Arama

Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap) - Sayfa 16

Güncelleme: 3 Aralık 2014 Gösterim: 211.467 Cevap: 232
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
17 Temmuz 2009       Mesaj #151
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap)
Moris Fransez ‘Spinoza’nın Tao’sunda, en sevilen filozof Spinoza’nın düşüncesine tersten yani Uzakdoğu felsefesinin içinden bakıyor
Sponsorlu Bağlantılar


SENEM ONAN
SPİNOZA’NIN TAO’SU
Moris Fransez, Yol yayınları, 2004, 416 sayfa

Yol Yayınları ilginç bir kitap yayımladı; ‘Spinoza’nın Tao’su-Akıllı İnançtan İnançlı Akla’. Arkasında 416 sayfa saklayan böyle ciddi başlıklı bir kitap kapağıyla karşılaşan vasat zihinsel kapasiteli bir homo sapiens sapiens, öncelikle ‘Acaba okumaya başlasam bitirmek kısmet olur mu?’ diye düşünebilir. En azından benim aklımdan böyle bir düşünce geçti. Ancak hata, bir an için dahi olsa böyle düşünmekte değil, refleks denebilecek bu ilk tepkide ısrar etmek olurdu. Zaten daha kitabın ilk sayfalarında, Spinoza’nın olduğu kadar Moris Fransez’in de yaşam yoluna ya da Tao’suna kapılıyorsunuz.
Kitabın yazarı Moris Fransez, yaklaşık 20 yıldır, kurucusu Morihei Ueşiba’nın Aikido (Ki ile birleşmenin yolu) adını verdiği ’savaş sanatı’yla ilgileniyor, ilgilenmekten de öte, bir Aikodo öğretmeni. Kitabın ilk sayfalarında, ‘Bilgelik Dostu’ olduğunu, yani yaşam karşısında aklı ve deneyimi güdümünde edindiği bilgece bir yol seçtiğini okura iletiyor. ‘Spinoza’nın Tao’su’nu yazma ihtiyacı hissetmiş çünkü, Spinoza düşüncesi ile Aikido’nun, -kurucularının tasarladığı biçimde anlaşılmaları ve uygulanmaları koşuluyla birbirlerinin tamamlayıcısı olduğunu düşünüyor.

Spinoza’yı ziyaret eden ilk Türk
Akademik bir dille veya akademik platformda ses getirmek kaygısıyla yazılmamış kitabında Fransez, Spinoza’nın mantıksal önermelerle tanıtlama tekniğini andıran bir yolla her söylediğinin dayanağını gösteriyor. Daha teknik bir şekilde dile getirmek gerekirse, bir ‘argümanı’ var. Ayrıca karşı argümanlara cevaplar da sunuyor.
Spinoza hakkındaki bilgilerini İngilizce, Fransızca, Latince kaynaklardan edinen, aynı zamanda da İspanyolca ve Portekizce bilen Fransez’in çalışması, Türkiye’de düşünce üretilmemesinden yakınanlar için umut veren bir haber olabilir. Başka bir açıdan baktığımızda ise; düşünce tarihinin klasik ve anlaşılması zor metinlerini idrak edebilmek için ille üniversite eğitimi gerekmediğinin ispatı olarak da görülebilir. Çünkü Fransez’in çalışmasına temel aldığı Spinoza’nın Etik’i, felsefi metinler arasında insana sonsuza kadar okunsa da altından kalkılamazmış hissi veren, gramajı ağır eserlerden.
Moris Fransez Spinoza’nın Leiden yakınlarındaki Rijnsburg kasabasındaki evini ziyaret etmeye gittiğinde, kapıyı açan bekçi sohbet sırasında ona, hem ağırladıkları ilk Türk misafir olduğunu hem de daha önce hiç
‘Spinoza’nın düşüncesine tersten yani Uzakdoğu felsefesinden gireni görmediğini’ söylemiş.
Spinoza, tabiri caiz ise ‘çok çekmiş’ bir filozof. Öyle bir eli yağda bir eli balda Babil kulesinden bildirenlerden değil. Portekiz’deki Hıristiyanlaştırma politikalarından ve engizisyondan kaçıp Hollanda’ya sığınan Yahudiler arasında anne ve babası da var. Maalesef, hak ve özgürlükler açısından yakalanan ferahlık, en azından Spinoza için, pek uzun sürmüyor. 27 Temmuz 1656 günü, Amsterdam’ın şık Yahudi mahallesindeki Portekiz Sinagog’u belki de en parlak evladını ‘yaptığı ve öğrettiği korkunç sapkınlıklar’ yüzünden cemaatinden aforoz ediyor.
İlk bakışta çok hazin görünen bu durum, Spinoza’nın kendisini hiçbir zaman tam kabullenmeyen Hıristiyan cemaati içinde sıkı düşünce dostları edinmesini ve ticareti bırakıp değişik yollarla geçimini sağlamasına sebep oluyor. Ne tuhaftır ki bazen birine kötülük ettiğimizi düşündüğümüzde, bir zaman sonra acz içinde fark ederiz ki aslında ona ancak iyilik edebilmişizdir. Spinoza da bütün olup bitenlere karşı, yüzüğüne de yazdırdığı gibi ‘temkinli olmayı’ sürdürüyor ve kendini Yahudi hissettiğini
bunun da Tevrat’ta anlatılan gerçeğe inanmasa bile değiştirilmeyeceğini söylüyor. Bir de, önyargılardan kurtulmak ve karşısındaki kim olursa olsun kolay çürütülmemek için her iddiasını matematiksel yöntemlerle desteklemenin en iyi yol olduğuna karar veriyor.

Yoksunluk duygusu ve sıkıntı
Fransez’e göre, gerek Spinoza düşüncesi gerek Doğu düşünce sistemleri insan yaşamının en belirgin niteliğini yoksunluk duygusu ve sıkıntısı olarak belirler. Felsefi arayış içinde olmamızın nedeni de yaşadığımız hayata karşı hissettiğimiz memnuniyetsizliktir. Bu yorum, belki etrafta
‘Neden herkes hayatından şikayet ediyor, bir ben mi mutluyum’ diye dolaşanlara da yeni bir bakış açısı sunabilir. Sürüden farklı olanlar, tutkularından kurtulup ebedi mutluluğun hüküm sürdüğü varoluş biçimine çoktan ermiş ve bundan bihaber vaziyette olabilirler. Ama maalesef, iç huzuru yakalamak sadece içinde bulunduğumuz durumu anlamakla olmuyor. Spinoza’ya göre bir takım zihin egzersizleri şart, ki bunlar meditasyon yöntemlerine de benzetilebilir.

Önemli sorular
Spinoza’nın Tao’su, ‘Bir ulusun ya da topluluğun adı ile anacağımız bir düşünceden söz etmeye ne zaman hakkımız olur?’ gibi önemli soruları da barındırıyor. Yahudilik düşüncesinin gelişimini bilgilendirici bir yolla anlatıyor. Spinoza’nın hangi dönemeçte Yahudilik’ten ayrıldığını ve kendisine yakıştırılan tümtanrıcı, tektanrıcı gibi tanımların yetersiz olduğunu ispatlıyor. Bir de tarihi belgelerle de destekleyerek Goethe, Kant, Marx, Freud, Einstein gibi 20inci yüzyılı derinden etkileyen sanatçı, bilim adamı ve düşünürlerin Spinoza’ya duydukları saygıyı hatırlatıyor.
Fransez daha iyi bir dünya yaratmanın olabilirliğine inanıyor. Bunun için hem neyin iyi olduğuna karar vermemiz gerekiyor, yani ahlaki bir soruyla karşı karşıyayız; hem de elimizdeki malzemenin nasıl bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor yani bilimden vazgeçemeyiz. Bilimsiz ahlakın gevezelikten ileriye gidemeyeceğini, ahlaksız bilimin de insanın mutluluğunu hesaba katmadığı için sorumsuz ve tehlikeli olabileceğine dikkat çeken Fransez, hiçbirini kötünün iyisi diye tercih etmememizi salık veriyor. Aksi takdirde biz de hiç ummadığımız bir şekilde hem özürlü bir yaşama razı oluyor hem de dünyadaki mevcut şiddete katkıda bulunuyoruz.
İşte tam da bu yüzden akıllı inançtan inançlı akla uzanan bir yolu takip etmemiz gerekebilir.
Moris Fransez, ilk kitabıyla felsefenin temel konularından biri olan mutlu yaşam ve iç özgürlük hakkında kendi arayışı boyunca edindiği bilgileri paylaşıyor. Etik’i okuyup yaşama dair bir sonuç çıkarmanın geometrik dilinden dolayı çok zor olduğunu ve kendisi kadar vakit ayıramayacaklar için işleri biraz kolaylaştırmak istediğini’ söyleyen Fransez çalışmasının
‘kuram’ bölümünü Spinoza’nın Tao’suyla sunduğunu da ekliyor. Spinoza’nın yaşamla uyum yolunu uygulama yöntemlerini içeren bir ikinci kitap da sırasını bekliyor.
Spinoza’ya çok uzak gibi gelen İngiliz matematikçi ve düşünür Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi adlı kitabında Spinoza’dan büyük filozofların en asil ve en sevileni olarak bahsetmesi boşuna olmasa gerek

AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
23 Temmuz 2009       Mesaj #152
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap)

Sponsorlu Bağlantılar
* Tanrıya inanırız
Şeytanı ise biliriz
*Bir tanrı en çok kendine inananlara değil kendine inanmayanlara muhtaçtır. Onlar olmasa kendini tarif bile edemez. İşte bu yüzden aklı başında her tanrı önce kendine inanmayanları yaratır. Ve işte bu yüzden yeryüzünde bu kadar çok din ve her dinin bu kadar çok kafiri vardır.
* Tanrının kitapları , melekleri ve peygamberleri var. Günahları ve sevapları var. Cenneti ve cehennemi , ahret günleri ve hesap defterleri var.
Peki şeytanın nesi var?
İçgüdülerimiz ve ortak çıkarlarımızdan başka hiçbirşeyi
İşte bu yüzden tanrı mümin arar.
Şeytan ise ortak. Ve işte bu yüzden binlerce yıldır şeytan hep kazanıyor.
Çünkü…..
Çünkü hep kazandırıyor.
Üstelik onunla yapılan bütün işlerde kazancımız peşin ödenir. Hemen burada buracıkta nakden ve defaten, bir kerede.
*Beklide tanrıya inanıyoruz çünkü?
Çünkü şeytanı çok iyi biliyoruz. Beklide şeytan bu yüzden tanrının bir meleği olmaya devam ediyor.
Kim bilir belki de……….
Kim bilir belki de….
Şeytan tanrının bilinç altından başka bir şey değildir
Kötülük ve kötülüğün büyüsü
*”İçgüdülerimiz olmasa kimse kötü ; çıkarlarımız olmasa kimse iyi olmazdı” diye fısıldadı şeytan.
Ve ekledi , “Üstelik iyiler can sıkarlar”
*Cennet ve cehennem adlı iki filmden birini seçmek zorunda kalsanız hangisini seçerdiniz?
Yaşamak için cenneti seçeriz ve sonunda hep canınız sıkılır mutluluktan.
Seyretmek için ise cehennemi
işte sanatın özü budur.
*Üstelik kötülük iyilikten her zaman daha dürüsttür. Kötülüğün doğasıdır dürüstlük. Kimse mahsuscuktan kötülük yapmaz. İşte bu yüzden bütün günahlarınız masumdur.
*”insanları iyi ki sadece yaptıkları ve yazdıkları ile yargılıyorsunuz” dedi şeytan. “ benim gibi içlerinden geçirdikleri ile yargılasaydınız mother theresa’yı bile alenen kurşuna dizerdiniz”
*Günahlarınız tanrının önyargısıdır sadece.
Sevaplarınız ise cehaletin...
İçinizden geçenleri gerçekten bilse, ne ödüllendirirdi sizi bu kadar cömertçe ne de cezalandırırdı doğrusu bu kadar acımasızca...
*iyilikseverlik vicdanımıza sürdüğümüz bir rujdur.
*”Nefrete sevgiden daha çok güvenirim” dedi şeytan. “Çünkü nefretin sahtesi olmaz.”
*Sevginin karşıtı nefrettir diyorlar.
Hayır.
Sevginin karşıtı nefret değildir.
Yalandır.
*Sahtekar “ ben sahtekar değilim” diyendir.
Peki ya “ ben sahtekarım” diyenler?
Onlar ise en büyük sahtekarlardır.
*Küçük her zaman daha büyüğünü gizlemek için itiraf edilir
*Gerçek : Yalanların arasından sezilir gibi olan.
Yalan : Gerçeğin boş bulunup ortaya çıkarak “ Ben gerçeğim” diye bağırması
*Samimi insanlar can sıkarlar
Neden mi?
Oyun oynamasını bilmezler
Bu yüzden samimi kadınlar yalnız kalırlar çünkü onlarla fikir ve duygu alışverişi yapılır ancak. Kırıştırılmaz
Yüksek Sosyete
*Sosyete garip bir yerdir – Ya kimse kimseyi sevmez ama hep beraberdirler – Ya da herkes herkesi çok sever ama nedense asla beraber olmazlar.
*Dostlar mı dediniz?
Dostlar……..
Onlar hayatımızın en güzel anlarını kıskanırlar ; en kötü anlarını yargılarlar; arada kalanları ise umursamazlar.
*Dostlarımız hakkında yargılarımızın çok azı iyidir.
Onlarda iyi olmazlardı; çıkarlarımız olmasa
*Nazik olun Ve her zaman terbiyeli konuşun. Çünkü bu alemde nezaket ile yapamayacağınız hiçbir kötülük yoktur.
*Sosyetede can sıkmanın altın kuralı “sohbet ederken hiçbir konu üzerinde beş dakikadan fazla durmamaktır.” Denilir. Oysa bu bir kural değildir. Sosyetenin doğasıdır. Çünkü sosyetede ne üzerinde beş dakikadan fazla konuşulacak bir konu vardır ne de bir konuyu beş dakikadan fazla sürdürebilecek bir kafa.
*Fakirliğe katlanmak daha kolay olmalı – bakıyorum milyonlarca insan her gün sabah yedi akşam yedi sessiz sedasız katlanıyor. Zenginliğe katlanmak ise çok daha meşakkatlidir – haftada bir seans psikoterapi, iki seans aerobik ve yedi gram kokainle ancak ayakta durabiliyorlar.
*Ne garip, dünyada cennetler çeşit çeşittir.
Ama cehennemler hep aynı.
*Dünyanın kanseri işadamlarıdır.
Çünkü ancak kanser hücreleri beslendikleri organizmayı harap ederek çoğalırlar.
*”Benzer iletilerin benzer şifaları olmalı. Kapitalizmin şifasını da ekonomik ve sosyal reformlarda değil ruhsal ilaçlarda aramalısınız.” Diye fısıldadı şeytan. Gelen yüzyıllarda sistemi yaşatacak olanlar ekonomistler ve sosyologlar değil kimyagerler ve psikiyatristler
olacak.
*Daha mutlu olmak mı?
Ne çok şey istiyorsunuz yahu?
Daha da mutsuz olmanızı nasıl engelleriz.
Sistem için bütün mesele budur
Devrim mi?
Hadi canım
Laroxyl,Tofranyl,Diazem ve Lithium
Xanax,Prozac,Seroksat ve Valium
ÇALIŞMAK
*Kendi seçmediğim bir yerde, kendi seçmediğim bir zamanda, kendi seçmediğim bir işte, kendi seçmediğim bir süratte, kendi seçmediğim insanlarla muhakkak bir amirin sıkı gözetimi altında direktif alarak, bütün o çocukça ceza ve ödül sistemleri ile ruhumu , bedenimi ve aklımı meşgul etmek
*O zaman niye çalışıyor enayiler
Bugün birçok insanın hemen hiç farkında olmadıkları gerçek, çalışmak zorunda bırakıldıkları gerçeğidir. Haftanın beş günü – sabah yedi akşam yedi – üretmeli ve ürettikleri hiçbir işe yaramayan hırdavatı emekleri karşılığında aldıkları ücretlerle yine kendileri tüketmelidir.
*Kapitalist işadamları da, Marksistler de aynı evrensel Tanrı’ya taparlar – ÇALIŞMAK – Bu iki zihniyetin tarikatları biraz farklıdır sadece. Marksistin tarikatı üretimdir; işadamınınki ise tüketim.
*Enayilerin sadece bir kısmı çok çalışırlar.
Ama bütün enayiler çalışkanlığı överler
*Çalışmadan bir hak gibi bahsedilmesi ve bunun anayasalara girmesi ne garip!
Çalışmak ne bir hak ne de bir ödevdir. Kötü bir kaderdir sadece. Sakat veya köle doğmak gibi.
İşte eski yunanlılar aynen böyle bakarlardı çalışmaya
*Yaşamak, çalışmak değildir. Sakatsanız sürüklenerek, emekleyerek de bir yerlere varabilirsiniz. Ama vah vah size! Yaşamanın amacı bir yerlere varmak değil ki.
Ya ne?
Takla atmak, yuvarlanmak, kanatlanmak, dans etmek….
Kendinden geçmek, içine gömülmek…
Durmak
Ve düşünmek
Çalışarak hayatını sürdürmek zorunda
Vah vah!
***** dünya
Kör Talih
*Yaşamak ara sıra eziyetli bir hayattır doğrusu.
Çalışmak ise her zaman hayatsız bir eziyet.
*Para sokağa atılacak kadar değersiz bir şey değildir.
Ama çalışarak kazanılacak kadar da değerli hiç değildir.
*Para güvenlik, konfor, özgürlük ve mutluluk getirir. Ama ne fakirlerin hayal ettikleri, ne de zenginlerin uğrunda harcadıkları kadar.
İLERLEME
*Eski güzel günlere geri dönüşün artık mümkün olamayacağını anladığımız noktadan itibaren yürümek zorunda kaldığımız o acılarla dolu yola verdiğimiz şatafatlı isim.
ZAMAN HIRSIZLARI
*Eskiden sadece çalışırken zamanımızı çalanlar, artık boş zamanımız için de rekabet halindeler.
Sinemaya mı gitsek, diskoya mı?
Yoksa ucuz bir turla İtalya’ya mı?
*Sırtını bir ağaca dayayıp yüzünü güneşe çevirmek Kapitalizme baş kaldırmaktır.
*Ne yapsak çalışanların dünyasından ayrılamayız artık. Dinlenirken ve eğlenirken bizler tüketiyoruz başkaları çalışıyor ve üretiyorlar
*Hayatın anlamı nedir diye….
Doğuya gittim – Eziyettir; Selametin için çalış dediler.
Batıya gittim – Çalışmaktır; Selametin için çek dediler.
Peki en büyük öğretmenler ne diyorlar?
Doğa ne diyor önce?
Acıdan kaç
İksirler ne diyor?
Hazza koş
Müzik ne diyor?
İşte haz
Aşk ne diyor?
Gel.
VERİMLİLİK VE İLERLEME
*Avcı ve toplayıcı obalar günde iki saat çalışarak hayatta kalırlar. Biz post-modernler ise günde on saat çalışarak iki yakamızı ancak ucu ucuna getirebiliyoruz.
*Kapitalist işadamları ve onların köle ruhlu profesörleri, boş zamanınızı işten arta kalan zamanınız olarak hesaplarlar.
*Mutsuzluğunuzu azaltırsa bu bir ilaçtır.
Mutluluğunuzu arttırırsa uyuşturucu
*”Din kitlelerin uyuşturucusudur” derdi geçen yüzyılın bir büyük bilgesi.
Bu geçti. Gelen yüzyılda uyuşturucular kitlelerin dini olacak
*Aylaklık; düşünmek, duymak ve yaşamak için bağdaş kurmaktır. Çalışmak ise bir gün bağdaş kurabilmek için boşu boşuna koşuşturmaktır.
* Bilinenler ve bilinmeyenlerin toplamının bilinemezlerden az olduğuna ve hep olacağına inanıyorsanız siz tanrıya inanıyorsunuz ; bilinemezlere eşit olduğuna inanıyorsanız siz bilime inanıyorsunuz.
Ya eşit olduklarını biliyorsan? O zaman siz tanrısınız.
*”Küçük , bedensel ve geçici hazları küçümseyerek Ruhsal, Büyük ve ilahi hazları arayan keşişlere , dervişlere , Hint’ten ve Rum’ dan ermişlere, Sufilere ,bilgelere sakın kanmayın” diye fısıldadı şeytan
Hazzı hep göklerde arayanlar yeryüzünde bulamayan kabızlardır. Bu arif ,aşık ve cümle evliya takımı işte böyledir. Kendi kabızlık ve kasvetlerine gizemli mazeretler ararlar aslında.

*Tahrik, edildikçe daha çok üstümüze varan bir beladır. Elde edilince de bütün büyüsü kaybolan bir zilli.
*Tahriklerden asla yüzüm kızarmaz ; tahrik olmamak utandırır beni.
*Tahriklerden kaçarsam yorgun düşeceğim; reddedersem pişman olacağım; dayanmaya çalışırsam yenileceğim. Ama ya tahrik olmazsam işte o zaman suçluyum.
*Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sende başkalarına yapma.
Bu can sıkıntısından patlayan hımhımların ahlakıdır.
Sana yapılmasını istediklerini sende başkalarına yap.
Bu hazperestlerin, fırlamaların ve piçlerin ahlakıdır.
*Yaşamak… bir akıntıya kaptırmaktır.
Düşünmek ise akıntılara kafa tutmaktır.
Halat, çapa, kürek, motor, yelken,
Allah ne verdiyse artık
*Dans neşenin dile gelmesidir…
*Bu kadar aklı başında bir dünyada yaşayanlar için tek kurtuluş delirmek olmalı.
*Talihin pezevengi fırsattır
Onunla düzüşmek istiyorsanız önce fırsatı görmelisiniz
Kendini Tanı
*Kendimi bilmek ruhumu sıkıyor.
Kendini bilenler ise canımı.
*Kendini bilmek kendini hapsetmektir, ileri safhalarda tanrının işine karışmaktır; hatta şirk tir.
Kendin Olmak
* “Arayış içindeyim”
“Hangi arayış” diye haykırdı büyük yeni çağ yorumcusu. “gerçek bir arayışa çıkan bulmuştur bile!”
“insanın hayatta bulup bulacağı yegane doğru, hemen yolun başında bulunandır.”
“o zaman herkes bulmuştur.”
“hayır, çoğunuzun ömrü arayışa nereden başlayacağınızı aramakla geçer. Bu yolun başında dolanıp durmaktır, yola çıkmak değil.”
“yola çıkıldığı an bulunur mu?”
“hemen o an ve o saat”
“nedir o bulunan?”
“Ananın …!”
Diye güldü ve devam etti
“Arayış içindesin oğlum ama bil ki kendilerini arayanlar iyi bir sevgili olamazlar. Seni arayanları sen de aramaya başlamışsan Büyük bir aşka hazırsın.
“Peki bu büyük bir aşka hazır adamlar kendilerini bulmuş adamlar mıdır?”
“Hayır kendilerini bulmak için en iyi yolun seni aramak olduğunu bulmuş adamlardır.
*Mutluluk üstüne düşünmek hele mutluluk için çabalamak kimseyi mutlu etmez.
Mutluluk her şeyden önce mutluluğu unutmaktır.
*Bu aralar mutluluğa hiç ihtiyacım olmadığı için galiba çok mutluyum.
*Yunancada mutluluk (eudamonia) sözünün içinde Şeytan (daimon) gizlidir. Bu bir tesadüf mü. Yoksa bu olağanüstü adamların bilgeliklerinin yeni bir zirvesimi? Eski yunanlılar için şeytan bize doğru yolu gösteren iç sesimize verdiğimiz isimdir. Bu demektir ki, Yunanca mutlu olmak istiyorsanız Şeytan’ı işin içine karıştırmalısınız
*Gavur dillerinde Şeytanın bir başka adı ise Lucifer’dir yani “Işık tutan” Bu gavurlar da bazen ne çok şey biliyorlar yahu.
*Kimse yalnızlığı sevmez. Neden?
Çünkü kendisi tanıdığı en can sıkıcı insandır.
*Yaşamın karşıt anlamı ölüm değildir.
Can sıkıntısıdır, dedim bir gün
O günden beri de canım çok sıkılıyor nedense
Tekrar mutluluk üzerine
*Aşırı mutlu olmamaktır mutlulukların en huzurlusu
*aşırı bir mutlulukta huzursuzluk vardır nedense. (Kaybedecek bir şeyler var çünkü)
Aşırı kederde ise huzur. (kaybedecek nasıl olsa bir şey kalmadı.)
Hayatın Yaşları
*”Kadınlar” dediğiniz an çocukluk bitmiş , gençlik başlamıştır
“Başarı” dediğiniz an gençlik bitmiş orta yaşlar başlamıştır.
“Zaman” dediğiniz an orta yaşlar bitmiş, yaşlılık başlamıştır.
*Gökdelenin tepesinden atlayan adama orta katların önünden geçerken sormuşlar: “Nasıl gidiyor?”
“Şimdilik iyi vallahi” demiş
Çok çalıştığımız orta yaşlarımız işte böyle geçer
Zaman ve Mutluluk
*İyimser ile kötümser arasındaki yegane fark vade farkıdır. Yoksa uzun vadede herkes iyimserdir.
Ölüm
*Kimse eşit doğmaz
Ama herkes eşit ölür
İşte onun için
Ölüm acı bir son değildir
Hayatımızın yegane adil başlangıcı ve biricik fırsat eşitliğidir
*Tanrı doğanları hayat; ölenleri ise cennet vaadi ile kandırıyor vallahi.
*Yaşarken ölümden korkma hakkımız var. Ama doğarken yaşamdan korkma hakkımız yok.
Haksızlık bu
*Doğarken kimse eşit doğmaz
Ölürken ise herkes eşit ölür.
Evliyalar, azizler ve peygamberler hariç. Onlar biraz daha iyi ölüyorlar (galiba)
*iyi doğmak, iyi yaşamak, iyi ölmek
Beyzadeler iyi doğarlar
Evliyalar ve azizler iyi ölürler
Hazperestler ve sanatçılarmı?
Onlar iyi yaşarlar
Aşk ve İman
*Aklın sözü ancak boş bir gönle geçer. Evet ancak boş bir gönlün efendisidir akıl; efendili bir gönlün ise kölesidir.
*aşkta akıl susar; delilik konuşur.
Aşkın Mantığı Yoktur
*Beni acıtabilmek için önce nereye vuracağını çok iyi bilmelisin
Nereye vuracağını bilmek için beni çok iyi tanımalısın
Beni çok iyi tanıyabilmek için sevgilim olmalısın
Sevgilim olman için seni çok sevmeliyim
Yani?
Yani seni çok seversem; beni acıtabilirsin
Eeee?
Ne eee’si?…… Ayrılıyoruz…
*aşk ne kadar şiddetliyse, ayrılıklar ve kavgalar o denli şiddetli olur
Hiç kavga etmeyen aşıklar mı?
Birbirlerini değil ebeveynlerini bulmuşlardır.
*Aşkta huzur mu?
Sadece bir ateşkestir
*Büyük bir aşk her zaman bir rastlantıdır. İlişki sipariş edilir. Satın alınır. Hak edilir. Hatta çalınır. Ama aşk sadece bulunuverir. Birdenbire..
*aşk her zaman haber vermeden gelir ve hazırlıksız yakalar. Çünkü aşk bir süvari baskınıdır.
Ne olduğunu anlamadan kargaşanın ortasında buluverirsin kendini.
Savaş naraları, nal sesleri arasında.
Silahsız, korumasız, ayakların çıplak.
Ve parlar aniden bir kılıç üzerinde
Bir tek darbeyle alır canını
Bir at başı seçebilirsin sadece hayal meyal
Sağrısı ter kan içinde, ağzı köpük, kulakları dik
Burun delikleri kocaman açılmış
Süvarisi kim?
Niye şimdi?
Ve niye sen?
*Sonsuza kadar sürecek yegane aşklar yarım kalmış aşklardır
*sonsuza kadar süremeyeceğini bilerek yaşadığımız bir aşk daha uzun sürer.
Ne kadar sürer?
Kim bilir, beklide sonsuza kadar sürer
*bir ömür boyu : ya ömür boyu değildir; ya da aşk değildir.
*en hızlı yatıştırıcı sekstir. En etkin sakinleştirici ise kısa ve küçük bir aşk.
Bir gecelik aşklar
*herkez birbirine sürtünüyor. Kimse sarılmıyor. Teflon aşklar peşindeyiz. Şöyle bir sürtünüyoruz, birden ısınır koyuyor gibi oluyoruz. Bir har, bir ateş, bir yangın – aman aman
Sonra birden biri aygazı kapatıyor sanki. Pişen her ne idiyse – çoğu zaman da seks – çarçabuk tüketiliyor. Hamhum şaralop. Öylesine özentisiz bir sofrada, şarapsız ve sohbetsiz.
Ve herkez yoluna, teflonlar dolaba. İşte size küçük aşklar. Teflon günler, neon geceler. 1990 lı yıllar.
*Doymak mı?
Sıradan ilişkiler ile doyar insan
Tıkınarak
Büyük aşklar oysa doyurmazlar asla
Tam tersine iştahını açarlar adamın
Çok ama çok daha büyük sofralara
*aşk bir açlıktır, şehvet ise iştah
*aşkta şehveti sofrada iştaha benzetirler. Doğrudur, ama şöyle ; şehvet aşkın değil asıl aşk şevkin iştahını açar – şehvet aşkın bütün iştahı ise ne o aşk ne de o şehvet uzun ömürlü olur
Erkekler ve kadınların ayrı dünyaları
*Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar. Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler.
*Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler. Aşık olan kadının gözünde başka hiç bir şeyin değeri kalmaz. Aşık olan erkeğin gözünde ise her şey yeniden değerlenir.
Çünkü aşık kadın “nasıl olsa bitecek” sezgisi ile hareket eder. Aşık erkek ise “nasıl olsa sonsuza kadar sürecek” yanılgısıyla….
Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve hep huzursuzdurlar; aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön.

*Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle.
*Bir erkek kadınından bıktığı için onu terk eder; bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için. Arada çok önemli bir fark var.
*Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar. Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır.
*Kadın 20. yy. da özgürlüğüne kavuştu.
-yok yahu! Peki sonra ne oldu?
-Hiç iş kölesi…
ÇAPKINLIK
*Toplum ne ikiyüzlüdür yarabbi!
Kadının çapkınına ^^^^^^ derler.
Erkeğin ^^^^^^suna ise çapkın
*Kadın çapkınlığını gizlice yapmak ister. Erkek ise açıkça.
Çünkü çapkınlık erkeğe itibar getirir. Kadına ise sadece baş belası.
*Erkekler arasında çapkınlık hiçbir zaman bu çağdaki kadar popüler olmamıştı.
Neden?
Çünkü artık çapkınlık erkeğin erkekliğini yaşadığı son sığınaktır.
EVLİLİK
*Hayat doya doya çapkınlık yapmak için ne kadar kısadır yarabbi; huzurlu bir evlilik için ise ne kadar uzun
*Kadınlar evlenmeden önce hiç tahmin etmediğimiz gibi, evlendikten sonra ise tam tahmin ettiğimiz gibi çıkarlar.
*Evlilik üç türlüdür. Ya iki zaaf evlenir, ya iki çıkar, ya da iki aşk.
Çıkar ve zaaf evlilikleri, çıkarlar ve zaaflar değişmediği müddetçe devam eder. Aşk evlilikleri ise aşklar, çıkarlar ve zaaflara dönüşene kadar.
İHANET OYUNLARI
*Gerçekten sadık olduğumuz yegane anlar delice aşık olduğumuz anlardır. Ondan sonra ise ya sadık görünürüz ya da fırsat bulamayız.
*Sadakat ihanettir.
Nasıl m?
Canım çeker ama yapamam.
Yani?
Yani sana sadık kalırken kendime ihanet ederim.
Yani?
Yani sadakat ihanettir.
KISKANÇLIK
*başka kadınlarla yatacağımdan şüphelenen kadın aslında kendinden şüphelenmektedir.
*Kıskanç bir kadın huzurumuzu bozar ama gururumuzu okşar. Ve bencil bir aşık için gururu huzurundan her zaman daha önemlidir.
*Erkeklerin kıskançlığı biraz daha farklıdır. Erkek ihanet eden kadınını kıskanmaz; öbür herifin talihini, cazibesini, neşesini ve keyfini kıskanır. Erkeklerin kıskançlığı kadınlarına duyduğu güvensizlikle ilgili değil, kendi erkekliklerine duydukları güvensizlikle ilgilidir.
İTİRAFLAR
*İnsan yalanını itiraf ederken bile düzinelerle yalan söylerler. Detaylar yumuşatılır, sahneler değiştirilir, figüranlar gizlenir. Bazı dostlar aklanır. İtirafçılar akıllıdır. Ayrıntıların toplamından ortaya çıkacak manzara, itiraf edilen o alelade gerçekten çok daha katlanılmazdır çünkü. Büyük ve asıl yalan hep ayrıntılarda gizlidir. Ve hiçbir zaman, en içten itiraflarda dahi ortaya çıkmasına izin verilmez. Kimse ama hiç kimse gerçeğin tamamına katlanamaz – içimizdeki en mert ve en cesur olanlarımız dahil
*”çıplak gerçekler müstehcendirler. İşte bu yüzden biraz giydirildikten sonra insan içine çıkarılırlar”
Diyerek fısıldadı geldi şeytan.
Diz çöktü önüme usulca
Ve sildi elinin tersiyle gözyaşlarımı
Okşayıp yanağımı hafifçe
Fısıldadı:
*****ce seven *****ce aldatılır.
Ya mertçe seven?
O enayide mertçe aldatılır.
*Kötü kız olmak ara sıra farkına varılan küçük bir günahtır, İyi kız olmak ise her zaman büyük bir pişmanlık
*Erkekler ve kadınlar affetmek ve unutmak konusunda da biraz farklıdırlar. Erkek çabuk unutur ama asla affetmez. Kadın derhal affeder ama asla unutmaz.
Aslında erkeklerde unutmazlar; sadece hatırlarına getirmezler.
Kısaca: İhanetleri kimse unutmaz. Kimi hatırına getirir. Kimi getirmez. Getirenler mutuz olurlar o kadar.
*İtiraf ederiz. Neden mi?
Çünkü bizde aynı suçu işlemişizdir.
Affederiz. Neden mi?
Çünkü bizde aynı suçu işleyebilirdik.
Unuturuz. Neden mi?
Çünkü bizde aynı suçu işleyeceğiz.
*Hiç düşünmeden yaşamak kolaydır.
Hiç yaşamadan düşünmek de.
Hem düşünmek hem de yaşamak mı?
İşte bu imkansızdır.
*Benim beynim yol geçen hanıdır. Her isteyen, her isteyen kalır, her isteyen gider. Gönlüm ise padişah haremedir. En iyileri, en güzelleri ve en keyiflilerini toplarım ve asla bırakmam.
*Arsızca düşünmek keyifli bir sohbettir. Tutarlı düşünmek ise can sıkıcı bir monolog.
Hayatta önemli olan da keyif ve sohbettir zaten. Doğrular ve gerçekler değil.
*Düşünerek doğru bulunmaz. Bulunmuşsa o muhakkak ama muhakkak yanlıştır. Doğru yanlışların, aykırılıkların, paradoksların arasından sezilir gibi olur. Yani doğru koklanır. İşte bu yüzden tutarsızların burunları beyinlerinden daha kıymetlidir
KİMLİKLENMEK
*Engellenmektir. Sınırlanmaktır. Hapsolmaktır. Her teba kimliklenerek güdülür.
AFORİZMALAR
*Kıvrak cümleler ve söz oyunlarından başka bir şey değildir aforizmalar… Felsefenin mezar taşları, edebiyatın ise yüz karaları.
*Nihilistin kafa karışıklığı
“Her şey hiçtir.”
“Eğer öyleyse hiç de hiç’tir. Bak inanacak bir hiç’in bile kalmadı işte geriye” diye fısıldadı şeytan
*Sinik’in kafa karışıklığı
“her şeyin tersi de doğrudur” dedi sinik
“ ya bu son söylediğinin” diye fısıldadı şeytan
*Aforizmalar;
Hepsi önce doğrudurlar. Üstünde biraz durup düşünürseniz yanlışlaşırlar. Daha çok düşünürseniz tekrar doğrulaşırlar.
Sonra
Sonra tekrar yanlışlaşırlar
Peki nereye kadar gider bu?
Bıkana kadar gider vallahi
TANRILAR ÜZERİNE
*Tanrı yoktur diyen ve bunu savunan adam gerçek bir mümin kadar tanrısıyla beraber yaşamaktadır. Bu yüzden aklı başında bir Tanrı sadece kendine gerçekten inananları ve gerçekten inanmayanları sever.
Tanrı’yı hiç düşünmeyenlerin, ona tamamen kayıtsız kalanların aklında ve gönlünde Tanrı tamamen yok olmuştur. Ateistin dilinde tanrılar olmayabilir ama zihni onlarla doludur. Üstelik tanrı yok demek onun varlığını daha başından kabullenmektir.
*-Hey dostum kim yok dedin?
-Tanrı yok
-Kim yok dedin sen, Kim?
-Tanrı.
-Ha şöyle, yola gel bakalım!
*Sadece Şeytan’ın vesveselerini duyuyorsanız – delisiniz.
Sadece Tanrı’nın ayetlerini duyuyorsanız – peygambersiniz.
Ama her ikisinin sohbetini bir müddet dinliyor, sonra da kalkıp bir reçelli ponçik yiyorsanız, muhtemelen aklı başında bir insansınız…
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Ağustos 2009       Mesaj #153
nünü - avatarı
Ziyaretçi
283452bw9


Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda,
çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum.
Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş,
geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen,
adları bir örnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.
Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım.
Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı...
Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan,
sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana.
Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım.
Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım...
Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım.
Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım.
Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Ağustos 2009       Mesaj #154
nünü - avatarı
Ziyaretçi
283312ns3

Ustalık döneminin doruklarında dolaşan Gabriel Garcia Marquez'in,
gençliğinde, günlük bir gazetenin muhabiriyken tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak yazdığı bu roman,
1994 yılında ilk kez yayımlandığında hem dünyada hem Türkiye'de çok ses getirmişti.
Çok eski bir manastırın yıkıntıları üzerine, beş yıldızlı bir otel yapılacaktır.
Manastırın mahzenindeki mezarlar kazılıp boşaltılırken,
bir mezarda bakır rengi canlı bir saç yığını bulunur.
Bu gür saçlar çekilip çıkarılmakta, ama bir türlü sonu gelmemektedir;
sonunda hâlâ bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıkar.
O harikulade saçlar yirmi iki metre, on bir santim uzunluğundadır.
Gabriel Garcia Marquez, yıllar önce tanık olduğu bu ilginç olaydan yola çıkarak,
çocukluğunda büyükannesinden dinlediği bir köpek ısırması sonucunda kuduzdan ölen küçük bir kızın
masalını birleştirerek olağanüstü güzellikteki bu yeni romanını yazmış.
İnci Kut'un İspanyolca aslından büyük bir özenle Türkçe'ye çevirdiği Aşk ve Öbür Cinler,
bu ünlü yazarın yarattığı büyülü gerçekçiliğe yeni bir örnek.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Ağustos 2009       Mesaj #155
nünü - avatarı
Ziyaretçi
324402lq2

Çok genç yaşta bile gözüpek ve yürekli biri olan George Orwell (1903-1950)

önce döneminin ve ülkesinin toplumsal düzenine karşı çıktı.
Büyük Rus devrimine inandı. Troçki'ye hayrandı.
Ancak, Ispanya içsavaşı sırasında Stalinistlerin Troçkistlere karşı tutumu, umutlarını yıktı.
Bu durum ve yakalandığı hastalık, George Orwell'i Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ün mutlak umutsuzluğuna sürükledi.
Orwell, yapısal olarak karamsar, ya da siyaset tutkunu biri değildi.
İlgi alanlari çok genişti. Daha az acılı bir dönemde yaşasaydı, yaşamaktan mutluluk duyardı.
Ama çağımıza siyaset egemendir. Orwell, yaşadığı sürece gerçeklere bağlı kalmış ve öğrenmekten,
en acı dersleri bile öğrenmekten vazgeçmemiştir. Ama umudunu yitirmiştir.
"Orwell"in çağmızın peygamberi olmasını engelleyen de bu olmuştur.
Dünyanın bugünkü durumunda umutla gerçeği birleştirmek olanaksızdır.
Durum buysa, tüm peygamberler yalancı peygamberlerdir.
Orwell gibi kişiler, bence günümüz dünyasında gerekli olanın yarısını,
ama ancak yarısını ortaya koymuşlardır.
Öteki yarıyı hala aramaktayız".
-Bertrand Russel-
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Ağustos 2009       Mesaj #156
nünü - avatarı
Ziyaretçi
552312ua3


Alnından yüzüne süzülen terlerinle
Kazanırken yoksul yaşamı ellerinle,
Uzun ve yorucu işin varınca sonuna
Yemek vakti çıkıverir Azrail yoluna.
(Yazardan Okura)
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
16 Ağustos 2009       Mesaj #157
nünü - avatarı
Ziyaretçi
19087368th

Kitap Adı :PİRAYE
Orjinal Adı :PİRAYE
Yazarı :CANAN TAN
Türü :ROMAN

Canan Tan, bir ilk romanla okurlarının karşısına çıkıyor: "Piraye".

Genç ve güzel Piraye adını Nazım Hikmet'in eşinden almıştır. Genç kızın babasıdır Piraye ismine tutkun olan; diğer kızı da babanın Nazım Hikmet hayranlığından payını alır: Hatice. Babanın açıklaması ilginçtir ki bu açıklama romanın temalarından birini de oluşturacaktır: "Piraye, Nazım Hikmet'in karısı. Tam adı Hatica Piraye'dir. Nazım Hikmet'in onun için yazdığı şiirler ve mektuplar, edebiyatımızın gerçek yüz aklarıdır."

Piraye'nin babasının bu açıklaması karşısında ilk tepkisi şaşkınlıktır: "(...) Babam elinden kitap düşmeyen, aydın bir insandı. Ama onun, kızlarına bir şairin -hem de yasaklı bir şairin- karısının adını verecek kadar edebiyat tutkunu olduğunu yeni keşfediyordum."
Piraye'nin doğduğu günden bu yana içinde taşıdığı edebiyat ve şiir tohumları hayatının bir bölümünde ilişkilerine de yansıyacaktır.

Roman, genç bir kızın aile, okul, aşk ve evlilik yaşantısına odaklanan ilginç bir biyografi özelliğine sahip; yazar, yarattığı kadın kahramanın yaşantısına bir 'kadın duyarlılığı' ile yaklaşıyor. Romanın ilk sayfalarında idealleri olan genç bir kız olarak tanıştığımız Piraye, sayfalar ilerledikçe ilişkilerin farklı boyutlarını yaşayacak, aşk duygusunun karşılığını kendi hayatına yerleştirmeye çalışacaktır.

"Piraye" romanını bir 'dram' haline getiren ise genç kızın evlilik ve evlilik sonrası
yaşantısı olacaktır; Piraye, üniversite öğreniminin hemen ardından Diyarbakır'a gelin gidecektir.

"Piraye"yi yakın çevrenizde aramayın sakın," diyor Canan Tan. "Hem onun, hem de romandaki diğer karakterlerin hayal ürünü olduklarını belirtmeme, bilmem gerek var mı? Ama uzak şehirdeki şarkının nihavent olduğunu söyleyen Nazım Hikmet ve
"Gözlerin hani?" diye soran Ahmed Arif gerçek."

Roman, yazarın kendi hayatından da belli belirsiz izler taşıyor okuruna.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
25 Ağustos 2009       Mesaj #158
nünü - avatarı
Ziyaretçi
kafir1th

Kitap Adı : KAFİR
Orjinal Adı : Infidel
Yazarı :
AYAAN HIRSI ALİ
Türü :
ANI-ROMAN
Çevirmen :
Mustafa Karabiber

Altın Kitaplar, Avrupa'nın tartışmasız en gözde politik figürlerinden biri olan Ayaan Hirsi Ali'nin "Kafir" isimli kitabını okurla buluşturuyor. Kadın haklarının ateşli savunucusu olan Hirsi Ali, fanatik İslam'ı gözünü kırpmadan eleştirebiliyor.


Son zamanlarda adından en çok söz edilen politik figürlerden biri olan Ayaan Hirsi Ali'nin adı, Theo van Gogh'la birlikte yaptığı "İtaat" adlı filminden sonra Theo'nun fanatik bir Müslüman tarafından öldürülmesiyle uluslararası gazetelerin baş sayfalarında yer aldı.

Ayaan Hirsi Ali, Somali'de kalabalık bir kabilede aşırı Müslüman bir aile içinde büyür. Küçük yaşta sünnet edilişinden zorla evlendirildiği zamanlara dek diktatörler tarafından yönetilen çalkantılı ülkelerde yaşar. Yaşamla tüm bağlantısının koptuğu bir noktada Hollanda'ya kaçıp Siyasal Bilimler diploması alır. Kısa zamanda, Batı'ya sığınmış Müslüman kadınların haklarını savunan, parlamento üyesi olarak İslam dininde reform yapılmasında ısrar eden bir özgürlük savaşçısına dönüşür.

Ayaan Hirsi Ali, Time dergisinde 2005 yılının "En Etkili 100 Kişi" listesinde yer almış, yine aynı yıl Glamour dergisinde "Kahramanlar" listesine girmiştir.

Bütün Dünya dergisinde "Yılın Avrupalıları"ndan biri olarak seçilmiştir. Ayrıca çeşitli kuruluşların ödüllerini kazanmıştır.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
25 Ağustos 2009       Mesaj #159
nünü - avatarı
Ziyaretçi
dumaadasith

Kitap Adı : DUMA ADASI
Orjinal Adı :
Duma
Key
Yazarı : STEPHEN KING
Türü :
ROMAN
Çevirmen :
Esat Ören

Boş sayfada karakalem çizgiden başka bir şey değildi. Ufuk çizgisiydi, belki. Ya da içinden kötülüğün akacağı bir yarıktı...

Kötü talihi Edgar Freemantle'yi inşaat alanında çalışırken yakalar. Üstüne düşen vinç sağ kolunu koparır, konuşma ve düşünme yetisini hasara uğratır. Mutlu evliliği birdenbire sona erer, nekahet dönemi karabasana dönüşür. Edgar kazandan sağ kurtulduğuna pişmandır. "Coğrafi bir değişiklik" yapıp çok uzaklara gitmesini öneren psikiyatr Dr. Kamen, "Neyin onu mutlu ettiğini," sorar. "Resim yapmak," yanıtını alır.

Edgar, Florida sahilinde Duma Adası'nda ev kiralar. Meksika Körfezi'nin muhteşem günbatımı ona resim yapmasını fısıldar. Ve Edgar resim yapmaya başlar.

Edgar münzevi yaşamının duvarlarını yıkar, dostlar edinir. Kendi yaralarından söz etmekten çekinen ve onunla aynı hamurdan yoğrulmuş Wireman ile kökleri Duma Adası'nın derinliklerine uzanan yaşlı Elizabeth ile tanışır. Harikalar yaratan becerisi onun silahı olur.

Elizabeth'in geçmişinden sayfalar açılıp kadının çocukluğundaki hayaletler ortaya çıkınca onarılmaz yıkımlar başlar.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
25 Ağustos 2009       Mesaj #160
nünü - avatarı
Ziyaretçi
turankth

Kitap Adı : METAL FIRTINA 4 - TURAN
Yazarı : ORKUN UÇAR
Türü : ROMAN

Ekip lideri kolunu diğerlerine uzatıp parmaklarını açtı. Yumruk yaptığı anda ateş başlayacaktı. Diğerleri onu gözlüyordu, ama birdenbire liderlerinin kafasının boynundan kayıp yere düştüğünü gördüler, ardından bedeni yana devrildi. Tam önündeki toprak sanki canlanmış ve onu öldürmüştü.

Kızıl Şaman Koray çıplak vücudu kurbanlarının kanıyla boyanmış halde ayakta duruyordu. Elindeki kısa kılıçtan hala kan damlıyordu. Çekik gözlü cansız suratlara baktı. Çin gizli istihbarat servisi GRI'ya bağlı ölüm timiydi bu. Bekliyordu bu saldırıyı. Ama kurdun inine böyle girilemezdi.

Binlerce insan geride iz bırakmayan bir katil tarafından yok ediliyor.

Dünya korku içinde!

Tek umut Gökhan Birdağ liderliğindeki Türk timinde!

Kızıl Şaman Koray ne saklıyor?

Şaman kehanetlerindeki kıyamet "Kalgançı Çak" geldi mi?

Benzer Konular

22 Aralık 2010 / melile Cevaplanmış
7 Mart 2017 / ThinkerBeLL Bilgisayar
9 Kasım 2012 / karayel Edebiyat
17 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap