Arama

Kahraman Tazeoğlu - Sayfa 5

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 7 Ekim 2017 Gösterim: 129.649 Cevap: 55
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #41
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Zaten her şeyi içimden söyleyebiliyorum, sesim yok. Beynimdeki uyuşukluk giderek artıyorken kız bana doğru yaklaşıyor. Aman Allahım tam karşımda duran ters koltuklardan birine oturdu ve gözlerimin içine bakıyor. Nereden tanıyorum bu kızı diye düşünürken birden beynimde sesini duyuyorum.
-Ne çabuk unuttun beni!
Sponsorlu Bağlantılar
Dudakları kıpırdamıyor. Sesi beynimden geliyor. Bu ses kimindi?
-Demek sesimi bile unuttun ha!
Olamaz bu kız düşüncelerimi okuyor.


Şimdi ben ne düşünsem bilecek. Kafamda hiçbir düşünce geliştiremeyeceğim. Her şeyden haberi olacak.
-Her şeyden haberi olmayan tek kişi var o da sensin burada...
-Seni hatırlamıyorum
-Niye hatırlamıyorsun? Beni sen bu hale getirdin. Şimdi hatırlamaman tuhaf değil mi sence?
-Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum!
-Oysa ben şimdi çok şey biliyorum ve senin beni dinlemekten başka hiçbir şansın yok. Bunca zaman hep sen konuştun çünkü, hem de yazarak konuştun.


ÖLÜ BİR KIZA MEKTUPLAR YAZDIN. Beni sen öldürdün! İçinde işledin bu cinayeti.
Senden kalktı cenazem. Beni ölü yıkayıcıların eline bıraktın. Hortumlarla yıkadılar beni sen uyurken. Saçlarım ıslak kaldı “nasıl olsa artık hastalanmayacak” dediler. Tabuta koydular ve gittiler. Sırtım tahtalara battı da şöyle güneşe doğru çeviremedim kendimi. Bilirsin ben güneşi çok severdim. Sonra beni sokaklarda dolaştırdılar “Onun kenti burası. Bak, senin gibi nice tabutlular var burada” dediler. Evet içinde öldürdüğün ben, hiç dışarı çıkamayacak.


Senin kentinde çürümeye mahkum oldum. Bunu da yaptın işte bana. Ölü bir kıza mektuplar yazdın şimdi onlar dizlerinde duruyor ama sen dokunamıyorsun bile.
Ve bir kağıt daha düştü dizlerimden.

Uçurumlardan yukarı doğru düşüyorum nicedir. Şizofren bir bakış yerleşince yüzüme, delirebilmeyi deniyorum çoğu kez.
DELİREMİYORUM...
Alçakların dansına alkış tutmak bana göre değil ama ********ce yaşamaktan geri kalmadığım yıllarımdan utanmak intihar sınırlarına taşıdı beni çokça...


Cesetten bozma kadınları ve kiralık aşkları taşıdım kamburumda. Bir vagon daha eklerken ağrılarıma kentin çocukluğuma giden çıkışlarında kayboldum. Kırık pencere pervazları oynaşıyorken gözlerimde, çocukluğumun kimsesiz kıyılarında senden arta kalan kelimeleri topladım. “Şehir gözlü kadınım” dedim sana...
ÇIĞLIKLARIMDAYDIN...
Sana üşüdüğüm sonlar sonu bir iklimin ayazında, bütün kuytularımı bu şehre gömdüm... Seninle ezberimin en yitik yerlerini sınadım kaç kez...


Ve gidişlerine susarak, en kalabalık yanlarımda ağrıyan yalnızlığı kundakladım.
Gülüşünü katarak sessizliğime, sarhoş adımları gibi yalpa vurdum kent yağmurlarına.
-Off, alın şu sırtlanı sırtımdan-
Sensizlik ve sessizlik yüklü sesim, batık bir Eylül gemisi hüznüne bulanıyor. Her yerim kanıyor ama bir tek yüreğim acıyor. Hırçınlığım vurgunluğumdan mı bilmiyorum ama hayat hep olduğu gibi, olması gerektiği gibi değil... bir ihtilali kuşanmak yorgunluktan mı gelir yoksa yorgunluğa mı gider kim bilebilir?


Eylül gülüşümdü
Gülüşüm Eylül’dü
Düştü
İçinden şiirler geçiyor gözlerinin. Bana sormadan beni kendine armağan edişin geliyor aklıma. Sonra beni tüketişin, benim seni keşfedişim. O günlerden bir rüzgarın kaldı saçlarımın arasında kaybolan...
İşte sen de gidiyorsun sonunda
Seni götürmeden benden...


