Ziyaretçi
"EHL-İ BEYT" KİMLERDİR?
İslam Tarihinin ilk dönemlerinden itibaren tartışmalı ve belirsiz görüntüsüyle problem olma özelliğini devam ettiren Ehl-i Beyt kavramı Arap dilinde kelime anlamı yönüyle esnek bir yapıya sahiptir. En dar şekliyle kişinin ailesini yani eşini ve çocuklarını ifade ederken, en geniş anlamıyla da kişinin tüm akraba ve kabilesini ifade edebilmektedir. Meseleye dini açıdan baktığımızda ise gerek Kur'an'da gerekse Sünnet'te bu tabire yöneltilen net bir tanımlamadan bahsetmek mümkün değildir. İslam'ın bu iki temel kaynağındaki kullanımlar daha sonraları üretilen tanımlamaları delillendirmek amacıyla kullanılmış, bu noktada çok aşırı görüşler ve zorlama yorumlara başvurulmuştur. Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi İslam siyâsî tarihi için bir dönüm noktası olmasının yanı sıra söz konusu kavram için de yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. İşte bu süreçte üretilen yeni tanımlar ve bu tanımlar için uydurulan rivayetler "Ehl-i Beyt"in kim ve ne olduğunu belirlemeyi imkansız hale getirmiştir.
Ehl-i Beyt Kavramı ve Değişim Süreci
Ehl-i Beyt'in tanımlanmasıyla ilgili olarak temel ayırım noktası, meseleyi Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde ele alıp makul ve mantıklı izahlar getirmeye çalışan Ehl-i Sünnet ile bu kavrama yönelik geliştirdiği "Ehl-i Beyt: Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile onun soyundan gelen imamlardır" şeklindeki özel bir tanımla, itikadî ve sosyal argümanlarını bu kavram üzerine oturtan Şia arasında olmaktadır. Bu iki bakış açısı arasında net bir farklılık, diğer bir ifadeyle bir zıtlık vardır. İşte Ehl-i Beyt kavramı üzerindeki düğüm noktası burasıdır. "Ehl" ve "Beyt" kelimelerinden oluşan Ehl-i Beyt tabiri Arap dilinde "ev halkı, hane halkı" anlamında her dönem ve her çağda kullanılmıştır. Bu tabir bir kişiye izafe edildiği zaman o kişinin eşini (eşlerini) çocuklarını ve yakın akrabalarından olan tüm erkek ve kadınları içerdiği kabul edilmektedir.
Hz. Peygamber Dönemi
Hz. Peygamber döneminde Ehl-i Beyt tabiri tamamen kelime anlamına uygun olarak kullanılmıştır. Bu tabirle bir kimsenin ailesi ve çocukları ifade edilmiştir.
Ehl-i Beyt konusunda örnek olarak zikredebileceğimiz en önemli hadis "Kisâ" hadisi olarak meşhur olan hadistir. Bir çok farklı senedle nakledilen bu rivayette nakiller arasında önemli metin farklılıklarının olduğu da bir gerçektir. Özellikle Şia'nın temel delil olarak sunduğu bu rivayetin Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki Hz. Aişe'den nakledilen şekli şöyledir: "Bir gün Rasûlullah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş bir örtü olduğu halde erken vakitte evden çıktı. Karşısına Hasan geldi, onu örtünün altına aldı. Daha sonra Hüseyin geldi, onu da örtünün altına aldı. Daha sonra sıra ile Ali ve Fâtımâ geldi. Onların hepsini örtünün altına toplayıp;‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü noksanlığı giderip sizi tertemiz kılmak ister"ayetini okudu."
Bu rivayetin Ümmü Seleme'den nakledilen şekli ise şöyledir: "Fâtımâ bir gün elinde yemek tabağı olduğu halde Rasûlullah'ın yanına girdi. Rasûlullah ona: ‘Amcam oğlu nerede?' diye sordu. Fâtımâ evde olduğunu söyleyince, ‘onu ve iki oğlunu çağır' dedi. Onlar gelince Rasûlullah Hasan ve Hüseyin'i kucağına, Ali'yi sağına Fâtımâ'yı soluna oturttu. Sonra onları örtüye sararak sol eliyle örtünün uçlarını tuttu ve sağ elini yukarıya kaldırarak:
Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
Hz. Peygamberin vefatından sonra gelişen olaylar arasında özellikle de hilafet problemi çerçevesinde ilk anlarda Ehl-i Beyt'in direkt olarak kullanımı olmasa bile Hz. Peygambere yakınlığın vurgulandığı ve bu gerekçe ile Hz. Ebubekir'in halifeliğine itirazların yükseldiğine şahid oluyoruz. Hz. Ali ve Abbas'ın başını çektiği bu gruptaki kişilerin, Hz. Ali'nin Hz. Peygambere olan yakınlığı nedeniyle hilafette hak sahibi olduğuna ve bu hakkının gasp edildiğine inandıkları iddia edilmektedir. Ancak bütün bu olaylar çerçevesinde dikkati çeken önemli nokta Ehl-i Beyt tabirinin herhangi bir şekilde kullanılmamış olmasıdır. Bu da bize bu tabirin kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki dönemlerde olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir.
İlk dönem hilafet problemi çerçevesinde Hz. Ali'nin merkez olarak gösterilmesi, diğer bir ifadeyle olayların sadece Hz. Ali ve diğerleri arasında cereyan etmesi bir yönüyle tarihi bir gerçeği yansıtmasının yanı sıra daha sonra gelişen olaylar nedeniyle Şiî düşünceye mensup kişilerin bu noktada çok fazla gayret gösterip olayları bu noktada yoğunlaştırmasının da büyük rolü olmuştur. Bu açıdan Sünnî kaynaklardaki rivayetler ile Şiî kaynaklardaki rivayetlerde nakledilen bilgilerin ve kullanılan ifadelerin farklılığı bizi yanıltmamalıdır.
Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra isyancıların destek ve gayretleriyle halife olarak Hz. Ali'ye biat edilmiştir. Biatin tamamlanmasından sonra Hz. Ali'nin yapmış olduğu bir konuşma bundan sonra neler yapacağı ve neler olması gerektiği hususunda ipuçları vermesi yönüyle önemlidir. O'nun bu hutbede önceki rivayetlere konu olan halifeliğin kendi hakları olduğu ve bu haklarının gasp edildiğine dair herhangi bir ifadesi söz konusu değildir.
Hz. Ali'nin hilâfete gelmesinden sonra cereyan eden hadiseler içerisinde yine Ehl-i Beyt ile ilgili bir vurgunun olmadığını görüyoruz. Bu tabirin siyâsî bir kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki süreçte ortaya çıktığı görülmektedir.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in Siyâsî Mücadelelerinde Ehl-i Beyt İmajı
Hz. Hasan'a halife olarak biat edilmesi içinde bulunulan ortam ve şartlar açısından çok farklı özelliklere sahiptir. Bu itibarla nakledilen rivayetlere baktığımız zaman artık Ehl-i Beyt tabirinin kavram olarak yerleşmeye başladığını gösteren bilgilere rastlamaktayız. Hz. Hasan'ın Küfe halkına seslendiği konuşmasındaki şu ifadeler bu açıdan önemlidir: "Ey insanlar, beni biliyorsunuz, eğer bilmeyen varsa ben, uyarıcı, müjdeleyici ve Allah'a davet edici Muhammed Rasûlullah'ın oğlu Hasan'ım. Ben Ehl-i Beyt'tenim. Öyle Ehl-i Beyt ki, Allah onlardan her türlü kusuru gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır. Yine Kuran'da, "Kim bir iyilik yaparsa biz onu kat kat artırırız..." ayetiyle ifade olunup, kendilerine sevgi beslenilmesi Allah tarafından farz kılınan Ehl-i Beyt'tenim. Bu ayetteki iyilik Ehl-i Beyt'e yapılan iyiliktir." Görüldüğü gibi Hz. Hasan kendisinin açık bir şekilde Ehl-i Beyt'ten olduğunu söylemekle kalmayıp Ehl-i Beyt'in hususiyetlerini ve faziletlerini de belirtmiştir. Bu ifadeler Şiî düşüncenin Ehl-i Beyt'in fazilet ve üstünlükleri noktasındaki söylemleri ile örtüşmesi açısından dikkat çekicidir. Ancak buna rağmen, Hz. Hasan'ın kendilerinin Ehl-i Beyt'ten olmalarından dolayı halife olmaları gerektiği şeklinde bir düşüncesinin olmadığını hem bu konuşmasından hem de sonraki faaliyetlerinden anlamaktayız. Yine, yukarıdaki rivayete benzeyen diğer bazı rivâyetlerdeki bir husus dikkatimizi çekmektedir. Hz. Hasan: "Allah bizim hakkımızda ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kusuru giderip sizi tertemiz kılmak ister.' ayetini indirdi" deyince oradakiler: "Siz onlar mısınız?" diye sormuşlar, Hz. Hasan da: "Evet" diye cevap vermiştir. Rivayette ifade edilen halkın "Siz onlar mısınız?" diye sorması, onların bu kavramın kimleri içine aldığını bilmediklerini ve bu kavramın toplumun gündeminde olmadığını ortaya koymaktadır. Hz. Hasan Muaviye ile barış yapıp hilâfeti ona teslim ettiğinde kendi taraftarları arasında tenkit edilmiştir.
Hz. Hüseyin de Hz. Hasan'da olduğu gibi, karşı karşıya kaldığı bu zor anında, karşısındaki Müslümanların vicdanlarına tesir edecek bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada dikkatimizi çeken husus, onun Rasûlullah ve diğer büyük ashâbla olan bağlantısını zikretmesine rağmen Ehl-i Beyt tabirinin geçmemiş olmasıdır. Dikkati çeken diğer bir husus, Ehl-i Beyt kavramının, Hz. Hüseyin'in çevresindeki insanlarca da kullanılmamasıdır. Şayet böyle bir kullanım vaki olsa idi, bu sahih rivayetlerin yanı sıra ve ondan sonraki olaylar için de ciddi bir mesned teşkil ederdi.
Hz. Hüseyin'in Şehit Edilmesinden Sonra Kazandığı Anlam
Ehl-i Beyt kavramının siyâsî faaliyetler içerisinde, siyâsî amaçlar için kullanılmasının ilk ciddi örneklerini Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonraki dönemde görüyoruz. Henüz Şia'nın da net bir oluşum olarak ortaya çıkmadığı bu dönemde belirginleşen bazı fikirler, Ehl-i Beyt'in intikamı ve hilafet hakkının sadece onlara ait olduğu iddiası ile ortaya çıkarak, Ehl-i Beyt'ten önce hilâfete geçenlerin bu makamların gâsıpları olduğunu ve Ehl-i Beyt haricinde hiç kimsenin halifelik makamına oturamayacağını savunmuşlardır. İşte kavrama yüklenen bu yorum, kavramın tanımlanma sürecinde daha önceki dönemlerden kendisini ayıran ve kavramı siyâsî olaylar içerisine çeken temel sebep olmuştur. Ehl-i Beyt hakkında ortaya çıkan bu görüşler, beraberlerinde diğer bazı siyâsî ve itikâdî fikirlerle birlikte gelişerek, siyâsî ve fikrî ekollerin, hatta İslam dünyasındaki ilk itikâdî bölünme olan Şîa hareketinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Gerek Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in neslinden olup Kerbelâ hâdisesinden kurtulmuş olan Ehî-i Beyt zürriyeti, gerekse Hz. Ali'nin Hz .Fatıma'nın dışındaki hanımlarından olan çocukları, Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılındaki ayaklanmasına kadar geçen yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde bizzat bir isyan hareketi içerisinde olmamışlardır. Ehl-i Beyt davası ile öne çıkıp hak iddia edebilecek olan Ehl-i Beyt zürriyetinden Ali b. Hüseyin ile oğulları Muhammed b. Ali (el-Bâkır) ve Ca'fer b. Ali (es-Sâdık) siyasetle ilgilenmedikleri gibi Benû Ümeyye ile de iyi ilişkiler içerisinde bulunmuşlardır. Diğer taraftan Hz. Hüseyin'in torunu olan Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılında giriştiği isyan hareketinde dikkatimizi çeken en önemli husus, "Ehl-i Beyt" kavramının sıkça ve önemli bir mesned olarak kullanılmasıdır. Zeyd, Küfe halkından biat alırken: "Biz sizleri Allah'ın kitabına, Peygamberin sünnetine, zalimlerle cihada, zayıfları savunmaya, haksızlığa uğrayanların zararlarını telafi etmeye,zulmü kaldırmaya ve Ehl-i Beyt'e yardım etmeye çağırıyoruz. Bunlar üzerinebiat ediyor musunuz" şeklinde bir konuşma yapmıştır. Aynı şekilde Abdullah b. Ca'fer b. Ebî Tâlib'in torunu olan Abdullah b. Muaviye'nin de 127/744 yılındaki isyan girişiminde "er-Rıza min Âl-i Muhammed" sloganını kullanmış olması dikkati çeken diğer bir nokta olmaktadır. Abdullah'ın, Âl-i Muhammed'e mahsus unsurlardan istifade etmesi, o dönemde Ehl-i Beyt'e duyulan sevgi ve saygının bir sonucu olsa gerektir. Daha hareketin başında iken Küfe halkının onu tahrik ederken; "Halkı kendine davet et, Benû Hâşim hilâfete Benû Mervan'dan daha layıktır" demeleri bir ölçüde bu psiko-sosyal durumu gösterir mahiyettedir.
Sonuç itibariyle kavram olarak bozulma sürecinin başladığı bu dönemden sonra Ehl-i Beyt, kelime anlamıyla temellenen Kur'an ve Hadis yorumundan uzaklaşıp bir gurubun siyâsî ve îtikâdî sisteminin temeline oturtulan bir "mefhum" haline gelmiş ve bu gurup içerisinde tek taraflı olarak tartışmaya kapatılmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ehl-i Beyt Kavramı ve Değişim Süreci
Ehl-i Beyt'in tanımlanmasıyla ilgili olarak temel ayırım noktası, meseleyi Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde ele alıp makul ve mantıklı izahlar getirmeye çalışan Ehl-i Sünnet ile bu kavrama yönelik geliştirdiği "Ehl-i Beyt: Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile onun soyundan gelen imamlardır" şeklindeki özel bir tanımla, itikadî ve sosyal argümanlarını bu kavram üzerine oturtan Şia arasında olmaktadır. Bu iki bakış açısı arasında net bir farklılık, diğer bir ifadeyle bir zıtlık vardır. İşte Ehl-i Beyt kavramı üzerindeki düğüm noktası burasıdır. "Ehl" ve "Beyt" kelimelerinden oluşan Ehl-i Beyt tabiri Arap dilinde "ev halkı, hane halkı" anlamında her dönem ve her çağda kullanılmıştır. Bu tabir bir kişiye izafe edildiği zaman o kişinin eşini (eşlerini) çocuklarını ve yakın akrabalarından olan tüm erkek ve kadınları içerdiği kabul edilmektedir.
Hz. Peygamber Dönemi
Hz. Peygamber döneminde Ehl-i Beyt tabiri tamamen kelime anlamına uygun olarak kullanılmıştır. Bu tabirle bir kimsenin ailesi ve çocukları ifade edilmiştir.
Ehl-i Beyt konusunda örnek olarak zikredebileceğimiz en önemli hadis "Kisâ" hadisi olarak meşhur olan hadistir. Bir çok farklı senedle nakledilen bu rivayette nakiller arasında önemli metin farklılıklarının olduğu da bir gerçektir. Özellikle Şia'nın temel delil olarak sunduğu bu rivayetin Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki Hz. Aişe'den nakledilen şekli şöyledir: "Bir gün Rasûlullah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş bir örtü olduğu halde erken vakitte evden çıktı. Karşısına Hasan geldi, onu örtünün altına aldı. Daha sonra Hüseyin geldi, onu da örtünün altına aldı. Daha sonra sıra ile Ali ve Fâtımâ geldi. Onların hepsini örtünün altına toplayıp;‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü noksanlığı giderip sizi tertemiz kılmak ister"ayetini okudu."
Bu rivayetin Ümmü Seleme'den nakledilen şekli ise şöyledir: "Fâtımâ bir gün elinde yemek tabağı olduğu halde Rasûlullah'ın yanına girdi. Rasûlullah ona: ‘Amcam oğlu nerede?' diye sordu. Fâtımâ evde olduğunu söyleyince, ‘onu ve iki oğlunu çağır' dedi. Onlar gelince Rasûlullah Hasan ve Hüseyin'i kucağına, Ali'yi sağına Fâtımâ'yı soluna oturttu. Sonra onları örtüye sararak sol eliyle örtünün uçlarını tuttu ve sağ elini yukarıya kaldırarak:
"Allah'ım... Ehl-i Beyt'im... Onlardan her türlü noksanlığı gider ve onları tertemiz kıl."diye duâetti.
Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
Hz. Peygamberin vefatından sonra gelişen olaylar arasında özellikle de hilafet problemi çerçevesinde ilk anlarda Ehl-i Beyt'in direkt olarak kullanımı olmasa bile Hz. Peygambere yakınlığın vurgulandığı ve bu gerekçe ile Hz. Ebubekir'in halifeliğine itirazların yükseldiğine şahid oluyoruz. Hz. Ali ve Abbas'ın başını çektiği bu gruptaki kişilerin, Hz. Ali'nin Hz. Peygambere olan yakınlığı nedeniyle hilafette hak sahibi olduğuna ve bu hakkının gasp edildiğine inandıkları iddia edilmektedir. Ancak bütün bu olaylar çerçevesinde dikkati çeken önemli nokta Ehl-i Beyt tabirinin herhangi bir şekilde kullanılmamış olmasıdır. Bu da bize bu tabirin kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki dönemlerde olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir.
İlk dönem hilafet problemi çerçevesinde Hz. Ali'nin merkez olarak gösterilmesi, diğer bir ifadeyle olayların sadece Hz. Ali ve diğerleri arasında cereyan etmesi bir yönüyle tarihi bir gerçeği yansıtmasının yanı sıra daha sonra gelişen olaylar nedeniyle Şiî düşünceye mensup kişilerin bu noktada çok fazla gayret gösterip olayları bu noktada yoğunlaştırmasının da büyük rolü olmuştur. Bu açıdan Sünnî kaynaklardaki rivayetler ile Şiî kaynaklardaki rivayetlerde nakledilen bilgilerin ve kullanılan ifadelerin farklılığı bizi yanıltmamalıdır.
Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra isyancıların destek ve gayretleriyle halife olarak Hz. Ali'ye biat edilmiştir. Biatin tamamlanmasından sonra Hz. Ali'nin yapmış olduğu bir konuşma bundan sonra neler yapacağı ve neler olması gerektiği hususunda ipuçları vermesi yönüyle önemlidir. O'nun bu hutbede önceki rivayetlere konu olan halifeliğin kendi hakları olduğu ve bu haklarının gasp edildiğine dair herhangi bir ifadesi söz konusu değildir.
Hz. Ali'nin hilâfete gelmesinden sonra cereyan eden hadiseler içerisinde yine Ehl-i Beyt ile ilgili bir vurgunun olmadığını görüyoruz. Bu tabirin siyâsî bir kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki süreçte ortaya çıktığı görülmektedir.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in Siyâsî Mücadelelerinde Ehl-i Beyt İmajı
Hz. Hasan'a halife olarak biat edilmesi içinde bulunulan ortam ve şartlar açısından çok farklı özelliklere sahiptir. Bu itibarla nakledilen rivayetlere baktığımız zaman artık Ehl-i Beyt tabirinin kavram olarak yerleşmeye başladığını gösteren bilgilere rastlamaktayız. Hz. Hasan'ın Küfe halkına seslendiği konuşmasındaki şu ifadeler bu açıdan önemlidir: "Ey insanlar, beni biliyorsunuz, eğer bilmeyen varsa ben, uyarıcı, müjdeleyici ve Allah'a davet edici Muhammed Rasûlullah'ın oğlu Hasan'ım. Ben Ehl-i Beyt'tenim. Öyle Ehl-i Beyt ki, Allah onlardan her türlü kusuru gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır. Yine Kuran'da, "Kim bir iyilik yaparsa biz onu kat kat artırırız..." ayetiyle ifade olunup, kendilerine sevgi beslenilmesi Allah tarafından farz kılınan Ehl-i Beyt'tenim. Bu ayetteki iyilik Ehl-i Beyt'e yapılan iyiliktir." Görüldüğü gibi Hz. Hasan kendisinin açık bir şekilde Ehl-i Beyt'ten olduğunu söylemekle kalmayıp Ehl-i Beyt'in hususiyetlerini ve faziletlerini de belirtmiştir. Bu ifadeler Şiî düşüncenin Ehl-i Beyt'in fazilet ve üstünlükleri noktasındaki söylemleri ile örtüşmesi açısından dikkat çekicidir. Ancak buna rağmen, Hz. Hasan'ın kendilerinin Ehl-i Beyt'ten olmalarından dolayı halife olmaları gerektiği şeklinde bir düşüncesinin olmadığını hem bu konuşmasından hem de sonraki faaliyetlerinden anlamaktayız. Yine, yukarıdaki rivayete benzeyen diğer bazı rivâyetlerdeki bir husus dikkatimizi çekmektedir. Hz. Hasan: "Allah bizim hakkımızda ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kusuru giderip sizi tertemiz kılmak ister.' ayetini indirdi" deyince oradakiler: "Siz onlar mısınız?" diye sormuşlar, Hz. Hasan da: "Evet" diye cevap vermiştir. Rivayette ifade edilen halkın "Siz onlar mısınız?" diye sorması, onların bu kavramın kimleri içine aldığını bilmediklerini ve bu kavramın toplumun gündeminde olmadığını ortaya koymaktadır. Hz. Hasan Muaviye ile barış yapıp hilâfeti ona teslim ettiğinde kendi taraftarları arasında tenkit edilmiştir.
Hz. Hüseyin de Hz. Hasan'da olduğu gibi, karşı karşıya kaldığı bu zor anında, karşısındaki Müslümanların vicdanlarına tesir edecek bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada dikkatimizi çeken husus, onun Rasûlullah ve diğer büyük ashâbla olan bağlantısını zikretmesine rağmen Ehl-i Beyt tabirinin geçmemiş olmasıdır. Dikkati çeken diğer bir husus, Ehl-i Beyt kavramının, Hz. Hüseyin'in çevresindeki insanlarca da kullanılmamasıdır. Şayet böyle bir kullanım vaki olsa idi, bu sahih rivayetlerin yanı sıra ve ondan sonraki olaylar için de ciddi bir mesned teşkil ederdi.
Hz. Hüseyin'in Şehit Edilmesinden Sonra Kazandığı Anlam
Ehl-i Beyt kavramının siyâsî faaliyetler içerisinde, siyâsî amaçlar için kullanılmasının ilk ciddi örneklerini Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonraki dönemde görüyoruz. Henüz Şia'nın da net bir oluşum olarak ortaya çıkmadığı bu dönemde belirginleşen bazı fikirler, Ehl-i Beyt'in intikamı ve hilafet hakkının sadece onlara ait olduğu iddiası ile ortaya çıkarak, Ehl-i Beyt'ten önce hilâfete geçenlerin bu makamların gâsıpları olduğunu ve Ehl-i Beyt haricinde hiç kimsenin halifelik makamına oturamayacağını savunmuşlardır. İşte kavrama yüklenen bu yorum, kavramın tanımlanma sürecinde daha önceki dönemlerden kendisini ayıran ve kavramı siyâsî olaylar içerisine çeken temel sebep olmuştur. Ehl-i Beyt hakkında ortaya çıkan bu görüşler, beraberlerinde diğer bazı siyâsî ve itikâdî fikirlerle birlikte gelişerek, siyâsî ve fikrî ekollerin, hatta İslam dünyasındaki ilk itikâdî bölünme olan Şîa hareketinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Gerek Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in neslinden olup Kerbelâ hâdisesinden kurtulmuş olan Ehî-i Beyt zürriyeti, gerekse Hz. Ali'nin Hz .Fatıma'nın dışındaki hanımlarından olan çocukları, Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılındaki ayaklanmasına kadar geçen yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde bizzat bir isyan hareketi içerisinde olmamışlardır. Ehl-i Beyt davası ile öne çıkıp hak iddia edebilecek olan Ehl-i Beyt zürriyetinden Ali b. Hüseyin ile oğulları Muhammed b. Ali (el-Bâkır) ve Ca'fer b. Ali (es-Sâdık) siyasetle ilgilenmedikleri gibi Benû Ümeyye ile de iyi ilişkiler içerisinde bulunmuşlardır. Diğer taraftan Hz. Hüseyin'in torunu olan Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılında giriştiği isyan hareketinde dikkatimizi çeken en önemli husus, "Ehl-i Beyt" kavramının sıkça ve önemli bir mesned olarak kullanılmasıdır. Zeyd, Küfe halkından biat alırken: "Biz sizleri Allah'ın kitabına, Peygamberin sünnetine, zalimlerle cihada, zayıfları savunmaya, haksızlığa uğrayanların zararlarını telafi etmeye,zulmü kaldırmaya ve Ehl-i Beyt'e yardım etmeye çağırıyoruz. Bunlar üzerinebiat ediyor musunuz" şeklinde bir konuşma yapmıştır. Aynı şekilde Abdullah b. Ca'fer b. Ebî Tâlib'in torunu olan Abdullah b. Muaviye'nin de 127/744 yılındaki isyan girişiminde "er-Rıza min Âl-i Muhammed" sloganını kullanmış olması dikkati çeken diğer bir nokta olmaktadır. Abdullah'ın, Âl-i Muhammed'e mahsus unsurlardan istifade etmesi, o dönemde Ehl-i Beyt'e duyulan sevgi ve saygının bir sonucu olsa gerektir. Daha hareketin başında iken Küfe halkının onu tahrik ederken; "Halkı kendine davet et, Benû Hâşim hilâfete Benû Mervan'dan daha layıktır" demeleri bir ölçüde bu psiko-sosyal durumu gösterir mahiyettedir.
Sonuç itibariyle kavram olarak bozulma sürecinin başladığı bu dönemden sonra Ehl-i Beyt, kelime anlamıyla temellenen Kur'an ve Hadis yorumundan uzaklaşıp bir gurubun siyâsî ve îtikâdî sisteminin temeline oturtulan bir "mefhum" haline gelmiş ve bu gurup içerisinde tek taraflı olarak tartışmaya kapatılmıştır.
Doç. Dr. M. Bahaüddin Varol
Son düzenleyen Master Blue; 24 Ağustos 2008 22:29
Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Biyografi Konusu: Ehl-i Beyt nereli hayatı kimdir.