Ziyaretçi
SÖZ SANATLARI
1.TEŞBİH
Sözü daha etkili bir hale getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçlü olanı, nitelik bakımından daha güçlü durumda olana benzetmektir. Teşbih sanatında amaç, bir anlamda anlama güç katmaktır. Teşbih sanatında dört temel öğe vardır. Bu temel öğelerin kullanılıp kullanılmamasına göre teşbihin çeşitleri belirlenir. Bu temel öğeler şunlardır:
1. Benzeyen (Müşebbeh): Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha güçsüz durumda olanıdır.
2. Kendisine Benzetilen (Müşebbehün-bih): Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün, daha güçlü olan, kendisine benzetilen unsurdur.
3. Benzetme yönü (Vech-i şebeh): Birbirine benzetilen şeyler arasındaki ortak ilgi ve benzeyiştir.
4. Benzetme edatı (Edat-ı teşbih, Vasıta-i teşbih): Kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran edat ya da edat görevinde olan kelimelerdir. Benzetme uygulanırken şu edatlar kullanılır: gibi, kimi, sanki, meğer ki, gûyâ, tıpkı, gûne, gûnâ, misl, misillü, niteki, nitekim, misâl, sıfat, mânend, âdetâ, çü, çün, tek, andırır, benzer, -veş, -âsâ, -vâr.
Teşbih Çeşitleri
Teşbihin çeşitleri daha önce söylediğimiz gibi teşbih öğelerinin birinin veya bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre belirlenir.
1.Ayrıntılı Teşbih
Dört öğesi de bulunan teşbihtir.
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime.
(Ayak Sesleri/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen: Sesler
Kendisine benzetilen unsur:Eski çıban
Benzetme yönü: Ağrımak
Benzetme edatı: Gibi
2. Kısaltılmış Teşbih (Teşbih-i mücmel, Teşbih-i muhtasar)
Benzetme yönü anılmadan yapılan benzetmedir.
Ben gideyim; yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin
İki yanımdan aksın , bir sel gibi fenerler.
(Kaldırımlar/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen: Sel
Kendisine benzetilen unsur: Fener
Benzetme edatı:Gibi
3.Pekiştirilmiş Teşbih (Teşbih-i müekked)
Benzetme edatı bulunmayan benzetme.
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık
(Çile/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen:Ufuk, yollar
Kendisine benzetilen unsur: Tilki, yumak
Benzetme yönü: Kaçak, kurnaz; uzun, dolaşık
4. Güzel Teşbih (Teşbih-i beliğ)
Benzeyen ve kendisine benzetilen öğelerle yapılan , benzetme yönü ve edatı
söylenmeyen benzetmedir.
Gül yüzlü bir âfetti ki, her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle.
(Mohaç Türküsü/ Yahya Kemal)
Benzeyen: Zafer, bûse
Kendisine benzetilen unsur: Sevgili, lâle
Kendisine benzetilen unsur: Gül
5.Yaygın Teşbih (Teşbih-i temsîlî)
Benzeyen ve kendisine benzetilenler arasında birden fazla ortak nitelik ve özellikleri sırayla ifade edilerek yapılan teşbihtir. Temsilî teşbihte her iki öğenin, ortak benzerlikleri
anlatıldıktan sonra , manzumenin en sonunda ilgili olan temel öğe açıklanır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi Namık Kemal’in Nevha adlı şiirinde vatan bir sevgiliye benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan vatan söylenmeyip , şiirin başından itibaren kendisine benzetilen unsur olan sevgilinin çeşitli özellikleri sıralanmıştır. Vatan şiirin en sonunda söylenmiştir.
Nevha I
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâf ile bak ne al olmuş,
Serv-i sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rüyâma
Benziyor, aynı kendi hülyâma,
Bu tasavvur dokundu sevdâma
Âh böyle gezer mi hîç cânân?...
Gül değil arkasında kanlı kefen...
Sen misin, sen misin garîb vatan?...
(Namık Kemal)
2.Mecâz-ı Mürsel
Hemen hemen her dilde bir kelimenin ifâde ettiği bir anlam vardır. Zamanla bazı kelimelere mecâzî anlamlar yüklenmiştir. Mecâz-ı mürsel sanatı da kelimenin mecâzî anlamı ile ilgilidir. Bir sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden kullanmadır. Günlük konuşmada doğal olarak yaptığımız bu türlü mecâza, özellikle deyimlerde bol bol rastlanır. Mecâz-ı mürsel sanatı aradığımız kelimelerde, şu iki özelliğin olmasına kesinlikle dikkat etmeliyiz.
Kelimenin gerçek anlamının dışında kullanılmış olmasına.
Sözün gerçek anlamını düşünmemize engel bir düşünce olmamasına.
“Göze girmek” ve “ayağa düşmek” deyimlerinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü, her iki deyimde de “göz” ve “ayak” kelimeleri hakikî anlamının dışında kullanılmıştır. “Göze girmek” deyiminde bir insanın gözüne girmek mümkün değildir. Nitekim “ayağa düşmek” deyiminde de birinin ayağına düşmek düşünülemez. Buna göre “göze girmek” deyimi “başkalarının beğenisini ve sevgisini kazanmak”, “ayağa düşmek” deyimi de “rezil rüsva olmak” anlamındadır.
Mecâz-ı mürsel, kavramlar arasında çeşitli ilgiler kurularak aktarılır. Bu ilgiler, nesne ve kavram arasında benzetmeden başka ilgilerdir ve çok çeşitlilik arz eder. Gerçek ve mecâzlı anlamlar arasında öncelikle parça-bütün ilişkisi söz konusudur. Parça-bütün alâkası parçayı söyleyerek bütünü kasdetmek; bütünü söyleyerek parçayı kasdetmektir. Durum-yer ilgisinde ise , durumu söyleyerek yeri kasdetmek, yeri söyleyerek durumu kasdetmektir.
3. İSTİÂRE
Bir unsuru kendi adının dışında başka bir adla anmadır. Ancak anılan unsurlarla bir ilgi yönünün olmasına dikkat edilir. İstiâre hem bir mecâz, hem de bir benzetme sanatıdır.
Gül yanaklı kızım örneğinde olduğu gibi kız, gül yanaklı olarak düşünülmüş yani bir teşbih sanatı yapılmıştır. Bir kişi kızına sadece Gül yanaklım derse o zaman istiâre yapmış olur; bir anlamda da mecâz sanatına başvurmuş olur. Bir kelimenin istiâreli kullanılıp kullanılmadığı anlamak için şu tespitlerde bulunmalıyız; bir başka deyişle istiârede şu noktalara önemle dikkat etmek gerekir.
1. İstiâre içeren kelime, kendi anlamında değil , gerçek anlamının dışında kullanılmış olmalıdır.
2. İstiâre olan yerde benzetme amacının bulunması gerekir.
İstiâre teşbihin iki unsuru ile yapılır. Benzeyen ve kendisine benzetilen. Bu öğelerden birinin söylenip söylenmemesine göre de istiâre çeşitleri belirlenir.
1.Açık İstiâre (İstiâre-i musarraha)
Teşbihin sadece benzeyen unsuru ile yapılan benzetmedir. Bu türlü istiârede benzeyen söylenmez. Divan edebiyatındaki mazmun (klişeleşmiş mecâz) ların çoğu istiâre durumundadır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi, solgun ukde ile sabır anılmıştır. Sabır, solgun ukdeye benzetilmiştir. Sabır söylenmemiş solgun ukde söylenmiştir. Yani sadece teşbihin benzeyen öğesi kullanılmıştır.
Gönlüme sığınmış o solgun ukde
Kim tanımaz sevdâ taşıyan sesi
İşte tam o anda bir gül pembesi
(Gül ve Sabır/ İhsan Sezal)
3. Kapalı İstiâre (İstiâre-i mekniye)
Kendisine benzetilen unsuru kullanılarak yapılan istiâredir. Bu istiâre çeşidinde kendisine benzetilen unsur gizlendiği , söylenmediği için diğer istiâre çeşidine göre tespiti daha zordur. Bundan dolayı açık istiâreye göre dîvân şiirinde örneklerine az rastlanır. Aşağıdaki beyitte görüldüğü gibi bahçedeki ağaçlar, tecrid hırkasını giymiş dervişlere benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan eşçâr-ı bağ söylenip, dervişler anılmıştır. Dervişle alâkalı olarak tecrîd hırkası zikredilmiştir. Çenâr ile de şeyh hatırlanmalıdır. Şeyhe gönderme yapmak için el almak tabiri kullanılmıştır.
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
4.Yaygın İstiâre (İstiâre-i temsîliye)
Temel öğelerden sadece birisi ile yapılan istiâredir. Bu temel öğenin, çeşitli
benzerlikleri sıralanarak yapılan istiâredir. Bunu yaygın benzetme ile karıştırmamak
gerekir. Zira yaygın teşbihte her iki öğe de anılır. Temsilî istiâre ise sadece bir öğe ile yapılır. Yahyâ Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirinde müşâhede edildiği gibi “ölüm”, “tabut” bir “gemi” ye teşbih edilmiş. Ancak ölüm anılmadan gemi zikredilmiştir.
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûe giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli,
Bîçâre gönüller ! Ne giden son gemidir bu!
Hicrânlı hayatın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler,
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnûn ki yerinden
Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.
(Yahyâ Kemâl)
4. KİNÂYE
Bir sözcüğü ya da sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden ve sözün gerçek anlamını düşünmemizi engelleyici ipucu (karîne-i mânâ’) olmaksızın mecazlı anlamda kullanmadır. Kinâyede sözün gerçek anlamı da kasdedilmiş olabilir. Başka bir deyişle, gerçe-ği mecâz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Ancak, sözün gerçek anlamından bir sonuç çıksa da , asıl geçerli olan mecâzlı anlamıdır. Deyimlerin çoğu mecâzlı anlamlar içeren kinâyeli sözlerdir. Nitekim “âteş basmak” deyimi kinâyeli bir sözdür. İnsan ayağı ile ateşe basabilir. Ancak âteş basmak ile kasdedilen birinin hararetlenmesidir.
Ayağı yer mi basar zülfüne ber-dâr olanın
Zevk u şevk ile verir cân u seri döne döne
(Necâtî)
( Senin saçına asılan kişinin ayağı yere mi basar; canını ve başını zevk ve şevk ile döne döne verir.)
5. TEŞHİS VE İNTAK
Teşhis, kişileştirmektir. İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıkları, düşünen, duyan ve hareket eden bir insan kişiliğinde göstermektir. Bu sanat, yapılırken teşbih ve istiâre gibi diğer mecâz sanatlarından da istifâde edilir. İntak da konuşturmaktır. İnsan dışındaki varlıkları insan gibi konuşturmaktır. İntakta kesinlikle teşhis, kişileştirme vardır. Fakat teşhiste her zaman intak olmayabilir.
Masallar ve fabllarda teşhis ve intak sanatına sık sık başvurulur.
Ben gidersem sazım sen kal dünyada,
Gizli sırlarımı âşikâr etme.
Lâl olsun dillerin, söyleme yâda,
Garip bülbül gibi âhuzâr etme.
(Sazıma/ Aşık Veysel)
6. TA’RĪZ
Sözlük anlamı “ söz söylemek, sataşmak, ilişmek” anlamındadır. Edebiyat terimi olarak bir kavramın bir şeyi söyleyip , onun büsbütün tersini kasdetmektir. Sözün gerçek anlamı doğru gibi görünse de , asıl amaç , sözün ters anlamına yüklenmiştir. Bu amaçla ta'rîz sanatı , bir kişiyi ya da durumu alaya almak ve iğlenemek amacıyla yapılır.
Aşağıdaki Ters Öğüt Destanı adından da anlaşılacağı gibi verilen öğütlerin ters anlamları zikredilip; ta’rîz sanatına en güzel örnektir.
Ters Öğüt Destanı
Bir nâsihâtım var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhûr bir kelâmdır sen kazan sen ye
El için yok yere âteşe yanma
ANLAMLA İLGİLİ SANATLAR
Bir kelimenin anlamını esas alan sanatlar bu bölümde incelenir. Bu sanatlardan bazıları, kelimenin hem anlamı hem de mecazî anlamı ile ilişkilidir. Bu bölümdeki bazı sanatlarda ise bir duygu ve düşünceyi nükteli bir biçimde söylemek esastır. Bu babda incelenecek sanatlar şunlardır:
1 . ÎHÂM
İki ya da ikiden fazla anlamı olan bir kelimeyi bir dize ya da beyit içinde bütün anlamlarını tebliğ ederek bildirme sanatıdır. Bu sanatta önemli olan husus, beytin umumî anlamıyla , kelimenin diğer anlamları uyuşmasıdır. Îham sanatını tevriye ve kinâye sanatları ile karıştırmamak gerekir. Her üç sanatta da kavramların birkaç anlamı kullanılır. Ancak tevriye sanatında kasdedilen ikinci anlamdır; kinâye sanatında ise mecâzlı anlamdır.
