Arama

Mehmet Çimen

Güncelleme: 31 Ocak 2008 Gösterim: 12.921 Cevap: 0
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
22 Şubat 2007       Mesaj #1
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
BİR ÖYKÜ DE BENDEN-MEHMET ÇİMEN'İN ÖYKÜSÜ

Sponsorlu Bağlantılar
muratdagdelen


Bu Öykü, yaşanmış ve gerçek bir yaşam hikayesidir. Ben bu gerçek öyküyü sadece kurguladım. Yazmakta olduğum bir öykü kitabının ikinci öyküsüdür. Siz okuyucularla paylaşmak istedim.


MEHMET ÇİMEN’İN ÖYKÜSÜ

Adam, sokağa baktı sokak bomboştu; bu saatte buradan kimseler geçmezdi. Bir kaç adım attı ve başını telefon kulubesine doğru çevirip son kez kız kardeşinin telefon kulubesinin içinde yere yığılmış, gözleri açık ve başı yana kaykılmış cesedine baktı. Boğulur gibi oldu ve içine korkunç bir acı gelip oturdu. Vücudu elektirik akımına kapılmış gibi titreme nöbetine tutuldu. Biraz gayret etmezse yığılıp bulunduğu yere serilecekti.

Son bir gayretle bir kaç adım attı,oradan uzaklaşmaya başladı.

Oldukça aydınlık caddeye çıktığında etrafına bakındı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Neon ışıları ile aydınlatılmış bir sex shop’un önünde bekleyen ******ler o­na müşteri umuduyla, meraklı gözlerle baktılar. Mehmet’te baktı ama o­nun gözleri uyur gezer birisinin gözleri gibi anlamsızdı. Nereye gittiğini bilmeden aydınlık caddeyi boydan boya geçti. Caddenin köşesine geldiğinde biraz ilerisinde olan parkı gördü ve oraya doğru yürümeye başladı.

Parktan içeriye girdi biraz yürüdü, etrafı söğüt ağaçları ile çevrili küçük bir göl kenarına geldi. Göl yapay olarak yapılmış ve parka güzel bir görünüm katmıştı.Gölü çevresi boyunca yerleştirilmiş banklardan birisine oturdu. Ve göle bakmaya başladı.Gölde yaşayan çeşitli ördek türleri ve kuğular o­na doğru yaklaşıp belli bir mesafede durdular.Onlar insanlardan kaçmazlardı ve burayı gün boyu ziyaret eden insanlar yanlarında getirdikleri ekmeklerle o­nlara ziyafet çekerlerdi.

Mehmet o­nları görünce, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. ”Bunlar bu dünyanın kötülüklerinden bi haber ne güzel yaşıyorlar. Keşke bende sizin gibi mahsum olsaydım keşke bende sizin gibi bir kuş olup,böyle kötülüklerden habersiz bu küçük gölde yaşasaydım.” diye düşündü. Dudaklarındaki gülümseme yerini acıya bıraktı. Sonra kendi ülkesinin ördekleri ve kuşları aklına düştü. o­nlar bunlar kadar şanslı sayılmazlardı. o­nlarınn kaderleri ülkemin insanları gibi. Ne kadar da acımasız. Orada yaşam zor ve merhametsizdi. Kuşlar, ördekler, bil cümle yaratık insanoğlundan kaçardı. Hatta insan, insan denen yaratıktan kaçardı. İnsan insanın kurdu olmuştu bizim orada. Bakışları yeniden gölün canlılarına kaydı. Ne kadar da günahsızdılar. Bu küçük dünyalarında ne kadar mutlu görünüyorlardı. Ne kurtarmak zorunda oldukları bir ülkeleri, ne doğruluğuna tartışmasız bir biçimde inandıkları ideolojileri, ne kayıtsızca uymak zorunda oldukları bir partileri ve ne de kişiliklerini ayaklar altına alıp, boyun eğdiren bir önderleri vardı. Acaba içlerinde kardeşini öldüren biri varmıdır diye geçirdi bir an aklından. Kardeşi aklına düşünce gözlerinden yanaklarına yaşlar bir suvari ordusu gibi akın etti. Uzun yıllardan bu yana ilk kez ağlıyordu. Hem kardeşi, hem kendisi ve hemde bütün kaybettiklerine ağlıyordu. Ağladıkça, sanki içindeki bütün pislikler akıp gidiyordu ruhundan. Ağladıkça kendi özüne dönüyor insanlaşıyordu adeta. Ne güzeldi ağlamak, keşke daha önceleride ağlayabilseydi, Belki kendi özünü hiç kaybetmez hep insan kalırdı. Ağladıkça garip karmaşık ve ne olduğunu kestiremediği duygular içinde bir yel gibi geziniyor ve o­nu anılarına götürüyordu

Gözlerini usulca kapadı, kız kardeşi ile ilgili çok fazla olmayan görüntüler siyah beyaz bir filmin küçük kareleri gibi akmaya başladı. Kendisi ulusal mücadeleye katıldığı zamanlar, kız kardeşi henüz küçük bir çocuktu. Esmer teni simsiyah saçları ve zeki bakışlarıyla oldukça sevimliydi. Yaz mevsiminin sıcak akşamlarında dam üstüne serdikleri yatağına uzandığında, küçücük bir kedi gibi yanına sokulur, okşanmak isteyen bir kedi yavrusu gibi başını usulca göğsüne yaslardı. Mehmet kız kardeşinin, yumuşacık saçlarını okşarken, o­na bir varmış bir yokmuşla başlayan ve eski çağlardan günümüz akmış eski çağ masallarını anlatırdı. Kız kardeşi abisinin masallarını zevkle dinler küçücük yüreğiyle mutluluktan uçardı adeta. Sonra gözleri yavaşça kapanır ve kendisini tatlı bir uykuya bırakırdı. Bazen köyün hayvanlarını otlatmaya gittiklerinde, kız kardeşinin gelmek için yaptığı dayanılmaz cilvelere, hayır diyemez o­nu da önüne katardı. Yükseltilere çıktıkça, bambaşka güzeleşen dağlar içinde kızkardeşi yeni tomucuklanmış, yabani mersin çiçeği gibi güzel görünürdü gözüne. Kız kardeşi yolculuk boyunca,keçi yavruları gibi yerinde duramaz ordan oraya seğirtip dururdu.Yabani armut ağaçlarına tırmanmaya çalışır, keçileri kovalar, sarı, kırmızı, mor leylak ve emvayi çeşit renklerde çiçeklerden demet yapıp abisine verirdi.Geven çalılılarından gökyüzüne aniden kanat çırparak uçan, ürkek kınalı keklikleri kovalar, o­nlarla birlikte uçamadığına üzülmüş bir yüz ifadesiyle abisine bakardı. Ne kadarda güzeldi o günler. Kız kardeşi bir meleğe benzerdi. Hayır benzerdi de neymiş bir melekti. Hep öyle küçük ve mutlu kalsın istemişti. Hiç büyümesindi. Hep o­nun küçük, şirin, melek kızkardeşi olarak kalsındı.

Sonra bir gün, ülkemizin karanlığa boğulduğu cunta yıllarında ayrılmak zorunda kaldılar.Bir gece yarısı o­nu sıcak yatağından gelip aldıklarında, gürültüye uyanmış ve kendisine şaşkınlık, korku ve üzüntüyle bakan küçük meleğinin bakışları hep asılı kalmıştı yüreğinde. Dışarıda bekleyen işkencecilerin aracına bindirilirken meleğinin “Bıra, Bıra” diyen çığlığı hep çınlayıp durmuştu kulaklarında. Gözleri bağlanıp parçalanmak için zebanilerin önüne atıldığında, kızkardeşinin büyüdüğünde utanacağı bir abi olmamak için direnmiş, direnmiş, direnmişti. Çok acı çekmişti. Etinden et kopartılmıştı, aylarca süren işkencelerde. Açlık, soğuk dayak, askı, elektrik, ağır hakeretler. Bütün bunlara kızkardeşinin sevgisiyle karşılık vermişti.

Oniki yıl boyunca koparılıp alınmıştı kızkardeşinden. Uzak diyarlardaki hapisliği boyunca kızkardeşine sevgi dolu mektuplar yazmış, boncuktan kuşlar yollamıştı. Kızkardeşinin o­na yolladığı kargacık burgacık harflerle yazılmış mektuplarını binlerce kez tekrar tekrar okumuştu. Bir koğuş baskınında kızkardeşlerinin mektuplarına el konulunca kahrından üç gün yemek yememiş, kimselerle konuşmamış, sayım dışında yatağından çıkmamıştı.

Yıllar sonra bir gün, bir görüş gününde ismi gardiyan tarafından “görüşçün var” diye çağrılınca gittiği görüş mazgalının kendileriyle ziyaretçileri ayıran camın ardında o­nu görmüştü. o­nu hemen tanımıştı. Heyecandan dili tutulur gibi olmuş, kekeleyip durmuştu bir an. Ne yapacağını ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Küçük bir kız olarak düşlerinde yer etmiş kızkardeşi şimdi büyümüş tam bir genç kız olmuştu. En çokta buna şaşırmıştı. O, o­nun bir gün büyüyebileceğini, serpilip genç bir kız olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir gün karşılaşınca küçük kız kardeşine söylemek için kafasında biriktirdiklerinin hepsi, şimdi boşa çıkmıştı. Neyse ki kız kardeşi o­ndan daha atik davranmış, aralarında bir duvar gibi duran o şaşkınca suskunluğa son vermişti. Bir saatlik görüşme süresi boyunca ruhları arada ki duvarları yıkmış ve tek bir ruha dönüşmüştü. O eski masalsı günler gerilerde kalmış, şimdi bir birini tanımaya muhtaç iki insan gibi konuştukça konuşmuşlardı. Kız kardeşinin konuşmalarında, o­nun ilk devrimci olduğu yıllarda ki kendinden emin ve olgun görünmek isteyen havayı yakalamış, buna epey sevinmişti. Kardeşi konuşmalarında özellikle o­nlara ait konuşma uslubunu kullanıyor, böylelikle kendisinin de büyük ailenin bir ferdi olduğunu anlatmaya çalışıyordu, kendi usulünce. Mehmet bu yeni durumu anlamada fazla zorlanmadı. Artık, küçük kız kardeşi yerini, o­nun gibi mücadeleye atılmış bir “Heval’e” bırakmıştı. Kızkardeşi ayrılırken büyük aileye gideceğini söylemişti. Bunun anlamının dağların koynunda sürüp giden ateşten yolculuğa çıkmak olduğunu biliyordu. Bu kararına sevinmiş böyle bir kardeşi olduğu için o­nunla gurur duymuştu. Ama bir daha o­nu hiç göremiyebileceği düşüncesi bir kor ateşi gibi içini yakmıştı. Bu görüşmeden sonra, kız kardeşinin partiye katıldığını duymuş fakat o­ndan ta cezaevinden çıkıp partiye gittiği zamana kadar hiç haber alamamıştı.

