve onu Osmanlı sarayına şikayet ettiler. Osmanlı yönetimi en başta olaya ilgisizdi. Daha sonra yahudi din adamlarının artan şikayetleri üzerine Seviyi tutuklayarak Sultan IV. Mehmet'in huzuruna çıkarıldı. Sevi Sultandan Mesih olarak tanınma talep etti, ayrıca İsrael toprağını kendisine vermesini de istedi. Sultan onu Çanakkale'de bir kaleye hapsetti. Faaliyetleri burada da devam eden Sevi'yi yine Yahudi hahamlar Saray'a şikayet edince, Osmanlı bu talepler karşısında kayıtsız kalamadı. Ortaya çıkan kargaşayı gidermek için Fazil Ahmet Paşa, işin esasini ögrenmek için, Sevi'nin derhal Istanbul'a gönderilmesini istedi.
Edirne sarayinda, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padisah'in imamı meşhur Vani Efendi'den olusan bir divan kuruldu, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı 'Kafes'ten' izledi. Divanda, Türkçe konuşamayan Sabetay için Padişah'ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlik etti (Asıl adı Moses Ben Raphael Abrabanel).
Divan reisi: – Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabatay Efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni!
Deyince Sabatay Sevi afallar. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Mucize göstermesi beklenmektedir. Tercüman, mucizenin şeklini de anlatır: Sabatay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler.
Divan heyetinin teklifi karşısında Sabatay Sevi “Adiyo santo!” diye titremeye başlar. Teklifin dehşetinden beti benzi atar, artık her şey bitmiştir. Can havliyle son bir hamle yapar. Her şeyi inkâr eder. Ayrıca mesihlik davasının bazı Yahudiler tarafından ortaya atıldığını, kendisinin asla böyle bir iddiada bulunmadığına dair yemin üstüne yemin çeker, teminat üstüne teminat verir. Dökmedik dil bırakmaz.
Ancak, ulema ve padişah bu cevaplardan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay'a Müslüman olma teklifi götürür. Önce Sabetay bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Sevi, dönme Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine "can bedenden çıkmadıkça" diyerek kenisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar.
Divan huzurunda Müslüman olan Sabatay Veled-i Mordehay veya Sabatay Sevi, üzerine içoğlanlarına mahsus hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve kendisine müslüman kisvesi kürk ve hil’at giydirilir. Aziz Mehmet Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla sarayda üst düzey memur Kapcıcıbaşı olarak göreve getirildi. Söylentiye göre divandan çıkan Sevi, elbisesi içerisinde sakladığı Can adlı beyaz güvercini serbest bırakarak "can bedenden çıktı" dedi ve çevresindekilere ettiği yeminin geçerli olmadığını söyledi. "Can bedenden çıktığı" için artık bu söze sadık kalması gerekmez.
Sevi'nin Müslüman olmasi bütün Yahudi dünyasinda şok etkisi yarattı. Hahambaşılık olayı sevinçle karşıladı ve Müslüman olan Sevi'yi dinden çıkmış saydı. Büyük çogunluk onun Mesih olmadığına inanarak ortodoks Yahudi inancına geri döndü, ikiyüz ailelik bir topluluk ise İslamiyete geçerek onun yolundan gitti. Bunlar onun büyük bir hikmete binaen zahiren müslüman olduğunu, mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar. Polonyalı karısı Sara, Sara'nın kardeşi Jacob Kerido'da bu kervana katılır. Sara Fatma adını, Kerido'da Yakub adını alır.
Sevi, bu olayla taraftarlarına "Karanlık bir" dönemin başladığını ve bunu "Aydınlık günlerin" takip edeceğini söyleyip, aydınlık dönemin başlaması için karanlığın şart olduğunu dile getirir. Sabetaycılar "Aydınlık Günler" gelinceye kadar gizlenmeye devem edeceklerdir.
Sevi dinden döndükten sonra bir süre Edirne/Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam etmiş. Bu tekke 1641-1642 yıllarında "şüpheli" bulunarak yetkililerce kapatılmış ancak IV Mehmet tarafından Zaviye olarak tekrar açılmış. Musevi kaynakları Sevi'nin Sufism ve Bektaşilikten etkilendiğini ve bu öğretileri Kabbala öğretisi ile harmanlayarak kendi öğretisine şekil verdiğini dile getirirler.

Sürgün

Bir süre sarayda Kapcıcıbaşı olarak sarayda üst düzey memur olarak çalışsa da, mesihi yahudi inancına bağlılığının farkedilmesi üzerine batı trakya'ya sürülür. Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında olayı anlatıyor: Sabatay Sevi'nin (Mehmet Efendi adi ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmini toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşaya haber verdiler. Sadrazam kendini çağırtarak
- Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? diye tembih ettiği zaman Sabatay ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan kurnazlığı ile
- Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam’a celp ve davet etmeğe uğraşıyorum, yolunda cevaplar verir.
Sadrazam ona ihtar eder: – Aklını başına topla. Müslümanım dedikten sonra yine çıfıtlığa başlarsan belânı bulursun.
Yine de bu sözlerle bir müddet takipten kurtulur.
Fakat aradan uzun bir süre geçmeden Sadrazamın adamları Boğaziçi’nde Kuruçeşme’deki havrada Sabatay Sevi’yi müridleriyle beraber İbranice dua okurken yakalarlar. Artık hiçbir şeyi inkâr edecek gücü kalmaz, bütün foyası meydana çıkar. Bu hadise üzerine İzmirli sevi kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmağa devam ettikleri görüldü.
İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızdı ve onu tek bir yahudinin yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün kenti, Berat kasabasına sürülmesini emretti. Burada beş yıl yaşadıktan sonra ölür. Avram Galante'ye göre Berat'ta müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında halen yeri bilinmeyen bir noktada toprağa verilir.
Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürüler. Hala inançlı Sabetaycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek, Sabetay sevi Seni bekliyoruz! diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler. Kayıp Mesih kitabının yazarı John Freely bu kitabı yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan hala Sabetay'ın mesih olduğuna inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir.
Sevi dini tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk’ta devam etmektedir. Bu sıralarda sabetaycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır. Olaylardan sonra sevi enerjisininin önemli bir kısmını İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık için harcar. Nathan Levi ise din değiştirmeden onu takip eder. Daha sonra bir kısım din değiştiren sabetaycıların tekrar yahudi dinine döndükleri bilinmektedir.
Şahsının isteği üzere Selanik şehri kutsiyete kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk sabetaycı çekirdek toplum işte burada kurulur.

Cemaat

Sabetay Sevi'nin İslamı kabul etmesi üzerine takipçilerinin büyük bir kısmı geleneksel yahudiliğe geri döner. Sevi, kendisi gibi Müslümanlığı kabul eden takipçisi 200 aile'den oluşan bir grup bağlılığını korur ve Selanik'e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti. Bu topluluk pratikte Zohar'a dayanan mistik bir yaşami benimser, Yahudi inancını sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yaşarlar. İşte tarihte dinden dönenler anlamında 'Dönmeler' olarak adlandırılan cemaat böylece doğmuş olur. Bunların başında Gazze’li meşhur haham Nathan gelmektedir. Nathan, yeni din yorumu ve Sabatay’ın fikirlerinin kabul görmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Sabetaycılara göre yahudiler kendi aleyhlerinde bir çifte standart içindedirler. Halbuki Yahudiler, Halakhah’ya (Yahudi şeriatına) göre Müslümanlığı seçen Sabetaycıları dinden çıkararak doğru bir karar verdiklerine inanmaktadırlar. Gizli Yahudi "Ingilizcede crypto Jew" olarak Sabetaycıların İspanyol konverzolarından, marranolardan ve moriscolardan çok farkı var. 1391-1492 yılları arasında Katolik İspanya’sında zorla Hıristiyanlaştırılan yüzbinlerce Yahudi vardı. Ölüm tehdidiyle dinlerini değiştirmek zorunda kalmışlardı. Ama içlerinden pek azı - birkaç bin - bugüne kadar geleneklerini devam ettirip, inançlarını korumuşlardır.
Daha sonra gizli sabetaycılar olarak adlandırılabilecek bir grup yahudide din değiştirmeden Sevi'ye inanacaktır.
Sabetayist, Dönme, vesaire adlar ile anılan topluluğun Müslüman görünen bir kısmı Selanik'in Yunanistan'da kalması ile, 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye'ye göç etti. Yirmibeşbin kişilik bir cemaattiler. Selanikliler diye anılıyorlardı. Tarikat üyelerinin gizli kalmayı tercih etmesi haklarındaki pek çok bilginin spekülatif olmasına yol açmaktadır. Bugün gerçek sayıları ile ilgili resmi herhangi bir sayı bulunmamaktadır. Sayı konusundaki bilgiler spekulatif sayılamlıdır. Türkiye Musevî cemaati ileri gelenlerinden Harry Ojalvo'nun, 23-29 Mayis 1998 Tarihli Aksiyon dergisi'ne "Ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli Türk vardır" demesi ile sayının 1,5 milyon civarında olduğu tahmin edilmiştir.
Sabetaycılar ondokuzuncu yüzyıla kadar oldukça depolitik olarak varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu yıllarda Osmanlı toplum yapısındaki değişiklikler kendilerini oldukça aktif kılmıştır. Özellikle imparatorluğun geleceğinin tayini konusunda ortaya çıkan İttihat Terakki'de siyasi roller üslendiler. Nitekim bu dönemdeki çok önemli siyasi aktörlerin sabetaycı kökenli olduğu söylenir.

Sosyal alışkanlıkları

Sabetaycılar giyime ve dış görünüme çok önem verirler. Büyük yemekler düzenlerler. amaçları ise gençler kaynaşsın, saf kan bozulmasın. Kendi aralarında evlenmeyi istemeyen, dışardan birini seven çocuklar, evlatlıktan reddetmeye ve cemaatten kadar gidebilir.

Yemekler

İbadethanelerinin ayrı, mezarlıklarının ayrı olmasının yanı sıra bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farklı bir mutfak kültürleri söz konusu. Esin Eden, Yunanistan’da İngilizce olarak yayınlanan Bir ailenin yemek kitabi isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor. Ritüellerin pek çoğu yemekle ilgili. Özellikle ilkbaharda yemek faaliyetleri düzenleniyor. Selanik yemekleri yeniyor. Burada temel nokta sofranın bereketi ve yemeklerin çeşitliliği. Bazı yemeklerin dinsel göndermeleri oluyor. Örneğin normalde et ve balık birarada yenmezken yılın sadece bir günü birlikte yeniliyor. Bu özel günlerden bir takvim sayesinde haberdar olunuyor. Toplulukta din işleriyle uğraşan kişilerce hazırlanıp ilgililere yollanan bu takvim, Yahudi takvimine benzemekle birlikte bazı değişiklikler gösteren bir çeşit ay takvimi.
Bir eğitim bir de mutfaktan hiç kesinti yapılmıyor. Mutfakta muhakkak bolluk olması esas!... 'Yok' demek adeta yasak. Mesela evde pirinç azalmışsa 'pirinç azaldı' yerine 'pirinç bereket' demeyi tercih ediyorlar.

Evlilikler

Cemaat dışından izinsiz evlenenler aforoz edilir, böyleleri “Kararmış” diye anılır. Sabetaycıların kendi aralarında evlenmeleri , onlara has resesif özellikte genetik problemlerin doğmasına yol açmıştır.

Çocuklar

Çocuklara evlenme çağına kadar gizli hiç bir şeyden bahsedilmez. Bunun dışında sünnetler topluluktan bir doktora yaptırılıyor çünkü operasyon normalden biraz farklı oluyor.
Toplulukta eğitime de büyük önem verildiği edinilen bilgiler arasında. Hareketin mensupları arasında eğitime çok ağırlık verildiği biliniyor. Bütün çocuklara çok iyi eğitim verilmeye çalışılıyor. Bu durum geleneksel aile yapısının bir sonucu.

Sabatay mezhepleri

200px Jakub Frank
Jacob Frank.
  1. Karakaşlar, Kuniosos
  2. Yakubiler,
  3. Kapancılar ya da Kapaniler veya İzmirliler
Sevi’nin ölmesi/kayboluşu sonrasında Selanik’te yerleşen dini cemaat , çeşitli olaylar sonucunda farklı dini pratikleri benimseyen üç ana gruba/mezhebe/fraksiyona ayrıldı. Sevi’nin kayınbiraderi olan Yakov Qerido’yu onun halifesi kabul eden yakubiler , daha sonraları ortaya çıkan ve Mesihi ruha sahip olduğunu iddia eden Baruhya Ruso ‘nun (Osman Baba,Osman Ağa-Osman Baba-Osman Bevvap) hilafetine inanan karakaşlar ve sadece Sevi’ye inanan Kapancılardır.
Bunlar dışında Jakob Frank 1726-1791 adındaki haham, 1759'da Polonya'lı yahudilerin kitlesel vaftizini yaptırarak hristiyanlığa döndürmüş.
Kapancılar sakallarını, yakubiler başlarını traş ederler. Fanatik karakaşlar ise, sakallarını da saçlarını da traş etmezler.

Sabetaycı olduğu söylenen kişiler

Sabetaycı olduğu söylenen kişiler bu bilgileri hiç bir zaman doğrulamamıştır. Türkiye'de Sabetaycı olduğunu söyleyerek resmi makamlara Musevi olmak üzere başvuran Ilgaz Zorlu1969 adında tek bir kişi bulunmaktadır. Resmi rakam bu nedenle bir kişidir. Yayınlanan listerin güvenirliği her zaman sorgulanmıştır. Bu listeler soyadı benzerliği, kişinin memleketi veya ecdadının memleketi, gömülen mezarlıklar, kişinin çevresi ve arkadaşlıkları, gittiği okullar, Yalçın Küçük tarafından ortaya atılan isim kuralları gibi doğruluğu kolayca sorgulanabilecek ölçütlere göre hazırlanmaktadır.
İsim kuralları teorisine göre Türkiye’de Sabetaycılar isimlerini belli kurallara göre seçmişlerdir:
  1. İbranice ile Türkçe arasındaki ses benzeşmelerini dikkate alarak
  2. Tevratta geçen ismin Arapça ve Türkçe karşılığını alarak
  3. Ibranice ve Türkçedeki aynı sessiz harflerden oluşan isimleri yakınsatarak
  4. Soyisimler, bir sonraki jenerasyonda isim olarak seçilerek
  5. Ladino ve Yiddish dilindeki Musevi isim ve soyisimlerin Türkçesi kullanilarak
  6. Tevrat’ta varolan isimlerin sonuna -zade, -gil, -han, -oğlu vb. getirerek
Sabataycı mezarlıkları

Sabataycılar gerek ilk dönemde yoğun olarak yaşadıkları Selanik’te, gerek daha sonraları Türkiye’nin basta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa gibi şehirlerine yerleştikten sonra ölülerini ayrı mezarlıklara defnetmeyi tercih etmişlerdir. Selanik’te mahalle olarak da diğer dinlere mensup insanlardan ayrı bir yerleşim düzeni kurmuşlar. 1924ahali mübadelesi gereği geldikleri Türkiye’de de belli merkezlere yoğun olarak ilgi göstermiş ve içe kapanık bütünlüklerini böylece korumaya çalışmışlardır. Ancak zamanla farklı mahalle ve şehirlere yerleşerek bir nevi fiziki asimilasyona uğramakla birlikte cemaat yapılarını korudukları görülmektedir.
İstanbul’da, Karakaşlar cemaatinin mezarlığı, ÜsküdarBülbül deresi’nde yer alıyor. Sabataycılığı sürdürme konusunda diğer cemaatlerden daha aktif olduğu belirtilen bu cemaatin mezarlık konusunda da hassas davrandığı görülmektedir. Bülbül deresi mezarlığında az sayıda da olsa bazı Kapancıların yer aldığı belirtiliyor. Yakubiler ise Maçka’daki mezarlığa ölülerini defnetmektedirler. Yakubilerdin yoğun olarak İzmir’de yasadıkları belirtiliyor. Kapancılar cemaatinin ise Feriköy mezarlığında satın almış oldukları ayrı bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycıların mezar sekli ve tasların islemesi tamamen farklı. Genellikle seramik üzerine çıkartma resim bu mezar taslarında yer alır. Yazıların üslubu da farklılık arz ediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair.. diye başlaması. Sekil olarak da dönem dönem farklılık arz etse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve Müslüman mezarlarından farklı geometrik sekil vermeler dikkat çekmektedir.
'Sakladım söylemedim derdimi, gizli tuttum, uyuttum...' İstanbul'un Üsküdar, Bülbülderesinde dik bir yokuşun başında yer alan, büyükçe bir mezarlığın içindeki mezar taşlarından birinin üzerinde yazılı bu sözler... Üzerleri fotoğraflı, kıbleye göre yerleştirilmemiş, ziyaretçilerinden dua veya fatiha istemediklerini yazı ile belirten mezarlardan sadece biri. Belki de Tevrat'daki "Mesih, bülbüllerin en çok öttüğü yere gelecek" ibaresinden seçtiler burayı kendilerine kabristan olarak.

Ayinler

Sabetaycılığın temel dini inanç kaideleri, Yahudiligin mistik ekollerinden Kabbalistik metodun Levi yorumundan oluşmaktadir. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli tutulduğundan bilimsel araştırmalara kaynaklik edebilecek bilgileri elde etmek imkansızdır.
Iste Efendimiz, kralimiz ve Mesihimiz Sabatay Sevi’nin on sekiz emri bunlardir. Serefi müzdad olsun!
  • Halikin birligine dair iman muhafaza olunsun.
  • Mesihin hakiki Mesih olduguna, ondan baska halaskar (kurtarici) bulunmadigina, efendimiz, kralimiz, Sabatay Sevi’nin Davud neslinden geldigine iman edilsin.
  • Ne Tanri’nin, ne de Mesih’inin adina yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tanri’nin adi da onda mündemiçtir.
  • Mesih’in sirrini anlatmak için içtimadan içtimaya gidilsin.
  • Davud’un Mezamiri hergün gizli olarak okunsun.
  • Türklerin adetlerine, onlarin gözlerini örtmek maksadi ile, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sikinti gösterilmesin.
  • Onlarla (yani Müslümanlarla) nikah akdedilmemesi lazimdir. (Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, S.59-61)
Selanik günlerinde bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yasayan bu cemaat efradinin evlerinden birinde yeşil abajurlu lambalarin zayif isigiyla aydinlatilmis gizli toplanti yerleri vardi. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adi verilen din ululari tarafindan dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafindan vaaz edilirdi. Bu vaazlarda daima Sabetay'in adi yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracaklari inanışı üzerinde israr edilirdi.

Gmar Tikun felsefesi

Sabataizm, "tikun (=onarım) felsefesi" adını verdikleri bir felsefeye dayanırlar.
Bir tür Yahudi metafiziği olan bu felsefe, bizce Eski Mısır Hermetizmine aittir. Aslen Mısır Yahudisi olan Haham Luria da zaten bu felsefenin en ünlü yorumcusu sayılmaktadır.
Tikun felsefesine göre, âlemin yaratılışında bir miktar tanrısal ışık (=nur) kaynağına geri dönememiştir. Hatta, fizik dünyanın varlık sebebi de budur. Bu hapis kalan tanrısal ışıkların kaynağına dönmek ister ancak bunun için sıkışıp kaldığı 'vazonun' kırılması gerekmektedir. Bu felsefenin sahipleri, bu ışığın kurtarılması görevinin son kurtarıcıya verildiğini düşünmektedirler. Onun için de kurtarıcının çabuk gelmesiini kolaylaştıran ve "Aydınlık günleri" getirecek ışığın serbest kalması için her türlü günah mübahtır.
Konunun uzmanları onun fuhuş yaptığı bilinen bir kadınla Sevi'nin evliliğini de tikun felsefesine bağlarlar. Yazar Ilgaz Zorlu da eserinde "serbest seks" dediği gelenekleri bu felsefeyle ilişkilendirir. Sabetay Sevi zamanında yahudi yasalarının bazı temel kurallarının kaldırıldığını belirtilmişse de mesihin gelmesi ile beraber Tevrat hükümleri nin yeniden geri döneceğindi söylemiştir.
Antinomian olarak adlandırılan düşüncede daha yüze bir iyilik için daha küçük günahlar işlemek serbesttir. Bu düşünce inananlarına iyi-kötü, ahlaklı-ahlaksız, günah-sevap kavramları arasında geçiş yapma serbestisi tanımakta.

Okullar - Kitaplar

Haartz gazetesine göre Türkiye'deki yapılanma 12 gizli kabbalistik okulda eğitim görmüş, 50 Ogan (ruhani lider) dan oluşmaktadır. Sabatay Sevi’nin taraftarlarina inanç esaslari olarak 18 maddelik bir nizamname biraktigi çesitli kitaplarda yer almaktadir. Okunan kitaplar 'Zohar', 'Sefer Bahir' ve Sefer 'Yetsira' ve Musa'nın beş kitabı'dır, ancak Talmud okunmaz. Çocukların okuduğu meşhur dualardan: "Beşamı barohya ilen sabatay sevi, ese sabatay sevi etena dalay mandos" her sabah okunur.

Bayramlar ve Tatiller

Yılın çeşitli günlerinde ve her biri ayrı bir anlam taşıyan 16 tanedir.(Gövsa, Sabatay Sevi)
Bunların içinde en ilginci ise Mart 22’de yani baharın birinci gününde kutlanan Kuzu Bayramı, Dört Gönül Bayramı veya diğer bir deyişle Mum Söndü diye bilinen gizli bayram. Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne su izahatı vermişti: Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartı ile evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslar ile süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar. Ona (Dört Gönül Bayramı) adi verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
İsrail’in ikinci Cumhurbaşkanı (1952-1963) olan tarihçi Itzhak Ben-Zvi (1884-1963), ”The Exiled and the Redeemed” adlı kitabında ”The Sabbateans of Salonica” başlıklı bir bölüme yer vermektedir. Bu eserde, Sabetaycı kökenli olup, Selanik’ten mübadeleyle gelerek İzmir’e yerleşen ve de gerçek anlamda ihtida eden Dr. Ismail Eden adındaki şahıstan öğrendiklerini nakletmektedir. Bu kişiye göre Sabetaycılık hareketi artık tamamen tarihe karışmıştır. Dr. Eden, ”eş değiştirme merasiminin” 1800’lerde Kapancıların lideri olan Derviş Efendi’nin Kabbalah ve Zohar’ı çarpıtarak yorumlamasıyla başladığını, 1870’lere kadar da (Sultan Abdülaziz dönemine dek) uygulandığını duyduğunu belirtmiştir. Fakat bu tarihten sonra Kapancılar zümresinde bu adete son verilmiştir.
Kısacası 1683-1800 ile 1870/1900 sonrası bu adet hiçbir Sabetaycı grupta (Yakubiler, Kapancılar, Karakaşlar) ya bilinmiyordu ya da uygulanmıyordu. Sabataycıların kendilerine has 16 bayram ve ayin ayrı olarak diğer Musevi’lerle müşterek birtakım bayram ve yortular da söz konusu. Bunlar, Yusuf Bayramı, Meyve bayramı, Fecir bayramı gibi isimlerle anılır. Ayrıca Sabataycı her grubun da kendi içinde geliştirmiş olduğu bayramlar da var. Bunlardan Osman Ağa bayramı en önemlilerindendir. Karakaşlar grubunun kurucusu Osman Aga, (daha sonra soyadı kanunu çıkınca bu aile fertleri Ogan soyadını almışlardır) için bu ritüel düzenlenir.
Bazı sabetaycılar ortodoks Yahudiler gibi, Şabat (cumartesi) günü iş yapmamak konusunda katı bir tutum sergilemektedirler.



Komplo Teorileri

Sabetayizm konusunu toplumun ilgi odağına taşıyan doğruluğu ve tarafsızlığı şüpheli komplo teorileri olmuştur. Bunlardan başlıcaları.
  • Ülkenin rantlarının arslan payını gizli dayanışma ile paylaşma
  • Gizli dayanışma yöntemi ile politika ve sivil toplum örgütleri seçimlerine etki yapma
  • Siyaset, yargı, eğitim, basın, ticaret gibi alanlarda üst düzey yönetimleri elinde bulundurma
  • Ehil ve lâyık olmadıkları halde köşebaşlarına, önemli mevkilere hep kendilerinden olanları atama
  • Medyada tekel ve kartel kurma
  • Basın yoluyla toplumun ahlak değerlerini değiştirmeye çalışma
  • Zâhiren Müslüman görünmelerine rağmen agresif (saldırgan) şekilde İslâm dinine ve dindar Müslümanlara düşmanlık etme
  • Devlet arşivlerindeki Sabataycılarla ilgili bilgi, belge ve dosyaların sinsice imha ve yok etme. (Gershom Scholem Sabatay Sevi ile ilgili kitabında böyle yazıyor.)
  • Laiklik, kıyafet devrimi, saltanatın ve hilafetin kaldırılması Sabetaycılar'ın büyük planının bir parçası mı?
  • Dergah + Loca + Sinagog = İktidar!
Bu teorilere inananlar sayesinde Ad-Soyad ve kurumların listeleri toplum içerisinde elden ele dolaşır olmuş, konu ile ilgili yüzlerce web sitesi açılmıştır. Listelerin doğruluğu tartışmalı olsa da toplumun merakı yukarıdaki konuların herbirinin önemi, ve sabetaycıların gizliliğini sürdürmede kararlı tutumları nedeniyle giderilememiştir.

Kaynaklar

1917 Selanik Selanik yangınında sabetaycı dokumanların bulunduğu kütüphanelerinin bir kısmı yanmıştır. Sabetayizm'e ilişkin uzun yıllar Selanik'te korunmuş olan yangından kurtulan belgeler mübadele sırasında cemaat tarafından İstanbul'a getirlilir. Ancak açıklanmayan bir nedenle bu belgeler şu anda cemaat'in elinde olmayıp İsrail devletinin gizli arşivinde bulunmaktadır.
  • Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eseri, Milenyum YayınlarıISBN 9758455060
  • Evet, Ben Selanikliyim Türkiye Sabetaycılığı, Ilgaz Zorlu, Belge Yayınları, Temmuz 1999 ISBN 9753441750
  • Evet, Ben Selanikliyim Türkiye Sabetaycılığı Makaleler, Ilgaz Zorlu, Zvi-Geyik Yayınları, 2001 ISBN 975851606X
  • Şişli Terakki Davaları, Ilgaz Zorlu, Abdurrahman Dilipak, Zvi-Geyik Yayınları, Ekim 2001
  • Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Soner Yalçın, Doğan Kitapçılık
  • Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Soner Yalçın, Doğan Kitapçılık
  • Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar İki Kimlikli, Gizli, Esrarlı ve Çok Güçlü Bir Cemaat, Mehmed Şevket Eygi
  • Gizli Din Taşıyanlar, Yorgo Andreadis
  • Temel Garip Todoron (Anadolu'nun Gizli Tarihinden Sayfalar), Yorgo Andreadis
  • Selanik 1850-1918 Yahudilerin Kenti ve Balkanlar'ın Uyanışı, Gilles Veinstein
  • Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri, Avram Galanti (Abraham Galante)
  • Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar İki Kimlikli, Gizli, Esrarlı ve Çok Güçlü Bir Cemaat, Mehmed Şevket Eygi
  • Tekelistan, Yalçın Küçük
  • Dönmeler Âdeti : Selanik'te Yaşayan Sabataycıların Gizli Hayatı Hakkında 120 Yıl Önce Yapılmış Bir Araştırma; Ahmed Safi, Ilgaz Zorlu Zvi-Geyik Yayınları ISBN 9758516124.
  • Gerchom G. Sholem / The Mystical Messiah: Sabbtai Zwi/ Princeton Uni. Press 1977
  • Gerchom G. Sholem / On the Kabbalah and its Symbolism / Schocken Books 1965
  • Gerchom G. Sholem Mojor Trends in Jewish Mysticism / Schocken Books 1995

Son düzenleyen asla_asla_deme; 20 Aralık 2011 14:08
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #2
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
clearpixel
Sabetaycılık Hakkında 25 Nokta


Sponsorlu Bağlantılar
clearpixelclearpixel(1) Son birkaç yıldan beri Sabataycılar konusunun gündeme girmesi üzerine bazı istihbaratçılar da harekete geçmiş; belge ve bilgi toplamaya başlamışlardır. Lozan andlaşması hükümleri uyarınca Selanik Dönmelerinin 1924'te Türkiye'ye gönderilmelerinden sonra o zamanki Türk matbuatında (basınında) çıkmış yazılar toplanmakta, eski İslâm yazısından Latin yazısına çevirilmektedir. Önemli konulardan biri de yakın tarihimizde ve günümüzde devletin önemli mevkilerinde vazife görmüş ve görmekte olan Sabataycıların listesinin çıkartılmasıdır.
(2) Önemli bir devlet kuruluşu, kendi bünyesi içindeki Sabataycıları tesbite başlamıştır. Ancak, Sabataycılar kimliklerini gizlemekte ve kendilerini Alevî olarak göstermektedir.
(3) Sabatay Sevi Mesihliğini ilân ettikten sonra Türkiye ve İran'da bulunan Kürt Yahudileri de çok heyecanlanmışlar ve onların bir kısmı Mesih'e iman etmiştir. Gerschom Scholem'in büyük kitabında bu konuda belgelere dayanılarak bilgi verilmektedir. Günümüzde Kürt Sabataycısı var mıdır? Bu sorunun cevabını araştırmak Türkiyeli araştırıcılara düşer. Varsa (ki, bu büyük bir ihtimaldir) kendilerini Sünnî veya Alevî Müslüman olarak göstermektedirler. Türkiye'de olduğu gibi İran'da da, Yahudiliklerini ve Sabataycılıklarını gizleyen sahte Kürtler olabilir.
(4) 1984'te başlayan Kürt terör hareketinde Yahudi Kürtlerin ve Sabataycı Kürtlerin rolleri, ağırlıkları var mıdır? Bu konu da ciddiyetle incelenmelidir.
(5) Dönmelerin Türkiye'ye gönderilmesinden sonra Yunanistan'da da, Elen Ortodoks kilisesine bağlı görünen gizli bir Sabataycı cemaat kaldığını Louis Massignon yazmıştıı. Acaba onlar neler yapıyor?
Msn Demon Polonya, İtalya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde de, oradaki Hıristiyan kiliselere mensupmuş gibi hareket eden Sabataycılar bulunduğu biliniyor.
(7) Arap dünyasında, Müslüman veya Hıristiyan Arap gibi görünen Sabataycılar var mıdır? Bu konuda ilmî araştırma yapılmış mıdır?
Msn Note Türkiye'de, Balkan ülkelerinde, kendilerini aşırı, ğulat Bektaşi gibi gösteren Yahudiler olduğu iddia edilmektedir.
(9) Profesör Yalçın Küçük'ün, Sabataycılar hakkında yazmış ve yayınlamış olduğu üç kitaba ilave olarak, Kürt Yahudileri hakkında dördüncü bir kitap hazırladığını duydum, merakla bekliyorum.
(10) İlm-i Kelam âlimlerinin, Sabataycılar hakkında ilmî ve ciddî araştırmalar yapmalarını bekliyoruz.
(11) Sabataycılar, Hukuk fakültelerinin ceza hukuku kürsülerine niçin bilhassa rağbet göstermekte, ceza hukuku sahasında güçlü ve nüfuzlu hukukçular yetiştirmek için büyük gayret sarfetmektedir?
(12) Adliye teşkilâtımızda Sabataycılar var mıdır? Varsa, onların, Sabataycılar hakkında yayın yapan, onları fâş eden, açığa çıkartan yazarları, gazetecileri, fikir adamlarını muhakeme etmeleri, haklarında karar vermeleri âdil yargılama prensibine uygun mudur? Sabataycılığa karşı olan bir fikir adamı ve yazar, düşüncelerinden ve görüşlerinden dolayı mahkemeye verilse, Sabataycı hakimi reddedebilir mi?
(13) Sabataycılar, sanki her konuda, her sahada, hattâ birbirine zıt olan meselelerde geniş bir yelpaze teşkil etmektedir. İslâmî kesimin, islâmî hareketin, siyasî İslâm'ın da içine sızmışlardır. Bir Sabataycı başörtüsüne, "gericilere", Şeriatçilere ver yansın ederken, başka bir Sabataycı onları savunmaktadır. Velhasıl her taşın altında bir Sabataycı vardır.
(14) Sabataycılardan birkaç kişi, sanki anti-Sabatayist araştırma yapıyormuş gibi ortalığa saçma sapan iddialar atmakta, olmayacak şeyler söylemekte ve zihinleri karıştırmaktadır.
(15) Türkiye'nin hangi şehirlerinde kaç adet gizli Sabataycı sinagoğu bulunmaktadır? Devlet bunların listesine sahip midir? Bu gizli mabetler, yürürlükteki kanunlarımıza uygun mudur? Devletin izni olmaksızın açılan camiler ve kiliseler kapatıldığı halde, Sabataycı havralar niçin kapatılmamaktadır?
(16) Üsküdar Bülbülderesindeki Dönmeler mezarlığının önündeki caminin mihrabının kıbleye doğru olmadığı iddia edilmektedir. Dostlarımızdan Müfit bey ölçü âletleri ile bu hususu tesbit etmiştir. Halen bu camide günde beş vakit namaz kılınmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İstanbul Müftülüğü bu konuda araştırma yapmış mıdır? Mihrab, iddia edildiği gibi gerçekten kıbleye dönük değilse yanlışlığın düzeltilmesi düşünülmekte midir?
(17) Başbakanlık Devlet Arşivi'nde, Sabataycılıkla ilgili dosyaların ve belgelerin kayıp olduğunu ProfesörScholem yazıyor. Devlet ve hükümet bu konuda araştırma yapmayı ve neticeyi halka bildirmeyi düşünüyor mu?
(18) İslâm'da reform ve yenilik yapılması, Şeriatsız ve Fıkıhsız bir İslâm türetilmesi, İslâm dininin Protestanlık gibi bir hümanizma haline getirilmesi, pozitif kanunlarla çatışan birkaç yüz ayetin ve birkaç bin hadisin bu zamanda hükümsüz ve geçersiz olduğu, namazda Türkçe Kur'ân tercümesi okunması, minarelerden Türkçe ezan okunması gibi teklif ve tartışmalarda Sabataycıların tuzu, biberi ne kadardır?
(19) Son yüz yıllık tarihimizdeki yenilik, reform, ihtilâl, inkılâp hareketlerinde Sabataycıların yeri, tesiri ne kadardır?
(20) Sabataycıların ülkemizi ikinci bir İsrail haline çevirmiş oldukları iddiası bir mübalâğa (abartma) mıdır, yoksa gerçeğe uygun mudur?
(21) Sabataycılar 1930'lu, 40'lı, 50'li yıllarda sinema ve film sahasında adeta bir tekel kurmuşlardı. Daha sonra basın ve televizyon alanında güç kazandılar.Onlar iletişim, halk yığınlarını ve gençliği şartlandıran güçler üzerinde niçin bu kadar durmaktadır?
(22) Sabataycıların kendilerine mahsus din adamları olduğu, bunlara "sazan" denildiği iddia edilmektedir. Acaba Türkiye'de kaç sazan var?Ne gibi dinî faaliyetler yapıyorlar? Lüks otellerde kıyılan Sabataycı nikâhlarında ve düğünlerinde sazanların, Sabataycı şeriata göre dinî nikâh kıydıkları söylenmektedir. Bu uygulama kanunlara uygun
clearpixelmudur?
(23) 1924 mübadelesinde, bütün mülklerini Yunanistan'da bırakıp gelen bir kısım Sabataycılar, kısa zamanda nasıl bu kadar zengin olabilmişlerdir?
(24) Üsküdar Bülbülderesi Dönme mezarlığında birtakım mezar taşları üzerinde "Atatür" soyadı yer almaktadır. Bu aile hangi ailedir?
(25) Bir zamanlar "Dinde Reform" adıyla aylık bir dergi çıkartan ve İslâm dinine ve şeriatına pek seviyesiz ve gülünç saldırılar yapan Çerman isimli
zatın Sabataycı olduğu doğru mudur?
clearpixel

clearpixel~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Devlet mekanizmasında Sabetaycı kadrolaşma

DEVLETİN önemli bir mevkiine dindar, namaz kılan, oruç tutan, hanımının başı örtülü, içki içmeyen, dans etmeyen sofu bir Müslüman getirilebilir mi? Getirilemez. Bunlar büyük bir bürokrat için sakınca teşkil eder. Sabataycı ve benzetilmiş büyük medya böyle bir tâyini yadırgar, yaygara kopartır, “Aşırı dinciler devlet kadrolarına sızıyor” diye manşetler atar.

