Arama

Kitap Severler / E-book (ebook) / E-kitap (ekitap) - Sayfa 24

Güncelleme: 3 Aralık 2014 Gösterim: 211.464 Cevap: 232
hakanaltntas - avatarı
hakanaltntas
Ziyaretçi
19 Mart 2013       Mesaj #231
hakanaltntas - avatarı
Ziyaretçi
bu kitapları internette bulamazmıyız ya en azından 2. kitabı
Alıntı
CimbomLu_Dj_EseN adlı kullanıcıdan alıntı

inside spiderwick
Sponsorlu Bağlantılar

SPİDERWİCK GÜNCELERİ
1-Esrarengiz Köşk
2-Büyülü Taş
3-Lucinda'nın Sırrı
4-Gecenin Karanlığında
5-Yutanhoyrat'ın Gazabı


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
3 Nisan 2013       Mesaj #232
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
KİTABIN ADI :GELECEĞİN TÜRKİYESİ YENİ OSMANLILAR

Sponsorlu Bağlantılar
Yazarlar: Mahir KAYNAK- Emin GÜRSES


GELECEĞİN TÜRKİYESİ YENİ OSMANLILAR

Yakın zamanda ortaya çıkan Wikileaks belgeleri gösterdi ki, hiçbir şey gizli kalmıyor. Bu ifade çok klasik gibi gelebilir, ama artık durum gerçekten bu. Sitenin kurucusu ve sahibi Julian Assange gerçek bir fenomen haline geldi. Neredeyse devletlerle oturup pazarlık yapacak konumda.

Assange şu anda birçok ülkenin sırlannı öğrenmiş durumda. Belki devletleri bile tehdit edecek. Teknolojinin gelişmesiyle siber dünya ortamı her şeyin hükmünü geçersiz kılıyor. Assange'ın bugün İsrail devletiyle, ABD'yle ve daha birçok devletle onlara ait belgeleri yayınlayıp yayınlamama konusunda gizli görüşmeler yaptığını herkes biliyor.

Wikileaks'in yayınladığı belgelerin Türkiye'yle ilgili kısımları çok enteresan bilgilerle dolu. Mevcut yönetimden ziyade neocon'ların AK Parti hükümetinden pek hoşlanmadıkları kesin. Bugüne kadar AK Parti'yi Amerikancı ya da Avrupa Birliği yanlısı ilan edenler ne yazık ki ciddi biçimde yanıldılar. Peki AK Parti iktidarı ne yaptı ki, ABD yönetimi ondan hoşnut değil? Bu sorunun birbirinden zıt ve paradoks gibi görünen iki cevabı var: Birincisi AK Par¬ti iktidarı Türkiyeyi ciddi, güvenilir ve saygın bir ülke yapmak için uğraşıyor. Bunun için de her türlü riski alıyor ve gerekirse Batı'ya bile meydan okuyor.

İkincisine göre ise Türkiye, ABD böyle istediği için ve ABD'nin desteğiyle böyle davranıyor. Türkiye, ABD olmadan bu açılımları yapamaz.

Dünyada Kartlar Yeniden Dağıtılırken

ABD Irak'taki muharip güçlerin tamamını geri çekti ve sadece Irak ordusunu eğitmek için elli bin civarında asker bıraktı. Bırakılan askerlerin gerektiğinde çatışmalara girecektir. En azından bunu kabul etmemiz gerekiyor. ABD'nin Irak'ta batağa saplandığı ve başarısız olduğu söyleniyor. Tabii kime göre öyledir, bilmiyoruz. Sizin yorumunuz nedir?

ABD'nin Irak'ı işgalinin hedefine ulaşamadığı ve bir yenilgiyle sonuçlandığı sözüne katılmıyorum. Başarı sözlere göre değil gerçek hedefe ulaşılıp ulaşamadığına göre belirlenir. Bu durumda ABD'nin hedefinin ne olduğunu değerlendirmemiz gerekir.