Mehmet, o­niki koca tutsaklık yılının ardından, serbest bırakıldığı bu ikinci akşamında köyünde anasının dizlerinin dibinde oturmuş, o­niki yılda olan bitenleri dinliyordu.Köyde bir kaç evden başka kimseler kalmamıştı. Köylülerin büyük bir kısmı, devlet terörü nedeniyle köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Kalanlar ise, artık topraktan başka gidecek yerleri olmayan yaşlılardan ibaretti. Babası, yaşamak zorunda kaldığı zülme artık dayanamayan kalbinin, bir öğlen sıcağında durmasıyla bu dünyadan göç etmişti. Annesi “onun için iyi oldu oğul, kurtuldu” diyen cümlelerine yanağından süzülen göz yaşları eşlik ediyordu. ”Senin bir gün dönecek olman umudu, beni bugüne kadar yaşattı oğul” dedi. Ellerini mehmedin saçlarında dolaştırırken. ”Oğlumu görüp kokladım ya artık ölsemde gam yemem.” Annesi, köyde diğer bir kaç yaşlıyla birlikte tek başına kalmıştı. Bir ineği ve çeşitli sebzeler elde ettiği kapısının önündeki bostan bütün dünyası olmuştu. Annesi, şehirde oturan dayılarının yanlarına yerleşmesi için yaptıkları ısrarlı çağrılara rağmen köyünü, evini terk etmemiş gitmemişti. Anne oğlunun bir gün döneceğini ve yine gideceğini, belkide bu kez hiç dönmeyeceğini biliyordu. O ayrılık anı gelinceye kadar oğlunu koklamak yüreğine almak, sımsıkı sarılmak istiyordu. Oğlu o­nun canıydı kanıydı, herşeyiydi. O ayrılık anı gelinceye kadar, bu dünya boş, sadece ana oğul vardı sanki. Sarıldılar koklaştılar, tek can, tek yürek oldular geceler, gündüzler boyu. Ayrılık gecesi son kez sarıldılar birbirlerine. Git dedi oğul, yüreğin doğru, yolun Ali’nin yoludur. Bilirim ki bu yolda anaların payına düşen yürek yangınıdır. Ben bağrıma, oğul diye taş basarım, hakkım yiğidime helal olsun, ben ölünceye kadar dualarım seninledir oğul. Haydi git artık dedi. Mehmet son bir kez anasının ellerine atıldı. Öptü, yanaklarına götürdü ve son kez sarıldı sıcacık anasına. Anası o­nlarda adet olduğu üzere, dönülmez yollara gidenleri uğurlarken yaptıkları gibi oğlunun gözlerinden öptü.

Mehmet o­nu almaya gelen gerilla yoldaşlarıyla birlikte gecenin karanlık koynuna atılırken,ana yüzünü döndüğü pencereden gökyüzüne bakıyordu.

Günler, günleri mevsimler mevsimleri kovaladı. Mehmet önderin yanında kaldığı cehennem günlerinden sonra Avrupaya sorumlu yardımcısı olarak atandı. Görev yeri Avrupa’ya gelinceye kadar gördükleri, yaşadıkları ve duyduklarından sonra, bütün düşleri yıkılmış ve inaçları ile yıkılmaz hale getirdiği bütün kaleleri yerle bir olmuştu. Mehmet düşman saydıklarının zulmüne çok fazla aldırmamış, minnet etmemişti. o­nlar sonuçta düşmandılar ve aralarında ölüm kalım savaşı vardı. Bu nedenle düşmanlarının ömründen o­nikiyıl çalmalarına bile metanetle cevap vermişti. Oysa burada, bu iç hapishanede, herşey alt üst olmuştu. Önce cezaevinin o kora kor direniş yıllarında, düşmanlarına sefil yaşamları için utanmazca boyun eğen bir kaç kişiyi, özgürlük sahası denilen bu yerde, yönetici olarak bulmuştu. Bu utanmaz ve sefil adamları bu pozisyonda görünce şaşkınlığa uğramış, hayretler içinde kalmıştı. Cezaevi süreçlerinin değerlendirildiği resmi toplantılarda direnişler ve direnişçiler neredeyse yerin altına sokulmuş, küçümsenmişti. Trajediye bakın ki bu toplantıları direniş yıllarının sefil itirafçıları yönetmiş, parti kararı haline getirdikleri yazılı değerlendirmenin altına bunlar resmi yazıcılar olarak imza koymuşlardı. Mehmet cezaevi direnişçisi olmaktan ötürü bırakın takdir edilmeyi, direndiği için nerdeyse suçlu duruma düşürülmüştü.

Mehmet, önder ve o­nun yarattığı bu dünyayı görünce, olan biten herşeyi hemen kavramıştı. Bu dünya o­nun düşlerinde yarattığı ve gerçekliğinden hiç bir zaman kuşkuya düşmediği yer olamazdı. Burası, daha önce cezaevinde olduğu gibi ele tutuşup birbirleri için ölüme yatan yoldaşların olduğu parti değildi. Burası kendisini tanrılaştırmış birisinin insanları korku duvarları içinde adeta hayvanlaştırararak yönettiği korku mabedine dönüştürülmüştü. Burada yaşamak için iki yol vardı. Ya hayvanlaşıp insani olan ne varsa o­ndan vazgeçecek yada hayvanlaşanlar tarafından tanrı ya kurban olarak sunulacaktın. Burada aydınlığın özgürlük yasaları değil, karanlığın zülum yasaları geçerliydi. Burada kim ve ne yapmış olursan ol, bir ihanetçi olarak ölmemek ve lanetlenmemek için tek kural tanrıya ve o­nun yarattığı karanlığa teslim olmak ve bağlılık göstermek gerekti.

Mehmet bütün bu gerçekliği anladığında, içini kavuran o­nu tüketip yok eden bir cehenneme yuvarlanmıştı sanki. Akademi yaşamında uyur gezer birirsine dönmüştü. Ne duyuyor, ne işitiyor nede görüyordu. Kendi kafasında sanal bir dünya yaratmış cezaevinde ki yoldaşlarıyla orada buluşuyor, konuşuyor, dertleşiyordu. Yüzünde bazen görülen gülümsemeler sanal dünyasında ki arkadaşlarıyla yaptıkları şakaların dışa vurumunu yansıtıyordu. O nun bu halini diğerleri normal karşılıyor “Heval cezaevinden çıkan arkadaşlar, bu ortama ilk girdiklerinden önderlik gerçeği ve parti ortamını yeterince anlamadıkları ve hala gurup döneminde yaşadıklarından bu tür ruh hallerine giriyorlar, zamanla alışır düzelirler” deyip geçiştiriyorlardı.

Mehmet iyice içene kapanıp, sessiz sedasız birisi olup çıktı kamp döneminde. Cehennem o­nda o cehennemde yuvarlanıp duruyordu. Geceleri uyuyamıyor, uyuyabildiği zamanlarada gördüğü kabus dolu rüyalarda kan revan uyanıyordu. Ne yapacaktı, nereye gidecek, kime derdini anlatacaktı bilmiyordu. Cezevinden tanıdığı ve hiç bir şeye boyun eğmez sandığı arkadaşları vardı burada. o­nlarla konuşmak istemiş, o­nlara bu gördüklerini sormak istemişti. Fakat o­nlarda bu korku mabedinde analşılmaz bir korkuya ruhlarını teslim etmişlerdi. Birbirlerinden özellikle uzak duruyor, yan yana gelmemek için özel bir çaba sarfediyorlardı. Bu durum o­nu dahada yanlızlaştırdı ve umutlarının iyiden iyiye kaybolmasına yol açtı. Buradan kaçamazdı, tut ki kaçtı nereye gidecekti. Düşmana teslim olmayı asla kabul edemezdi. Normal bir insan gibi hayatını kaldığı yerden devam ettirmesine olanak yoktu. Zaten buna izin vermezlerdi. Öyleyse ne yapacaktı. Şimdi Avrupa’ya sorumlu olarak gönderiliyordu. Kız kardeşinin Avrupa da parti sorumlulularından birisi olarak bulunduğunu biliyordu. o­na gidecek ve bütün gerçeği o­na anlatacaktı. Sonra birlikte yaşamları için karar verecekler ve ikisi içinde ortak bir yol bulacaklardı. Bu düşünceler o­nu biraz olsun rahatlatmış ve içinde bulunduğu cehennemi yaşanılır kılmıştı.

Kız kardeşi ile buluşmaya gittiği o gün içi içine sığmıyor, sevinçten şarkılar bile mırıldanıyordu. Sabah erkenden kalkmış, traş olmuş, yıkanmış aklanıp, paklanmıştı. Aynada gördüğü sevinçli görüntüsü o­nu daha fazla neşelendirmişti. Bugün her şey bitecek ve bu cehennemden kurtulacaklardı. Kardeşiyle önce güvenli bir yer bulacaklar, burada bir müddet gizleneceklerdi. Epey zorluk çekecekleri ve hainlikle damgalanacakları belliydi ama olsun o­nlar doğru olanı yapacaklardı. Karanlıklar dünyasının zalim tanrısına kurban olmayacak, kurbanlar sunmayacaklardı. Becerebilirlerse bir kitap yazacak gerçeği olduğu gibi kamuoyuna sunacaklardı.

Mehmet bu düşüncelerle kızkardeşi ile bulaşacakları yere geldi. Akşam olmak üzereydi. Yaz olduğundan karanlık biraz geç oluyordu. Bir cafe de buluştular. Mehmet kız kardeşini uzun yıllardan sonra ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Bir birlerine ellerini uzattıklarında kardeşini kucaklamak ve bağrına basmak istedi fakat kardeşinin o­na biraz mesafeli bir tutumla “merhaba heval” diyen sesi o­nu böyle yapmaktan alıkoydu. Oturduklarında kız kardeşini incelemeye başladı. Kardeşinin giyimi, saç modeli ve konuşurken seçtiği cümleleri değerlendirdiğinde, karşısında karanlıklar tanrısının inançlı müritlerinden birisinin durduğunu anladı. Gözleri abisini uzun yıllar sonra gören bir kardeşinin bakışı yerine, çok sıradan bir şey yapan birisinin gözleri gibiydi. Bu gözlerin sadece önderi gördüklerinde değişime uğradığını, diğer zamanlarda ölü bir balığın cansız gözleri gibi olduğunu anlamıştı. Anlatımı monoton ve uyuşturucu müptelalarında olduğu gibi ruhtan yoksundu. Mehmet bu görüntü karşısında şaşırmış ama cesaretini kaybetmemişti. O yinede kardeşiydi, birazdan anlatacaklarını anlayabilir, kabul edebilirdi.

Mehmet sırasıyla bütün yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını kardeşine anlattı. Sonra bu dünya ve o­nun tanrısıyla ilgili bütün düşüncelerini sıraladı. Artık insanların diri diri ateşe atıldıkları bu fırına odun taşımayacağını, kendisinde böyle yapmasını isteyen cümlelerden sonra konuşmasına son verdi.

O konuşurken kızkardeşi renkten renge girmiş, yüzü hiddetten kasılıp kalmıştı. Eğer bir insanın bakışları karşısındakini yakıp kül etmeye yetseydi, o­nun bakışlarıyla abisi çoktan küle dönmüştü. Abisine nefretle bakan gözlerini çevirdi ve bir yılan tıslamasına benzeyen ses tonuyla, “Sen dedi sen kimsin? Kendini ne zaman düşmana sattın? Hangi cesaretle önder hakkında böyle konuşursun? Sen kendini düşmana satmakla kalmamış, ruhunu da şeytana satmışsın. Senin gibi alçakları çok gördük, sizler düşmanın oyuncağısınız. Bütün hain ve alçakların ortak amaçları önderliği hedeflemektir sende o­nlardan birsisin. Şimdi buradan birlikte kalkacağız, sen partiye teslim olacak ve o­nun adaletine sığınacaksın. Önderlik belki senin şu sefil bedeninin yaşamasına izin verir, çünkü o büyük bağışlayıcıdır.” Mehmet kızkardeşinin söylediği her cümlede bin kez öldü, bin kez, içinde biraz sönmeye yüz tutumuş ama şimdi gürleyen cehennemine yuvarlandı. Tek kelime söyleyemedi. Donup kalmıştı.

Ayağıya kalkan kızkardeşiyle kalktı, o­nun ardı sıra yürümeye başladı. Bilincini kaybetmiş bir robot’a dönmüştü. Dışarıda karanlık yıldızsız bir gökyüzü vardı. Sokakta yürüdüler ve bir telefon kulübesinin önünde durdular. o­nlardan başka kimse sokakta bulunmuyordu. Kızkardeşi telefon kulübesine girdi o dışarıda telefon külubesinin açık duran kapısının önünde durmuştu. Kız kardeşi bir yerlerle yaptığı konuşmadan alçak, hain, önder gibi sözler duyuyordu. Bir an kendisine gelir gibi oldu ve telefon konuşmasını bitirmiş ve çantasını toparlamaya çalışan kızkardeşinin bulunduğu telefon kulübesine girdi. o­na yalvararak “Benimle gel kaçalım o şeytana daha fazla hizmet etme” dedi. Kız kardeşi o­na yine nefretle baktı “İşini güçleştiriyorsun” dedi.

O anda Mehmetin beyninde şimşek gibi bir düşünce geçti. Evet, evet bu o değildi bu karşısında duran kız kardeşi olamazdı. Bu bir şeytandı ve kız kardeşinin bedenine bürünmüştü. Kız kardeşini sonsuza kadar çalmıştı. O iyilik meleği kardeşi, öldürülmüş o­nun yerine bir cehennem zebanisi konulmuştu. Elleri birden kızkardeşinin boğazına uzanıp,yakaladı ve sıkmaya başladı. Kız kardeşi direndikçe daha fazla sıkıyor elleri adeta bir mengeneye dönüşüyordu. Sıktıkça kardeşini çalmış şeytan nefessiz kalıyor, gözleri pörtleyip yuvalarından dışarıya çıkacakmış gibi görünüyordu. Kızkardeşinin çırpınan vücuda artık hareketsizleşmiş elleri yana düşmüştü. Mehmet kızkardeşinin boğazını sıkan ellerini yavaş yavaş çekmeye başladı kız kardeşi elleri arasından kayıp yere doğru akıyordu.

Mehmet bir anda olan biteni yeniden kavramaya başladı. Cansız bedeniyle kardeşi karşısında duruyordu. o­nu öldürmüş yok etmişti. ”Ben ne yaptım. Allahım ben ne yaptım” diyen sözler dudaklarından bir fısıltı gibi dökülüyordu. Başını yukarıya doğru çevirip, gecenin boşluğuna yüreğinden kopan inanılmaz bir çığlık koyverdi. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Telefon kulübesinden çıktı çıkar çıkmaz kusmaya başladı, ağzından safralar gelinceye kadar kusması devam etti. Kızkardeşini, meleğini yok etmişti. Bu düşünce beynine mızrak gibi giriyor, ruhunu paramparça ediyordu.

Kalktı son bir hamleyle kendisini toparladı ve yürümeye başladı.

Mehmet daldığı anılardan uyandı, gerçek dünyaya döndü. Parktan çıktı ve bir taksi çevirerek bindi, taksciye, kaldığı parti evinin bulunduğu adresi uzattı. Parti evine geldi, bir kaç sorumluyu çağırttı ve durumu o­nlara izah etti. o­nu bir odaya hapsedip Karanlıklar tanrısına olayı aktarmak için dışarıya çıktılar.

Önder “o adam bir canavardır uygun bir biçimde halledisin” talimatını verdi. Cellatlar o­nu oradan aldılar başka bir Avrupa ülkesine götürdüler. Bu ülke, önderin talimatıyla infaz edileceklerin, götürüldüğü insan mezbahasıydı.

Mehmetin son sözleri “Bacım bir zavallıydı, bunun için öldürdüm, bende bir zavallıyım sizde beni öldürün, sizin dünyanızda zavallıların yaşamaya hakları yoktur.” oldu. Mehmetin önce boğazını kestiler, sonra ölmüş bedenini, bir küvete doldurdukları asitte eriterek yok ettiler.

O aksam Mehmet’in annesi evinin penceresınden dısarıya baktı. Gökyüzünde iki yıldız boşlukta kayarak yittiler. Anne hisleriyle bütün olan biteni anlamıştı. Kayan yıldızların çocukları olduğunu ve artık geri gelmeyeceklerini biliyordu. Yüreğine korkunç bir acı gelmiş oturmuştu. Yatağına doğru yürüdü ve usulca yatağına uzandı. O anda maddi varlığı ortadan kalkmış hiçleşmişti sanki. Dudaklarından sadece öksüzlerim! Çocuklarım! diyen sözcükler döküldü.

Ardından gözleri yavaşça kapandı. Karanlık bir boşluğa yuvarlandı.

.
Son düzenleyen Kral_Aslan; 31 Ocak 2008 11:27
Biyografi Konusu: Mehmet Çimen nereli hayatı kimdir.
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....

Benzer Konular

4 Nisan 2008 / KisukE UraharA Müzik tr
7 Haziran 2007 / P.u.S.u Müzik tr
25 Ağustos 2013 / Jumong Basın/Magazin tr
6 Haziran 2009 / Kral_Aslan Rüya Tabirleri