Arama

Habib-i Neccar

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 19 Aralık 2014 Gösterim: 5.018 Cevap: 1
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
19 Aralık 2014       Mesaj #1
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Habib-i Neccar
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Antakya’lı bir Allah dostu olan Habib-i Neccar, bir inanç abidesi ve Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresinde övülen şehittir. Marangozluk yaptığı için Neccar ismiyle anılmıştır. Şehrin yakınında bulunan dağdaki mağarada Allah‘a ibadet ediyor ve puta tapanlardan ayrı yaşıyordu. Dağda koyunlarını otlatırken iki elçiyle karşılaştı (M.S.33). Onlara kim olduklarını ve nereden geldiklerini sordu.

Elçiler, “Biz Hz. İsa’nın elçileriyiz. İnsanların putları terk edip Rahman olan Allah’a ibadet etmelerini hatırlatmak ve gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed’i müjdelemek üzere geldik” dediler.

Habib Neccar : İlahi elçi olduğunuzu ispat edecek bir deliliniz var mı?

Elçiler, “ Biz Allah’ın izniyle hastaları iyileştirir, körlerin gözünü açar ve ölüyü diriltebiliriz” dediler.

Habib Neccar, iki yıldan beri hasta olan çocuğunu onlara gösterdi ve onu iyileştirmelerini istedi.

Elçiler Allah’a dua ettiler ve çocuk iyileşti.

Bunun üzerine Habib-i Neccar, elçilerin davetini kabul etmiş ve müjdelenen son peygamber Hz. Muhammed’in geleceğini 600 sene önceden kabul ederek O’na iman etmiştir. Elçilerin davetini kabul etmeyen halkın, onları öldürmek istediğini duyan Habib-i Neccar şehrin uzağından koşarak gelmiş ve halka nasihat ederek, elçilere inanmalarını istemiştir.

Allahu Tealâ, Antakya halkının başından geçenlerden ibret almamız için Rasulullah’a (A.S.) şöyle sesleniyor:

Şu şehir ahalisini onlara örnek ver!

Hani oraya (İsa A.S.’ın yanındaki ilim ve gönül adamlarından) elçiler gelmişlerdi. Biz o zaman onlara iki elçi göndermiştik de her ikisini de yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü ile onları desteklemiştik ve:

- “Biz size gönderilmiş elçileriz” demişlerdi. (Yasin/13-14)

Şehirde günlerce kalmışlar ve ellerinden geldiğince herkese Allah’ın dinini anlatmaya çalışmışlardı. Buna rağmen halk elçileri kabul etmedi ve onlara:

- “Siz, bizler gibi insansınız; başka bir şey değilsiniz. Hem Rahman da hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler. Elçiler de (bu söze karşı) şöyle söylediler:

- “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş kimseleriz. Bize düşen, ancak açıkça tebliğdir; başka bir şey değildir.” (Yasin/15-17)

Elçilerin bütün ikna gayretleri sonuç vermedi. Halk hırçınlaştıkça hırçınlaştı ve tehdit ederek elçilere:

- “Siz bize uğursuz geldiniz. Yemin olsun ki, eğer (bu işten) vazgeçmezseniz, sizi taşlarız ve çok acı verecek eziyetler yaparız.” dediler. (Yasin/18)

Kendilerine hücum etmeye hazır olan şehir halkının bu tehditi karşısında elçilerin cevabı şöyle oldu:

- “Uğursuzluğunuz sizinledir (kendinizden kaynaklanmaktadır). Size öğüt verildi diye mi (böyle söylüyorsunuz)? Doğrusu siz haddi aşmış bir toplumsunuz.” (Yasin/19)

Elçiler tam sözlerini bitirmişti ki;

Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi:

“- Ey hemşehrilerim! Bu elçilere uyun!” (Yasin/20)

Allah’ın methettiği bu adamın Habibu’n-Neccar adında bir kişi olduğu rivayet edilir. Hemşehrilerinin aşırıya gittiğini görünce onlara acıdı ve şefkatle yalvardı:

“- Uyun, sizden hiçbir ücret istemeyip hidayet üzere hayat sürenlere!” (Yasin/21)

Rabbimiz, bize Habibu’n-Neccar’ın dilinden çok önemli bir prensibi bildiriyor:

Kişinin Allah’ın dini için uyması gereken insanda iki önemli özellik araması gerekir: Birincisi, Allah’ın dinini tebliğ ettiği için dünyalık bir menfaat sağlamaması gerekir. İkincisi de, Allah’ın istediği şekilde hayatını sürdürmeye gayret eden, yani hidayet üzere yaşamaya çalışan bir kişi olması gerekir.

Ayetler kıyamete kadar geçerli olduğuna göre, Allahu Tealâ bu iki özelliğe sahip olan insanlara tarihte olduğu gibi günümüzde de uyulması gerektiğini ferman buyuruyor. Bu iki özelliğe sahip olmayan, yani Allah’ın dinini dünyevi çıkarlara alet eden veya hidayet ölçülerinin dışında bir hayat sürenlere ise uyulmaması gerekiyor. Bu Allah’ın isteğidir. Ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, makamı ve ünvanı ne olursa olsun, bu iki ölçüye uymayan kişilere kesinlikle itibar edilmemesi gerekir.

İşte Habibu’n-Neccar, hemşehrilerine bu iki ölçüye uyan bu elçilere uyulması gerektiğini bildiriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:

“- (Bana gelince,) neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a kulluk etmiyeyim?

(Neden) O’ndan başka ilâhlar edineyim? (Öyle yaparsam) Rahman bana bir zarar vermek isterse ne o ilâhların şefaatı zerre kadar fayda getirir, ne de (bizzat kendileri) beni koruyabilirler.

