Arama

Evliya Çelebi

Güncelleme: 8 Şubat 2020 Gösterim: 148.838 Cevap: 12
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Evliya Çelebi

Ad:  Evliya Çelebi1.jpg
Gösterim: 4638
Boyut:  52.8 KB

tam adı EVLİYA ÇELEBİ BİN DERVİŞ MEHMED ZİLLİ
Sponsorlu Bağlantılar
(d. 1611, İstanbul - ö. 1682 ?, İstanbul ?)
Türk gezgin.

Elli yıla yakın bir süre Orta Avrupa, Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Kırım, Arabistan ve Mısır’ı dolaşmış, kaleme aldığı Seyahatnamemi Türk gezi edebiyatının başyapıtı sayılmıştır.

Babası, sarayda kuyumcubaşı olan Derviş Mehmed Zillî’ydi. Ailesi Kütahya’dan gelip İstanbul’a yerleşmişti. Evliya Çelebi özel öğrenim gördükten sonra bir süre medresede okudu. Babasından tezhip, hat, nakış sanatlarını öğrendi; müzikle ilgilendi; Kuran’ı ezberleyerek hafız oldu. Enderun’a alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla IV. Murad’ın (hd 1623-40) hizmetine girdi.

Gezmeye duyduğu ilgi, çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanır. Seyahatname'sinin (1898-1938, 10 cilt) giriş bölümünde gezmeye duyduğu ilginin başlangıcını anlatırken, bir gece düşünde Peygamber’i gördüğünü, ona “şefaat ya Resulallah” diyecek yerde şaşırarak “seyahat ya Resulallah” dediğini, Peygamber’in de ona, gönlüne göre gezip görme izni verdiğini yazar.

1635’te öncelikle İstanbul’u ve çevresini gezip görerek duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit ve Trabzon yörelerini gezdi. 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanma gitti. Bazı devlet büyükleriyle yakın ilişki kurarak, onlarla birlikte uzak yolculuklara çıktı, savaşlarda ulaklık yaptı. 1645’te Yanya alınırken Yusuf Paşa’ mn yanında görevliydi. 1646’da Erzurum beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’ mn musahibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan ve Gürcistan’ın bazı yörelerini gezdi. Revan Hanı’na mektup getirip götürdüğü bir dönemde Gümüşhane ve Tortum yörelerini dolaştı. 1648’de İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti. Üç yıl o yörede gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaştı. 1655’te yeniden Doğu Anadolu’ya gitti. 1659-62 arasında Rumeli’de bulundu. 1664’te Uyvar seferine katıldı. Ardından elçi Kara Mehmed Paşa’yla birlikte Viyana’ ya gitti. Bu arada bazı Avrupa ülkelerini de gördü. 1667-70 arasında Batı Trakya, Makedonya, Tesalya, Mora, Girit ve Adriyatik kıyılarını dolaştı. 1671’de uzun bir hac yolculuğuna çıktı.

Evliya Çelebi’nin, kaynaklara göre 50 yılı bulan gezilerini anlattığı Seyahatname'si, Osmanlı Devleti’nin komşularıyla ilişkilerini yansıtması ve uygarlık ürünlerini tanıtması bakımından önemlidir. Evliya Çelebi yapıtında, gözlemlerinin yanında, yazılı kaynaklardan aldığı bilgilerle yorum ve değerlendirmelere de yer verir. Her gezdiği yörenin yönetimini, eski ailelerini, ileri gelen ünlü kişilerini, şairlerini ve çeşitli düzeydeki görevlilerini ayrıntılarıyla anlatır. Halk şiiri, efsane, masal, mani, türkü, yöresel ağız özellikleri, halk oyunları, giyim kuşam, düğün dernek, eğlence, insan ilişkileri, komşuluk bağları, toplumsal davranışlar gibi çok çeşitli konularda ilginç bilgiler aktarır. Değişik yörelerin ev, cami, mescit, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, havra, kule, kale, sur, yol gibi yapılarından, bunların yapılış yıllarından, yapanından ve yaptıranından, onarımmdan ve onaranından söz eder. Yapının çevresinden, çevrenin havasından ve suyundan söz açarak konuya canlılık ve çevreyle bütünlük kazandırır.

Evliya Çelebi, üslubuyla divan edebiyatında yaygın olan resmî ve kalıpçı düzyazıya bağlı kalmamıştır. Daha çok günlük konuşma diline yakın akıcı, sürükleyici, yer yer eğlenceli ve alaycı bir dil kullanılır. Geçmişle geleceği, şimdiki zamanla geçmişi iç içe anlatır. Aynı zamanda geçmiş iki ayrı yerdeki olayı, kendisi yerinde görmüş gibi anlatarak zaman kavramını ortadan kaldırır. Yazılarında, gözlemlerinin yanında bazen muhayyilesinin yarattığı olayların da yer alması, kendi döneminin “eğlendirici” üslubunun bir ürünü sayılmalıdır.

Türk gezi edebiyatının kuşkusuz en büyük yazarı olan Evliya Çelebi’nin Seyahatnamemi yalnız 17. yüzyıl Osmanlı dünyası için değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli bir tarihsel coğrafya ve kültür atlası niteliğindedir.

kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 18:12
Biyografi Konusu: Evliya Çelebi nereli hayatı kimdir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

EVLİYA ÇELEBİ


türk gezgin
Sponsorlu Bağlantılar
(İstanbul 1611 - Mısır 1682'den sonra)
117 yaşında ölen (1648) babası Derviş Mehmet Zıllî, sarayın kuyumcubaşısı idi. Evliya Çelebi, ünlü Seyahatname'smde, kendisini “seyyâhı âlem ve nedîmi benî-âdem Evliyayi bîriyâ” diye tanımlar. Fatih'in "mîri alem"lik hizmetinde bulunan Yavuz Er'in torunlarındandır. Ahmet I zamanında saraya getirilen, sonradan kuyumcubaşı Derviş Mehmet’le evlendirilen annesi abaza olup, sadrazam Melek Ahmet Paşa ile akrabadır.
Ad:  Evliya Çelebi2.jpg
Gösterim: 4234
Boyut:  62.9 KB

Evliya Çelebi, bir süre medresede okumuş, hafız olmuş, Murat IV zamanında saraya alınmış (1636), orada hat, musiki, tecvit, ilmi nahiv ve kafiye dersleri görmüş; tatlı dilli, mizah yetenekli, sevimli bir kişi olması dolayısıyla, zaman zaman padişah meclislerinde bulunmuş; dört yıl sonra 40 akça ile sipahi zümresine katılmak üzere çerağ edilmiştir (1640). Babasından ve tanıdığı yaşlı kişilerden dinlediği serüvenler, onda uzak ülkeleri görme isteği uyandırmıştır. Kendi anlattığına göre, 1630’da bir gece rüyasında Peygamberi görmüş, “Şefâat, yâ resûl-Allah" diyecek yerde, heyecanla dili dolaşarak, "Seyahat, yâ resûl-Allah” demiş, ondan sonra gezgin olmuştur, ilkin, bütün girdisi çıktısıyla, tekkelerden koltuk meyhanelerine, büyüklerin meclislerinden meddah kahvehanelerine kadar, adım adım İstanbul'u gezmiş; din ve kültürle ilgili bütün yapı ve kurumlan (cami, mescit, medrese vb.), çarşı ve pazarları, bütün gezme yerlerini (Kâğıthane, Boğaziçi vb.), saz ve söz âlemlerini, donanma şenliklerini, meddahları, mukallitleri, sazende ve hanendeleri, türlü içkileri ve keyif verici maddeleri, eğlence düşkünü mirasyedileri ve “hoppa çelebi'leri ayrıntılarıyla anlatmış; on yıl sonra (1640), İstanbul dışı gezilerine başlamıştır.

Taşrada görev alan çeşitli devlet adamlarının yanında çalışarak, bazı seferlere katılarak, mektup getirip götürerek, ya da kendi başına yola çıkarak, imparatorluğun uzak-yakın birçok şehirlerini ve ülkelerini (Bursa, İzmit, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Diyarbakır, Bitlis vb.; Suriye. Filistin, Irak, Hicaz, Mısır, Sudan, Rumeli, Balkanlar vb.), ayrıca yabancı ülkeleri (İran, Azerbaycan, Gürcistan, Kafkasya, Kırım, Macaristan, Avusturya, Almanya, Hollanda, Lehistan, İsveç, Rusya, Yunanistan, Arnavutluk, Girit vb.) dolaşmıştır. Öldüğü tarih kesin olarak bilinmiyor; kitabının son cildinde, 1682’de geçen bazı olaylar anlatıldığına göre o tarihten sonra öldüğü anlaşılıyor. Öldüğü yer de (Mısır, belki de İstanbul) kesin olarak belli değildir.

Evliya Çelebi, elli yıldan çok süren dolaşmaları sırasında gördüğü her şeyi yazmıştır. O nedenle, onun yapıtı, coğrafya, tarih, folklor, dil, etnografya, toplumbilim, iktisat vb. bakımlarından önemli bir kaynak sayılmaktadır Kitapta XVII. yy. toplum yaşayışının bütün özelliklerini bulma olanağı vardır Doğrudan doğruya kendi gördüklerini anlatmakla birlikte, okuduğu yazarlardan (Makrîzî, Taberî, Ali, Solakzade vb.) da yararlanmış; bazı kanunnameler, sicil ve evkaf kayıtları, bazı tahrir defterleri vb. gibi resmi kayıtları incelemiş; birtakım menakıpname (Ahmet Yesevi, Sarı Saltuk, Emîr Sultan menakıpnameleri vb.) ve velayetnameleri (Hacı Bektaş velayet- nameleri) görmüş; yazıtları toplamış, ünlü kişilerin biyografyalarını saptamıştır. Bu belgesel çalışmaların yanı sıra, dinleyenlerin ve okuyanların ilgisini artırmak için, anlattığı şeylere aklın almayacağı garip olaylar katmasını (fil doğuran kadınlar, gaipten haber veren mağaralar vb ), uydurma ve abartmalarını da gözden uzak tutmamak gerekir.

