Arama

Abdullah Bin Cahş

Güncelleme: 22 Ağustos 2011 Gösterim: 6.856 Cevap: 1
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
14 Temmuz 2011       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
ABDULLAH BİN CAHŞ

Sponsorlu Bağlantılar
Peygamber efendimizin (s.a.v.) halası Ümeyme ile Cahş’ın oğlu, Eshâb-ı kirâmdan. Kızkardeşi Hz. Zeyneb; Peygamberimizin hanımıdır. Hz. Ebû Bekir’in vasıtasıyla, Erkam’ın (r.a.) evine gelmeden önce kelime-i şehâdet getirerek ilk müslümanlardan olmak şerefine kavuştu. Hz. Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi. Peygamber efendimizi pek ziyade severdi. Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü teâlânın rızası uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir.

Eshâb-ı kirâm arasında lâkabı, “El-Mücdü’fillah” yani “Allah yolunun fedâisi” idi. Şehid olduğunda 40 yaşlarında idi. Medine’ye hicret edince Âsım bin Sâbit (r.a.) ile kardeş oldu.


Abdullah bin Cahş (r.a.) İslâmiyeti heyecanla yaşayan zatlardandı. İlk müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü eza ve cefâyı yapmışlardı. Hepsine de imânının verdiği güç ile mukabele etmiş, eza ve cefâ’lara katlanmıştır. Peygamber efendimiz, kendisi için “.. açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır” buyurmuştur.

Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak hep şehîd olmaya can atmıştır. Harplerde en önde kahramanca çarpışmıştır. Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de Kureyş müşriklerini, gözetlemek üzere ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı (r.a.) göndermek istemişti. Hz. Ebû Ubeyde, Peygamberimizin ayrılığına dayanamıyarak ağlamaya başladı. Bunun üzerine O’nu göndermekten vazgeçti. Hz. Abdullah bin Cahş der ki: O gün Resûlullah aleyhisselâm yatsı namazını kılınca beni yanına çağırdı: “Sabah vakti olur olmaz yanıma gel. Silahın da yanında bulunsun. Seni bir tarafa göndereceğim.” buyurdu. Sabah olunca mescide gittim. Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi. Resûlullah efendimiz sabah namazını kıldırdıktan sonra evine döndü. Ben daha önce kapının önüne gelmiş, bekliyordum. Muhacirlerden benimle birlikte gidecek bir kaç kişi buldu. “Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim.” buyurarak bir mektûb verdi. “Git, iki gece yol aldıktan sonra mektubu aç. Onda buyurulana göre hareket et.” Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?” diye sordum. “Necdiye yolunu tut. Rekiyeye, kuyuya yönel!” buyurdu. Nahle seferine memur edildiği zaman, ilk defa “Emir-el-mü’minîn” sıfatı verildi, İslâmda ilk tayin olunan “emir”, O oldu. Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında mektubu açtı. Mektubta şunlar yazılıydı:

“Bismillahirrahmanirrahîm,
Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman Mekke ile Taif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin. Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vadisindeki Kureyşîleri, Kureyşîlerin kervanını gözetleyip ve denetleyesin. Onların haberlerini bize bildiresin.”

Emir-el-mü’minîn Hz. Abdullah bin Cahş mektubu okuduktan sonra “Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz, işittim ve itaat ettim. Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim” diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra arkadaşlarına dönerek “Hanginiz şehîd olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin. Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiç birinizi zorlayıcı değilim. Gelmezseniz ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim.” dedi. Arkadaşları hep birden, “Biz, işittik. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itaat edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi üzere yürü.” diye cevap verdiler. Sa’d bin Ebî Vakkas hazleretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicaza doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler. Bir yere gizlendiler. Oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar. Bu sırada bir Kureyş kafilesi geçti. Develer yüklü idi. Mücâhidler, Kureyş kafilesine yaklaşarak onları İslâma davet ettiler. Kabul etmeyince çarpışma başladı. Çarpışma sonunda birisini öldürdüler, ikisini esir aldılar, birisi atlı olduğu için ona yetişemediler. Kâfirlerin bütün malı mücahitlere kaldı. Hz. Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı. Bu ganimet, müslümanların aldıkları ilk ganimetti Bu beşte bir hisse de ilk ayrılan beşte birdi. İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de bu Nahle seferindeydi.

Bundan sonra Bedir gazâsı oldu. Alınan esirler için Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Abdullah bin Cahş’a danıştı. Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Hz. Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü. Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleri, Uhud harbinde Hz. Abdullah bin Cahş ile arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı. “Uhud’da savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Birdenbire yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi: “Şimdi burada sen duâ et, ben “âmin” diyeyim. Ben de duâ edeyim, sen de “âmin” de! Ben de “Peki” dedim. Ben şöyle duâ ettim: “Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak, geri döneyim.” Benim yaptığım bu duaya bütün kalbiyle “âmin” dedi. Sonra kendisi duâ etmeye başladı: “Allahım, bana zorlu kâfirler gönder kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihadın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin. Sonra benim dudaklarımı burnumu, kulaklarımı kessin. Ben kanlar içinde senin huzuruna geleyim. Sen bana “Abdullah, dudaklarını, burnunu, kulaklarını ne yaptın?” diye sorduğunda, Allahım, ben onlarla çok kusur işledim, yerinde kullanamadım. Senin huzuruna getirmeye utandım. Sevgili Peygamberimin de bulunduğu bir savaşta, toza toprağa bulandım da öyle geldim” diyeyim”, dedi. Gönlüm böyle bir duaya “Amin” demek arzu etmiyordu. Fakat o istediği ve önceden söz verdiğim için mecburen “Amin” dedim. Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik, ikimiz de önümüze geleni öldürüyorduk O son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu. Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücumlarını tazeliyordu. “Allah Allah!” diye çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda Sevgili Peygamberimiz O’na bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu. Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı. Bir çok düşmanı öldürdü. Savaşın sonuna doğru Ebül-Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu. Şehid olunca kâfirler bu mübârek şehîdin cesedine hücum ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler. Her tarafı kana beyandı. Muharebe bittikden sonra Hz. Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı “Seyyid-üş-şühedâ” ya’nî “Şehidleriri efendisi” Hz. Hamza’yı aynı kabre defn ettik.”


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Abdullah Bin Cahş nereli hayatı kimdir.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
tokiohotel - avatarı
tokiohotel
VIP ''Ölü Gelin''
22 Ağustos 2011       Mesaj #2
tokiohotel - avatarı
VIP ''Ölü Gelin''
Abdullah Bin CAhş
Peygamber Efendimizin (a.s.v) halasının oğludur. Çok genç yaşta iman edip, ilk Müslümanlar arasında yer almıştır. Hayatı boyunca Cenâb-ı Hakk'ın ve Peygamberinin rızasını kazanmayı en büyük gaye edinmiştir. İman ettikten sonra büyük işkencelere maruz kalmış ve Habeşistan'a yapılan hicretin ikisinde de bulunmuştur. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmış, büyük kahramanlıklar göstermiştir. Uhud Savaşı sırasında şehit olmak için Allah'a duâ etmiş ve savaşta şehit olmuştur. Risâle-i Nur'da, Uhud Savaşı sırasında kılıcının kırıldığı, akabinde, Peygamber Efendimizin eline bir değnek verdiği ve bunu kılıç gibi kullandığı nakledilmiştir. Künyesi Ebu Muhammed Abdullah bin Cahş bin Riab bin Ya'mer el-Esedi şeklindedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Abdullah'ın doğum tarihi kesin olarak bilinmediği gibi, İslâmiyet'i kabulünden evvelki hayatı hakkında da pek bilgi yoktur. Babası Cahş ve annesi de Peygamber Efendimizin (asm) halası olan Ümeyme'dir. Uhud Savaşı'nda şehit olması ve bu sırada kırk yaşlarında bulunduğu bilgisinden hareketle, 584 veya 585 yıllarında doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir.

Abdullah iki kardeşiyle birlikte, İslamiyet'in doğuşunun ilk günlerinde Müslüman oldu. En sert tepkiyi yakın çevresi ve akrabalarından gördü. Ancak kendisi, Allah ve Resulünün sevgisine nail olmayı en büyük gaye edindi. Bu yüzden peşin olarak, başına gelebilecek her türlü sıkıntıyı göze aldı. Hicrete izin verilmesinden sonra, ilk defa Habeşistan'a yapılan kafilede bulundu. Yine ikinci kez Habeşistan'a gönderilen topluluğun içinde yer aldı. Böylece Habeşistan'a yapılan iki hicrette de bulundu. Bir süre burada kaldıktan sonra Mekke'ye geri döndü. Daha sonra ailesi ile birlikte Medine'ye hicret etti. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, hicret olayından sonra Mekkeli muhacirlerle Medineli ensar arasında kardeşlik bağını kurmuştu. Abdullah ile Medineli Asım bin Sabit arasında kardeşlik bağını tesis etti.

Abdullah, Hicret'ten yaklaşık bir buçuk yıl sonra gerçekleşen Nahle Seriyyesi'ne komutan olarak tayin edildi. Peygamber Efendimiz (asm) kendisini komutan olarak atadıktan sonra, iki gün geçmeden açılmayacak olan bir mektubu kendisine verdi. Yola çıkarılan sahabeye, Nahle'ye gidip Kureyşlilerin hareketlerini izleme emri verildi. Bunlar da topladıkları bilgileri Medine'ye, yani Peygamber Efendimize ulaştıracaklardı.

Nahle'ye varan Abdullah'ın komutasındaki birlik, burada Mekkelilere ait bir kervanla karşılaştı. Kervan ele geçirilirken, kervanbaşı olan Amr bin Hadrami de çatışma esnasında öldürüldü. Abdullah, ganimet malı olarak ele geçirdikleri malının beşte birini ayırdıktan sonra geriye kalanını orada bulunan sahabelere taksim etti. Halbuki, ganimet malının nasıl paylaştırılacağına dair âyet nazil olmamıştı. Daha sonra nazil olan Enfal Sûresi'nin kırk birinci âyeti aynı hükmü (… ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir) emretti.

Recep ayında gerçekleşen bu olay, Mekkeliler tarafından eleştiri konusu yapıldı. Müşrikler, Peygamber Efendimizin haram aylarda savaşı helâl ettiğini etrafa yaymaya başladılar. Ancak, Peygamber Efendimiz Abdullah'a böyle bir emir vermediği gibi, sadece gözetleme göreviyle birliği yola çıkarmıştı. Dolayısıyla gerçekleşen bu olayı kendisi de tasvip etmedi. Peygamber Efendimize verilmek üzere ayrılan ganimet malını da almadı. Durumdan rahatsızlık duyan Peygamber Efendimiz ve ashabını nazil olan Kur'ân-ı Kerim'in Bakara Sûresinin iki yüz on yedinci âyeti rahatlattı. Çünkü insanları Allah yolunda ibadet etmekten alıkoymanın, haram aylarda savaşmaktan daha kötü olduğuna vurgu yapılmakta;

"Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" (Bakara 217) diye buyrulmaktaydı.

Genç yaşta Müslüman olan Abdullah, Bedir ve Uhud Savaşlarına katıldı ve büyük kahramanlıklar gösterdi. Özellikle Uhud Savaşı sırasında çok büyük gayret gösterdi. Savaş sırasında Sa'd bin Ebi Vakkas ile aralarında çok ilgi çekici bir konuşma cereyan etti. Sa'd'a, "önce sen duâ et, ben duâna amin diyeyim. Sonra ben duâ edeyim, sen duâma amin de" dedi. Önce duâ eden Sa'd; "Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak, geri döneyim," deyince, Abdullah "amin" dedi. Abdullah ise; "Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin," şeklinde duâ edince, Sa'd istemeye istemeye "amin" dedi. Neticede her ikisinin de duâsı kabul olundu. Sa'ad gazi olup dönerken, Abdullah Uhud Savaşı'nın şehitleri arasına dahil oldu.

Uhud Savaşı'nda şehit olan Abdullah'ın cansız bedenine bile çirkin muamelede bulunan müşrikler burun ve kulaklarını kestiler. Savaş sonunda Peygamber Efendimiz, O'nu amcası Hazreti Hamza (ra) ile birlikte aynı kabre koyup defnetti (624). Hazreti Hamza aynı zamanda Abdullah'ın da dayısı idi. Böylece dayı ve yeğen aynı savaşta şehit olmakta ve birlikte ebedî âleme uğurlanmaktaydı.

Risâle-i Nur'da, Abdullah'ın ismi, Peygamber Efendimizin Uhud Savaşı'nda vuku bulan mucizeleri zikredilirken geçmektedir. Uhud Savaşı'nın en şiddetli anlarında Peygamber Efendimizin halasının oğlu olan Abdullah'ın kılıcı kırıldı. Peygamber Efendimiz O'na bir değnek vererek savaşı sürdürmesini söyledi. "O değnek onun elinde bir kılıç oldu; onunla harb etti. O eser-i mucize olan kılıç bâki kaldı. Meşhur İbnü Seyyidi'n-Nâs, siyerinde haber veriyor ki: Bir zaman sonra, Abdullah'ın o kılıcı Buğa-yı Türkî namında bir adama iki yüz liraya satıldı." (Mektubat, 1994, s. 138.)


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
''Boşver''

Benzer Konular

19 Aralık 2015 / kompetankedi Siyaset ww
12 Şubat 2016 / Baturalp Dinler Tarihi
22 Ağustos 2013 / _EKSELANS_ Dinler Tarihi
27 Mayıs 2015 / ahmetseydi Dinler Tarihi
27 Mayıs 2015 / ahmetseydi Dinler Tarihi