Aşkın tadının acı olduğunu sende öğrendim. Tomurcuktum sana, saklatmadın içinde...
Oysa benim içimin yarısı senden yapılmaydı... Okul dönüşlerini ezberlediğim yılların arkasına saklamıştım terk edişlerini...
Hatırlıyorum. Ilık bir yaz gecesinde, yeşil bir kente asmıştın beni. Bense canımın öbür yarısını öldürdüm o gece. Kendimle ve kentimle birlikte seni intihar ettik. Çünkü yüreğimden sağ çıksaydın, ölen ben olacaktım... İşte seni kaybettikçe kendimi keşfedişimin hikayesi böyle başladı. Şimdi sadece Ümit Yaşar’ın dizelerinde geçiyor adın. Senden hatıradır bana bu kambur.


Çok geceler uyku tutmuyor beni. Hayaletlerim de gelmiyor hiç. Gidişin bir sokak bana, kirini karların bile kapatamadığı... Giderken deniz tuttu beni. Kirpiğime tuz bıraktı. Kopamadım. Bu yüzden geceye Akdeniz boşaltıyorum; yani içtiğim antları kusuyorum sana... Limanları terk etmiş gemileri söylüyor şarkılar. Gözlerini anlatan şarkılar çalar radyolar. Terasa çıkarım, göğsüme senli esintiler oturur. Sırtlan uyur, gizlice ağlarım. Seni terk etmek; ölüme meydan okumak olur. Ölüm gözlerimden beni okur.





Ölü bir kıza mektuplar yazdığımın farkında bile değildim. Onu içimde niye öldürdüğümü de bilmiyorum. Bu kadar güzel bir kız nasıl öldürülürdü?
-Demek hala güzel olduğumu düşünüyorsun? Derilerim buruşup morardığında görmeliydin sen beni.


Dişlerim döküldüğünde görmeliydin. Dilim kurtlanıp o kurtlar mideme indiğinde görmeliydin. Tüküremedim hiç birini. Ölüler tüküremez.
Hepsi içime indi, kulaklarımda dolaştı, saçlarımın arasında gezindiler. Kurtlandım anlıyor musun kurtlandım!
-Özür dilerim ben, ben niye böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum. Adını söyle lütfen bana.
“Adımı da kurtlar yedi” dedi ve güldü. Bu gülüş bana bir şeyler anımsatır gibi oldu. Zihnim o kadar bulanık ki...
Dizlerimden bir kağıt daha yere düştü.


Bu sabah Şubat’ın 14’üne uyandım. Kırmızı gül ve yaslanacak omuzlara nefretle bakanların ülkesinden giriş yaptım şehre. Bilirim şubat yangınlarını. Ardında binlerce ölü bırakır.
Bak yine sırtıma çöktü vahşi sırtlan. Beni uzun bir koridora sürüklüyor. Kadavra dolu sokaklarda uyuyordum oysa ki! Ne ben onları ısıtabiliyorum ne onlar beni soğutabiliyor. Her sabah binlerce kadavranın arasında sabaha göz açmanın ne demen olduğunu bilemezsin sen. Sürekli çürüyen ve kokan bir ölümdür o.
Neyse ki tutunduğum şubat nöbetlerim var benim, siz bilmezsiniz. Yarin gözlerinden yapılmış bir kentin arka sokakları var orada. Gizli-Mavi rüzgarlarım var...


“Dünlerden birkaçı, yarına borcum olsun” der gibi gidişlerin vardı ve ben o gidişleri hep “saçları yağmurlu kız”a benzetirdim. Taksim’de bir otobüs durağında rastlamıştım ona. Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı bir gündü. Beline kadar uzanan kıvırcık sazları vardı. Üzerindeki her şey simsiyahtı. Gökyüzünden inen yağmurlar onun saçlarına tutunarak mola veriyor ve daha sonra tekrar şehre yağıyordu sanki. Sağanağa aldırmadan avucunda sakladığı sigaradan hızlı hızlı nefesler çekti. Etrafına isyan eden gözlerle baktı. Ben bir otobüsün buğulu camının ardından izliyordum onu. Bir an göz göze geldik. İçimden bir şeyler koptu.


O ise sıradan biri olduğumu biliyordu, bakışından anladım. Yakınından geçen üç-beş serseri laf attı. O da ağza alınmayacak küfürlerle yanıt verdi. Her Rock’çı kız gibi o da içindeki bilinmeyenin peşindeydi. Otobüsüm yavaş yavaş hareket ederken, o içine, ben yoluma gittim. Yüreğime dip-not koydum onu. Ve ona bir daha hiçbir durakta rastlamadım.


Otobüs ilerlemeye devam ediyordu. Biraz dalmıştım. Gözlerimi açtığımda adını kurtların yediği kız hala bana bakıyordu. Ne saçları yağmurlu kıza, ne de şehir gözlü kadınıma benziyordu. Bu kadar ağır sevdalarla yaralanmış biriyken bile Ahmet’in kalp çeperlerinin geniş olduğunu söylemesine aldırmamıştım ben. Şimdi ise bir yüreğe iki sevda sıkıştırdığımı düşünmeye başlıyordum. Suretler birbirini yiyerek çoğalıyordu benim kentimde. Yastığımın altında biriktirdiğim yalnızlıklarımı ve yorganımın altındaki kuş sürülerini bana geri getirecek bir durak yok muydu bu kentte?


“Sen, ya aşka ya da sana ihanet etmem gerektiğini düşündüğüm bir zamandan geliyorsun değil mi?” diye sordum beynimle.
-Hayır! Ben yıkık bir kente ancak yarin gözleri ile girilebileceğini düşündüğün günlerden geliyorum.
-Peki şimdi nerde o kent?
-Tam ortasındasın o kentin.
-Buralarda bir çam ağacı olması gerekir, şöyle gövdesi yarılmış ve içinden bir incir ağacı çıkmış.
-Orası çocukluğunda kaldı. Burayı sen yarin gözlerinden yaptın.
-Peki yarin gözleri nerede şimdi?
-Koridorda!


Aniden kendime geldim ve dizlerimden bir kağıt daha düştü...

Kefareti ödenmiş mutluluklarım vardı benim. Ölü bir kent’e, bir cesedin yakasına gül koymak kadar anlamsız olan. Oysa beledi olmayan tek bir anı bile bırakılmamıştı şehre...
Şimdi seninle çıktığımız yokuşla konuşuyorum da, “siz mutluydunuz beni çiğnerken” diyor. Bilirsin yar, biz birbirimizi el yordamıyla bulmadık. Nasıl görebilir bunu kör bakanlar? Sırtlan yine üzerime tırmanıyor. Bana çok acıkmış besbelli. Hayat bana, peşinden koştuğum sadakati hep köpeklerle veriyor.


(Ayhan olsaydı buna çok gülerdi).
Ama ben size sistemin köpeklerinden bahsetmiyorum. Ben onlardan nefret ediyorum. Onlar bizi çok seviyor. Kafalarımızın içinden korktukları için dışıyla uğraşıyorlar. Sizi hiç sevmiyorum eğitilmiş köpekler. Dün yüzündeki denizde ölü kuşlar vardı. Koridor en daralan yerlerinden yontulmuş hüzünleri sana taşıyordu. Ben terasta rüzgar dolduruyordum ceplerime. Birden düşün birine düştüm. Melez bir coğrafyada konaklıyordum. Dostların seni incitmişti ki ben kanıyordum. Onlar aslında sadece kendi yalnızlıklarını çoğaltıyorlar,
Seni yalnızlaştırmaktan duyulan hazzı sürerek hayatlarına...


Bak ben kentli bir duruşa gömdüm bedenimi. Uykularında çekmeceleri yağmalanan çocukların acılarına bulayarak kendimi, kendimden (vaz)geçiyorum...


kahraman tazeoğlu'nun "ölü bir kentin morg alfabesi" adlı kitabından

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #42
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu ses bana çok uzaklarda kalan bir sevdamı anımsatıyordu. Peki ben hangi ihanetin bedelini bu kadar ağır ödüyordum. Şu karşımda gözlerini ayırmadan bana bakan kız şimdi nasıl oluyor da bu kadar güzel ve bu kadar canlı. Bir ölünün başına gelebilecek en güzel şeyi yaşıyor olmalıyım belki de... Ama o ses, o gülen ses sanki bir kuşun çığlığı gibi ama tanıdık bir kuş o.

Sponsorlu Bağlantılar

-Boşuna çabalama beni hiç hatırlayamayacaksın. Kendini düşte sanıyorsun ama aslında sen de bir ölüsün. Başkalarını öldürerek intihar eden bir ölü hem de!
Hayır bu kız beni ölü olduğuma inandırmaya çalışıyor oysa hikayesini benim yazdığım bir düş bu ve duraklar bitince uyanacağım, biliyorum. Birden otobüsün giderek hızlandığını ve koltuklarda oturan ölülerin çoğaldığını fark ettim. Dizlerimden bir kağıt daha kaydı.
Gözleri “sahte mavi” kadınlar, ela kabuslara yatırıyorlar gecelerini. Giderek yalnızlaşıyorlar. Biliyorum hiçbiri anneme benzemeyecek onların...


