Ian Lancester Fleming
(James Bond)
Bond karakterini kendinden çok şey katarak tasarladığı belirtilen Ian Lancester Fleming, varlıklı bir İskoç ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ian Fleming’in ilk James Bond romanı Casino Royale, Nisan 1953′de Jonathan Cope tarafından basılmıştır. Bundan sonra Fleming, 13 Bond romanı ve Bond kısa hikayelerinden oluşan iki koleksiyon daha yayınlamıştır. 1964 yılından ölümüne dek her yıl bir kitap yazdığı bilinmektedir. Son romanı, The Man With Golden Gun ve kısa hikayesi Octopussy and The Living Daylights yazarın ölümünden sonra yayınlanmıştır. (James Bond)
Sponsorlu Bağlantılar
James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming, Bond kitaplarına eğlenceden fazla anlam yüklemenin yanlış olduğunu ve sadece kendi için yazmaya başladığı olduğu izlenimini vermekten hoşlandığını her fırsatta dile getirmiş ve 43 yaşında evlilikle yüzleşmesiyle, bu alarmın bir ‘panzehiri’ olarak roman yazmaya başladığını söylemeyi tercih etmiştir.
Fleming’in bütün James Bond romanları filme çekilmiştir ve kahramanının yeni maceraları yaratıcısının ölümünden sonra bile filme çekilmeye devam etmiştir. Filmler, Bond’un popülaritesini çoğalttığından, kitap satışları zirveye çıkmış ve 1964′de Fransızca çevirisiyle tek başına Haziran’dan Ağustos’a kadar 480 binden daha çok James Bond romanı satılmıştır ki 1965′lerde bu sayı 2 milyonu aşmıştır.
James Bond’un karakteri ve hayatı için gerekli malzemenin Fleming’in kendi hayatından geldiği belirtilmektedir. Bu bağlamda romanlar, Fleming’in bilinçsiz olduğu kadar bilinçli isteklerinin, tavırlarının ve hayat tarzının resmedildiği iç dünyasının tasarımları olarak ele alınmaktadır. Fleming’in idealleştirdiği casus James Bond’un hayatı, inanılmaz şekilde güçlü ve fiziksel olabilmektedir. Fleming’in kendisi için hayat; kayaktan, dağ tırmanışlarından ve golften oluşmaktadır ve genç bir insan olarak kayaktan ve dağ tırmanışlarından büyük zevk almaktadır. Golf, Fleming’in hayatında önemli bir yere sahip olmuştur, öyle ki Goldfinger romanında golf önemli bir yere sahip olmuştur.
Ayrıca Fleming’in, Jamaika’da bulunduğu süre boyunca neredeyse her gün yüzmeye gittiği bilinmektedir. Bu deneyiminin romanlarına yansıması ise Dr.No, Thunderball ve Live and Let Die’da açığa çıkmıştır. Fleming’in James Bond karakterine kendi hayatından kattığı birebir birçok yansıma içerisinde Bond’un da Fleming gibi kısa süreliğine Eton’a gitmesi ve tıpkı Fleming gibi uygunsuz hareketleri nedeniyle okuldan atılması örnek gösterilmektedir. Ayrıca Fleming gibi Bond da Cenova Üniversitesi’ne gitmiş ve yine Fleming gibi kaymayı öğrendiği İsviçre Kitzbuhel’de geçirdi zamanlar, hayatının en güzel zamanları olarak romanlarına yansımıştır.
Ian Fleming, James Bond’u düşmanları ne kadar sinsi, zeki, iyi donanımlı olursa olsun doğrunun tarafında savaşması nedeniyle kazanan taraf olarak yansıtmayı tercih etmiştir ki bu Fleming’in ruh halinin yakın bir tasarımı olarak değerlendirilmektedir. Bu açıdan Fleming’in, cesaretin çekiciğine kapılarak bu cesareti James Bond karakteri bünyesinde açığa çıkardığı ifade edilmektedir. Ayrıca Fleming’in bir erkek olarak kendi hayatında hayran olduğu niteliklerin bir çoğuyla Bond’u donattığı böylece isteklerini yatıştırdığı belirtilmektedir ki bu niteliklerin çoğunun Deniz Kuvvetleri İstihbaratında karşılaştığı ama asla kendi kendine ortaya koyamadığı niteliklerin bir bütünü olduğu iddia edilmektedir.
Filmler
James Bond karakterini beyaz perdede 4 aktör temsil etmiştir: Sean Connery, Roger Moore, Timothy Dalton ve Pierce Brosnan. İlk Bond filmi Dr.No, 1962 yılında gösterime girerek büyük bir zamanlama başarısı göstermiştir. Çünkü ABD Başkanı John Kennedy, tam bu dönemde, Ian Fleming’in romanlarını çok sevdiğini, en çok beğendiği 10 romanın içinde Rusya’dan Sevgilerle’nin de olduğunu söylemiştir. Böylece, film gişede büyük başarı yakalamış ve Bond serisinin diğer romanlarınında filme çekilmesi için uygun bir ortam yaratmıştır.
James Bond filmlerine yönelik tepkiler daima karışık olmuştur. Aslında eleştiriler, serinin başında romanlara ilişkin tepkilerin bir yansımasıdır ve Bond filmlerinin içerdiği cinsellik ve şiddettin aşırılığında yoğunlaşmaktadır. Filmler sanatsal değeri olmayan eğlenceli filmlerden başka bir şey olmadıkları iddiasıyla gözden düşürülmeye çalışılmıştır.
Ancak tüm eleştirilere rağmen James Bond serisine ait filmler daima ilgiyi üzerlerine çekmeyi başarmışlardır. Öyle ki Tayland’ın güney batısında bir adaya James Bond’un ismi verilmiş böylece Phang Nga koyu James Bond ismini alarak ‘James Bond Adası’ olmuştur. Bunun olmasındaki en önemli neden ise The Man With The Golden Gun ve Goldfinger’ın bir bölümünün bu adada filme çekilmesi olarak açıklanmıştır.
Bond romanlarının yazarları değişse de, Bond filmlerinin belirli bir formül yapısı üzerine kurulmuş bir yapım ideolojisinin sonucu olduğuna inanılmaktadır.
Umberto Eco’nun Bond romanlarına ilişkin yaptığı çalışmasında James Bond romanlarının değişmez bir şemasını ortaya koymaktadır. Bu şema, 9 hamleli bir satranç oyununu andırmaktadır:
1. Büyük patron olan Gizli Servisin Başkanı M, Bond’a tehlikeli ve gizli bir görev verir.
2. Bond ve Kötü karşılaşır
3. Bond oynar ve kötü’ye ilk darbeyi vurur (ya da tersi)
4. Bond ve Kadın karşıları (kadın, genç ve güzeldir, başından geçen bir olay nedeniyle mutsuz, frijid olmuş, kötü’nün tuzağına düşmüş, saf fakat bozulmuş, günahının bedelini ödeyecek…biri)
5. Bond ile kadın arasında erotik ilişki ve yakınlık kurulur
6. Kötü Bond’u yakalar (kadınla birlikte veya yalnız)
7. Kötü Bond’a işkence eder (kadınla birlikte veya yalnız)
8. Bond Kötü’ye nihai darbeyi vurur
9. Bond iyileşir, Kadın’la görüşür ama kadını kaybeder.
Yukarıdaki şemanın öğeleri, bir romandan diğerine küçük değişiklikler göstermekle birlikte değişmez özelliktedir. Genel kural, ‘Bond oynar ve sekiz hamlede kazanır’ şeklinde biçimlenmektedir.
Bond’un anlatım yapısı; karakterler arasındaki mücadele (Bond/M, Bond/Kötü Adamlar, Bond/Kadın oyuncu), ideolojiler arasındaki direnme (Sovyetler Birliği/Özgür Dünya, İngiltere/Anglosakson olmayan ülkeler) ve farklı değerler arasındaki mücadelelerin (görev/fedakarlık, lüks/sıkıntı, aşırılık/ölçülülük, sadakat/sadakatsizlik) yapısal kurgusu içerisinde şekillenmektedir.
Bond filmlerinde kadınların sunum şekli daima bir tartışma konusu olarak ele alınmaktadır. Filmlerin kadınları güçlü erkek kahraman için bir kez kullanılıp atılabilir oyuncaklar olarak yansıttığı iddia edilmekte ve bu nedenle eleştirilmektedirler.
Fleming’in bütün kadınları için ortak şemasının şu şekilde biçimlendiği belirtilmektedir: 1. Genç kız güzel ve iyidir; 2. Gençliğinde başından geçen güç deneyler yüzünden mutsuz ve frijid olmuştur; 3. Bu onu Kötü’ye hizmet etmeye hazırlamıştır; 4. Bond’la karşılaşmakla kendi insancıl bütünlüğünü sağlar; 5. Bond ona sahip olur, ama sonra kaybeder.
Ancak özellikle 1990′lı yıllardan sonra kadının toplumsal rolündeki değişme ve gelişmenin, Bond filmlerindeki kadın konumlandırmasına da yansıdığına dikkat çekilmektedir. Bond’un erkek şovenizmine en açık meydan okumanın, 1990′dan sonra çekilen filmlerde rol alan yeni ‘M’den (Judi Dench) geldiği belirtilmektedir. Bu bağlamda ‘M'’i orta yaşta kariyer sahibi bir kadın olarak sunmak, 1990′ların Bond filmlerindeki önemli bir etkisi olarak ele alınmaktadır. Böylece kadın bir otorite sembolü olarak yansıtılmıştır. Kadınlar yine Bond’un cazibesine dayanamamaktadırlar ancak tamamen elde edilebilir de değildirler.
Bond’un yoğun cinsel aktifliğinin, aslında Fleming’in homoseksüelliğe ilişkin korkusunun telafi edilme tutumundan kaynaklandığı böylece iç dünyasında yaşadığı fırtınadan uzaklaşabildiği iddia edilmektedir. Öyle ki Bond’un giyimi kuşamındaki titizliğiyle, detaylara düşkünlüğüyle kadınsı bir tarafının olduğu dahi ileri sürülmektedir.
Irk Tartışmaları
Bond romanlarında kötülerin isimleri Fleming’in kötü anlayışının bir yansıması olarak anlam kazanmaktadır. Fleming’e göre kötü eğer bir kumarbaz ise adı Le Chiffre olmalıdır. Kızılların hizmetindeyse ismi Red’dir ve eğer para için çalışıyor ve cömertçe yardım alıyorsa adının Grant olması uygu görülmüştür. Profesyonel katil, ama alışılmamış yollar deneyen bir Korelinin adı Oddjob (saçma iş), altınla kafasını bozmuş birinin ismi ise Auric Goldfinger olarak belirlenmiştir.
Hemen hemen tüm ırkların ve ulusların Bond romanları ve filmlerinde sert bir tutumla ele alındığı ileri sürülmektedir. Bu bağlamda sergilenen bu sert tutum genellikle kötü adamlarca, Bond’un bazı dostları veya meslektaşlarınca ve Gizli Servis’teki bazı amirlerince ifade edilmiştir. Yine bu görüşü savunanlara göre Bond’un kendisi tarafından da genel olarak ırklara ve uluslara ilişkin bu olumsuz görüşler ifade edilmiştir ki bu eleştiriler ve imalar doğrudan ve kaba olarak tanımlanmaktadır. Örneğin Bond romanlarında ve filmlerinde, ‘İsviçreliler ve onların kronik alkolikliği’ gibi alaycı ifadelerin kullanıldığına dikkat çekilmektedir. Bunun temelinde ise Fleming’in ve dolayısıyla Bond’un dünyasında yalnızca İngilizlerin övgüye değer olduğu görüşünün olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Bond’un Anglosakson kimliğini vurgulayarak düşmanlarının daima komünist rejimlerin hüküm sürdüğü Sovyetler Birliği, Kuzey Kore, Çin ya da genel olarak Anglosakson olmayan ülkelerden olduğu betimlenmektedir. Bu açıdan da Bond filmlerine yönelik eleştiriler daima güncelliğini korumuştur. Ancak özellikle Soğuk Savaş döneminin ardından Bond filmlerinde kötü adamların ulusal kimlikleri daha kurnazca ifade edilmiştir.
1995 yılında vizyona giren Golden Eye’da Bond ve eski meslektaşı yeni düşmanı 006 Alec Trevelyan (Sean Bean) arasındaki mücadeleye yer verilmiştir. Soğuk savaş sonrası içeriğine yeniden uyum sağlamak için daha kurnaz ve ayrıntılar üzerinde duran bir filme ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Ancak Golden Eye’ın Bond anlatım yapısını gerçekte değiştirmediğine ve Rusya’nın yine gizemli ve kurnaz düşman olarak filme yansıtıldığına dikkat çekilmektedir. Çünkü filmin kötü adamı Trevelyan’ın ailesi Rus’dur. Ayrıca 20. Bond filmi olarak 2003 yılında vizyona giren Die Another Day (Başka Gün Öl)’de kötü adamlar Kuzey Koreli olarak yansıtılmış ve kendi kimliklerini değiştirmek için DNA kodlarıyla oynayarak Batılı kimliğine dönüşmeye çalışırken yansıtılmışlardır. Böylece Batının gelişmiş Anglosakson kimliğine sahip olmanın cezbediciliği vurgulanmıştır.
Bond filmleri James Bond karakterinin kendisi aracılığıyla diğer aksiyon filmlerinden ayrılmıştır. Çünkü Bond çok daha sofistikedir ve diğer aksiyon filmleri karakterlerinden farklı olarak İngiliz’dir. Amerikalı stüdyo yetkililerinin, James Bond’u büyük bir Hollywood starının oynaması için yaptıkları tekliflere filmin yapımcıları direnmiş ve Bond’u sadece İngiliz aktörlerin oynaması kararına sadık kalmışlardır.
Bond karakteri tüm filmlerde sabit kalmış ve aynı özellikleri taşımıştır. 20. Bond filmi olan Başka Gün Öl’de (Die Another Day) Bond’un daha hümanistik ve 21. y.y. davranışı içinde gösterildiği iddia edilse de, genel kanı Bond karakterinin tüm filmlerde sabit kaldığı ve temel olarak aynı özellikleri taşıdığı yönündedir.
James Bond
Soyadı, Adı: Bond, James
Boyu: 1.83 cm.
Kilosu: 76 kg.
Gözler: Mavi
Saç: Siyah
Vücuttaki İzleri: Sol omzunda bir yara izi, Sağ elinin alt kısmında plastik ameliyat izi.
Uzmanlık Alanları: Tabanca atış, boks ve bıçak kullanma.
Bildiği Diller: Fransızca ve Almanca.
Kötü Alışkanlıkları: Sigara, içki ve kadınlar.
En Önemli Özellikleri: Asla rüşvet kabul etmemek ve öldürme iznine sahip olması.
İngiliz Gizli Servisinin 007 gizli ajanı James Bond, Fleming’in canlı hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve ismini ‘Batı Hint Adalarının Kuşları’ (Bird’s Of The West Indies) kitabının yazarı ornitolog James Bond’dan almıştır.
James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming, 14 James Bond romanının ilki olan ve 1953 yılında yayınlanan Royal Kumarhanesi’nde (Casino Royale) James Bond’un gerçek hikayesini şu şekilde anlatmıştır:
James Bond 1924′te İskoçya’da doğar. Sekiz yaşındayken annesiyle babası bir dağ kazasında ölür. 1938′de asil çocukların ayrıcalıklı lisesi Eton Koleji’ne girer. İki yıl sonra 16 yaşındayken, kızlarla yaptığı kaçamaklar nedeniyle okuldan atılır. 1941′de donanmaya girer, II. Dünya Savaşı’nı bir komando olarak bitirip İngiliz gizli servisinin (MI6) elemanı olur. 1950′de kendisine ‘’öldürme yetkisi'’ (Licence to Kill) verilir. 1 Ocak 1962′de evlenir, düğün sırasında karısı öldürülür.
Kültürel bir Fenomen
Akademisyenlere göre James Bond, popüler romanlar serisinin bir kahramanı olarak kökenlerini aşmış ve bir kültürel fenomen haline dönüşmüştür. Buna göre James Bond, fantastik kurgu metinlerinin ünlü casusu olarak betimlenmiştir. Bond’un popülaritesi 1950, 1960 ve 1970′lerde tahminlerin ötesinde olmuştur. İngiltere’de yalnızca ciltlenmemiş kitaplarının satışının toplam 27.863.500 olduğu belirlenmiştir. Bunun oluşmasında Sean Connery’nin başrollerinde oynadığı 1962 yılında çekilmiş Dr.No filmiyle başlayan ve Albert ‘Cubby’ Broccoli ile Harry Saltzmann’ın 1961′de kurdukları yapım şirketi Eon Production tarafından filme çekilmiş James Bond filmleri serisinin etkisinin büyük olduğu belirtilmektedir.
Bond filmleri, gişe tarihindeki en başarılı film serisidir. 1977′ye kadar Bond filmlerinin seyirci sayısının 100 milyonun üzerinde olduğu belirlenmiş ve günümüzde sinemaya giden birkaç kuşağın onayını kazanmıştır. Tahminlere göre, dünya nüfusunun yarısı ya da bir çeyreği; televizyonda, sinemada ya da videoda bir Bond filmi izlemiştir ki bu durum, sinema tarihinde önemli bir başarı göstergesi olarak yer almaktadır.
Biyografi Konusu: Ian Lancester Fleming nereli hayatı kimdir.