İşte o zaman ben, apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum.

Ama bakın! Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!” (Yasin/22-25)

Allah aşığı Habibu’n-Neccar sözlerini bitirince hemşehrileri, üzerine çullanıp onu şehit ettiler. Mübarek naaşı yere serilince Allah tarafından ona şöyle denildi:

“- Gir cennete!” (Yasin/26)

O ise, hemşehrilerinin kendisini öldürmüş olduğuna aldırmaksızın büyük bir merhametle Allah’ın huzurunda şöyle söylüyordu:

“- Ah keşke halkım bir bilseydi! Bilseydi Rabbimin beni affettiğini ve ikram görenlerden eylediğini...” (Yasin/26-27) Fakat artık Antakyalılar bu temenniyi duyamazlardı.

Allah adamları hep böyledir: şahsi kinlerle kalplerini kirletmezler. Allahu Tealâ, burada bizde görmek isteği bir ahlâkı öğretiyor: Canınıza kasteden insanların bile kurtuluşunu isteyebilmek, onların Allah’ı tanımalarını sağlama uğruna canımızı bile feda edebilmek.

Daha sonra ne oldu? Allahu Tealâ, bundan sonra onların üzerlerine gökten ordular indirmediğini, indirmeye de gerek olmadığını anlatıyor. Sadece bir tek ses ile yerlerinde sönüp kaldıklarını haber veriyor ve bu konuyu şu ayetlerle bitiriyor:

“- Yazık şu insanlara ki, kendilerine hangi elçi geldiyse onu alaya aldılar.. Halbuki kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi ve onların geri dönmediğini görmezler miydi? Ve (görmüyorlar mı sonunda) hep birlikte huzurumuzda toplanacaklarını?” (Yasin/28-32)

Bu ayetler, yaşayan bir model sıkıntısı çeken ve bu sebeple dinî bunalımlar yaşayan günümüz müslümanlarına kurtuluş kapısını gösteriyor.


Kaynak: cennetyolu.biz/
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Habib-i Neccar nereli hayatı kimdir.
🌘 🚀
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
19 Aralık 2014       Mesaj #2
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Habib-i Neccar
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Habib en-Neccar; İslâmî kaynaklara göre Yâsîn sûresinde kıssası anlatılan kişi.

Kur'ân-ı Kerîm'de. "karye" halkını Hakk'a davet etmek için bir şehre (Kar­ye) gelen iki elçiye destek olmak üzere bir üçüncüsünün gönderildiği, halkın bun­lara karşı çıktığı, sadece şehrin uzak bir yerinden gelen bir kişinin iman edip onları desteklediği ve bu kişinin, açıkça İfa­de edilmemekle beraber âyetin gelişin­den anlaşıldığına göre şehir halkı tara­fından öldürüldüğü, onun imanı sayesin­de cennete girdiği, kendisine kötülük eden şehir halkının ise bir sayha ile helak edildiği anlatılmaktadır(Yâsîn 36/13-29).

Müfessirlere göre elçilerin adları Yuhannâ, Pavlus ve Şem'ûnü's-Safâ (Simun Petrus), gönderildikleri şehir ise Antakya'­dır. Bunların tebliğini kabul eden mü­min kişinin adı da Habîb b. Mûsâ, Habîb b. İsrail veya Habîb b. Merîdir. Tefsir ki­taplarında Habîb'in neccâr (dülger), ipek­çi, kassâr {bez ağartan) veya ayakkabıcı ol­duğu, günlük kazancının yarısını ailesine ayırıp diğer yansını tasadduK ettiği, cüzzam hastalığına yakalandığı için şehirden uzak bir yerde oturup ibadetle meşgul olduğu, iman ettiğini açıklayıp halkı da iman etmeye çağırınca taşlanarak, linç edilerek veya hızarla kesilerek öldürül­düğü, kesilmiş başını eline alıp yürüdüğü rivayet edilir. Kur'an'daki âyetlerin üslû­bu Hz. Peygamber zamanında bu kıssa­nın bilindiğini göstermektedir. "Bir misal olarak şu şehir halkını onlara anlat" mealindeki âyetle(Yâsîn 36/13) kıssa hatır­latılarak şehir halkının akıbetinden ibret alınması öğütlenmektedir. Bu şehrin ne­resi olduğu, hadisenin ne zaman vuku bul­duğu ve iman ettiği bildirilen şahsın kimliği konusunda hadislerde de bir bilgi bu­lunmamaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de Semûd kavmi Medyen ehli, Lût kavmi ve Ashâbü'l-Hicr gibi kavimle­rin Allah'ın elçilerini dinlemedikleri için bir sayha ile helak edildikleri belirtilmekte­dir. Yâsîn sûresinde söz konusu edilen şehrin bu kavimlerden birine ait olup ol­madığı bilinmemektedir. Müfessirlerin olayın meydana geldiğini söyledikleri An­takya'da milâttan sonra 35 yılında bir deprem olduğu bilinmekteyse de bunun Kur'an'da anlatılan hadise ile ilgisinin tesbit edilmesi mümkün değildir.

Antakya'da Habib Neccâr da­ğının eteklerinde, aslı bir Roma tapınağı iken Bizans döneminde kiliseye, İslâmî dönemde camiye çevrilen ve aynı adı ta­şıyan binanın altındaki üç mezardan biri­nin ona ait olduğu ileri sürülmektedir.

(bkz. Diyanet İ.A., Habib en-Neccar Md.)

Kaynak: sorularlaislamiyet.com/


🌘 🚀

Benzer Konular

19 Aralık 2014 / Jumong Mimarlık
3 Nisan 2007 / KisukE UraharA Sinema tr
6 Nisan 2011 / Jumong Siyaset ww