ABD'nin hedefi demokratik ve üniter bir Irak yaratmak değildi. Böyle bir devletin oluşması için halkın büyük çoğunluğunu desteğini alan bir ideoloji ve gelecek beklentisinin yaratılması ve bunlardan daha önemli siyasi iktidarı ayakta tutacak güvenlik güçlerinin oluşması gerekir. Bu gibi ülkelerde ordunun görevi ülke güvenliğini sağlamaktan çok siyasi otoriteyi ayakta tutmaktır. Bunun örneğini Irak'ta gördük. ABD işgaline karşı tek kurşun atmayan ordu İran'la sekiz yıl savaştı. Çünkü bu savaş sipariş edilmişti ve Irak’ın çıkarlarıyla ilişkili değildi.

Irak Savaşı arefesinde uzmanlar bu savaşla ilgili birçok senaryo ürettiler ve hepsi ABD'nin, işgali gerçekleştirse bile, büyük kayıplar vereceğini söylüyordu. Ben herhangi bir çatışma olmayacağını söylüyordum ve savaşa Çatapat Harekatı adını vermiştim.

ABD Genelkurmay Başkanı Oramıral Michael Mul¬len Eylül 2010'da ülkemizi ziyaret etti. Bu ziyareti nasıl okumak gerekir?

ABD Genelkurmay Başkanı Oramıral Michael Mullen'in ziyaretinin silah dışı malzemenin Irak'tan naklinde ülkemizin izin ve desteğini sağlamak amacıyla yapildiği söyleniyor. Böyle bir intikalde askerlerımızın ne izin yetkisi vardır ne de bu işleme yardımcı olması söz konusudur. Malzemenin naklinde yardımcı olmamız gerekmez. Sınıra kadar taşınan malzeme aynı şekilde yükleneceği yere taşınır.

Böyle bir izin alınacaksa bunun muhatabı Türk Genelkurmayı değil hükümeTür. Zaten ABD tarafı ziyare¬tin amacının tanışmak olduğunu ifade etmektedir. Ancak görüşmenin hal hatır sormakla sınırlı kalacağını sanmıyorum. Bu ziyaretin onümüzdeki dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin rol alacağı bazı senaryoları tartışmak ama¬cıyla yapılmış olması daha güçlü bir olasılıktır.İran'a yönelik bir hava savunma sisteminin kurulmasının da gündeme geldiği söyleniyor. Eğer böyle bir şey varsa bunun siyasi önemi askeri öneminden daha büyüktür. Çünkü bir ülke saldırı beklediği bir ülkeye karşı tedbir alır. Türkiye eğer bir füze kalkani projesi hayata geçirilirse bu Türkiye'nin İran'a yönelik tavrının değiştiği anlamına gelir. Bu durumda Türkiye'nin tavrını değiştirecek bazı gelişmelerin olacağı mı düşünülüyor sorusu akla gelir. Asıl tartışmalar konunun önümüzdeki dönemde Irak'ta beklenen çatışmalarda ABD'nin tavrının ne olacağı, Türkiye'den beklenen katkı ve izlemesi istenen politika olabilir. ABD'nin bugüne kadar izlediği politika ve eylemleri yeni bir Irak’ın kurulmasmi değil var olanın yıkılması sonuçunu doğurdu. Bazıları bunu hedefe ulaşamamak olarak yorumluyor ama başka bir alternatıfin daha gerçekci olacağını düşünüyorum. ABD, bugüne kadar, üzerine bina inşa edilecek alanı düzeltti ama yeni yapının Irak tarafindan gerçekleştirilmesini istemiyordu ve şimdi bölgede kurulacak yeni yapıyı, kuruluşta rol almasını istediğı aktörlerle birlikte yurütmeyi planlıyor.
Irak'ta bir iç çatışmanın dinamıkleri hazır bekliyor ve kısa sure sonra olayların büyümesi sürpriz sayılmaz. Bu durumda, Eğer çatışan taraflardan biri egemen olamazsa, dış mudahale kaçınılmaz olur. Bu bir bölünmeyi engellemek bir yana daha da teşvik edici bir rol oynar.


Bugünkü dünya ekonomisinin gidişatı nasıl?

Bugünlerde dünyanın en önemli sorununun dünya para sisteminde oluşan belirsizlik olduğu söylenebilir. Geçmiste farklı nedenlerle ve değışık bir biçimde ortaya çıkan bir problem yaşandı ve ABD bu sorunu tek bir cümleyle çözdü.

1944 yılında batılı ülkeler Bretton Woods'da dünya para sistemini belirleyen bir anlaşma imzaladılar. Buna göre ülkeler tedavüle çıkardıkları para karşılığında altın tutmayacaklar, bir ons altına karşılık otuz beş dolar bulunduracaklardı. Yani hazinelerindeki her 35 dolar bir ons altın sayılacaktı. O dönemde para altın karşılığında çıkarılıyordu ve günümüzde de karşılıksız para basma sözü o günlerden kaldı. Şu anda ise paranın somut bir karşılığı yoktur.

ABD sahip olduğu altınla çıkarabileceği doların çok üstünde bir parayı piyasaya sürdü. Oysa ülkeler ellerindeki dolarlar, istedikleri takdirde, altına dönüştürebileceklerdi ama ABD hazinesindeki altınlar yetersizdi. Fransa'nın başını çektiği bazı ülkeler dolarları altınla değiştirmek ve ABD'nin zor duruma düşürmek istediler. ABD bir cümleyle sorunu çözdü. "Anlaşma geçersizdir".

Türkiye'de kurulması düşünülen füze kalkanı İran'ın sahip olduğu füzelere karşı NATO'nun müttefiki olan ülkemizi korumayı amaçladığı düşünülebilir. Çünkü ne ABD'nin ne de diğer bir Avrupa ülkesinin İran’ı askeri bir tehdit olarak görmesi için sebep yoktur. Şu anda NATO'nun hangi güce karşı savunma yaptığı bilinmiyor. Geçmiçte karşı tarafta Varşova Paktı gibi büyük bir güç vardı ve askeri güçler birbirine yakındı. Şimdi NATO üyelerini kime karşı koruyor? Geçmişte iki büyük ittifakın temel gücünü oluşturan ABD ile Rusya arasında günümüzde bir çatışma ihtimalinden söz edilebilir mi?

Füze kalkanı projesi gerçekte siyasi bir problemin çözümünde araç olarak
kullanılıyor. Bu problem yeni dünya dengesi kurulurken Türkiye'nin yerinin neresi olacağıdır.
Şu anda dünya üzerinde bir dağınıklık gözleniyor. Büyük güçler arasındaki ilişkilerin ne olacağı, yeni ittifakların kurulup kurulmayacağı, Eğer kurulursa kimin nerede yer alacağı bilinmiyor. Avrupa ülkeleri bütünleşme hedefini gerçekleştiremediği için muhtemelen yeni denge kurulurken farklı kanatlarda yer alacaklar. Ancak Soğuk Savaş döneminden farklı olarak Çin yeni bir güç odağı olarak ortaya çıktı ve Dünya ölçeğinde politikalar üreten bir ülke haline dönüştü. Kendi bağımsız ekonomik ve siyasi alanını kurmak için Ortadoğu ve Afrika'ya yöneldi. Her iki alana girebilmek için Türkiyeye ihtiyacı olduğunu biliyor. Ayrıca ABD ve Rusya'nın hegemonyasına karşı çıkan bazı Av¬rupa ülkelerinin bu gelişmeye destek vermesi söz konusu olabilir.
Şu sorunun cevabı önemlidir: İran herhangi bir NATO ülkesine saldırabilir mi? Mesela Türkiye füze kalkanına sahip olmasa hatta askeri açıdan yetersiz olsa bile İran böyle bir saldırıya girişebilir mi? Söylemek istediğim herhangi bir ülke diğerine saldırırken onun ittifaklarınıda hesaba katmak zorundadır. Bu durumda NATO'nun İran'dan bir saldırı olacağını düşündüğü ve buna karşı en uygun yer olan Türkiye'de füze kalkanı kuracağını kabul etmek gerekir.
Olaya farklı bir açıdan bakıyorum ve Türkiye'nin bu projeye olumlu bakmasının yaratacağı siyasi sonuçların daha önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye böyle bir projeye izin verirse İran'dan bir saldırı olabileceğini kabul etmiş olacak ve onunla dostluk ilişkisi kurmasının çelişki olacağı kabul edilecektir. Bu tavır sadece İran'la sınırlı kalmayacak arka plandaki Çin'in bölgeye sızmasına da karşı çıkılacaktır.

Türkiye türn ülkelerle dostluk kurmak olarak özetlenecek dış politikası ancak tüm ülkelerin birbirinin hasmı olmaması halinde geçerli olur. Birbirine düşman iki ülkeyle aynı anda dost olunamaz. Eğer önümüzdeki günlerde yeni kutuplar oluşacaksa ülkemiz bunlardan birinde yer almak zorunda kalacaktır.

Her yeni oluşum ansızın ortaya çıkmaz. Önce ipuçları görülür sonra yavaş yavaş şekillenir. Bugün bu yeni oluşumun ilk basamaklarındayız ve bize nerede yer alacağımız soruluyor. Eğer ABD'nin giderek küçülen bir güç olduğu kabul edilirse yeni arayışlara gidilir. Yani öngörülerimizdeki isabet geleceğimizi belirleyecektir.


ABD eski Dış işleri Bakanı Condolezza Rice yeni bir Ortadoğu'nun zamanı geldi demişti ve yeni bir Ortadoğu haritasından bahsetmişti. Rice'ın kastettiği yeni Ortadoğu nasıl bir modeli öngörüyordu? Bugün gelinen durum nedir?
Yeni Ortadoğu Haritasi Irak’ın parçalanmasına yönelik uyumlu bir harita. Yani ortaya çıkacak yeni küçük devletlerin sistemi bozacak yapıda olmamaları gerekiyor. şayet dünyanın en büyük üçüncü petrol yataklarına sahip Irak’ın yönetimi tek bir ideolojiye bırakılsa, buradaki enerji kaynakları doğrudan AB ya da Çin'in oluşturduğu bir güce kayabilirdi. Ama Irak üçe bölünürse, hiçbiri böyle bir ilişkiye evet demeye cesaret edemez. Kaldı ki o güce de sahip olamayacaktır. şimdi böyle bir durumda gene enerji kaynakları bakımından çok zengin olan İran'ın parçalanması da mümkün olabilecektir.

Tabii son günlerde basına yansıyan bazı haritalar tedirginlik yaratıyor. Bir yandan toprak bütünlüğümüzü kimsenin bozamayacağını söylerken diğer yandan acaba sınırlarımızı daraltacak bir eylemle karşılaşır mıyız endişesini taşıyoruz. Gerçekte haritalar her zaman değişmiştir ve bundan sonra da değişecektir, ama biz bu değişikliklerin aleyhimize olacağını düşünürüz ve aksini hayal bile etmeyiz.

Haritalar değişince önce kabulleniriz sonra alışırız daha sonra da bunların en büyük savunucusu oluruz. Bölgemizdeki ülkeler bizim için olması gereken biçimdedir ve statükonun değişmesine asla sıcak bakmayız. Herkesin toprak bütünlüğünden yana olduğumuzu söylerken gerçekte bize yönelecek bir bölme eyleminin korkusunu yaşarız. Herkes tarih okur ve sınırların sürekli değiştiğini bilir ama bundan sonra hiçbir seyin değişmemesi gerektiğini savunur. Bunun boş bir temenni olduğunu, zamani gelince yepyeni bir yapıyla karşılaşacağımız gerceğini kabule yanaşmaz. ABD Dışışleri Bakanı Rice'ın haritalar değişecek sözünü olağanüstü bir haber olarak algılar.


AK Parti hükümetini izlediği potitikalardan dolayı Yeni Osmanlılar diye adlandıranlar var. Siz buna katılıyor musunuz?

İngiltere'nin The Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) adı altında oluşturduğu birliğe benzer bir yapılanmayı Ankara'nın da geliştirebileceği iddiasına dayanan bu yaklaşımın alt yapısının olup olmadığına bakmak gerekir. İngiltere emperyal bir geleneğin üzerine oturtmuş bu yapılanmayı. Osmanlı’nın dağılma süreci ise farklı gelişmiştir. Müslüman topluluklar milliyetçi ayaklanmalarla bağımsızlık arama sürecine girmişlerdir. İmparatorluğun dağılması sürecinde yaşananlar hafızalarda önemli olumsuz izler bırakmıştır.
Osmanlı coğrafyasında etkinlik sağlamak için fikri altyapı mevcut değildi. Hele siz Kürtleri sizinle beraber yaşamaya ikna etmekte zorlanırken mevcut coğrafyamızın dışındaki alanlarla ne tür bir ilişki kurabileceksiniz. Eğer ekonomik ilişkiden bahsediyorsanız bunun için Commonwealth'e gerek yok. Zaten Erdoğan hükümetinin bu yöndeki çabaları başarılı olmuş, Rusya Federasyonu'nu da içeren geniş bir alana yayılmıştır.

