HELEN KELLER (1880–1968)
Renklerden ve seslerden mahrum Bir çocuk
Tüm insanlık için insan beyninin ne büyük mucizeler yarattığının canlı örneğidir Helen Keler.
Helen Keller, 27 Haziran 1880 de Alabama'da, Tuscumbia'da dünyaya geldi. Doğduğunda normal ve sağlıklı bir bebekti. Ancak henüz 19 aylıkken geçirdiği birkaç gün süren yüksek ateşli bir hastalık sonucunda görme, işitme ve konuşma yeteneklerini kaybetti. [2]
İnsanı âdeta bir kara kuyuya hapseden bu rahatsızlık dış dünyayla bağlantısını kopardı. Bir buçuk yaşını henüz doldurmuşken böyle bir güçlükle karşılaşan küçük kızın konuşmayı öğrenmesi elbette çok zordu. Birtakım hırıltılar çıkarıyordu sadece. Durup dururken öfke nöbetlerine giriyor, tabakları kırıp döküyor ve odada kendisiyle birlikte olanlara saldırmaya başlıyordu. Birkaç doktor kendisine zihinsel olarak hasta teşhisi koydu. Ömür boyu bir akıl hastanesinde kalması öneriliyordu Helen'in. Ailesi ise kızlarının zihinsel olarak hasta olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi.
Küçük kız beş yaşından sonra kendisinin diğer insanlardan farklı olduğunu anlamaya başladı. Düşünebildiği, hissedebildiği hâlde görememek, duyamamak ve konuşamamak onu çileden çıkarıyor, kendisine dayanılmaz acılar veriyordu. Sağı solu tekmeliyor, çığlık atıyor, kendisine yaklaşanları ısırıyordu.
Öğretmeniyle yeniden doğdu.
3 Mart 1887 de küçük kız yeniden doğdu adeta. Artık yedi yaşındaydı. Ailesi Helen'e özel öğretmenlik yapması için genç bir bayan eğitmen tuttu: Anne Sullivan.
Sullivan da görme özürlüydü ama bütünüyle kör değildi.
Anne Sullivan anne ve babasını kaybetmiş ve kimsesizler yurdunda büyümüştü. Beş yaşında görme yetisini büyük ölçüde yitirmişti; Boston'daki Perkins Körler Okulunda öğrenim görmüştü, daha sonra geçirdiği iki operasyon sonucu normal baskıda hazırlanmış bir kitabı okuyabilecek kadar görebiliyordu.
Burada öğrendiği yöntemleri Helen Keller'in işitme özrünü de göz önünde bulundurarak uygulamayı denedi.
Helen'in elini akan musluğun altına tuttu ve avucunun içine İngilizce “su” sözünün harflerini yazdı. [3]
İşte bu andan sonra müthiş bir gelişme başladı. Helen bir elinde hissettiği serin suyla diğer elinde hissettiği parmakların yazdığı "su" sözcüğünü ilişkilendirebilmişti. Ansızın ortaya çıkan bu kıvılcımla dünyanın kapıları küçük kıza ardına kadar açıldı. Hocasından eline geçirdiği her şeyin adını avucuna yazmasını istiyordu. Artık sözcükleri ve yazılımlarını büyük bir hız ve hevesle öğrenebiliyordu.
Başka bir gün bir bebek getirdi ve “bebek” anlamına gelen “doll” sözcüğünün harflerini parmaklarıyla Helen”in avucuna yazdı. Helen de avcunun içine yazılan harfleri Sullivan avuçlarının içine yazdı. Böylece Anne Sullivan”ın öğrettiği sözcükleri öğrenip öğrenmediği anlaşılıyordu.
Helen bu çalışmaları çok sevdi ve dokunmayla kısa zamanda birçok sözcük öğrendi. Çok geçmeden hemen her şeyin adını öğrenmişti.
Bu arada Anne Sullivan konuşurken, ses titreşimlerini duyması amacıyla gırtlağına parmaklarını koyarak sesleri hissetmesini ve kendinin de ses çıkartmasını sağlamaya çalıştı. Bu yolla da, zamanla heceleri ve kelimeleri nihayet konuşmayı da öğretmeye başladı.[4]
Helen Keller 1888'de Körler Enstitüsüne başvurdu. Burada Braille alfabesiyle okumayı öğrendi.[5]
1890'da artık konuşabiliyordu. Helen, Sullivan'la birlikte Boston' daki Horace Mann Sağırlar Okulu'na gitti. Olağanüstü bir zekâsı olduğundan, okullarda uygulanan programları hiçbir güçlük çekmeden izleyebiliyordu.
Daha sonra Massachusetts, Cambridge'deki Radcliffe Kolejine gitti. Anne Sullivan derslerde Keller'in yanına oturuyor ve anlatılanları onun avucuna yazıyordu. Helen 1904'te üstün başarıyla okulu bitirdi. Yalnız okulu bitirmemiş Almanca, Lâtince, Rusça ve Fransızca da öğrenmişti. Pedagoji eğitimi almıştı.
24 yaşına geldiğinde o artık üniversiteden mezun ilk sağır ve kör kişiydi. Mücadelesini "Her şey su ile Başladı" isimli kitabında anlattı. Parmak uçlarıyla tanıdığı yaşamı bizden daha iyi tanıdı.
H. Keller ışık ve sesten mahrum bir duyu hayatına sahipti; ama diğer algıları öyle güçlüydü ki karşısındaki insanın kişiliğini bile tartabilirdi. Kendisine gece ve gündüzü nasıl ayırt ettiği sorulduğunda şöyle cevap vermişti: gündüz hava ve kokular daha hafiftir.
Mark Twain 19. yy. ın iki büyük kişisinden biri olarak tanımladığı Keller'in örnek yaşamı 1968'de sona erdi. Helen Keller hayatı parmak uçlarıyla tanımıştı; ama hayat hakkında bizden çok daha fazla şey biliyordu.
Körlerin sorunlarıyla ilgilenmek Helen Keller'in yaşamının başlıca amacıydı. Çocukluk yıllarını Karanlığın İçinden (The Story of My Life; 1902) adlı özyaşam öyküsünde anlattı. Bu kitapta okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğrenirken karşılaştığı sorunları ve Anne Sullivan ile aralarındaki olağanüstü ilişkiyi dile getirdi. 1959'da William Gibson'un bu kitaba dayanarak yazdığı oyun 1960'ta Pulitzer Ödülü'nü kazandı.
Sağır ve körlere destek sağlamak amacıyla dünyayı dolaşan Helen Keller, körlere yardım etmek isteyen insanlara büyük bir istekle konferanslar veriyordu. Ne var ki, konuşması iyi anlaşılmadığından bir çevirmenin yardımı gerekiyordu. Yaşamının son yıllarını Connecticut'ta okuyup yazarak ve her gün gelen birçok mektubu yanıtlayarak geçirdi. 1964'te, ölümünden dört yıl önce, ABD'nin en büyük ödüllerinden biri olan Özgürlük Madalyası'nı aldı.
Başlıca yapıtları:
"The Story of My Life" (Hayatımın Hikâyesi, 1902).
"The World I live in" (İçinde Yaşadığım Dünya, 1908),
"Out of the Dark" (Karanlığın Dışında, 1913),
"My Religion" (Dinim, 1927),
"Let Us Have Faith" (Bırakınız Güvenelim, 1940).
Değerlendirmem
Helen Keller”in çok zeki olması, yaşadığı problemlerden kurtulmak için güçlü bir enerji sarf etmesi ve bunun için öğrenme arzusu yanında azimli çalışması takdire şayandır.
Ancak takdir edilecek bir de Anne Sullivan var ki, kendi özürlü olmasına rağmen öğrendiğini öğretmeye transfer edecek kadar pedagojik zekâya sahiptir.
Helen Keller”in ve Anne Sullivan”ın müştereken pedagojiye kattıkları iki önemli şey vardır:
Birincisi, azim ve çabanın, öğrenme arzusunun insanları problemlerinden nasıl kurtulabileceklerinin muhteşem bir örneğidir.
İkincisi, Duyu organlarının öğrenmede ne kadar etkili olduğunun göstermiştir.
Bir şey daha var ki Helen”in anne ve basının tutumu, onu hasta kabul etmemeleri inancıdır ki onun moralini yüksek tutmalarıdır.
*****
[2] İşitme duyusunu kaybetmek, o zamana kadar işittiği seslerden başka sesleri işitemediği için ve ayrıca konuşma yaşında da olmadığı için “konuşma yeteneğini” kullanamaması yani konuşma yeteneğini de kaybetmesi demektir.
[3] Karanlığın İçinden adıyla çevrilen hayat hikâyesinde işitme yeteneğini kaybetmeden önce hatırında kalan tek sözcüğün “su” olduğunu belirtmiştir.
[4] Öyle görünüyor ki Anne Sullivan,
[5] Braille veya altı nokta alfabesi, kare üzerine tamamı 6 nokta olup bir noktadan başlayarak muhtelif kompozisyonlarda bütün harfleri ve rakamların yazı labildiği kabartma alfabedir. Bunun özel yazı makinesi vardır. Yazı parmaklarla izlenerek okunur.
Dr. Nusret Alperen