Sırtlan sırtımdan ısırdıkça annem ağlıyorum, ağladıkça annem kokuyorum.
Annem bu kenti çok seviyor. Kadıköy sürüyor yalnızlık çağlayan yanlarına. O bütün çürük sebzelerini biliyor pazarların. Her Pazar dönüşü kolları uzuyor. Saçlarımı okşuyor.
Yüzü dünküne benzemese de,yanaklarında kırmızı kalp çiçekleri duruyor anneciğimin. Kamburum giderek büyüyor. Peki hayat giderek kamburlaşmıyor mu?
Neden hayatı yiyen sırtlanlar yok?
Soğuk bir cesetle üstümü örtüyorlar. Sonra ölü bir kenti serpiyorlar bana... kötürüm bir çocuk kusuyor caddelere.


Hayat acımasızlaştıkça yeni yeni anarşistler doğuyor buralarda. Gidenler bizi götürmüyor yanlarında. Her şey bir yalana dönüşüyor. Tek yalan, kalan yanım oysa ki...
Acıdan yana boy vermiş çocukluğumdan, kesintisiz bir devrim çıkarıyorum.
Acıdan
Yalandan
Ve kamburumdan iğreniyorum.
Derken bir ısırık daha alıyor sırtlan benden. Giderek eksiliyorum. Heybemden düşürdüğüm ıtır kokuları, rüyalarımda çoğalıyor. Martıların didiklediği yarım bir kalp ezgisi çağrıştırıyor hüzünlü şarkılar.


İstasyonlara bir karabasan gibi çöken şehirlerin karanlığında, uykularım iğfal ediliyor. İçimi beğendiremiyorum yalnızlığıma yağanlara. Bilmediğim dillerde gülüyorsunuz siz. Oysa ben başka kıyıların çocuğuyum. Bitirimsiz bir kent yitiğiyim. Hem daha size kapanmayan yaralarımdan bahsetmedim. Bakmayın gülümsediğime, siz benim için hep karşı kıyısınız ve sadece şiirlerine tutunarak bana varabilirsiniz. Zaman geçerken bana sormuyor ve sonumu hazırlıyor bitimsiz bir uğraşla... Oysa sizin gözlerinize değmekten utanır benim gözlerim. Utancımın yansımasına ayna olmaktan korkar. Kavgamın peşi sıra sürüklenirim yıllarımın aralığından.


“Halkım için bu duruşum” derdim.
Şimdi “bu halk için mi?” diyorum.


kahraman tazeoğlu'nun "ölü bir kentin morg alfabesi" adlı kitabından

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #43
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hızla giden otobüsün içinde bir o yana bir bu yana savrulan ölüler görüyorum. Arkama bakabilsem yerden tavana kadar ceset olduğunu da görebilecektim. Bir tek ben ve mektuplar yazdığım ölü kız hareket etmiyordu. Gözleri bana çakılı kalmıştı ve hiç konuşmuyordu. Bir şeyleri bekler gibiydi. Hiç alamadığı bir intikamı bekliyor olmalıydı. Artık bu düşün sonunu merak etmiyordum ve bu düşten uyanmak için yeniden uykuya dalacaktım.


Dizlerimden bir kağıt daha düşüyordu...

Her köşe başı rüzgar giymiş bir tavrını taşıyor ve sen yasak bir aşkın en aykırı satırlarını kanatıyorsun mavi düşlerimde. Zamanla korkunçlaşan bir papatya gülüşe öykünüyorum. Saçlarının arasındaki sırlara tutunarak düşmemeye çalışıyorum hayata ve sana. Alnımdan damlayan terlerin oluşturduğu sığınaklardan yenik bir savaşçıyı içiyorum. Artık hiç utanmıyorum yenilmekten. Ve sen her gidişinde gözlerini unutuyorsun bende.
Sesim bu kentin kirli duvarlarına yapışıyor ve karanlık karanlıkla silinmiyor. Her seferinde karanlık miraslar bırakıyorum kendime.


Bir şarkı beynimi oyuyor “yaşamak istemem artık aranızda” tekrar ölüyorum... Ve şarkı devam ediyor “benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız”... Yavuz Çetin’in yanına gidiyorum. Bütün köprülerden atlayarak... Orada kaşlarımı çatsam, burada gök gürler ama ne yapayım babam ve kardeşim de beni böyle bırakıp gittiler. Haklısınız, yaşamak için erken, ölmek için geç bir zamanmış!
Artık gecelerinize uykusuzluk bulaşacak. Haziran düşü düşmüş bir sokak, it gözü değmemiş bir çıkmazda kaybolacak. Ömrümüzün en girift, en kırçıl masalı uğurlayacak sizi bana...

Şehrin dışına çıkıyorduk ve hala ışıkları yoktu yeryüzünün. Bir otobüsün ulaşabileceği en hızlı noktaya geldik. Evet cesetler parçalanmaya başlamıştı ve uzuvlar birbirine karışıyordu artık.