Bu söylentilerin amacı Türkiye üzerinden ABD yanlısı Arap ülkelerini ve diğerlerini bir arada ortak kurallarla yönetilen bir ekonomik birim ve kontrol edilebilir bir siyasal yapılanmaya doğru adımsa, bunu ABD'nin kontrolünde bölgesel bir yapılanmaya doğru atılan bir adım olarak görmek daha doğru olur.
• Geleceğin Türkiye'sinde, mesela 2023'te Türk Türk dış politikası nasıl olmalıdır? Siz ne önerirsiniz?

Dış politika özellikle bir devletin ya da hükümetin diğerleriyle ilişkilerini sürdürmesinde gerekli olan kararların alınması ve uygulamaya konulması süreci olarak ifade edilebilir. Bir ülkenin dış politikası genelde uluslararası toplumda devlet ve diğer aktörler arasındaki ilişkilerin sürdürdüğü hükümet faaliyetleri alanına, çoğunlukla da diğer devletlerle olan ilişkilere gönderme yapar. Değişik tanımlamaların yapılabileceği dış politika kavramının uluslararası ilişkilerde devlet gibi bağımsız aktörlerin resmi dış ilişkilerini yürütmeleri olarak da ifade edilebilir. Uluslararası ilişkiler her tür gruplar ve bireylerce devlet sınırları ötesinde ilişkilerin ağını anlatır. Günümüzde dahili ve harici politika çoğunlukla birbiriyle iç içe girmiştir. Her ne kadar dış politika devlet idaresiyle bağlantılı olsa da devlet dışı unsurlar da uluslararası ilişkilerin önemli aktörleri haline gelmişlerdir.

Devletin önemli oranda global politikada doğrudan ya da dolaylı olarak tekelini sürdürdüğü söylenebilse de ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren diğer gruplar, orgütler de etkileri oranında dış politika aktorleri olarak kategorize edilmelidirler. Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar bazı dönemlerde ülkelerin dış politikaları üzerinde etkili olabilen raporlarıyla önemli birer aktör statüsü elde etmişlerdir. Fakat bunların, Irak’ın gelişmiş merkezi ülkelerce işgal edilmesiyle ikinci plana itilmiş raporlarının emperyal ülke politikalarını etkilemekte başarılı olamadıkları görülmüştür. Gelişmekte olan çevre ülkelerin poli¬tikalarını yönlendirmede birer baskı unsuru olarak kullanılmaları ise sürmektedir.

Dış politika ulusal ve uluslararası ilişkiler alanında biçimlenir. Ulusal alan bir devletin coğrafi sınırları içindeki değişik düzeylerdeki birey ve grupların yer aldığı alandır. Uluslararası alanda devletlerin yanı sıra orgütler, çok uluslu şirketler, etnik-dinsel grupların örgütlü hareketleri dış poli¬tikada karar alma sürecini etkiler. Ülke içindeki başarılar yönetimlere, uluslararası alanda ki faaliyetlerinde kolaylık sağlar.

Merkezi ülkeler dış politikada çıkarlarını artırmak için daha saldırgan bir politika güderlerken, çevre ülkelerin dış politikalarında var olanı koruma şeklinde ifade edilebilecek bir savunmacı dış politika izlendiği dikkat çekmektedir.

Ankara, iki politika yönetimini de hangi zaman ve zeminde uygulamaya koyacağına dikkat etmeli, gereksiz risk almaktan kaçınmalıdır.

Amacı öncelikle belirlemek lazımdır. Temel amaç her ülkede olması gerektiği gibi memleketin güvenliğini, milletin refahını korumak ve artırmaktır. Bunun için ne yapmalı? Gazi Mustafa Kemal Atatürk şunu öneriyor: milletin güçlü, mesut ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin dahili teşkilatımıza tam uyumlu ve dayalı olması lazımdır. Bunun için ise, "Milli sınırlar dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı muhafaza ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve bayındırlığına çalışmak. Gelişigüzel ulaşılamayacak emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamaktır."

