Arama

Phillip Pullman

Güncelleme: 20 Kasım 2015 Gösterim: 1.340 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Kasım 2015       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Phillip Pullman (1946 - )
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

220px Philip Pullman 2005 04 16
19 Ekim 1946' da İngiltere, Norwich'de doğdu. Hem babası hem üvey babası Kraliyet Havayolları'nda çalıştığından çocukluk yılları dünyayı dolaşarak geçti. Çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Avustralya'da çizgi roman dünyasıyla tanıştı. Özellikle Superman ve Batman'in tutkunu oldu. On bir yaşında tekrar İngiltere'ye döndü. Exeter Üniversitesi'nde dil eğitimi aldı.
Bir süre değişik işlerde çalıştıktan sonra öğretmenlik yapmak için Oxford'a döndü. On iki yıl boyunca pek çok ortaokulda öğretmenlik yaptıktan sonra Westminster Üniversitesi'nde okutman olarak göreve başladı. Öğretmenlik yaptığı bu yıllarda kitap yazmaya başladı, ancak yazarlık tüm zamanını almaya başlayınca öğretmenliği bıraktı.

İlk basılı romanı yetişkinler için olmasına rağmen Pullman ağırlıkla çocuklar için yazdı. Yirmiye yakın romanı olan Pullman'ın bazı romanlarının konusu okul çocukları için yazdığı piyeslere dayanmaktadır (The Ruby in the Smoke - Sisteki Yakut). En bilinen çalışması Karanlık Cevher Serisi'dir. Seri, aralarında Carnegie Nişanı, Guardian Çocuk Kitapları Ödülü, Whitbread Yılın Kitabı Ödülü, Eleanor Farjeon Çocuk Edebiyatı Ödülü de dahil olmak üzere pek çok ödül kazanmıştır.

Pullman, eşi Jude, oğulları Jamie ve Tom ile birlikte halen Oxford'da yaşamaktadır.

Türkçeye çevrilmiş Eserleri
  • 1985 - Sisteki Yakut
  • 1999 - Ben Bir Fareydim! Ya da Kırmızı Terlikler
  • 2010 - Masum İsa ve Hain Mesih
  • Karanlık Cevher Serisi
    • 1995 - Kuzey Işıkları Altın Pusula Dizisi 1. Kitap
    • 1997 - Keskin Bıçak Altın Pusula Dizisi 2. Kitap
    • 2000 - Kehribar Dürbün Altın Pusula Dizisi 3. Kitap
Karanlık Cevher Serisi üzerine bir inceleme
Bir hayal gücü ustası Philip Pullman
Pullman`ın evren kurgusu, `paralel evrenler hipotezi`ne dayanıyor, yani bizimki ve Lyra`nınki dışında sonsuz Oxfordlar vardır. Lyra`nın yaşadığı dünyaysa bizimkine benzemekle birlikte, daha çok ortaçağı andırıyor. Bütün gücün kilisenin elinde toplandığı, feodal sayılabilecek bir dünya...
Ne yapacağımıza karar veremediğimiz, yahut yapacağımız seçimlerin doğruluğundan emin olamadığımız anlarda ne yapmamız gerektiğini bize sembollerle söyleyecek bir alet olsa elimizde, hiç de fena olmazdı doğrusu. Kahve falı da kimi durumlarda işe yarayabilir; ama Lyra`nın `aletiyometresi` kadar değil tabii. Lyra`yı, geçen aralık ayında vizyona giren, ateizmi övdüğü, bireyciliği yücelttiği yani dinin değirmenine su taşımadığı için filan kilise tarafından eleştirildiği hatta yasaklanmasının talep edildiği söylenen Altın Pusula filminden ve filme kaynaklı eden Karanlık Cevher Dizisi`nin ilk iki kitabından hatırlayacaksınız. Serinin ilk kitabı, sinemaya da uyarlanan Altın Pusula-Kuzey Işıkları, son yetmiş yılın en iyi çocuk kitabı seçilmişti, dünyada 15 milyon kopyadan fazla satan ve 37 dile çevrilen kitap, Oxford`daki Jordan Koleji`nde okuyan on bir yaşındaki Lyra ve cini Pantalaimon`un, bizimkine paralel milyarlarca evrenden birinde, bütün gücü elinde bulunduran Otorite`nin -Tanrı- temsilcisi Majisteryum`la savaşını anlatır.
Pullman`ın evren kurgusu, `paralel evrenler hipotezi`ne dayanıyor, yani bizimki ve Lyra`nınki dışında sonsuz Oxfordlar vardır. Lyra`nın yaşadığı dünyaysa bizimkine benzemekle birlikte, daha çok ortaçağı andırıyor. Bütün gücün kilisenin elinde toplandığı, feodal sayılabilecek bir dünya. Majisteryum, Hıristiyanlığı ve Vatikan`ı temsil etmekte kimilerine göre, ve buradan bakıldığında, Lyra`nın mücadelesi, `insanın özgür düşüncesini ve iradesini, hayal gücünü sınırlayan her şey`e karşı bir mücadeledir.
Kiliseye ve ölümün yüceltilmesinin karşısına, hazzın ve varoluş coşkusunun eksik olmadığı bir hayatı koyar Philip Pullman. Boş inançlardan, önyargılardan, kalıplardan ve sınırlardan kurtarılması gereken, ancak akılla ve sevgiyle sahip olduklarını ortaya çıkarabilen, `biricik insan hayatı`dır söz konusu olan. John Milton`ın Yitik Cennet`inden izler taşıyan özgürlükçü, devrimci bir tona sahip Pullman`ın yapıtı.

Cinler, Toz ve aletiyometre...
Her şeyin özü olan, kendiliğinden oluşan Toz, Majisteryum için ilk günahın fiziksel kanıtıdır. Bu nedenle Majisteryum, herkesin sahip olduğu, düşünen ve konuşan, çocukluk dönemi boyunca değişik hayvanlara dönüşen cinleri, sabitleşmeden çocuklardan kopararak Toz`u engellemeye çalışmaktadır. Toz`un bir sonucu olan cinler insandan koparıldığında -Toz aynı zamanda ruhu temsil ettiğine göre, bedenle ruh ayrıldığında- insanın insanlaşması da önlenmiş olacaktır. Lyra Gümüşdil, hakikat-ölçeri, aletiyometresi ve sezgileri sayesinde Majisteryum`un planlarını bozar Kuzey Işıkları`nda. John Faa adlı çingene ve kitabı okuyan herkeste hayranlık uyandıran zırhlı ayı İorek Byrnison`da ona Kuzey`e yaptığı yolculukta eşlik ederler. İorek`in -ayılığının bilincinde bir ayı olarak- yolculuk esnasında dile getirdiği insanlık ve medeniyetle ilgili yorumları ve sevgi dolu kalbi, hem ikilinin maceralarını canlı ve hüzünlü kılıyor hem de okura uygarlığımızı bambaşka bir pencereden değerlendirme imkânı sunuyor.
İkinci kitap Keskin Bıçak`ta, okur, kahramanlıkta Lyra`dan aşağı kalmayan Will Parry ile tanışır, üçüncü bir dünyadan gelen Will de Lyra gibi özel bir çocuktur. Babasını ararken Lyra`yla yolu kesişen Will, bıçağın taşıyıcısıdır; bıçak sayesinde sayısız dünyaya ulaşma yeteneğine ve sınırsız güce sahiptir. Kehribar Dürbün`de Pullman`ın yaratıcılığı doruğa çıkıyor desek yanlış olmaz; müthiş buluşları Cinler, Toz ve Aletiyometre`ye Will`in bıçağını da eklemek gerek ve başka dünyalara ulaşabilmek için bu bıçakla boşlukta kestiği pencereleri de unutmamalı. Çünkü havada kesilen pencereler, her fantastik imgeye kendini kolay kolay teslim etmeyen en gerçekçi okuru bile büyüleyecek cinsten.

`Ölüleri özgürleştirmek`
Pullman, sadece yeryüzüne değil, `ölüler dünyasına`da bir pencere açtırır kahramanlarına; Lyra, Robert`i, Will`se babasını bulmak için ölüler dünyasına giderler ve Otorite`nin yüzyıllar boyunca hüzünlü bir bekleyişe mahkûm ettiği hayaletler de kahramanlarımız sayesinde toz olup yeryüzüne düşerler. Böylece Pulmann, ölüleri de, o karanlık ve kasvetli dünyalarından çıkarıp, yeryüzünde `özgürleştirir`.
Biz yaşarken, bize öldüğümüzde cennete gideceğimizi söylediler. Cennetin sevinç ve ihtişam dolu bir yer olduğunu, sonsuza dek azizler ve meleklerle birlikte olacağımızı, mutluluk içinde Yüce Tanrı`ya şükredeceğimizi söylediler. Bize söyledikleri buydu işte. Ve bu, bazılarımızın yaşamlarını adamalarına, diğerlerinin ise senelerini yalnız başına dua ederek geçirmelerine yol açtı. Bu arada hayatın coşkusu çevremizde gelip geçiyordu ve biz hiç farkında değildik. Ölüler diyarı bir ödül ya da ceza yeri değil. Burası bir hiçlik diyarı. İyiler gibi kötüler de geliyor ve hepimiz özgürlük, sevinç, uyku, dinlenme ve huzur umudu olmadan bu loşlukta çürüyoruz.
Ama şimdi bu çocuk bize bir çıkış yolu öneriyor ve ben onu takip edeceğim. Eğer bu yok olmak anlamına geliyorsa dostlarım, ona kucak açıyorum, çünkü hiçbir önemi olmayacak, yine binlerce çimende, milyonlarca yaprakta yaşıyor olacağız, yağmur damlaları olup yağacağız, taze rüzgar olup eseceğiz, yıldızların ve ayın altında ışıldayan çiy damlaları olacağız, yine orada, dışarıda, her zaman bizim gerçek yuvamız olan fiziksel dünyada olacağız.
Filmiyle ilgili tartışmalar bir yana, -ki zaten kitapla filmi karşılaştırmamak gerek- Pullman, dünya yaratmadaki ustalığını ve zekice buluşlarını felsefeyle yoğururken, şiirsel bir dille zenginleştirdiği edebiyatı asla es geçmemiş; bu seriyle ilgili çokça duyduğumuz `türünü aşan başyapıt` yerini bulmuş bir tanımlama. Çünkü, yaşadıkları bütün maceralara paralel olarak, Lyra ve Will`in üzerinden hayata ve insana dair en temel meseleleri sorguluyor Pullman; ta Havva ile Adem`den başlıyor insanoğlunun en karmaşık sorularına cevap aramaya.
Bir bakıma içimizde saklı yanıtların ortaya çıkmasına yardım ediyor; büyük savaşların artık insanın içinde yaşandığı, insanın en büyük tutsaklıklarının aslında kendi önyargıları ve ona çizilen sınırlar olduğu, Ingeborg Bachmann`ın Malina`sında çok güzel anlattığı gibi her şeyin iki insan arasındaki ilişkide başladığı bir çağın sorularını da dillendiriyor aynı zamanda.

İlk günah...
Kehribar Dürbün`de kiliseyi Lyra ve Will`in peşinde görürüz, çünkü cadıların kehanetine göre, Lyra tıpkı Havva gibi baştan çıkacaktır; kilise, Lyra`nın ilk günahına engel olmak zorundadır, ölümü pahasına, çünkü kilise, aşkın insanları özgürleştirmesinden, daha genel bir biçimde söylersek, insanı bilinçlendirecek her şeyden korkmaktadır. Bilinç sahibi her varlığın tehlikeli ölçüde bağımsız hale geldiğini düşünmesinin, insana bilincini ve özgürlüğünü getirecek her şeyi yasaklamasını doğurduğu gibi. Pek çok fantastik yapıtta Tolkien etkilerini görmemek mümkün değil; Pullman, yarattığı dünyanın özgünlüğüyle kimseyle karşılaştırılamayacak bir yere taşıyor edebiyatını. Onun dünyasında, kahramanları, insanı özgürleştirecek bütün duyguları yasaklayan kurumlar ve kişilerle savaşır aslında; arzuladığı ve anlatmak istediği, bütün tutsaklıklara, renksizliğe, sıradanlığa ve bayağılığa karşı, hayatın olanca zenginliğini ve bütün renklerini, bozmadan, kimseyi incitmeden yaşamı savunmaktır. Ki Lyra`nın amcası Lord Asriel, amaçlarının ∜hiçbir krallığın; dolayısıyla kralların, piskoposların, rahiplerin olmadığı bir cumhuriyet kurmak∠olduğunu söyler; semavi bir cumhuriyet...
Kehribar Dürbün, her ne kadar dizinin son kitabı olsa da, Pullman başka bir diziyle ya da bir sonuç kitabıyla bizi yine Lyra Gümüşdil`in dünyasına çağıracak gibi görünüyor; insan aklının hayata, aşka ve güzel şeylere, `insanlaşmaya` çağıran çoşkulu sesiyle...

Şule Cepcepoğlu
Radikal Kitap
Derlemedir.

Biyografi Konusu: Phillip Pullman nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!