Evliya Çelebi, yapıtını konuşur gibi sade bir dille yazmıştır. Yer yer rastlanan yabancı sözcük ve yabancı dil kuralları, söz hüneri göstermek amacıyla kullanılmadığı için, metnin anlaşılmasında güçlük çekilmez. Özellikle kişilerin konuşmaları olduğu gibi yansıtılmıştır. Olayları hikâye eden yerlerde, kurgunun merakı uyandıracak yolda düzenlenmesi bakımından çok üstün başarı gösterilmiştir.

Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı yapıtı 10 büyük ciltten oluşur, ilk altı cilt İkdam gazetesi yayıncısı Ahmet Cevdet tarafından Necip Asimin gözetiminde Pertev Paşa nüshası temel alınarak basılmıştır. Altıncı cildin basımına Macar bilimler akademisi de yardım etmiş ve bu basımı Dr. Caracson denetlemiştir (Cilt 1,2,3,4 İstanbul 1314/1896; c. 5 1315/1897; c. 6 1318/1900). Yedinci ve sekizinci ciltler Türk tarih encümeni'nce, Kilisli Rifat’ın gözetiminde Beşir Ağa nüshası temel alınıp öbür nüshalarla karşılaştırılarak bastırılmıştır (1928). Dokuzuncu ve onuncu ciltler ise Maarif vekâlett’nce yine Beşir Ağa nüshası temel alınarak yeni harflerle bastırılmıştır (1935-1938). İlk altı cildin basımı, Abdülhamit II dönemine rastladığından, birçok parçalar sansür nedeniyle çıkarılmıştır.

Daha sonraki yıllarda, yapıtın kısaltılmış bazı baskıları da yapılmıştır: Reşat Ekrem Koçu, Evliya Çelebi Seyahatnamesi. 5 cilt, 1943-1951; Zuhuri Danışman, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 15 cilt, 1970-1976 Bunlar dışında, Seyahatname' den bazı seçmeler de yayımlanmıştır: Mustafa Nihat Özön, Seyahatname, On yedinci asır hayatından levhalar, 3 cilt, 1944-1945; Nihal Adsız, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ’nden seçmeler, 2 cilt, 1962 vb.

Kaynak: Büyük Larousse

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 18:13
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #3
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Evliya Çelebi

Ad:  Evliya Çelebi3.jpg
Gösterim: 3512
Boyut:  64.7 KB

Doğum: 1611 Unkapanı/İstanbul
Ölüm : 1682, ?
Seyahatname yazarı.

Pirinç levhalar üzerine oyma işleyen sanatçı bir babanın oğludur. Çocukluğunda, 117 yaşında ölen babası Derviş Mehmet Zilli'nin yanında çalışmış, buradaki Rum çıraklardan Rumca öğrenmiştir. Kanuni'nin Zigetvar Seferi'nde önemli hizmetleri olan babasının geniş çevresindeki güngörmüş kişilerin serüvenlerini hikâye ettikleri aile sohbetlerinde bulunan Çelebi, dünyayı gezip görme merakına kapılmış, 20 yaşındayken İstanbul içinde gezerek gördüklerini kaleme almıştır. Daha sonra Enderun'a alınarak yetiştirilmiş (1635-1639), sipahi olmuştur.

Zamanın padişahı IV. Murat'ın Revan Seferi'nden dönüşünde saraya alınmışsa da padişahın ölümünden sonra çekilerek ilk gezisi olan Bursa yolculuğuna çıkmıştır. İzmit, Trabzon (1640) ve Girit (1645) yolculuklarına da çıkan Evliya Çelebi, 50 yıl boyunca Avusturya, Hicaz, Mısır, Sudan, Habeşistan, Dağıstan vb. ülkelerde dolaşmıştır. Bu gezilerinde önemli mektuplar götürmek ya da savaşa katılmak gibi çeşitli hizmetlerde bulunmuş, görgü ve gözlemlerini seyahatnamesinde tarih ve yer belirtmelerine özen göstererek yazmıştır. "Seyahatname", edebiyatımızın gezi türünde ilk büyük yapıtıdır. Gerçekçi bir gözle izlenen olaylar, süslü ve gerçekdışı abartmalara özenilerek yazılmamış, yalın ve duru bir anlatım içinde diline özgü inceliklerle bezenmiştir.

Tarih, toplumbilim ve güzel sanatlar üzerinde belli bir bilgi düzeyine varacak kadar kendi kendini yetiştirdiği anlaşılan Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"sinin bugün elimizde üç takım yazması vardır. Yazı dilinde, halkın çok kullandığı deyimler geniş ölçüde yer aldığı için konuşma diline çok yakın bir kuruluş özelliği göstermekte, Ahmet Mithat Efendi'nin, ilk basımı sıralarında belirttiği gibi bu yönüyle de kalıcı bir nitelik kazanmaktadır. Tanzimat'tan sonra yapıtın bazı bölümleri "Müntahabat-ı Evliya Çelebi" adıyla yayımlanmış, daha sonra Ahmet Vefik Paşa ve Şemsettin Sami Bey'in ilgisini çekmişse de yapıt üzerinde ilk önemli çalışmayı Necip Asım Bey yapmıştır. Daha sonra Kilisli Doktor Rifat ve Kilisli Abdullah Nasuh beyler altı yıl süren bir çalışma sonucu yapıtı kopya etmişlerdir. "Seyahatname"nin ilk sekiz cildi Arap harfleriyle (1898-1928), son iki cildi Türk harfleriyle (1935-1938) basılmış ve Reşat Ekrem Koçu (1943-1951), Mustafa Nihat Özön (1944-1945), Mehmet Aksoy ve Server İskit (1962) tarafından seçme parçalar yayımlanmıştır.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs.org
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 18:14
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #4
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

EVLİYA ÇELEBİ


(1611-1682)
yaklaşık 50 Arabistan'a kadar uzanan topraklan dolaşmış bir yıl ara vermeksizin Orta Avrupa ve Balkanlar' dan Kırım ve Kafkasya'ya, Anadolu'dan Mısır ve gezgindir.

Gezdiği yerlerde gör­düklerini, işittiklerini, değişik toplumların ya­şam biçimlerini, özelliklerini yansıtan gözlem ve izlenimlerini kaleme alarak Seyahatname adlı 10 ciltlik bir yapıt ortaya koydu. Kapsam­lı bir gezi kitabı olan Seyahatname, ayrıca dilinin güzelliği, anlatım gücü, konu zenginli­ği ve rahat okunuşu ile de Türkçe'nin en önemli klasikleri arasındadır.

Evliya Çelebi İstanbul'un Unkapanı sem­tinde doğdu. Babası Mehmed Zilli Efendi sarayda kuyumcubaşıydı. İlköğrenimini sıb­yan mektebinde gören Evliya Çelebi yedi yıl medresede okudu. Bu sırada babasından tez­hip (yazma kitaplarda sayfalann boya ve yaldızla bezenmesi), hat (güzel yazı) ve nakış (duvar ve tavan süslemesi) sanatlarını öğren­di, Kuran'ı ezberleyerek hafız oldu. Öğreni­mini dört yıl okuduğu Enderun'da (bak. Enderun) sürdüren Evliya Çelebi dayısı Me­lek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla IV. Murad'ın hizmetine girdi. Evliya Çelebi babasının atöl­yesinde çalışırken buradaki Rum çıraklardan öğrendiği Rumca'ya daha sonra Farsça ve Arapça'yı da kattı.

Babasından ve çevresindeki öbür kişilerden dinlediği başka ülkelere ilişkin öyküler, söy­lenceler ve masallar onda merak ve ilgi uyandırdı. Tanımadığı ama tanımak istediği bu ülkeleri gezme düşüncesi kafasında yer etti. Seyahatname'sinin girişinde, bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i gördüğünü ve "Şefaat ya Resulallah" diyeceğine, dili sürçüp "Seyahat ya Resulallah" dediğini ve duası kabul edildiği için gezgin olduğunu anlatır. Önce bütün İstanbul'u dolaşmaya, gördükle­rini, duyduklarını yazmaya başladı. Evliya Çelebi, ilk kez 1640'ta İstanbul dışına çıktı.