Geçenlerde sayın Recep Tayyip Erdoğan bir dış seyahat yaptı. Yanında hayli gazeteci, iş adamı vardı. Zâhirde o ülke resmen ziyaret ediliyordu. Ancak o seyahatin asıl gayesi, Başbakanın orada vazife gören yüksek seviyede bir
clearpixeldiplomatımızla özel bir görüşme yapması idi.

Bu diplomatımız ülkemizin çok önemli, çok hayatî, çok
hassas bir istihbarat teşkilatının başına geçirilmek isteniyordu.

Bu Türk tiplomatının özellikleri nelerdi?
1. Annesi Sabataycı idi,
2. Babası Sabataycı idi,
3. Eşinin annesi Sabataycı idi.
4. Kendisi İsrail’de yetişmiş, yetiştirilmişti. İyi derecede İbranice biliyordu.



Sabataycılıktan, Avdetîlikten, Dönmelikten İslâm’a gerçekten, sahiden olarak dönmüş olanlar bulunabilir. Bunlara bir şey denilemez. Lakin adam hem Müslümanım diyecek, hem de İslâm’a saldıracak, bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlamak için kişinin dahi, süper zekâ mı olması gerekir.

6. Bazıları da Sabataycılıkla ilgili yayınların ve iddiaların ilmî olmadığını iddia ederek kafa karıştırmak istiyor. İlmî olmaktan kasıtları nedir? Bir konudaki bütün yazıların, iddiaların, bilgilerin mutlaka akademik araştırma seviyesinde, bol dip notlu, bibliyografyalı araştırma şeklinde olması gerekmez ki. İddia iddiadır. Gerçekler bazen halk lisanıyla yazılır. Milyonlarca vatandaşa ilmî araştırma üslubu ile hitap edilemez. Gerçeklerin dip notlu olup olmaması esası değiştirmez. Bir kısım araştırıcılar derin ilmî araştırma yaparlar, başkaları da onların araştırmalarından yararlanarak,
clearpixelanlaşılır ve basit bir üslupla gerçekleri anlatan basit ve popüler yazılar yazarlar.

– Türkiye’de çok güçlü, gizli, esrarlı bir Sabataycı lobi vardır.
– Bu lobi iki kimliklidir. Zahirde Müslüman ve Türk görünür. Asıl kimliği ise bir nevi
Yahudi tarikatı olan Sabatay Sevi dinidir.
– Bunlar üç büyük aileye veya kabileye ayrılır: Karakaşlar, Yakubîler, Kapancılar.
– Kendilerine mahsus mezarlıkları vardır.
– Bunlar hakkında Avrupa’da “Son Dönmeler” adıyla dokümanter bir film çevrilmiştir.
– Bütün büyük ansiklopedilerde Sabataycılık maddesi bulunmaktadır.
– İsrailli profesör Scholem’in Sabatay Sevi hakkında bin sayfalık muazzam ve
çok önemli bir ilmî araştırması yayınlanmıştır.
– Konu hakkında başka ciddî ve ilmî kitaplar ve araştırmalar da mevcuttur.
– Sabataycıların kendilerine mahsus, Sazan denilen din adamları vardır.
– Sabataycılar, istisnâi vak’alar dışında Müslümanlarla evlenmezler.
– Yakın tarihimizdeki bütün darbe, inkılap, ihtilal, değişim hareketlerini Sabataycılar yapmışlardır.
– Ülke rantlarının büyük kısmı Sabataycılar tarafından paylaşılır.
– Dışişleri Bakanlığı Sabataycıların en güçlü oldukları dairedir.
– Büyük medyada güçleri büyüktür.

clearpixeltacclearpixel
Bunca gerçek karşısında “Sabataycıları incelemek, bu konuda yayın yapmak ahlâka aykırıdır. Bir nevi antisemitizm yapmaktır...” gibi fikirler ileri sürenlere ne demeli? Onlardan bazıları benim dinime saldırırken anti-islâmizm yapmış olmuyorlar, ben onları incelerken antisemitizm yapmış oluyorum... Antisemitizm yapmak elbette doğru değildir. Ancak, antisemitizm başka şeydir, Sabataycıları incelemek, merak edip araştırmak, ne olduklarını anlamaya çalışmak başka şeydir. Profesör Yalçın Küçük, Sabataycılıkla ilgili birinci eserine Tekelistan adını koymuştur. Niçin? Çünkü bu ülkede birtakım gizli, esrarlı, güçlü lobiler yaman bir tekel kurmuşlardır. Türkiye’de birtakım güçler demokrasiyi de, laikliği de, cumhuriyeti de kendi işlerine, kendi menfaatlerine uygun bir şekilde yorumlamaktadır.

Bu gizli ve esrarlı güçler ülkemizin, devletimizin, toplumumuzun tarihî devamlılık çizgisine ve mecrasına oturmasını istemiyorOnlar millî kimliği erozyona uğratıyor. Onlar Türkiye’deki topyekûn, genel, total buhranın sorumlusudur.
Sabataycılar hakkında sorulması gereken ana suallerden biri de şudur:

– Sabataycılar niçin hukuk fakültelerinin ceza hukuku kürsüleriyle bu kadar yakından ilgileniyorlar, buralarda kadrolaşılıyorlar? Ceza hukukunu niçin bu kadar çok seviyorlar?

1950’li, 60’lı yıllar... Ceza Kanunumuzdaki 163. madde ile dindarlar üzerinde ağır baskılar yapılıyor. Risale-i Nur okuyan, dinî faaliyette bulunan, dinî yazı yazan nice vatandaş ağır ceza mahkemelerine veriliyor. Mahkeme yazının, konunun bilirkişiye havalesini uygun görüyor. Bilirkişiler mâlum... Rapor geliyor. “Yapılan tedkik sonunda yazının veya fiilin 163’üncü maddeyi ihlal ettiği ve suç işlendiği kanaatine varılmıştır...” Karar: “Sanığın şu kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis yattıktan sonra da şu şehirde şu kadar yıl sürgüne gönderilmesine...”

Bendeniz 60’lı yıllarda 163’üncü maddeyi ihlal suçuyla ağır ceza mahkemelerinde çok süründüm. Yazdığım yazıların nicesi yüzünden mahkemeye verildim. Dosyalarda hep Pembe bilirkişilerin raporları vardı. Nihayet bir gün tepem attı. Bir yazımın altına şu mealde bir not koydum: “Bu yazıyı hiçbir Mason, Dönme, dinsiz, vicdansız bilirkişi inceleyemez...” Bu yazıdan da mahkemeye verildim. Savcı ifademi almak için çağırdı. Baktım dosyada şöyle bir bilirkişi yazısı yer alıyor: “Sanık, peşinen bilirkişiyi tahkir etmiş olduğundan istenilen incelemenin yapılması uygun görülmemiştir...” Şimdiye kadar defalarca yazdım, tekrar ediyorum:

Tezelden çok ciddî, çok ilmî bir “Türkiye Sabataycılarını İnceleme Dergisi” çıkartılmalıdır. İlmî olacağı için senede iki veya dört defa çıksa yeter. Geniş hacimli olmalı, her sayısında on kadar konu çok derin, çok ciddî, çok seviyeli bir şekilde, kaynaklar, belgeler bildirilmek şartıyla incelenmelidir.

Bunun yanında, halkı aydınlatmak için konuyla ilgili popüler kitaplar, broşürler, makaleler de yayınlanmalıdır.
Bilgi ışıktır, bilgi güçtür. Yeter ki, gerçeğe hizmet edilsin.


Son düzenleyen kompetankedi; 16 Eylül 2006 11:29
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #3
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
clearpixelclearpixelclearpixelclearpixel
Yahudi Dönmeler ve Sabataycılar

Tanım

Müslümanları aldatabilmek maksadıyla Müslüman görünüp Yahudiliklerini gizleyen bir Yahudi grubudur. Özellikle Türkiye'nin batı bölgesinde yaşamaktadırlar.

Osmanlı Devleti'nin yıkılmasında, Hilafetin kaldırılmasında, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı eline almasında katkı sahibidirler. Hala da İslam'a karşı çeşitli komplolarını sürdürdüler. Toplumları ele geçirme vesileleri olan ekonomi, kültür ve tanıtma (reklam) alanlarında büyük güçleri vardır.

clearpixela sabatayseviclearpixelOrtaya çıkış ve başlıca temsilcileri

Sabatay Sevi (1626-1675): Şıbtay Tsvi İspanyol asıllı bir Yahudi'dir. Türkiye'de doğdu ve büyüdü, 1648 yılında bu grubu kurarken İsrailoğulları'nın beklenen kurtarıcısı olduğunu açıklamaktan da geri kalmadı. Sabatay Sevi, tehlikesi artınca Osmanlı makamları tarafından tutuklanır; iddiaları konusunda iddiaları konusunda Müslümanlarla tartışmalara girer, sonra ölüme mahkum edilir; ancak bunu öğrenince, Müslüman olacağını bildirir. Müslüman kisvesi altında Reis-ül Hüccab olduktan sonra da yıkıcı emellerini devam ettirir ve taraftarlarına zahiren Müslüman görünmelerini emreder. Yahudi kalmalarını bu şekilde mümkün olacağını belirtir. Yahudiler arasında çalışmak için devletten izin alır, bu fırsattan istifade ile İslam'ı yıkmak için olunca gücüyle çalışır. Osmanlı makamları Sabatay'ın İslam'ı maske olarak kullandığını on yıl sonra anlayınca onu Arnavut'luğa sürer orada da uğradığı saldırı sonucu öldürülür. Ölümünden sonra mensupları da yolu takip etti. Onlar görünüşte Müslüman olmalarına rağmen, Yahudiler ve Sabatay Sevi'ye bağlıydılar. Türkler'e Türk ve Müslüman olduklarını, Yahudiler'e de Yahudi olduklarını söylerler. Bunlar ikide isim taşıdılar. Birisi Müslüman-Türk, diğeri Yahudi ismidir. Bundan dolayı onlara dönme denilmiş ve bugüne kadar bu adla biline gelmişlerdir.
clearpixel
Bunlardan en çok bilinenleri de şunlardır:
* Sara: Aslen Polonya'lıdır. Sabatay'ın davasına inanmış ve onunla evlenmiştir.
* İbrahim Nathan: Halk arasında Sabatay'ın elçisi olarak çalışırdı.
* Josef Bilosof: Sabatay'ın halifesi ve ikinci eşinin babasıdır. Abdülgafur Efendi adını almıştır.
* Mustafa Çelebi: Dönmelerin üç fırkasından biri olan Karakaş fırkasının başkanıdır

Temel düşünce ve inançları
clearpixelgazzelinathanclearpixelSabatay'ın İsrailoğulları'nın Mesih'i ve beklenen kurtarıcısı olduğuna inanırlar. İddialarına göre, Sabatay'ın eski vücudu göğe yükseldi ve Allah'ın emriyle risaletini tamamlamak üzere cübbe ve sarık giyen melek şeklinde tekrar yeryüzüne indi.

Zahiren Müslüman olduklarını iddia ederler ancak İslam'a karşı Yahudi kinini içlerinde gizlemektedirler. Oruç tutmazlar, namaz kılmazlar ve boy abdesti yapmazlar. Bayramlar gibi bazı münasebetlerle göstermelik mahiyette bazı İslam'i gelenekleri yerine getirirler.

Yirmiden fazla olan bayramlardan biride mum söndürme gecesidir. Bu gece fuhuş işlerler; bu gece sonucu doğan çocuklar mübarek çocuklardır. Osmanlı'ların zamanında kendilerine has giyim şekli vardır. Kadınlar sarı ayakkabı kullanırlar, erkekler ise beyaz külah üzerine yeşil sarık sararlardı.

Kendilerinin başkasına selam vermesi yasaktır. Gençliği bozmak için kadının başörtüsüne saldırırlar, başlarının açılmasını, her türlü İslam'i adabın terk edilmesini ve kız erkek karışık eğitim yapılmasını teşvik ederler.

Menşei
İdeolojileri katışıksız Yahudilik'tir. Yahudilerin kutsal topraklara yeniden dönme arzusu temel arzularıdır. Dolayısıyla Yahudilerin esas özellikleri bunlarda da mevcuttur. Hile, yalan dolan, korkaklık, kalleşlik temel özellikleridir. Müslüman görünmeleri İslam'ı içinden yıkmak içindir. Masonlarla kuvvetli ilişkileri vardır. Dönmelerin büyükleri aynı zamanda Mason'luğun da ileri gelenleridir. Beynelmilel Siyonizm'in çizmiş olduğu planlar çerçevesinde çalışırlar.

Etkili olduğu bölgeler
Bu hareket daha ziyade Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde Yahudilerle başlatılmış ve tüm dünyanın ilgisini çekmiştir. Bugüne kadar da gelmiştir. Türkiye'de halen etkili tanıtma organlarına sahiptirler. Ayrıca ekonomiye de hakim durumdadırlar.

Devlet dairelerinde hassas mevkiler onların adamlarıyla doludur. Müslüman Türkiye'nin sekülarist bir devlet olması için bulundukları mevkilerden yararlanarak çok çalışmışlar, hala da çalışmaktadırlar. Aldattıkları bir çok Müslüman genci kendi hedefleri için kullanmışlardır. Bugün meşhur bir çok siyasetçi ve bürokrat ile zengin Sabayatcı'dır. Yani dönmedir. Asla dönme olduklarını itiraf edemezler.

Kaynak: Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi. 311. sayfa 1. baskı Risale Yayınları 1990

Dönmelerle ilgili özellikle Geyik yayınlarından bir çok kitap çıkmıştır. Dönmelerin Nüfus kağıtlarında dini İslam yazmak'tadır. Ancak bir istisnası vardır. Bu konuda uzun uğraşlar veren Ilgaz Zorlu mahkeme kararıyla 2001 Ocak ayında nufus kağıdına Yahudi olarak yazdırdı. Artık Ilgaz Zorlu'nun nufus kağıdında Yahudi yazıyor.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

clearpixel
Bunlar da Başka Çeşit - Suûdî Arabistan'da Dönmeler (Sulûbîler)

clearpixelclearpixelNihayet bugün zaman bulabildim ve Suudi Arabistan'daki dönmeler hakkında ulaştığım bilgiyi aşağıya aktarıyorum. Tabii Dönme deyince aklımıza hemen sabataycılar geliyor, ama okuyunca sizin de anlayacağınız gibi, bu dönmeler Yahudi oldukları halde müslüman görünen güruh olmayıp, menşei tam keşfedilememiş bir kabile. Hal böyleyken bizdeki dönmelerle aralarındaki benzerlik çok dikkatimi çekti.

Aşağıdaki satırlar forumda yazan bir kardeşimizin bana hediye ettiği bir kitaptan iktibas edilmiştir. "Mekke'ye Giden Yol" isimli bu kitabın müellifi musevilikten İslâm'a geçen Muhammed Esed adında Avusturya'lı muhteren zat 1925 senesinde Suudi Arabistan'da yaşadıklarını, 309-312. sayfasında anlatırken diyor ki:

"... ve en ufak bir korku eseri göstermeden, sakin bir tavırla bizim yaklaşmamızı bekledi.

"Kimsin sen?" diye sertçe sordu Zeyd, tüfeğini pejmürde kılıklı yabancıya doğrultarak. Bedevi hafifçe güldü ve derin, çınlayan bir sesle: "Bir Sulubîyim ben..." diye cevap verdi. Telâşsız sakin tavrının nedeni şimdi ortadaydı: Arap toprağına özgü o bitip tükenmeyen kabile savaşlarına hiçbir zaman karışmamış, kimseye karşı düşmanlık gütmeyen, ve kimseden de düşmanlık görmeden garip, çingene benzeri bir kabileye ya da daha doğrusu, bir kabileler grubuna mensuptu bu bedevi.

Sulubîler, bütün araştırmacılar için bir muamma olarak kalmışlardır bugüne kadar. Gerçekten kökenlerini kimse tam olarak bilmemektedir. Arap olmadıkları kesindir: mavi gözleriyle açık kumral saçları, tenlerindeki güneş yanığı rengin sonradan kazanılmış bir özellik olduğunu açığa vurmakta ve onların kuzeyli kavimlerden olduklarını akla getirmektedir. Eski Arap tarihçileri Sulubîlerin, Selâhaddin Eyyubi tarafından tutsak edilip, Arabistan'a getirilen Haçlı kitlelerin soyundan geldiklerini ve sonradan Müslüman olduklarını yazıyorlar; nitekim sulubi sözcüğü 'salib' (haç)sözcüğüyle aynı kökten türemekte ve 'salib' sözcüğü de düpedüz 'haçlı' anlamına gelmektedir. Yine de bu açıklamanın doğru olduğunu söylemek zor. Her ne hal ise, bedeviler Sulubîleri Arap olarak görmemekte, onlara karşı hoşgörüyle, ama bir çeşit pasif bir küçümsemeyle davranmaktadırlar. Her zaman insanların eşitliği üzerinde israr eden Araplar kendi seciyelerine uymayan bu küçümsemeyi ise Sulubîlerin Müslümanlıklarında samimi olmamalarına ve Müslümanlar gibi yaşamamalarına bir tepki olarak açıklamaktadırlar. Sulubîlerin evlenmediklerini ama 'köpekler gibi' kan yakınlıklarını bile hesaba katmadan karışık, rastgele ilişkiler içinde bulunduklarını, haram-helâl dinlemeden leş ve benzeri yasak şeyleri yediklerini söylemektedirler. Ne var ki, bütün bunların, Arapların ön yargılı davranışları için sonradan bulunmuş bir takım tâli gerekçeler olması da mümkün. Bana kalırsa, Arapları, son derece güçlü ırksal bir bilinçle yüklü bedeviyi Sulubîlerden yana seçkin fiziksel özelliklerini çekici hale getirdiği bir kan karışımına karşı içgüdüsel bir korunma çemberi oluşturuyor bu küçümseyici tutum. Çünkü, Araplardan daha uzun olan boyları, şaşılacak kadar düzgün hatlarıyla Sulubîlerin istinasız hemen hepsi güzel insanlar; hele kadınları, aşırı ölçüde sevimli, endam ve hareketlerinden eşsiz ve sürükleyici yaratıklar.

Sebep ne olursa olsun, bedevi'nin Sulubîlere karşı duyduğu küçümsemeye öyle ya da böyle, hayatlarına güvence sağlıyor onların: çünkü onlara saldıran ya da zarar veren bir bedevi, akrabalarınca, bizzat kendi onuruna gölge düşürmüş sayılmaktadır. Öte yandan Sulubîler, veteriner olarak, eyer ustası, lehimci, tenekeci ve nalbant olarak bütün çöl sakinlerinin yanında büyük bir itibar kazanmış bulunmaktadırlar. Bu tür zanaatlarla bedevilerin başı hoş değildir ama onlarsız da yapamamaktadır şüphesiz; işte bu noktada Sulubî yetişmektedir onun yardımına. Sulubîler, ayrıca, çok becerikli, deneyimli çobanlardır; avcılık sanatında ise üstlerine yoktur. İz sürmek konusundaki yetenekleri dillere destan düzeydedir; ve bu bakımdan onlarla yarışabilecek tek topluluk, Rub al Hali'nin kuzey eteklerinde yaşayan Al-Murra bedevileridir.

Bu yeni dostumuzun Sulubî olduğunu öğrenip de rahatlayınca, onların otoriteye karşı besledikleri peşin saygının güvenliğimiz için yararlı olacağını düşünerek, ona açıkça İbn Suud'un adamları olduğumuzu söyledim, kendisinden ateşi söndürmesini istedim. Sulubî dediğimi yaptı ve biz de böylece uzun bir sohbete başlamak üzere oturduk."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Cenazesi Bülbülderesi'e defnedilecek olan Em. Korgenaral Şecaattin Kuloğulları isimli şahıs sabetayist mi ?

KULOĞULLARI

Türklerin Cezayir'de bıraktıkları mânevî miras daha da belirlidir. Cezayir halkı yerli Arap ve Berberiler dışında, Engizisyon zulmünden kaçıp gelen Endülüslüler ile Türklerin çoğu Barbaros Hayreddin Paşa'nın İspanya'dan bu ülkeye gemilerle taşıdığı 70.000 kadar göçmenin çocuklarıdır. Türkler Batı Anadolu, Adalar ve Rumeli'nin kıyı bölgelerinden yeniçeri, levent ve din adamı sıfatıyla bu uzak diyara yerleşen, sayıları hiçbir zaman 20.000'i aşmayan bir kitleydi. Bunların yerli kadınlardan doğan çocukları KULOĞULLARI, Sarı, Kara, Başterzi, Zeybek, Kazdağlı, Lazoğlu gibi soyadlarla tanınırlar, kendilerini Arap ve Berberîlerden ayırırlar, genellikle onlardan kız alıp vermezlerdi. Leventlerin çoğu Akdeniz'in Hristiyan kavimlerine mensupken Müslümanlığı kabul ederek Türkleşmiş kimselerdi.

ZİHNİ DERİN

Zihni Derin, 1880 yılında Muğla'da doğmuştur. Babası Muğla'nın KULOĞULLARI ailesinden Mehmet Ali Beydir.
1897'de Muğla İdadisi'nden, 1900 de SELANİK Ziraat Ameliyat Mektebinden, 1904 de Halkalı Ziraat Mekteb- Alisinden mezun olmuştur.

1905 yılında Aydın İli Orman ve Maden Muamelat Katipliği ile Devlet Memurluğuna başlamıştır. Rodos'ta Akdeniz Adaları (o zamanki adıyla Cezayir-i Bahr-i Sefit) İli Orman Müfettiş Katipliğinde, Gediz ve Simav ilçeleri Orman Müfettiş Vekaletinde bulunduktan sonra, 1907 de aynı ilçelerde Orman Müfettişi olmuştur. İki yılı geçince, Akdeniz adaları İli Orman Müfettişliğine aktarılmıştır.
1909'den 1912'ye kadar Selanik Ziraat Mektebi'nde Kimya, Ziraat Sanaatları ve Jeoloji öğretmenliği yapmıştır. SELANİK'te 1911'de Maide Hanımla evlenmiştir. İki erkek bir kız çocukları olmuştur. 1914'den 1920'ye kadar, Zihni Derin Bursa'da Sultani Mektebinde (Lise) ve Kız Öğretmen Okulunda Tabi İlimler okutmuş ve Bursa Milli Eğitim Müdür Vekilliği görevinde bulunmuştur.
1920'de Yunanlıların işgalinden hemen önce Bursa'dan ayrılıp, kara yolundan Ankara'ya gelmiş; Milli Mücadele Hükümetinin kurduğu İktisat Bakanlığında ilk Tarım Genel Müdürü olmuştur. 1924'e kadar bu görevde kalmıştır.

BİR HABER
Van’ın Başkale ilçesinde vatani görevini yaptığı sırada, ceza verilmesine yol açtığı ve bu nedenle tartıştığı bir erin ateş etmesi sonucu hayatını kaybeden Zafer Trabzonlu’nun (21) cenazesi, bugün kılınan öğle namazının ardından, beldedeki şehitlikte defnedildi. Cenaze törenine, FP Kocaeli milletvekilleri Mehmet Batuk ve Osman Pepe, 15. Kolordu Komutanlığı’nı temsilen Jandarma Albay Melih KULOĞULLARI, belediye başkanları, Trabzonlu’nun ailesi ve
clearpixelvatandaşlar katıldı. (Zaman, 24.06.2000)

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


clearpixel
Erbakan'ın yârânları da mı?

clearpixelclearpixelEvet Soner Yalçın'ın EFENDİ isimli son kitabını okumayan Türkiye'deki Sabetaist gerçeğini de, El-aziz'in Şevket Kazan'la ilgili yayınlarını ve Erbakan Hoca'nın parti faaliyetlerini yürütmekiçin neden Yahudilerle anlaştığını ve Kazan ve Asiltürk ikilisi ile bunların Milli Görüş içinde kurup palazlandırdığı Sabataycı şebekeye neden göz yumduğunu anlayamaz.
Kitabı okuyanlar şu çıplak gerçekle yüzyüze geliyorlar. Daha Osmanlı'nın son dönemlerinde Sabataycı şebeke o noktaya gelmişti ki Osmanlı padişahları onlardan icazet almadan koltuğa oturamıyordu. Onların isteklerine duyarsız kalan padişahlar koltuklarından oluyorlardı.

Sultan Abdülhamit. Dahi padişah, veli sultan, Osmanlı'nın son muhteşem şahsiyeti... O bile tahta çıkmak için Yahudi asıllı bir Sabataist olan Sadrazam Mithat Paşa'nın icazeti ile ve Meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek tahta oturuyor.

EFENDİ'de bu konuda şunlar yazıyor:
clearpixelclearpixel"(Abdülhamit Han) Saffet Paşa'nın Kağıthane'deki çiftliğinde gizlice buluştuğu Mithat Paşa'yla "saltanat pazarlığına" girişip "meşrutiyet ilan" edeceği sözüyle tahta oturmuştu. İngiltere'ye yakın siyaset izleyen Mithat Paşa o dönemin en etkili isimlerinden biriydi. Gerek Sultan Abdülaziz gerekse Sultan V.Murad'ın koltuğundan olmasında önemli rol oynamıştı. (Mithat Paşa Rusçuklu Hacı Hafız Mehmed Eşref Efendi'nin oğlu olarak bilinmektedir. On yaşında Kuranı Kerimi ezberlediği söylenen Mithat Paşa'nın Yahudi bir aileden geldiği iddia edilmektedir. 1889 yılında yayımlanmış olan Edvaro Drumont'un La France Juwe adlı kitabının 1.cildinin 113.sayfasında Yahudilikten geldiği ileri sürülmektedir. Bu kitapta Mithat Paşa'nın annesinin Macaristanlı bir hanım olduğu yazılmaktadır.-Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler-)

II.Abdülhamit Mithat Paşanın gücünü biliyordu. Mithat Paşa ise II.Abdülhamit'i kontrol edilecek bir padişah olarak görüyordu. Sonuçta 23 Aralık 1876'da Meşrutiyet ilan edildi."

İşte EFENDİ'den yaptığımız bu alıntı, daha Cumhuriyet kurulmamışken Osmanlı'nın son döneminde dahi gerçekte perde arkasında Türkiye'yi yöneten Sabataistlerden izin almadan etkili bir moktaya gelinemediği, hatta padişah dahi olunamadığı anlaşılıyor.

Padişah olduktan sonra da kontrol edilebilmeleri için en yakınlarına güvenilir ajanlar, yine hepsi Sabataist olan mutemet adamlar yerleştiriliyor. Bu gerçek de kitapta ayan beyan anlatılıyor. Gerek Sultan ABdülhamit'in gerekse ondan sonraki Sultan Reşat'ın Özel Kalem Müdürlerinin dahi Sabataycı oldukları anlatılıyor.

Bu ve buna benzer birçok gerçek kitapta yer alıyor. Cumhuriyetten sonra Sabataycılar devletin, medyanın ve ekonominin tamamını ele geçiriyor ve her zerreye hükmediyorlar. Böylece Süleyman Arif Emre'nin "Siyasette 35 Yıl" adlı kitabında belirttiği "Dünyada Yahudilerin doğrudan yönettiği 4 ülke var: İsrail, ABD, Fransa ve Türkiye" sözü EFENDİ'deki ayrıntılarla yerli yerine oturuyor. Türkiye'deki partilerin başında ya da önemli mevkilerinde hep Sabataycıların oturduğu da malum. Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, İsmail Cem...

Erbakan Hoca bugünlerde verdiği özel sohbetlerde "Dünyadaki bütün partiler Yahudilerin kontrolündedir" demesi boşuna değil.

Böyle bir Türkiye'de siyasete girmeyi düşünen bir insanın Sabataycılardan icazet alarak işe başlaması, onlara tavizler vermesi ve hatta onların güvendiği bazı Sabataycı adamları partisinde önemli mevkilere getirmesi çok doğaldır, hatta şarttır. Yine Süleyman Arif Emre'nin aynı kitabında daha Milli Nizam yeni kurulmuşken Musa Saffet Bayramaşık isimli bir Yahudi'nin Erbakan Hoca'ya gelerek Siyonizm ve Yahudiler aleyhinde konuşmaması yoksa partisinin kapatılacağı yolunda Dünya Yahudileri adına istekte bulunması Erbakan Hoca'nın onu kovması üzerine gerçekten bir kaç ay sonra partinin kapatılması gösteriyor ki Yahudiler ve Sabataycılara rağmen Türkiye'de siyaset yapılamaz, hatta nefes bile alınamaz.

Daha sonra Milli Selamet Partisi'nin kurulmasına izin verilmesi Sabataycılarla anlaşıldığını ve mutemet adamlarının partiye yerleştirildiğini gösteriyor. İşte El-aziz yıllar süren gözlemlerine ve tecrübelerine bakarak bu şahısların başta Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk olmak üzere parti içinde yuvalanan bir Sabataycı şebeke olduğunu yazıyor.

Sultan Abdülhamit bundan 100 sene önce padişah olmak için Sabataycıların desteğini almış ve en yakınına Sabataycı ajanların yerleştirilmesine göz yummuş amma Yahudilere rağmen Osmanlı'yı 33 sene dahi bir siyasetle yönetmişti. 100 sene sonra bugün Erbakan da aynı siyaseti izleyerek Sabataycı şebekeye göz yummuş, partiyi önlerine yem olarak atmış ve onları aldatarak devleti yavaş yavaş ele geçirmiştir.

Herkesin gördüğünün aksine Erbakan şimdi gücünün zirvesindedir. Ve Sabataycı şebekenin deşifre olma zamanı gelmiştir. İşte El-aziz'in yayınlarının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu yayınları hayretle karşılayanlar, hayal ürünü olarak niteleyenler ne tarihi ne de bugünü bilmemektedirler. Feraset sahibi de olmadıklarından akı kara karayı ak olarak görmektedirler. Tüm arkadaşlara tavsiyem hem EL-aziz'i hem de EFENDİ'yi okuyun. İnanın gözleriniz
clearpixelaçılacak. Gerçekleri ayan beyan göreceksiniz...


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Dönme Dolap Ahmed Emin Yalman ve Ahfâdı


clearpixel
BİR DÖNMEYE

Saldır ey küstah dönme , bütün hıncınla saldır,
Milliyet, mukaddesat çünkü sence masaldır!
Dolaşarak yurdumun her köyünü, şehrini,
Akıt ey bodur yılan, akıt bütün zehrini!...
clearpixelaeyalmanclearpixelBundan yaklaşık elli yıl öncesinden, Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu ‘Vatan’ Gazetesi çalışanlarından çok azı yaşıyor bugün. Allah uzun ömür versin, benim yazı işleri müdürüm Selami ağabey (Selami Akpınar); köşe yazarları Sadun ağabey (Sadun Tanju), Oktay ağabey (Oktay Akbal), Naim ağabey (Naim Tirali), Özcan ağabey (Özcan Ergüder), Tunç ağabey (Tunç Yalman) ve muhabirlerden Yılmaz ağabey (Yılmaz Çetiner), Ali (Ali Gevgilili) ve Alaettin (Alaettin Kutlu) hayattalar Allah’a şükür... Sevgili Nail Güreli ile Turhan Tükel de... Gazetenin ressamı Sait Maden dostumuz da berhayat. Ama ölenler oldu. Benim İstihbarat Şefim Kemal ağabey (Kemal Aydar) öldü; Orhan Veli’nin küçük kardeşi sevgili Adnan Veli ağabey, 1973’te 57 yaşındayken ölmüştü. Burhan ağabeyi (Burhan Arpad), Emil ağabeyi (Emil Galip Sandalcı) son on yıl içinde yitirdik. ‘Gittikçe artıyor yalnızlığımız...’

‘Vatan’cılar, birbirlerine çok bağlıdırlar;– ‘bağlıydılar’ demek, galiba daha doğru! Çünkü, en son, bundan yaklaşık yirmi yıl önce, bir araya gelmiştik. Bu çözülmede biraz da, ‘Vatan’ın sürekli olarak el değiştirmesinin de payı var galiba... 1960’larda Ahmet Emin (Yalman) bey, Naim Tirali ve arkadaşları anlaşmazlığa düşünce gazeteden ayrılmak zorunda kaldı ve Özcan Ergüder’le birlikte ‘Hürvatan’ı yayımlamaya başladı. ‘Vatan’ın imtiyaz hakkı Tirali’de kalmıştı çünkü. Naim ağabey, bir süre daha dayandı, sonunda, yeni edindiği bir ortakla birlikte, gazeteyi Ankara’ya taşıdı. Belleğim beni yanıltmıyorsa, ‘Vatan’ın Ankara’da yayımlanmaya başladığı tarih, 1962 olmalıdır. Her neyse, ‘Vatan’ daha sonra bir defa daha el değiştirdi. Bu defa imtiyaz sahibi, 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi üyelerinden Numan Esin’di. Esin’le birlikte ‘Vatan’ tekrar İstanbul’a döndü 1970’lerin başında. Bundan sonrası benim için meçhul! Numan Esin’den sonra imtiyaz sahipliğinde bir değişiklik olup olmadığını bilmiyorum. Zafer Mutlu ve arkadaşlarının, imtiyazı Numan Esin’den satın almış olmaları ihtimalinin ‘agleb–i ihtimal’ olduğunu düşünüyorum...

