Arama

Sadi Şirazi

Güncelleme: 14 Eylül 2015 Gösterim: 62.836 Cevap: 3
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Sadi ŞİRAZİ

Sponsorlu Bağlantılar
İslam dünyasının büyük şair ve yazarlarındandır. Eserleri, en meşhur İslam klasikleri arasında yer almakta ve asırlardan beri ilgi görmeye devam etmektedir. Risale-i Nurd'a, "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhâldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin" (Mektubat, s. 436) gibi veciz sözlerinden alıntılar yer almaktadır. Asıl adının Müslihüddin veya Müşerrifüddin olduğu nakledilmektedir. Künyesi Ebu Abdullah Müslihüddin (Müşerrifüddin) Sa'di eş-Şirâzî şeklindedir. Sa'di Şirâzî lakabıyla meşhur oldu. Sa'di mahlasıyla tanındı.

Sa'di'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Nakledilen tarihler arasında önemli farklar mevcuttur. Buna göre doğum tarihi 1193-1213 yılları arasına denk gelmektedir. Şiraz'da doğan Sa'di, ilk eğitimini memleketinde gördü. Henüz on iki yaşında iken yetim kaldı. Bölgenin Moğol istilasına uğraması üzerine Bağdat'a gitti. Burada bulunan Nizamiye Medresesinde tahsiline devam ederek eğitimini tamamladı. İlim öğrenmek ve ufkunu genişletmek maksadıyla birçok İslam beldesini dolaştı. Suriye, Mısır, Delhi, Azerbaycan, Anadolu, Belh ve Gazne dolaştığı beldeler arasında gösterilmektedir. Gittiği yerlerde oranın tanınmış insanları ile irtibat kurarak hem öğrenmeye hem de bildiklerini aktarmaya çalıştı. Şihabeddin Sühreverdi gibi tanınmış alimlerle görüştü.

Moğollarla barış yapılması ve memleketinin sükuna kavuşmasından sonra 1257 yılında Şiraz'a döndü. Devletin başında bulunan Ebu Bekr tarafından iyi karşılandı. Sa'di de hükümdarı adına meşhur eseri "Bostan"ı yazdı ve kendisine takdim etti. Bir yıl sonra da kendisine büyük saygı gösteren veliaht II. Sa'd adına "Gülistan"ı kaleme aldı. Bu iki eseri kendisine büyük şöhret kazandırdı. Daha sonra benzerleri kaleme alındığı halde hiçbiri bunlar kadar ilgi görmedi.

Şirazi'nin yakın dostu olan, kendisini sayıp seven ve kollayan Ebu Bekr ile oğlu II. Sa'd'ın vefatları, devletlerinin çöküşüne sebep oldu. Çocuk yaşta hükümdar olan Sa'd'ın oğlu Muhammed zamanında Salgurlu hanedanı çöktü ve tamamen Moğolların hakimiyeti altına girdi (1264). Memleketinin tekrar istilaya uğraması üzerine yine hicret başladı. Önce hac farizasını yerine getirmek maksadıyla Mekke'ye gitti ve haccını eda etti. Akabinde Tebriz'e döndü. Bu arada Atamelik Cüveyni ve kardeşi Şemseddin Cüveyni ile tanıştı. Kendisine yakın ilgi gösterildi. Bilahare şair Humameddin Tebrizî ile de tanıştı.

Sa'di, Tebriz'den sonra memleketi Şiraz'a tekrar geri döndü. Ahir ömrünü ilim ve ibadetle geçirdi. Bu ibadetlerini mezarının yakınındaki dergahta ifa etti. 1292 yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mezarı, kendi adıyla anılan, Şiraz'ın kuzeydoğusundaki hangâhın bulunduğu yerdedir. Zamanla harap olan mezarı daha sonra yeniden yaptırıldı.

Bediüzzaman, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde Şirazî'nin veciz sözlerinden alıntılar yapmaktadır. Sadece "La ilahe illallah" demenin yeterli olup olmadığı, "Muhammedün Resulullah" demeden kurtuluşa erişilip erişilemeyeceği sorusuna Bediüzzaman cevap verirken; kelime-i şahadetin bu iki kelamının birbirinden ayrılamayacağını, birbirlerini ispat ettiklerini ve iç içe olduklarını, biri diğersiz olamayacağını ifade etmektedir: "Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü'l-Enbiyadır (peygamberlerin sonuncusu), bütün enbiyanın (peygamberlerin) vârisidir. Elbette bütün vüsul (varış) yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından (ana yol) hariç hakikat ve necat (kurtuluş) yolu olamaz". Bu ifadelerden sonra bütün ehli marifetin ve tahkik imamlarının Sadi-i Şirazî gibi düşündüklerini belirterek, Şirazî'nin şu veciz sözlerini aktarmaktadır: "Ey Sa'di! Muhammed'i (asm) örnek almadan bir kimsenin selamet ve safa yolunu bulması imkansızdır." (Mektubat, s. 321).

Yine, "Sünnet-i Seniyye (peygamber sünneti) ve ahkam-ı şeriat (şeriat hükümleri) haricinde tarikat olabilir mi?" sorusuna Bediüzzaman, Şirazî'nin şu sözüyle cevap vermektedir: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhâldir (imkansız) ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin (hakikatın nurlarına ulaşabilsin) ." (Mektubat, s. 436)

Uhuvvet (kardeşlik) Risalesi'nde; müminlerde bölünmelere, kin ve düşmanlığa sebebiyet veren taraftarlık, inat ve çekememezlik gibi özelliklerin zararları açıklanmaktadır. İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet nazarında reddedilen ve yasaklanan bu hususların; insanların özel, sosyal ve manevi hayatlarında yaptığı tahribatlar bir bir sıralanmaktadır. Hatta bu tür durumların insanı zulüm yapma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı da örnekleriyle ortaya konulmaktadır. (Mektubat, s. 253-261) Kin ve düşmanlık güden kişi hem nefsine, hem mümin kardeşine, hem rahmet-i İlahiyeye zulüm ve tecavüz eder. "Çünkü, kin ve adâvetle nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet (düşmanlık) hasetten gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, haset evvelâ hâsidi (hased edeni) ezer, mahveder, yandırır. Mahsud (hased edilen) hakkında zararı ya azdır veya yoktur. Hasedin çaresi: Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir (geçicidir) . Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz". Bediüzzaman, bu ifadelerinin akabinde Şirazî'nin, "Dünya öyle bir meta değil ki, bir nizaa (çekişmeye) değsin" sözlerini aktarır. Üzerinde fırtınalar kopartılan şeyler geçici olduğuna göre kıymetsizdir. Koca dünya böyle olduğuna göre, dünyadaki cüz'i şeyler daha da ehemmiyetsizdir. (Mektubat, s. 257)

Eserleri
Sadi, eserlerini manzum (ölçülü yazı - şiir) ve nesir (düz yazı) olarak kaleme almıştır. Eserlerinin toplamı yirmiyi geçmektedir. Bostan, Gülistan, Akl u Aşk, Takrîr-i Dibace, Nasihatü'l-Mülûk ve Havatim öne çıkan eserlerindendir. Eserleri vefatından sonra "Bîsütûn" adı altında külliyat olarak bir araya toplanmıştır.

Sadi'nin Bostan adlı eseri ahlak, terbiye, tevazu, mertlik, adalet, ihsan, rıza, kanaat, şükür, tövbe gibi muhtelif konuların işlendiği on bölümden oluşmaktadır. Eser hikaye ve menkıbelerle zenginleştirilmeye çalışılmıştır. Bu esere bir çok kişi tarafından şerh yazılmıştır. Eserde, hükümdarlar övülmekten çok hakka, adalete ve doğruluğa davet edilmektedir.

Gülistan; hükümdarların hal ve hareketleri, derviş ahlakı, kanaat ve fazilet, susmanın yararları, sevgi ve gençlik, zayıflama ve ihtiyarlık, terbiyenin ehemmiyeti, sohbetin adabı'nın işlendiği sekiz bölümden müteşekkildir. Eserde, yazar bizzat müşahede ettiği konulara da yer vermektedir. Ayrıca büyük alimlerin sohbet ve toplantılarında duyduklarını, öğrendiklerini aktarmaktadır. Hem nesir hem de manzum kısımlar yer almaktadır. Aktarılan fikir ve düşünceler net bir biçimde, kısa ve açık şekilde kaleme alınmıştır.

Sadi'nin özellikle bu iki eseri hemen hemen bir çok dünya kütüphanesinde yer almaktadır. Eserler bir çok dünya diline çevrilmiştir. İslam aleminde büyük rağbet gören bu eserler medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Şerh ve tercümeleri yayınlanmıştır. Eserlerindeki akıcı üslubu ve insanları sıkmayan tarzı, edebi sanatlardan istifade edilerek vücuda getirildiğini göstermektedir. Yazar, gezmiş bulunduğu çok geniş çevrelerden edinmiş olduğu tecrübelerini ve görgüsünü, medreselerde elde ettiği eğitimi, seyahatleri boyunca temas kurduğu alimlerle yaptığı sohbetleri güzel bir şekilde işlemiştir. İlim öğrenme ve öğrendiklerini aktarma konusunda güzel ve örnek bir hayat yaşamıştır.

Gülistan adlı eseri ibretli hikâyelerle doludur. Bunlardan bâzıları:
"Hikâye olunur ki: Bir sultan, halkına çok ezâ ve cefâ eder, halkın mallarını gasbederdi. Sultânın zulmü o kadar ileri gitti ki, halk o beldeden akın akın kaçmaya başladı. Halkın azalmasıyla, hazîne boşaldı, devletin gücü zayıfladı. Düşmanlar sağdan soldan saldırmaya başladı. Bir gün pâdişâhın meclisinde Şehnâme kitabını okuyorlardı. Okudukları bahis Dahhak'ın saltanattan hal'i ve Feridun'un sultan olması hakkında idi. Vezîr, Padişâha; "Feridun'un hazinesi, malı, mülkü, hizmetçileri ve adamları yok iken nasıl oldu da pâdişâh oldu?" diye sorunca, padişâh; "İşitmişsindir, bir takım halk onu büyük bir istekle desteklediler, onu kuvvetlendirdiler. Böylece pâdişâh oldu" diye cevap verdi. Bunun üzerine vezîr; "Madem ki halkın toplanmasına pâdişâh sebeb oluyor, sen niye halkını eziyor, perişân ediyorsun? Yoksa sen pâdişâh olmak istemiyor musun?" dedi. Beyt tercümesi:

Sevmek lâzım halkı ve askeri cân u gönülden,

Çünkü halkı sâyesinde hüküm sürer sultan.

Pâdişâh, vezîre; "Dağılan asker ve halkın toplanması için ne yapmalıdır?" diye sorunca, vezir; "Pâdişâh, âdil ve merhametli olmalıdır. Pâdişâh âdil ve merhametli olursa, halk onun etrafında toplanır ve rahat yaşar. Hâlbuki sende bu ikisi de yok" dedi. Fârisî şiir tercümesi:

Nasıl ki kurt çoban olamaz.
Zâlim de pâdişâhlık yapamaz.
Zulmün temelini atan hükümdar,
Saltanâtın direğini yıkmış olur.

Vezîrin bu sözleri pâdişâhın hoşuna gitmedi. Vezîri hapse attırdı. Çok geçmeden pâdişâhın amcasının çocukları saltanat dâvasına düştüler. Etraflarına bir ordu toplayarak pâdişâha hücûm ettiler. Pâdişahın zulmünden bezen halk da pâdişâha karşı baş kaldırdılar. Sonunda pâdişâh tahtını kaybetti. Saltanat, amcasının çocuklarının eline geçti. Şiir tercümesi:

Zâlim pâdişâha felâket gününde,
Güçlü düşmanı kesilir dostu bile.
İyi muâmelede bulunsa halka,
Olur bir ordu bütün halkı ona."

"Hikâye: Bir pâdişâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun bir takım sıkıntıları ve zorlukları vardı. Köle, gemi limandan ayrıldığı andan îtibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler.Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; "Müsâde ederseniz ben onu susturayım" dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi. O zât, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sâkin oturdu. Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yaşıyan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilmez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilmez" dedi.

Fârisî beyt tercümesi:

Bir belâya ve felâkete uğradığında mahzun olma,
Cenâb-ı Hakkın nice gizli lütufları vardır onda."

Sa'dî-i Şîrâzî buyurdu ki: "Hak teâlânın lütuf ve ihsân buyurduğu bahta ve rızka kanâat etmeyen kimse, Rabbini bilmemiş ve O'na itâat etmemiş olur. Ey bir yerde durmayan, sebât etmeyen, rızk için didinip duran, koşan kişi! Sakin ol, yuvarlanan taş üzerinde ot bitmez."

"Ey akıllı kimse! İster iyi, ister kötü olsun, kimsenin arkasından konuşma.Çünkü hakkında konuştuğun kişi gerçekten kötü ise, onu kendine düşman etmiş olursun. İyi ise, çok kötü bir iş yapmış olursun. Biri sana gelip de filân adam kötüdür derse, iyi bil ki, o kendi kusûrunu söylemiş olur."

"Birisi şu ibretli sözü söyledi: Gıybet edecek olursam, anamdan başkasının gıybetini etmem. Zîrâ böylece sevaplarım anama yazılmış olur!"

Ey iyi insan! Bir insanın iki şeyi dostlarına haramdır. Birisi; onun malını haksız yere alarak yemek, diğeri; arkasından iyi olmayan şekilde konuşmaktır. Biri senin yanında başkasının aleyhinde konuşuyorsa, zannetme ki başkasının yanında seni medheder. Benim nazarımda bu dünyâda en akıllı insan, kendisiyle meşgûl olup, başkalarından gâfil olandır."

"Düşmandan lâf getiren, insana düşmandan daha büyük düşmandır. Ey laf taşıyıcı! Düşmanım bile yüzüme karşı kötü şey söylemiyor. Sen ondan daha büyük düşman olmasan, onun arkamdan söylediğini, gelip de yüzüme karşı söyler misin? Söz taşıyan, eski düşmanlıkları yeniler, kinleri tâzeler. En yumuşak insanları bile çileden çıkarır. Uyuyan fitneyi uyandıran kimseden en kısa zamanda kaç! Kavga iki kişi arasında yanan bir ateşe benzer. Söz taşıyıcı ise, o ateşin sönmemesi için odun taşıyan oduncu gibidir."

"Ey insanoğlu! Adının unutulmamasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, mârifet öğret ve onu akıllı fikirli yetiştir. Böyle yaparsan, arkanda seni rahmetle anan bir kişi bırakmış olursun."

"Ey yüzünde nûr kalmamış kişi. Kalbini temiz tut. Kararmış ayna iyi göstermez. Yarın, azâba müstehak olmamanın yolunu ara. Başkalarının ayıplarını arama. Başkalarının ayıbını araştırmakla meşgûl olan, kendi ayıplarını göremez."

"Dil; şükretmek içindir. Rabbini bilen, dilini gıybet için kullanmaz. Kulak; Kur'ân-ı kerîm ve nasîhat dinlemek içindir. Bâtıl ve boş sözler için değildir. İki göz; Allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir. Eşin dostun ayıbını görmek için değildir."

"Cenâb-ı Hak kulunu yoktan var etti. Eline cömertlik, başına da secde kâbiliyeti verdi. Aksi takdirde, ne el cömertlik, ne baş secde edebilirdi."

"Dil ile kulak, kalbin anahtarıdır. Dil söylemeseydi, gönüllerin esrârı gizli kalırdı. Kulak iyi bilgileri duymasaydı, insan nasıl bilgi sâhibi olurdu."

"Yavrum! Gençlikte, nefsin arzuları insanı kapladığı gibi, ilim öğrenilecek, ibâdet yapılacak en kârlı zaman da gençliktir. Gençlikte şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, dînin bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibâdetten çok üstün ve kıymetli olur."

"Oğlum! Günah yükünün altına girme. Zîrâ o ağırdır ve kaldıramazsın. İyilerin tuttukları yoldan yürü git. Dileyen, bu bahtiyarlığı bulur. Sen alçak şeytanın kuyruğuna yapışmışsın. İyilere ne vakit erişebileceğini bilmem. Resûl-i ekrem, ancak onun yolundan gidenlere şefâat edecektir."

"Ey fakir! Sen hak yolunda oyun çocuğu sayılırsın. Büyüklerin eteğini bırakma. Mayası bozuk kimselerle düşüp kalkarsan, izzet ve vekarını kaybedersin. O hâlde büyüklerin eteğine yapış. Talebeler, çocuktan daha âcizdir. Hocalar ise muhkem duvar gibidir. Yeni yürüyen çocuk, duvara tutunarak yürür. Sen de yeni yürüyen çocuk gibi, âlimlerin muhkem duvarına tutunarak yürü."

"Ey insanoğlu! Bugün günahlarından korkar isen, yarın birşeyden korkmazsın."

"Yâ Rabbî! Bize kereminle nazar kıl. Biz kullarından ancak hatâ sâdır olur. Yâ İlâhî! Senin rızkınla beslendik. Senin ihsân ve lütuflarına alıştık. Yâ Rabbî! Bizi bu dünyâda azîz kıldın. Öbür dünyâda da azîz kılmanı senden umarız. Azîz eden de sensin, zelîl eden de sensin. Senin azîz kıldığın kimse horluk görmez. Yâ İlâhî! İzzetin hakkı için beni zelîl etme ve günahlarımdan dolayı beni utandırma. Başıma benim gibisini musallat etme. Ukûbet çekeceksem, senin elinle olsun. Dünyâda en kötü şey, bir insanın kendisi gibi birisinden cefâ çekmesidir."

ESERLERİNDEN:
Afiyetin değerini ancak felaket gören bilir. Ey karnı tok olan, sana arpa ekmeği hoş gelmiyor. Ama senin gözünde çirkin olan şey benim sevgilimdir. Sevdiği göğsünde olanla, kapıya gözünü dikip bekleyen arasında fark vardır.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Alçak adam sarhoşluğun son haddine vardı mı, darlık gününü düşünmez. Ağaç, bahar mevsiminde meyve saçar, şüphesiz kışın da çıplak kalır.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Bir kimse benden onun vasfını sorsa . . . Gönlünü kaptıran kişi, bir nişanı olmayan sevgiliden nasıl bahsedebilir ki? Aşıklar sevgilinin yolunda can verenlerdir. Ölülerden ses gelmez ki?
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Bilge, söylenmemesinden zarar geleceği zaman söze başlar ve yememekten zarar geleceği zaman lokmaya uzanır. Şüphesiz sözü hikmet olur, yemesi sağlık getirir.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Ey benim şahsımı hakir gören, sakın iriliği meziyet sanma. Meydan gününde ince belli at işe yarar, besili öküz değil.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Göğse giren hava hayatı uzatır, çıkan hava vücuda ferah verir. Şu halde bir nefeste iki nimet mevcut ve her nimete bir şükür vaciptir.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Altın da, gümüş de topraktan çıkar, ama her taşın içinde bunlar bulunmaz. Süheyl yıldızı bütün alemin üstünde parlar, öyleyken, bir yerde meşin yapar, bir yerde sahtiyan.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Kardeşim, ben Tanrı'ya şükür etmeliyim. Çünkü peygamberlerin mirasına, yani ilme kondum; oysaki sen Firavun'un, Haman'ın mirasına, yani Mısır saltanatına kondun.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *

Asık suratlıdan bir şey isteme. Onun kötü huyundan elem duyarsın. Gönlünün gamını anlatacaksan öyle bir kimseye anlat ki, yüzünü görürken ferahlayasın. Kapıcıların cefasına katlanmaktansa, efendinin ihsanından vazgeçilmelidir. Kasapların çirkin takazalarını çekmekten, et arzusuyla ölmek daha iyidir.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *

Bilgelerden birini dinledim. Diyordu ki: "Hiçbir kimse cahilliğini itiraf etmez. Biri konuşurken daha sözünü bitirmeden lafa başlayan kimse müstesna". "Ey akıllı kişi, sözün başı, sonu vardır. Sözün ortasında söze başlama. Akıllı, tedbirli, bilgili insan, eğer susan yoksa söze başlamaz."

Sadi Şirazi "Gülüstan"

Çoktandır koşmaktan yoruldum, bittim
Dinleneyim diye hamama gittim

Yıkanmak üzere uzandım kile
Sanki elim temas etti bir güle

Kil değil adeta bir dilber teni
O güzel kokusu mest etti beni

-"Nesin?" dedim, "Amber misin, gül müsün?
Yoksa basit toprak mısın, kil misin?"

-"Toprağım ben, bir tarladan alındım
Uzun zaman gül dibinde bulundum."

Kamil ile bulunan olgunlaşır
En azından onun kokusun(u) taşır.

Sadi Şirazi "Gülüstan"


Biyografi Konusu: Sadi Şirazi nereli hayatı kimdir.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Eylül 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Şirazlı Sadi (1213-1291)
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

İran edebiyatının en bü­yük şairlerinden olan Şirazlı Sadi, Bağdat' taki ünlü Nizamiye Medresesi'nde öğrenim gördü. Hocası Şihabeddin Sühreverdi'nin (1145-1234) tasavvuf anlayışından etkilendi. Bir süre Suriye'de bulunduktan sonra Şiraz'a dönerek bu bölgede egemenlik kurmuş olan Salgurlular (Fars Atabegleri) Emiri Ebubekir bin Sad'ın (1226-60) koruması altına girdi. İki ünlü yapıtı Bostan ile Gülistana bu dönemde yazdı. İran'ın Moğol istilasına uğraması üzeri­ne 1263'te Şiraz'dan ayrılarak Irak, Suriye Anadolu ve Azerbaycan'ı dolaştı. Bir süre Mısır'da bulundu. Burada Franklar'a tutsak düştü. Kurtulduktan sonra Şiraz'a döndü ve ölümüne kadar içine kapanık bir yaşam sürdü.
Sadi hem şiirde işlediği konular bakımın­dan, hem de anlatımdaki eşsiz ustalığıyla büyük bir değer taşır. İslam edebiyatında insanı işleyen, insanın evrendeki varlığını tartışan, insanı tanımaya, anlamaya yönelik ilk önemli atılım Sadi'nin şiirlerinde görülür. Tasavvuf düşüncesinin en geniş biçimde yoru­munun izlerini taşıyan bir anlayışla insanlara olgunlaşmanın yollarını gösterir, yaşamanın amacının olgun insana ulaşmak olduğunu savunur.
Sadi şiirde gazel, mesnevi, kaside, rubai, kıta gibi dönemin yaygın nazım biçimlerin­den yararlanmakla birlikte, düzyazı ile şiiri birlikte kullanarak anlatımda yeni ufuklar aç­mıştır.
Sadi'ye yaygın bir ün sağlayan ilk ünlü yapıtı "Bostan" mesnevi biçiminde yazılmıştır. Tasavvuf anlayışını yansıtan bu yapıtta insanı insan yapan sevgi, alçakgönüllülük, ruhsal olgunluk, açık yüreklilik gibi erdemler övülür; bunların her şeyden üstün olduğunu gösteren öyküler anlatılır. Öbür ünlü yapıtı "Gülistan" düzyazı olarak kaleme alınmıştır, ama araya serpiştirilen kısa şiirlerle anlatım çeşitlendiril­miş, daha çekici hale getirilmiştir.
Sadi'nin irili ufaklı 20'nin üstünde yapıtı vardır. Bunların bir bölümü Arapça'dır. Ama hiçbiri Bostan ve Gülistan kadar tanınmamış­tır. Bu yapıtlar Arap ve Türk edebiyatını da derinden etkilemiş, benzeri birçok yapıt kale­me alınmıştır. Ayrıca daha iyi anlaşılmaları için çeşitli şerhler (açıklamalar) yazılmıştır. Bostan ve Gülistan'dan Osmanlı eğitim siste­minde, Farsça öğretimi için temel metinler olarak da yaygın biçimde yararlanılmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
25 Temmuz 2012       Mesaj #3
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Şeyh Sadi-i Şirazi (Farsça: سعدی شیرازی Sa'adī-e Shīrāzī; d. 1193, Şiraz - ö. 1292, Şiraz)
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi & Vikipedi, özgür ansiklopedi

Fars şairi ve İslam alimi.
İran'ın Şiraz kentinde doğmuştur. Çocukken babasını kaybedip dedesi ve amcası tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra Bağdat'a gidip Nizamiye Medreseleri'nde öğremini tamamlanmıştır.
30 yıl boyunca Hindistan ve Kuzey Afrika'yı dolaştıktan sonra 1256'da memleketi Şiraz'a dönerek şiirleri yazmaya başlamıştır. Günümüzdeki en çok konuşulan eseri Gülistan'dır.
Günümüzde Sadi'nin kabristanı Sadi Türbesi, Şiraz'ın başlıca turistik mekânlarındandır.
21 Nisan (İran Takvimi: 1 Ordibeheşt) "Sadi Günü" olarak anılmaktadır.

800px Saadi Tomb
Şeyh Sadi'nin Şiraz'daki türbesi

Yaşamı hakkında elde bulunan bilgiler yapıtlarından ya da başka sanatçıların yapıtlarından edinilmiş olup kesin değildir. Kimi kaynaklara göre, Moğolların İran'ı almaları üzerine Bağdat'a gitti. Orada medresede okudu. Birçok İslâm ülkesini gezdi, hacca gitti. Şiraz'a döndükten sonra ömrünü ibadetle geçirdi. Yapıtları 1257'de Salgurlu emirine sunduğu "Bostan" (Çiçek Bahçesi) ve 1258'de Salgurlu veliahtına sunduğu "Gülistan"da (Gül Bahçesi) toplanmıştır. Bunlar nazım ve nesir bölümlerinin karışımından oluşmuş, tasavvuf konularını işleyen yapıtlardır. Sadi'nin şiir ve öykülerinde sınırsız bir insan sevgisi ve saygısı vardır. İran'ın en büyük şairlerinden olan Sadi, İran edebiyatında, tasavvuf ve felsefe konularını işleyen ve "arifane" denen şiir türünün de kurucusudur. Çağdaşı olan ve kendisinden sonra gelen birçok şairi etkilemiştir.


Eserleri
  • Gülistan
  • Bostan
  • Takrir-i Dibace
  • Aklu Aşk
  • Nashat-ül Müluk
  • Havatin
Sen sadece aynasin...
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Eylül 2015       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  seyh-sadi.jpg
Gösterim: 9374
Boyut:  94.1 KB

SADİ,
asıl adı Ebu Abdullah Müşerrifüttin bin Müslih eş-ŞIrazi, iranlı şair, yazar (Şiraz 1193- 1213 ? - ay. y. 1292). Asıl adını unutturan Sadi mahlası, salgurlu hanedanından Sad bin Zengi ya da Sad bin Ebubekir’in adlarıyla ilgilidir, ilk öğrenimini ülkesinde yaptıktan sonra gittiği Bağdat'ta Nizamiye medresesi’nde okudu. Ünlü sufi Şihabettin Sühreverdi ile tanıştı. Şam ve Hicaz'a gitti. Hac görevini de yerine getirdikten sonra döndüğü Şam'da bir süre vaaz verdi. Atabek Ebubekir bin Sad’ın hükümdarlığı döneminde (1231-1260) Şiraz'a gitti. Ebubekir ve oğlu Sad için Bostan ve Gülistan adlı yapıtlarını yazdı. Sal- gurlular'ın ortadan kalkması üzerine Şiraz'dan ayrıldı, Bağdat ve Hicaz'a gitti (1264). Dönüşünde G.-D. Anadolu’yu, Azerbaycan'ı gezdi. Azerbaycan’da moğol devlet adamı Atamelik Cüveyni ve Şemsettin Cüveyni, şair Hümamı Tebrizi ile tanıştı. Şiraz'a döndü; ölümüne değin vaktini kendi zaviyesinde ibadetle geçirdi. Bugün üzerinde güzel bir anıt yapılmış olan zaviyesinde gömüldü. Mezarının bulunduğu semt onun adı ile anılır (Sadiye). Yapıtlarındaki Yemen, Belh, Bamyan ve Kaşgar'a gittiğine ilişkin bilgiler, gerçekle bağdaşmamaktadır. O buraların adlarını, öykülerindeki olaylara bir yer gösterme gereksinimi duyduğu için anmıştır.
Kusursuz bir anlatış biçimi olan Sadi’ nin üslubu basit gibi görünür, ancak kolay taklit edilemez (sehli mümteni). Yapıtları, “Bisütun" diye tanınan Ali bin Ahmet tarafından iki kez (1325,1334) külliyat halinde derlendi, irili ufaklı 22 ya da 23 yapıtı içeren bu külliyat içindeki yapıtlardan başlıcaları şunlardır: Takrizi dibaçe, Mecalisi pencgâne, Suali sahibdivan, Akl u ışk, Gülistan, Bostan, Kasaidi farsi, Kasaid-i arabi, Gazeliyat, Hubsiyat, Hezliyat.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

11 Haziran 2012 / Mavi Peri Edebiyat tr
5 Ağustos 2011 / ener Edebiyat tr
17 Mart 2013 / Misafir Soru-Cevap
28 Mayıs 2015 / ahmetseydi Sanat ww
29 Mayıs 2015 / ahmetseydi Sanat ww