Bazen taşrada görevli yüksek devlet memur­larının yanında, bazen savaşlara katılarak, bazen de özel görevlerle, Osmanlı Devleti'nin hemen her yanını dolaştı. Yaşamının sonuna kadar gezen Evliya Çelebi'nin öldüğü yer ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Gezileri çok geniş bir alanı kapsayan Evliya Çelebi yazdığı gezi izlenimlerinde Osmanlı Devleti'nin komşuları ile olan ilişkilerini yan­sıttı; yabancı uygarlıkları tanıttı. Dolaştığı yerlerde tanık olduğu, duyduğu, gördüğü her şeyi yazıya geçirmesiyle tarih, coğrafya, folk­lor, dil, etnografya, toplumbilim, mimarlık, ekonomi konularında bilgiler içeren büyük bir yapıt ortaya koydu. Bu açıdan, Seyahat­name 17. yüzyıl dünyasının çok yönlü bir görünümünü sergiler. Evliya Çelebi, yalnızca gezilerde gördüklerini aktarmaz, o zamana kadar insanlığın her alanda ortaya koyduğu ilerlemeyi de göstermeye çalışır. Yaşadığı çağın pek çok özelliğini yorumlar. Dolaştığı yerlerin gelenek ve göreneklerini, yaşam bi­çimlerini, önemli yapılarını, dahası bu yapıla­ra ne kadar para harcandığını, yörenin ünlü kişilerinin yaşamöykülerini, yörenin tarihini ve yörede konuşulan dilin özelliklerini, döne­min inanışlarını, söylencelerini oldukça abar­tılı bir biçimde anlatır. Bu tavrı anlatımına renk ve canlılık kazandırdığı gibi okuyanda ilgi de uyandırır. Örneğin manda derisine bal karıştırıp reçel yapıldığını, kışın damdan da­ma atlayan kedilerin havada donduğunu, olağanüstü gösteriler yapan cambazların serü­venlerini, fil doğuran kadının yaşamını anla­tırken inandırıcı olmaktan çok sevimli ve ilginçtir.

Seyahatname'nin bir başka özelliği de çok değişik yöre ve ülke insanlarının yaşam biçim­lerine, davranış özelliklerine, teknik bilgisine, süs eşyalarına, müzik aletlerine, yönetim biçi­mine varana kadar her konuda ayrıntılı bilgi vermesidir.
Evliya Çelebi bütün bunları oldukça yalın ve hareketli bir dille anlatır. Döneminin günlük konuşma diline uygun, akıcı, sürükle­yici ve eğlenceli dili, bu özelliğiyle Divan edebiyatının öbür düzyazı türlerine benze­mez. Yazar, gezdiği yörelerin dillerinden de örnekler verir. Bu örnekler dil araştırmaların­da önemli kaynaklardır.

Büyük gezginin birçok yazmaları bulunan Seyahatname'sinin ilk sekiz cildi 1896-1928 yılları arasında Arap harfleriyle, son iki cildi ise 1935-38 arasında Latin kökenli yeni harflerle basıldı. Evliya Çelebi Şakaname adıyla bir yapıtı daha olduğunu bildiriyorsa da bugüne kadar bu yapıt ele geçirilememiş­tir.

MsxLabs & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 16:29
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #5
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Evliya Çelebi5.jpg
Gösterim: 3301
Boyut:  71.3 KB

Evliya Çelebi'nin Kültür Tarihindeki Yeri

Filolojik bir inceleme olmayan bu yazıda Evliya Çelebi'nin kendi anlatımından ancak yansıyabilen bazı kişilik özellikleri ve Seyahatnamesi'nin kültür tarihi bakımından kaynak değeri gibi bir iki soruna sınırlanıldığından, eserinin içeriğine yönelmekle yetinilmiştir. Ayrıca Evliya Çelebi araştırmalarının herhalde temel sorunu olan hayal ve gerçeklik ayrımı da burada asıl konu olarak incelenmeyecektir; alanın uzmanları bu meseleyle etraflıca uğraşmaktadırlar.

Bu benzersiz Osmanlı gezmen ve anlatı ustasının yaşadığı yıllar (1611-1683/84) IV. Murad'ın ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed'in yönetimleri altında iç politikada iki defa toparlanabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun duraksama döneminin sonlarına rastlar. Murad'ın saltanatındaki toparlanmada Otuzyıl savaşının da bir etkisi olmuştur; bu kargaşa yıllarında Osmanlı Devleti - geçici de olsa - Avrupa cephesinde rahatlayabilmiştir. Ancak, bunun dışında 17. yüzyıl İmparatorluk için yönetim uygulamalarının yozlaşmasıyle el ele giden, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâli ayaklanmalarıyle sarsılırken, İstanbul zaman zaman Yeniçerilerin ve değişik saray hiziplerinin çatışma alanına dönüşüyordu. İran ile açık çatışmanın Kasrı fiirin antlaşmasıyle (1639) geçici olarak son bulmasından rahatlayan Osmanlı İmparatorluğu Venedig'e, Lehistan'a ve Alman İmparatoru'na karşı daha geniş çapta savaş girişimlerine yönelmiştir ki bu siyaset İkinci Viyana kuşatmasıyle doruğuna ulaşmıştır.

Bu tarih çerçevesi içinde Evliya Çelebi'nin hayatına dair bugünkü bilgi, sadece kendisinin gezi anılarının arasına serpiştirdiği açıklamalarından ibarettir.Bu açıklamalara göre kendisi 1648 yılında yüz on yedi yaşında ölmüş olduğunu söylediği Saray Kuyumcubaşısı olan Derviş Mehmed Zıllî'nin oğlu olarak 25 Mart 1611'de İstanbul'da doğmuş. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey'in veya Hoca Ahmed Yesevî'nin ardıllarından olarak Konstantinopolis'in fethi esnasında 1453'te Kütahya'dan İstanbul'a taşınmış. Soykütüğünü böylesine saygın atalara dayandırdığı gibi, I. Ahmed'in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiş olan annesinin de atalarını ve akrabalarını onurlandırmayı ihmal etmeyen ve birkaç yıllık Medrese öğrenimi esnasında usta bir hafıza dönüşen Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının yardımıyle 1635 yılında Enderun'a girebilmiş ve buranın eğitiminden geçmiş. Doğduğu şehiri on yıl boyunca araştırdıktan sonra 1640 yılında saraydan ayrılıp Bursa, İzmit, Trabzon ve Kırım'a yaptığı gezilerle uzun gezgincilik yıllarını başlatmış. Bundan böyle zaman zaman İstanbul'da verdiği aralarla Doğu Anadolu ve İran'a, Ortadoğu ve Balkan eyaletlerine, hatta İsveç ve Hollanda'ya da kâh yüksek makam sahiplerinin, saray görevlilerinin veya yabancı diplomatların maiyyetinde, kâh ulak, sınır gazisi veya özel kişi olarak gezilere çıkmış. Ayrıca peşpeşe değişik eyatletlerde görevlendirilen dayısı Melek Ahmed Paşa'nın sürekli refakatçısıymış. Gezilerini taçlandırmak için nihayet 1671 yılından itibaren Rodos üzerinden Mısır, Sudan ve Habeşistan'a kadar genişlettiği bir hac yolculuğuna çıkmış. Mısır'da yaklaşık on yıl kalmış.

Evliya Çelebi'nin ölüm tarihi araştırmacılar tarafından Seyahatname'de 1682 yılı için zikredilen Hicaz'daki sel felâketi ile değinilmeyen İkinci Viyana kuşatması arasına yerleştirilmiş ve Seyahatname'de en geç yıl kaydı olarak yer alan 1094 (1683) tarihi - sözcüklerle yazılmış olmasına rağmen - bir kopya hatası olarak kabul edilmişti, ta ki Kreutel incelemelerinde Seyahatname'nin birçok yerlerinin “olaydan çıkarsamalar” (vaticinationes ex eventu) içerdiklerini ve bundan dolayı Evliya Çelebi'nin l683'te hayatta olmuş olması gerektiğini ortaya koyana kadar. Seyahatname'nin son cildinin, daha önceki bölümlerde kehanet biçiminde değinilen, gerçekte ise yaşanmış olan olayların artık etraflıca anlatılmadan birdenbire son bulmasıyle de desteklenen Kreutel'in bu görüşü, Evliya Çelebi uzmanı Baysun tarafından da paylaşılmıştır. Evliya Çelebi'nin ardılları hakkında bugüne kadar herhangi bir ipucu bulunmamaktadır.

Evliya Çelebi'nin eserinden kişisel niteliklerine dair bir tablo oluşturulabilmektedir. Herşeyden önce sınırsız bir bilgilenmek isteği dikkati çekiyor. Geleneklerine bağlı ve, diğer Osmanlı çağdaşları gibi, kendi kültürünün üstünlüğünden emin olan bir inançlı Müslüman olması, onu yabancı dünyaları ve becerileri tanımaktan alıkoymamıştır. Saf bir dindarlığın yanı sıra bir 17. yüzyıl Osmanlısı olarak hatırı sayılır bir hoşgörü sergiliyor. Kiliseleri ziyaret ettiğini bildirmekte ve Hıristiyan dua metinlerini aktarmakta, ayrıca konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı hazır bulundurmakta, bu gibi maddeleri kullanmadığı anlaşılan bir kişi olarak sakınca görmeyen Evliya'nın dar görüşlü olamayacağı ortadadır. Hıristiyanları “gâvur” olarak adlandırması - Hıristiyanlarla Müslümanların birbirlerini Ortaçağ'dan beri böyle nitelemeleri göz önünde tutulduğunda - ufkunun ölçeği sayılamaz. Her şeyi öğrenme isteği, gördüklerini, duyduklarını veya okuduklarını olabildiğince etkileyici bir biçimde kâğıda dökme - ve kuşkusuz dostlarına sözlü olarak anlatma - çabasıyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cömertçe aktardığı bilgilerini kıt veya kuru bulduğunda, kendi hayal gücüyle zenginleştiriyor. Başkalarının merakını herhalde kendininkinin olağanüstü boyutlarıyle ölçmüş olmalı ki, belâgatına ve görgüsüne çevresini anlaşılan hayran bırakmayı ve anlattıklarıyle dostlarının heyecanını diri tutmayı hedefliyordu. Gezmek ve görmek tutkusu uğruna refakatlerinde bulunduğu kişilerle de iyi geçinmeye önem verdiğini, kendi sözlerinden anlıyoruz. Ancak arı ve açık anlatım biçiminden, bu çabasının bir yaltaklıktan değil, kendisinden ve bundan dolayı okurlarından her türlü yararlı bilginin yanı sıra yaşanması sadece az sayıda seçkine nasip olan keyiflendirici serüvenleri de esirgememek gibi nerdeyse çocuksu yansıyan samimî bir istekten kaynaklandığı izlenimi uyanıyor. Ölçüsüz abartmaları ve olasılık dışı hikâyelerinin temelinde böyle bir duygu hali yatsa gerek.

19 Ağustos 1630 gecesi, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber'in elini öperken heyecanlanıp 'Şefaat ya Resulallah' diyecek yerde 'Seyahat ya Resulallah' diyerek kendi geleceğine farklı bir kapı aralayan garip bir gezgin, tam kırk yıl boyunca bütün Osmanlı coğrafyasını adım adım dolaştı. Kimi zaman han odalarında menakıb dinledi, kimi zaman da çarşıların kalabalığına karışıp değişik kültürlerin insanlarıyla tanıştı. Zengin konaklarına misafir oldu; dağ başlarında, terkedilmiş kalelerde bir ateşin etrafına toplanmış bozkırlarla dertleşti. Liman kentlerine uğradı; yıkık surları adımlarıyla ölçtü, binbir çeşit nesneyi elleriyle tarttı.

Kervanlara katılıp hayallerin ötesine yürüdü. Çağlar öncesinin kralları, sultanları sanki onun arkadaşıydılar; öykülerini anlattılar, kıssadan hisse verdiler. O, bütün bir Osmanlı geleneğinin zamanı ve mekanı aşan hafızası idi. Asıl adı bilinmiyor; ama dünya onu Evliya Çelebi olarak tanıdı.

Evliya Çelebi üzerine çok şey yazıldı ve söylendi; fakat onun bir insan ömrü adadığı Seyahatname'si, bu güne kadar tam olarak yayımlanmadı. Çünkü o, eleştirel bilinci klasik medhiyeciliğin üstünde tuttuğu için sansüre uğradı. Sonuçta bu göz kamaştırıcı kültür hazinesi, az sayıda uzmanın yararlanabildiği 10 ciltlik bir yazma külliyatı olarak kaldı.

Seyahatnamesi'nin giriş bölümünde gezmeye duyduğu ilginin başlangıcını anlatırken, bir gece düşünde peygamberi gördüğünü ve ona "şefaat ya Resulullah" diyecek yerde şaşırarak "seyahat ya Resulullah" dediğini, peygamberin de ona gönlünce gezip görme izni verdiğini yazan ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi'nin, 17. yüzyılda izlediği rota Ruslara esin kaynağı oldu.

Rusya Turizm Akademisi, Çelebi'nin takip ettiği rotayı canlandırmak için bir çalışma başlattı.

Rus Seyahat Acenteleri Birliği 2. Başkanı Oleg Tumanov, Çelebi'nin 17. yüzyılda dünyayı tek başına dolaştığını hatırlatarak, bunun Karadeniz ülkelerinin turizm ilişkilerinin geliştirilmesi için de iyi bir fikir oluşturabileceğini söyledi.

Evliya Çelebi'nin, dünyanın bir çok ülkesini dolaştığı gibi, İstanbul'dan yola çıkarak Ukrayna, Rusya, Gürcistan ve Kafkasya'ya kadar gittiğini, daha sonra tersine bir rota izleyerek tekrar İstanbul'a döndüğünü ifade eden Tumanov, "En ilginç tarafı ise bu seyahatleri tek başına yapmış. Evliya Çelebi'nin 17. yüzyılda tek başına gerçekleştirdiği turu tren, otobüs veya uçakla yapmak çok mümkün" dedi.

Tumanov, Çelebi'nin gezi rotasının tekrar canlandırılabileceğini dile getirerek, turizmde işbirliği artırılabilirse bundan Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkelerin büyük yarar sağlayacaklarını bildirdi.

"Rusya Turizm Akademisi'nin bununla ilgili bir çalışması var. Tur şimdilik sadece Ruslara yönelik düşünülüyor" diyen Tumanov, "Evliya Çelebi Turu" fikrinin diğer ülke acenteleri tarafından da değerlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

DÜNYAYI DOLAŞAN TÜRK GEZGİN


İstanbul'da 1611 yılında doğan ve tam adı Evliya Çelebi Bin Derviş Mehmed Zilli olan ünlü Türk gezgin Evliya Çelebi, elli yıla yakın bir süre Orta Avrupa, Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Kırım, Arabistan ve Mısır'ı dolaşmış.

Kaleme aldığı Seyahatname'si, Türk gezi edebiyatının başyapıtı sayılan Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelerek İstanbul'a yerleşmiş. Babası sarayda kuyumcubaşı olan Çelebi, özel öğrenim gördükten sonra bir süre medresede okumuş. Babasından tezhip, hat, nakış sanatlarını öğrenen, müzikle ilgilenen, Kuran'ı öğrenerek hafız olan Çelebi, Enderun'a alınarak, dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla IV. Murat'ın hizmetine girmiş.

Gezmeye duyduğu ilgi, çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanan Evliya Çelebi, 10 ciltlik Seyahatname'sinin giriş bölümünde gezmeye duyduğu ilginin başlangıcını anlatırken, bir gece düşünde peygamberi gördüğünü ve ona "şefaat ya Resulullah" diyecek yerde şaşırarak "seyahat ya Resulullah" dediğini, peygamberin de ona gönlüne göre gezip görme izni verdiğini yazmış.

Gümeç Karamuk
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 18:13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Prof. Dankoff'un Seyahatname ile Yolculukları

Chicago Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Robert Dankoff, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü ile Türk Edebiyatı Bölümü’nün katkılarıyla 25 Kasım 2001 tarihinde düzenlenenprogramda Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si üzerine bir konuşma yaptı. Dünyadaki enönemli Türk ve Osmanlı kültürü araştırmacıları arasında gösterilen Prof. Dankoff, Türkedebiyatının kaynaklarından sayılan ve 11. yüzyılda yazılmış olan iki temel eseri, Divanü Lügat-it-Türk ile Kutadgu Bilig’i İngilizceye çevirerek yayımlamıştır. Yaklaşık onbeş yıldır çalışmalarını Evliya Çelebi ve Seyahatname üzerine yoğunlaştırmış olan Prof. Dankoff, bu konu hakkında çeşitli monograflar ve makaleler yayımladı. Bunlaryaşamış ünlü devlet adamı Melek Ahmet Paşa arasında 17. yüzyılda üzerine,Seyahatname’deki bilgilere dayanan bir monografi ile bir Evliya Çelebi sözlüğü çalışması da yer alıyor. Dankoff, son olarak, Seyahatname’nin yeniden yayımlanmasını amaçlayan ve Yapı Kredi Yayınları’nca yürütülen projede görev alıyor.

Prof. Dankoff, Bilkent’teki konuşmasında, dinleyicilere editörlüğün inceliklerinden örnekler sunarak bir filoloğun merceğinden, büyük ihtimalle Evliya Çelebi’nin kendi eliyle yazdığı metnin zenginliklerini gösterdi. Dinleyiciler olarak Dankoff’la çıktığımız bu filolojik yolculuk boyunca epeyce zorlandık. Çünkü Evliya Çelebi’nin bütünüyle kendine özgü, epeyce zengin bir üslûbu olduğunu bir kez daha gözlemledik. Çelebi, değişik dilleri ve yerel lehçeleri bir dil bilgini özeniyle metnine taşıyor ve tanıttığı yörelerin görülmeye ve gösterilmeye değer bütün kültürel birikimini yansıtmaya gayret ediyordu. Ancak her ne kadar rahat anlaşılmayı amaç edinmişse de, bazen küçük oyunlar oynamayı da ihmal etmeyerek araçtırmacıyı güç durumlarda bırakabiliyordu. Bu yüzden, şimdiye kadar yapılan Seyahatname çevriyazılarında birçok sözcük hatalı ya da yanlış okunmuş ve bazı tarihî olaylar doğru anlaşılmamıştı.

Prof. Dankoff, konuşmasında bu duruma örnek olarak 16. yüzyılın ünlü gök bilgini Takiyüddin'in inşa ettirdiği gözlem kuyusu etrafında gelişen olayları anlattı. Buna göre Takiyüddin'i çekemeyen bazı kimseler ondan şikayetçi olmuş ve kuyunun sihir amacıyla yaptırıldığı iftirasını yaymışlardı. Bu durumun önünü almak için çıkarılan fetva ise harekesiz olarak, yani seslilerin nasıl okunacağı belirtilmeden yazılmıştı. Evliya Çelebi de birçok farklı şekilde okunabilecek bu fetvayı olduğu gibi Seyahatname'sine aktarıyor ve bir dizi ilginç olayı anlatıyordu.

Osmanlı geçmişinin en tanıdık simalarından olan Evliya Çelebi ve Seyahatname’si üzerine bugüne kadar birçok çalışma yapıldı. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu ise Çelebi’nin ziyaret ettiği yerlerin o dönemdeki özelliklerini aydınlatmaya yöneliktir. Ancak, Evliya Çelebi’nin kişiliği, Osmanlı edebiyatı ve kültüründeki yeri üzerine pek az nitelikli eser verildi. Halbuki, Seyahatname bir gezi anlatısı olarak okunabileceği kadar bir almanak, bir günlük, bir otobiyografi ya da ideal okuru eğlendirmek ve hayatın gizlerini paylaşmak üzere kaleme alınan bir hasbıhal olarak da okunup yorumlanabilir. Nitekim, konuşmanın sonunda, çalışmalarını hâlen Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü'nde sürdüren ünlü Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık, Evliya'nın aslen bir "nedim" ya da "musahip" olduğunu ve Seyahatname'ye ilişkin değerlendirmelerin bu durumu göz ardı etmemesi gerektiğini dile getirdi. Prof. Dankoff'un değerli çalışmalarının bu eşsiz eserin daha çok dikkat çekmesini sağlayacaktır.

Dimitris Loupis
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 16:31
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Ekim 2008       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Evliya Çelebi4.jpg
Gösterim: 3652
Boyut:  55.9 KB

Evliya Çelebi Seyahatnamesi


Evliya Çelebi Seyahatnamesi, bir on yedinci yüzyıl klasiği olarak hem zevkle okunabilecek bir edebiyat eseri hem de tarih, dil, halkbilimi, sanat tarihi, topografya, dinler tarihi, tasavvuf tarihi ve yerel tarih araştırmacıları için kaynak niteliği taşır.

Asya, Avrupa ve Afrika'da gezip gördüğü yerler için yalnızca onun kullandığı bir dil ve bakış açısı ile tanıklık eden Evliya Çelebi, on ciltlik dev eserinin birinci cildiyle aynı zamanda ilk Türkçe 'İstanbul Monografisi'ni de yazmıştır. Adlarını vermiş olsa bile birçoğunu bugün bilemediğimiz pek çok kaynaktan derlediği mitoloji ve tarih karışımı bilgilerden saray hayatına; pek çok ünlünün kişisel tarihinde şehrin gündelik hayatına; şehrin etrafını çevreleyen surlardan her türlü mimari esere; kapılardan tepelere ve iskelelere; savaş ve barışta şehrin ve ordunun ihtiyaçlarını karşılayan yüzlerce esnaftan bahçe ve mesirelere; padişahlardan her sınıftan yönetici, bilim adamı ve ilginç tiplere; devletçe düzenlenen şenliklerden çok özel meclislerde yaşanan eğlencelere varıncaya kadar akla gelebilecek her şey bu ciltte anlatılmıştır.

Günümüz Türkçesiyle ve iki kitap halinde sunulan Birinci Cilt ile okur, Evliya Çelebi'nin açtığı kapıdan uzun bir İstanbul gezisine buyur ediliyor ve şehrin olanca gizemi ile ayrıntılı bir haritası çiziliyor.

Evliya Çelebi'nin Kültür Tarihindeki Yeri

Filolojik bir inceleme olmayan bu yazıda Evliya Çelebi'nin kendi anlatımından ancak yansıyabilen bazı kişilik özellikleri ve Seyahatnamesi'nin kültür tarihi bakımından kaynak değeri gibi bir iki soruna sınırlanıldığından, eserinin içeriğine yönelmekle yetinilmiştir. Ayrıca Evliya Çelebi araştırmalarının herhalde temel sorunu olan hayal ve gerçeklik ayrımı da burada asıl konu olarak incelenmeyecektir; alanın uzmanları bu meseleyle etraflıca uğraşmaktadırlar.

Bu benzersiz Osmanlı gezmen ve anlatı ustasının yaşadığı yıllar (1611-1683/84) IV. Murad'ın ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed'in yönetimleri altında iç politikada iki defa toparlanabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun duraksama döneminin sonlarına rastlar. Murad'ın saltanatındaki toparlanmada Otuzyıl savaşının da bir etkisi olmuştur; bu kargaşa yıllarında Osmanlı Devleti - geçici de olsa - Avrupa cephesinde rahatlayabilmiştir. Ancak, bunun dışında 17. yüzyıl İmparatorluk için yönetim uygulamalarının yozlaşmasıyle el ele giden, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâli ayaklanmalarıyle sarsılırken, İstanbul zaman zaman Yeniçerilerin ve değişik saray hiziplerinin çatışma alanına dönüşüyordu. İran ile açık çatışmanın Kasr-ı fiirin antlaşmasıyle (1639) geçici olarak son bulmasından rahatlayan Osmanlı İmparatorluğu Venedig'e, Lehistan'a ve Alman İmparatoru'na karşı daha geniş çapta savaş girişimlerine yönelmiştir ki bu siyaset İkinci Viyana kuşatmasıyle doruğuna ulaşmıştır.

Bu tarih çerçevesi içinde Evliya Çelebi'nin hayatına dair bugünkü bilgi, sadece kendisinin gezi anılarının arasına serpiştirdiği açıklamalarından ibarettir. Bu açıklamalara göre kendisi 1648 yılında yüz on yedi yaşında ölmüş olduğunu söylediği Saray Kuyumcubaşısı olan Derviş Mehmed Zıllî'nin oğlu olarak 25 Mart 1611'de İstanbul'da doğmuş. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey'in veya Hoca Ahmed Yesevî'nin ardıllarından olarak Konstantinopolis'in fethi esnasında 1453'te Kütahya'dan İstanbul'a taşınmış. Soykütüğünü böylesine saygın atalara dayandırdığı gibi, I. Ahmed'in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiş olan annesinin de atalarını ve akrabalarını onurlandırmayı ihmal etmeyen ve birkaç yıllık Medrese öğrenimi esnasında usta bir hafıza dönüşen Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının yardımıyle 1635 yılında Enderun'a girebilmiş ve buranın eğitiminden geçmiş. Doğduğu şehiri on yıl boyunca araştırdıktan sonra 1640 yılında saraydan ayrılıp Bursa, İzmit, Trabzon ve Kırım'a yaptığı gezilerle uzun gezgincilik yıllarını başlatmış. Bundan böyle zaman zaman İstanbul'da verdiği aralarla Doğu Anadolu ve İran'a, Ortadoğu ve Balkan eyaletlerine, hatta İsveç ve Hollanda'ya da kâh yüksek makam sahiplerinin, saray görevlilerinin veya yabancı diplomatların maiyyetinde, kâh ulak, sınır gazisi veya özel kişi olarak gezilere çıkmış. Ayrıca peşpeşe değişik eyatletlerde görevlendirilen dayısı Melek Ahmed Paşa'nın sürekli refakatçısıymış. Gezilerini taçlandırmak için nihayet 1671 yılından itibaren Rodos üzerinden Mısır, Sudan ve Habeşistan'a kadar genişlettiği bir hac yolculuğuna çıkmış. Mısır'da yaklaşık on yıl kalmış.

Evliya Çelebi'nin ölüm tarihi araştırmacılar tarafından Seyahatname'de 1682 yılı için zikredilen Hicaz'daki sel felâketi ile değinilmeyen İkinci Viyana kuşatması arasına yerleştirilmiş ve Seyahatname'de en geç yıl kaydı olarak yer alan 1094 (1683) tarihi - sözcüklerle yazılmış olmasına rağmen - bir kopya hatası olarak kabul edilmişti[8], ta ki Kreutel incelemelerinde Seyahatname'nin birçok yerlerinin olaydan çıkarsamalar (vaticinationes ex eventu) içerdiklerini ve bundan dolayı Evliya Çelebi'nin l683'te hayatta olmuş olması gerektiğini ortaya koyana kadar. Seyahatname'nin son cildinin, daha önceki bölümlerde kehanet biçiminde değinilen, gerçekte ise yaşanmış olan olayların artık etraflıca anlatılmadan birdenbire son bulmasıyle de desteklenen Kreutel'in bu görüşü[9], Evliya Çelebi uzmanı Baysun tarafından da paylaşılmıştır. Evliya Çelebi'nin ardılları hakkında bugüne kadar herhangi bir ipucu bulunmamaktadır.

Evliya Çelebi'nin eserinden kişisel niteliklerine dair bir tablo oluşturulabilmektedir. Herşeyden önce sınırsız bir bilgilenmek isteği dikkati çekiyor. Geleneklerine bağlı ve, diğer Osmanlı çağdaşları gibi, kendi kültürünün üstünlüğünden emin olan bir inançlı Müslüman olması[12], onu yabancı dünyaları ve becerileri tanımaktan alıkoymamıştır. Saf bir dindarlığın yanı sıra bir 17. yüzyıl Osmanlısı olarak hatırı sayılır bir hoşgörü sergiliyor. Kiliseleri ziyaret ettiğini bildirmekte ve Hıristiyan dua metinlerini aktarmakta, ayrıca konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı hazır bulundurmakta, bu gibi maddeleri kullanmadığı anlaşılan bir kişi olarak sakınca görmeyen Evliya'nın dar görüşlü olamayacağı ortadadır. Hıristiyanları gâvur olarak adlandırması - Hıristiyanlarla Müslümanların birbirlerini Ortaçağ'dan beri böyle nitelemeleri göz önünde tutulduğunda - ufkunun ölçeği sayılamaz. Her şeyi öğrenme isteği, gördüklerini, duyduklarını veya okuduklarını olabildiğince etkileyici bir biçimde kâğıda dökme - ve kuşkusuz dostlarına sözlü olarak anlatma - çabasıyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cömertçe aktardığı bilgilerini kıt veya kuru bulduğunda, kendi hayal gücüyle zenginleştiriyor. Başkalarının merakını herhalde kendininkinin olağanüstü boyutlarıyle ölçmüş olmalı ki, belâgatına ve görgüsüne çevresini anlaşılan hayran bırakmayı ve anlattıklarıyle dostlarının heyecanını diri tutmayı hedefliyordu. Gezmek ve görmek tutkusu uğruna refakatlerinde bulunduğu kişilerle de iyi geçinmeye önem verdiğini, kendi sözlerinden anlıyoruz.[18] Ancak arı ve açık anlatım biçiminden, bu çabasının bir yaltaklıktan değil, kendisinden ve bundan dolayı okurlarından her türlü yararlı bilginin yanı sıra yaşanması sadece az sayıda seçkine nasip olan keyiflendirici serüvenleri de esirgememek gibi nerdeyse çocuksu yansıyan samimî bir istekten kaynaklandığı izlenimi uyanıyor. Ölçüsüz abartmaları ve olasılık dışı hikâyelerinin temelinde böyle bir duygu hali yatsa gerek.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 18:14
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Ekim 2009       Mesaj #8
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi


Onun, Seyahatname gibi bir eseri kaleme almış olmasında birkaç önemli etken öne çıkar. Evliya Çelebi küçük yaştan itibaren kendisini imkânları bol, geniş bir çevrenin içinde bulmuştur. Ayrıca birçok insanla tanışmasının ve pek çok olaya şahit olmasının da etkisi büyüktür. Çelebi ömrünün otuz yılını İstanbul’da, geri kalanını seyahatlerde geçirmiştir. Bu gezile­rin çoğu vezirlerin ve paşaların himayesinde olduğu için yarı resmi hüviyettedir.
Bu imkânlar ona, herhangi bir gezginden farklı imkân ve görgüler kazandırmış, çok geniş bir sahada dolaşmasını sağ­lamıştır.


Evliya Çelebi'nin Seyahate Çıkmasının Sebebi


Kendi anlattıklarına göre Evliya Çelebi, 1630 Muharre-mi’nin Aşure Gecesi, Ahî Çelebi Camii’inde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görür ve heyecanlanarak “Şefaat ya Resu-lallah!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah!” der. Hz Pey­gamber de onu hem şefaat hem de seyahatle müjdeler. Bu arada cemaat arasında bulunan Sa’d b. Ebu Vakkas seyahat­lerinde gördüğü yerleri yazmasını ister ve şöyle der:
“Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Sana müjde olsun. Bu mecliste ne kadar ruhla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziya­ret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhu­ru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şe­hirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şey­leri, yiyecek ve içeceklerini yazıp güzel bir eser meydana ge­tir ve benim silahımla iş görüp dünya ve ahirette manevi oğ­lum ol. Tuz ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma…”
Bunun üzerine önce İstanbul’u, daha sonra da impara­torluğun bir çok yerini gezer ve gördüklerin kaleme alır. Evli­ya Çelebi, 1640 yılından başlayarak önce Bursa, İzmit ardın­dan Trabzon ve Kırım’a gider. Evliya Çelebi’nin gezip dolaştığı ve hakkında bilgi top­ladığı belli başlı yerler şöyledir: İstanbul, Bursa, İzmit, Trabzon, Tokat, Erzurum, Van baş­ta olmak üzere bütün Doğu Anadolu; Üsküdar’dan Şam’a kadar bütün şehir ve kasabalarıyla Güneydoğu Anadolu bölgesi; Tiflis, Baku, Gürcistan, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyarı, Ejderhan havalisi; Bütün Ege kıyıları ve adaların birçoğu, Mora, Girit, Han­ya, Şumnu, Niğbolu, Silistre, Babadağı, Filibe, Sofya, Edirne. Çanakkale, Ozi, Gelibolu, Boğdan, Belgrad, Tameşvar, Vene­dik, Bosna, Karaorman, Üsküp, Selanik, Macaristan, Almanya, Avusturya, Lehistan, Arnavutluk, İspanya, Danimarka, Hollanda, Brandenburg ve Adriyatik sahilleri… Eserin aslı on cilttir. İstanbul kütüphanelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dünya seyahat edebiyatında, bu kadar geniş bir sahayı ihtiva eden ikinci bir eser yoktur. Evliya Çelebi son derece dikkatli bir seyyahtır. O, gezdi­ği yerlerin tarihini, coğrafyasını, iklim ve tabiatını, sanat eser­lerini, insanlarını, insanlarının giyiniş, yaşayış, dil ve dinleri­ni, silahlarını, âdetlerini, tanınmış hususiyetlerini, yerleşme şekillerini, kısaca şahsi ve günlük hayattan, cemaat hayatına, manevi hayata kadar bütün unsurları eserine almıştır. Bu du­rum Seyahatname’nin dünyada eşine rastlanmayan bir zenginlikle önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır. Düşünceye ve daha çok göze hitap eden güçlü tasvirler, sıcak bir mizah, mü­balağa ve secilerle süslü üslubu onu farklı kılan unsurlardır.


Seyahatnameden Seçmeler

Viyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı

Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince: “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor: “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden döküldü.

Erzurum’un Soğuğu

Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir.

İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi

70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir: “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir.

İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar

Hezarfen Ahmed Çelebi

Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir.

Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte

Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler.
Lagarı: Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve: “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı.

İstanbul Beyanındadır

Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca: “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu: “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”

İstanbul’un Adlarını Söyler

İstanbul’un ilk yapısı Makdonye adını taşır. Andan Yan-ko bina ettiği için Yankovice dediler. Sonra İskender tekrar kurduğundan bu kez adı Aleksandri oldu. Ondan sonra da bir zaman Pozant dediler, bir zaman da Zondovina, Yağfuriye dediler. Dokuzuncu kez Kostantin yaptırdığı için Yunan di­linde Pozantiyum ya da Kostantiniye dediler. Nemçeliler Kos-tantinopol derler. Rus dilinde ise Terkuriye derler. Buna göre Grekler Grandoza, Macarlar Zendovar, Lehliler Kanatorya, Çekler Albanar, İskoçlar Herakliyan, Felemenkliler Astagania, İspanyollar Agrandoza, Portekizler Kostia, Araplar Kostantini­ye, İranlılar Kayser-i Rum-i Zemin, Hintliler Taht-i Rum, Mo­ğollar Çarğrad, Tatarlar ve Sakalibe ile Âl-i Osman’da yani Türkler de ise adı İslambol’dur. Türk’ün görkemi diye âleme ün salmıştır. Allah onu koruya!

Evliya Çelebi’nin Hayatı ve Kişiliği Hakkında


17. yüzyılda yaşamış, medrese eğitimi görmüş, çeşitli devlet görevle­rinde bulunmuştur. Devlet görevleri sırasında gezip gördüklerini kaleme almıştır. Bu gezintiler, zaman zaman kesintiye uğrasa da kırk yılı aşmıştır. Gezdiği yerlerden derlediği bilgileri ve gözlemle­rini on ciltlik Seyahatnamesinde toplamıştır. Bu eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eser, tarih, toplumbilim, coğrafya ve folklar acısından oldukça önemlidir
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 16:48
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
-Eylül- - avatarı
-Eylül-
Ziyaretçi
29 Ekim 2009       Mesaj #9
-Eylül- - avatarı
Ziyaretçi

Seyyah-yazar


Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı.Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.

SEYAHAT YA RESULALLAH


Evliya Çelebi Seyahatnamenin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.

NERELERİ GEZDİ


Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640 larda Bursa, İzmit ve Trabzonu gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı. 1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu.1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

SEYAHATNAMENİN ÖZELLİKLERİ


Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez,araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır.Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur. Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder.

Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan söz eder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır.Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına,çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir.Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir. Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.

ESERİ: Seyahatname, ilk sekiz cilt: 1898-1928, son iki cilt: 1935-1938.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi

Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu - Dizini
1. Kitap
Evliya Çelebi
Yapı Kredi Yayınları / Özel Dizi

"Evliya Çelebi Seyahatnamesi", 1994'te yitirdiğimiz, yeri doldurulamaz değerli Türkolog Orhan Şaik Gökyay'ın her zaman ve en çok ilgisini çeken eserlerden biri olmuştu.

Gökyay, bu dil anıtı üzerine yoğunlaşma imkanını ancak ömrünün son yıllarında bulabildi. 1988 yılında, seyahatnamenin birinci cildinin, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Bağdat 304'te kayıtlı bulunan ve birçok araştırmacının müellif nüshası kabul ettiği yazması üzerinde çalışmaya başladı. Transkripsiyonlu Metin, Sözlük ve Dizin olarak üç cilt halinde düşündüğü eserin yazık ki sadece transkripsiyonlu metin kısmını hazırlayabildi. Sonradan, metin üzerindeki çalışmalar, onun çizdiği çerçeve içinde sürdürülüp tamamlandı.

Ayrıca, Yücel Dağlı'nın, Orhan Şaik Gökyay'ın izniyle İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi olarak hazırladığı "Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin 1. Cildindeki Yer ve Şahıs İsimleri İndeksi (1994)", bu yayın dolayısıyla yeniden gözden geçirildi. Bu çalışmaya rütbeler, kurumlar, terimler, bitkiler, meydanlar, camiler... vb. önemli-önemsiz hemen her şeyin eklenmesiyle geniş bir "Dizin" oluşturuldu. Böylece, ortaya hem Evliya Çelebi'nin hem de Orhan Şaik Gökyay'ın önemlerine yaraşır bu kitap çıktı; kıvançla sunuyoruz.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi
Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu - Dizini
2. Kitap
Evliya Çelebi
Yapı Kredi Yayınları / Özel Dizi

19 Ağustos 1630 gecesi, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber'in elini öperken heyecanlanıp "Şefaat ya Resulallah" diyecek yerde "Seyahat ya Resulallah" diyerek kendi geleceğine farklı bir kapı aralayan garip bir gezgin, tam kırk yıl boyunca bütün Osmanlı coğrafyasını adım adım dolaştı. Kimi zaman han odalarında menakıb dinledi, kimi zaman da çarşıların kalabalığına karışıp değişik kültürlerin insanlarıyla tanıştı. Zengin konaklarına misafir oldu; dağ başlarında, terkedilmiş kalelerde bir ateşin etrafına toplanmış bozkırlarla dertleşti. Liman kentlerine uğradı; yıkık surları adımlarıyla ölçtü, binbir çeşit nesneyi elleriyle tarttı.

Kervanlara katılıp hayallerin ötesine yürüdü. Çağlar öncesinin kralları, sultanları sanki onun arkadaşıydılar; öykülerini anlattılar, kıssadan hisse verdiler. O, bütün bir Osmanlı geleneğinin zamanı ve mekanı aşan hafızası idi. Asıl adı bilinmiyor; ama dünya onu Evliya Çelebi olarak tanıdı.

Evliya Çelebi üzerine çok şey yazıldı ve söylendi; fakat onun bir insan ömrü adadığı Seyahatname'si, bu güne kadar tam olarak yayımlanmadı. Çünkü o, eleştirel bilinci klasik medhiyeciliğin üstünde tuttuğu için sansüre uğradı. Sonuçta bu göz kamaştırıcı kültür hazinesi, az sayıda uzmanın yararlanabildiği 10 ciltlik bir yazma külliyatı olarak kaldı.

Yapı Kredi Yayınları, Evliya Çelebi Seyehatnamesi'nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndeki asıl yazma nüshasını yayımlamakla, geçmişimizi geleceğimizle buluşturduğuna inanıyor. Bu inancı paylaşan herkes için, artık yolculuk zamanıdır.

Seyahatname
(Gördüklerim)
Evliya Çelebi
İnkilap Kitabevi / Tarih-İnceleme-Biyografi Dizisi

Bu kitap : "Seyahatname"sinin içinden kendisinin gördüğü ya da dinlediği olayların seçilmesi ile ortaya çıktı. Seyahatname, çok yönlü bir yapıttır. Birkaç yerde kendisi de asıl maksadın dışına çıktığını, bu işte olan bitenleri ayrıntılarla yazsa başkaca bir cilt olacağını işaret eder. Bunların arasından kendisinin de arasıra "sergüzeşt-i hakiranemiz, serencam-ı fakiranemiz" yollu sözlerle, dile getirdiği olayların fazla olduğunu söyler. Evliya, tarih kitaplarında sonuçları anlatılmış kimi savaşları, ayaklanmaları içinde imiş gibi yakından izlemek ve gözlemek durumunda bulunmuştur. Çağı, on yedinci yüzyılın karmakarışık bir zamanıdır. Güvenilir, iş başarabilir kişi olarak Defterzade Mehmet Paşanın, Melek Ahmet Paşanın dairelerinde bulunmuş olayı bir insan görüş alanından çıkarıp da genel tasvirler, basmakalıp sözlerle anlatmıyor, karda, tipide, vuruşma ve çatışmalardaki bir insan kalabalığının sıkıntısını, bunalımını bir tablo halinde değil çektiklerini, gözüyle gördüklerini anlatarak okuyanı etkiliyor..

Manis İli Genel Kitaplığındaki yazma nüshadan olduğu gibi aktarılmıştır. Metinde bir değiştirme yapılmamıştır. Zamanımıza göre bilinmeyen kimi sözcükler okuyucunun dikkatini kesmemek için [...] işareti arasında kara harflerle açıklanmıştır. Olayların genel bir görüş ile anlaşılabilmesi için de her bölüm başında bazı bilgiler verilmiştir.

HAKKINDA YAZILANLAR


‘Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü’ (1)
HİLMİ YAVUZ Zaman 22.09.2004

Prof. Dr. Doğan Kuban, 1984 yılında (Mart 1984, 3/21) Ankarada yayımlanan Boyut Dergisinde (ayraç içinde belirteyim: Boyut, plastik sanatlar alanında bugüne değin ülkemizde basılmış, az sayıda nitelikli dergilerden biridir) yayımlanan Geleneksel Türk Kültüründe Nesneler Dünyasına Bakış başlıklı yazısında, Evliya Çelebi Seyahatnamesinin, mimarlık tarihine ilişkin bir kaynak olarak kullanılmasının mümkün olmadığını söyler, mesela, Süleymaniye [Camii] nin tanımını yapan bölüm iyice incelendiği zaman, bu bilgilerle Süleymaniyenin rökonstrüksiyonunun yapılamayacağını kabul etmek zorunda kalırsınız der.

Kuban, Evliyanın, ‘heyecan dolu dil[ine] karşın, ne caminin şeması, ne büyüklüğü [...] bakımından yeterli bilgi edinip bundan Süleymaniyenin nasıl bir yapı olduğunıu çıkarmak olanağı[nın] bulunmadığını; [ç]ünkü Osmanlı kültüründe, nesneler[in] değil, ilişkiler[in] önem taşı[dığını] belirtir ve şöyle der: Bu nedenle de sosyal yaşama ilişkin gözlemleri o kadar ilginç olan Evliyayı, güvenilir bir mimari tarihi kaynağı olarak kullanmak olanaksızdır. Kuşkusuz bu yargı, Evliyanın yine de önemli bir tarihi kaynak olma niteliğini değiştirmez.

Evliya Çelebinin Seyahatnamesi, Osmanlı sosyal tarihi araştırmaları bağlamında, gerçekten son derece ayrıntılı bir envanter sunar. Bu sosyal tarih envanterinin bir bölümü (hatta önemli bir bölümü!) Evliyanın 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının içinde ve dışında konuşulan dillere ve dialektlere ilişkindir. Dolayısıyla Seyahatname, Kubann belirttiği gibi mimarlık tarihi açısından yararlanılabilir olmasa da, özellikle Türk Dili tarihi araştırmaları bakımından, bulunmaz bir kaynaktır.

Özellikle Türk Dili tarihi, demem boşuna değil. Neredeyse 20 yıldan beri Evliya Çelebi Seyahatnamesi üzerinde çalışan ABDli değerli bilim adamı Prof. Dr. Robert Dankoff’un, 1989 yılında toplanan ‘Uluslararası Altaistik Konferansı’na sunduğu, Turkic Languages and Turkish Dialects according to Evliya Çelebi başlıklı bildiride de belirttiği gibi (bu bildiri Bernt Brendemoenin editörlüğünde, Altaica Osloensiada, Osloda yayımlanmıştır), Seyahatnamede, Evliya Çelebinin gezileri sırasında saptadığı, Türkçe dışındaki non Turkic) otuz dilden başka, Türkçe konusunda da çok zengin malzeme bulunmak- tadır. Dr. Dankoff, Evliyanın genelde Türkologların Arapça metinlerde saptamakta güçlük çektikleri fonetik nüansları da gösterdiğini bildiriyor.

Görülüyor: Seyahatname, Türkçe dışında otuz (evet, otuz!) dile ilişkin bilgileri içerdiği gibi, Türkçenin Anadolunun farklı yörelerinde ve Orta Asya coğrafyasında konuşulduğu biçimiyle de ilgilenmiştir. (Ayraç içinde belirteyim: Bu diller arasında Kıbti dili, Arapça, Macarca, Tatarca, Nogayca, Arnavutça, Yunanca, Slav dilleri, Ukraynaca, Kafkasya dilleri, Gürcüce, Kalmıkça, İtalyanca ... da bulunuyor). Evliya Çelebi Seyahatnamesinin ihtiva ettiği bu göz kamaştırıcı dil malzemesi (hazinesi demek belki daha doğru!) üzerinde yıllar süren ve gerçekten büyük emek ve entelektüel donanım isteyen çalışmasını, Dr. Dankoff, An Evliya Çelebi Glossary başlığı ile, 1991 yılında yayımlamıştı. (Glossary, Harward Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümünün yayını olarak basılmıştır.) Kitabın alt başlığı ise, Unusual, Dialectical and Foreign Words in the Seyahatnamedir. (Dankoffun deyişiyle: Seyahatnamedeki Yabancı Kelimeler, Mahalli İfadeler).

Prof. Dr. Robert Dankoffun Glossarysinden, bugüne kadar ancak İngilizce bilenler yararlanmaktaydı. Şimdiyse bu eser, Prof. Dr. Semih Tezcan gibi çok değerli bir dilbilimci tarafından katkılarla İngilizceden çev[rilmiş] bulunuyor. Dr. Tezcan, Dr. Dankoffun An Evliya Çelebi Glossary için Türkçe karşılık olarak uygun gördüğü Evliya Çelebi Lügatı yerine, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü" demeyi tercih etmiş.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 16:33
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Ocak 2011       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Evliya Çelebi


Seyâhatnâme'siyle meşhur bir Türk yazarı ve seyyahı.

1611'de İstanbul'un Unkapanı semtinde doğdu. Aslen Kütahyalı olan âilesi, fetihten sonra İstanbul'a yerleşmiştir. Babası Saray-ı Hümâyûn kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendidir. Devrin büyük imâmlarından Evliyâ Mehmed Efendiye çok hürmet duyduğu için oğlunun ismini Evliyâ koydu.

İlk tahsilini Sıbyan Mektebinde yapan Evliyâ Çelebi, daha sonra Unkapanı'nda Fil Yokuşu'ndaki Hamid Efendi Medresesinde, yedi yıl eğitim gördü. Bu arada Sâdizâde Dârülkurrâ'sına giderek Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Babasından da zamânın güzel sanatlarından olan hat, nakış, tezhib öğrendi. 1635 yılında, teyzezâdesi Silahdâr Melek Ahmed Ağa vâsıtasıyla Ayasofya Câmiinde Dördüncü Murad Hana takdim edilen Evliyâ Çelebi, yüksek seviyede devlet adamlarının, ilim erbâbının ve askerî şahsiyetlerin yetiştiği kaynakların en büyüklerinden biri olan Enderûn Mektebine alındı. Burada dört yıl kaldıktan sonra 40 akçeyle sipâhî zümresine katıldı.

Evliyâ Çelebi, genç yaşta (1630'larda) seyâhat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mîmârî eserleri tanımak arzusuna düştü. Buna, içinde yaşadığı çevrenin büyük ölçüde sebep teşkil ettiği görülmektedir. Babasının Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinden kalma, güngörmüş bir kişi olması, hepsi hoş-sohbet kimseler olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler, zâten insanları, yeryüzünü tanımaya meraklı olan Evliyâ Çelebi'yi gezip görmeye, tanımaya daha da heveslendirdi.

Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini düşündüğünü; "Peder ve mâder (anne) ve üstad ve birâder kahırlarından nice halâs olup, cihânkeş olurum." sözleriyle belirten Evliyâ Çelebi, Aşure Gecesi, rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmiinde kalabalık bir cemâat arasında Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüş, huzûruna varınca; "Şefâat yâ Resûlallah!" diyecekken, heyacanla; "Seyâhat yâ Resûlallah!" demiştir. Peygamber efendimiz de tebessüm buyurup, bu gence hem şefâatini müjdelemiş, hem de seyâhati ihsân etmiş, orada bulunan Sa'd bin Ebî Vakkas (radıyallahü anh) da gezdiği yerleri ve gördüklerini yazmasını tavsiye etmiştir.

Uykudan uyanınca ilk iş olarak, rüyâsını zamânın meşhur yorumcularından, Kâsım Paşa Mevlevihânesi Şeyhi Abdullah Dede'ye anlatır. Dede, bu parlak rüyâyı güzelce yorumladıktan sonra; "İptidâ, bizim İstanbul'cağızı tahrir eyle" tavsiyesinde bulunur. Evliyâ Çelebi'nin ilk faaliyeti olan İstanbul gezileri netîcesinde başlıbaşına bir İstanbul târihi sayılabilecek Seyâhatnâme'nin birinci cildi meydana gelmiştir. Ancak, babası, Evliyâ Çelebi'nin taşraya çıkmasına uzun zaman karşı koyup, izin vermemiştir. Fakat 1640'ta, eski dostu Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa'ya giden Evliyâ Çelebi'nin bu yolculuğu bir ay sürer. Dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlayan babası, seyâhate çıkmasına izin verir. Türk İslâm edebiyâtının, dünyâca tanınmış bir şahsiyeti böylece doğar.

İstanbul'da dört yıl kaldıktan sonra, Yûsuf Paşa ile Hanya Seferine katılan Evliyâ Çelebi, sonra tekrar İstanbul'a döndü. Ertesi yıl (1647'de) Defterdârzâde Mehmed Paşa ile Erzurum'a gitti ve bu arada Tiflis ile Bakü'yü gezdi. Defterdârzâde'nin Şuşik Beyi üzerine yaptığı sefere de katılan Çelebi, Âzerbaycan ve Gürcistan'ı da görmek fırsatını buldu. Gürcistan Seferinde bulunduktan sonra 1647 kışını Erzurum'da geçirdi. Bu sırada devlet, Vardar Ali Paşa isyânına karşı gerekli işlerle uğraşırken, Anadolu'daki paşalarla anlaşmaya çalışan Defterdârzâde, Evliyâ Çelebi'yi kuvvet toplamak ve mektup getirip-götürmekle görevlendirdi.

1650'de Melek Ahmed Paşanın sadrâzam olması üzerine, Evliyâ Çelebi'nin eline pekçok yeri gezme fırsatı geçti. Celâlîleri cezâlandırmak üzere ordu ile Söğüt yöresine gitti. Sadrâzam, Özi Beylerbeyliğine tâyin olununca, Evliyâ Çelebi'nin de ilk Rumeli seyâhati başladı (23 Ağustos 1651-Haziran sonları 1653). Seyâhate, bâzan Melek Ahmed Paşa ile bazen de yalnız çıktı. Rusçuk'tan İstanbul'a mektup getirip-götürdü. Silistre'ye gitti. Özi eyâletinin kasaba ve köylerini dolaştı. Baba dağı köylerinde gördüklerini yazdı. Sofya'da bulundu.

Vasvar Antlaşmasından sonra elçi olan Kara Mehmed Paşanın maiyetinde Viyana'ya gitti. 1668'de ise İstanbul'dan çıkıp kara yolu ile Batı Trakya, Makedonya ve Teselya'yı gezdi. Mora sâhillerine ve oradan da Kandiye'nin fethinde bulunmak üzere Girit Adasına geçti. Mayna İsyânı üzerine tekrar Mora'ya dönüp, Adriya sâhillerini dolaştı. Senelerce at üzerinde seyâhat etmesi, cirit oynaması, iyi silâh kullanması, Evliyâ Çelebi'nin çevik ve sıhhatli bir yapıya sâhib olduğunu göstermektedir. Evlenmediği, çocuğu olmadığı bilinmektedir. Zengin ve köklü bir âileye mensup olup, gezi gâyesiyle gittiği çeşitli yerlerde vazîfeler almış, katıldığı pek çok savaştan aldığı ganîmetler, verilen hediyeler ve gezdiği yerlerde yaptığı ticâretten elde ettiği para ile rahat bir hayat sürmüştür. Ölüm târihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1682 olduğu tahmin edilmektedir.

Evliyâ Çelebi, gerek pâdişahlar ve gerekse diğer ileri gelen devlet erkânıyla, yakın ahbaplıklar kurmuş olmasına rağmen, hiçbir makam-mevki hırsına kapılmadığı görülüyor. O, ömrünü, gezip-görmeye, yeni insanlar ve beldeler tanımaya, onlar hakkında bilgiler edinmeye adamıştır. Seyâhat hâtırı için pek çok kimseyle, maiyetinde bulunduğu kişilerle hoş geçinmek gibi zor bir işin üstesinden gelen Çelebi, uysal yaradılışlı, zekâsı, nüktedânlığı ve kültürü sâyesinde meclislerin neşesi olan, her yerde aranan pek sevimli bir zâttı. Bütün sâmimiliğine ve hoşgörüsüne rağmen, gördüğü uygunsuzlukları, açık veya kapalı bir dille tenkid etmekten çekinmedi.

Evliyâ Çelebi'nin kendinden sonrakilere, bilhassa târih ve coğrafya alanında büyük hazîne olarak bıraktığı Seyâhatnâme'nin aslı on cilttir. İstanbul Kütüphânelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dil bakımından dikkat çeken eserin imlâsında tutarsızlık görülür. Bu tutarsızlık, her memleketin ağzına göre kaleme alınmasından ileri gelmektedir. Eser bu açıdan ele alınınca büyük bir diyalektik malzeme olarak ortaya çıkar.

Eserin birinci cildinde İstanbul'un târihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul'daki mübârek makamlar, câmiler, Sultan Süleymân Kânunnâmesi, Anadolu ve Rumeli'nin mülkî taksimâtı, çeşitli kimselerin yaptırdığı câmi, medrese, mescit, türbe, tekke, imâret, hastane, konak, kervansaray, sebilhâne, hamamlar... Fâtih Sultan Mehmed zamânından îtibâren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar, İstanbul esnâfı ve sanatkârları yer almaktadır.

İkinci ciltte Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul'un fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa'nın âlimleri, vezirleri ve şâirleri, Trabzon ve havâlisi, Gürcistan dolayları; üçüncü ciltte Üsküdar'dan Şam'a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu şehirleri hakkında geniş bilgiler; dördüncü ciltte İstanbul'dan Van'a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliyâ Çelebi'nin elçi olarak İran'a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler; beşinci ciltte Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış'tan Avrupa'ya kadar çeşitli ülke ve eyâletler; altıncı ciltte Macaristan ve Almanya; yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı; Ejderhan havâlisi; sekizinci ciltte Kırım ve Girit olayları, Selânik ve Rumeli'deki hâdiseler; dokuzuncu ciltte İstanbul'dan Mekke ve Medîne'ye kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, evliyâ menkıbeleri ile Mekke ve Medîne hakkında geniş bilgiler; onuncu ciltte ise Mısır ve havâlisi yer almaktadır.

Seyâhatnâme ilk olarak 1848'de Kâhire Bulak Matbaasında Müntehâbât-ı Evliyâ Çelebi adıyla yayınlanmıştır. İkdam Gazetesi sâhibi Ahmed Cevdet Bey ile Necib Âsım Bey, Pertev Paşa Kütüphânesindeki nüshayı esas alarak 1896 senesinde İstanbul'da basmaya başladılar. 1902 senesine kadar ancak ilk altı cildi yayınlanabilmiştir. Yedinci ve sekizinci ciltleri 1928'de Türk Târih Encümeni, dokuz ve onuncu ciltleri ise 1938'de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Daha sonraları ise eser ya kısaltılarak veya seçmeler yapılarak çeşitli araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 16:34

Benzer Konular

5 Mart 2011 / evliya çelebi Cevaplanmış
27 Ekim 2009 / Misafir Cevaplanmış
4 Aralık 2014 / Misafir Cevaplanmış
9 Mart 2011 / Misafir Cevaplanmış
18 Ağustos 2016 / Misafir Cevaplanmış