Dış politikasını da bu çerçevenin korunması üzerine inşa eden Mustafa Kemal'in dahili teşkilatla harici siyasetin uyumlu olması gerektiğini ifade etmesi ise içerideki yapılanmanın dış politikada hareket alanını doğrudan etkileyeceğinin bir ifadesidir. Amaç milletin refahını korumak ve artırmaktır. Bu amaçla dahilde istikrarlı bir yapının inşasının, hariçte saygın bir ilişkinin önünü açacağı düşünülmektedir.

Uluslararası sistemdeki gelişmelere kayıtsız kalınamayacağını da ifade eden Atatürk 17 Mart 1937'de Ankara'da Romanya Dışişleri Bakanı Antonesku ile sohbetinde, "Dünya milletlerinin saadetine çalışmak kendi huzur ve saadetini temine çalışmaktır. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur" ifadesi günümüzde sistemsel ya da bölgesel düzeyde yaşanan anlaşmazlıkların yayılma tehlikesine dikkat çekmesi ve milletin refahı ve güvenliği için çatişmaların engellenmesi yolunda çaba gösterilmesini önermesi Ankara'nın izleyeceği politikalar konusunda önemli bir yol göstericidir.

ABD'nin bugünkü güçüyle uluslararası sistemin kontrolünü sürdürme konusunda sıkıntılarla karşılasacağını ifade eden Prof. P. Kennedy ve arkadaşlarının Ocak/şubat 1996 tarihli Foreign Affairs dergisindeki makalelerinde Türkiye'nin bu cografyada etki etme potansiyeli bulunduğu ifade edilmektedir. 28-29 Haziran 2004'te İstanbul'da yapılan NATO toplantısı bu açıdan önemlidir. İstanbul Zirvesi öncesi yaptığı açıklamada NATO Genel Sekreteri Scheffer zirvenin NATO'nun Akdeniz'den Geniş, Ortadoğu bölgesine uzanan alan için bir çerçeve oluşturma fırsatı yaratabileceğini de ifade ediyordu. Yeni müdahele alanları Ankara açısından yeni riskler doğuracak demektir.

Türkiye operasyon merkezi olarak düşünülmüştür burada. Türkiye'nin bu rolü kabullenmemesi üzerine operas¬yon merkezi Kuzey Irak'a kaydırılabilir.

Türk dış politikası özellikle bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle bölgede barışın, güvenliğin ve istikrarın sürekli kılınması üzerine kurulmuştur. Bu temel prensipler 20. yüzyılda Türkiye'nin komşuları ve batı ile olan ilişkilerinin biçimlendirilmesinde önemli rol oynamıştır. Türki¬ye batı ile olan taahhütlerine uymuştur, fakat buna rağmen komşuları ile ilişkilerini bozacak bir davranış içine sokabilecek taahhütlere de sıcak bakmamıştır. Bu nedenle, Türk dış, politikasında karar verici mercilerde bulunanlar dış politikadaki taahhütlerinde değişiklik yapmaktan çekinmemiş fakat hiçbir dönemde maceracı bir yol izlememiştir.

1815 yılında Avrupa'daki büyük güçlerin sağladıkları düzenleme, I.Dünya Savaşının başladığı 1914 yılına kadar sürmüş, Osmanlı’nın taraf olduğu ve yenik düştüğü bu savaşın sona ermesinin ardından Mustafa Kemal ve arkadaşlanının mücadeleye devam etme kararları sonucu başarı sağlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti adı altında yeni bir sürece geçilebilmiştır. Rusya'daki Bölşevik yönetimiyle sağlanan dayanışmanının da mücadelenin sonucunu belirlemede önemli bir rol oynadığı ise sık sık ifade edilmiştir. 1920'li yıllar uluslararası sistemde ve özellikle Avrupa'da istik-rar arayışlarıyla geçmiş olsa da I. Dünya Savaşına son veren 1919 tarihli Versay Antlaşması'yla Almanya'ya dayatılan koşulların I.Dünya Savaşı'ndan kalan sorunların çözümünü ertelemekten başka bir işe yaramadığını gösterirken, 1929-1939 arası yıllar özellikle Avrupa cografyasında bir çözülme sürecinin yaşandığını göstermiştir. Avrupa coğrafyasında yaşanan iç sorunların Ankara'nın elini rahatlattığı görülmüş ve 20 Temmuz 1936'da Montreaux Boğazlar Sözleşmesi'yle boğazların statüsü konusunda Türkiye'nin lehine bir anlaşmaya varılmasının önü açılmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrası süreçte Moskova ile Washing¬ton arasında alan kontrolü konuşunda girişilen rekabette ise ABD yönetimi Türkiye'yi kendi etki alanında tutma zorunluluğu duymuş fakat Ankara bunu kendi yararına kullanma olanağı bulamamıştır. Mart 1947 tarihli Tru¬man Doktrini'yle ABD'ye yakınlaşan Ankara batıdan ekonomik destek almış fakat 1949'da kurulan ABD öncülüğündeki NATO savunma paktına alınmak istenmemiştir. 1 Ağustos 1950'de NATO'ya üyelik başvurusuna ancak Kore Savaşı'na ABD'nin yanında katılması bedeli karşılığı 1952'de İngiltere'nin muhalefetini kaldırmasıyla mümkün olabilmiştir. Tek taraflı istek ise tek taraflı bir bağımlılık sü¬recinin önünü açmıştır. İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte ortaya çıkan Moskova ve Washington merkezli iki kutuplu uluslararası sistemde Ankara batı safında yer almış olsa da bazı gelişmelere tepki göstererek farklı yol izleyebileceğini de göstermiştir. 1963'te Kıbrıs'ta başlayan çatışmalar ve 1964'te ABD başkanı Johnson'un Kıbrıs konusunda Ankara'yı Kıbrıs'a müdahaleden caydırmak için uyarması Ankara'yı Moskovadan destek aramaya itmiştir. 1974 Kıbrıs müdahalelesinin birincisine Washington tarafından Moskova yanlısı ve Baglantısızlar Hareketinde önemli bir yeri olan Makarios'tan kurtulmak amacıyla yeşil ışık yakılmıştır. Moskova yönetimi ise, NATO'nun güney doğu kanadında krize yol açacağı düşüncesiyle olumsuz bir tepki göstermemiştir.

Müdahale sonrası Yunanistan'ın NATO'nun askeri ka¬nadından çekilme kararıyla Moskova'nın beklentileri gerçekleşirken, Washington'un beklediği de olmuş ve Makarios tasfiye edilmişti. Ankara'nın farklı bir tutum izleyerek ikinci harekatı yapmasından Washington'un rahatsız olduğu görülmüş ve ardından Yunanistan'ın NATO'nun aske¬ri kanadından çekilmesinin yarattığı yeni bir sorunun da etkisiyle Washington yönetiminin 1975'te Türkiye'ye karşı başlattığı silah ambargosuna Ankara tepki vermiş, ve Türkiye'deki 26 ABD üssü kapatılmıştı. Dönemin başbakanı Ecevit'in 21-25 Haziran 1978'de Moskova'ya yaptığı ziyarette, "Karşılıklı iyi komşuluk ilişkileri ve işbirliği" protokolünün imzalaması Carter yönetimini harekete geçirmiş ve 1 Agustos 1978'de ambargonun kaldrılması kararını aldırmıştır.

Özellikle 1979 İran Devrimi ve Sovyetler Birliği'nin Afganistan işgali ile birlikte Moskova'nın bölgede etkinliğini sınırlama amacıyla Türkiye bölgede ABD açısından öncelikli önemde bir ülke haline gelmiştir. Bu da cografi olarak Türkiye'nin dış politika belirlemede zorluklarla karşılaştığı gerçeği yanında bu cografyanın bazı firsatlarını da beraberinde getirdiği görülmektedir. Buradan stratejik önemdeki cografyaların imkanları ve sorunları beraberinde taşıdığı ve kullanma yeteneğine göre bunların kar ya da zarar ge¬tirdiği söylenebilir.

1980-1988 arası kışkırtılan İran-Irak Savaşı İran’ın Şah döneminde özellikle ABD tarafından güçlendirilen askeri yapısının zayıflatılması da amaçlanmıştı. 1980 yılı Türkiye'nin batı kapitalizmiyle entegrasyonunun tamamlanma sürecinin hız kazanmaya başladığı yeni bir sürecin de başlangıcı oldu. 1985'te Gorbaçov'un yönetime gelmesiyle başlayan süreçte ise Moskova'nın uluslararası sistemdeki konumundan vazgeçeceği ve yeni bir düzenlemeye gidileceği görüldü. Moskova'nın rekabetten çekilmesi kararıyla birlikte Aralık 1989'da Soğuk Savaş döneminin sona erdiği açıklanmış ve eski uluslararası sistem sona ererken Ankara'nın eski Sovyet cografyası olan özellikle Kafkasya'da ABD ye İngiltere'nin siyasetine temkinli destek verme politikası izlemeyi kabul ettiği, Moskova'yla gerginligi arttırıcı tutumlardan kaçınmaya özen gösterdiği gö-rülmüştür.

1980'li yılların ikinci yarısıyla birlikte Türkiye'de etnik şiddet öne çıkmış ve Batı ile siyasi ilişkilerde sıkıntılı dönemin de önünü açmıştır. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle uluslararası sistemde bir güç merkezi olarak öne çıkmaya çalışan AB'nin Türkiye'den gelen tavizkar tutumları da fırsat bilerek baskılarını artırması ilişkileri daha karmaşık hale sokmuştur. Bu gelişmeler I. Dünya Savaşı döneminde yaşanan, bölge petrolünün kontrolü yarşına benzer bir sürecin yeniden farklı bir düzeyde gündeme gelmiş olduğunu göstermektedir. Eski sistem bozulmuş ve yerine oluşturulacak yeni sistemde benzer bir paylaşım yine Türkiye üzerinden yapılmaya çalışılmaktadır emperyal merkezlerce.

Soğuk Savaş döneminde iki temel jeopolitik birimi kontrol eden Washington ve Moskova, Soğuk Savaş sonrası bazı jeopolitik alt alanlarda önceleri yoğun bir rekabet içerisine girmişken özellikle 11 Eylül sonrası Putin yönetiminin iç sorunların çözümüne öncelik veren bir geri çekilme politikası izlediği dikkati çekmiştir. Washington yönetimi, bir taraftan Almanya-Fransa merkezli bir güç mer¬kezi oluşturulmasının önüne geçmeye çalışırken, Rusya ve Çin gibi devletlerin bölgesel dayanışmanın öncülüğünü yapmalarını da engelleme uğraşı vermektedir. Bu dönemde Türk dış politikasında AB ile ilişkilerin öncelikli bir konuma yükseldiği görülmüştür.

Brüksel, Washinton merkezli politikalar arasında bir dengenin gözetildiği Ankara’da alternatif ilişkilerin geliştirilmeye çalışılması sürdürülmelidir. Bu yeni ilişkilerdir ki Ankara'nın tek taraflı bağlılık yükünü hafifletecek ve olası siyasi, ekonomik, askeri risklerin azaltılmasında elini güçlendirecektir.


KAYNAK: GELECEĞİN TÜRKİYESİ YENİ OSMANLILAR

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2014       Mesaj #233
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
'Sade şehvet oyunları için, özellikle dünyanın bir ucundaki şatoları ve tek başına duran evleri seçiyor ve böylece romanlarını ürkütücü bir eksene yerleştiriyordu. Sodom'un 120 Günü'nün geçtiği yer, ülkenin diğer yerleşimlerinden, uygarlıktan çok uzak hem gerçek hem de mecazi anlamıyla ıssız bir kaledir.'

-Noelle Chatelet-

Çift işlevlidir. Her şeyden önce izole olmak, şehvet oyunları düşkünlerinin yalnızlığı, yalnızca pratiğe yönelik bir önlem değil, aynı zamannda bir varoluş tarzı; varoluş hazzıdır.

'Şeytanın ta kendisi', 'bir canavar' gibi nitelemelerle tanıdığımız Sade'ın, dünya edebiyatına mal olmuş bu önemli yapıtını 'Justine' ile birlikte Türkçeye kazandırarak, 'şeytanla' yüzleşmenizi sağlayacak bir kapı araladık.

(Arka Kapak)

Kitabı bilen veya okuyan varsa şok edici ve herkesin okuyamayacağı bir kitap olduğunu bilir... Ben okudum... Msn Angel[/QUOTE]

Benzer Konular

22 Aralık 2010 / melile Cevaplanmış
7 Mart 2017 / ThinkerBeLL Bilgisayar
9 Kasım 2012 / karayel Edebiyat
17 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap