Arama

Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap) - Sayfa 17

Güncelleme: 3 Aralık 2014 Gösterim: 211.472 Cevap: 232
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
3 Eylül 2009       Mesaj #161
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
nazi ve berber

Sponsorlu Bağlantılar




"HEM KATİL HEM KURBAN OLMAK"

Alman yazar Edgar Hilsenrath'ın Türkçedeki ilk eseri olan Nazi ve Berber haklının değil güçlünün ve güçlü olandan yana tarafını değiştirerek yaşamayı becerebilen Max Schulz'ın hikâyesini anlatır. Karakter merkezli olan bu roman bütün okuma süreci boyunca durmaksızın ezberi bozmaya yönelik çeşitli sorular sordururken savaşın insan hayatı üzerindeki etkisine odaklanır. Max bir Yahudi midir yoksa Alman mı? Max bir kitle katili midir, yoksa kurban mı? Bizimle olmayan bize karşı mıdır? Ve en önemlisi savaş sürerken insanlar masum kalabilir mi? Nedir masumiyet?

Max, Hitler iktidara gelmeden önce doğmuş ve babasının kim olduğunu bilememektedir. Bunun için beş aday vardır. "Babamın kim olduğunu kesin olarak söyleyemem, ama şu beş kişiden biri olmalı… Beş babamın da soy ağaçlarını dikkatle incelettim ve sizi temin ederim ki bu beşinin de âri soyu hiç kuşku götürmeyecek biçimde saptandı…" Max saf bir Alman olduğunu düşünürken hemen karşı komşuları Itzig Finkelstein tam bir Yahudidir. Ancak aralarındaki savaş henüz başlamamış gündelik hayat bütün canlılığı, abartılı halleriyle devam etmektedir. Hiçbir şey birdenbire olmaz onların hayatında. Yahudiler yavaş yavaş düşman bellenir, dükkânları yavaş yavaş yağmalanır ve evlerinden alınıp ölüm kamplarına götürülür. Ama insanlar birdenbire Hitlerci olur. Max da birdenbire kendini yürüyüşlerde, örgütsel konuşmalarda bulur ve bu iktidar ve güç meselesi onun hoşuna gider. Dayak yiyen dayak atmalıdır artık. Savaş başladığında ise Itzig bir süre sonra ortalıktan kaybolur, babalarından sürekli dayak yiyen Max ise Alman ordusuna katılır.

İşte tam da bu zamandan sonra Max'ın hikâyesi de başlar. Yahudi soykırımına katılır. Yirmi binden fazla kişinin ölümünü bizzat gerçekleştirir. Küçük bir balıkken büyük balığa doğru evrilir. Küçükken babasından dayak yiyen, üvey babasının tecavüzüne uğrayan bu çocuk artık dayak atabilmekte bununla yetinmeyip ölüm kararları vermektedir. Ancak bir süre sonra devran değiştiğinde ve Hitler milyonlarca insanı öldürüp yenilgiye doğru evrildiğinde Max bunu hassas burnuyla sezer ve hemen saf değiştirir. Çünkü Max bir idealist olduğunu düşünmektedir. Ve yaşamak için taraf değiştirmelidir. "‘Max Schulz! Senin için ikinci bir hayat varsa o zaman Yahudi olarak yaşamalısın' diyorum. Ve nihayet… Biz savaşı kaybettik. Ama Yahudiler onu kazandı. Ve ben Max Schulz her zaman bir idealisttim. Ama özel bir idealist, rüzgârın estiği yöne göre kılık değiştiren bir idealist." Çünkü Max bütün hayatı boyunca şunu anlamıştır.

Eğer vicdan diye bir sorunun yoksa, ya da kirli bir vicdana sahip olduğunu kabullenmişsen, kazananların yanında yaşamak kaybedenlerin yanında yaşamaktan daha kolaydır. Nitekim Max'ın öyle bir sorunu hiçbir zaman olmaz. Bu onun ilk değişimidir. Max bundan sonra hemen sünnet olur, en acımasız toplama kampı olan Auschwitz'in ismini ve numarasını gövdesine kazır, bir Yahudi gibi yaşamaya başlar. Savaşta Yahudi ölülerinden topladığı altın dişlerle de yepyeni bir hayat kurar kendine. Ve çocukluk arkadaşı olan, soykırım başladığında da ölüme yolcu edilen Itzig'in kimliğine bürünür. Çünkü onun bütün hayatını bilmektedir. Sorgulamalardan kolaylıkla sıyrılır. Ölümüne yakın kalp nakli gerektiğinde bile bir Arap'ın kalbini taşımayı kabul etmez. Diretmesi sayesinde bir hahamın kalbini taşır…
Savaş İnsanlarının Psikolojisi
Max hem bir Yahudi hem de bir Alman'dır. Bu onun için bir çelişki ya da savaş nedeni değil tam tamına bir var olma, yaşamını sürdürme nedenidir. Zaman zaman biri ya da öteki olmaktadır. Denge hangisini istiyorsa hemen o olur. Max aynı eylemin iki failini bedeninde barındırır. Hem katildir hem de kurban! Çaldığı altın dişleri satarak zengin olur ve karaborsacılık yapar. Bir kontesle tanışır ve birlikçe çalışırlar. Bu sayede iyi kitaplar
okur, iyi bir hayat sürer ve güzel kadınlarla birlikte olur. Her şeyin iyisini almanın onun hakkı olduğunu düşünür.

Edgar Hilsenrath, Max'ın ve Itzig'in hikâyesini anlatırken çoktan beri artık büyük bir klişeye dönüşmüş, büyük bir gerçekliği anlattığının farkındadır ama bunu var olan büyük klişeyi kırarak, farklı bakış açıları sunarak, olağanüstü canlı ve bir o kadar da gerçek yapılar kurarak, katille de maktulle de empatiyi aynı oranda yüksek tutup içerden bakmayı becererek, dilin büyüsüne yaslanarak ortaya yepyeni, eşsiz bir hikâye çıkarmayı başarır.

Anlatılan aslında sadece Max ya da Itzig'in hikâyesi değildir. Roman bittiğinde aynı zamanda bütün bir coğrafyanın insanlarının psikolojileri, savaşın yıktığı ve bazı şeyleri yapmaya mecbur bıraktığı hayatları, toplumsal yapı ve gelenekleri de aynı oranda anlaşılmış olur. Evrensel bir roman yaratan yazar, savaşın yaşandığı, vicdanın uzaklaştığı coğrafyalarda da aynı dertlerin farklı şekillerde tezahür edebileceğini gösteriyor bize. Bunun için uzağa gitmeye gerek yok. Bakınız Türkiye…
Metafor Olarak Berber
Karakter merkezli olan Nazi ve Berber, aslında bir kara komedi. Büyük bir trajediyi anlatırken yazar, onu trajik anlatmayı seçmez. Eğer öyle anlatmayı seçseydi roman kesinlikle bu kadar etkileyici olmayacaktı. Seçtiği üslup romanı vazgeçilmez kılıyor. Yazar, bize vahşi ve acımasız bir hikâye anlatırken olabildiğince sakin ve soğukkanlı davranıyor. Anlatılanı şiirsel bir dengeye oturtuyor. Öyle ki bazı yerlerde bu soğukkanlılık insanı dehşete düşürüyor. Bazı yerlerde anlatılan ciddi hikâye bir parodiye dönüşebiliyor. Bunun en önemli örneği kuşkusuz kitabın sonlarına doğru beliren mahkeme bölümüdür. Diyalogların ağırlıkta olduğu mahkeme tam bir absürd metindir. Almanya'nın büyük yazarlarından Heinrich Böll'ün tespiti bu anlamda yerinde ve doğrudur. "Bu titiz ve cesur girişim; yazarın büyüklüğünü, yer yer vahşice fışkıran ama isabetli, yalın ve aynı zamanda sakin bir şiirsellik taşıyan dilini gözler önüne seriyor."

Yazarın karaktere berberlik mesleğini seçmesi de oldukça yerindedir. Çünkü insan kafasıyla uğraşan bu meslek metaforik anlamda insan kafasını şekillendiren de meslektir. İnsan ellerine teslim edilmiş bir kafayla neler yapılabilir? İşte bu sorunun cevabını bütün roman boyunca alıyoruz. Kafa bir berber koltuğunda şekillendirilebilir, güzelleştirilebilir, hoşa giden bir hale getirilebilir ya da parça parça edilebilir. Max Alman SS subayı iken de, Yahudiyken de, karaborsacıyken de ve ölmeye yakınken de hep bir berber salonu açmak ister. Babaları berberdi çünkü. Bu dileğini gerçekleştirmez. Ama gündelik yaşamında berberin metaforik anlamını her zaman pratiğe geçirir.

Nazi ve Berber, Almanya'da başlayıp Polonya topraklarından, İsrail ve Filistin topraklarına kadar süren uzun maceraları ve insanlık trajedisini görkemli bir şiirsellikle Max'ın karakteri ekseninde bütün bir Alman ve Yahudi toplumunun trajedisini anlatır.



Nazi ve Berber
Edgar Hilsenrath
Çeviren: Sezer Duru
İthaki Yayınları, 2007, 434 sayfa, 19.5 Ytl

* Radikal Kitap, 30/11/2007
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Eylül 2009       Mesaj #162
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Edgar Hilsenrath, Max'ın ve Itzig'in hikâyesini anlatırken çoktan beri artık büyük bir klişeye dönüşmüş, büyük bir gerçekliği anlattığının farkındadır ama bunu var olan büyük klişeyi kırarak, farklı bakış açıları sunarak, olağanüstü canlı ve bir o kadar da gerçek yapılar kurarak, katille de maktulle de empatiyi aynı oranda yüksek tutup içerden bakmayı becererek, dilin büyüsüne yaslanarak ortaya yepyeni, eşsiz bir hikâye çıkarmayı başarır.
Sponsorlu Bağlantılar
hasat63 - avatarı
hasat63
Ziyaretçi
15 Eylül 2009       Mesaj #163
hasat63 - avatarı
Ziyaretçi
tşkkkkk
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
15 Eylül 2009       Mesaj #164
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
97553914600tj



Yayınevi :
Ayrıntı

BAsım Yılı : 1997

Sayfa Sayısı : 342

Çevirmen : Aysun Babacan

Zen ve Motosikler Bakın Sanatı, Lila, Azizler ve Alimler ve Cuma'yı sevenler için yeni bir düşünce romanı sunuyoruz: Nietzsche Ağladığında. Yine yoğun ve sürükleyici. Edebiyatla da düşünülebildiğini gösteren müthiş bir örnek...

SAHNE

Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyana'sı. Entellektüel ortamlar. Hav soğuk.



AKTÖRLER

Nietzsche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrıyı öldürmüş. "Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır," diyor. Daha sonra "kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?" diyecek. Ümitsiz.

Breur: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizliklerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca "ama" pozisyonunda yaşamış biri.

Freud: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul.

Salome: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor. Bazan aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var.

KONU

Ümitsizlik.

Bir gün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salome, nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. "Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin," der. Breuer Salome'yi tekrar görebilmek umuduyla "peki" der.

Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar...

Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere
..
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
15 Eylül 2009       Mesaj #165
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
delov


Deliliğe Övgü
Desiderius Erasmus
Kabalcı Yayınevi
Nisan 2009, 344 Sayfa



Erasmus (1469-1536) Rönesans hümanizminin en büyük temsilcilerindendir. İlk olarak 1511'de yayımlanan Deliliğe Övgü, güncelliğini zamanımıza değin koruyabilmiş başyapıtıdır.
Erasmus dostu Thomas More'u eğlendirmek için bir yolculuk sırasında bir haftada yazdığını söylediği Deliliğe Övgü'de şu soruyu sorar: İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve salt özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir? Gülmece bu çerçevede gelişir ve söz kendisini övmesi için deliliğe bırakılır. Delilik, yaratıcısının savunduğu her şeyi eleştirerek gençliği, hayattan zevk ve neşe almayı, baş döndüren cinselliği över. Çocuklukta, yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve evlilikte, savaşta ve barışta, kendisinin insanlara nasıl egemen olduğunu ve onları nasıl mutlu kıldığını gösterir...
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
24 Eylül 2009       Mesaj #166
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
224321yanilmisimtanrivarmisk

Konu: Felsefe-Din
Barkod: 9789759961717
Çeviren: Zeynep Ertan Hasan Kaya
Sayfa: 240
Ebat: 13,5x21 cm
Baskı Yeri: İstanbul
Profil Yayınevi

Dünyanın en ünlü ateisti fikrini nasıl değiştirdi?
Cesaret ve yürek işi. Flew`in fikirleri sizi çarpacak ve neye uğradığınızı şaşıracaksınız.
Francis Collins
"Çok az dinî hikâye bu tür bir etki yaratır. Bu şaşırtıcı kitap, Tony`;nin geçirdiği değişimin nedenlerini belgeliyor... ve bu kitabın zevkle okunmasını sağlıyor."
Gary Habermas, Liberty Üniversitesi, Felsefe ve Teoloji Bölümü, Seçkin Araştırma Profesörü ve Kürsü Başkanı
Son yıllarda Batı`da Tanrı, ateizm, inanç, din kavramları etraflıca tartışılıyor. Richard Dawkins`in ünlü Tanrı Yanılgısı kitabından sonra bu tartışmalar daha da alevlendi. Tanrı vardır diyenlerle yoktur diyenler doğa, bilim ve tarihteki çeşitli olayları değerlendirerek görüşlerini ispatlamaya çalışıyorlar.
Son dönemde tüm dünyada en ses getiren çalışma ise Antony Flew`in Yanılmışım Tanrı Varmış kitabı oldu. Antony Flew hayatının büyük bir bölümünde ateizmin bilinen felsefi savunucularının en önemlisiydi. Ama ateizm fikrinden cayan Flew artık Tanrı`nın varlığına inandığını ve Tanrı yoktur demenin hiçbir anlamı olmadığını ileri sürüyor.
Yanılmışım Tanrı Varmış çalışma hayatının büyük bir bölümünde ateşli bir ateist olan ünlü bir filozofun evrenin zekice tasarımına ve dolayısıyla Tanrı`nın varlığına inanmaya başlamasının ilgi çekici ve okunmaya değer bir hikâyesi.
isyanbullu - avatarı
isyanbullu
Ziyaretçi
28 Eylül 2009       Mesaj #167
isyanbullu - avatarı
Ziyaretçi
indirmek istiyorum nerden indiricem
sebat34 - avatarı
sebat34
Ziyaretçi
5 Ekim 2009       Mesaj #168
sebat34 - avatarı
Ziyaretçi
teşekkür
canan ö - avatarı
canan ö
Ziyaretçi
9 Ekim 2009       Mesaj #169
canan ö - avatarı
Ziyaretçi
Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı, Şizofren Aşka Mektup, Kırk Yılda Bir Gibisin, Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak, Hayallerini Yak Evi Isıt, İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme, Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk, Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni, Annelik Oyunu Bitti, Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların, Bana Türkçe Bir Ekmek Ver, Yok Karşılığı Yüzünün (cezmi ersöz).

Vatan Türküsü: İstiklal Marşı, Tarihi ve Anlamı, Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV Sakarya Savaşı'ndan Lozan'ın Açılışına (23 Ağustos 1921-20 Kasım 1922), Kurtuluş Savaşı Günlüğü I (Açıklamalı Kronoloji) Mondrostan Erzurum Kongresine, Kurtuluş Savaşı Kadınları, Benim hapishanelerim, Çerkez Ethem'in İhaneti, Kurtuluş Savaşı Gençliği, Kurtuluş Savaşı Günlüğü 1, Kurtuluş Savaşı Günlüğü III TBMM'den Sakarya Savaşı'na (23 Nisan 1920-22 Ağustos 1921), Kurtuluş Savaşı Günlüğü. Erzurum Kongresi'nden TBMM'ye (23 Temmuz 1919 - 22 Nisan 1920), Kurtuluş Savaşımız'da Türk - Afgan İlişkileri, Kurtuluş Savaşı'nda İkili İktidar. (zeki sarıhan).

ARTIK ÇOK GEÇ.
( Murat KEÇECİ).
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
7 Kasım 2009       Mesaj #170
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Bir Çiçek Bin Sevgi

Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap)

Öykünün kahramanları güzelliği ile prens Albert’in kalbini çalıp onunla evlenen, son derece ihtiraslı, genç ve yakışıklı erkeklere zaafı olan Aline Longston ve onun avlarından biri olan, bütün kadınların hayran olduğu Dük Tynemount‘tur.

Kontes Aline Longston, Buckıngham Sarayı’nda yapılan bir baloda Dük Tynemount ile karşılaşır. Dük ilk bakışta kontese karşılık vermemeye çalışırsada Contusion güzelliği karşısında isteklerine boyun eğerek, Kontesle tutkulu bir aşk yaşamaya başlar.

Kontes’in kocası Prens Albert, durumdan şüphelenmiş gibi olduğunda, Kontes onu öyle iyi idare eder ki, Prens böylesine mükemmel bir kadınla beraber olduğu için içi huzur dolar ve kendini çok şanslı görür.

Ancak Contusion’un bu sefer ki aşkı hiçbirine benzemez, Dük Tynemount’an ayrılamaz ve onunla sürekli görüşmek ister. Bu arada Kraliçe Dük Tynemount’u çirkin yeğeni Prenses Sophie ile evlendirme planı kurmaktadır. Kraliçe’nin bir emrini yerine getirmemek büyük bir saygısızlıktır ve böyle bir emrin Dük Tynemount’a yöneltilmesi karşısında Dük’ün yapacak bir şeyi kalmayacaktır.

Bunu öğrenen Kontes, Dük’ten mahrum kalmamak için onu Kocası Prens Albert’in yeğeni,ailesini kaybetmiş olan kocasının baktığı Honora ile evlendirmeye karar verir ve fikrini Dük’e kabul ettirir.

Honora çok güzel ve çok zeki bir genç kızdır. Kontes onu uzun yıllar görmemiştir. Honora’yı görünce kıskanır ve Dük’le evlenmesi gerektiğini aksi halde rahibe okuluna gönderileceğini söyler. Honora çaresiz kabul eder.

Böylece Dük‘le, Honara birbirlerini sevmeden evlenirler. Ancak contusion hesapları tutmaz. Çünkü Dük, Honora‘yı tanıdıkça aralarında bir aşk başlar.

Dük’ün hayatında ilk defa böyle masum, güzel yaşam dolu, iyilik meleği gibi bir kızla beraber olmuştur. Honora’dan sonra yaşamı renklenmiştir ve daha önce hiç yaşamamış olduğu duyguları yaşamıştır.

Kontes bu sefer ağır bir yenilgi almıştır. Dük aradığı gerçek aşkı bulmuştur.

Benzer Konular

22 Aralık 2010 / melile Cevaplanmış
7 Mart 2017 / ThinkerBeLL Bilgisayar
9 Kasım 2012 / karayel Edebiyat
17 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap