TÜRK ALEVİLİĞİ
ANADOLU ALEVİLİĞİNİN KÜLTÜREL KÖKENİ
YAZAR: RIZA ZELYUT
KLASİK ALEVİLİK NEDİR?
Alevilik, genel anlamda; İslam dünyasında Hazreti Ali'nin tarafını tutan insanların dünya görüşüdür. Alevi sözü, başlangıçta
"Ali soyundan olanlar" anlamına gelirken, zamanla Ali yandaşı anlamını kazanmıştır. Ali yandaşı Arapça "Şiat-u Ali" demektir.
Bu terim Hazreti Ali ve İmam Hüseyin yandaşları için daha o dönemlerde kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla "Şia" terimi yerleşmiştir.
İlahiyatta Alevi ise, Hz. Ali'nin imametini nas ile (Kur'an'a dayalı zorunlulukla) ve tayinle (peygamberin işareti ile) kabul eden insandır. Türkiye'de Ali yandaşları kendilerini "Şii" olarak değil, "Alevi" olarak anlatırlar.
Bugünkü anlamıyla örgütlü Şia, silahlı bir güç olarak 683 yılında Tevvebin Hareketi (Kerbela İntikamcıları) olarak ortaya çıkmıştır. Bunun çekirdeğini de Hz. Ali çevresinde birleşen sahabeler oluşturmuştur.
Aleviliğin tanımından da anlaşılacağı gibi, bu kavramın ortaya çıkması Hz. Ali dönemine değin uzanır. Alevilik, genel anlamda, İslamiyet içinde ortaya çıkan bir "yan tutma" olayıdır.
İslamiyet'in kuruluş mücadelesi Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında bir egemenlik savaşı gibi yürütüldü. İslam tarihinin sonraki dönemlerinde de sürecek olan bu mücadele, iki akraba kabilenin kanlı savaşı haline geldi. Bu kavganın başlıca kişileri, aslında akrabadırlar. Haşim-oğullarının (Haşimiler) advericisi Haşim ile Ümeyyeoğullarının (Emeviler) atası Abduşems kardeştirler. Bunların babası Abdümenaf, dedeleri ise Kâbe’yi yeniden yaptıran Kusay'dır. Peygamberin babası Abdullah, Abdülmuttalib'in oğludur, o ise Haşim'in oğludur. Aynı biçimde Hazreti Ali, Ebu Talibin oğludur; Ebu Talib ise Abdülmuttalib'in oğludur.
Karşı kanadı oluşturan Ebu Süfyan, Muaviye'nin babasıdır. Ebu Süfyan, Harb'in oğludur; Harb ise kabileye ad veren Ümeyye'nin oğludur. Ümeyye'nin babası ise Abduşems olup Haşim ile kardeştir.
Haşimilere karşı mücadele eden isimlerden Osman da Ümeyyeoğulları'ndandır ve soyu şöyledir: Osman, Affan, Ebül Asi, Ümeyye... Bir başka kol olan Mervan ailesinin soyu da Ümeyye'ye çıkar ve şöyledir: Mervan, Hakem, Ebül Asi, Ümeyye... Yani, Hazreti Ali karşısındaki temel gücü oluşturan Muaviye, Osman ve Mervan yakın akrabadırlar.
İslamiyet, siyasal (yönetsel) ve ekonomik mücadelenin yeni bir biçimi olarak Mekke'ye ve Medine'ye damgasını vurmuştur. Bu mücadele peygamberin Hakka yürümesinden sonra da sert biçimde sürdürülmüştür. İşte Alevilik, Arabistan'da önce Peygamber ailesinin başlattığı mücadeleyi sürdürmek biçiminde, İslam'ı savunma ilkesi altında başlatılmıştır.
1- Alevilik İslamiyet'in içindedir.
2- Hz. Muhammet, İslamiyet'in kurucusu olarak Alevilikte de temeldir.
3- Bazılarının göstermek istediği gibi Alevilikten İslamiyet ve Hz. Muhammet dışlanamaz. Fakat İslam ve Muhammet kavramlarının yorumu Sünnilikten çok farklıdır. Sünnilikte zahir (dış/ şekil) önde iken Alevilikte batın (iç/öz) öndedir.
Hz. Ali, başlangıçtan beri Arap egemen kesimine karşı Muhammet'in militanlığını yapmış, İslamiyet uğruna canını pek çok kez tehlikeye atmıştı. İmam Ali, Hz. Muhammet ve yeni din için Arap ileri gelenlerinden birçoğunu da savaşlar sırasında öldürmüş, pek çok boyun düşmanlığını kazanmıştı. Bu düşman boyların içinde en önemlisi de, Mekke ticaretinin önemli bir bölümünü denetleyen Emevi ailesiydi.
Ali'nin düşünce yapısı, kişisel tavırları, aile yaşantısı yoksul kesimden yanaydı. Eşitliğe son derece önem veriyordu. Egemen kesime karşı tavır alan halk kesimi, kendilerine lider olarak Hz. Ali'yi görüyorlardı. Hz. Ali'nin peygamberin en yakını olması, aralarında maddi olduğu kadar manevi yakınlık da bulunması, Hz. Ali'nin yoksul kesimin lideri olarak seçilmesinde bir başka etken oluyordu.
Hz. Ali'nin İslamiyet'in yayılması, yerleştirilmesi için başlangıçtan beri savaşım veren kesimler tarafından manevi ve dünyevi lider olarak tercih edilmesi, bilinçli olarak yapılan bir seçimin sonucudur.
Açık biçimde vurgulamak gerekiyor ki, Alevilik (Ali yandaşlığı) başlangıçta şu veya bu biçimde ibadet etmek; şu veya bu biçimde inanmak olarak değil, sosyal ve siyasi tavır olarak ortaya çıktı. Bu siyasi tavrın altında eşitçe "yaşama isteği" yatıyordu.
Kabaca 1400 sene öncesinin koşullarında, insanlar, siyasal tavırlarını bazı dinsel kalıpların içine sokarak ortaya vuruyorlardı. Bu nedenle, Alevilik, siyasal bir tavır alış olmasına karşılık, bu tutumunu, dinsel ideolojiyle örerek dışa vurdu. Bugünkü açık siyasal anlayışın yerine, dinsel giysili ideoloji ile tavır takınan Aleviler, yüzyıllar boyunca bu ideolojilerini geliştirdiler.
Alevilik ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, dönemden döneme gelişerek, değişerek, yeni biçimler alarak İslamiyet'in gittiği bütün ülkelere yayıldı.
Anadolu Aleviliği diye tanımlanan Alevilik de kültürel ve coğrafi açıdan özelleşerek, İslam içinde kendine özgü bir inanç ve yaşama biçimi olarak yüzyılları kapsayan bir süreçte şekillendi.
Aslında, başlangıçta Alevilik ile Sünnilik arasında inanç ayrılığından daha fazla siyasal tavır ayrılığı vardır. Siyasal mücadele kızıştıkça, inanca ilişkin ayrılıklar da derinleşmiştir.
ALEVİ SOZCUGUNUN ETİMOLOJİSİ
Alevi sözcüğünün kökeni, Arapçadır. Aslı "Ali"dir.
Ali; yüce, ulu anlamına gelen bir sözcüktür ve tarihte Hazret-i Ali'nin kimliği ile özdeşleşmiş bir isimdir.
Alevi kelimesi, Ali sözcüğüne, mensubiyet-aitlik-özdeşlik anlamı katan "-i" son ekinin eklenmesi ile oluşmuştur ve dilbilgisinde türemiş sözcükler grubundandır.
Ali, sözcüğüne yandaşlık, aitlik anlatan "-i" eki ulanırken araya "-v-" kaynaştırma sesi girer ve sözcük "Alevi" halini alır.
Alevi sözcüğünün bu etimolojisini bilmeyenlerle Alevi kavramını çarpıtmak isteyenler, "Alevi"yi, "Alev" sözcüğüne bağlamak yanlışlığına düşmüşlerdir. Böylece de Alevi sözcüğüne, "Aleve/ ateşe tapanlar" anlamım vermeye çabalamışlardır.
Bu oyuna başvuran iki kesim olmuştur. Birincileri, geçmişte Alevi düşmanlığını devam ettiren Sünni kesimden bazı yazarlar, sözde bilim adamlarıdır. Ne yazık ki sözlüklere, ansiklopedilere bile bu yakıştırma girmiştir.
Diğeri ise Aleviliğin Zerdüştlükten çıktığını iddia eden Kürt kökenli, bazı angaje yazarlardır. Aleviliğin Kürt kültürünün ürünü olduğunu ileri süren bazıları, tarihi gerçekleri güncel siyasal amaçlar uğruna değiştirmeye çabalamışlardır.
Aleviliği Kürtlere bağlamaya çalışanlar, giderek onun Hazreti Ali ile bile ilgisinin olmadığını iddia etmeye başladılar. Bu anlayışa bir başka kanattan da destek gelmektedir. Bunlar, Türkiye'de, Aleviliğin Hazret-i Ali ile ve sonuçta da İslamiyet'le ilgisi olmadığını iddia edecek kadar politikleşmiş tiplerdir.
"Alevi" sözcüğü, tarih içinde daha çok "Ali evladından olanlar"ı yani "Seyyidler"i anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin, Emevi yönetimine isyan eden Küreliler için İbn Hallikan, Alevi diyor (İbn Kesir, c.10, s.63)
Harun Reşit, 782 yılında Ali soyundan gelen (Talibi) İbrahim-oğlu Hasan'ı öldürtmek isterken Vezir Yakub'a, "Şurada bir Alevi var, onun hakkından gel!" diyor. (İbn Kesir, c.10, s.248)
833'te ölen Halife Memun, vasiyetinde, kardeşi Mutasım'a, "Alevilere iyi davran, iyilik yapanların iyiliğini kabul et, kötülük yapanları bağışla ve onlara maaş ver." demişti (İbn Kesir, c.10, s. 473)
9. yüzyılda Mazanderan'da Aleviler bulunduğu vurgulanırken, bunların Alevi vatandaşlar değil, Hazreti Ali soyundan gelenler olduğu anlaşılmakta idi. Eski tarih kaynaklarında bu sözcük genelde yukarıdaki anlamda kullanılıyordu.
Bu sözcük zaman içinde hem Ali evladından olanları hem de onlara bağlı kitleleri anlatmaya başladı.
Anadolu'daki Alevi kitleler için resmi Osmanlı kaynaklarında Alevi nitelemesi kullanılmıyordu. Çünkü Alevi sözü, Ali'ye bağlı, onun yolunda giden anlamına geliyor, bu da onlara dinsel bir saygıyı zorunlu kılıyordu. Osmanlı Sünni yönetimi Alevi kitlenin ideolojik desteğini kırmak için Alevi nitelemesini kullanmadılar; bunun yerine genellikle "Kızılbaş" terimi ile yetindiler. Hâlbuki Alevilerin temsilcileri Alevi sıfatını 16. yüzyılda açık açık kullanıyorlardı. Örneğin Sivas'ta 1550'ler dolayında asılan Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şöyle diyor: "Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş/ Hüseyniyem Aleviyem ne dersin"
Şah İsmail'in askerlerinin 12 dilimli kızıl renkli külah takmaları yüzünden, Osmanlı, "Kızılbaş" sözcüğünü bunlar için kullanıyordu. Anadolu'daki Aleviler de Şah İsmail'e sevgi duydukları için "Kızılbaş" sözcüğü Osmanlı yönetimince hakaret/kötüleme için kullanılmaya başlanmıştı. Pir Sultan Abdal, bu kötülemelere karşı Alevi kitlenin tepkisini böyle ortaya koymaktadır.
Pir Sultan Abdal'dan bir yüzyıl sonra, Alevilerin Yedi Ulular diye andığı ozan kümesinde olan Kul Himmet, açık açık Alevi kimliğini dile getirir:
"Cümle bir mürşide demişler beli(evet)/ Teşbihleri (duaları) Allah-Muhammed-Alil Meşrebi Hüseyni ismi Alevi/ Muhammet Ali'ye çıkar yolları."