Önüme tanıdık bir el düştü. Şehrin loşluğu yerini karanlığa bırakmaya başlamıştı. Geceye ışık seli gibi karışıyor ve bir uçuruma doğru hızla ilerliyorduk. Karşımda oturan kız gözlerini benden ayırmıyor ve hala susuyordu.
Otobüs uçuruma düşmeden uykuya dalmalıydım yoksa bu uykudan bir daha hiç uyanmayacaktım.
Ve son kağıt da dizlerimden süzülüverdi...

Eylül yağmurun türküsü olur, içine deniz düşer. Bütün balıkçı tekneleri kör bir balıkçıyı ağlatarak eylülden geçer.

Oysa ki Konyalı’nın dediği gibi “Korkak bir yalnızlıktır Eylül”
Bir felce durur bütün gitmelerin. Yastığının altında biriktirdiğin hüzünler usulca bırakır seni. Seni yine de yavaş dön yatağında.
Yoksa depremler olur içimde...
Gecenin en İstanbul’unda başka şehirler
Doluşuyor gözlerime ve göz kapaklarım hortluyor biliyor musun?
Ölümün arka bahçesi bacaklarımı kesiyor, kedilere atıyorlar ciğerlerimi. Düş ve tütün kokulu gece yalnızlarının şakaklarına namlu satıyor güç biriktiriciler.


İlk kar saçlarında tutunca kanayan bütün yanların delirmeye başlıyor. Ve biz deniz çocukları, bir martının gözlerinde uyanıyoruz.
Yurduna tutamayan yurtsuzlar korosu, çok sesli bir şarkıyı dinletiyor kente ama ve sağırlar sadece kendini duyuyor. Bildiğim bütün şarkıların acemisi olarak ölüyorum.
Ödünç aldığımız külleri, ateş ödedik biz hep. Yaşadıkça kirleniyoruz oysa...
Kimliğini şehre dönünce unutursun derler. Ne zaman kimliğimi sorsalar, çıkarıp resmini gösteriyorum. Sense kimliksiz bir şehirde yalancı coğrafyalara saklatıyorsun kendini.

Suskunluğun en bilmediğim dilini konuşuyorsun ve yine en bilmediğim dillerde susuyorsun. Beni hep senden vazgeçişlerimde fark ediyorsun. Islığımızı hangi hırsızlara çaldırdığını bilmiyorum. Hep keniden batan ölü çocuklara saklıyordum ben onları. Sırtımdaki ağır vebali kemiriyor hala sırtlan. Senin sırtlanın yok. İşte bu yüzden –şimdilik- gözlerinden geçiyor bütün trenler. Saklımda tuttuğum bütün istasyonlar, gidişine susmayı öğreniyor.
Bir yol kenarı şimdi gözlerim. Adına imgeler düşüyor kadavraya dönen sokaklar.
Beni rüzgarlara sattığın yanlarımdan tanırlar. “Kapı aralıklarında kalmış bir aralık insanı” diye not düşerler kimliksizliğime.

Tanıklığıma bulaşmış bütün bulvarlar şimdi ağlamayı öğreniyor benden ve biliyorlar ki; ya aşka ya da sana ihanet edeceğim.Düşleri satmalara yatacağım utanmadan.
Aşka inanmak kendini sevmektir yüzündeki ünlemi bozmadan. Bilmez misin?
Sana aşkın iki kişilik bir yalan olduğunu öğretmediler mi?
Neden her seferinde kanıyorsun öyleyse?
Kaşlarındaki öfkeye damlayamayacak kadar tüketmiş kendini yağmurların. Yaşıt kederlerimiz aramızda duran ayrılığı yoklayıp duruyor. Sen de kalabalıklaşmayı yavaş yavaş unutuyorum.

Koridor giderek ürkünçleşiyor.
Terasa ılık rüzgarlar bırakan geceyi de ıslıklandıramıyorum.
Yalpadayım
Giderek yalnızlaşıyorum
Ve
TUTUNAMIYORUM...
Ben hiç mutluluktan delirmedim ama delirmekten mutluyum.
Herkes bana acıyor, asıl şizofrenin kendileri olduğunu bilmeden. Biliyorum çok çirkinim. Kendin içine girsem beni dışarı kusar. Oysa ben iç kanamalı bir hastayım ve kenidme gölgesiz bir akşamüstü arıyorum.

Sürgün yanlarımdan vurgun yemek hoşuma gidiyor. Her gece ölü bir kıza mektuplar yazıyorum. Fırtına yüklü gemileri kanımda yüzdürüyorum. Artık adımı unutmaya başladım. Ne mutlu...
Gözleri bağlı bir dilsizi vurdular dün gece. Mayınlı bir sevda masalında yakalamışlardı. Gülerken de ölürken de güzeldi. Hadi kork! Seni ancak korkuların büyütür... Kanlı şakağından söküp aldığım yitik anlamı zulamda
Tutuyorum. Bir bıçak gibi
Kullanacağım günü geldiğinde...
Ve günü gelecek:
Hadi Kork!
Hadi üşü!


Erken bastırmış bir yalnızlık ihtilali gibi merhaban. Bu yüzden zehirli akşam üstüleri bırakıyorum ve seni onarıyorum kendimi yaralayarak. Uçurumlar uzuyor sırtımda.
Sırtlan kamburumdan bir parça daha koparıyor. Yine yüzünde o korkunç gülüşün. Mosmor bir kusmuk oluyorsun içimde...
Düşlerimi tükürüyorum ve akciğerimden kocaman bir parça düşüyor. Kendini öldürebilecek kadar bile cesaretin olmadığından böyle gülüyorsun. Kendini kandırıyorsun.
Aşkın kendini öldürebilecek kadar cesur olmalı sevdiğim.

Her nakaratta yeniden hatırlayacağın, Cepleri boş bir gidişi bırakıyorum sana... Enkazı kaldırılmamış çocuk yüzümle. Beni şakaklarımdaki sonbahardan tut. Birazdan utancını bırakacağım sana bu aşkın. Bu gidiş beni de bitirecek biliyorum ama kaçsam ağlamaklı oluyor omuz başlarım. Yaslansam uçurumsun... Her gidişime yenilip her dönüşüme güçleniyorum. Nedir bu ters denklem?
Sinemalara gidiyorum seni unutmalara.
Sadece bir bilet alıyorum. Antraktlarda dışarı çıkmıyorum. Ben kent çocuğuyum. Sinemalar benim yıkılmaz sığınaklarımdır.

“Vefasızdır unutmalar gün gelir hatırlar” derdi Tülay Bilginer.
Hadi beni en aşk yanlarımdan unut. Acı yüzümü sulara göm.


Uyandığımda kendimi Haliç’in kıyılarında buldum. Sol iç cebimde yedi sayfalık bir şiir vardı. Önce “ölü bir kıza yazdığım mektup mu bu acaba” diye düşündüm ama sonra kent şiirlerimden dolduğunu anladım. Düşümdeki son sahneye geri döndüm.
Otobüs uçurumdan aşağı doğru süzülürken, ölü kız kolunu ağzının içine sokarak yüreğinden bir şiir çıkarttı (kent şiirleri 1) dizlerime koydu ve kalkıp yürümeye başladı.


Biz aşağıya doğru düşerken o yukarı çıkıyordu. Dönüp bana baktı ve ilk defa dudaklarıyla konuştu.

-Ben, sen’im

Göz kapaklarım kapanmıştı.
Uyumuştum.

Şimdi Haliç’i yüzünün solunda taşıyan bir kız, koridorumuzda ellerimden tutuyor ve gülümseyerek şöyle diyor bana:
“Şairler yazmak için yaşar, oysa biz sadece yaşarız”
“Yaşamak için de yazılır” diyorum ve yedi sayfalık “kent” şiirini ona uzatıyorum. Şehir gözlü kadınım otobüsüne binip evine doğru gidiyor. Arkasından el sallıyorum.

Ve susuyor içimdeki çığlık kuşları.


kahraman tazeoğlu'nun "ölü bir kentin morg alfabesi" adlı kitabından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #44
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İlk kar saçlarında tutunca kanayan bütün yanların delirmeye başlıyor. Ve biz deniz çocukları, bir martının gözlerinde uyanıyoruz.
Yurduna tutamayan yurtsuzlar korosu, çok sesli bir şarkıyı dinletiyor kente ama ve sağırlar sadece kendini duyuyor. Bildiğim bütün şarkıların acemisi olarak ölüyorum.
Ödünç aldığımız külleri, ateş ödedik biz hep. Yaşadıkça kirleniyoruz oysa...
Kimliğini şehre dönünce unutursun derler. Ne zaman kimliğimi sorsalar, çıkarıp resmini gösteriyorum. Sense kimliksiz bir şehirde yalancı coğrafyalara saklatıyorsun kendini.
kaan by - avatarı
kaan by
Ziyaretçi
20 Kasım 2007       Mesaj #45
kaan by - avatarı
Ziyaretçi
10 numara ya fazla söze ne hacet
youtube de bide arazı dinledim ben ya gerceten süper ya Msn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2007       Mesaj #46
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  1194591656334.jpg
Gösterim: 359
Boyut:  69.9 KB

Edebiyat sevgisi yağmur soğuk dinlemedi.

Kuruculuğunu Radyo 7’den Mavi Ada programının sunuculuğunu yapan Kahraman Tazeoğlu’nun yaptığı, kısa adı Ünkep Olan Üniversiteler Arası Kültür ve Edebiyat Platformu ve Manisa Demirci Belediyesi işbirliği ile düzenlenen şiir günlerinin 5.si yapıldı.

Misafir katılımcının Gökhan Türkmen olduğu program birçok kesimden yüzlerce insanı şiir ve müzik çatısı altında bir araya getirdi. Demirci Kaymakamı Kâmil Kıcıroğlu, Belediye Başkanı Mithat Erşahin’in, Celal Bayar Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim görevlileri ve idare amirlerinin katıldığı programda Kahraman Tazeoğlu şiirleriyle, Gökhan Türkmen de şarkılarıyla izleyenleri büyüledi.

Belediye Başkanı Mithat Erşahin programda oldukça duygulu anlar yaşarken, program izleyenlerce dakikalarca ayakta alkışlandı. Program sonunda Kahraman Tazeoğlu’na, Gökhan Türkmen’e ve Demirci Ünkep Başkanı Yusuf Çopur’a Demirci Belediyesi tarafından plaket verildi.

Demirci kaymakamı Kâmil Kıcıroğlu “Radyo 7’ye ve Kahraman Tazeoğlu’na kültüre ve edebiyata katkılarından dolayı teşekkür ederken Belediye Başkanı Mithat Erşehin;

" 5.sini düzenlediğimiz şiir günlerinin ilçemizin kültürel iklimine tarifi mümkün olmayan güzellikler kattığını bugün bu programa giremeyip dışarıda kalan yüzlerce kişi gösteriyor. Bu soğuk hava ve yağmura rağmen insanlar kilometrelerce uzaktan bu program için geliyorlar. Bu onur verici, edebiyat ve sanat adına gurur duyulacak bir şeydir.Bu başarının nedeni başta Kahraman Tazeoğlu’nun kültürel hassasiyetidir ona ve şahsında Radyo 7’ye teşekkür ediyorum” dedi.Program Kahraman Tazeoğlu’nun imza saatiyle son buldu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2007       Mesaj #47
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kahraman Tazeoğlu büyüledi

1. Ulusal Balıklıgöl Şiir Akşamı” etkinlikleri kapsamında düzenlenen şiir dinletisine katılan Kahraman Tazeoğlu şiir severleri büyüledi. Muhammet Taşçılar'ın haberi

Şanlıurfa Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliğinin katkılarıyla “1. Ulusal Balıklıgöl Şiir Akşamı” etkinliği kapsamında ilk olarak, Şair Nabi Kültür Merkezinde “Şiirin Taşrası, Taşranın Şiiri” adlı bir panel düzenlendi.

Panele Belediye Meclis Üyesi Gülender Açanal, Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa Şube Başkanı Mehmet Kurtoğlu ve çok sayıda şiir severler ilgi gösterdi.

Prof. Dr. Ramazan Kaplan’ın başkanlığını yaptığı panele, Doç. Dr Yakup Çelik, Özcan Ünlü, Nazım Payam, Fadime Özkan, Adem Özbay, Hüseyin Kaya panelist olarak katıldı.

Panelin ardından “1. Ulusal Balıklıgöl Şiir Akşamı”nda, yine Şair Nabi Kültür Merkezinde Radyo 7’de “Mavi Ada” adlı programın sunucusu KahramanTazeoğlu ve Moral FM’de “Meçhul Kaptan” adlı programın sunucusu Niyazi Gedik’in Öykü ve Şiir dinletisi yer aldı.

Şairlerin birbirinden güzel eserlerini seslendirdikleri şiir dinletine Belediye Başkanı Dr Ahmet Eşref Fakıbaba, Eşi Gül Fakıbaba, Cumhuriyet Savcısı Haluk Kırca ve eşi ile şiir severler katıldı.

Şiir dinletisi sonrasında hayranlarına imza günü düzenleyen KahramanTazeoğlu Şanlıurfa Belediyesinin daveti üzerine kente geldiklerini, böyle güzel bir şiir dinletisi sunmalarına vesile olan Belediye Başkanı Dr Ahmet Eşref Fakıbaba’ya ve yoğun ilgiden dolayı Şanlıurfalılara teşekkür ederek “Ben bu kadar ilgiyi beklemiyordum, Şanlıurfalıların sanata karşı olan ilgisine hayran kaldım” diye konuştu. Balıklı gölde balıklara yem atarak şiir okuyan Tazeoğlu’nu etrafındaki vatandaşlar alkışladı. Balıklıgöl’de de hayranlarının yoğun ilgisi ile karşılaşan Kahraman Tazeoğlu “Askerliğimi Şanlıurfa’da yapmıştım, Şanlıurfa her geçen gün büyüyen bir şehir. Sanata özlem duyanların şehri.” dedi.

“1. Ulusal Balıklıgöl Şiir Akşamı”nda son olarak Balıklıgöl Anfi Tiyatro’da bir şiir dinletisi gerçekleştirildi. Balıklıgöl’de sıra gecesi ekibinin birbirinden güzel urfa türkülerinin ardından gerçekleştirilen şiir dinletisinde Özcan Ünlü, Adem Özbay, Adem Turan, Hüseyin Alemdar, Ömer Erdem, Yaşar Bedri, Nazım Payam, Ömer Kazazoğlu, Ali Akbaş, Kahraman Tazeoğlu, Niyazi Gedik, Mehmet Kurtoğlu, Necdet Karasevda, Hasan Akçay, Mustafa Sarı, Ali Sözer, Ali Uysal sahne alarak birbirinden güzel şiirleri seslendirdi.

Gecede “1. Ulusal Balıklıgöl Şiir Akşamı”nda sahne alan şairlere plaket sunuldu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2007       Mesaj #48
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  n557343185_235783_8724.jpg
Gösterim: 344
Boyut:  63.9 KB

Ad:  n660504654_211040_2782.jpg
Gösterim: 339
Boyut:  77.1 KB

Ad:  n720469820_261164_9966.jpg
Gösterim: 279
Boyut:  38.8 KB
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Aralık 2007       Mesaj #49
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  n720469820_269050_9113.jpg
Gösterim: 480
Boyut:  43.1 KB

Ad:  n720469820_270850_1047.jpg
Gösterim: 333
Boyut:  40.7 KB

Ad:  n720469820_270853_4500.jpg
Gösterim: 315
Boyut:  42.0 KB

Ad:  n720469820_270854_5738.jpg
Gösterim: 287
Boyut:  41.8 KB

Ad:  n720469820_270873_780.jpg
Gösterim: 350
Boyut:  13.3 KB

Ad:  n720469820_270874_1822.jpg
Gösterim: 291
Boyut:  31.0 KB

Ad:  n720469820_270875_2913.jpg
Gösterim: 214
Boyut:  44.0 KB

Ad:  n720469820_270876_4034.jpg
Gösterim: 211
Boyut:  27.5 KB

Ad:  n720469820_270877_5104.jpg
Gösterim: 218
Boyut:  31.0 KB

Ad:  n720469820_270905_968.jpg
Gösterim: 184
Boyut:  49.0 KB

Ad:  n720469820_270975_8625.jpg
Gösterim: 216
Boyut:  45.5 KB

Ad:  n720469820_270976_9626.jpg
Gösterim: 187
Boyut:  35.4 KB

Ad:  n720469820_270984_2603.jpg
Gösterim: 198
Boyut:  48.9 KB

Ad:  n720469820_271015_3931.jpg
Gösterim: 214
Boyut:  49.6 KB

Ad:  n720469820_271016_5176.jpg
Gösterim: 186
Boyut:  48.0 KB

Ad:  n720469820_271053_1811.jpg
Gösterim: 181
Boyut:  25.0 KB

Ad:  n720469820_271055_4291.jpg
Gösterim: 180
Boyut:  37.0 KB
_KuzeY_ - avatarı
_KuzeY_
Ziyaretçi
26 Nisan 2008       Mesaj #50
_KuzeY_ - avatarı
Ziyaretçi
SON BİR DEFA DÜŞÜN
Tetiği çekmeden son bir defa düşün,
Beni toprağa vermeye kıyabilecek misin?
Sen ölürsen ben yaşayamam diyordun,
Ben ölürsem sen hiç tereddütsüz ölebilecek misin?
Cesedim götürülürken günahkar eller üzerinde,
Kara cübbeli hocaya ‘DUR’ diyebilecek misin?
Ve yüzümü görmen için son bir defa açıldığında,
Acını içine gömüp, gözyaşını tutabilecek misin?
Benden ilk ve son defa özür dileyebilecek misin?
Kahraman Abim bu şiiri okur umarım Msn Happy
Ben Manisa/Demirci'den Önder, meşhur evi ve ev arkadaşları olan Msn Happy) Kahraman Abim hatırlamıştır Msn Happy

Benzer Konular

12 Şubat 2016 / The Unique X-Sözlük
27 Aralık 2009 / Misafir Basın/Magazin tr
14 Kasım 2011 / king nothing Türkiye'den
1 Aralık 2009 / Alvarez Ocean Spor tr