Yılmaz ağabey (Çetiner), geçenlerde Milliyet’teki köşesinde, aslında Nurettin Artam’a ait olan, ama genellikle Neyzen Tevfik’in sanılan bir dörtlük yayımladı: ‘Şu bizim dönmedolap Ahmet Emin/ Din ü imanımıza çatmadadır/ Başımız ağrımaz etsek de yemin/ Vatan’ı on kuruşa satmadadır.’ ‘Vatan’ı on kuruşa satmak’taki örseleyici tevriyenin içerdiği ağır imaya Ahmet Emin bey’in asla müstahak olmadığını düşünüyorum. (‘Vatan’ logosunun altındaki ‘Eğriye Eğri, Doğruya Doğru’ sloganına, Ahmet Emin bey’in ve gazete yöneticilerinin sonuna kadar bağlı kaldıklarını söylemek gerekiyor.) Dahası, Çetiner yazmıyor ama, Ahmet Emin bey’in ‘dönmedolap’lığı, 1946’dan 1955’lere kadar müfrit bir Demokrat Parti ve Adnan Menderes savunucusu iken, özellikle 1957 seçimlerinden itibaren 180 derece dönerek, müfrit bir Cumhuriyet Halk Partisi ve İsmet Paşa taraftarı olmasına, atıfta bulunmaktadır. Tabii, Yalman’ın Selanikli, dolayısıyla ‘avdeti’ olarak Sabetayistliğine de, yine ağır imalı bir gönderme de vardır ‘dönmedolap’ sözünde!..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

clearpixel
Dönmelerin Adı Hangi Olaylarda Gündeme Geliyor?

clearpixel
Dönmelikle ilgili şahsen bizim görüşümüz çok kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’de Musevilik de dahil her dinin mensubu özgürce, devletimizin himayesi ve milletimizin büyüklüğünden neşet eden hoşgörüsü altında yaşamaktadır. Kimse, hangi etnik kökenden olursa olsun yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş bir gurubu zorla dinden döndürmeye çalışamaz; ‘siz aslında asimile olmuş Yahudilersiniz, öyleyse Türkiye Cumhuriyetinde size sağlanan imkanları, makam ve mevkilerinizi, zenginliğinizi İsrail politikalarına hizmet için kullanmalısınız’ gibisinden bölücü ve yıkıcı telkinlerde bulunamaz. Boşnaklar da, Arnavutlar da, Rumlar da, Çerkezler de, Çeçenler de, Kürtler de ve hatta biz Türkler de nihayet yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş ve birlikte yeni bir millet, “İslam milletini” oluşturmuş topluluklarız. Mikro milliyetçilikler ise önce İslam milletini oluşturan halkların varlığına, daha ötede ise dünya barışına yönelmiş büyük bir tehdit ve tehlikedir.

Dönmeler, kendilerinin sevdiği yeni bir adlandırmayla Sabetayistler, Türkiye’de son on yılda yeniden hararetle konuşulmaya başlandı. Daha önce Sultan II. Abdülhamid devrinde, 1908-1918 arası İttihat Terakki iktidarı yıllarında, 1924 nüfus mübadelesi sırasında ve İzmir Suikastı söylentileri esnasında sıkça adlarından söz edilmişti. Dönmelerin gündeme geldiği bu devirler ayrı ayrı yazıların ve hatta kitaplık çalışmaların konusu olacak kadar önemlidir. Şimdi ülkede millet ve memleket aleyhine gelişen kimi olayları, oligarşiyi, antidemokratik uygulamaları anlamlandıramıyorsak sözkonusu guruplar ve devirler hakkındaki bilgi eksikliğindendir.

1994, Halil Bezmen olayı
Dönmeler son on yıl içinde ilk kez Halil Bezmen’in meşhur “klor yolsuzluğu” yüzünden ABD’ye kaçışıyla gündeme geldi. Bilindiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Recep Tayip Erdoğan’dan önceki CHP’li başkanı Nurettin Sözen döneminde büyük yolsuzluklar yapıldığı açığa çıkmış, bilhassa İSKİ’de büyük skandal olmuş, İSKİ genel müdürü Ergun Göknel, yolsuzluk suçlamalarından mahkum olarak yıllarca hapis yatmıştı. İSKİ’ye fahiş fiyatla (yanlış hatırlamıyorsam normal fiyatın 100 katı) klor satan ve “Türkiye’yi kazıkladım, kazıklanmasaydınız” dediği basında yer alan Halil Bezmen adlı kişi ise polisten kaçarak ABD’ye kapağı atmıştı. Türkiye’nin talebi üzerinde orada yakalanıp yargılanmıştı da.

Dönmelik ve dönmeler işte bu yargılanma esnasında gündeme gelmişti ilk kez. Zira Halil Bezmen bir “Dönme”ydi ve iddiaya göre mahkemeden “Musevi olduğunun” dikkate alınarak yargılanmasını istemiş, mahkeme de oradaki Musevi cemaatine başvurarak Türk adı taşıyan, nüfus cüzdanında da Müslüman yazan bu kişinin Musevi sayılıp sayılmayacağını öğrenmek istemişti.

Dönmeler Yahudi Mi “Kafir” Mi?
Bu dönemde kullanımı yaygınlaşan internette dolaşan bilgilere göre Bezmen’in bu müracaatı Amerika’daki Yahudi cemaatlerini ikiye bölmüştü. Bir kısmı Dönmelerin artık Yahudi sayılamayacağını, dinden çıkmış “kafir” kimseler olduklarını iddia ederken, aralarında JINSA adlı Musevi silah üreticileri örgütünün de yer aldığı öteki gurup ise Dönmelerin, İsrail’in menfaatleri açısından Yahudi kabul edilmeleri gerektiği iddiasını seslendiriyorlardı. Bu ikinci görüş sahiplerinin, Türkiye’deki dönmelerin belli başlı 40-50 aile dışında büyük oranda asimile olup eridiğini, bunun önce durdurulması ardından Yahudilikle bağlarının güçlendirilip yine sayısı hızla azalan Türkiye’deki Musevi cemaatine eklemlenmesi gerektiğini hedefledikleri anlaşılıyordu.

Bir Dönmelik Misyoneri
Bu dönemde yani 1994’dün ilk aylarından başlayarak bazı dergilerde de Dönmeleri yeniden gündeme taşıyıcı ve hatırlatıcı yazılar yazılmaya başlanmıştı. Sonradan birçoğu kitaplaşacak olan bu yazılardan ilki Ilgaz Zorlu’nun Tarih ve Toplum Dergisi’nin Nisan 1994 sayısında yer alan “500. Yılında Unutulan Bir Cemaat: Dönmeler” başlıklı yazısıydı. Yazı, Yahudilerin Endülüs’ün Hıristiyan işgaline girmesi üzerine kovuluşlarının ve Türkler tarafından himaye edilerek topraklarımıza kabul edilişlerinin 500. yılı kutlamalarında Dönmelerin unutulduğunu söyleyerek kısa bir tarihçe veriyordu. Dahası 500. yıl kutlamalarında Türklerin Yahudilere yaklaşımının hep olumlu yönlerinin ele alındığını, oysa Dönmelere büyük zorluklar ve bunalımlar yaşatıldığını, buna da bazı Yahudilerin “Mesih” kabul ettiği Sabetay Sevi’nin İstanbul’da yargılanarak Müslüman olmaya zorlanmasının sebep olduğunu iddia ediyordu. Zorlu, 95 ve 96 yıllarında da Toplumsal Tarih ve Tiryaki dergilerinde konuyla ilgili 15 kadar yazı yazdı ve nihayet 28 Şubat döneminin kızıştığı sırada, 1998’de “Evet Ben Selanikliyim-Türkiye Sabetaycılığı” adıyla kitaplaştırdı. Zorlu, kitabında asimilasyonu durdurmaya ve sayılarının bazen 60, bazen 80 bin olduğunu iddia ettiği Dönmeleri Yahudiliğe geri kazandırmaya çalışıyordu. Nitekim kendisi mahkemeye başvurarak asıl adının Şimon Ben Zwi, dininin de Musevilik olduğunu, nüfuz cüzdanındaki din hanesine Yahudi yazılmasını talep etmişti. İlginçtir davayı kazandı da.

Zorlu’nun kitabından, bozuk türkçesi ve karmaşık üslubuna rağmen dikkatli okunduğunda şu yargıları çıkarmak mümkündü: Türkler, iddia edildiği gibi Yahudilerin dostu değildi, aksine 350 yıldır “radikal İslamcı baskılarla” “bir Yahudi tarikatı” sayılması gereken Sabetay Sevi yandaşlarının kendilerini zorla Müslüman gibi göstermelerine sebep olmuş, dini ve kültürel baskıya tabi tutmuşlardı. O kadar ki Dışişleri Bakanı İsmail Cem bile tanınmış bir Dönme ailesinden olduğu için “İpekçi” olan soyadını kullanamıyordu. Oysa Dönmeler, kurdukları modern eğitim kurumlarıyla, İttihat ve Terakki cemiyetiyle, gazetelerle hep Türk modernleşmesine hizmet etmişlerdi. Hatta Mustafa Kemal’in ilkokulu olan Selanik’teki Şemsi Efendi Mektebi’nin kurucusu da asıl adı Şimon Ben Zwi olan bir Dönme hahamıydı ve Ilgaz Zorlu’nun da dedesiydi. Zorlu, nedense kitabında üç dört ayrı yerde ısrarla bu okula “cemaat dışından öğrenci alınmadığını” da vurguluyordu.

Bu sırada çoğu Zorlu’nun enformasyonundan beslenerek yazı yazanlar da vardı. Henüz solcuların ilgi duymadığı sırada konuyla ilgili sık yazı yazanlardan biri de Mehmet Şevket Eygi idi. Eygi Milli Gazete’de sık sık Dönmelere dikkat çekti. Yahudilerin biri Türkiye, diğeri İsrail olmak üzere iki devlet kurdukları şeklindeki beyanatıyla dikkati çeken Musevi asıllı Rifat Bali ise Zorlu’nun tezlerini destekleyici ve yol gösterici bir konumda hissettiriyordu varlığını. Örneğin Rifat Bali de Zorlu gibi Türklerin Yahudi dostu olmadığını, Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin yerinde Dönmelerin dükkanları bulunduğu halde devletin burayı zorla istimlak ederek onları mağdur ettiğini söylüyordu.

28 Şubat ve Dönmeler
Hiç şüphesiz Dönmelikle ilgili yazı ve haberlerin en ilginci, adı 28 Şubat ile özdeşleşen Çevik Bir hakkında olandı. Londra’da yayımlanan “Impact International” adlı aylık siyasi derginin Mart 97 sayısında bir yazı çıkmış, Muhammed Han Kayani adlı gazeteci bunu tercüme edip Türkiye’de yayımlamış, Aydoğan Vatandaş da “Armagedon” adlı kitabına yazıyı aynen almıştı. Yazıda “Türkiye’de bazıları Çevik Bir’in “dönme” olduğuna inanmaktadır” ifadesi de yer alıyor, yine bir dönme olduğu söylenen Emre Gönensay’ın da Çevik Bir’in başbakan adayı olduğu iddia ediliyordu. Gönensay, Tansu Çillerin başbakan sıfatıyla İsrail’e yaptığı gezide Çillere “arz-ı mevud” cümlelerini söyleten kişi olarak biliniyordu.

Nitekim sonradan Askeri dergilerde ordu mensuplarına tavsiye edilecek olan Aydoğan Vatandaş’ın Armagedon kitabı, o dönemde Çevik Bir tarafından mahkemeye verilmiş, kitap da piyasadan kaybolmuştu. Bu davalar sonunda Çevik Bir’in ortalıktaki söylentilerin aksine “alevi” olmayıp ana tarafından Selanik ve baba tarafından Manastır’lı (yahut tersi) olduğunun ispatlandığı söyleniyordu.

Yukarıda adı geçen ABD’deki JINSA adlı kuruluştan bir ara “Uluslarası Liderlik” ödülü de alan Çevik Bir’in adının karıştığı bu Dönmelik iddiaları onu yıpratmamış, aksine cumhurbaşkanlığına aday bile gösterilmişti. Başında Ali Şen’in bulunduğu ve çoğu Balkan kökenli işadamlarından oluşan bir gurup, alkışlarla kendisinin Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamışlardı. Başında Gündüz Kapanî (Kapancıoğlu)’nun bulunduğu ve üyelerinin İzmir’deki Dönmelerden oluştuğu tahmin edilen “İzmirliler Derneği” de düzenlediği basın toplantısıyla Çevik Bir’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına destek vermişti.

Dönmelerin adının en tehlikeli biçimde geçtiği iki hadiseden biri 28 Şubat sürecinde ordu içinde bir cunta oluşturarak darbe yapmaları, ikincisi de Gölcük depremine sebep olmuş olmaları iddalarıydı.

Bilindiği gibi Emniyet İstihbaratı, onbaşı süsü verilmiş bir istihbarat uzmanı aracılığıyla Güven Erkaya’nın komutan olduğu sırada, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan darbenin planını sızdırmış, hadise basında “Sarmusak Olayı” olarak geniş yer almıştı. Söylentiye göre cunta, kendisine solcu ve alevi süsü veriyor, hatta PKK ile dirsek teması kuruyor, Çevik Bir’in “İslamın ılımlısı olmaz” şiarından hareketle, birinci ve baş düşman olarak islamı ve İslamcıları görüyordu, ancak asıl çekirdeğini Dönmeler oluşturuyordu. Buna göre darbe yapılırsa Türkiye bütün savunma ve güvenlik işlerini İsrail’le birlikte planlayacak ve İran ile Suriye’ye savaş açılacaktı. İsrail’in İran’a saldırıda kullanmak için Hakkari’den üs istediği ve Türkiye-Suriye sınırına şimdi Filistin’de ördüğü gibi duvar örmeyi önerdiği haberleri de basında bu sıralarda yer alıyordu.

Depremi Dönmeler Mi Tetikledi?
17 Ağustos depreminde konuşulan bir konu da, aslında depreme deniz dibinde, tersanenin ve denizaltı yataklarının bulunduğu yerde casuslar tarafından yerleştirilmiş bir sismik bombanın patlamasının yol açtığı konusuydu. Deniz savaşlarında düşman donanmasını batırmak için denizde dev dalgalar (tsunami) oluşturmaya yarayan bu sismik bombaları İsrail de kullanıyordu. Nitekim 17 ağustos depreminden 25 gün sonra 11 Eylül 1999 tarihli Sabah gazetesinde “İsrail Doğu Akdenizde bir sismik bomba denemesi daha yaptı” şeklinde bir haber yer almıştı.

Komplo teorisi gibi o günlerde konuşulanlara göre denizaltı yataklarında patlatılan sismik bomba fay hattını tetiklemiş, korkunç bir depremle Türkiye sarsılmış, denizatlılarımız pestil gibi ezilmiş, geriye kalan donanma da hızla Gölcük sahillerinden uzaklaştırılmıştı. Sonradan donanmamız önceki genel kurmay başkanı Kıvrıkoğlu’nun da iftiharla belirttiği gibi uluslarası sulara doğru İzmir sahillerine taşınacak, görevi ondan devralan Hilmi Özkök de yeni yapılan bir denizatlıya binerek gücümüzü tazelediğimiz mesajını verecekti.

Depremin olduğu günün sabahı saat 06 civarında ilk olarak İsrail kurtarma ekipleri Gölcük ve Yalova’ya gelmiş, “Türk denizciliğini geliştirmeyi amaçaldığı” söylenen özel bir toplantı için o sırada Gölcük’te bulunan yaklaşık 200 civarındaki üst düzey İsrailli askeri uzmanın kaldığı evlerde kurtarma operasyonlarına başlamıştı. Şaşırtıcı biçimde bu ekipler Yahudilerin hangi villa ve evlerde kaldığını önceden biliyor gibi ve sadece onların kaldığı yerlerde kurtarma arama kurtarma yapıyorlardı. Gölcük askeri tesislerine ise bütün ısrarlarına rağmen İsrail’den gelen ekipler sokulmamıştı.

Dönmelerin bu olaydaki rolü ise, TSK içinde bir tür İsrail’le dostluk lobisi gibi çalışmaları, askeri istihbarat ve iletişim teknolojileri ile eğitim konusunda ipleri adeta İsrail’e teslim etmeye hevesli duruşları olarak gösteriliyor. Depremi, Türk denizciliğine bir suikast ve Doğu Akdeniz’de İsrail’in rahatsızlık duyduğu donanmamıza bir saldırı olarak okuyanlar, Deniz Kuvvetleri komutanı olan Güven Erkaya’nın Kıbrıs Barış Harekatı esnasında batan gemimizin kaptanı olduğunu da o günlerde hatırlatıyorlardı. Örneğin Hürriyet Gazetesinde “Kurtarıcıya şükran yemeği” manşetiyle, Erkaya’nın 1974’te kendisini kurtaran İsrail savaş gemisinin komutanı olan generalle birlikte mumlar altında bir yemek yediklerini haber veriyordu.

Troyka harekatı ve Dönmeler
Son büyük Dönme operasyonunun ise “Troyka harekatı” olduğu söyleniyor. 2002’nin temmuzunun ilk günlerinde ABD’nin savunma ve dışişleri bakan yardımcıları (Wolfovitz ve Grossman) Türkiye’ye gelmiş, Eczacıbaşı’nın köşkünde Amerikaya yakın bazı işadamları, gazetecilerle, aralarında İsmail Cem, Cem Boyner, Cem Duna, Kemal Derviş, Yaşar Büyükanıt ve Cengiz Çandar gibi isimlerin de yer aldığı gizli bir toplantı yapmışlardı. Hemen ardından Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem DSP’den istifa ederek “Ecevit’siz ve MHP’siz yeni hükümet” formülünü işletmeye başladılar. 15 gün içinde, en geç Temmuz’un 25 civarı yeni bir hükümet kurulacak, yaklaşan Ağustos şurasına da, ABD’nin Irak’a saldırısı için önceden cephe açarak destek vermeye de bu yeni hükümet karar verecekti. Basındaki Dönme gazetecilerin “Troyka % 60’la geliyor!” türünden çığırtkanlık yaptığı o günlerde yine bir Dönme olduğu söylenen Çiller atılmış ve yeni kurulacak hükümette MHP’nin boşluğunu dolduracağıma göre başbakanlık benim hakkımdır anlamında bir açıklama yapmıştır. Çiller “ABD Irak’a gireceği zaman ben başbakan olmak isterim” demişti. Bu cümle, yeni hükümet senaryolarının maksadını açığa vuran müthiş bir ifşaattı aslında. Neyse ki Devlet Bahçeli içi boşalmasına rağmen DSP liderinin başbakanlığına itiraz etmeyip baskın seçim kararını açıkladı da memleket bir uçurumdan dönmüş oldu. Çünkü deniliyor ki eğer bu meclis içi darbe gerçekleşse de “Dönme” İsmail Cem İpekçi yahut eşi Yahudi diasporasının önemli isimlerinden olan Kemal Derviş başbakan olsaydı bu Dönmeler için bir büyük zafer olabilirdi. Bu durumda hem 30 Ağustos 2002 atamalarında büyük skandallar ve tasfiyeler yaşanabilir, hem de Türkiye ABD’yi memnun etmek için Irak’a cephe açarak savaşa girerdi ve savaş hali ileri sürülerek “geç seçim” kararı alınıp demokrasi bilinmeyen bir tarihe ertelenebilirdi.

Bütün bu haber ve söylentilerde Dönmelerin, Türkiye’nin iç ve dış ilişkilerini bazen ABD, çoğu kere İsrail lehine şekillendirmeyi amaçlayan ve yasal yollardan elde ettikleri makam ve mevkilerini yasal olmayan gizli birlikteliklerle ülke ve millet aleyhine istismar edebilen bir topluluk olduğu hususu ima ediliyordu.

Dönme Yok Müslüman Var!
Dönmelikle ilgili şahsen bizim görüşümüz çok kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’de Musevilik de dahil her dinin mensubu özgürce, devletimizin himayesi ve milletimizin büyüklüğünden neşet eden hoşgörüsü altında yaşamaktadır. Kimse, hangi etnik kökenden olursa olsun yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş bir gurubu zorla dinden döndürmeye çalışamaz; ‘siz aslında asimile olmuş Yahudilersiniz, öyleyse Türkiye Cumhuriyetinde size sağlanan imkanları, makam ve mevkilerinizi, zenginliğinizi İsrail politikalarına hizmet için kullanmalısınız’ gibisinden bölücü ve yıkıcı telkinlerde bulunamaz. Boşnaklar da, Arnavutlar da, Rumlar da, Çerkezler de, Çeçenler de, Kürtler de ve hatta biz Türkler de nihayet yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş ve birlikte yeni bir millet, “İslam milletini” oluşturmuş topluluklarız. Mikro milliyetçilikler ise önce İslam milletini oluşturan halkların varlığına, daha ötede ise dünya barışına yönelmiş büyük bir tehdit ve tehlikedir.
nactarum - avatarı
nactarum
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #4
nactarum - avatarı
Ziyaretçi
HERKESİN DİLİNDE SABEYATİZM'DİR GİDİYOR? HER KAFADAN BİR SES ÇIKIYOR. PEKİ NEDİR BU İŞİN ASLI?!


Sabetaycılık üzerine bu kadar polemik varken istedik ki Sabetaycıların izinden gittikleri Sabetay Sevi'yi tanıtalım. İşte Sabetay Sevi'nin hayatı.

Başlarken...
'Sakladım söylemedim derdimi, gizli tuttum, uyuttum...' İstanbul'un şirin semtlerinden Üsküdar'da dik bir yokuşun başında yer alan, büyükçe bir mezarlığın içindeki mezar taşlarından birinin üzerinde yazılı bu sözler... Üzerleri fotoğraflı, kıbleye göre yerleştirilmemiş, ziyaretçilerinden dua veya fatiha istemeyen bu mezarlarda, bir zamanların en gizemli topluluklarından birinin mensupları yatıyor. Selanikliler sokağının başındaki Fevziye Hatun Camisi'nin hemen yanından girilen bu mezarlık, 'Bülbülderesi' adını taşıyor. Kim bilir; belki upuzun servilerinin serin gölgeliğinden, belki de Tevrat'daki 'Mesih, bülbüllerin en çok öttüğü yere gelecek' ibaresinden seçtiler burayı kendilerine kabristan olarak. Kim bilir belki de pek çok kişinin söylediği gibi artık kimse hatırlamıyor bile, Selanik'teki o günlerini ve 'gizli dinlerini'. Ya da belki de hâla bazıları her sabah gün doğarken deniz kıyılarına çıkıyor ve bekliyorlar, kendilerini kurtaracak Mesihleri'ni... İşte size tarihten pek de üstü açılmamış bir gizemli hareketin; 17. yüzyılda on binlerce Musevi'yi peşine takan Sabetay Sevi'nin öyküsü...

Sabetaycılar ya da Sabetayistler... Köklerinin Sefarad İspanyası'na dayandığına inanılan, bugün isimleri ortaya atıldığında, 'Birkaç kuşak önce kaybolup gitmiş bir hareket' ya da 'Türkiye'nin asıl kurucuları' şeklindeki komplo teorilerinin öznesi olarak anılan bir topluluk... Sabetaycılık üzerine yapılan tüm bu tartışmalar 'Matrix' filminin senaryosunu andıran sorular ve olaylar üzerine yoğunlaşıyor: Yaşadığımız dünya aslında başkaları tarafından mı kurgulanıp yönlendiriliyor? Sabetaycılar, Türkiye ve dünyada Yahudiliği hakim kılmak için çok gizli bir oyun mu oynuyorlar? Yaşadıklarımız, bir komplo teorisinden mi ibaret? İslam'ın en büyük kalesi Osmanlı'yı ele geçirmek istediği iddia gelen Yahudiler'e 'Sefarad', aynı dönemde Orta ve Doğu Avrupa'dan gelenlere de 'Aşkenaz' deniyordu.

KABALA'NIN YÜKSELİŞİ

Bu dönemlerde oldukça kötü günler geçiren Yahudiler, yaşadıklarının kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi Tanrı'nın isteği olduğuna inanıyorlardı. Ama yine kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi günün birinde bir Mesih'in gelerek kendilerini bu acılardan kurtaracağını düşünüyorlardı. Bu zor koşullar altında Yahudiler arasında mistizme inananların sayısı da giderek artıyordu. Yahudi mistizminin en önemli kaynaklarından biri 'Kabala' idi. Görünenin arkasında mutlaka bir başka şeyin gizlendiği fikrinden hareket eden Kabalistler, kutsal metinlerde çeşitli sayılar ve matematiksel işlemlerle gizli gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Ortaya çıkarılmaya çalışılan gizli gerçekler arasında kurtarıcı Mesih'in kim olacağı ve hangi tarihte geleceği de vardı. Bu görüşler içinde en çok rağbet görenlerinden birisi de milenyumda (1000'li yıllarda) bir Mesih'in mutlaka geleceği şeklindeydi. Yine Kabala'da 666 sayısının şeytanın yılı ya da sayısı olduğu şeklinde bir inanış bulunuyordu. Bu iki sonuçtan hareketle, 1666 yılının 'hayati önemine' ilişkin yaygın bir inanış oluştu.

DOĞUM TARİHİ DEĞİŞTİRİLDİ Mİ?

Gersom Scholem tarafından yazılan ve Sabetaycılığın tarihi konusundaki en geçerli referans eser kabul edilen kitapta, Sabetay Sevi'nin 1 Ağustos 1626 tarihinde, bir cumartesi günü dünyaya geldiği belirtiliyor. Sabetay Sevi'ye, Yahudilik'te cumartesi günü doğan çocuklara 'Sabatai' adını verme geleneği gereği bu ismin verildiğinin altı çiziliyor. Bu tarih aynı zamanda Yahudiler'in, Birinci ve İkinci Tapınakları'nın yıkılışını andıkları gündür. Sabetay'a inanmayanlarsa, Sabetay Sevi'nin doğum gününü, bu inanca uydurmak için bilinçli olarak değiştirdiğini ileri sürerler.

SABETAY SEVİ KİMDİR?

Sabetay Sevi 17. yüzyılda İzmir'de doğdu. 22 yaşında kendini Mesih ilan etti. Yahudiliği ikiye böldü. Sadece Osmanlı'da bir milyon kişiyi peşinden sürükledi. Her kıtada binlerce mürit edindi.

Sabetay Sevi'nin ailesi büyük olasılıkla Aşkenazlar'dandı. Annesi Clara'yı küçük yaşta kaybeden Sevi'nin iki de kardeşi vardı: Abisi Elijah (İlyas) ve kardeşi Joseph (Yasef). O yıllarda İzmir Limanı ticarette öne çıkmıştı. Artan ticaretle birlikte İzmir, Avrupalı tüccarlarla dolup taşmıştı.

Yahudiler'in hem doğu hem de batı dillerini biliyor olması, onları bir anda ticaretin merkezine oturttu. Pek çok Yahudi gibi baba Mordehay da Avrupalı tüccarlar için simsarlık yapıyor, böylece inanılmaz gelirler elde ediyordu. Babalarının yanında çalışan diğer kardeşlerin aksine Sabetay Sevi daha küçük yaşlardan itibaren ticarete değil dine yöneldi. O dönemdeki her zeki çocuk gibi o da, haham olması için özel bir eğitime alındı.

EVLENDİ AMA BAKİR KALDI

Başhaham Joseph Eskapha'nın bizzat eğittiği Sevi'ye, gösterdiği başarı nedeniyle genç yaşında haham ünvanı verildi. Sevi, 15 yaşına kadar Tevrat, hadis, fıkıh konularına vakıf olmayı başardıktan sonra Kabala eğitimine başladı. Sevi 18 yaşına geldiğinde kendi yorumlarını başkalarına da okuyup öğreten biri haline geldi. Hatta etrafında bir öğrenci grubu da topladı. Tasavvufla fazlasıyla haşır neşir olan Sevi, bir süre sonra tuhaf bulunan hareketler de yapmaya başladı. Oruç günlerinin dışında da oruç tutuyor, sık sık yıkanıyordu. Sabetay Sevi ailesi tarafından genç yaşta evlendirildi. Ancak Sevi, eşiyle cinsel ilişkiye girmedi. Ailesi bu durumu onun eşinden hoşlanmadığı şeklinde yorumlayarak birincisini boşattırıp ikinci kez evlendirdi. Ancak Sevi ikinci evliliğinde de cinsel ilişkiye girmekten kaçındı.

22 YAŞINDA İLK MESİHLİK İDDİASI

İddialara göre Sabetay Sevi, 1666'da kıyametin kopacağını, bundan hemen önce kurtarıcı Mesih'in geleceğini, bunun da 1648'de olacağını 'biliyordu'. Etrafındakileri yavaş yavaş hazırlayan Sevi 22 yaşına geldiğinde Mesih olduğunu iddia etti. Haber İzmir'deki Yahudiler arasında yayılınca özellikle yaşlı hahamlar bir hayli sinirlenerek tepki gösterdiler. Hatta hocası Başhaham Eskapa, iki hahamı Sevi ile görüşerek iddiasını geri almaya ikna etmeleri için görevlendirdi. Sevi ise mesihliğini kanıtlayan delillerden söz ediyordu. Tarihçilere göre tam da bu tarihlerde Sevi'nin vücudundan hoş bir koku yayılmaya başladı. Hatta bunun bir hile olabileceğinden kuşkulanılarak Sevi bir doktora muayene bile ettirildi. Mesihliğin alameti sayılan bu durum sonraları müritleri tarafından bayram olarak kutlanmaya başlandı. Sevi 23 yaşına geldiğinde bu kez de Tanrı'nın, Yahudilerce söylenmesi yasaklanan adı 'Yehova'yı telaffuz etti. Bunun üzerine hahambaşı Eskapa, Sabetay Sevi'yi İstanbul'daki hahamlara şikâyet etti.

22 yaşındayken, mesihliğini ilan ettiği öne sürülen Sabetay Sevi hakkındaki bazı kaynaklar bu bilgiyi doğrulamazken Sabetay Sevi'nin İzmir'de bulunduğu dönemde kendi ağzından mesihlik iddiasında bulunmadığı da iddia ediliyor. Gersom Scholem de kitabında, 'Sevi, olsa olsa o da bir defacık Sinagog'da dualardan önce 'Ben Mesih-i İsrail'im demiştir' diyor. Sabetay Sevi'in her şeye rağmen aforoz gücünde bir dışlanmaya uğramadığını belirten Scholem, Sevi'nin İzmir'den kovulduğu için değil zorunluluktan dolayı seyahat ettiğini söylüyor.

'TEVRAT'LA EVLİYİM'

Sevi'nin İzmir'den sonraki ilk durağı İstanbul'du. 1650 yılında İstanbul'a gelen Sevi burada Abraham Vaçini adlı bir hahamla karşılaştı. Bu hahamdan 'Mezamiri Süleyman'ın Tefsiri' adında bir belge alan Sevi, bunu mesihliğinin delili olarak taşımaya başladı. Zira çok eski olduğu iddia edilen belgede, Sabetay Sevi isimli bir Mesih'in doğacağı haber veriliyordu. Gerek eski gerekse bu yeni 'belgeyle' birlikte Sevi, İstanbul'daki Yahudiler arasında önemli bir nüfuz elde etti. Ancak İzmirli hahamların İstanbullu hahamları 'Sabetay'dan uzak durun' diye uyarması üzerine Sevi Selanik'e gitmeyi kararlaştırdı. Sevi Selanik'deki ilk günlerinde Mesihlik iddiasında bulunmazken zekasıyla Selanikli Yahudiler'i kendisine hayran bıraktı. Öyle ki evinde misafir olduğu bir Yahudi, ona kızını bile verdi. Ancak Sabetay üçüncü eşiyle de cinsel ilişkiye girmedi. Bunun nedenini soranlara ise, gerçek anlamda evlenmeyeceğini çünkü zaten Tevrat ile evli olduğunu söyledi. Ama bu sözleri duyan hahamlar bunun Mesihlik iddiası olduğunu belirterek sert tepki gösterdiler. Bu gelişme üzerine Selanik'ten ayrılıp Atina'ya geçen Sabetay Sevi burada da iyi karşılanmayınca önce İzmir'e döndü ardından da ikinci kez İstanbul'a gitti. İstanbullu hahamların kendisini rahat bırakmamaları üzerine 1659'da babasının yanına İzmir'e geri döndü.

KUDÜS YOLLARINA DÜŞTÜ

İstanbul ve Selanik'e yaptığı yolculuklarda beklediği ilgiyi göremeyen Sabetay Sevi bu kez rotasını Filistin'e çevirdi. 1662 yılında birkaç yakınıyla birlikte bir gemiye binen Sevi, Trablusgarp ve Beyrut'a kadar ulaştı. Ancak burada karar değiştirerek Mısır'a gitmeye karar verdi. İskenderiye'de gemiden inen Sevi doğruca Kahire'ye gitti. Sevi'yi, burada tüm hayatını değiştirecek gelişmeler bekliyordu.

BÜYÜK IŞIĞI BEKLE

1663 yılının sonbahar aylarında Kahire'ye doğru yola çıkan Sabetay Sevi, yolculuk sırasında kısa süre sonra kendisinin Mesih olduğunu onaylayacak olan Gazzeli Nathan yani Abraham Nathan Aşkenazi ile tanıştı. Nathan çok başarılı ve zeki bir öğrenciydi. Din konusunda Sabetay Sevi'den bile daha bilgiliydi. Nathan 19 yaşlarındayken okula gelen Samuel Lissabona adlı zengin bir Yahudi'nin çok güzel ama bir gözü görmeyen kızıyla evlendi.

KABALA EĞİTİMİ ALDI

Bu kızla evlenmeyi kabul eden Nathan hemen ardından da Kabala öğretisiyle daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu konuda epeyce ilerleyen Nathan çevresindekilere gördüğü bir sanrıdan bahsetmişti. Nathan bu sanrıda kendisine 'büyük bir ışığı bekle' dendiğini söylüyordu.

PAZARTESİ, 14 ARALIK 1665

Bence bütün bunların sonu kötüye varacak. Yüzyıllardır ağırbaşlı bir yaşam süren insanlarımız, ansızın krallarının yakında tüm dünyayı yöneteceğini ve hatta Osmanlı Sultanı'nın onun önünde diz çökeceğini söylemeye başladılar... 'Sultan'dan korkma artık' diyor bana babam. O ki Bab-ı Ali'nin gönderdiği en küçük görevlinin gölgesinden bile korkmakla geçirdi tüm yaşamını! 'Neden korkuyorsun? Onun sultanlığı bitti artık, çok yakında Diriliş çağı başlayacak.'

KADI SORGULUYOR

Mesihlik iddiasındaki Sabetay, acımasızlığıyla tanınan İzmir kadısı tarafından sorguya çağrıldığında, hemen herkes Sevi'nin 'kellesinin vurulacağından' emindi Ancak Sabetay'ın kadının yanından sapasağlam ayrıldığını gören müritleri, 'kadı'nın 'Bu adam Tanrı'nın meleği' dediği rivayetini yaymaya başladı.

Sabetay 1665 yılı Haziran ayının başlarında Gazze'den ayrılarak Kudüs'e doğru yola çıktı. Beraberinde giderek genişleyen bir grup vardı. Bu arada Sabetay Gazze'de kendisine eşlik etmek üzere 12 de haham seçmişti. Kudüs'e geldiğinde farklı tepkilerle karşılandı Sevi. Özellikle bazı Kudüslü hahamlar tarafından 'sultanlık hevesinde olduğu ve vergiler için toplanan yardım paralarını zimmetine geçirdiği' iddiasıyla Osmanlı kadısına şikâyet edilmişti. Sabetay Sevi sonunda 1665 yılı Temmuz ayında İzmir'e dönmek üzere yola çıktı.

GÖNÜLLÜ MUHAFIZLAR

Sabetay İzmir yolunda ilerlerken onunla ilgili haberler kendisinden önce geçeceği yerlere ulaşıyordu. Safed, Şam, Halep Sabetay'ın gelişiyle birlikte tıpkı Kudüs gibi ikiye bölünüyordu. Çok sayıda Yahudi artık Sabetay'a fazla çekince duymadan bağlanıyordu. Sabetay'ın etrafındaki kalabalık arttıkça ona karşı çıkan hahamların sesleri de giderek kısılıyordu. Pek çok haham onun Mesih olduğunu kabul ediyordu. Mesihlik hareketi o kadar ilerlemişti ki cumartesi günleri sinagoglarda okunan dualarda, Osmanlı Sultanı'nın adının geçtiği yerde artık Sabetay Sevi'nin adı söyleniyordu. 1665 yazı sona ererken Sabetay Sevi üç yıldır ayrı olduğu İzmir'e döndü. İlk üç ay ortalıkta fazla dolaşmayan Sabetay çevresini saran ve onun gönüllü muhafızları olan kalabalıkla hemen dikkatleri çekiyordu.

TABULARI YIKAN 'MESİH'

Bir süre sonra Sabetay ve müritleri ele geçirdikleri Portekiz Sinagogu'nda büyük bir ayin düzenlediler. Sabetay Sevi bu ayin sırasında Tanrı'nın söylenmesi yasak olan adı 'Yehuda'yı telaffuz etti. Aynı şeyi müritlerine de yaptırdı. Sıraya giren müritleri onun ayaklarına kapanıyor, o da onlara para ve kandil dağıtıyordu. Sonrasında abisi Elijah'ı Türkiye Kralı, kardeşi Joseph'i de Roma İmparatoru ilan etti. Karısı Sarah da 'ilk kadın peygamberdi'. Zaten ilerleyen günlerde bu paye dağıtımı giderek artacak, pek çok kişi kral ilan edilecekti. Sonraki günlerde Sabetay'ın yönettiği ayinlerde her seferinde bilinen Yahudi ritüellerinin dışına çıkılmaya başlandı. Örneğin Sabetay kadınları kürsüye çıkararak onlara Tevrat okutturuyordu. Çok geçmeden Sabetay İzmir'de tümüyle kontrolü ele aldı. Bu arada Sabetay'ın ünü beklenmedik bir hızla tüm Avrupa'ya da yayıldı.

'BEN KRALLAR KRALIYIM'

Dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler arasında dolaşan mektuplarda, Mesih'in sonunda geldiği ve Yahudiler'i kurtuluşa götüreceği belirtiliyordu. Bu haleti ruhiye İzmir'de doruk noktasına çıkmıştı. Öyle ki artık Yahudiler çalışmayı bırakmış herkes kendini dine vermişti. Zenginliğin bir önemi kalmadığından herkes malını rahatlıkla paylaşır olmuştu. Yahudi inancına göre bekârların cennete gitmesi söz konusu olmayacağından şehirde küçük yaştaki çocuklar evlendiriliyordu. Sabetay müritleri hafta boyunca oruç tutuyor, gece yarıları ayin yapıyor, gün doğar doğmaz kalkıp günahlarından arınmak için çırılçıplak denize giriyordu. Olayın kontrolden çıkması karşısında Sabetay'a karşı çıkan Yahudi hahamlar durumu resmi makamlara yani Saray'a şikâyet ettiler. Aynı dönemlerde diğer dinlerde de sahte peygamberler, mesihler ve mehdiler ortaya çıkmış, bunların hepsi Osmanlı yönetimi tarafından ölümle cezalandırılmışlardı. İzmir'in Hıristiyan ve Müslümanlar'ı olan biteni biraz uzaktan ama alaycı ifadelerle izliyor, Sabetay'ın sonunun da böyle biteceğini düşünüyorlardı. Saray'a kadar gelen şikâyetler nedeniyle İzmir kadısından olayın iç yüzü ve Sabetay Sevi'nin niyetiyle ilgili soruşturma yapılması istendi. Zira şikâyetlerden biri Sabetay Sevi'nin 'Ben Kralların Kralıyım' dediği ve Padişah IV. Mehmed'i tahttan indirip Osmanlı'nın yönetimini ele geçireceği şeklindeydi.

KADININ HUZURUNA ÇIKTI

Kısa süre sonra Sabetay gerçekten de İzmir kadısının yanına çağrıldı. Hemen herkes bu görüşmenin sonucunu merakla beklemeye başlamıştı. Zira kimilerine göre bu ziyaretin sonunda Sabetay'ın kellesi vurulacaktı. Ama Sabetay'ın müritlerine göre o bir Mesih'di ve böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Merakla beklenen ziyaret sonrasında Sabetay'ın hiçbir şey olmamış gibi kadının yanından sağ salim çıkması Sabetaycılar arasında mesihliğin delili olarak yorumlandı. Hatta bu konuda pek çok söylence doğdu. Buna göre Sabetay kadının karşısına geçip konuşmaya başladığında ağzından fışkıran alevler kadının sakalını yakmış, kadı ile Sabetay arasında ateşten bir sütun belirmiş, bunun üzerine dehşete kapılan kadı, 'Götürün onu buradan! Korkudan elim ayağım boşaldı, bu adam etten ve kandan değil, Tanrı'nın bir meleği!..' demişti. Diğerlerine göreyse kadı, Sabetay'ın deli ya da meczup olduğuna kanaat getirmiş ve onu cezalandırmaya gerek görmemiştir. Ancak Sabetay'ın payitahtı ele geçirme iddiası burada da sonlanmayacaktı. 1665 sonlarında İstanbul'a gitmek üzere müritleriyle birlikte gemiye binen Sabetay Sevi, yolculuğunun sonunda aynı iddiayla bir kez daha yakalanacaktı.

MESİHLİK İDDİASINDAN KOMPLO TEORİLERİNE

Sabetay Sevi'nin 1626'da İzmir'debaşlayan hayat yolculuğu, 1676 yı-lında, sürgüne gönderildiği Ül-gün'de son buldu. Bu süre zarfındaAvrupa'da, Mısır'da ve Osmanlı İm-paratorluğu bünyesinde pek çokmürit edinen, 'Mesihlik' iddiasıylabinlerce insanı etkileyen ve sayısızaraştırmaya konu olan Sabetay'ınismi, günümüzde daha çok 'komp-lo teorileriyle' anılır oldu.

ONLAR SENİ BULUR

Yüksek lisans öğrencisi Aslı Yurddaş'a konuşan bir Sabetaycı, dedesine 'Bizim gibileri nasıl tanırız?' diye sorunca şu cevabı almış: 'Onlar seni bulur...'.

Bugüne kadar Sabetaycılarla ilgili yazılar hep 'dışarıdan' kaleme alınmış, kimse onlarla yüz yüze konuşma yapamamıştı. Bunu tek başaran ise Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans yapan Aslı Yurddaş oldu. Yurddaş 'Meşru Vatandaşlık, Gayrı Meşru Kimlik, Türkiye'de Sabetaycılık' adlı yüksek lisans tezinde, topluluktan dört kişiyle yüz yüze yaptığı görüşmelere yer verdi. Yurddaş, tezinde isimlerini gizli tutarak görüşmesini aktardığı Sabetaycılardan biri olan 'Bay Y' için şunları yazıyor: Orta yaşlarda, evli ve iki çocuk sahibi olan Bay Y Selanikli. Anne baba tarafından dedeleri mübadele sırasında 1917 ve 1924 tarihlerinde Selanik'ten İstanbul'a gelmişler. Bay Y'nin annesi ve babası 1953 yılında tanışıp 1955'de evleniyorlar. Anne tarafı Selanikli. 'Babam anneme düşmüş' diye tanımlıyor Bay Y bu evliliği. O zamanlar cemaat içinde evliliklerin bu şekilde yapıldığını, gençlerin birbirlerine 'düştüğünü' söylüyor.

KAVGA BİZDE GÜNAH'

Farklı bir kimliği olduğunu çocuk yaşta fark eden Bay Y buna ilişkin şöyle konuşuyor: 'Bir eve girdiğin zaman farklı bir koku vardı. Musevi evleri aşağı yukarı aynı kokar. Bizim aile yapımızdaki evlerin kokusu bile farklıdır. Öyle abuk sabuk şeyler konuşulmaz. Hiç kavga edilmez çünkü kavga etmek günahtır bizde. 'Kavga ortamında Sehina kaçar' derler. Sehina'nın adrenalinle bağlantısı var. Onun için adrenalini ortaya çıkaracak yapıları üretmemek gerekir. Hep bir neşeli hal... Komşuda adam karısına bağırırdı, biz hayret ederdik. Çok garip gelirdi. Bir kocanın karısına bağırması hoş karşılanmaz. Bu yüzden bizim evde karı-koca arasında hiç bağırış çağırış yapılmaz.' Bu farklı kimliğin Bay Y'ye açıklanması ise 7 yaşlarındayken dedesi tarafından oluyor. Dedesi Bay Y'ye onlardan farklı olduğunu söylüyor. Bay Y bu olayı da şöyle da avaz avaz şarkı söylediğini gördüm. Oysa bu sabah herkes ölü gözüyle bakıyordu ona. İzmir'de yasayı temsil eden ve toplum düzeni için bir tehlike belirdiğinde çok sert davrandığı bilinen kadının huzuruna çağrılmıştı... Kadı yalnızca yargıç değil, valilik görevini de yapıyor. Nasıl ki Sultan, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesiyse, kadı da Sultan'ın kentteki gölgesi. İster Türk, ister Ermeni, Yahudi ya da Rum, isterse yabancı olsun uyrukları korku içinde tutmak onun görevi. Hafta geçmiyor ki birisi işkence görmesin, asılmasın, kazığa oturtulmasın, kafası kesilmesin... Evet bu bir mucize; çünkü bu ülkede bugün gördüklerimin otuzda biri için kafalar kesilmiştir.
Son düzenleyen Blue Blood; 13 Eylül 2006 00:47 Sebep: lutfen gozleri yormayan renkleri kullanin
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #5
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Mesihî bir hareket olarak Sabatayizm




Sabataycılar halen Türkiye'de önemli güç odaklarından birisidir, ama her şey değillerdir. Her taşın altında onları aramak, millete hizmet etmiş her vatan evladını Sabataycı ilan etmek kelimenin tam anlamı ile hem bir manipülasyon, hem de bir provokasyondur.


Şüphesiz Sebatayistler üzerine ilk önceleri İslami kesimde ve şimdilerde sol tandanslı kesimlerde çok yazılıp çizilmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, özellikle Adnan Mendres'i de kapsayan Sabataycı suçlamalarla kantarın topuzu iyice kaçmışa benzemektedir. Zira uyarıyorum; yarın işi öyle bir noktaya vardırırlar ki, milletin tarihsel ve toplumsal değerleri ile bütünleşen, topluma maddi ve manevi hizmet eden, yakın tarihimizde çok önemli kilometre taşları olan Atatürk, Mehmet Akif, Said Nursi, Necip Fazıl, Nurettin Topçu vs. gibi şahsiyetleri düzmece şecerelerle Sabataycı ilan edip toplumun tarihsel hafızasını dumura uğratabilirler. Bundan dolayı akl-ı selim sahibi yazar ve çizerlerimizin bu noktada dikkatli olmaları gerekir. Şimdi hiçbir spekülasyona mahal bırakmadan Mesihlik, Sabatay Sevi ve Sabatayizm'i diseksiyon odasına alalım. Bilindiği gibi Mesih kelimesi İbranice Maşiah (İbranice kutsal yağla yağlanmış takdis edilmiş manasına gelir) kelimesinin Arapça kullanımıdır. Batı dillerine bu kelime Yunanca Hristos sözcüğünden geçmiş ve bugün Anglo-Sakson dillerinde İsa-Mesih'in karşılığı olarak Cristos, Christ olarak kullanılmaktadır. İşte Hiristiyan kelimesi de Mesih'e bağlı anlamda bu etimolojiden doğmuştur. Yahudiliğin tarihsel serüveninde Babil sürgününe kadar henüz Mesihlik anlayışı doğmamıştır. Özellikle Batılı araştırmacılara göre Yahudilerin kendilerini kurtarıp "göksel-şeriat" devletini kurarak yeniden Kral Süleyman dönemindeki ihtişamlı günlerini getirecek Arz-ı Mev'ud, Büyük İsrail Projesi'ni gerçekleştirecek Mesih beklentisi yoktu. Nabukadnezar M.Ö. 587'de Süleyman Mabedi'ni yıkıp 50 bin Yahudi'yi Babil'e köle olarak götürünce Yahudiler burada Zerdüştlük'teki son kurtarıcı simgesi olan Saoşyant inancından etkilenerek Mesih inancını geliştirdiler. Öyle ki, bütün sürgün ve işgal dönemlerinde kendilerini kurtaracak Mesih beklentilerini daima diri tuttular. Özellikle Kral Sargon, Antiakos Romalı komutan Pompeus, İmparator Titus dönemlerindeki korkunç katliamlarda Mesih beklentisi had safhaya çıktı. İşte bu esaret dönemlerinde Hz. İsa dahil, Bar Kocbha, Sabatay Sevi, David Alroy, Yakup Burdean'a kadar Yahudileri kurtarıp onları dünyanın hakimi yapacağını söyleyen onlarca Mesih çıktı. İşte bunlardan birisi de konumuzu teşkil eden İzmir Yahudisi 'Ani adolekehem' ('Ben sizin rabbinizim') diyen Sabatay Sevi'dir. Yine hemen söyleyelim ki, bugün İsrail'e hakim olan Rabbinik-Ortodoks Yahudiler için henüz Mesih gelmemiştir. Günümüze kadar Hz. İsa, Sabatay dahil ortaya Mesih diye çıkanların hepsi yalancıdır, zındıktır. Zaten Sabataycılar, Hristiyanlar ve Yahudilerin aralarındaki temel problemleri de bu noktadan kaynaklanmaktadır. Gelelim Sabatay Sevi'ye... 1626 yılında İzmirli bir Yahudi olarak dünyaya gelen Sabatay, 1648 yılına gelindiğinde Kabbala'yı çok iyi bilen bir haham olmuştu. Kabbalist Yahudi tasavvufundan çok etkilenen Sevi gördüğü rüyaları ve sözde kerametleri ile derhal Yahudi çevresini etkilemiş; ünü Mısır, Filistin ve Avrupalı Yahudilere kadar yayılmıştı. Onu ilk Siyonist olarak düşünebiliriz. Çünkü diasporada dağınık halde yaşayan Yahudi milletine 'Kutsal Yurt'larına, Kudüs'e göç etmelerini telkin ediyordu. Henüz yahudilerin beklediği kurtarıcı Kral-Mesih olduğunu ilan etmemişti. Nihayet Kudüs'e gitti, orada Gazzeli Yahudi teolog Nathan'la tanıştı; onun da telkinleri ile Mesih olduğunu ilan etti (1665-1666). Yahudi diasporasını bir heyecan kapladı. Kefaret oruçlarının tutulduğu Yahudiler arasında Kudüs'e göç hazırlıkları başlamıştı. Hatta 1665'te Almanya Hamburg Yahudileri Sinagogu'nda Mesih Sabatay Sevi'ye Yahudilerin Kralı olarak dua edildi. Sabatay, Yahudilerin bazı temel şeriat yasaklarını da mübah saydığından Ortodoks haham ve halkın tepkisini çekmiş, Bab-ı Ali'ye şikayetler had safhaya ulaşmıştı. Nihayet Osmanlı makamlarınca tutuklanarak Gelibolu Kalesi'ne hapsedildi. İşin ilginç tarafı 1666 Eylülüne kadar hapishanede prensler gibi yaşadı ve faaliyetlerine devam etti. Yahudilerin 9 Ab'daki, Kudüs tapınağının yıkılışı anısı olan oruç günlerini Sabatay, Gelibolu kalesinden yayınladığı fermanla resmen Mesih'in doğum günü ve bir sevinç bayramı şekline dönüştürdü.
Yakubiler, Kapancılar ve Karakaşlar
Artık Osmanlı İmparatorluğu'nun içindeki Yahudilerin çoşkunlukları sınır tanımıyordu ve onları uyarmak isteyen 'kafir'lerin uğraşmaları boşa çıkıyordu. Tam bu sırada Padişah Avcı Mehmed'in fermanı ile sorgulanmak üzere Edirne'ye getirildi. Fındıklı Silahdar Mehmed Ağa'nın anlattığına göre, 16 Nisan 1667 yılına Has Oda Köşkü'nde padişahın da mahfilden izlediği bir meclis kurularak Kaymakam Paşa, Şeyhülislam ve Vani Efendi, Sabatay'ı sorguladılar. Eğer Mesih'se mucize göstermesini ya da Müslüman olmasını teklif ettiler. Mucize gösteremeyerek Mesihliğini inkar etmek zorunda kalan Sevi Müslüman olmayı kabul ederek şehadet getirdi. Mehmet Efendi ismini alarak, maaş bağlanıp üzerine kürk giydirilmek suretiyle İçoğlan Hamamı'nda görev verildi. Tabii Sabatay'ın Müslüman oluşu, Yahudiler arasında şok etkisi yaptı. Sabatay taraftarlarını teskin etmekte gecikmedi; tanrısal irade ile hareketin Müslüman kimliği ile devam etmesi vahyedilmişti.
Ancak Sabatay ani bir şekilde strateji değiştirerek, herkesin Müslüman isimleri almasını salık vermesi ve bir de asıl Yahudi ismini muhafaza etmek kaydı ile Mesihlik hareketini gizli olarak sürdürme kararı alması bir dönüm noktası oldu. İşte bu tarihten sonra aslında Yahudi inançlarına bağlı, fakat anlaşılmamak için Müslüman gözüken, hatta bazen hacca dahi giden, bazen önemli Müslüman cenazelerinde tekbir getiren Sabataycı dönmelerin tarihsel serüveni başladı. Tabii Sabatay'ın bu hareketini öğrenen Osmanlı onu sonunda Arnavutluk'un Ülgün (Dolcigno) bölgesine sürdü. Burada yine gizli olarak Mesihlik faaliyetlerini sürdüren Sabatay 1676 yılında öldü. Ancak O, Sabataycılara göre gerçekten ölmemiştir; göğe çekilmiştir.
Bir gün tekrara dönerek Kudüs'te 'Tanrının Krallığı'nı kurup, tüm Yahudileri dünyaya hakim kılacaktır. Sabatay'ın ölümünden sonra cemaat, teolojik ve şeriat tartışmaları ve liderlik noktasında ayrılğa düşerek, kısaca Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar olarak üç ana bölüme ayrı ve sistematik olarak Müslüman kimlikleri ile devletin eğitim, ticaret ve siyaset alanlarına sızarak önemli güç odaklarına dönüştüler. Günümüzde her üç fraksiyonun İzmir'de, İstanbul Feriköy ve Üsküdar Bülbül Deresi'nde mezarlıkları vardır ve ölülerini halen oraya defnetmektedirler. Ne yazık ki, Sabatay'la ilgili Osmanlı Mühimme kayıtları 1948 yılında İsrail'e kaçırılmıştır. Kısaca anlattığımız bu tarihçeden sonra esas soru şu Sabataycıların Türk siyasi, kültürel ve ekonomik hayatı üzerinde etkisi olmuşmudur? El cevap: Olmuştur.

Halen de olmaya devam etmektedir. İttihat ve Terakki'nin kurucularından Dr. Nazım, İshak Sukuti, ünlü Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İpekçi ailesinden ihtilal Başbakanı Naim Talu'ya kadar birçok siyasinin Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçi gibi gazetecilerin, Cemil İpekçi gibi modacıların ve özellikle medya, iç ve dış politika ve finans düzlemindeki köşe başlarında Sabataycı-dönmelerin olması tesadüfi değildir.
Ayrıca bu sır cemaatinin Müslüman isimli sözcülerinin İslam karşıtlığı ve özellikle bolşevik düzlemde anlamını bulan, sadece kamusal alandan değil, Tanrı'yı yeryüzünden kovmayı amaçlayan laiklik anlayışlarını savunmaları da çok manidar gözükmektedir. Sabataycılar halen modern Türkiye'de önemli güç odaklarından birisidir, ama her şey değillerdir. Sabataycıları olduğundan güçlü göstererek, millete hizmet etmiş her vatan evladını Sabataycı-dönme ilan etmek kelimenin tam anlamı ile hem bir manipülasyon, hem de bir provokasyondur. Ayrıca şahsen ben kendi özgür iradesi ile her insan gibi Sabatayistlerin de Müslüman olabileceğine inananlardanım. Zira Allah'ın kimi hidayete erdireceği kimsenin tekelinde değildir. DR. LÜTFÜ ÖZŞAHİN / DİNLER TARİHİ UZM.


AB sürecinde Katolik-Ortodoks işbirliği...
Türkiye'de oldum olası ne zaman Katolik Kilisesi'nin bir temsilcisi resmi bir ziyaret için ülkemize gelse, bir anda bütün zihinlerde komplo teorilerinin bini bir para üşüşüverirler. Hele bu ziyaretçi, Katolik Kilisesi'nin ruhani reisi olursa, artık milli reflekslerimiz otomatik olarak devreye girer ve adeta bütün bir İslam tarihi Hıristiyan-Müslüman mücadeleleri ve münasebetlerinin kayıtları tozlu raflardan indirilerek o günler tekrar canlandırılır.

Doğrusu, bir milletin 'tarih bilinci'ne sahip olması, günümüz toplumlarında artık pek öyle sık rastlanan türden bir şey değil. Ancak, 'tarih bilinci' denen şey, 'ibret almak' için midir yoksa 'tekrarlamak' için midir? İşte bu, üzerinde fazla durulmayan ve en hayati konularda unutulan -ya da unutturulan- bir konudur. Oysa, daha yakın bir geçmişte, İstiklal şairimiz 'hiç ibret alınsa idi tekerrür mü ederdi?' sorusunu sormuş ve tarihin bir 'refleks' ölçme aleti değil, bir 'ibret' pusulası olduğunu hatırlatmıştı. Yazımızın girişinde belirttiğimiz durumlardan birisini -şayet ibret alınmazsa- önümüzdeki aylarda bir daha yaşayacak gibiyiz.
Çünkü, Vatikan resmi yayın organlarının (L'Osservatore Romano gibi) ve Türkiye'deki basın organlarının bildirdiğine göre, Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Katolik Kilisesi ruhani lideri Papa II. Jean Paul'ü Türkiye'ye davet etmiş ve sayın 'Papa hazretleri' de bu davete icabet edeceklerini bildirmişler. Aslında, Katolik Kilisesi'nin ruhani liderinin Türkiye'yi ziyaret etmeleri yeni bir şey değil. Ancak, ne hikmetse, bu ziyaret günlerinde, ülkemizin düşünce ve fikir adamların bir kısmı adeta söz birliği etmişçesine bu ziyaretleri tarihi bir rövanş olarak algılamakta gecikmez ve 'ilgilileri' çeşitli şekillerde itham etmekten çekinmezler. Bugün mesela, Papa 6. Paul'un Türkiye'yi 1967'deki ziyareti esnasında yazılanlardan bir kısmı kulaklarımızda hâlâ yankılanmaktadır. Bu konuda Emin Işık'ın Fikir ve San'atta Hareket adlı dergide yayınlanan ve ayrı bir ilave fasikül olarak basılan yazısı o dönemin hissiyatını yansıtması bakımından ilginçtir.
AB'deki 'Hıristiyanlık meselesi'
Şimdi, Katolik Kilisesi ruhani reisinin Türkiye'ye gelmesi meselesini iyi anlamak için, bu meseleye doğrudan doğruya ve öncelikli olarak Türkiye ile ilgili bir mesele olarak bakmamak gerektiğini düşünüyoruz. Burada açıkça söz konusu olan şey, genel olarak Avrupa'daki ve özellikle de 'Avrupa Birliği'ndeki Hıristiyanlık' meselesidir. Bilindiği gibi, Vatikan her ne kadar bir Avrupa Birliği üyesi ülke olmasa da, Birliğin dini konularda aldığı kararları yakından takip etmekte ve Birlik vatandaşlarından Katolik olanların haklarını korumak için etkin bir faaliyet göstermektedir. Katolik Kilisesi'nin ruhani reisi olarak, -her ne kadar Avrupa'da Hıristiyanlık gün geçtikçe kan kaybediyor olsa da-, Avrupa Birliği'ne mensup Katolik vatandaşların dini hassasiyetlerini korumak, Hıristiyanlık ve Katoliklik değerlerine ters düşecek bir kararın çıkmasını engellemek için Avrupa Birliği meclis koridorlarını boş bırakmayan Vatikan, ister istemez bu projesine destek olacak yeni girişimleri de en iyi şekilde değerlendirmek istemektedir ve bunda da kendi açısından haklıdır. Papa ile Patrik Bartholomeos'un görüşmelerini aktaran metinlerle birlikte Vatikan'ın bu minvaldeki gayretleri incelendiğinde bunlar açıkça görülebilir. Vatikan, önümüzdeki yıllarda -her ne kadar yakın vadede olmasa dahi- tarihi bir rakibi olan Ortodoks Kilisesi'nin de içinde bulunduğu bir ülkenin yani Türkiye'nin Birliğe üyeliğini hesaba katarak, daha şimdiden bunun altyapı hazırlıklarını yapmaktadır. Bu, Vatikan için iki anlama gelmektedir. Birincisi; Avrupa Birliği'nde tek başına mücadele ettiği birtakım değerleri ilke olarak savunacak yeni bir müttefikin daha kendisine katılmasıdır. İkincisi ise, Birliğe yeni katılacak olan Türkiye'nin bir müslüman ülke olması ve onu yakından tanıyan yerli bir Hıristiyan Kilisesi ile irtibat içerisinde olmak. Bu da, Vatikan için yabana atılacak bir konu değildir. (Avrupa Birliği, anayasası ve genişleme süreci ile ilgili Vatikan'ın son birkaç aydaki açıklamaları bu çerçevede değerlendirilebilir). İşte, Vatikan'nın devlet başkanı ve Katolik Kilisesi'nin ruhani reisi olan Papa II. Jean Paul'ün muhtemel ziyaret amacı bu bağlamlarda düşünüldüğü zaman gerçekten bir anlam ifade etmektedir ki; bizim bu her iki şık için de hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Şimdi, bütün bu izahat ve analizlerden sonra, şöyle bir soru sormak herhalde anlamsız olmayacaktır: bizim ülkemizin dini değerlerini Avrupa Birliği komisyonları veya konseyleri nezdinde kim, nasıl koruyacaktır ve bu yolda ne gibi faaliyetler ve hazırlıklar yapılmaktadır?
DR. İSMAİL TAŞPINAR / ÖĞRETİM GÖREVLİSİ


Şam 'şerif'tir Ankara 'eşref'
14 Temmuz 2004 tarihinde, ülkemiz, komşu kardeş ülke Suriye Başbakanı Sayın Itri'yi resmi devlet töreni ile kabul etti. İki kardeş ülke arasında sağlanan samimi münasebetleri bu ziyaret esnasında müşahede ettik. Suriye-Türkiye ortak duruşu, bölgemize musallat olmak isteyen ve coğrafyamıza etnik ve mezhepsel kökende uydu otoriteler empoze etmek isteyenlere verilmiş bir yanıttır. Türkiye 'soğuk savaş' dönemi sonrası dünyadaki ve bölgemizdeki hızlı gelişmelere ve meydan okumalara karşı kayıtsız kalamayacağını ve inisiyatif üretmek zorunda olduğunu kavramıştır. 1998 tarihinde Adana'da bir araya gelen Suriye ve Türkiyeli yetkililer yeni bir sürecin taşlarını döşerler. Ticari, siyasi ve hatta güvenlik ve askeri alanlarda ortak platformlar oluşturulur. "Suriyecilik oynuyoruz", "müttefik-güçlü devletler varken Suriye'ye yaklaşmak niye?" gibi nereden beslendiği muhakkak izahlarla bu süreç rayından çıkarılmak istenir. Ama bütün çabalar boşunaydı. İki ülkenin demokrat vatanperverleri artık barışmak ve huzur içinde yasamak istiyorlardı. Bu süreç Türkiye'de istikrarı, güveni ve iktisadi gelişmeyi istemeyen, Türkiye'yi piyon olarak görmeye alışmış devletleri rahatsız edebilir. Bu aşamada duyarlı davranmak bütün yurtsever güçlerin tarihi sorumluluğudur. Her halükârda, bugün dünyamıza dayatılmış tehlikeler, Birinci Dünya Harbi'nden sonra gündeme musallat olan hadiselerden farklı değildir. Dönemin aydınları sanki bugünü anlatır gibi.

Aziz Nesin Arapça'ya çevrilen 'Ah Biz Ödlek Aydınlar' adlı eserinin, Suriye'deki okurlarıyla buluşması vesilesiyle kaleme aldığı makalesinde önemli ve doğru tespitlerde bulunmuştur: "Hem Türk halkı, hem Arap halkı modern emperyalizmin oyununa gelmişler, çok acı çekmişlerdir."
Muhakkak ki, dostluk ve kardeşlik bağların pakismesine siyasi otoriteler önemli katkılar sağlıyabilirler. Lakin, bunun güçlü zeminini kamuoyu duyarlılığı hazırlar. Suriye toplumu Türkiye'nin acılarını ve sevinçlerini anında paylaşmakla mükelleftir. Türkiye'ye yönelik tehditleri kendi vatanına olmuş gibi algılamalı ve dayanışmasını teorik düzeyde bırakmamalıdır. Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın "Biz Türkiye için samimi ve dost duygular beslemekteyiz" tarihi sözü, pratikte tecelli etmelidir. Bunun için üniversitelerimize, aydınlarımıza ve yetkililere önemli yükümlülükler düşmektedir. Temcit pilavı gibi bayat projelerin yeni başlıklarla dünyayı tehdit ettiği, Irak işgalinin sürdüğü dönemde, Suriye ve Türkiye hükümetleri arasında eğitimden, sanayiye, güvenlik konularından, turizme kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan önemli antlaşmalar sağlandı. Nihayetinde Cumhurbaşkanı Esad'ın Ocak 2004 tarihinde gerçekleşen Türkiye ziyareti gazete tabiriyle "Esad'ın Türkiye'yi ve Türkiye'nin Esadı" fethine tanık olundu. Bu durum ABD ve Israili tedirgin etmeye başladı bile. Türkiye'nin coğrafyasında aktif olmasını, komşularıyla güven içinde yaşamasını, ekonomik ve siyasi arenada önemli öncü sorumluluklar üstlenmesini istemiyorlar. Suriye-Türkiye dostluğu kanayan bu coğrafyaya merhemdir. Mehmed Akif'in deyimiyle: "Türk Arap'ın gözü, Arap Türk'ün ayağı, koludur. Birbirlerine su ve hava kadar muhtaçtırlar".
Son düzenleyen kompetankedi; 16 Eylül 2006 11:32
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #6
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
eygi ahmet hakan

Eygi, Ahmet Hakan’ı “Sabetayseverlikle” suçladı…

ÜNLÜ YAZARLAR ARASINDA “SABETAYCILIK” KAVGASI!…


Türkiye’nin gündeminden hiç çıkmayan “Sabetaycılık” meselesi, bu kez iki yazarı karşı karşıya getirdi.
07 Mayıs 2004 Cuma 16:25

Sabah yazarı Ahmet Hakan 30 Nisan tarihli Sabah Gazetesindeki, “TEZ VE ANTİTEZLERLE SABETAYCILIK OLAYI!” başlıklı yazısında konuyu İslami kesimin alışılageldik bakışının dışında bir tarzla işledi.



Hakan’ın yazısına Mehmet Şevket Eygi’den Milli Gazetenin bugünkü sayısında “SABETAYCISEVERLERİN TEDİRGİNLİĞİ” başlıklı yazıyla oldukça ilginç bir cevap geldi...



İŞTE, HER İKİ YAZARIN YAZILARI:



AHMET HAKAN/ SABAH (30.04.2004)



TEZ VE ANTİTEZLERLE SABETAYCILIK OLAYI!



İttihat ve Terakki'den beri bıkmadık şu Sabetaycılar'ı tartışmaktan..


Eskiden Cevat Rifat Atilhan bu işin başını çekerdi, bugünlerde bayrağı Yalçın Küçük devralmış görünüyor. İslamcılarımızın ise bir ara değişmez ana gündemiydi bu mevzu.. Tam "unutuldu" derken 2004 yılında nisan yağmurlarının tam ortasında yeniden patlak verdi Sabetaycılık tartışması.. Yine "büyük tezler" ortaya atılıyor, yine "dehşetengiz komplolar" üretiliyor..


Yıllardır Sabetaycılar üzerinden anlatılan "öcü masalları"na maruz kalmışlığımın bıkkınlığıyla bu balona bir iğne batırmanın zamanı geldi diye düşündüm, hemen "tezler"i ve "antitezler"i ardı ardına sıraladım.


Ortaya bana göre basit, yalın gerçekler çıktı:


TEZ: Sabetaycılar iki kimlikli ve iki dinlidirler..


ANTİTEZ: Sana ne! TEZ: Sabetaycılar çok güçlüdür. En tepeleri ele geçirmişlerdir. Eğitimli ve zengindirler. Türkiye'ye istedikleri gibi yön vermektedirler..


ANTİTEZ: Başkalarının gücünden yakınarak kendi acizliğine bir gerekçe oluşturmak yerine sen de eğitim al, sen de örgütlen, sen de güçlen. Elini tutan mı var?



TEZ: Alkent'te bir daire kiraladılar. Orada ayin yapıyorlar.



ANTİTEZ: İbadet özgürlüğünü ne çabuk unuttun?



TEZ: Ama benim ibadetime, inancıma karışılıyor, onlarınkine müdahale eden yok. Bana baskı uygulanıyor, ona ise sınırsız özgürlük tanınıyor.



ANTİTEZ: Ne yani, sana müdahale ediliyor diye onlara da mı müdahale edilsin. Sana yönelen baskılara karşı mücadele edeceğine, "Madem ben baskı görüyorum, o halde herkese karşı baskı yapılmalı" mı diyorsun? Peki "mücadele ahlakı" diye bir şey yok mu?



TEZ: Ben onların inançlarına karışmıyorum. Benim söylediğim onların hangi inanca sahip olduklarını açıkça ortaya koyup, iki dinli olmaktan vazgeçmeleri.



ANTİTEZ: Bir kişi ister iki dinli olur, ister tek dinli. Hem "hiç kimse benim din anlayışıma karışamaz, nasıl istiyorsam öyle inanırım" diyeceksin, hem de başkalarının nasıl inanmaları gerektiği konusunda oturup ahkam keseceksin. Böyle şey olur mu? Kur'an, "Senin dinin sana, benim dinim bana" demiyor mu?



TEZ: Sabetaycılar hem Müslüman olduklarını söylüyorlar, hem de gizlice Yahudi inanışına göre hareket ediyorlar. Müslüman mı, Yahudi mi olduklarına karar versinler ve sonra bunu çıkıp topluma açıklasınlar!



ANTİTEZ: Sen adamın dininin zabıt katibi misin? İster gizli Yahudi olur, ister açık Müslüman. Bu bizi ne ilgilendirir. "Hiç kimse inancını açıklamak zorunda değildir" cümlesi, en temel insan hakkıdır, unuttun mu?



TEZ: İyi ama Müslüman olarak gözüküp, benim dinimin aleyhine işler çeviriyor.



ANTİTEZ: Bir adamın senin dininin aleyhine işler çevirmesi için ille de "iki dinli" olması mı gerekiyor? Dindarların önüne türlü engeller çıkaranların hepsi "iki dinli" mi?



TEZ: Başımıza gelen felaketler Sabetaycılar'ın faaliyetinden kaynaklanıyor. Onlar olmasa biz çok daha iyi durumda olurduk.



ANTİTEZ: Başına gelen felaketlerin nedenini öğrenmek için aynaya bakmalısın. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmak insana rahatlık verir, bunu anlıyorum. Ama artık rahatın kaçmalı! Unutma ki diriliş, rahatı kaçan adamlar sayesinde gerçekleşir!



Mehmet Şevket Eygi/ MİLLİ GAZETE(07.05.2004)



SABATAYCISEVERLERİN TEDİRGİNLİĞİ



GEÇENLERDE Sky-Türk televizyonunda Sabataycılık konusunda beyan ettiğim bazı fikir ve görüşler birtakım Sabataycıları ve Sabataycı-severleri rahatsız etmişe benziyor. Bu husustaki tenkit ve itirazlara verdiğim cevapları aşağıda okuyacaksınız:



1. Sabataycılık konusunu kurcalamaya, araştırmaya ne hakkınız var?



Cevap: Bilgi edinmek, incelemek, araştırmak, yasal sınırları aşıp taşmamak şartıyla tenkit etmek insanların ve vatandaşların temel haklarındandır. Ülkemizde Sabataycılık diye önemli bir mesele vardır. Merak ediyoruz, inceliyoruz, araştırıyoruz, tenkit edilecek tarafları varsa -kendimize göre- tenkit ediyoruz. Bunda gocunacak, tedirgin ve rahatsız olacak ne var?



2. Sabataycılar birtakım gizli sinagoglarda ibadet ediyorlarsa bundan sana ne? Adamların gizli hallerini araştırmak ahlâka ve din hürriyetine aykırı değil midir?



Cevap: İslâm, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm, Hinduizm gibi dinler hakkında araştırma yapılıyor mu? Bu konuda yüzbinlerce kitap, makale yazılmış mıdır? Sabataycılık da bir dindir, onunla ilgili araştırma yapılması, bilgi edinilmesi de çok tabiîdir. Böyle bir şeyin ahlâka aykırı hiçbir tarafı yoktur. Aksine, insanlar bilgilendirildiği için ahlâken tebrik ve takdire şayan bir çalışmadır.



3. Sabataycılarla niçin ilgileniyorsunuz?Bırakın adamlar huzur ve rahat içinde kendi dinlerine göre yaşasınlar...



Cevap: Mesele o kadar basit değildir. Çünkü onlar iki kimliklidir. Dıştan Türk ve Müslüman görünüyorlar; asıl kimlikleri ise Yahudiliktir, yani Gizli Yahudidirler. Onların bu ikili kimliği biz Müslümanları çok yakından ilgilendiriyor ve itiraf etmek gerekirse tedirgin ediyor. Hepsi için söylemiyorum ama onların bazılarının cuma günü camide namaz kıldıkları, cumartesi günü ise gizli sinagogların da Sabataycı, Yahudi âyini yaptıkları söyleniyor. Tabii ki, böyle bir durum bizi yakından ilgilendirir ve rahatsız eder. Bu gibi kimseleri tanımak isteriz. Onların gizlenmek hakları varsa, bizim de bilmek, aydınlanmak, öğrenmek hakkımız vardır. Yeter ki, insan haklarına, adalete, ahlâka aykırı bir şekilde olmasın.



4. Sabataycılar sizin camilerinize, namazlarınıza karışıyor mu?



Cevap: Öyle bir karışıyorlar ki... Ezan Türkçe okunsun, namazda Kur'ân okunmasın, Türkçe tercümesi okunsun diyenler kimlerdir? Yakın tarihimizde Müslümanların temel haklarını, din ve ibadet hürriyetini, inandığı gibi yaşamak hakkını ihlâl edenler çoğunluk itibarıyla Sabataycılar ve onların kendilerine benzetmiş olduğu "Benzetilmişler" değil midir? Büyük bir ilimizde, üzerinde ayetler, kutsal kelimeler yazılı tarihi mezar taşlarını lâğım kapağı olarak kullandırtan meşhur bir vali ve belediye reisi onlardan değil midir? Gazetelerde, televizyonlarda bu milletin din ve inanç hürriyetine saldıranlar onlar değil midir? Onlar böyle yaparken suç olmuyor da biz Müslümanlar onları tanımak, içyüzlerini ve asıl kimliklerini araştırmak istediğimiz zaman niçin suç oluyor, kabahat oluyor? Efendiler biraz mâkul olunuz!



5. Sabataycılar, 70 milyonluk halkın içinde küçük bir azınlıktır. İşi fazla büyütmüyor musunuz?



Cevap: Onların kelle sayısı önemli değildir. Önemli olan nitelik, ağırlık, tesirdir. Onlar sayıca azdırlar ama bütün köşebaşlarını, bütün subaşlarını ele geçirmişler, bütün temel müesseselerde kontrolu sağlamışlardır. Medyada, üniversitelerde; büyük iş, finans, bankacılık, iktisat faaliyetlerinde, fikir ve kültür hayatında ezici ve baskın hakimiyetleri bulunmaktadır. Her taşın altından bir Sabataycı çıkmaktadır. Burada açıkça zikr edilmesi sakıncalı olan birtakım kurumlara da sızmışlardır. Onların önemi, ağırlığı, tesiri hakkında ne söylenilse azdır. Yakın tarihimize damgalarını vurmuşlardır. Devletimize, halkımıza, ülkemize zarar veren müzmin din-devlet zıtlaşmasını ve kavgasını onlar çıkartmışlardır, onlar körüklemektedir, onlar sürdürmektedir. Dünyada hangi medenî, ileri, hukukun üstünlüğünü tanımış, temel insan haklarına bağlı ve saygılı, demokrat ülkede böyle bir kavga vardır, sürmektedir? İddia ediyorum: Sevgili Türkiyemizin çok vahim, çok zararlı, çok tahripkâr genel bir kriz içinde bulunması Sabataycıların siyasetleri ve stratejileri yüzündendir. Ciddî ve objektif araştırmalar yapıldıkça bu konu daha da açığa ve aydınlığa çıkacaktır.



6. Sabataycılar laiklik taraftarı ve âşığıdır. Sen ise laikliğe karşısın, bu yüzden o zavallılara çatıyorsun, düşmanlık ediyorsun...



Cevap: Dünyada bin türlü laiklik bulunmaktadır. Stalin, Enver Hoca, Kamboçya kasabı Pol Pot, Mao da laiklik taraftarıydı, onların da kendi laiklikleri vardı. Laiklik devletin dine, dinin devlete karışmamasıdır. Sabataycıların laikliği nasıl laikliktir? Bu hususta fazla konuşmaya lüzum yoktur, manzara ortadadır. Bu ülkede laikliği saptıran, çığırından çıkartan, uygulamada din düşmanlığı haline getirenler Sabataycılar ve onlara benzetilmiş olanlardır?



7. Sabataycıları kıskanıyorsun, onlar yüksek makamlara çıkıyor, iyi para kazanıyor, onlara haset ediyorsun...



Cevap: Evet yüksek makamlara çıkıyorlar ama nasıl çıkıyorlar? Ehliyetleri, liyakatları olduğu için mi, yoksa birbirlerini destekledikleri ve köşebaşlarına hep kendilerinden olanları getirdikleri için mi? Çok kazandıkları, bu ülkenin rant ve nimetlerinin kaymağını onların yediği de mâlumdur. Nüfusları belki yüzde birdir, belki de bu yüzde birin bile altındadır ama Türkiye'nin rantının, gelirinin yüzde altmışını onların kazandığı söylenmektedir. Ülkemiz gelir dağılımı bakımından dünyanın en adaletsiz, en dengesiz ülkelerinden biridir. Bu adaletsizlikte, dengesizlikte Sabataycıların tuzu biberi çoktur. Onlara haset etmiyorum; onları tanımak, öğrenmek, istiyorum. Ülkemin, devletimin, halkımın, haklarını korumak istiyorum. Kendi kimliğimi, millî kültür ve kişiliği, toplumdaki sosyal uzlaşmayı, millî barışı sağlamak istiyorum. Tarihî ârızaları ve kazaları gidermek, tâmir etmek istiyorum.


Netice olarak şunu beyan etmek isterim: Sabataycıları incelemek, araştırmak, onlar hakkında sağlam ve ciddî bilgiler edinmek, bu konuda istihbarat ve çalışma yapmak kanunen suç değildir, ahlâken çirkin bir şey değildir. Aksine ülkeye ve kültüre hizmettir. Biz farklılıklara, çeşitliliğe, temel insan haklarına karşı değiliz, taraftarız. Ancak her şeyin açık ve şeffaf olmasını isteriz. İki kimlikliliğe, gizli kapaklı işlere; ülke, halk ve devlet üzerinde kurulmak istenen hegemonyalara hakimiyetlere, saltanatlara karşıyız. Noktaların, (i)lerin tam üzerine konulmasını isteyenlerdeniz. Kendi halinde Sabataycılarla bir alıp vereceğimiz yoktur. Lakin militan, agresif, jakoben, fanatik ve kültürü dejenere etmeye çalışanlarla, ülkenin rantlarını adalete ve insafa aykırı olarak elde edenlerle, emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olanlara verenlerle alıp vereceğimiz vardır.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #7
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
kategori image SABETAİZM


TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİLER....
SABETAYCILAR
SEBATAY SEVİ KİMDİR ?

Bu gizli mezhep, İzmir'de Türkler arasında Kara-Menteş lakabıyla anılan İspanyalı muhacir yahudi Modehay Sebi (Geyik) oğlu Sabetay Sevi (1632-1675) tarafından kuruldu.

Hahamlık tahsil ederken "Zahor" yorumuyla"Kabbala" adı altında toplanan teosofik fikirlere merak sardıran bu genç Yahudi, o asırda zuhuru beklenen Mesihin kendisi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve İzmir'de 1648 senesinde mesihliğini ilan etmişse de, bu iddiasında fazla ısrar etmemiş, fakat Mısır, Kudüs ve Atina'ya bir yaptığı bir geziden sonra "1666"da (bu tarih Hıristiyanlar arasındada Mesihin zuhur tarihi diye kabul edilir) mesihliğini tekrar ilan etmişti. İzmir yahudilerinden etrafında pekçok taraftar toplanmış ve şöhreti bir taraftan ta Budin'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İngiltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hatta İran'a kadar varan bu şöhret ve nüfuz, Acem Yahudileri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bizim mesihimiz geldi, artık toprak bellemeyiz" diye ayaklanmışlar.Musevi inanış ve ibadetinde farklar yapmaya kalkışan bu hahamın hareketini İstanbul Hahambaşılığı hoşgörmeyerek, kendisini aforoz etmeye ve hatta -bir rivayete göre- öldürtmeye kalkışmış ve diğer taraftan Yahudilerin her günkü dualarında padişahın adı geçen fıkrayı, "Padişahlar padişahı" ve hatta "Davud'un oğlu Süleyman" şeklinde değiştirmesi Osmanlı hükümetinin de dikkatini çekmiş ve genç haham ancak bundan sonra takibe alınmıştı.Hakkında ileri sürülen ithamları reddetmiş ve "İslamiyeti kabul etmek veyahut idam olunmak" arasında tercih yapmak zorunda bırakılınca Müslüman olmuş ve Mehmed Efendi adını almıştı. Ona inananlar kendisine alenen mesih gibi tapmaya cesaret edemeyerek, Müslüman kisvesine bürünmeyi uygun görüyorlardı. Esasen Sabetay'ın "18 emrinden" 16.'sında, "göz boyamak için müslüman gibi görünmek lüzumu" tavsiye edilmişti. Bir müddet sonra Hahambaşılığın da bastırmasıyla Sabetay'ın propagandadan menedilerek, İstanbul'a çağrıldığı ve Kuruçeşme'de ikamete zorlandığı biliniyor.Buradan sonra Kağıthane'de bir yere gizlenen Sabetay, yine Yahudilerin şikayeti üzerine, Arnavutlak'ta Berat şehrine sürülmüş ve beş sene yaşadığı bu şehirde veyahut -bir rivayete göre- hava değişimi için gittiği Ülkün'de (?) 30 Eylül 1675'te öldü. Sabetay'ın bu kadar maceradan sonra iddiasından vazgeçerek Müslüman olması arkasından gidenler arasında şiddetli gazap ve hiddet uyandırmış ve ancak sınırlı sayıda müridleri asıl mesihin göğe çıkıp, Müslüman kıyafetinde dolaşan zatın onun "hayali" olduğuna inanarak, kendisine sadık kalmışlardır...

" ... Bir insanın Sebataist olup olmamasının ne gibi bir sakıncası olabilir? Sizce İsmail Cem, bu ülke için nasıl bir tehlike oluşturuyordu?
- Bakın hanımefendi, bu işe başlarken 1967«yi milat aldım. 1967«den önceki Sabetaizmi ben bağrıma basıyorum. Ama 1967«den sonra şunu görüyorum: Sebatistlerin bir kısmı artık Türkiye«ye sadık değiller. Bir de endogami nedeniyle, iç evlilik yani, çok aptallaştılar. Bana bugün Aydın Menderes ve diğerleri ‘Nasıl olur da İsmail Cem«in zekasının bu kadar düşük olduğunu bildin?’ diyorlar. Ben sezgilerimde hiç yanılmadım... Ama bugün ortada olan şarkıcılara, sanatçı geçinenlere bakın. Bunların bir kısmına yüz bin yıl kadınsız kalsam elimi sürmem! İşte onların hepsi bu kabileden! Hem güzelliğimiz, hem sanatımız, hem müziğimiz hem de ahlakımız bozuldu!
Ve bütün suç İbrani kökenlilerde öyle mi!
- Hep bunlar ortadaysa, belli yerlere başkası gelemiyorsa bunlar yüzünden diyebiliriz tabii...
İyi de siz İpekçi ailesiyle filan da sınırlı kalmıyorsunuz. ‘Sanatımız, müziğimiz bozuldu’ derken, Gülben Ergen’i Sertab Erener’i kastediyorsunuz. Size göre neredeyse herkes Sabetaist! Bu biraz komik değil mi?
- Değil efendim. Tabii ki onları kastediyorum. Ayrıca bu ülkede kekeme biri - BEYAZ - talk şovcu olabiliyorsa, o da İbrani kökenlidir diyorum. Ama esas olarak ben kişilerle değil, yasalarla uğraşıyorum. Türkiye«de İbrani asıllı olmayan biri Dışişleri Bakanı olmaz. Tek tük istisnalar vardır ama bu sonucu değiştirmez. Sözünü ettiğim klanın dışında kalanlar, Türkiye’de bir yere gelemez. Mesela, TRT Genel Müdürü olamaz, MİT Başkanı olamaz... Bir insan kabiliyetsizse ama çok para kazanıyorsa Türkiye’de, o büyük bir ihtimalle İbrani asıllıdır diyorum ve araştırmaya başlıyorum. Tabii Sedat Ergin gibi İbrani asıllı olduğu halde geldiği yeri hak edenleri araştırmıyorum.Mesela Musa Anter. Ki benim dostumdur, Adana’da parasız yatılı okumuştur. O zamanki deyimle, tam bir kıro. Ama bu kıro, zengin bir Kürt aliminin kendisinden 10 yaş küçük kolejde okuyan kızıyla evlenmiştir. Sizce nasıl oluyor? Ben böyle bir vakayı incelerim...Pes yani. Bu şimdi komplo teorisi değil de ne! Mustafa Erdoğan da size göre Kürt Yahudisi. Ve İbrani kökenli olan Gülben Ergen’le sevgili olması tesadüf değil...
- Değil tabii.
Sabetaizmin üç kolu var: Yakubiler, Karakaşlar ve Kapaniler. Osman Kibar, Melih Kibar, Nazlı Ilıcak Kapanidir. Nereden çıkartıyorum? Nazlı Ilıcak«ın dayısı Turhan Kapancı’dır. Yakubiler, aşağı yukarı asimiledir. Ama bir Karakaşi hiçbir zaman bir Türk’le, Müslüman’la evlenmez, dahası yatağa giremez. Bunları ben icat etmedim ki. Rıfat Bali’nin kitaplarına bakın. Ben ne yapıyorum? Bu işi bilim haline getiriyorum. Beğendiğim yüce tuttuğum üç kadın var. Biri Halide Edip. Ama ben onun İbrani asıllı olduğunu biliyordum. İkinci kadın, Behice Hanım«dır. Onu da çok severim ama o da İbrani asıllıdır. Üçüncüsü de Sabiha«dır. Ama ben Sabiha«nın kızı Yıldız’ın zekasının çok düşük olduğunu da yazdım. Mecburum bunu yazmaya. Bir de tabii Fethi Okyar meselesi var. ‘Efendi’ demişler ona. "
Atatürk’ün durumu nedir? Sizce, o da mı İbrani kökenliydi?
- ‘Yalçın Küçük ve Soner lafı buraya getiriyor’ diyenler gayri samimi. Bütün bu anlattıklarımdan Mustafa Kemal’e bir sonuç çıkmaz. Eşi Latife Hanım’ın Sabeaist olması da bu durumu değiştirmez. 19. yüzyılda Sabetaistler arasında evlilik yasağı vardı. Cemaat, bu yasağı ancak şöyle bozardı: Osmanlı’da gerçekten yükselebilecek İbrani kökenli olmayanlarla kızlarını evlendirirdi ama doğacak çocukları İbrani olarak yetiştirirlerdi. Ne var ki Mustafa Kemal’le Latife’nin çocuğu yok. Zaten Mustafa Kemal’in İbrani kökenli olduğuna dair bir belge de yok. Bulamazsınız da. O fakir aile çocuğuydu, fakirlerin istatistikleri tutulmaz. O böyledir demiyorum. Ama Mevhibe Hanım böyledir...
İsmet İnönü, Sabetaist değildi ama eşi öyleydi. Dolayısıyla doğan çocuklar İbrani kökenlidir ve öyle yetiştirilmiştir. Ortada belge olmamasına rağmen dönmelik ve Yahudilik üzerine ne kadar kitap okursanız okuyun, ‘Mustafa Kemal de bizdendir’ iması vardır. Şişli Terakki’nin yayınlarına bakın ya da İnternet’e girin dünya literatüründeki Sabetaistelerle ilgili maddelere bakın, hepsinde Mustafa Kemal’in kuvvetle böyle olduğunu ima edilir. Oysa gerçekte onun İbrani kökenli olduğuna dair bir arşiv bulunamamıştır. Zaten o geldiği yerlere hakkıyla gelmiştir...( Ayşe ARMAN ,YALÇIN KÜÇÜK'LE RÖPORTAJ: HÜRRİYET :07.06.2004 )

İpekçi ailesini anlatan Selanik'ten İstanbul'a İpekçiler ve İsmail Cem adlı kitap'tan :
" ...Büyükada'nin en güzel yeri olan Nizam'da otururlardi : Yalman'lar, Dervis'ler, Mina Urgan'in babasi Tahsin Nahit ve Rusen Esref Ünaydin ile beraber ( S.7)Müzisyenler Lebibe Ihsan Sezen ve Neyyire Hanimlar'dan bahsediliyor.( S.11) , Istiklal Mahkemesi yargiclarindan Kilic Ali, Altemur Kilic'in babasi...( S.14 ) Selanik'teki cemaatten Bektasilige ve Mevlevilige meyleden ailelerin sayisi hiç te az degildi.( S.77) , Ünlü ceza hukukçusu Od. Prof. Sulhi Dönmezer ( S.113),.. "

ILGAZ ZORLU İLE RÖPORTAJ
" ...Sabetaycılar, Osmanlı Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kayıtlarına göre Müslümanlar. Ben, Müslüman olmadıklarını iddia ediyorum. Sabetaycılık, 17. yüzyılda ortaya çıkmış, Sabetay Sevi'nin kurduğu bir Yahudi tarikatıdır. Sabetaycılar, 17. yüzyıldan 1920'lere dek Yahudiliğe bağlı kaldılar. 1924'te Karakaş Rüştü vakası yasandı. Karakaş Rüştü, Ankara'da Millet Meclisine başvurdu ve Sabetaycılığı resmen mahkemelere sundu. Türkiye’de Sabetaycılık diye bir şey olduğunu söyledi ve bunun araştırılmasını talep etti. Konu, o zamanın Vatan, Vakit, Son Saat gibi gazetelerinde tartışıldı. Fakat hiçbir sonuca varılamadı. Ayni tartışma 1937 yılında yeniden gündeme geldi. Ahmet Emin Yalman ve Yunus Nadi arasında bir tartışma geçti..
- Yunus Nadi de mi Sabetayistti sizce?
- Hayır ama sanıyorum esi Berrin Nadi Sabetaycı idi. Sabetaycılar üç-dört örgütte etkinlik gösterdi: Mason locaları, İttihat ve Terakki, Melami ve Bektaşi tarikatı ve ordu.
- Ordu mu?
- Evet.
- Bugun de orduda...
- Tabii. Bugun de orduda Sabetaycilar var ve Sabetayci generaller var. Simdi ben burada isim vermeyecegim...
- Neden?
- Cunku dava acilmasini istemiyorum. Onalti tane hakaret davasi actilar. Cunku Sabetaycilik bir hakaret gibi algilaniyor. Halbuki bugun bir ordu komutani ve bir kuvvet komutani Sabetayci kokenlidir. Ve bundan baska pek cok Sabetayci kokenli kurmay subay var... CHP, kendisini Ittihat ve Terakki'nin devami olarak gorup, devrimci bir kimlik edindigini soyluyor. Ben de bu devrimci kimligi Sabetaycilarin ortaya cikardigini ve Turk siyasetini sekillendiren onemli bir faktor oldugunu soyluyorum. Solcular biraz kizacak ama, isin gercegi, Turkiye'deki sol hareketi kuranlar Sabetaycilardir. Mustafa Suphi ve Sefik Husnu Sabetaycidir. Yalcin Kucuk'un Tekelistan adli kitabına da bakmanizi öneririm.
- Turkiye'de solculugun temellerini Sabetaycilar atti diyorsunuz?
- Elbette. Yiıdız Sertel'in annesi Sabiha Sertel Sabetayciydi, zaten kızı anılarında bunu anlatıyor. Dervis ailesinden gelen onemli insanlar var ve bunlar Yıldız Sertel'le akrabalar. Ben size su anlattiklarimi mahkemelere delil olarak sundum, o acıdan bir problem yok.
- Bu soylediginiz, Ataturk'un Sabetayci olmadigi anlamina mi geliyor?
- O konuya hic girmeyecegim cunku bu konuda elimde kesin veriler yok, arastiriyorum. . Yalniz, Ahmet Emin Yalman'in Mustafa Kemal'le 1927'de yaptigi roportajda, Yalman sunu soyluyordu "Sizin hayatinizi etkileyen iki öğretmen var. Biri benim babam, oteki de Semsi Efendi'ydi." Semsi Efendi, benim buyukbabamin buyukbabasidir. Ataturk'un ilk ogretmeni Semsi efendi bir hahamdir ve benim ailem de 17 kusak boyunca bir haham ailesi olarak gelmektedir. Bu arada, Ahmet Emin Yalman da Sabetaycidir. Ataturk'un Sabetayci olup olmamasi onemli degil ama su bir gercek ki Ataturk, Sabetayci kulturun icinde yer almis bir insandi.
- Eger size Rahsan Ecevit'in Sabetayci oldugunu soylememi istiyorsaniz, tamam Rahsan Ecevit Sabetayci kokenlidir; ben size bunu soyleyeyim, siz de yazin fakat..
- Hayir, benim boyle bir beklentim yok..
- Size biri "Sirf adamin biri bunu soyledi diye nasil yazarsin?" diye sorabilecegi icin ben size 1924 mubadelesini anlatmak zorundayim. 1924 mubadelesinde Rahsan Ecevit'in ailesi ve benzeri aileler Selanik'te ve civarinda bulunan mal varliklarina karsilik Istanbul - Ankara - Izmir'de mulk alamadiklarindan, Cumhuriyet devrinde bir komisyon kurulmus [Muhtelif Mubadele Isleri Komisyonu] ve bu komisyon tarafindan kendilerine Sebinkarahisar'dan toprak verilmistir. Simdi bu hanimefendi "Ben Sebinkarahisarliyim" diyor. Ve kendileri gidip Sebinkarahisar'da oturmamistir. Ciller'e gelelim: Gecenlerde DYP'den beni aradilar, soruyorlar "Tansu Ciller Sabetayci mi?" Tansu Ciller'in babasi, Mustafa Necati Ciller'di galiba adı, 1924 mubadelesi sirasinda ya Son Saat ya da Vakit gazetesinde muhabirdi ve Karakas Rustu'yu birebir izleyen biriydi. Cemaat tarafindan gorevlendirilmisti. Demek istedigimi, bir kisini Sabetayci olmasi, ille de bir dinî inanci surdurmesi demek degil, o kulturun icinden gelmesi demek. Mesela, bir Sabetayci hicbir zaman Islam'a inanamaz, bu mumkun degil.
- Bu durumda Kemal Dervis..
- Kemal Dervis'in Sabetayci oldugunu, simdi size bir makale vereyim ve hemen.. Kemal Dervis, Ismail Cem, Rahsan Ecevit ve can Paker dortlusu.. Can Pakerle ben akrabayim. Can Paker'in esi olan Mihriban hanim, benim annemin teyzesinin oglu olan Yasar Malta'yla Yeni Tekstil diye bir sirkette ortak. Size sozunu ettigim bircok insanla da akrabayim zaten, yani size verdigim bilgilerin cogu aile kaynaklarindan geliyor, asparagas degil.
... Halil Bezmen 1994'te Amerika'ya gitti ve "Ben Yahudi'yim, Turkiye'de baski goruyorum" dedi. Halil Bezmen mesela Kurt olsaydi, Amerika'da "Ben Kurt'um, baski goruyorum" deseydi ne olurdu? Devlet Guvenlik Mahkemeleri Halil Bezmen hakkinda dava acardi ve vatandasliktan cikarilmasi icin ugrasirlardi. Hicbir DGM, Halil Bezmen'in "Ben Yahudi'yim ve baskı goruyorum" lafini bir suc kabul ederek dava acmadılar. Cunku acamazlardi.
- Neden?
- Cunku, Turkiye'de uzun yillar ceza davalarinda bilirkisi olan Prof. Dr. Sahir Erman Sabetayciydi. Size verdigim, Sisli Terakki Lisesi'nin Vakfi'nin genel kurulunu gosteren belgeye dikkat edin. [Terakki Vakfi Genel Kurulu'nu gosteren iki sayfalik bir brosurde vesikalı fotograflari bulunan uyelerden soz etmeye basliyor.] Vakfin Baskan Yardimcisi Bulent Tanla su anda CHP'de ikinci adamdir. Yan tarafta Prof. Dr. Hasan Erman'in fotografi goruluyor; sozu gecen Sahir Erman'in ogludur Hasan Erman ve Istanbul Universitesi'nde ogretim uyesidir. 1972'de Inonu'yu deviren raporu yazan Prof. Dr. Ahmet Yucekok'u goruyoruz sayfanin altinda; o da su anda aktif olarak siyasetin icinde. Arka sayfanin basinda, Kemal Dervis'in yakin dostu Asaf Savas Akad var, Sabetaycidir kendisi. Ah, Can Paker de bu okulda, ne tesaduf! Asagida, TESEV'in cok onemli bir uyesi ve Turkiye Sabetaycilarinin siyasi orgutlenmesini saglayan adamlardan biri olan Prof. Dr. Ilter Turan'la karsilasiyoruz. Bu insanlarin cok kisa surede yukseleceklerini ve Turkiye'de cok onemli yerlere geleceklerini, Jarusalem Report dergisine yazdim.
- Madem oyle, kac Sayetayist oldugunu soyleyin.
- Ben, 1924'te 25 bin Sabetayci geldigini biliyorum. Bugune kadar da toplam nufusun 100 bin civarina ulastigini tahmin ediyorum.
- 1970'lerden itibaren CHP icinde bir degisim yasandi. Ismet Inonu'nun ekibine karsi Rahsan Ecevit bir ekip kurdu. Bu ekibin onde gelen isimleri Bulent Tanla, Ilter Turan ve Ahmet Yucekok'tu. Rahsan hanim, o tarihte, pek cok Sabetayciyi biraraya getirdi. IMF heyetinde de Turkiye'de de Kemal Dervis'ten cok daha iyi iktisatcilar oldugu halde Kemal Dervis getirildi cunku Rahsan hanimin istedigi biriydi ve Sabetayciydi. 12 Eylul'de kac tane Sabetayci tutuklandi bakalim. Ismail Cem o zaman aktif olaraksiyasetin icindeydi, tutuklanmadi. Bulent Tanla tutuklanmadi. Haklarinda dava dahi acilmadi.
- Ordu bilerek mi tutuklamadi yani?
- Askerlerin icinde de Sabetaycilar var. Mesela gecmisteki Genelkurmay Baskanlarindan Refik Tulga Sabetayci kokenliydi. Belki de ailesi bunu yalanlar. Burada ciddi bir problem var: Bir Sabetayci, "Ben Sabetayci degilim" diyebilir. Mesela, Orhan Pamuk, Aksiyon dergisinde aciklama yapiyor ve "Ben Sabetayci degilim" diyor. Bu bey, eski Istanbul Valisi Muhittin Ustundag'in akrabasidir. Yalcın Kücük'ün soyledigi cok ilginc bir sey var. Diyor ki "Turkiye'de bir insanin bir yere gelebilmesi icin Sabetayci olmasi gerekiyor." Ben de buna katılıyorum.
- Orhan Pamuk'un "buyuk romanci" olmasinin yaninda AB vb. Konularda beyanatlar vermesi sizce, Sabetayci olusuyla mi alakali?
- Sorarim size, mesela Can Paker kimdir? Henkel adlı firmanin genel müdürüdür. İşadamı degildir, maaslı müdürdür. Can paker ayni zamanda TESEV'in baskanidir. Bu beyefendi her hafta NTV'ye cıkıyor, neden sizce? Cunku NTV'nin sahibi Sahenk ailesidir. Sahenk ailesi Niğdelidir, ama Selanik gocmeni bir ailedir. Osmanli Bankasi ve Garanti Bankasi da bu grubunudur ve demec verebilecek bircok adamlari oldugu halde neden Can Paker'i her hafta ağırlıyorlar? Cünkü, Can Paker gelecegin basbakani olarak yetistirilen bir Sabetaycidir.
- Can Paker basbakan olacak oyle mi? Bu kadar basit mi sizce?
- Evet. Bakin, Turkiye bu kadar basit yonetiliyor. 200 milyar dolara yakin ic ve dis borcu olan bir ulke, eger oksurmek icin Amerika'dan izin aliyorsa ve bugun Turkiye'de yasayanlarin cogu bir sekilde kapagi Amerika'ya atıp colugumu cocugumu Amerika'da okutayım diye dua ediyorsa, Turkiye'de Ingilizce egitim veren okullardan cikan insanlar birinci sinif, geride kalanlar ikinci sinif vatandas oluyorsa, siz bunu secseniz de secmeseniz de bu olur. Ya secimle olur ya da 28 Subat sureci gibi, Cevik Bir gibi Sabetayci bir subayin yaptigi bir hareketle...
- Bir saniye siz Cevik Bir'e Sabetayci mi..
- Evet, bunu kendisi acikladi zaten. Simdi bana oyle sorular soruyorsunuz ki sasiriyorum. Yalcin Kucuk de Cevik Bir'in Sabetayci oldugunu ima ediyor ama acikca soylemiyor. Cunku cekiniyor. Ben bunlari soyluyorum cunku bir akademiye bağlı degilim, bir cemaat tarihcisiyim.
- Söylediklerinize gore, Turkiye'de Sabetayci bir siyasi ekip ve onlarin bir siyasi projesi var. Anladigim kadariyla da Turkiye'nin ekonomik bunalimindan istifade etmeye dayali bir proje bu ve pek de hayirhah degil... Simdi neden bu durum acığa vurulmuyor?
- Çünkü Sabetayci kokenli politikacilar cok buyuk miktarda para dağıtıyorlar. Mesela, cok merak ediyorum TESEV adli vakıf ABD hukumetinden ya da ABD'deki sivil toplum orgutlerinden ne kadar para alıyor ve bu paralarla kimlere is yaptiriyor? TESEV'in destekledigi bazi gazeteciler var. Bunlardan biri kim biliyor musunuz? Can Paker'in kızkardesi olan Canan Barlas'in kocasi Mehmet Barlas.
- Mehmet Barlas su anda Yeni Safak'ta yaziyor ve gazete icinde muteber bir konumda. Esi Sabetayist oldugu icin Sabetayist kulturle yakindan iliskili oldugunu soyluyorsunuz yani Mehmet Barlas'in?
- Evet, bunu soyluyorum.
- Mehmet Barlas'la Yeni Safak arasindaki..
- Bunu bana sormayin, Mehmet Barlas'a 10 bin dolar maas veren Yeni Safak'in idarecilerine sorun.
- Sizin yorumunuzu soruyorum. Yani Islamcilarla..
- Bakin, Türkiye'de birinci sinif vatandaslar ve ikinci sinif vatandaslar var. Diger ayrımlar bunun gerisindedir. Amerikalilar, her ulkede kendilerine destek olacak adamlari bulurlar, secerler. Bu insanlarla birtakim maddi iliskiler kurarlar, ABD'de yasama imkani ve benzeri avantajlar saglarlar. Sadece Turkiye'de degil, her yerde boyledir. Turk halki, kendisinin bagimsiz oldugu gibi yanlis bir inanci tasiyor. Halbuki bagimsizlik maddiyatla olur.
Libya Lideri Muammer Kaddafi "28 Subat surecinde Sabetaycilarin parmagi var" dediginde bu adamlar Libya'yla iliskileri kesmeye kalktilar. Aynı askerler, Cevik Bir Amerika'da Yahudi oldugunu soyledigi zaman neden bir sey yapmadilar? ... Bosna olayi benim cok ilgimi cekmisti. Avrupa'nin ortasinda bir soykirim yapildi. Ve buna Ingilizler karsi cikti. Teatcher, "Bu bir soykirim" dedi ama Avrupalilar hicbir sey yapmadi. Bugun Sirbistan'in AB'ye girmesi tartisiliyor.
-Turkiye'deki Sabetayistleri muthis bir guc odagi olarak sunuyorsunuz. Bu insanlarin karsisinda yer alan bir baska guclu unsur yok mu?
- Var, mesela Cerkezler var.
- Nasil yani?
- Devlet yonetiminde gorev alan Cerkez kokenli insanlar var. Ideolojik bir ayrim yapmak gerekirse... Sabetaycilarin karsisinda onlar kadar kuvvetli hicbir kesim yok...Yeni Safak'ta uc kisi var, bunlara dikkat edin. Bunlardan biri Cengiz Candar'dir, Sabetaycidir ve bunu Salom gazetesine verdigi beyanatta belirtmistir. Ikincisi, Mehmet Barlas. Ucuncusu de annesi Sabetayci kokenli olan Nazli Ilicak'tir. Butun bunlari anlatmanin durumu degistirmeyecegini de belirtmek gerek. Kimsenin umursadigi da yok zaten. Bana oyle acayip mektuplar geliyor ki.Size bir çırpıda dört tane Sabetayci disisleri bakani sayabilirim: Tansu Ciller, Ismail Cem, Emre Gonensay, Coskun Kirca. Kurtler de dahil hicbir etnik grubun dort disisleri bakani yok. Cunku boyle bir organizasyon yok... Şükrü Sina Gürel Sabetaycidir, istedigi kadar degilim desin.Rahsan hanim, Golda Meir'e benzer...