16. yüzyılın sonlarında yaşadığı sanılan Derviş Mehmet yine Kızılbaşlığı açıkça savunan ozanlardandır: "Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş/ Bahçede açılan gül de kırmızı/ İncinme ey gönül ne derse desin/ Kur 'an 'ı dere eden dil de kırmızı"
Caferilik
Yazılı kaynaklara göre; Alevi kitle, Sünni çoğunluk karşısında kendisini, Caferi olarak adlandırmıştır. Bu Caferilik, günümüzdeki İran Şiası doğrultusunda kurgulanmış olan Caferilik ile ilintili değildir. Ortak yanlar sadece Ehlibeyt sevgisi ve saygısıdır. Aleviler, Sünni kesimin kendilerini geçmişteki bazı din bilginlerine bağlı olarak "Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbelî" olarak adlandırdıklarını görünce, onlar da kendilerine imam olarak İmam Cafer-i Sadık'ı temel almışlardır.
İmam Cafer-i Sadık, 765'de Hakk'a yürüyen büyük bir düşünürdür. O, Hanefi mezhebinin kurucusu sayılan Ebu Azam'a da hocalık yapmıştır. İşte onun adı, Alevilere mezhep kurucusu adı olmuştur. Caferilik, de sonuçta Ehlibeyt'e bağlanan sembolik bir isim olmuştur.
Bir Alevi, mezhep açısından kendisini anlatmak isterse, "Caferiyim!" diyebilir. Yakın zamanlara kadar köylerdeki Aleviler, Sünnilere karşı kendilerini böyle anlatıyorlardı.
Alevi-Sünni Evliliği
Günümüzde tartışılan konulardan birisi de Alevi ile Sünni'nin evlenip evlenemeyeceğidir.
Bu konudaki olumsuz önyargı, diğerleri gibi geçmişte oluşmuştur. Osmanlı Devleti'nin iki halk kesimini birbirine düşürmek için devlet kanalıyla uydurduğu yalan, Türk toplumunun sosyal hayatına büyük darbe vurmuştur. Devletin oyununa gelen Sünniler Alevileri dinsiz, ahlaksız görmeye başladılar ve onlardan uzaklaştılar. Aleviler de onlara "Yezid" dedi ve horladı. Böylece kız alıp verme bitti.
Aleviler, kızlarını Sünnilere verirlerse Alevi olduklarının anlaşılacağını biliyorlardı. Bu yüzden Alevi-Sünni evliliğini de mezhebe aykırı gibi görmeye başladılar. Evliliği engelleyen siyasal nedenler böylece dinselleşti.
Cumhuriyet kurulup eğitim yaygınlaştıktan sonra Aleviler, Sünnilerden kız almaya başladılar. Bu konuda Alevi kesimin duyduğu hiçbir rahatsızlık yoktur.
Gel gör ki Aleviler, Sünni aileye kız vermek niyetinde değiller. Bu tür evlilikler az ve ailelerin isteği dışında olan evlilikler.
Günümüzde bu evliliklerin yaygınlaşmasının önünde bazı engeller var:
Birincisi, Sünni kesimde, Aleviler için varolan olumsuz önyargı. Bir Alevi kızının Alevileri dinsiz, ahlaksız, pis sayan Sünni aileye gelin gitmesi, orada zamanla ciddi bir sorun yaşanacağını gösterir. Bu konuda yaşanan gözlemler; ne yazık ki hiç de olumlu değil. Özellikle 2002 yılından sonra Türkiye'de şiddetlenen Sünni muhafazakârlaşma; Alevi kızlarının Sünni aileler içinde yaşama alanını daha da daraltmıştır.
İkincisi, kız alacak ailenin düşünce ve demokrasi anlayışı... Alevi kızları, nispeten daha özgür bir ortamda yetişmektedir. Bu kızların gittikleri evlerde baskı altına alınması da ortaya problemler çıkartır. Alevi kızı alacak ailenin, öncelikle Alevi gerçeğini kabul etmesi ve önyargılarından kurtulması gerekiyor. Kısacası, sosyal ve kültürel ortam uygun olursa bu tür evlilikler olabilir.
Anlaşılacağı gibi, günümüzde Alevi-Sünni evliliğinin önündeki sorun dinsel değildir, psikolojik, sosyolojik ve demokratik bir sorundur. Bu sorun da toplumun eğitilmesi ve demokratik eğitimin yaygınlaştırılması ile aşılabilir.
Siyasal Farklılaşma
Aleviler, tek parti döneminde umduklarını bulamayınca 1950'lerde Demokrat Parti'ye yüklendiler ama bu partinin Sünniliğe sıkı vurgu yapması üzerine Cumhuriyet Halk Partisi'ne ve 1960'lardan itibaren de sola yöneldiler. Sol, Türkiye'de halkla ilişki kurmada Alevi edebiyatını ve yaşayan halk ozanlarını kullandı.
Alevilerin geleneksel muhalefet tavırları ve tepkicilikleri, solun hedefi ile uyuşum içinde görünüyordu. Bu yüzden, dinsel yönü gizlenmiş, siyasal yönü öne çıkartılmış bir Alevilik anlayışı filizlenmeye başlandı. 1960'ların ortasından başlamak üzere Türkiye solu, Aleviliğin kavramlarını ve terimlerini, bir cemaate özgü olmaktan çıkartıp genelleştiriyor, ulusallaştırıyordu. Sınıflaşmanın anlatımına ve propagandasının yapılmasına buradan ciddi göndermeler yapılıyordu.
Devlet bu durum karşısında, geçmişte din sapkını saydığı Alevileri bundan sonra düzen sapkını olarak görmeye başladı ve Türkiye için tehlikeli üç K'dan biri ilan etti (Komünizm, Kürtçülük, Kızılbaşlık). Bu dışlama, Alevileri kullanmak isteyenleri haklı çıkardı ve modern dönemlerin muhalefetiyle Alevilik birleştirilmek istendi. İşçi sınıfı ile Alevilik bir görülmeye başlandı. Bu süreçte; din karşıtlığı da kimi zaman Alevilik üzerinden tanımlanmaya çalışıldı. Geleneksel Alevilik; Alevi olduğunu söyleyen kimilerince, gericilik olarak gösterildi.
ALEVİLERDE SAYILAR, RENKLER VE KOKULAR
BİR: Yaratıcı, yaşatıcı olan Allah'tır, tektir. Vahdetin (birlik) sembolüdür. "Söz bir, Allah bir, yol bir" denir. ÜÇ: a) Üçlemedeki Allah, Muhammet, Ali.
b) Bektaşi terbiyesindeki, "eline, diline, beline" formülü.
c) Mürit-Rehber-Mürşit: (İstekli, yol gösterici, aydınlatıcı.) DÖRT: a) Dört kapı: Şeriat-tarikat-marifet-hakikat. b)Dört unsur: Toprak-Su-Ateş-Hava.
c) Dört melek, Dört Resul, Dört Kitap...
BEŞ: Pençe-i Al-i aba: Ehlibeyt... Bir elin beş parmağı. Bu, Arap yazısıyla Allah biçimindedir. (Aslı, Pençi Al-i aba’dır.)
YEDİ: a) İmam Ali'de bulunan üstün özelliklerin sayısı. Hz. Muhammet, Hz. Ali'ye, "Ya Ali! Sende bulunan yedi sıfat, başkasında bulunamaz. Kimse sana ahrette, 'Bizde de bu sıfat vardı' diyemez." buyurmuştur.
b) Gaip erenlerden en önemli 7 kişi.
c) Gökkuşağı. Fatma Ana kuşağı diye anılır, yedi renkli. SEKİZ: Cennet'in sekiz kapısı vardır, sekiz derece üzerindedir,
sekiz adı vardır.
ON İKİ: Bu sayıya altın zincir de denilir. a)Yolun altın zinciri olan On İki İmam'ı gösterir.
b) Alevi tacı (külahı) On İki terklidir (dilimli). Tacın tepesinde hakikat noktasında (gül veya mühür denen yuvarlak) toplanması, Allah'ın birliğine işaret sayılır.
c) Nasip alanın on iki huyu açık, on iki huyu kapalı gerek.
d) Aylar on iki, burçlar on ikidir.
ON DÖRT: a) On Dört Masumu pak (Bunlar Oniks İmamem küçük yaşta zehirlenerek veya katledilerek şehit edilen yavrularıdır).
b) Kur'an-ı Kerim'in on dört kıraat (okunuşu) tarz ve usulü vardır.
ON YEDİ: Hz. Ali, oğullarından on yedisine kemer bağlamıştır. Ayrıca on yedi savaşçı daha vardır ki, bunlara da kemer kuşatılmıştır. Bunlara 17 Kemerbest'ler derler.
KIRK: Kırklar Meclisi'nde geçer. Bunlar, yeryüzünde her zaman var olduğuna inanılan ulu kişilerdir.
RENKLER: Aleviler; beyaz rengi Hz. Muhammet'e, al rengi Hz. Ali'ye, siyahı Hz. Fatma’ya, açık yeşil ve sarıyı Hz. Hasan'a, açık kırmızı, pembe ve yeşili Hz. Hüseyin'e bağlarlar. Hz. Muhammet cuma günleri yeşil, savaşta siyah, öteki günler beyaz sarık taşırmış. Hz. Ali, savaşta kırmızı, bunun dışımda beyaz imame sararmış.
Koyu sarı renk de, Fatıma Ana rengidir. Sarı, kız sembolü olarak kullanılır. Aleviler, mavi rengi sevmezler; bu rengi, melun Muaviye ve Yezid kullanırmış diye inanırlar.
Kokular: Gül kokusu, Hz. Hüseyin'e, şebboy Hacı Bektaş Veli'ye, çeşitli güzel kokular da Hz. Muhammet'e, Hz. Ali'ye bağlanır...
YAZAR HAKKINDA:
Yazar Rıza Zelyut, 13.04.1948'de Tokat/Niksar'ın Ormancık Köyü'nde doğdu. 1970'de Trabzon Eğitim Enstitüsü'nü Türkçe öğretmeni olarak bitirdi. Yazı yaşamına 1967'de öykü ile giren Rıza Zelyut'un bu çalışmaları Kıyı, Hisar, Eflatun, Güney, Yelken, Türk Dili, Varlık, Öykü, Yansıma gibi dergilerde yayımlandı.
Daha sonra araştırmaya yönelen yazar, 1973 yılında Türk Dil Kurumu'nun Cumhuriyet'in 50. Yılı nedeniyle düzenlediği "Türkiye'nin Kalkınmasında Cumhuriyet'in Rolü" konulu yarışmada birinci oldu. 1976 yılında Hacı Bektaş Veli İnceleme Yarışması'nda ikinci olan yazar, bu arada bilimkurgu türünde çocuk romanları da yazdı.
Yazarın 1978 yılında yazdığı ve Kızıldere olayını anlattığı destan türü kitabı, 1980 darbesinden sonra suç sayıldı ve kendisi İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandı. 18 ay 14 gün hapse mahkûm edilen Rıza Zelyut bu cezasını hapis ve 4 aylık sürgünle tamamladı. 1983 yılında Hürriyet Gazetesi'ne giren yazar buradan 1991'de ayrıldı. Yurt içinde ve yurt dışında Alevi toplumunun örgütlenmesi için çalışan Rıza Zelyut, Nefes Dergisi'nin yayımında danışmanlık yaptı ve 1996'da Cem Dergisi'nin yeni biçimde yayımını başlattı. 1994 yılında Akşam Gazetesi'ne köşe yazarı olarak giren Rıza Zelyut, bu görevini halen Güneş Gazetesi'nde sürdürmektedir.
Rıza Zelyut'un bir kitap hacmindeki öykülerinden başka 3 çocuk romanı bulunuyor. Yayımlanmış diğer kitapları şunlar: Halk Şiirinde Gerçekçilik, Osmanlı'da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler, Halk Şiirinde Başkaldırı, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, Aleviler Ne Yapmalı? Alevilerde Mizah, Muaviye'den Erbakan'a Din ve Siyaset; Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği...
Yazarın Türk kültürü ile ilgili yayımlanmış birçok makalesi ve bildirileri de bulunmaktadır.