Sabetaycıları bilmeden, güçlerini ve tesirlerini hesaba katmadan, Türkiye'nin siyasi yapısını, resmi ideolojisini anlamak, zihinlere takılan sırların içyüzünü fehm etmek mümkün değildir. Bu konuya, ciddi ve ilmi araştırmalar seviyesinde yaklaşmadan, yakın tarihimizi çözmek mümkün olamaz...Kitapta ‘Yahudi' ya da ‘Sabetaycı' oldukları iddia edilen isimler şunlar: Tanzimat Başvekillerinden Ahmet Vefik Paşa'nın dedesi, Kıbrıslı Kamil Paşa, Halide Edip Adıvar'ın babası Mehmed Edip Bey, Ziya Gökalp'le birlikte Türkçülük yapan Alp Er (Asıl adı Mohiz Kohen), Maliye nazırı Cavit bey, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçi, DP dönemi bakanlarından Emin Kalafat, Halil Bezmen, Akın Birdal'a suikast düzenleyen Tufan Güraltay... ( Mehmet Şevket Eygi 'Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar' ZVİ-Geyik Yayınları )


PROF. YALÇIN KÜÇÜK'TEN
Onomastique ( isim-bilim )

"...Ne yazık ki ülkemizde "isim-bilim" olarak türkçeleştirdiğimiz onomastique disiplini el değmemiş durumdadır; halbuki büyüleyici olduğunu söyleyebiliyorum. Her halde yahudi onomastique'i en zor olanıdır; çünkü Babylon sürgününden sonra İbrani'yi unuttular, İbrani isimleri Arami telaffuz etmeye başladılar, daha sonra da, MÖ. 3. Yüzyıldan itibaren elenizasyon ile birlikte isimlere Yunani ekler koydular, Ezra'nın Esdras olması ve bize 'Esra' olarak gelmesi örnektir, çoğu zaman isimleri bizim gecekondu evleri türünden eklemli durumdadır. Diasporada ise birisi İbrani ve diğeri yaşadıkları yere uygun iki isim almayı adet edindiler; bu nedenle bütün sabatayistler de iki isimlidir. Ancak bazen diasporada, ibrani ismi, çevirerek bulma yoluna da gittiklerini de görüyoruz; "Hayyim", İbrani'de "hayat" anlamındadır ve İtalya'da Hayyim yerine "Vital" kullanıldığını görüyoruz ve buradan "Vitali"
ismine ulaşıyoruz, "hayatım" anlamındadır ve Hakko'nun adıdır. "Eliezer" çok kullanılan bir İbrani adıdır; fakat, Arap ikliminde bunun tam karşılığı "Mansur" olmaktadır ve aynı anlama geliyor ve artık yahudi dünyasında aynı ölçüde taşınıyor, böylece Cem Mansur'un soyadına gelmiş oluyoruz... İbrani isimler sözlüğüne baktığımızda ise aradığımızı bulmakta gecikmiyoruz, has İbrani "Susan" ismi var ve bu "Suzanne" olarakta yazılıyor ki, tam söylenişi suzan'dır. "Suzan" İbrani'de "zambak" anlamına geliyor, bu sanatçımıza pek uygun düşüyordu...Bu sahne sanatçımız hakkında böyle bir iddiada bulunmuyorum, sadece sabatayistlerin ve hatta yahudilerimizin isim koyma yollarına işaret ediyorum. İsrail'de Adin/Edin adı çok modadır ve bunu Türkiye'de Edin biçimiyle ve yaygın bir soyadı olarak görüyoruz. İsrail'de isimler transseksüel olmakla birlikte kızlar için "Defne" adının çok taşındığını biliyoruz; Türkiye'de de yayılmaktadır. Bizde sabatayistler "Nilifer" adına da düşkünler, "Nili" olarak kısalıyor ve böyle söyleniyor; bu ad da İsrail' de çok seviliyor. "Eren" kuşkusuz, bizde Türk mistiğinde önemli bir yere sahiptir; Eran/Eren olarak şimdi Yahudi dünyasında da çok tutuluyor. Ve ülkemizde de ithal edildiğini saptıyoruz. Diğer yandan İttihat ve Terakki'nin önemli bir isim olan E. Caraso, soyadını "Karasu" yapmıştı, oğlunun adı Bilge Karasu idi, ve yahudi olarak tanınmayacak ancak "Bilge" aynı zamanda Tevrat'ta geçen ve "sevinç" anlamında bir isimdir. Ü
"Cem", Cem Boyner, Cem İpekçi, Cem Özer örnekleriyle bildiğimiz bir isimdir; "Mansur" soyadı, dünya yahudiliğinde çok saygındır ve Cem'in babası Ali Mansur
Orhan Pamuk'u yazdım, Tel-Aviv ve Londra'da çok beğeniliyor ve Türkiye'de beğenen tek bir insan çıkmıyor, bunu, değerler sistemimize bir suikast saymak zorundayız. Adını, Abdi İpekçi'nin Milliyet'inden aldığı bir ödülle duyurdu, bunun perde arkası çok dedikoduludur; Mehmet Eroğlu kazanmıştı, sonradan ortak yaptılar, belleğim beni yanıltmıyorsa, jüride A. İlhan vardı, biliyordur.
Yaşar Kemal, Yüce Gök ömrünü uzun etsin, tek romanlı yazardır; tüm yazdıklarının içinde roman sayılabileceğimiz sadece İnce Memet var. Karısı Tilda'nın çevresi ve Paris'te Abidin Dino'nun yahudilerin çok etkili olduğu Fransız Komünist Partisi'yle kurduğu ilişkiler sayesinde parlamıştır; hâlâ "Nobel Adayı" rantının üzerinde oturmaktadır. Demek, Türkiye'nin bütün değerleri ülke dışında yaratılıyor ve yahudi eli değmedikçe, değer değer olamıyor; buna isyan etmek durumundayız.
M. Gazi Yaşargil kimdir? Ne yaptı da bir çırpıda fahri doktora veriyoruz? Çankaya'da "üstün hizmet madalyası" takıyoruz, bizde hiç benlik bilinci yok mu? Belki İsviçre'de ameliyata gidebilecek üç-dört zenginin dışında Prof. Yaşargil, hangimize hangi hizmeti yaptı? Bu sorulardan sonra herkesi birlikte utanma seansına çağırıyorum. "Ey Türk Halkı, kimleri yükselterek seni alçaltıyorlar". Bunu haykırmak zorunludur. Peki cerrah Yaşargil çok yüce de, cerrah Göksel'in ne eksikliği var; Prof. Hüsnü Göksel; cenazesi Missuri ile getirilen Washington Sefiri Baydur'un damadı, tanınmış lobyist Ahmet Ertegün'ün eniştesidir, New York'ta doktorluk yapmıştır, istese kalabilirdi, eksikliği ülkesine dönmesi mi, demek, biz, Türkiye'de değer olmaz demek istiyoruz...Prof. Yaşargil'in "Dianne ile evlenmeyi tercih ettiğini" magazin basınından öğrenmiş bulunuyoruz. Modele uygundur ve kızının adı "Leyla" imiş; burada da tam isabet ediyoruz, ayrıca oğlunun adı da da "Can" olarak magazine geçiyor; bu isim, Fransızca "Jean" ve İngilizce "John" isimlerinin Türkçe simetriği sayılıyor ve İbrani'de Yohanan olduğunu biliyoruz. Demek isim-bilim de bir bilimdir, bu sonuca ulaşıyoruz.
Gazi Erçel Yaşar Bank'ı batırmakla suçlanmaktadır. Batık banka İzmirlidir ve onomastique açıdan "yaşar" sözcüğü üzerinde yeterli ölçüde durmuş buluyorum. İzmir de sabatayizmin vatanıdır, burada da sabatayistler, bir belediye başkanı, Osman Kibar, milletvekili Osman Kapani, bir gazete, Yeni Asır çıkardılar ve ben yıllardır, ilk kurşunun Hasan Tahsin tarafından atılmadığını yazıp duruyorum. Hasan Tahsin de, asıl adı "Osman Nevres' olan bir sabatayistti.
Özdem Sanberk ; "berk" veya "berg", "Bergman ve Rosenberg" örneklerdir, Ibrani'de "dag" anlamina geliyor ve çok tasiniyor. Bu arada kaydetmemde yarar olabilir; Madam Çiller'in oglunun da adidir ve yayina hazirlanmis.Sefir Sanberk, Avrupa Birligi genel sekreterligini reddederek bu vakfin basina geçti...İSİM BİR İPUCU, TEK BAŞINA SONUCA GÖTÜRMEZ : Sabatayist arastirmalarimda isim-bilim benim için sadece bir ipucudur; tek basina hiç bir sonuca gitmeyecegini tekrarliyorum. Sabataycilar arasindaki endogami kurali ve özellikle müslümanlarla evlenmeme yasasi, çok daha önemlidir...

Sabetaycı Yapılanma


ÜNIVERSITE: Ülkemizin hemen bütün önemli üniversitelerinin rektörleri yahudi asillidir. Bu da basörtüsünün neden siyasal islamin simgesi oldugu aldatmacasiyla çarpitildigini, rektörlerin neden yeni hükümete böylesine sasirtici bir çikista bulunduklarini açikliyor zannederim. YÖK baskani Kemal Gürüz, Istanbul üniv. rektörü Kemal Alemdaroglu ve medyatik yardimcisi Nur Serter, Koç üniv. rektörü Seha Tiniç, Galatasaray üniv. rektörü Erdogan Teziç, Bilgi üniv rektörü Lale Duruiz ve eski rektör Ilter Turan, Bogaziçi üniv. rektörü Sabih Tansal ve eski rektör Üstün Ergüder, Isik üniv. rektörü B. S. Yarman, Marmara üniv. rektörü Tunç Erem sabetayci (yahudi asilli)dır. Medyada çok görülen ve kanaat önderi olarak sunulan Asaf Savas Akat ve esi Nilüfer Göle, Eser Karakas, Ahmet Insel, Taner Berksoy, Kenan Mortan gibi hocalar ve medyada ismi çok geçen hukuk profesörlerinin çogunlugu sabetaycidir. Nasil Sisli Terakki ve Feyziye Isik Mektepleri cemaatin ortaögrenim okullariysa Isik ve Bilgi üniversiteleri de yüksekögrenim kurumlaridir.
ORDU: 28 Şubat'ın mimarı olan ve laiklik ve Atatürkçülük konusunu sasirtici üsluplarda dile getiren Çevik Bir, Dogu Aktulga, Dogu Silahçioglu (Sultanbeyli ilçesine dindar çogunluga nispet olsun diye izinsiz Atatürk heykeli diktiren pasa) ve Yalçin Isimer (GATA'nin açilisinda 'belleyecegiz' konusmasini yapan pasa) yahudi asillidir. Yalçin Pasa ayni zamanda masondur.Ordu, cemaatin disisleri kadar olmasa da oldukça güçlü oldugu bir kurumdur, çesitli dönemlerde genelkurmay baskanina kadar her düzeyde pasalarimiz oldu. Halen de Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman cemaatimiz mensubu her seviyede bir çok general ve kurmay subaylarimiz bulunuyor. Terfilerde ve atamalarda cemaat mensuplari gözetilir, harp okullari ve sinif okullarina mutlaka yeterli sayida ögretmen gönderilmesine dikkat gösterilir. ASAL'da her zaman birileri bulundurulur; eger ayni yüksek gelir düzeyine sahip aileler arasinda bir arastirma yapilsa sabetaycı olanlarin müslüman Türklere göre çok daha rahat yerlerde askerlik yaptiklari görülecektir. Bir diger nokta askeri alimlardir: ordunun alim yaptigi ekipman ve silah tüccarlari/aracilarin önemli bir bölümü sabetayci yada sabetayci baglasigidir. Ordu içindeki sabetaycı yapılanmanın gücüne örnek olarak Oyak şirketi olan Renault MAİS'in son üç genel müdürü Ateş Ünal Erzen, Onur Baytok ve İbrahim Aybar'ın ve Aselsan'ın genel müdürü Necip Kemal Berkman'ın sabetaycı olduğu örneğini verebilirim. Oyak grubu sabetaycıların yoğunlukta olduğu ve terfilerin çoğunlukla cemaat içinden gerçekleştiği bir gruptur.
SIYASET: Tansu Çiller ve esi Özer Uçuran, Rahsan Ecevit (her iktidar döneminde ve özellikle 1974'te cemaatin devlet içinde güçlenmesini saglamis çok önemli bir isimdir), Erdal Inönü'nün esi Sevinç Inönü (Sohtorik'lerden), DTP'nin basina geçirilen Mehmet Ali Bayar, Ismail Cem (dedelerinden biri hahamdir), Kemal Dervis, Sükrü Sina Gürel, Bülent Tanla, Sefa Sirmen, Hüsamettin Özkan'in dünürü Erdogan Alkin, Cem Uzan'in esi Alara Koçibey, Altan Öymen, eskilerden Haluk Bayülgen, Barlas Küntay, Hayrettin Erkmen, Ahmet Isvan yahudi asillidir. Ayrica komünizmin Türkiye'deki ilk öncüsü Mustafa Suphi, 80 öncesi komünist liderlerden Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran, günümüzden Ercan Karakas da sabetaycidir.Cemaatte 'kendinden menkul bir mesih bozuntusu' olarak görülen Ilgaz Zorlu bu çekişmede Kapancılar adına çalışmaktadır (Zorlu'nun tüm ifşaatlarına rağmen hala öldürülmemiş olmasının bir sebebi bu, diğeri de ölümünün kamuoyunun ilgisini tamamen sabetaycılık konusu üzerine yoğunlaştıracak olması tehlikesidir). Cem Boyner'in YDH'si ve Ismail Cem'in YTP'si basarisizliga ugramis birer sabetayci insiyatiftir.
DISISLERI: Disisleri cemaatin is dünyasiyla birlikte en güçlü oldugu alandir. Disisleri bakanlarimizin ve diplomatlarimizin önemli bir kismi yahudi asillidir. Ismail Cem, Sükrü Sina Gürel, Ilter Türkmen, Emre Gönensay, Coskun Kirca, Onur Öymen, Kaya Toperi, Zeki Kuneralp, Özden Sanberk, Yalim Eralp, Filiz Dinçmen yahudi asillidir. Bu diplomatlar emekliliklerinden sonra medya tarafından uzman ve kanaat önderi olarak sunulmaktadır.
DIGER BÜROKRASI: Yargitay Cumhuriyet Bassavcisi Sabih Kanadoglu, Merkez Bankasi eski baskani Gazi Erçel, simdiki Hazine Müstesari Faik Öztrak, Cumhurbaskanligi sekreteri Tacan Ildem yahudi asilli bürokratlardir. MİT müsteşarı olmanın şartı sabetaycı yada mason olmaktır. Kendisi de mason olan Şenkal Atasagun'un (babası bir generaldi) selefleri olan Ziya Selışık, Fuat Doğu ve Sönmez Köksal vs. masondurlar. Hiram Abas da masondur. 12 Eylül yönetimi tarafından kendisine MDP'nin kurdurulduğu orgeneral Turgut Sunalp 80 öncesinin kontrgerila örgütü Ergenekon'un başıdır ve aileden masondur.
SIVIL TOPLUM ÖRGÜTLERI: ÇYDD ve ÇEV tamamen sabetayci insiyatifle kurulmus sivil toplum örgütleridir. ADD (Atatürkçü Düsünce Dernegi) Atatürk'ün bir araç olarak kullanilmasi amaciyla cemaat tarafindan kurulmustur. Üç onur kurucusundan biri Kapancilar kolundan Münci Kapani'dir ki diger iki onur kurucusundan da en az birinin cemaatten oldugunu saniyorum, ayrica dernegin 1. numarali kurucusu kayitlarda Hifzi Veldet Velidedeoglu olarak geçer ki kendisi sabetaycıdır. Gazeteciler Cemiyetinin son iki baskani Nezih Demirkent ve Nail Güreli yahudi asillidir. TÜSIAD da yari yahudi-insiyatifli bir kurumdur. YASED baskani Faruk Yöneyman da sabetaycidir. Cemaatin en güçlü ve kamuoyunu yönlendirmede en çok umut baglanan sivil toplum örgütü TESEV'dir ki 16 yönetim kurulu üyesinden benim tanidigim su isimler yahudi asillidir: Özden Sanberk, Yilmaz Argüden, Can Paker, Üstün Ergüder, Ilter Turan, Ilter Türkmen, Ersin Kalaycioglu. Ayrica yahudi olan Ishak Alaton da (Ishak bey'in digerlerinin aksine nüfus kagidinda da musevi yazar, yani sabetayci degildir) bu vakfin yönetim kurulu üyelerinden biridir. Bu tür sivil toplum örgütleri kurulurken, yönetime adam seçerken ne olur ne olmaz diyerek kadronun tamamen sabetayci olmamasina özen gösterilir. Diger üyeler mason localarinin sabetayci olmayan üyelerinden, aparat diyebilecegimiz baglasiklardan ve sempatik isimlerden seçilir. Ahmet Salih İlkorur gibi Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Büyük Locasi'nin merhum büyük üstadi Sahir Talat Akev de sabetayciydi (yerine geçen Demir Savasçin kendisi gibi sabetayci olan Can Atakli'nin kayinbiraderidir). Mimar Sinan Locasi'nin eski üstadi muhteremi Resat Atabek, yine üstadi azamlardan Cumhur Ferman da sabetaycilardandir. Masonluk bugün cemaatin organize olmasinda çok önemli bir islev görürken sivil toplum örgütlerimiz de medyayla birlikte kamuoyunun istenildigi yönde olusturulmasina hizmet etmektedir.
BASIN: Cumhuriyetin kurulusundan beri Türkiye'de basin sabetayci güdümlü olmustur. Ahmet Emin Yalman, Sedat Simavi, Haldun Simavi, Abdi Ipekçi, Zekeriya Sertel yahudi asillidir. Sabah ve ATV'nin sahibi Dinç Bilgin yahudi asillidir. Bu grubun hemen bütün önemli isimleri yahudi asillidir; Güngör Mengi, Ruhat Mengi, merhum Gülçin Telci, Murat Birsel, Okay Gönensin, Levent Tüzemen, Ilker Sarier, Sedat Sertoglu, Ercan Arikli vs. NTV'nin sahibi Ferit Sahenk (Dogus grubu) yahudi asillidir (NTV bugün cemaatin Can Paker ve TESEV güdümlü programlarla kamuoyunu yönlendirdigi en önemli TV'dur). Dünya gazetesinin kurucusu Nezih Demirkent ve genel yayin yönetmeni Osman Arolat sabetaycidir. Milliyet, Hürriyet, Radikal, Posta, Kanal D ve CNNTürk'ün sahibi Dogan grubu ve Aksam, Show TV ve Cumhuriyet'in % 40 hisse sahibi Çukurova gruplari da Isdünyasi bölümünde anlattigim gibi cemaat baglasigidir. Vatan gazetesi eski Sabah çalisanlari tarafindan çikarilmaktadir, sabetaycıdırlar. Medyamizin önemli simalari olan Nuri Çolakoglu, Güneri Civaoglu, Mehmet Ali Birand, Can Atakli, Ali Sirmen, Gülgün Feyman, Umur Talu, Aziz Üstel, Nazli Ilicak, Cengiz Çandar, Ilnur Çevik yahudi asillidir. Mehmet Barlas da esi Canan Barlas (Can Paker'in kardesi) dolayisiyla cemaatle akraba ve kraldan fazla kralcidir. Murat Belge sabetaycı Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yeğenidir. İletişim yayınlarını kurarken arkasındaki finansör sabetaycı Osman Kavala'ydı. Hep basındaki sabetaycı yazarlardan bahsedilir ama Zeynep Göğüş ve Mehmet Altan gibi eşleri sabetaycı olan yazarlar unutuluyor. Gazeteler ve televizyonlarda toplumu yönlendirmek için kanaat önderi olarak sunulan kimseler arasında sabetaycılar ağırlıktadır ve is dünyasinin genelinde oldugu gibi sabetayci birilerini çalistirmak bir medya kurumunun basarisi için olmazsa olmaz bir parametredir.
IS DÜNYASI: Koç Grubu ve Çukurova Gubunun üzerinde hem büyüklükleri hem de yapilarinin ilginçligi sebebiyle özellikle duracagim. Akkök grubunun sahibi Dinçkök'ler, Sahenk'ler (Dogus grubunun sahibi olan bu ailenin Ayhan Sahenk vakfi'nin logosu Davud yildizinin stilize edilmis halidir), Eczacibasi'lar, Koçman'lar, Cem Boyner, Tekfen'in sahiplerinden Feyyaz Berker, Feyyaz Tokar, Bezmen'ler, Edin'ler, Özgörkey'ler, Atabek'ler, Dedeman'lar, Merzeci'ler, Kurttepeli'ler, Sahap Kocatopçu, Ömer Çavusoglu, Ahmet Kozanoglu, Ali Üstay, Arman Kirimli, Alp Yalman, Faruk Süren, Nur Akgerman, Mehmet Üstünkaya, YKM'nin sahibi Tan ailesi, Feyyaz Tokar, Ibrahim Betil, Akin Öngör, Kahraman Sadikoglu, Henkel'in yönetim kurulu baskani Can Paker, Siemens'in yönetim kurulu baskani Zafer Incecik, STFA'nin kurucularinin manevi oglu Eser Tümen (CNNTürk'te çalisan kizi Esra Tümen Raif Dinçkök'le evlenmek üzere) ve torunlari Taskent'ler yahudi asillidir. Isdünyasinin önemli aileleri içinde güçlenmek, baglasik olusturmak ve güvenlik sübabi kabilinden çocuklarini sabetayci ailelerin çocuklariyla evlendirmek, sabetayci ve mason profesyoneller çalistirmak (uluslararasi sirketlerde dahi masonluk ve sabetaycilik yükselmede etkilidir) çok önemlidir; Koç'u büyüten isadamligindan çok yahudiler ve sabetaycılarla baglasık kurmus olmasıdır. Cemaat mensuplari her kurumda oldugu gibi isdünyasında da birbirlerini tutar, birbirlerine is verir, birbirlerinden alisveris eder (otomobil bayisinden insan kaynakları danısmanina kadar), cemaat arasindan çikan yetenekli gençlere çesitli imkanlar sunar, mutlaka bir yerlere getirir, örnegin Can Paker'i Henkel'in basina geçiren Alber Bilen'dir, Ugur Bayar'ın Özellestirme Idaresinin basina geçirilmesi, Ismail Cem'in 80 öncesi TRT genel müdürlügüne atanmasi bu türden nepotizm, kayirma ve kadrolasmalarin siyasetteki izdüsümlerine örnektir. Talat Halman'in Erendiz Atasü'yü itelemesi dahi bu tür bir pazarlama örnegidir. Bir ilginç not: bugün Türkiye'nin neredeyse bütün büyük müteaahhit sirketlerinin sahipleri yahudi asillidir yada akrabaliklari vardir. Sadece bir kaç örnek: Alarko'nun sahiplerinin yahudi oldugunu herkes biliyor. Tekfen (Feyyaz Berker), Enka (Sarik bey yahudi asilli degil bildigim kadariyla ama Sisli Terakki mezunudur ve kizi Zeynep Keyman bir sabetayciyla evlidir), STFA (Eser Tümen ve torun Taskent'ler sabetaycidir ki bunlardan Nur Taskent yakin zamana kadar sabetayci Dedeman'lardan Özlem Önal'la evliydi).
Gazetelerde çikan ve Hazine yada BDDK tarafindan dogrulanan Isviçre bankalarinda Türklere ait 65 milyar dolar oldugu haberini size biraz açayim: isin içinde oldugum için biliyorum ki bu paralarin büyük kismi cemaatimiz mensuplarinindir. Bu topraklarda yapilan ticaretle ele geçen paranin çesitli yollarla bu topragin disina kaçirmanin güdüsü de güven yada ekonomik istikrarsizliga tepkiden öte 'Türkiye'li degil Türkiye'de yasayan bir sabetayist' hissetmekten ileri geliyor. Ekonomi istedigi kadar iyiye gitsin, o servet buraya gelmez.
KOÇ Grubu: Vehbi Koç müslüman Türk'tür. Peki acaba sirketlerinin üst düzey yöneticilerinin çogunluk yahudi asilli olmasinin (örnegin şimdiki Koç Holding'in CEO'su Bülent Özaydınlı -orgeral İrfan Özaydınlı'nın oğludur-, Mehmet Ali Berkman, Tugrul Kutadgobilik, Arçelik'in genel müdürü Nedim Esgin, Hasan Bengü , Mehmet Ali Neyzi, Mehmet Barmanbek yahudi asillidir, Tofas'in eski CEO'su Jan Nahum ise Ishak Alaton gibi 'resmen' yahudidir. Sabetayci Orhan Pamuk'un babasi Gündüz Pamuk da Koç'ta çalismis ve Aygaz'in genel müdürlügünü yapmistır) tek sebebi yukarida anlattigim baglasik mantigi midir? Simdi Koç ailesinin yapisina bakalim. Bu örnegi sabetayci ailelerin akrabalik iliskilerine güzel bir örnek olmasindan dolayi biraz genis tutacagim. Bir baska güzel örnek için Ismail Cem'in iliskilerini anlatan kitabi okuyabilirsiniz. Vehbi Koç'un esi Sadberk hanim, Vehbi bey'in teyzesinin kizdir. Sadberk hanim'in baba tarafindan kuzeni Hürriyet'i kuran Sedat Simavi'dir. Sedat Simavi, Hürriyet'i kurarken bütün sermayeyi Koç'un ortagi Eli Burla saglamistir (Aydin'in Dogan'in Milliyet'i Ercüment Karacan'dan almasina aracilik eden de yine Koç olmustur). Sadberk hanim, Sadullah-Nadire Aktar çiftinin ikinci çocugudur. Birinci çocuklari Adile Hanim, Akfil'in kurucusu Ihsan Mermerci'yle evlenmistir. Ogul Rahmi Koç Çigdem Meserretçioglu'yla evlenmis, bu evlilikten Mustafa, Ömer ve Ali Koç dogmustur. Çigdem Meserretçioglu yine Izmir'in eski çok zengin ailelerinden sanayici ve armatör Avni Meserretçioglu ile esi Suat hanim'in kizidir. Çigdem hanim, Rahmi Koç'tan sonra Erol Simavi'nin oglu Günaydin'in sahibi Haldun Simavi'yle evlendi. Mustafa Koç, Izmir'in ünlü zenginlerinden Izmir Yün Mensucat'in sahibi olan Giraud'larin kizi Caroline ile evlidir. Suat hanim ünlü armatör Kemal Sadikoglu'nun kizkardesidir. Armatör Sadikogullari'nin kizlarindan Varlik hanim, Alp Yalman'la, Berna hanim Bilderbergli Feyyaz Tokar'la, Rabia hanim Çapamarka'nin sahibi Vecdi Çapa'yla, Esin hanim ise Milliyet Gazetesi yazarlarindan Yilmaz Çetiner'le evlenmistir. Meserretçioglu çiftinin Çigdem Hanim'in disindaki diger iki çocugundan biri olan Güldem hanim da, Ipragaz'in sahibi Yücel Kurttepeli'yle evlidir (Koc.net sirketi Ali Koç'un Emre Kurttepeli'nin kurdugu Forsnet'i satinalmasiyla kurulmustur, Kurttepeli daha sonra Mynet'i kurdu).
Dolayisiyla Koç ailesinin bugünkü üçüncü neslinde hem anne hem baba tarafindan yahudi kani vardir. Bir yanlis anlamaya sebep olmamak için Rahmi beyin cuma namazlarina giden bir müslüman oldugunu söylemeliyim; bunun takiyye olmadigini düsünüyorum. Ogullari da yahudi inancinda olmayabilirler ancak kanbagindan ve aile geleneginden dolayi sabetayci etkisi ve baglasikligi hayatlarinda her zaman önemli bir parametredir. Koç tarafindan büyütülen Aydin Dogan da bu baglasik mantigini uygulayarak büyümüstür, en önemli tepe yöneticisi Imre Barmanbek de sabetaycidir.
ÇUKUROVA Grubu: Karamehmet ailesi müslüman Türk'tür. Ancak eger benim bildigim Eliyesil'lerle ayni aile ise esinin gelmekte oldugu aile yahudi asillidir. Agabey Samsa Karamehmet'in kizi Show TV'nin genel müdürü Zeynep Karamehmet de bir sabetayci olan Firat Gönenç'le evlidir. Çukurova Holding'in yönetim kurulunun aile disindaki üyeleri üç kisi haricinde sürekli degisir: Osman Berkmen, Sezer Birgili ve Sadi Gücüm. Bu üç kisi de sabetaycıdır.. Grubun çok sayidaki sabetayci profesyonelleri arasinda Nejat Yalim, Bülent Ergin ve Melih Araz'i da saymaliyim. Çukurova'nin Turkcell'deki ortaklari Murat Vargi ve Kavala ailesi de sabetaycidir. Turkcell'in eski genel müdürü Cüneyt Türktan, finans müdürü Tokay'lardan Ekrem Tokay ve Digiturk genel müdürü Ertan Özerdem de sabetaycidir. Çukurova'nin borçlarina karsilik (Isviçre'deki paralari borcunu ödemeye yeter de artar bile) devlete degerinin 25 katina kakalamaya çalistigi A-tel'deki ortagi ise (Sabah'in sahibi ve ortagi Çukurova gibi banka hortumcusu) sabetayci Bilgin ailesidir. Çukurova grubunda da Koç grubu gibi sabetayci etki çok güçlüdür. Bu grup 80 öncesinde altin kaçakçiligi, sonrasinda da yedek parça kaçakçiligi, lisanssiz Caterpillar parçasi üretimi (Mehmet Emin Karamehmet bu nedenlerle iki kez yurtdisina kaçmak zorunda kaldi), banka hortumlamak, yurtdisina para kaçirmak, Isviçre'deki sirketleri araciligiyla vergi vermemek (KDV'den bahsetmiyorum) -ki isdünyamiza bu Isviçre manevralarini sevdiren o oldu-gibi hukuksuz eylemleriyle isdünyamizin yolsuzluktaki öncüsüdür. Karamehmet son 15 yildir devletle islerini Günes Taner araciligiyla yürütürdü. Turkcell'in degerinin bu kadar artmasina sebep olan GSM ihalesinin iki yil geciktirilmesinin altinda Taner'in imzasi vardir. Bilin bakalim Günes Taner'in kimligi nedir? Bildiniz; sabetaycıdır.
CEMIYET HAYATI: Istanbul sosyetesinin motoru ve trend belirleyicisi sabetayci zenginlerdir: trendy yerler (Ayse Kapanci ve Ayla Sevand'in açtigi yerlerin her zaman tutulmasi), alisveris mekanlari (Akmerkez'in bu kadar popüler olmasi), antikacilik (Rafi Portakal ve Tuncay Artam'in elindedir), emlak geliştirme (Alkent, Edin'lerin Kemer Country'si) vs.. Cemaat, tutmasini istedigi isletme için mutlaka gerekli sirkülasyonu saglar ve çekim merkezi yapar. Cem Boyner'in banka sahibi olmamasına rağmen Advantage Card'ı tutundurmayı başarmasının sebebi budur.Bugün Alem dergisi'nin herhangi bir sayisini elinize alirsaniz içindeki isimlerden belki yarisinin sabetayci oldugunu görürsünüz. Bu dergiyi çikaran sabetay baglasigi Çukurova grubunun Show TV'de Ipek Tenolcay ve Cemil Ipekçi gibi sabetayci ünlülere yaptirdigi programlara yer vermesi, toplum ahlakina zarar veren Televole'yi yayinlamasi, 900'lü hatlari reklam etmesi (toplum ahlakini bozan 900'lü hatlari Türkiye'ye getiren sabetayci Oguz Özerden'dir ki Sabah'in sahibi Bilgin grubunun himayesinde olup bu isten kazandigi paralarla cemaatin Bilgi üniversitesini kurmustur),
Sanıyorum derin devlet yada derin irade denen seyin ne oldugunu, bazi kimselerin laiklik anlayisinin neden rasyonelin ötesine geçtigini, basörtüsü sorununun gerçek nedenini, Çevik Bir'in 28 Subat çikisini ve sonrasinda neden Sabah gazetesince cumhurbaskani adayi olarak lanse edildigini, genelkurmaydaki Hasan Tahsin Harekat Odasina neden bu adin kondugunu (Hasan Tahsin -Osman Nevres- bir sabetayciydi ve düsmana ilk kursunu onun attigi sabetayci basin tarafindan uydurulmustur ancak bunun gerçekdisiligi sonradan kanitlanmistir), eski disisleri bakani Coskun Kirca'nin açik islam karsitligi ve din egitimi hakkindaki çirkin söylemininin altinda yatanlari, Can Paker'in neden protestan bir islam talep ettigini, Mina Urgan'in kitabinda neden Necip Fazil ve Yahya Kemal'den asagilamayla sözettigini, özünde bir sabetayci hareket olan Yeni Türkiye Partisi'nin kurulus asamasinda Asaf Savas Akad ve Bülent Eczacibasi gibi insanlarin medyatik desteklerini, rektörlerin ve bazi askerlerin kökeni Atatürk'e baglilikmis gibi görünen anlasilmaz çikislarinin gerçek sebebini biraz olsun anladiniz; tek bir cevap: bu kisiler yahudi asillidir ve cemaatin elitlerinin (hayati kurumlardaki organizasyon gücünden mütesekkil) derin iradesi uyarinca Türkiye'yi tedricen dez-islamize etmek istemektedirler.
Cemaatimizin içinde ülkesini seven insanlar çogunluktadir, cemaatimiz Halide Edip, Haldun Dormen, Sertap Erener, Mustafa Denizli gibi degerli insanlar yetistirmistir, isadamlarimiz da bir çok insana istihdam sagliyorlar, vergi ödüyorlar. Bir grup muhteris elitist yüzünden cemaatimizin adi karalanamaz; S.B.T.A.I. olarak tepkimiz de bu grubadır.Kendimi bir müslüman Türk kadar Türk hissederim, dostlarimin arasinda çok sevdigim müslüman kardeslerim var, bugüne kadar da hiç birinden kimligimden ötürü en küçük bir incitici tavir görmedim. Isyanim cemaatimizin adini kötüye çikaran, Türkiye'yi sömüren muhteris elitistleredir. Türkiye yahudilerin huzurla yasadigi bir ülke olmustur; müslüman halkin 500 yillik hosgörüsüne ihanetle onu Orhan Pamuk'un sözlerinde ifadesini buldugu bir yahudi devleti haline getirmeye kalkmak ihanettir, seytanliktir.
BBG YARISMALARI: Bu programin yapimcisi olan Senkron TV'nin sahiplerinden sabetayci Levent Altınay 4 yil önce Telekulak skandalina bulasmıstı. Altinay bir çok ünlünün telefonunu dinletip para sizdirmis, ayrica Gökkafes projesine karsi çikan Oktay Ekinci ve Perihan Magden'in telefonlarini dinleterek Mustafa Süzer'e taseronluk yapmistir.
BBG yarismasi 'ayarlanmıs' bir yarısmadir. Düzenlenen 5 yarismanin galipleri Sabetaycilar ve Ermenilerdir. Bu programi sunan Öykü Serter, Doğa ve yarışmacı iken daha sonra program kadrosuna dahil edilen Kaan, Idil ve Cüneyt de sabetaycıdır.Buna benzeri bir "ayarlanmis" yarismanin sabetayci Keriman Halis'i dünya güzeli seçmek için yapildigi söylenir .
Programin ilk iki yarismasi bilindigi gibi sabetay baglasigi Karamehmet'lerin Show TV'sinde yapilmisti; bu grupla ilgili olarak önceki yazimda bilgi vermistim. Son üç yarismanin yapildigi Star TV'nin sahibi Cem Uzan'in ilk esi sabetayci Feyyaz Berker'in, ikinci esi sabetayci Renç Koçibey'in kizidir; her ne kadar sevilmese de bir bagla*****r (sabetayci oldugunu söyleyen de var) ve telekulakçı ve sabetaycı Senkron TV ile isbirligi yapmistir. Sabetayci Can Atakli'nin Star'a alinmasinin sebebi de geçen yazimda belirttigim gibi masrik-i azam Demir Savasçin'la akrabaligidir. Ayarlanmislik derken Kral TV'nin müzik listelerinde bir zamanlar Yesim Salkim'in (Hakan Uzan'dan bosanmadan önce elbette) nedense haftalarca birinci oldugu zamanlari hatirlatirim.
ECZACIBASI AILESI: Eczacibasi ailesi 1924 mübadelesi öncesi yerlesik sabetaycilardandir. Nejat Eczacibasi'nin esi Beyhan Eczacibasi'nin babasi Ittihat ve Terakki'nin beyni ve 33. dereceye yükselmis bir mason olan Rahmi bey de sabetayciydi. Bülent Eczacibasi'nin esi Oya hanım ve kardesi Faruk Eczacibasi'nin esi Füsun hanım da sabetaycidir. Özal kardesler sabetayci degildir ama Turgut Özal'in esi Semra (Yeginmen) hanim sabetaycidir, Muharrem Berk'in yegenidir, kardesi Mehmet Yeginmen de sabetayci Kavala grubunun adami olmus ve savunma ihalelerinde yolsuzluklara bulasmistir. Mesut Yilmaz'in kendisi degil (akrabasi Mehmet Kutman'in sabetayci oldugunu geçen yazimda belirtmistim) ama esi Berna (Müren) hanim cemaat çevrelerinde sayilan Semra Özal'in Anap'in muhafazakar kanadina hasmane tavir almasinin ve 1991'deki Anap genel baskanlik yarisinda Akbulut'a karsi siddetle Mesut Yilmaz'i destekleyip esini Yilmaz'a üstü örtülü destek vermeye zorlamasinin sebebi iste bu sabetaycilik bagidir.
ANADOLU YERLESTIRIMLERI: 1924 mübadelesinde ülkeye gelen 1,5 milyon dolayinda insanin 20,000'i sabetaycidir ve bu insanlar diger mübadiller gibi Anadolu'nun çesitli yerlerine yerlestirilmistir. Bu yerlesimleri ve mübadele öncesi yerlesim yerlerini biliyoruz dolayisiyla Rahsan Ecevit'in "Sebinkarahisar'liyiz", Tansu Çiller'in "Muglaliyiz" Sahenklerin "Nigdeli'yiz", 1924 öncesi yerlesik bazi sabetaycilarin "biz 150 yildir Izmir'liyiz", "Selanik'li degil Kavala'liyiz" vs. sözlerine sadece gülüyoruz. Çikip açikça "sabetayci degiliz" diyebiliyorlar mi, dediler mi? Susuyorlar yada Çevik Bir'in "bir tarafim Selanik, diger tarafim Makedon" cevabi gibi kaypak bir cevapla bırakıyorlar.
NTV: NTV, cemaatin derin iradesinin en önemli kamuoyu yönlendirme araci olarak 'Türkiye'yi halka müslüman bir ülke olmaktan çok bir kültür mozaigi olarak benimsetme' stratejisini en yogun uygulayan televizyondur(Ferit Sahenk'in bu asirilik ve temkinsizligine yasasaydi babasi izin vermezdi; Ixir ve Tansas fiyaskolarina simdi bir de bunu ekleyecek). Buna bir örnek de sabetay baglasigi Karamehmet'lerin Yapi Kredi Kültür'ünden vereyim; isin basindaki Enis Batur ana tarafindan sabetaycidir ve yahudi Bilge Karasu'nun (II. Abdülhamid'e tahttan indirildigini teblig eden gruptaki Emmanuel Karasu'nun oglu) çömezidir. Bu kurumun birimlerine adini veren Kazim Taskent, Vedat Nedim Tör ve Sermet Çifter sabetaycidir.
MUSTAFA DENIZLI: Denizli'yi Altay'dan GS'a getiren kisi sabetayci Alp Yalman'dir. Denizli'nin her iki esi de sabetayciydi.Çok dindar bir sabetayci olan Denizli'nin kizlari göreceksiniz ya birer sabetayciyla, en kötüsü de baglasik ailelerden birileriyle evlenecektir.(Vestel'in sahibi Zorlu'lar sabetayci degildir.)
ÖZAL'IN PRENSLERI: 80'lerde "Özal'in prensleri" olarak lanse edilip önemli görevlere tepeden inme getirilen Amerika egitimli gençler Coskun Ulusoy , Bülent Semiler ve Engin Civan (esi Amerikali yahudidir, rüsvet alip isini görmedigi Selim Edes de kendisi gibi sabetaycidir) sabetaycidir.
MHP'YE DESTEK: Türkçülügü dezislamizasyonun bir araci olarak gören cemaatimiz bir yandan Tekin Alp (Moiz Kohen), Reha Oguz Türkkan gibi kisilerle isin teorisine etkide bulunmaya çalisirken isadamlarimiz ve baglasiklari (Has'lar, Dinçkök, Berker, Karamehmet, vs) araciligiyla da bir kalkan ve "böl-yönet" araci gördükleri MHP'yi finanse etmislerdir. (Tunca Toskay hariç MHP'nin tepe kadrosunun sabetaycilikla ilgisi yoktur, olmalari gerekmedigi gibi kendilerine yapilan bagislarin asil sebebini bilmeleri de gerekmiyordu).

Müslüman Türk halka buradan bir çagrım olacak. Bu sebekemsi yapı içinde sizin hiçkimsenin elinizden alamayacagi iki özgürlügünüz bulunuyor; kime oy vereceginiz ve paranizi nereye harcayacagınız; bunlari dogru kullanirsaniz ülkenizde bir seyleri degistirebilirsiniz...Superonline yerine ttnet kullanabilirsiniz, Henkel'in temizlik ürünlerini kullanmayabilir, Sabah almayabilir, Orhan Pamuk okumayabilir, Turkcell yerine Aycell kullanabilir, Garanti bankasi yerine baska bir bankayla çalisabilir, Migros, Tansaş, Akmerkez'den alisveris etmeyebilir, Henkel (Yayla, Persil, Tursil, Vernel), Eczacıbaşı (Vitra, Artema, İpana, Selpak, Solo) gruplarının tüketim ürünleri yerine muadillerini alarak paranızla sabetaycı sömürücüleri beslemeyi bırakabilirsiniz. Medyada okudugunuz ve seyrettiklerinizi yazan yada söyleyenin kim ve ne oldugunu düsünerek değerlendirebilir, yönlendirmelere karşı kendinizi koruyabilirsiniz. Kalite ve fiyat eşitleri arasında seçim yaparken tercih yaparak sabetaycı ve bağlaşık grupların ürünlerini almayınız.
Mehmet Emre Güreli : Sabetaycı Yapılanmaya Karşı Bilinç ve Tercihli Alışveriş İnsiyatifi Başkanı



Prof. Ilber Ortayli, Selanik sehrinin, cemaatin baslica yerlesme yeri oldugunu, Osmanli Imparatorlugu’nun son döneminde özellikle egitime önem verdiklerini belirtiyor.Sabatayci gençleri egitmeyi amaçlayan bu okullar, nihayet kurucularinin da ideoloji ve dünya görüsü degisikligi geçirmesine sebep oldu. Artik bütün Osmanlilari, bilhassa Müslüman Türk çocuklari egitmekten memnun oluyorlardi. Nitekim çocuk Mustafa Kemal (Atatürk) modern egitim veren böyle bir ilkokula giden Müslüman Türklerdendir. Kendisinin anlattıgına göre annesi geleneksel bir Kur’an okuluna, babası Ali Rıza Efendi ise Semsi Efendi’nin kurdugu bir okula gitmesini istemisti. Semsi Efendi Sabatay’cidir. Kapanî grubundan oldugu söyleniyor. Fakat Karakas grubu ile isbirligi yapiyor ve egitimle bu rakip iki dönme grubunun birligini saglamak istiyormus. (Ilber Ortayli, Alevi Kimligi, S.120).Sabataycilarin özellikle Mevlevi tarikati çatisialtinda örgütlenmeleri de dikkat çekici. Laiklik ve Ittihadçiligin öncüleri Sabatayci Selanik’li Sabataycilarin bilinen tek yayini olan Gonca-i Edep'dır. Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektasi tekkelerinde 19. yy’dan itibaren seyh, mürsid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar ulastiklarini görüyoruz. Sabatayci seyh ve müritler Sevi müslüman olduktan sonra baglilarina müslümanlarin görünürdeki adet ve geleneklerine riayet etmelerini ögütlemistir. Bu da onlarin kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çesitli tarikatlarin dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlara ragbet etmelerine yol açmis. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanik’teki özellikle Mevlevi ve Bektasi dergahlarinda yogunlastiklarini görüyoruz...Türk matbuatinin önemli simasi, Vatan gazetesi sahibi Ahmed Emin (Yalman) da Sabatayci idi .Ilgaz Zorlu, Sabatayci cemaatlerin Islam mutasavviflariyla iliskilerinin özellikle Istanbul, Izmir ve Selanik’te yogunlastigini belirtiyor. (Bkz. Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41) Istanbul’de Yenikapi Mevlevihanesi, Kasimpasa Mevlevihanesi, Aziz Mahmud Hüdai’nin Üsküdar’daki dergahi Sabataycilarin etkin oldugu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Şu anda Amerika’da yasayan müflis isadami Halil Bezmen’in dedesi Esad Efendi 1920’lerde Kasimpasa Mevlevihanesi’nin seyhidir. Ankara Bektasi Dergahi’nin su andaki Dedebaba’si yani seyhi de Sabatayci. Yine Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesi. Kardesi Engin Noyan da bir tv’de program yapimci ve sunucusu.Sabataycilar ve Masonlar Osmanli döneminde etkin konumdaki masonlarin arasinda Sabataycilarin önemli bir yekün tutmasi da dikkat çekmektedir. Osmanli topraklari içindeki ilk mason locasinin Selanik’te kurulmasi tesadüf olmasa gerek. Avrupa’daki gelismeleri yakindan takip etme imkanina sahip Sabataycilar bu alandaki gelismelere de öncülük etmisler.Günümüz mason localarinda da Sabatayci çok ünlü kisilerin varligi devam etmektedir. Su anda Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Büyük Locasi’nin Büyük Üstadi Sahir Talat Akev de Sabatayci. Mimar Sinan Locasi’nin eski üstadi muhteremi Resat Atabek, yine üstadi azamlardan Cumhur Ferman da Sabataycilardan. Resat Atabek’in Masonluk Üzerine adli kapsamli eseri Masonluk hakkinda önemli bilgiler ihtiva ediyor. Sabatayci ünlü gazeteci Ahmed Emin Yalman’in ve Cavid Bey’in ayni zamanda Mason da olduklarini Loca’nin disa açilirken açikladigi isimlerden ögreniyoruz.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #8
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
S A B E T A Y C I L A R

İspanyollar, topraklarından İslâmiyet’i silme çalışmalarına 1200’lü ilk yıllarda başladılar. 1492’ye gelindiğinde, çalışmalar hedefe ulaşmıştı. Sıra, Yahudiler’e – Musevîler’e gelmişti. Bilindiği gibi; Yahudilik ırk, Musevîlik ise dindir. Ancak Yahudi ırkı ile Musevî dini özdeşleşmiştir.

Birlikte anılırlar.

Yahudiler, 1490 ‘lı yıllara kadar İspanya’da altın çağlarını yaşadılar. Bu tarihlerde başlayan asimilâsyon, sindirme ve göçe zorlama amaçlı baskılar, dayanılmaz hâle gelmişti. Yahudiler, Osmanlı Devleti’nden gelen dâveti kabul ederek 1492 yılında İspanya’yı terk etmeye başladılar.


Göçmenler: İstanbul, İzmir ve Selânik’e yerleştirildiler. Huzur dolu, sâkin bir hayat yaşıyorlardı.


İzmir’de, Kadifekale semtinin fakir Musevî ailelerinden oluşan alt kesimlerinde, l6 Eylül l626 tarihinde bir erkek çocuk dünyaya geldi. Adını ‘Sabetay’ koydular. Aile soyadları ‘Sevi’ idi. Sabetay Sevi, din adamı olarak yetiştirildi. O, 39’uncu yaşının eşiğinde yoğun bir mistisizme saplandı. Toplumu kurtarabilecek ilâhi bir güce sahip olduğunu söylemeye başladı. 31 Mayıs 1665 tarihinde Mesih olduğunu ilân etti.


Yahudi inancına göre Mesih (kurtarıcı), kendilerine bu günkü İsrail topraklarında bağımsız bir devlet kuracak ve dünyanın dört bir yayına dağılmış olan Yahudiler’i bir araya toplayacaktır.


Sabetay Sevi, haham olarak sinagoglarda ateşli konuşmalar yapar. Taraftarlarının sayısı her gün artmaktadır. Avrupa’dan Yemen’e, Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında dalgalanmalar, kaynaşmalar olur. Heyecan kasırgası ile Yahudiliğin resmî tutumundan ayrı, yeni ve radikal bir akım doğar. Bu akım, Hıristiyanlar arasında etkileşimlere, Müslümanlar arasında ise sert ve ciddî tartışmalara yol açmıştır.


İnsanlar, Sabetay Sevi’ye tapmaya, sinagoglardaki konuşmalarından sonra taşkınlıklar yapmaya başladılar. Kimse, neler olabileceğini kestiremiyordu. Taraftarlar: “Efendimiz, Türk’ü tahtından indirecek ve dünyayı 18 krallığa bölecek.” Diyorlardı.


Sabetay Sevi, oluşmasına yol açtığı heyecan seline kapıldı. Taraftarlarıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin başşehri İstanbul’a doğru yürüyüşe geçti. Bu olay üzerine Sevi tutuklandı ve yargılandı. Sultan Dördüncü Mehmet, çok uzun süren yargılamayı perde arkasından takip etti. Yargılama sonunda Sabetay Sevi’nin önüne iki seçenek kondu: İddialarından vazgeçmezse öldürülecek, Müslümanlığı kabul ederse, hayatı bağışlanacaktır. Sevi: “Bu can bu bedende olduğu sürece Müslüman’ım.” Der, Aziz Mehmet Efendi adını alır. Taraftarlarının bazıları bu ihaneti kabullenmez ve intihar ederler. Çoğunluk ise Müslümanlığı kabul eder.


Mesih, yâni kurtarıcı, kendisini kurtarabilmek için dinini değiştirmiştir. Bir müddet sonra da taraftarları arısındaki intiharları durdurabilmek ve insanları kendisine çekebilmek için bir atraksiyon yapar: Cübbesinin içine bir kuş yerleştirerek topluluğunun huzuruna çıkar. Burada cübbesinin önünü açarak sakladığı kuşu uçurur. “Can bedenden çıktı.” Diyerek, eski dinine döndüğünü îma eder.

Sabetay Sevi ve yandaşlarına, dinlerinden döndükleri için, ‘dönme’ veya ‘avdeti’ denilir. Fakat onlar, İslâmiyet’i kabul ettiklerini söylemelerine, görünüşte Müslüman gibi hareket etmelerine rağmen, gerçekte Musevîliğe inanmaktadırlar. Bu durum, yetkililerin gözünden kaçmaz. 1676 yılında Arnavutluk’a sürgüne gönderilirler. Sabetay Sevi aynı yıl Arnavutluk’ta ölür.


Sabetay Sevi’nin hayattaki iddiaları kadar ölümü de fırtınalara yol açtı. Ona inananlar, Mesih olarak Müslüman olduğunu fakat Musevî olarak gökyüzüne uçtuğunu söyleyip, günün birinde tekrar dünyaya döneceğine ve bütün Yahudiler’i kurtaracağına inanırlar. Bu inançlarını korumak ve yaymak için teşkilâtlanırlar. Gizli, içine kapanık bir cemaat olarak Mesih’lerini beklemektedirler. Sabetaycılar, daha sonra Selânik’e yerleşirler. ‘Selânik Dönmesi’ isimlendirmesi böylece oluşur. Oradan da 1924 yılında topluca İstanbul’a gelirler.


TOPLUMUMUZDAKİ KONUMLARI


Sabetaycılar’ın; Mesih’lerini beklemeleri, çoğunluğu muhafazakâr olan insanlarımız için bir problem oluşturmuyor. Ancak kendilerini gizleyen Sabetaycılar’ın sıkıntıları var. Birincisi, kendi aralarında üç ana gruba ayrılmış durumdalar: 1- Yâkubiler, 2- Kapancılar, 3- Karakaşlar . Her grubun alt kolları var. Gruplar ve kollar arasında çetin bir mücadele yaşanıyor. Asıl mücadele ise, Sabetaycılar ile Musevîler arasındadır. Sabetaycılar, Müslüman gibi yaşamalarına rağmen Müslüman değiller. İbadetlerini sinagoglarda yapmak istiyorlar. Musevîler ise, Müslüman gibi yaşadıklarından ve Musevîliğin gerekli ritüellerini yerine getirmediklerinden onları Musevî saymıyorlar ve ibadethanelerine kabul etmiyorlar, birlikte dua etmeyi reddediyorlar. Aralarındaki bu çekişmelerin oluşturduğu huzursuzluk, toplumumuzu olumsuz olarak etkiliyor. Hele bir de Türk vatandaşı olmaları sebebiyle, İsrail hükümeti nezdinde haklarının aranıp verilmesini devletimizden istemiyorlar mı ?... Anlaşmazlıklar böylece milletlerarası boyutlara ulaştırılıyor. Yarın neler olabileceğini kestirmek mümkün değil.


Sabetaycılar gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde asimilâsyonist baskılar (!) altında bulunduklarını iddia ediyorlar. Fakat bu nasıl bir baskı ise, her iki dönemde paşalık, vezirlik, baş vezirlik, genel müdürlük, milletvekilliği ve bakanlık gibi devletin çok önemli makamlarına gelebiliyorlar. İş hayatında, sanat ve basın alanında bir numara olabilenler var.


Sabetaycılar’ın, insanlarımıza ters gelen davranışları şöylece sıralanabilir:

-Sabetay Sevi’ye tapanlar olmuş. Kendisine ‘Allah’lık izafe edilmiş. İtiraz etmemiş. Müslüman Türk halkının anlayışına göre bu sapkınlıktır.
-Devlete karşı ayaklanmış, yürüyüşe geçmiş. Bu hareket anarşi ve terördür.
-Sabetaycılar, “Salt mantık açısından bakıldığında, Sabetay Sevi öğretilerinin kavranamayacağını” söylüyorlar. Akla ve mantığa uygun olmayan bir felsefe ciddiye alınamaz.
-Sabetaycılar, 300 yıllık kültürlerini gizlice yaşamaktan şikâyetçiler. Türkiye’de, 4000 yıllık kültürlerini yaşamak ve yaşatmak isteyenler var. Onları fundamentalist ve çağ dışı olmakla suçluyorlar.
-İstekleri, Devletimiz tarafından karşılanmadığı için “Türkiye bu gün, Osmanlı Devleti’nin çok gerisindedir. Bu şartlar altında hiç kimse, Türkiye’ nin Avrupalı sayılmamasından gocunmamalıdır.” Diyorlar. Bu davranışlar, milletimize haksızlıktır.

AZINLIĞIN ÇOĞUNLUĞA DAYATMASI

Türkiye’deki akl-ı selim sahipleri, Sabetaycılar’a, ‘Ya sev, ya da git’ demiyor. Yukarıda bir kısmı özetlenen olumsuzluklara rağmen Sabetaycılar, kültürümüzün alt zenginliklerini oluşturan bir grup olarak saygın insanlar halinde aramızda yaşama hakkına sahipler. Kimse varlıklarından rahatsız olmaz. Saygınlığın devamını güçleştiren davranışlar, Sabetaycılar’dan geliyor.

-Milliyetçi ve muhafazakâr aydınlarımıza batıcı bir hayat tarzını dayatıyorlar. Millî ve manevî değerlere önem vermeyen kozmopolit insanlar olarak tanınıyorlar. Kendilerinin bu şekilde tanımlanmasından rahatsız olmadıklarını açıkça belirtiyorlar.
-“Elhamdülillah Müslüman’ım” Diyorlar. Fakat değiller. Bu durum, onlar için sadece bir dinî tercih olarak kalsa, kimsenin bir diyeceği olmaz. Olması gerekenin bu olduğunu söylemeleri insanı tedirgin ediyor.
-Sağ-sol, lâik-dindar, Alevî-Sünni ve Türk-Kürt sürtüşmelerinde gizliden gizliye kışkırtıcı roller üstlendikleri sezinleniyor.
-Kimlik bunalımı içerisinde olmaları sebebiyle yaşadıkları huzursuzluk, giderek topluma yayılıyor.


Sabetay Sevi, kendi cemaatine; “Benzet, fakat benzeme !” emrini vermişti. Onlar, bu emir gereği, kendilerini Müslüman’a benzetiyorlar. Türkiye’de Türk ve Müslüman olduklarını söylüyorlar. Milletlerarası platformlarda ise, Yahudi – Musevî olduklarını iddia ediyorlar. Bu iki yönlü söylem, Müslüman-Türk imajımızı zedeliyor.


Kendilerini samimiyetle ortaya koyanlar, hoşgörü ile karşılanabilir. Çifte kimliği benimseyenler de... Onlar değişmeseler de olur. Fakat içerisinde bulundukları toplumu değiştirmeye çalışmaları hoş karşılanmıyor.

Yine de onlar, çifte kimlikleri ve çifte standartları ile alt kültürümüze ayrı bir renk katıyorlar. Tatlı tonlarda olmasa bile...
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
17 Eylül 2006       Mesaj #9
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
clearpixel
ÜNLÜ SABATAY LİSTESİ.....

clearpixel






Türkiye’de Sabatay Sevi’nin târikatına bağlı yüzbinlerce insan yaşamaktadır. Bunlar tarihte ve günümüzde hâdiselerin gelişmesinde önemli rol oynayan çok tesirli bir güç teşkil ediyorlar. Gizli bir cemaat oldukları için kimliklerini ortaya çıkarmak oldukça zor olmakla beraber zamanla yapılmış bazı ifşaatlar, olaylar karşısındaki tutum ve davranışları, mevki ve ünvanlari ile kullandıkları tipik isimler bize bâzı ipuçları verebiliyor. Bu şekilde deşifre olan yüzlercesinin arasından, kamuoyunun tanıdığı sabatayist isimleri aşağıda sunuyoruz. Bu bir “kara liste” değildir. Onları kimliklerinden ötürü yargılıyor da değiliz. Antisemitizm yapmak gibi bir niyetimiz asla yoktur. Maksadımız sadece gerçeklerin gün ışığına çıkarılması ve insanların hakiki kimliklerini saklamadan rahatça yaşabilecekleri bir toplum oluşmasına katkı sağlamaktır. Bu listeyi uzatmak mümkündür, zaten ileride onu da yapacağız. Bu konuda araştırması olanların yardımlarını bekliyoruz.
clearpixelclearpixelA:hover {color: #FF0000; font-weight: bold}
clearpixelclearpixel
  • SİYÂSİLER
  • Rahşan Ecevit
  • İsmail Cem
  • Tansu Çiller
  • Şükrü Sina Gürel
  • Ercan Karakaş
  • Bülent Tanla
  • Coşkun Kırca
  • Kemal Derviş
  • Câvid Bey
  • Nuri Conker
  • Ahmet İsvan
  • Osman Kibar
  • Hayrettin Erkmen
  • Turan Güneş
  • Sebâti Ataman
  • Emre Gönensay
  • Naim Talû
  • Salih Bozok
  • Aka Gündüz
  • Turhan Kapanlı
  • Mithad Şükrü Bleda
  • Sümer Oral
  • Ali Topuz
  • Ekrem Alican
  • Cem Kozlu
  • Fatin Rüştü Zorlu
  • Sabiha Sertel
  • Ş. Hüsnü Değmer
  • Kıbrıslı Kâmil Paşa
  • Ahmed Vefik Paşa
  • Faik Nüzhet
  • Tayyibe Gülek
  • SİNEMA-TİYATRO
  • Haldun Dormen
  • Hulûsi Kentmen
  • Ayhan Işık
  • Kenan Işık
  • Aziz Rutkay
  • Doğa Rutkay
  • Aziz Basmacı
  • Yıldız Kenter
  • Müşfik Kenter
  • Leyla Gencer
  • Halûk Bilginer
  • TELEVİZYON
  • Ali Kırca
  • Reha Muhtar
  • Ali Baransel
  • M. Ali Birand
  • Murat Birsel
  • Deniz Arman
  • BÜROKRASİ
  • Gazi Erçel
  • Metin Yalman
  • Osman Olcay
  • Osman Kulin
  • Sadun Terem
  • Kaya Toperi
  • Gaazi Yaşargil
  • S. Kâni İrtem
  • Onur Öymen
  • Özdem Sanberk
  • Hüseyin Poroy
clearpixelclearpixelclearpixelclearpixelclearpixelclearpixelclearpixelclearpixelclearpixel
  • GAZETECİLER
  • Güneri Civaoğlu
  • Cüneyt Arcayürek
  • Ahmed Emin Yalman
  • Nazlı Ilıcak
  • Cengiz Çandar
  • Canan Barlas
  • Altan Öymen
  • Örsan Öymen
  • Abdi İpekçi
  • Nail Güreli
  • Güngör Mengi
  • Yusuf Ziya Ortaç
  • Ali Sirmen
  • Aydin Emeç
  • Çetin Emeç
  • Ülkü Arman
  • Sedat Simâvî
  • Erol Simâvî
  • Ali Nâci Karacan
  • Nadir Nâdi Abalıoğlu
  • Yunus Nâdi Abalıoğlu
  • Ali Gevgilli
  • Ruhat Mengi
  • Leyla Umar
  • İlker Sarıer
  • Hasan Tahsin
  • Murat Birsel
  • Fazlı Necib
  • Necmi Tanyolaç
  • EĞLENCE
  • Sezen Aksu
  • Nilüfer
  • Burak Kut
  • Neco
  • Sibel Egemen
  • Ciğdem Talu
  • Egemen Bostancı
  • Murat Arkan
  • Perran Kutman
  • Harika Avcı
  • Ozan Orhon
  • Işıl Özışık
  • SERBEST MESLEK
  • Atilla Dorsay
  • Cemil İpekçi
  • Uğur Civelek
  • Yıldırım Mayruk
  • Muvaffak Benderli
  • KARİKATÜRİSTLER
  • Cemal Nadir Güler
  • Semih Poroy
  • Ali Ulvi Ersoy
  • Altan Erbulak
  • Semih Balcıoğlu
  • Tekin Aral
  • Oğuz Aral
  • Bedri Koraman
Bu listeye isim ilave etmek isterseniz bize yaziniz.
clearpixelclearpixelclearpixelclearpixel
  • SANAYİCİ - İŞADAMI
  • Nejat Eczacıbaşı
  • Bülent Eczacıbaşı
  • Feyyaz Berker
  • Feyyaz Tokar
  • Cem Boyner
  • Ali Koçman
  • Dinç Bilgin
  • Can Paker
  • Ömer Çavuşoğlu
  • Halil Bezmen
  • Dilber Ailesi
  • Rona Yırcalı
  • Selahattin Göktuğ
  • Fuad Sâdıkoğlu
  • Ferdi Vardarman
  • Öner Akgerman
  • M. Cemil Merzeci
  • Ziya Taşkent
  • Cem Uzan
  • Ali Koç
  • YAZARLAR
  • Hâlide Edip Adıvar
  • Orhan Pamuk
  • Yaşar Kemal
  • Muazzez Berkand
  • Nâzım Hikmet Ran
  • Azra Erhat
  • Vedat Nedim Tör
  • Yaşar Nâbi Nayır
  • Celal Sâhir Erozan
  • Emil Galip Sandalcı
  • Ali Cânip Yöntem
  • A. Hamid Tarhan
  • Şinasî
  • ÜNIVERSİTE
  • Kemal Gürüz
  • Kemal Alemdaroğlu
  • Nermin Abadan-Unat
  • Sulhi Dönmezer
  • Talât Halman
  • Gündüz Gedikoğlu
  • Eser Karakaş
  • H.Veldet Velidedeoğlu
  • Sıddık Sâmi Onar
  • İlhan Arsel
  • Sâhir Erman
  • Bülent Tanör
  • Nur Serter
  • Tunç Erem
  • ASKERLER
  • Çevik Bir
  • Ali Fuad Cebesoy
  • Am. Sait Halman
  • Tuğg. Halit Göktuğ
  • Yarb. Selim Soley
  • Tümg. Ömer Z. Dorman
  • Kur.Alb. Osman Köksal
  • Tümg. Sırrı Öktem
  • Gen. Cahid Tokgöz
  • Gen. Zeki Soydemir
  • Güven Erkaya
  • Refik Tulga
  • İsmail Toker
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
20 Eylül 2006       Mesaj #10
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Araştırma: Gizemli ve çok etkin bir cemaat: SABATAİZM (Dönmelik)saskinlikNerede ve nasıl doğdu? Laiklik ve batılılaşmadaki rolleri ne? Sabatay Sevi'nin 18 emri neler?

Mum söndü bayramı... Hangi dini gruplara sızdılar? Mezarlıkları nerede?

İnternette sabataycılık... Forward'ın çok ilginç iddiası!

Türkiye'de hasır altı edilen fakat dünyada derinlemesine incelenen sırlarla dolu bir grup!

Onları tanımadan yakın tarihimizi ve günümüzü doğru yorumlamamız imkansız!

Sinem Karaağaç'ın kaleminden okuduğunuza kesinlikle değecek bir araştırma...

Sabatay Sevi, Mesihliğini ilan ettikten sonra dünyadaki tüm Yahudiler arasında büyük bir yankı uyandırmış ve Yahudi din adamları yoğun tepki göstermişlerdi. Osmanlı yönetimi baş gösteren kargaşayı gidermek için Sabatay Sevi'nin önüne iki tercih koydu; ya hayatı ya da Müslüman olup kurtulması.
Sevi, Müslüman olmayı kabul ettiğini açıkladı ve Mehmet Efendi ismini alarak Sarayda bir süre maaşlı memur olarak çalışmaya başladı. Bu dönem ve daha sonra taraftarları ile birlikte Selanik ve diğer birtakım şehirlerdeki ikameti boyunca zahiren Müslüman görünmekle birlikte, gizlice kendi yorumuyla Yahudilikten evirme yeni bir inanç sistemini dar bir taraftar topluluğu arasında yaydı.
Sabataycılar ya da dönmeler olarak bilinen ve bu Yahudi mesihine inananlar tarafından günümüze kadar sürdürülen inançlar manzumesi; adet, gelenek ve göreneklerinin neler olduğunu bu bölümde ele alacağız. Ancak, Sabataycılar tamamen kapalı ve gizli bir topluluk olduğundan tüm yönleriyle ortaya koymak epey zor. Birçok konu ve özellik gizli kalmaya, esrarını sürdürmeye devam edecektir.
OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE SABATAYCILAR
Yahudi haham Sabatay Sevi'nin 1648 yılında Mesihligini ilan ettikten sonra Yahudiler arasında büyük çalkantılar meydana geldi. Çünkü, İspanya’dan sürülme ve doğu Avrupa'da yaşadıkları sıkıntılar üzerine baş gösteren bunalımlar bu dini topluluk arasında bir Mesih beklentisi yaygın bir hal almıştı. Fakat Sevi'nin 1666'da Müslüman olması üzerine, Yahudilerde bir rahatlama görülmesiyle birlikte, Sevi'nin bu yeni durumunu tevil ederek bağlılıklarını sürdürenler de oldu. Bunların başında Gazze'li meşhur haham Nathan gelmektedir. Nathan, yeni din yorumu ve Sabatay'ın fikirlerinin kabul görmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Sabatay Sevi'nin Müslüman olmasından sonra eski inançlarını ve Mesihlik iddialarını bırakmadığı, gizlice kendisine bağlı dini bir cemaat oluşturma yoluna gittiği birçok kaynakta belirtiliyor. Ancak Osmanlı yönetimi onları “ ihtida etmiş, hidayete ulaşmış” yani Müslüman kabul ettiği için tarih belgelerinde haklarında pek bilgi yer almıyor. Sabatay Sevi'nin görünürde Müslüman olduktan sonra, Yahudi mistizminin kaynağı Kabbala'yı kendi yorumladığı biçimiyle bir nevi yeni bir mezhebi inşa ettiği günümüzde yaşayan Sabataylılar tarafından da belirtilmektedir. Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında bir olayı anlatıyor:
Sabatay Sevi'nin (Mehmet Efendi adi ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmini toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşaya haber verdiler. Sadrazam kendini çağırtarak
- Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? diye tembih ettiği zaman Sabatay ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan kurnazlığı ile
- Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam’a celp ve davet etmeğe uğraşıyorum, yolunda cevaplar verdi ve bu sözlerle bir müddet takipten kurtuldu.
Sadrazamın adamları onu bir gün Boğaziçi'nde Kuruçeşme'de müritleriyle birlikte İbrani bir dua okurken buldular. Bu hadise üzerine İzmirli Mesih kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmağa devam ettikleri görüldü. İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızdı ve onun adamları ile birlikte Arnavutluk'taki Berat kasabasına sürülmesini emretti. Sabatay Sevi, orada asıl adı Yoheved olan Selanikli bir Musevi kadın ile evlenmiştir ki Sabataylığı kabul eden bu kadına da Ayşe Hanım adı verilmiştir. Kayınbiraderi Josef Kerido da Abdullah Yakup ismini almıştır.
Prof. İlber Ortaylı, Selanik şehrinin, cemaatin baslıca yerleşme yeri olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde özellikle eğitime önem verdiklerini belirtiyor. Osmanlı arşivlerinde ve tarih kaynaklarında pek bir bilgiye rastlanmadığını belirten Ortaylı, Osmanlı’nın son döneminde modernleşmenin önemli taşıyıcılarının Sabataycıların arasında çıktığını belirtiyor. 19.yüzyılda Selanik'te bu cemaatin iktisadi ve kültürel bakımdan bütün diğer topluluklardan üstün oldukları anlaşılıyor. Nitekim Mayıs 1901'de Selanik'e vali olan Mehmet Tevfik Bey, hatıralarında, Fevziye Mekteplerinin (mektepleri bu cemaatin kurduğunu zikretmiyor ve belki bilmiyor) diğer mekteplerin fevkinde olduğunu ve iyi memur yetiştirdiğini belirtmektedir. Bu okullar hakkında önemli bir noktayı belirtelim; Selanik sosyal hayati içinde, bu okullar geniş kabul gördüler.
Sabataycı gençleri eğitmeyi amaçlayan bu okullar, nihayet kurucularının da ideoloji ve dünya görüsü değişikliği geçirmesine sebep oldu. Artık bütün Osmanlıları, bilhassa Müslüman Türk çocukları eğitmekten memnun oluyorlardı. Nitekim çocuk Mustafa Kemal (Atatürk) modern eğitim veren böyle bir ilkokula giden Müslüman Türklerdendir. Kendisinin anlattığına göre annesi geleneksel bir Kur'an okuluna, babası ise Semsi Efendi'nin kurduğu bir okula gitmesini istemişti. Semsi Efendi Sabatay'cıdır. Kapanî grubundan olduğu söyleniyor. Fakat Karakas grubu ile işbirliği yapıyor ve eğitimle bu rakip iki dönme grubunun birliğini sağlamak istiyormuş. (İlber Ortaylı, Alevi Kimliği, S.120)
Sabataycıların özellikle Mevlevi tarikatı çatısı altında örgütlenmeleri de dikkat çekici. Esin Eden ve Nicholas Stavroulakis tarafından yazılan ve su anda Türkiye'de de piyasada satılmakta olan Salonika, A Family Cookbook Selanikli Bir Ailenin Yemek Kitabı' isimli eserde Sabataycı ailelerin Mevlevi tarikatını benimsedikleri belirtiliyor ve kendi aile fertleri hakkında da bilgi veriliyor. (Sayfa 15-49)
Selanikli Sabataycıların bilinen tek yayını olan Gonca-i Edep'te Mevlevilikten övgüyle bahsedildiğini belirten Ortaylı, dergide eğitim konusuna özel bir ilgi gösterildiğini vurguluyor:
SABATAYCILAR VE LAİKLİK
Sabataycıların, batılılaşma ve eğitim yoluyla, durumlarını düzeltme ve özgürleşme konusunda Musevilerin önüne geçtiği açıkça görülüyor; bir anlamda Batı Avrupa'da Musevilerin kendi cemiyetlerine yaptıkları kültürel katkıyı, Türk cemiyetinde Sabataycılar yaptılar. Nitekim bir müddet sonra kurularak Fevziye ve Terakki gibi gerçek anlamdaki gymnasium'lar laik eğitime önem vermiştir. Onların bugünkü devamı olan Işık Lisesi de (İstanbul) kanuni zorunluluk olan din derslerini laik bir retorik ile sürdürmektedir. (...)
Selanik Sabataycıları İstanbul’a göç ettiklerinde benzer mektepler kurdular ve laik-ulusalcı bir Türk eğitim sisteminde öncü oldular. Kendisi de Sabataycı bir aileye mensup Ilgaz Zorlu da, Evet, Ben Selanikliyim isimli kitabında bu okulların İttihat ve Terakki Hareketi'nin ortaya çıkmasında önemli rol aldığını ve İttihatçıların bir çoğunun bu okullarda yetiştiğini belirtiyor. (S.115)
Osmanlının son döneminde Sabataycıların devlet bürokrasisinde etkin konuma geldiklerini görüyoruz. Yabancı dil bilmelerinden de kaynaklanan artı yeteneklerle diş ticaret ve hariciyede kilit noktalara kadar yükselen Sabataycıların bu alanlardaki etkinliği günümüzde de sürmektedir. Bu arada dönme denen Sabataycılar laik bir ulusalcılığı benimseyen grup olarak Jön Türk hareketi ve İttihat Terakki içinde de yer almışlardır. Nitekim imparatorluğun ünlü Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey -ki aynı zamanda kuvvetli bir iktisatçı idi- Sabataycıdır. Diğer bir maliye nazırı olan Nüzhet Faik, dahiliye nazırlarından Mustafa Arif, maarif müsteşarı ve hukuk profesörü Muslihiddin Adil, Sabataycı kökenliydiler. Türk matbuatının önemli siması, Vatan gazetesi sahibi Ahmet Emin (Yalman) da Sabataycı idi ve bu konuda ilk tefrika 1924 Ocak ayında onun gazetesinde yayımlandı. Orduda, matbuatta ve İttihat ve Terakki çevrelerinde Sabataycılar vardı. (İlber Ortaylı, Alevi Kimliği, S.123) Gelecek bölümde varlıkları günümüze kadar uzanan Sabataycı fırkalar ve Cumhuriyet döneminde etkin olan Sabataycıları ele alacağız.
Dönmelerin inanç ve ritüelleri Sabataycılığın temel dini inanç kaideleri, Yahudiliğin mistik ekollerinden Kabbalistik metodun Levi yorumundan oluşmaktadır. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli tutulduğundan bilimsel araştırmalara kaynaklık edebilecek bilgileri elde etmek imkansız gibi. Sabataycı din adamlarının açıklamaları bu konuda yapacakları açıklamalar toplumun aydınlanmasına yardımcı olabilir ancak. Ilgaz Zorlu, Kabbala'nın esaslarını anlattığı kitabında, Yahudiliğin mistik yorumlarını özetledikten sonra şunları belirtiyor: Genellikle iddia edildiği üzere Sabataycı hareket Yahudiliğe karsı ve ondan kopuk bir yapıda da değildir, sadece mistik Yahudiliğin vazgeçilmez yapısı onu ister istemez farklı kılmıştır. Günlük dua ve ritüellerde Yahudiliğin temel prensipleri korunmakla birlikte, özellikle gece yarısı sonraki zaman aralığında bunlar daha da arttırılmıştır. (Zorlu, Ben Selanikliyim, S.112)
SABATAY SEVİ'NİN ON SEKİZ EMRİ
Sabatay Sevi'nin taraftarlarına inanç esasları olarak 18 maddelik bir nizamname bıraktığı çeşitli kitaplarda yer almaktadır. İbrahim Alaettin Gövsa'nin Sabatay Sevi isimli eserinde Avram Galante'nin İbranice'den Fransızca’ya tercüme ettiğini belirttiği bu ilkelerden bazılarını özetleyerek buraya alıyoruz:
İste Efendimiz, kralımız ve Mesihimiz Sabatay Sevi'nin on sekiz emri bunlardır.
Şerefi müzdad olsun!
Halikın birliğine dair iman muhafaza olunsun.
Mesih’in hakiki Mesih olduğuna, ondan başka halaskar (kurtarıcı) bulunmadığına, efendimiz, kralımız, Sabatay Sevi'nin Davut neslinden geldiğine iman edilsin.
Ne Tanrının, ne de Mesih'inin adına yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tanrının adı da onda mündemiçtir.
Mesih'in sırrını anlatmak için içtimadan içtimaya gidilsin.
Davut’un Mezamiri her gün gizli olarak okunsun.
Türklerin adetlerine, onların gözlerini örtmek maksadı ile, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmesin.
Onlarla (yani Müslümanlarla) nikah akdedilmemesi lazımdır. (Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, S.59-61)
SABATAYCILARIN BAYRAMLARI
Gövsa bunun dışında Sabataycıların bayramları da olduğunu belirtiyor. Bunlar yılın çeşitli günlerinde ve her biri ayrı bir anlam taşıyan 16 tanedir.
Bunların içinde en ilginci ise Mart 22'de yani baharın birinci gününde kutlanan Kuzu Bayramı, Dört Gönül Bayramı veya diğer bir deyişle Mum Söndü diye bilinen gizli bayram. Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi mensuplarından Karakaszade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne şu izahatı vermişti: Kuzu bayramı 22 Adar'da (Mart) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak sartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslar ile süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar. Ona (Dört Gönül Bayramı) adı verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
Sabataycıların kendilerine has 16 bayram ve ritüelden ayrı olarak diğer Musevi'lerle müşterek birtakım bayram ve yortular da söz konusu. Bunlar, Yusuf Bayramı, Meyve bayramı, Fecir bayramı gibi isimlerle anılır. Ayrıca Sabataycı her grubun da kendi içinde geliştirmiş olduğu bayramlar da var. Bunlardan Osman Ağa bayramı en önemlilerindendir. Karakaşlar grubunun kurucusu Osman Ağa, (daha sonra soyadı kanunu çıkınca bu aile fertleri Ogan soyadını almışlardır) için bu ritüel düzenlenir.
Shema İsrael, Adonai Elohenou, Adonai Ehad Duy ey İsrail! Adona tanrımızdır ve tanrı birdir (Yahudi-Sabataycı şahadet kelimesi.) İzmir'li Yahudi hahamı Sabatay Sevi'nin görünürde din değiştirerek Müslüman olduğunu ilan etmesinden sonra kendi öğretileri doğrultusunda bir cemaat oluşturması görünürde Müslüman ama inanç ve yaşam boyutlarında Yahudi olan yeni bir topluluk ortaya çıkarmış oldu.
Yazımızın geçen bölümlerinde Sevi'nin hayatı, inanç temelleri ve ölümünden sonra cemaatinin geçirmiş olduğu evreleri özetlemiştik. Benzet-benzeme ilkesi gereği kendilerini hep gizlemiş olan bu dini cemaat mensuplarının, Osmanlı dönemindeki etkinlikleri diğer bir husus. Özellikle Osmanlı’nın son dönemindeki olaylarda çok etkin rol oynamış olmaları da dikkat çekici. Jön Türkler, İttihat Terakki, Meşrutiyet gibi bugünümüzü de etkileyen olaylar zincirinde Selanik hep merkez olmuş ve Selanik'in bu etkinliği de Sabataycıların siyasi, askeri, fikri alanlarda hep başı çekmelerinden kaynaklanmıştır.
Konuyu araştırmaya başladığımızda böylesine derin bir toplumsal ve siyasal tablo ile karşılaşacağımızı doğrusu biz de tahmin etmiyorduk. Ancak uzun bir araştırmadan sonra karsılaştıklarımız bizi şaşırttığı gibi bir çok gerçeğin bu gizlilikten dolayı bilinmezliğini sürdürdüğünün de farkına vardık. Elbette şimdilik kamuoyuna yansıtılmasında mahsur gördüğümüz noktalar da söz konusu. Amacımız dini bir topluluğu kötülemek, sansasyon yaratmak değil. Toplumumuzu derinden etkileyen bu cemaat mensuplarının kimler olduğu, neler yaptıkları, bugüne kadar nasıl bir seyir izlediklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunları bilmek halkımızın hakkı. Gizem her zaman merak uyandırmıştır. Fakat doğruların ve gerçeklerin kapalı kalmasının da bir anlamı yok. İleride daha kapsamlı araştırmaların yapılacağını ümit ediyoruz.
Gizlilik, başkalarının merakını daha da kamçılayacağından, bu alandaki gerçeklerin olduğu gibi halkımıza yansıtılması alanında görev, en çok, bu cemaate mensup kişilere düşmektedir. DERGAH + LOCA + SINAGOG = İKTİDAR
Ulaşabildiğimiz kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler, Sabataycı veya dönme denilen bu topluluğun hala Yahudi mistisizminin öğretileri doğrultusunda dini ritüellerini gizlice sürdürdükleri, adet, gelenek ve göreneklerini korudukları, bir nevi masonik yapılarını devam ettirdiklerini gösteriyor.
Araştırmada ilgimizi çeken diğer bir husus ise gizli Yahudi tarikatı mensuplarının ekonomiden, politikaya ve eğitime kadar birçok alanda etkin olmalarının yanı sıra İslam’ın mistik yorumu kabul edilebilecek Sünni ve Alevi tarikatlarının içine sızmış olmaları. Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektaşi tekkelerinde 19. yy'dan itibaren şeyh, mürşit, dede, dede baba gibi en üst makamlara kadar ulaştıklarını görüyoruz. Sabataycı şeyh ve müritler Sevi Müslüman olduktan sonra bağlılarına Müslümanların görünürdeki adet ve geleneklerine riayet etmelerini öğütlemiştir. Bu da onların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çeşitli tarikatların dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlara rağbet etmelerine yol açmış. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanik'teki özellikle Mevlevi ve Bektaşi dergahlarında yoğunlaştıklarını görüyoruz.
Ilgaz Zorlu, Sabataycı cemaatlerin İslam mutasavvıflarıyla ilişkilerinin özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik'te yoğunlaştığını belirtiyor. (Bkz. Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41) İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Aziz Mahmut Hüdai'nin Üsküdar'daki dergahı Sabataycıların etkin olduğu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistisizmi olarak tanımlanan Kabbala öğretisine dayanan Sabataycı yorum, İslam’ın gevşek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik ile paralellikler arz eder ve ortak buluşma noktaları bulur. Yunan asıllı Sabataycı yazar Starolakis, Salonika, jews and dervishes isimli kitabında Yahudi-Sabataycı kökenden olup Selanik'teki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kısmının uzantıları İstanbul’a kadar gelen dönme şeyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri de su anda Amerika'da yasayan müflis işadamı Halil Bezmen'in dedesi Esad Efendi'dir. Esad Efendi 1920'lerde Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin şeyhidir. Ankara Bektaşi Dergahı’nın su andaki dede babası yani şeyhi de Sabataycı. Yine Dede babalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesi. Kardeşi Engin Noyan da bir TV’de program yapımcı ve sunucusu.
Sabataycılar ve Masonlar Osmanlı döneminde etkin konumdaki masonların arasında Sabataycıların önemli bir yekün tutması da dikkat çekmektedir. Osmanlı toprakları içindeki ilk mason locasının Selanik'te kurulması tesadüf olmasa gerek. Avrupa'daki gelişmeleri yakından takip etme imkanına sahip Sabataycılar bu alandaki gelişmelere de öncülük etmişler. Hem mason hem de Sabataycı olan ünlülerden sadece birkaç ismi burada zikrediyoruz. Bunlar, son Maliye Nazırı Cavit Bey, Yeni Asır gazetesinin kurucusu Fazlı Necip Bey, bir dönem bakanlık yapmış olan Faik Nüzhet...
Zorlu, Türkiye'deki Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası’nın üstadı azamı ya da büyük amirinin hep Kapancılar cemaatine mensup bir aileden geldiğini belirtiyor. Mason Locası’na üye diğer ünlüler ise şunlar: Osman Adil, Faik Nüzhet, Talat İsmail ve Mehmet Servet. (age.S.58)
Günümüz mason localarında da Sabataycı çok ünlü kişilerin varlığı devam etmektedir. Su anda Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının Büyük Üstadı Sahir Talat Akev de Sabataycı. Mimar Sinan Locası’nın eski üstadı muhteremi Reşat Atabek, yine üstadı azamlardan Cumhur Ferman da Sabataycılardan. Reşat Atabek'in Masonluk Üzerine adlı kapsamlı eseri Masonluk hakkında önemli bilgiler ihtiva ediyor. Sabataycı ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın ve Cavit Bey'in aynı zamanda Mason da olduklarını Loca'nın dışa açılırken açıkladığı isimlerden öğreniyoruz.
SELANİK + İSTANBUL + İSRAİL = ANKARA - WASHİNGTON
İsrail’in kuruluş döneminde ve su anda ülkemizin İsrail ile tarihte görülmemiş sıcak ilişkiler içine girmesinde Sabataycıların önemli rol aldıklarını görüyoruz. Sabatay Sevi birçok Yahudi tarafından siyonizmin kurucusu olarak bilinir. Çünkü Sevi, Mesihliğini ilan ederken bütün Yahudileri Kudüs'te toplayıp Büyük İsrail’i kuracağını vadetmisti.
İttihat Terakki ve mason localarında etkin olan Sabataycılar'ın İsrail’in kuruluşunu da desteklediklerini belirten Zorlu, 1924 mübadelesi sonuu Türkiye'ye getirilen alilerden bir kısmının 1948'de kurulusundan itibaren İsrail’e gittiklerini söylüyor. Bunların en meşhuru ise İsrail’in ikinci Cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi'dir.
Prof. Yalçın Küçük, Aydınlık gazetesinde yayınladığı makalelerinde, Türkiye'nin tamamen İsrail ve Amerika rotasına girdiği bu dönemde Sabataycı İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı olmasına dikkat çekiyor. Küçük, ayrıca İsrail’in Hospro firması vasıtasıyla Türkiye'ye hibe ettiği silahlarla ilgili bir ayrıntıya daha dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Susurluk skandalı ile ortaya çıkan ilişkilerde bu silahların kayıp olduğu iddia edildi. Kayıp silahlar Susurluk Çetesi olarak nitelenen ekip tarafından kullanılmıştı. Bu silahları teslim alan kişi ise Ertaç Tınar. Yalçın Küçük, Tınar'ın Sabataycı olduğunu belirtiyor ve MOSSAD'ın dönmelerle iş tutmasının tehlikesine dikkat çekiyor. Dönmeler Dönmezler aksiyonu geçerli ise bu bulgu ürperticidir diyor, Küçük. (Y. Küçük, Nasıl Görüyorum-3, Aydınlık, 14 Mart 1999)
GİZLİ AMA İÇİMİZDE, DÖNMELER
Benzet-benzeme prensibi gereği görünürde Müslüman ama aslında Yahudi olan Sabataycı cemaat mensupları, bu kamuflaj sayesinde ülkenin kaderinde belirleyici olmayı özellikle son yüzyılda becerebilmiş bir topluluk olarak yer almaktadırlar. Kendilerine has yemekleri, kendilerine ait eğitim kurumları, gizli tapınakları, kendilerine özgü ibadet, inanç ve adetleri olan bu cemaatin bazı mensupları, resmi ideolojinin oluşumu ve bugünkü jakoben-din düşmanlığı üzerine kurulu yapısını sürdürmesinde etkin olmuşlardır. Bu dini akımın merkez üssünün Selanik olması da enteresan. Meşrutiyetten günümüze, tüm siyasi oluşumlarda adına sıkça rastladığımız Selanik'in bu etkinliği bir tesadüf mü? Elbette hayır. 19. yy biterken batılılaşmanın rüzgarının bu şehirden esmesinin temel etnik bir etkeni vardı: Sabataycılar.
Türkiye'de ilk mason locası Selanik'te kurulmuş, Abdülhamit yönetimine karşı başlayan başkaldırı burada tasarlanmış, Sultan iktidardan indirildikten sonra buraya gönderilmiş, ilk özel Türk okulları burada kurulmuş (unutulmamalıdır ki, Galatasaray Lisesi Sultan'ın himayelerinde kurulmuştur ancak Fevziye ve Terakki mektepleri Sabataycı cemaat okulları olarak burada kurulmuşlardır), ilk kadın hareketleri burada şekillenmiş, Hareket Ordusu'nun merkezi (padişahı tahttan indirip, İttihat ve Terakki fırkasını iktidara taşıyan ordu. S.K.) Selanik olmuş ve en önemlisi Türkiye'nin önde gelen kurucuları hep Selanik kökenli olmuşlardır. Bunları birer rastlantı olarak görme eğilimi ne yazık ki çok baskındır. Halbuki bu kente bu önemi yükleyen Sabataycı kökenli kişilerdir. (Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.166)
SABATAYCI MEZARLIKLARI
Sabataycılar gerek ilk dönemde yoğun olarak yasadıkları Selanik’te, gerek daha sonraları Türkiye'nin başta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa gibi şehirlerine yerleştikten sonra ölülerini ayrı mezarlıklara defnetmeyi tercih etmişlerdir. Selanik'te mahalle olarak da diğer dinlere mensup insanlardan ayrı bir yerleşim düzeni kurmuşlar. 1924 ahali mübadelesi gereği geldikleri Türkiye'de de belli merkezlere yoğun olarak ilgi göstermiş ve içe kapanık bütünlüklerini böylece korumaya çalışmışlardır. Ancak zamanla farklı mahalle ve şehirlere yerleşerek bir nevi fiziki asimilasyona uğramakla birlikte cemaat yapılarını korudukları görülmektedir.
İstanbul’da, Karakaşlar cemaatinin mezarlığı, Üsküdar Bülbülderesi'nde yer alıyor. Sabataycılığı sürdürme konusunda diğer cemaatlerden daha aktif olduğu belirtilen bu cemaatin mezarlık konusunda da hassas davrandığı görülmektedir. Bülbül deresi mezarlığında az sayıda da olsa bazı Kapancıların yer aldığı belirtiliyor. Yakubiler ise Maçka'daki mezarlığa ölülerini defnetmektedirler. Yakubilerin yoğun olarak İzmir’de yasadıkları belirtiliyor. Medya patronlarından Bilgin ailesi bu gruba mensuptur. Kapancılar cemaatinin ise Feriköy mezarlığında satın almış oldukları ayrı bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycıların mezar şekli ve taşların işlemesi tamamen farklı. Genellikle seramik üzerine çıkartma resim bu mezar taşlaıinda yer alır. Yazıların üslubu da farklılık arz ediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair diye başlaması. Şekil olarak da dönem dönem farklılık arz etse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve Müslüman mezarlarından farklı geometrik sekil vermeler dikkat çekmektedir.
İbadethanelerinin ayrı, mezarlıklarının ayrı olmasının yanı sıra bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farklı bir mutfak kültürleri söz konusu. Esin Eden, Yunanistan'da İngilizce olarak yayınlanan “Bir ailenin yemek kitabı” isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor ve ailesi Türkiye'ye geldikten sonra da bir araya gelerek adet ve geleneklerini yaşatmaya çalıştıklarını belirtiyor. (a.g.e. S.42) Ilgaz Zorlu da bu yemeklerin salt Akdeniz veya Yahudi mutfağından oldukça farklılıklar arzettigini belirtiyor.
SABATAYCILIKTA CİNSİ SAPIKLIKLAR
Sabataycıların sıkça gündeme getirilen bir bayramı var: Kuzu Bayramı. Mesih Sevi'nin doğum günü olduğuna inanılan, Mart’ın 21. gününü 22'ye bağlayan gecesi mum söndü olarak nitelenen kutlama, bir yönüyle toplu seks olarak değerlendirilmektedir. Bu Kuzu Bayramının artık kutlanmadığına dair iddialar varsa da Alaettin Gövsa kendi şahit olduğu bir örneği Sabatay Sevi isimli kitabının 97. sayfasında anlatmaktadır. Ilgaz Zorlu ise bu konunun üzerine, çok fazla ele alındığını belirttiği kitabında, toplu seks ve mum söndü olayının Tanah'taki birtakım dualardan kaynaklandığını da vurgulamaktadır: Ancak şurası bir gerçektir ki Sabataycı dua kitaplarının özellikle bugün İsrail’de bulunan nüshalarında serbest seksin Tanah'a dayandırılan ayetlerle desteklendiği bilinmektedir. (Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.51)
Sabataycılarla ilgili eserlerin, özellikle dua ve Kabbala yorumlarının İsrail’e götürülüp özel bir mekanda gizlendiğini belirten Zorlu, bu kaynakların araştırmacıların incelenmesine açık olmadığını da vurgulamaktadır. Türkiye'de yasayan bir cemaate ait dini kaynakların İsrail tarafından kaçırılması konuyla ilgili esrar perdesini daha da dikkat çekici kılmaktadır. İsrail devletinin bunları gizlemekte ne gibi çıkarları olduğunun araştırılması gerekmektedir. Toplu seks ve hatta ensest ilişkiler dini kaynaklarda meşrulaştırıcı yorumlarla ele alınmaktadır:
... bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini bilmekteyiz... (Zorlu, a.g.e.S.62)
Günümüzde de mum söndü ritüelinin uygulandığına dair bir cemaat üyesi tarafından açıklama yapıldığını da Zorlu belirtiyor. Zorlu, bütün cemaatlerde aynı uygulamanın var olup olmadığının belgelenemediğini ve bu konunun istismar edildiğinden de yakınmaktadır. Dini yorumlar tarafından meşru gösterilen bir uygulamanın o dini benimseyen kişilerce sürdürülmesi kadar doğal bir sonuç olamaz. Ne derece yaygın olduğunun da elbette araştırılması gerekiyor.
İNTERNETTE SABATAYCILIK
Sabataycılık-dönmelik ve Türkiye'deki Sabataycılar üzerine, çoğu Amerika ve İsrail menşeli onlarca makale ve araştırmanın İnternet sitelerinde yer almaktadır. Internet sitelerinde konuyla ilgili yazıların yer aldığı bazı yayın organları: Jarusalem Post, Forward, Jewish Exponend, The New Republic, The Journal of the American Oriental Society, Canadian Geographic, Baltimore Jewish Times...
Genellikle Yahudi Kabbalizmi -mistisizm- üzerine yazılmış bu makaleleri görünce, varlıkları Türkiye'de olan ama Türkiye'de tartışılıp konuşulmayan Sabataycıların, dünyada a'dan z'ye her boyutuyla araştırılmasındaki gariplik net olarak önümüze çıktı. Ilgaz Zorlu'nun kitabında birkaç yerde vurguladığı korku tek sebep olabilir mi? Böyle bir bahanede haklılık payı olsa bile kesinlikle inandırıcı gelmiyor.
Bu gizli Yahudi cemaatinin veremeyeceği hesap mı söz konusu? İnternet sitelerinde yer alan yazı ve araştırmalar incelendiğinde ortaya birkaç önemli nokta çıkmaktadır: Birincisi, Türkiye dışında bu konu, gerek üniversitelerde ve gerekse medyada etraflıca araştırılıyor ve araştırmalar kamuoyuna sunuluyor. Sadece son bir yıl içerisinde İnternet sayfalarında yer verilen araştırma ve belge sayısı yüzün üzerinde. Bu alanda yazılmış ellinin üzerinde kitabin ismi geçiyor bu yazılarda.
Buna karşılık Türkiye'de bir iki kitap ve üç dört makale dışında kaynak bulmak imkansız. İkincisi, Sabataycıların Yahudiliğin özellikle mistik yorumu olarak görülen Kabbala anlayışından kopuk olarak anlaşılmasının mümkün olmadığı. Bütün ritüeller, bayramlar, ilahiyat anlamındaki anlayışları Yahudiliğin bir parçası. Üçüncüsü ise özellikle İsrail menseli yazılarda Sabataycıların Yahudiliği tahrif ettiği iddiaları öne çıkmaktadır. Netice olarak Sabataycılık Müslüman kisvesi altında, Yahudiliğin kabbalistik yorumunun hayata geçirilişi olarak karsımıza çıkmaktadır. Yazı dizimizde de bunun kaynaklara dayalı örneklerinden böyle bir sonuç çıkmaktadır.
FORWARD'IN İLGİNÇ İDDİASI
Amerika'da Yahudilerin 1897'den beri yayınladığı Forward dergisinin Şubat 99 sayısında Mustafa Kemal Atatürk hakkında ilginç bir makale yayımlandı. Aynı zamanda derginin İnternet sitesinde yer alan makalede, Sabataycılıkta cinsellik konusuna da kısaca değiniliyor.
Makalenin yazarı, derginin bir dönem İsrail temsilciliğini de yapmış olan Amerika’nın Yahudi kökenli ünlü araştırmacı yazarlarından Hillel Halkin. Halkin, makalesinde M. Kemal’in Yahudi kökenli olduğunu ve hatta Sabatay Sevi'nin neslinden geldiğini iddia ediyor ve Mum söndü olarak bilinen Kuzu Bayramı’nı söyle anlatıyor:
Senede bir kez (Dönmelerin yıllık kuzu bayramı esnasında) Sabatay Sevi'nin doğum günü gecesi, çılgın danslar eşliğindeki akşam yemeği sırasında, mumlar söndürülür, hanımların değiştirilmesi seansıyla (orgies, toplu sex) ayinler gerçekleştirilir... Bu tür birleşmelerden doğan çocukların kutsal sayılacağına inanılır. (Hillel Halkin, When Kemal Ataturk Resited Shema Yisrael: It's My Secret Prayer, Forward Subat 1999, New York)
İLK TEPKİLER
Bu araştırmayı yayımlamaya başladığımızda menfi-müspet birtakım tepkilerin olabileceğini düşünmüştük. Toplumumuzun, siyasi, ekonomik ve diğer bir çok hassas alanlarında özellikle son yüz elli yıllık dönemde etkinlik sağlamış bu gizemli dini cemaat hakkında yayımlanan bir araştırmanın yankı bulması da normal karşılanmalıdır. Okurlarımızdan gelen olumlu tepkiler ve böyle bir konuyu açtığımız için gelen teşekkür mesajları bizleri elbette memnun etti. Çoğu insan, hayretini de ifade etmekten geri kalmadı.
Anlaşıldığı kadarıyla çoğu insan birçok meseleden haberdar değil. Böylece önemli bir boşluğu doldurucu hayırlı bir hizmeti de başlatmış olmanın memnuniyetini paylaşıyoruz. Öte yandan kökeni itibarıyla Sabataycı ailelere mensup bir kaç kişi de özellikle böyle bir diziyi yayımlamamızın amacının ne olduğunu anlamaya çalışmak için aradı. Gazetemizde verilen bilgilere, hiç birinin bir iki ayrıntı dışında itirazları olmadı. Bizler de kendilerine toplumsal bir gerçek olarak konunun bir gazetecilik olayı olduğunu anlatmaya çalıştık.
İleride daha detaylı ve ayrıntılı yazıların da yayınlanacağını belirttik. İsmini burada açıklamayı uygun görmediğimiz ama siyaset alanında etkin bir kişinin söylediklerinden, bu cemaat mensubu olanların geçmişten gelen derin bir korku psikolojisi içinde oldukları anlaşılıyor. Fakat, Türkiye'de yakın tarihte yasadıklarımız ülkeyi derinden etkileyen Selanik ve dönmeler faktörünün bilimsel olarak net bir şekilde ortaya konmasını gerektirmektedir.
Bu alanda en çok da sorumluluğun Sabataycılara ait olduğunu ilk bölümde belirttiğimiz gibi yine tekrarlıyoruz. Araştırmalarımız devam etmektedir. Bu dizi ile tarihsel süreci ve günümüze dair bir iki noktayı okuyucularımıza duyurmayı amaçlamıştık ve bunun da hasıl olduğunu görüyoruz. İleride Sabataycılarla ilgili daha ilginç yazılarımız gazetenizde yer alacaktır.