Bu beyitte ayak sözcüğünde iham sanatı vardır. Ayağın lügat anlamı “ insan uzvu; kadeh”tir. Beyiti kelimenin her iki anlamıyla da düşünmek mümkündür.
Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Câmlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sâkîler meclisten çekmiş ayağı
(Bayburtlu Zihni)
İhâm sanatı, tenâsüp ve tezat sanatlarına bağlı olarak da yapılır. Tenâsüble birlikte yapılan îhâma îhâm-ı tenâsüp tezatla birlikte yapılan îhâma ise îhâm-ı tezat denir,
a. Îhâm-ı tenâsüb
Birkaç anlamı olan bir kelimenin dize ya da beyit içinde söylenmemiş anlamıyla, diğer kelimeler arasında anlam ilgisi kurmaktır. Bu sanat, îhâm ve tenâsüb sanatlarının birleşmesinden meydana gelmiştir.
Ehl-i aşkın nâlesin ney kâmetin çeng eyledin
Pâdişehsin ettiğin şimden gerü kânûn olur
(Bâkî)
(Aşıkların feryâdlarını ney, boyunu da çenge benzettin; sen padişahsın, şimdiden sonra senin bütün yaptıkların kanundur.)
Kanun kelimesinin yasa anlamı kullanılıp; musıkî âleti olan kânûn ile nâle, ney, çeng arasında îhâm-ı tenâsüb sanatı vardır.
b. Îhâm-ı tezat
Îhâm-ı tezat sanatı da bir bakıma îhâm-ı tenâsüb gibidir. Aradaki tek fark, birden fazla anlamı olan bir kelimenin söylenmeyen anlamı ile tezad ifade eden bir kelimeyi bir beyit ya da mısra’içinde birlikte kulllanmaktır.
Serverlik ister isen üftâdelik şi’âr et
Kim düşmeden ayağa çıkmadı başa bâde
(Fuzûlî)
( Başa çıkmak istersen alçak gönüllüğü düstur edin; ki şarap kadehe konulmadan başa çıkmadan.)
Ayak kelimesi, bilindiği gibi hem kadeh hem de ayak anlamındadır. Beyitte ayak anlamı ile baş arasında tezad sanatı vardır.
2.TEVRİYE
Tevriye, iki anlamı olan bir kelimeyi uzak anlamını kasdederek kullanmaktır. Tevriye sanatında kelimenin beyitteki görünen anlamı değil, daima uzak anlamına gönderme yapılır. . Tevriye sanatında her zaman önemli olan kelimenin uzak anlamıdır. Bu sanatta çoğunlukla îhâm sanatı ile karıştırılır. Îhâm sanatında, birden fazla anlamı olan bir kelimeyi beyit ya da dize içinde her iki anlamıyla düşünmek mümkündü. Yani beyit ya da dize kelimenin her iki anlamıyla açıklanabilir. Aşağıdaki örneklerde de görüldüğü gibi koyu harfle belirtilen kelimelerin, öncelikle beyitte, görünürdeki anlamları kullanılıp uzak anlamları kastedilmiştir.
Birisi kâlû belâda biri bâb-ı yârda
Pâdişâh-ı aşk-ı pâk ancak iki dîvân eder
(Yahyâ Bey)
(Halis aşk padişahı, biri kâlû belâda biri de sevgilinin kapısında
olmak üzere iki dîvân tertipler.)
Dîvân, toplantı yeri; şâirlerin şiirlerini topladıkları eserin adıdır. Beyitte görünürdeki anlam toplantı yeri, kasdedilen anlam ise şâirlerin şiirlerini topladıkları eserdir.
3. TENÂSÜB
Herhangi bir konu hakkında birbiri ile alâkalı kelimeleri herhangi bir düzene riâyet etmeden bir beyit ya da mısra’ içinde kullanmaktır. Tenâsüb, Mürâ’ât-ı Nazîr sanatı olarak da bilinir.
Kızarmış terleyip ruhsârın ey meh tâb göstermiş
Halîl-âsâ cemâlin âteş içre âb göstermiş
(Rahşânî)
( Ey ay yüzlü güzel, yanağın kızarmış terleyerek hararet kazanmış; yüzün de Hz. İbrahim gibi ateş içindeki su haline gelmiş.)
4. LEFF Ü NEŞR
Leff, toplama; neşr de yayma, saçma demektir. Bir beyitte , birinci dizede en az iki kavramı söyleyip , ikinci dizede bunlarla alâkalı kavramları vermektir. Dîvân şiirinde çok sevilmiş ve kullanılmış bir sanattır. Çoğunlukla klişe haline gelmiş mecâzlarda uygulanır. Leff ü neşr sanatı teşbih ve istiâre sanatları ile yakından ilgilidir. Leff ü neşr , birinci dizede söylenenlerin , ikinci dizede düzenli ve düzensiz açıklanışına göre ikiye ayrılır.
A.Leff ü neşr-i müretteb
Birinci dizede söylenen kavramların karşılıkları ikinci dizede aynı sırayı izlerse
düzenli leff ü neşr sanatı yapılmış olur.
Yüzün ile gözün katında anmak
Gül ile nergisi terk-i edebdir
(Ahmedî)
( Senin yüzünün ve gözünün huzurunda gül ve nergisi anmak, edebi terk etmektir,
saygısızlıktır.)
B.Leff ü neşr-i gayr-i müretteb
Düzensiz leff ü neşrde ise birinci dizede verilen kavramların tekâbülleri , ikinci dizede
ters ya da karışık olarak bulunur.
Gülşene nergis ü gül hayli letâfet verdi
Şimdi açıldı dahi yüzü gözü gülzârın
(Bâkî)
( Gül bahçesine nergis ve gül hayli güzellik verdi, şimdi gül bahçesinin yüzü gözü
açıldı.)
5. TECÂHÜL-İ ÂRİF
Bilinen bir hakikati , bilmiyormuş gibi söylemektir. Tecâhül-i ârif ne hiç bilmemektir ne de bildiğini saklamaktır. Bir anlamda bildiğini türlü sebeplerle saklamaktır, imâlı yoldan anlatmaktır. Bu sanatı icrâ ederken mübâlağa ve istifham sanatlarından faydalanılır.
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
(Fuzûlî)
( Ayrılık gecesi, canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker; figanlarım halkı
uyandırır, kara bahtım uyanmaz mı?)
6. HÜSN-İ TA’LÎL
Hüsn-i ta’lîl, hakikî bir hadisenin meydana gelmesini, hayâli ve güzel bir sebebe bağlamaktır. Bu sebebin kesin bir hükmü ihtivâ eder nitelikte olması gerekir. Bu sanatta, hakikati, hayale dayandırma söz konusudur. Bu bakımdan edebiyatımızda en çok tecâhül-i ârif sanatı ile karıştırılır. Tecâhül-i ârifte meşhur, hakikî bir olayı bilmezden gelme durumu vardır. Güzel bir sebebe bağlama hadisesi yoktur. Hüsn-i ta’lîl de ise kesinlikte hayâlî ve güzel bir sebeb aranır.
Bâğ-ı âlemde yüzün mânendi bir gül isteyip
Cüst u cû edip gezer gülzârı bülbül şâh şâh
(Avnî)
( Bülbül, dünya bahçesinde yüzüne benzer, bir gül bulma arzusu ile gül bahçesini araştırarak dal dal gezer.)
Beyitte bülbülün gül bahçesine bulunma hakikati , sevgilinin yüzüne benzeyen bir gül bulma gibi hayalî ve güzel bir sebebe isnâd edilmiştir.
7. SİHR-İ HELÂL
Sihr-i helâlin bir lügat anlamı güzel şiir söylemedir. Edebiyat terimi olarak, her iki tarafa bağlanması mümkün olan bir kelime veya kelime öbeklerini bir ara cümle olarak ya da bir mısra’ sonunda kullanılmaktır. Muhtevî mısra’da kullanılan bu kelime ve kelime öbeklerinin diğer mısra’ başındaki ifade ile kaynaşmış olmasına mümkün mertebe dikkat etmek gerekir.
Âkıl isen vahş u tayrın şâhı ol Mecnûn gibi
Başına mürg âşiyânından külâh-ı devlet al
(Hayâlî)
( Mecnûn gibi akıllı ise vahşi hayvanların ve kuşların şahı ol; Mecnûn gibi başına
kuş yuvasından saadet külâhı al.)
8. MÜBÂLAĞA
Mübâlağa bilindiği gibi küçük bir şeyi abartma, olduğundan daha büyük, daha aşırı göstermedir. Mübâlağadan kasıd söylenen sözün tesirini güçlendirmektir. Bir sözün etkisini güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı bir biçimde anlatmak ya da olduğundan pek çok ve pek az göstermektir. Ancak bu aşırı anlatma soğuk olmamalı, nükteli ve zarif olmalıdır. Aşırılığının derecesine göre mübalağa üçe ayrılır. Tebliğ, iğrak, gulüv diye.
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
(Fuzûlî)
( Vücudumu öylesine zayıf hale getir ki, sabah rüzgârının beni sana ulaştırması mümkün olsun.)
9. TEZÂD
Tezâdın kökü “zıdd”dır. Edebiyat terimi olarak, anlam bakımından iki zıd kavramı bir arada kullanma sanatıdır. Ancak sıcak soğuk, kuru yaş gibi birbirine zıd iki kelimeyi bir arada bulundurmak, tezâd sanatının oluşması için yeterli değildir. Tezâd sanatında aranması gereken bir önemli özellik, zıd iki anlamın veya kavramın beyit ya da dize içindeki anlam bakımından da zıd olmasıdır.
Çeşm-i âşıkta imtizâc etmiş
Âb u âteş olup berâber dost
( Su ve âteş âşığın gözünde birbirine karışarak, dost hale gelmiş.)
Bu beyitte, su ve âteş kelime olarak birbirine zıd iki kelimedir. Ancak beyit içinde su ve âteş gibi iki zıd ifâdenin bir arada bulunması tezâd sanatını oluşturur. Nasıl dersek? Gözyaşı sıcak olması bakımından hem âteştir, hem de sudan ibâret olması bakımından sudur. Su ve âteşin bir arada bulunması mümkün değildir. Ancak beyitte bu mümkünmüş gibi gösterilir.
10. TEKRÎR
Bir beyit ya da dize içinde ifâdenin tesirini güçlendirmek amacı ile aynı anlama gelen kelime veya kelime öbekleri arka arkaya tekrarlamaktır. Tekrirde de tekrarlanan sözlerin anlama güç katmasına önemle dikkat edilir. Bu sanatta diğer sanatlar gibi güzel kullandığı zaman ifadeyi zenginleştirir.
Yüzün berg-i gül-i tedir gül-i ter
Boyun serv ü sanavberdir sanavber
(Nesimî)
(Yüzün taze gül yaprağıdır, taze güldür; boyun servi ve sanavberdir,
sanavberdir.)
11. NİDÂ
Nidâ bir ünlemdir, bir sesleniştir. Şâirin bir hadise karşısındaki heyecanlarının tezahürüdür. Bu tezahürün neticesinde “ey, hey” gibi ünlem edatlarını şiirinde anmasıdır.
Merhabâ hoş geldin ey rûh-ı revânım merhabâ
Ey şeker-leb yâr-ı şîrîn lâ-mekânım merhabâ
(Nesimî)
( Ey ruhum , merhaba hoş geldin , merhaba; Ey dudağı şeker gibi olan tatlı yarim, hiçbir mekanı olmayan sevgilim, merhaba.)
12. İSTİFHAM
İstifham, soru sorma sanatıdır. Şâir bir duygu ve düşünceyi soru halinde sorarak anlamı daha da kuvvetlendirmek amacındadır. İstifham sanatında sorulan süale cevap bekleme niyeti yoktur.İstifham sanatı ile tecâhülü ârif sanatı arasında bir nüans vardır. Her iki sanatta da süal bulunur. Ancak istifhamda anlamı kuvvetlendirme ve cevap alma kaygısı yoktur. Tecâhülü ârifte ise süal sorulurken bilinen bir gerçeği saklamak esastır.
Nedir bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ
Nedir bu cilveler bu şîveler bu kâmet-i bâlâ
(Bâkî)
( Bu gülüşler, bu nazlar, bu işveler, bu göz süzüşler nedir? Bu cilveler, bu nazlanmalar, bu uzun boy nedir?)
13. RÜCU’
Rücû’ söylenen bir sözden vazgeçmektir. Bu sanat ifade edilmek istenen fikre bir kuvvet vermek maksadı ile kullanılır. Güzel ve yerinde kullanıldığı takdirde anlamı kuvvetlendiren belirtilen fikrin tesirini arttıran bir sanattır. Rücû’ sanatının tespiti zordur. Öncelikle bu sanatı tespit ederken şâirin söylediği sözden vazgeçtiğini “yok yok”, “yok öyle değil”, “galat ettim” gibi ifadeleri kullanmasından anlarız.
Sordum meğer bu dürc-i dehendir dedim dedi
Yok yok devâ-yı derd-i nihânın durur senin
(Fuzûlî)
( Sordum, meğer bu bir mücevher kutusu mudur? Yok yok senin gizli derdinin ilacıdır, dedi.)
14. KAT’
Kat’, kesmektir. Sözün tesirini arttırmak amacı ile belli bir noktada susmaktır. Orhan Veli’nin şu şiiri de kat’ sanatına güzel bir örnektir. Şâir şiirin soz dizeleri olan
“İki gözüm,
İki çeşme...”
Derken, ağladığını ifade eder. Ama ağlıyorum demez.
15. TELMİH
Geçmişteki bir hadiseye, mühim bir şahsa, meşhur bir atasözüne gönderme yapmaktır. Telmih sanatında hatırlatılan şey uzun uzun açıklanmaz, bir iki kelime ile işaret edilir.
Gökyüzünde İsâ ile
Tûr dağında Mûsâ ile
Elindeki asâ ile
Çağırayım Mevlâm seni
(Yunus Emre)
16. İRSAL-İ MESEL
İrsâl “gönderme”, mesel de “atasözü” demektir. İrsâl-i Mesel atasözü kullanmaktır. Şiirde bir düşünceyi desteklemek, belli bir fikri kuvvetlenlendirmek amacı ile meşhur bir atasözüne gönderme yapmaktır.
Ey güzellik göğüne hurşîd olan yakma beni
Yerde kalmaz çün bilirsin dûd-ı âhı kimsenin
(Necâtî)
(Ey güzelliğin gökyüzüne güneş olan sevgili, beni yakma; çünkü kimsenin âh dumanı yerde kalmaz.)
17. İKTİBAS
İktibas, bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi bir mısra’da kullanmaktır. İktibâs’ın lügat anlamı “ aktarma, ödünç alma” dır.
İkilik yok birlik var
Yalnız bunda dirlik var
Yalnız bundadır felâh
“Lâ-ilâhe illa’llâh”
Orhan Seyfi Orhon
Lâ-ilâhe illa’llâh : “Allah’tan başka tapacak yoktur.”
18.CİNAS
Şekil, telaffuz ve yazım bakımından aynı sadece anlam yönümden farklı kelimeleri bir
manzume içinde kullanmaktır. Cinas, Dîvân şirinde olduğu gibi yeni Türk şiirinde sevilerek kullanılan bir sanattır. Cinas sanatını çeşitli bölümlerde incelemek mümkündür. Ancak biz burada cinasın yedi çeşidini belirtmekle yetiniyoruz.
1.Cinas-ı tam (Tam cinas)
Şekil, telaffuz ve yazım bakımından aynı olan kelimeleri bir arada kullanmaktır.
...
Gelir desen dar gelir;
Gün aşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
Bu iş bana zor gelir.
(Orhan Veli)
2. Cinas-ı mürekkeb
Cinaslı kelimelerden biri, iki ayrı kelimeden oluşan cinastır. Bu kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisinde cinaslı kelimelerden biri iki ayrı kelimeden oluşur. Diğerinde ise cinaslı kelimelerden biri diğer bir kelimenin bir hecesinin birleşmesi ile yapılır.
Aşkın yolunda hicre tahammül günâh imiş
Uşşâkın işi anın içün her gün âh imiş
(Ahmet Paşa)
Sponsorlu Bağlantılar
1.TEŞBİH
Sözü daha etkili bir hale getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçlü olanı, nitelik bakımından daha güçlü durumda olana benzetmektir. Teşbih sanatında amaç, bir anlamda anlama güç katmaktır. Teşbih sanatında dört temel öğe vardır. Bu temel öğelerin kullanılıp kullanılmamasına göre teşbihin çeşitleri belirlenir. Bu temel öğeler şunlardır:
1. Benzeyen (Müşebbeh): Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha güçsüz durumda olanıdır.
2. Kendisine Benzetilen (Müşebbehün-bih): Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün, daha güçlü olan, kendisine benzetilen unsurdur.
3. Benzetme yönü (Vech-i şebeh): Birbirine benzetilen şeyler arasındaki ortak ilgi ve benzeyiştir.
4. Benzetme edatı (Edat-ı teşbih, Vasıta-i teşbih): Kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran edat ya da edat görevinde olan kelimelerdir. Benzetme uygulanırken şu edatlar kullanılır: gibi, kimi, sanki, meğer ki, gûyâ, tıpkı, gûne, gûnâ, misl, misillü, niteki, nitekim, misâl, sıfat, mânend, âdetâ, çü, çün, tek, andırır, benzer, -veş, -âsâ, -vâr.
Teşbih Çeşitleri
Teşbihin çeşitleri daha önce söylediğimiz gibi teşbih öğelerinin birinin veya bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre belirlenir.
1.Ayrıntılı Teşbih
Dört öğesi de bulunan teşbihtir.
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime.
(Ayak Sesleri/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen: Sesler
Kendisine benzetilen unsur:Eski çıban
Benzetme yönü: Ağrımak
Benzetme edatı: Gibi
2. Kısaltılmış Teşbih (Teşbih-i mücmel, Teşbih-i muhtasar)
Benzetme yönü anılmadan yapılan benzetmedir.
Ben gideyim; yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin
İki yanımdan aksın , bir sel gibi fenerler.
(Kaldırımlar/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen: Sel
Kendisine benzetilen unsur: Fener
Benzetme edatı:Gibi
3.Pekiştirilmiş Teşbih (Teşbih-i müekked)
Benzetme edatı bulunmayan benzetme.
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık
(Çile/ Necip Fazıl Kısakürek)
Benzeyen:Ufuk, yollar
Kendisine benzetilen unsur: Tilki, yumak
Benzetme yönü: Kaçak, kurnaz; uzun, dolaşık
4. Güzel Teşbih (Teşbih-i beliğ)
Benzeyen ve kendisine benzetilen öğelerle yapılan , benzetme yönü ve edatı
söylenmeyen benzetmedir.
Gül yüzlü bir âfetti ki, her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle.
(Mohaç Türküsü/ Yahya Kemal)
Benzeyen: Zafer, bûse
Kendisine benzetilen unsur: Sevgili, lâle
Kendisine benzetilen unsur: Gül
5.Yaygın Teşbih (Teşbih-i temsîlî)
Benzeyen ve kendisine benzetilenler arasında birden fazla ortak nitelik ve özellikleri sırayla ifade edilerek yapılan teşbihtir. Temsilî teşbihte her iki öğenin, ortak benzerlikleri
anlatıldıktan sonra , manzumenin en sonunda ilgili olan temel öğe açıklanır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi Namık Kemal’in Nevha adlı şiirinde vatan bir sevgiliye benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan vatan söylenmeyip , şiirin başından itibaren kendisine benzetilen unsur olan sevgilinin çeşitli özellikleri sıralanmıştır. Vatan şiirin en sonunda söylenmiştir.
Nevha I
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâf ile bak ne al olmuş,
Serv-i sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rüyâma
Benziyor, aynı kendi hülyâma,
Bu tasavvur dokundu sevdâma
Âh böyle gezer mi hîç cânân?...
Gül değil arkasında kanlı kefen...
Sen misin, sen misin garîb vatan?...
(Namık Kemal)
2.Mecâz-ı Mürsel
Hemen hemen her dilde bir kelimenin ifâde ettiği bir anlam vardır. Zamanla bazı kelimelere mecâzî anlamlar yüklenmiştir. Mecâz-ı mürsel sanatı da kelimenin mecâzî anlamı ile ilgilidir. Bir sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden kullanmadır. Günlük konuşmada doğal olarak yaptığımız bu türlü mecâza, özellikle deyimlerde bol bol rastlanır. Mecâz-ı mürsel sanatı aradığımız kelimelerde, şu iki özelliğin olmasına kesinlikle dikkat etmeliyiz.
Kelimenin gerçek anlamının dışında kullanılmış olmasına.
Sözün gerçek anlamını düşünmemize engel bir düşünce olmamasına.
“Göze girmek” ve “ayağa düşmek” deyimlerinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü, her iki deyimde de “göz” ve “ayak” kelimeleri hakikî anlamının dışında kullanılmıştır. “Göze girmek” deyiminde bir insanın gözüne girmek mümkün değildir. Nitekim “ayağa düşmek” deyiminde de birinin ayağına düşmek düşünülemez. Buna göre “göze girmek” deyimi “başkalarının beğenisini ve sevgisini kazanmak”, “ayağa düşmek” deyimi de “rezil rüsva olmak” anlamındadır.
Mecâz-ı mürsel, kavramlar arasında çeşitli ilgiler kurularak aktarılır. Bu ilgiler, nesne ve kavram arasında benzetmeden başka ilgilerdir ve çok çeşitlilik arz eder. Gerçek ve mecâzlı anlamlar arasında öncelikle parça-bütün ilişkisi söz konusudur. Parça-bütün alâkası parçayı söyleyerek bütünü kasdetmek; bütünü söyleyerek parçayı kasdetmektir. Durum-yer ilgisinde ise , durumu söyleyerek yeri kasdetmek, yeri söyleyerek durumu kasdetmektir.
3. İSTİÂRE
Bir unsuru kendi adının dışında başka bir adla anmadır. Ancak anılan unsurlarla bir ilgi yönünün olmasına dikkat edilir. İstiâre hem bir mecâz, hem de bir benzetme sanatıdır.
Gül yanaklı kızım örneğinde olduğu gibi kız, gül yanaklı olarak düşünülmüş yani bir teşbih sanatı yapılmıştır. Bir kişi kızına sadece Gül yanaklım derse o zaman istiâre yapmış olur; bir anlamda da mecâz sanatına başvurmuş olur. Bir kelimenin istiâreli kullanılıp kullanılmadığı anlamak için şu tespitlerde bulunmalıyız; bir başka deyişle istiârede şu noktalara önemle dikkat etmek gerekir.
1. İstiâre içeren kelime, kendi anlamında değil , gerçek anlamının dışında kullanılmış olmalıdır.
2. İstiâre olan yerde benzetme amacının bulunması gerekir.
İstiâre teşbihin iki unsuru ile yapılır. Benzeyen ve kendisine benzetilen. Bu öğelerden birinin söylenip söylenmemesine göre de istiâre çeşitleri belirlenir.
1.Açık İstiâre (İstiâre-i musarraha)
Teşbihin sadece benzeyen unsuru ile yapılan benzetmedir. Bu türlü istiârede benzeyen söylenmez. Divan edebiyatındaki mazmun (klişeleşmiş mecâz) ların çoğu istiâre durumundadır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi, solgun ukde ile sabır anılmıştır. Sabır, solgun ukdeye benzetilmiştir. Sabır söylenmemiş solgun ukde söylenmiştir. Yani sadece teşbihin benzeyen öğesi kullanılmıştır.
Gönlüme sığınmış o solgun ukde
Kim tanımaz sevdâ taşıyan sesi
İşte tam o anda bir gül pembesi
(Gül ve Sabır/ İhsan Sezal)
3. Kapalı İstiâre (İstiâre-i mekniye)
Kendisine benzetilen unsuru kullanılarak yapılan istiâredir. Bu istiâre çeşidinde kendisine benzetilen unsur gizlendiği , söylenmediği için diğer istiâre çeşidine göre tespiti daha zordur. Bundan dolayı açık istiâreye göre dîvân şiirinde örneklerine az rastlanır. Aşağıdaki beyitte görüldüğü gibi bahçedeki ağaçlar, tecrid hırkasını giymiş dervişlere benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan eşçâr-ı bağ söylenip, dervişler anılmıştır. Dervişle alâkalı olarak tecrîd hırkası zikredilmiştir. Çenâr ile de şeyh hatırlanmalıdır. Şeyhe gönderme yapmak için el almak tabiri kullanılmıştır.
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
4.Yaygın İstiâre (İstiâre-i temsîliye)
Temel öğelerden sadece birisi ile yapılan istiâredir. Bu temel öğenin, çeşitli
benzerlikleri sıralanarak yapılan istiâredir. Bunu yaygın benzetme ile karıştırmamak
gerekir. Zira yaygın teşbihte her iki öğe de anılır. Temsilî istiâre ise sadece bir öğe ile yapılır. Yahyâ Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirinde müşâhede edildiği gibi “ölüm”, “tabut” bir “gemi” ye teşbih edilmiş. Ancak ölüm anılmadan gemi zikredilmiştir.
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûe giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli,
Bîçâre gönüller ! Ne giden son gemidir bu!
Hicrânlı hayatın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler,
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnûn ki yerinden
Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.
(Yahyâ Kemâl)
4. KİNÂYE
Bir sözcüğü ya da sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden ve sözün gerçek anlamını düşünmemizi engelleyici ipucu (karîne-i mânâ’) olmaksızın mecazlı anlamda kullanmadır. Kinâyede sözün gerçek anlamı da kasdedilmiş olabilir. Başka bir deyişle, gerçe-ği mecâz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Ancak, sözün gerçek anlamından bir sonuç çıksa da , asıl geçerli olan mecâzlı anlamıdır. Deyimlerin çoğu mecâzlı anlamlar içeren kinâyeli sözlerdir. Nitekim “âteş basmak” deyimi kinâyeli bir sözdür. İnsan ayağı ile ateşe basabilir. Ancak âteş basmak ile kasdedilen birinin hararetlenmesidir.
Ayağı yer mi basar zülfüne ber-dâr olanın
Zevk u şevk ile verir cân u seri döne döne
(Necâtî)
( Senin saçına asılan kişinin ayağı yere mi basar; canını ve başını zevk ve şevk ile döne döne verir.)
5. TEŞHİS VE İNTAK
Teşhis, kişileştirmektir. İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıkları, düşünen, duyan ve hareket eden bir insan kişiliğinde göstermektir. Bu sanat, yapılırken teşbih ve istiâre gibi diğer mecâz sanatlarından da istifâde edilir. İntak da konuşturmaktır. İnsan dışındaki varlıkları insan gibi konuşturmaktır. İntakta kesinlikle teşhis, kişileştirme vardır. Fakat teşhiste her zaman intak olmayabilir.
Masallar ve fabllarda teşhis ve intak sanatına sık sık başvurulur.
Ben gidersem sazım sen kal dünyada,
Gizli sırlarımı âşikâr etme.
Lâl olsun dillerin, söyleme yâda,
Garip bülbül gibi âhuzâr etme.
(Sazıma/ Aşık Veysel)
6. TA’RĪZ
Sözlük anlamı “ söz söylemek, sataşmak, ilişmek” anlamındadır. Edebiyat terimi olarak bir kavramın bir şeyi söyleyip , onun büsbütün tersini kasdetmektir. Sözün gerçek anlamı doğru gibi görünse de , asıl amaç , sözün ters anlamına yüklenmiştir. Bu amaçla ta'rîz sanatı , bir kişiyi ya da durumu alaya almak ve iğlenemek amacıyla yapılır.
Aşağıdaki Ters Öğüt Destanı adından da anlaşılacağı gibi verilen öğütlerin ters anlamları zikredilip; ta’rîz sanatına en güzel örnektir.
Ters Öğüt Destanı
Bir nâsihâtım var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhûr bir kelâmdır sen kazan sen ye
El için yok yere âteşe yanma
ANLAMLA İLGİLİ SANATLAR
Bir kelimenin anlamını esas alan sanatlar bu bölümde incelenir. Bu sanatlardan bazıları, kelimenin hem anlamı hem de mecazî anlamı ile ilişkilidir. Bu bölümdeki bazı sanatlarda ise bir duygu ve düşünceyi nükteli bir biçimde söylemek esastır. Bu babda incelenecek sanatlar şunlardır:
1 . ÎHÂM
İki ya da ikiden fazla anlamı olan bir kelimeyi bir dize ya da beyit içinde bütün anlamlarını tebliğ ederek bildirme sanatıdır. Bu sanatta önemli olan husus, beytin umumî anlamıyla , kelimenin diğer anlamları uyuşmasıdır. Îham sanatını tevriye ve kinâye sanatları ile karıştırmamak gerekir. Her üç sanatta da kavramların birkaç anlamı kullanılır. Ancak tevriye sanatında kasdedilen ikinci anlamdır; kinâye sanatında ise mecâzlı anlamdır.
Bu beyitte ayak sözcüğünde iham sanatı vardır. Ayağın lügat anlamı “ insan uzvu; kadeh”tir. Beyiti kelimenin her iki anlamıyla da düşünmek mümkündür.
Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Câmlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sâkîler meclisten çekmiş ayağı
(Bayburtlu Zihni)
İhâm sanatı, tenâsüp ve tezat sanatlarına bağlı olarak da yapılır. Tenâsüble birlikte yapılan îhâma îhâm-ı tenâsüp tezatla birlikte yapılan îhâma ise îhâm-ı tezat denir,
a. Îhâm-ı tenâsüb
Birkaç anlamı olan bir kelimenin dize ya da beyit içinde söylenmemiş anlamıyla, diğer kelimeler arasında anlam ilgisi kurmaktır. Bu sanat, îhâm ve tenâsüb sanatlarının birleşmesinden meydana gelmiştir.
Ehl-i aşkın nâlesin ney kâmetin çeng eyledin
Pâdişehsin ettiğin şimden gerü kânûn olur
(Bâkî)
(Aşıkların feryâdlarını ney, boyunu da çenge benzettin; sen padişahsın, şimdiden sonra senin bütün yaptıkların kanundur.)
Kanun kelimesinin yasa anlamı kullanılıp; musıkî âleti olan kânûn ile nâle, ney, çeng arasında îhâm-ı tenâsüb sanatı vardır.
b. Îhâm-ı tezat
Îhâm-ı tezat sanatı da bir bakıma îhâm-ı tenâsüb gibidir. Aradaki tek fark, birden fazla anlamı olan bir kelimenin söylenmeyen anlamı ile tezad ifade eden bir kelimeyi bir beyit ya da mısra’içinde birlikte kulllanmaktır.
Serverlik ister isen üftâdelik şi’âr et
Kim düşmeden ayağa çıkmadı başa bâde
(Fuzûlî)
( Başa çıkmak istersen alçak gönüllüğü düstur edin; ki şarap kadehe konulmadan başa çıkmadan.)
Ayak kelimesi, bilindiği gibi hem kadeh hem de ayak anlamındadır. Beyitte ayak anlamı ile baş arasında tezad sanatı vardır.
2.TEVRİYE
Tevriye, iki anlamı olan bir kelimeyi uzak anlamını kasdederek kullanmaktır. Tevriye sanatında kelimenin beyitteki görünen anlamı değil, daima uzak anlamına gönderme yapılır. . Tevriye sanatında her zaman önemli olan kelimenin uzak anlamıdır. Bu sanatta çoğunlukla îhâm sanatı ile karıştırılır. Îhâm sanatında, birden fazla anlamı olan bir kelimeyi beyit ya da dize içinde her iki anlamıyla düşünmek mümkündü. Yani beyit ya da dize kelimenin her iki anlamıyla açıklanabilir. Aşağıdaki örneklerde de görüldüğü gibi koyu harfle belirtilen kelimelerin, öncelikle beyitte, görünürdeki anlamları kullanılıp uzak anlamları kastedilmiştir.
Birisi kâlû belâda biri bâb-ı yârda
Pâdişâh-ı aşk-ı pâk ancak iki dîvân eder
(Yahyâ Bey)
(Halis aşk padişahı, biri kâlû belâda biri de sevgilinin kapısında
olmak üzere iki dîvân tertipler.)
Dîvân, toplantı yeri; şâirlerin şiirlerini topladıkları eserin adıdır. Beyitte görünürdeki anlam toplantı yeri, kasdedilen anlam ise şâirlerin şiirlerini topladıkları eserdir.
3. TENÂSÜB
Herhangi bir konu hakkında birbiri ile alâkalı kelimeleri herhangi bir düzene riâyet etmeden bir beyit ya da mısra’ içinde kullanmaktır. Tenâsüb, Mürâ’ât-ı Nazîr sanatı olarak da bilinir.
Kızarmış terleyip ruhsârın ey meh tâb göstermiş
Halîl-âsâ cemâlin âteş içre âb göstermiş
(Rahşânî)
( Ey ay yüzlü güzel, yanağın kızarmış terleyerek hararet kazanmış; yüzün de Hz. İbrahim gibi ateş içindeki su haline gelmiş.)
4. LEFF Ü NEŞR
Leff, toplama; neşr de yayma, saçma demektir. Bir beyitte , birinci dizede en az iki kavramı söyleyip , ikinci dizede bunlarla alâkalı kavramları vermektir. Dîvân şiirinde çok sevilmiş ve kullanılmış bir sanattır. Çoğunlukla klişe haline gelmiş mecâzlarda uygulanır. Leff ü neşr sanatı teşbih ve istiâre sanatları ile yakından ilgilidir. Leff ü neşr , birinci dizede söylenenlerin , ikinci dizede düzenli ve düzensiz açıklanışına göre ikiye ayrılır.
A.Leff ü neşr-i müretteb
Birinci dizede söylenen kavramların karşılıkları ikinci dizede aynı sırayı izlerse
düzenli leff ü neşr sanatı yapılmış olur.
Yüzün ile gözün katında anmak
Gül ile nergisi terk-i edebdir
(Ahmedî)
( Senin yüzünün ve gözünün huzurunda gül ve nergisi anmak, edebi terk etmektir,
saygısızlıktır.)
B.Leff ü neşr-i gayr-i müretteb
Düzensiz leff ü neşrde ise birinci dizede verilen kavramların tekâbülleri , ikinci dizede
ters ya da karışık olarak bulunur.
Gülşene nergis ü gül hayli letâfet verdi
Şimdi açıldı dahi yüzü gözü gülzârın
(Bâkî)
( Gül bahçesine nergis ve gül hayli güzellik verdi, şimdi gül bahçesinin yüzü gözü
açıldı.)
5. TECÂHÜL-İ ÂRİF
Bilinen bir hakikati , bilmiyormuş gibi söylemektir. Tecâhül-i ârif ne hiç bilmemektir ne de bildiğini saklamaktır. Bir anlamda bildiğini türlü sebeplerle saklamaktır, imâlı yoldan anlatmaktır. Bu sanatı icrâ ederken mübâlağa ve istifham sanatlarından faydalanılır.
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
(Fuzûlî)
( Ayrılık gecesi, canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker; figanlarım halkı
uyandırır, kara bahtım uyanmaz mı?)
6. HÜSN-İ TA’LÎL
Hüsn-i ta’lîl, hakikî bir hadisenin meydana gelmesini, hayâli ve güzel bir sebebe bağlamaktır. Bu sebebin kesin bir hükmü ihtivâ eder nitelikte olması gerekir. Bu sanatta, hakikati, hayale dayandırma söz konusudur. Bu bakımdan edebiyatımızda en çok tecâhül-i ârif sanatı ile karıştırılır. Tecâhül-i ârifte meşhur, hakikî bir olayı bilmezden gelme durumu vardır. Güzel bir sebebe bağlama hadisesi yoktur. Hüsn-i ta’lîl de ise kesinlikte hayâlî ve güzel bir sebeb aranır.
Bâğ-ı âlemde yüzün mânendi bir gül isteyip
Cüst u cû edip gezer gülzârı bülbül şâh şâh
(Avnî)
( Bülbül, dünya bahçesinde yüzüne benzer, bir gül bulma arzusu ile gül bahçesini araştırarak dal dal gezer.)
Beyitte bülbülün gül bahçesine bulunma hakikati , sevgilinin yüzüne benzeyen bir gül bulma gibi hayalî ve güzel bir sebebe isnâd edilmiştir.
7. SİHR-İ HELÂL
Sihr-i helâlin bir lügat anlamı güzel şiir söylemedir. Edebiyat terimi olarak, her iki tarafa bağlanması mümkün olan bir kelime veya kelime öbeklerini bir ara cümle olarak ya da bir mısra’ sonunda kullanılmaktır. Muhtevî mısra’da kullanılan bu kelime ve kelime öbeklerinin diğer mısra’ başındaki ifade ile kaynaşmış olmasına mümkün mertebe dikkat etmek gerekir.
Âkıl isen vahş u tayrın şâhı ol Mecnûn gibi
Başına mürg âşiyânından külâh-ı devlet al
(Hayâlî)
( Mecnûn gibi akıllı ise vahşi hayvanların ve kuşların şahı ol; Mecnûn gibi başına
kuş yuvasından saadet külâhı al.)
8. MÜBÂLAĞA
Mübâlağa bilindiği gibi küçük bir şeyi abartma, olduğundan daha büyük, daha aşırı göstermedir. Mübâlağadan kasıd söylenen sözün tesirini güçlendirmektir. Bir sözün etkisini güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı bir biçimde anlatmak ya da olduğundan pek çok ve pek az göstermektir. Ancak bu aşırı anlatma soğuk olmamalı, nükteli ve zarif olmalıdır. Aşırılığının derecesine göre mübalağa üçe ayrılır. Tebliğ, iğrak, gulüv diye.
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
(Fuzûlî)
( Vücudumu öylesine zayıf hale getir ki, sabah rüzgârının beni sana ulaştırması mümkün olsun.)
9. TEZÂD
Tezâdın kökü “zıdd”dır. Edebiyat terimi olarak, anlam bakımından iki zıd kavramı bir arada kullanma sanatıdır. Ancak sıcak soğuk, kuru yaş gibi birbirine zıd iki kelimeyi bir arada bulundurmak, tezâd sanatının oluşması için yeterli değildir. Tezâd sanatında aranması gereken bir önemli özellik, zıd iki anlamın veya kavramın beyit ya da dize içindeki anlam bakımından da zıd olmasıdır.
Çeşm-i âşıkta imtizâc etmiş
Âb u âteş olup berâber dost
( Su ve âteş âşığın gözünde birbirine karışarak, dost hale gelmiş.)
Bu beyitte, su ve âteş kelime olarak birbirine zıd iki kelimedir. Ancak beyit içinde su ve âteş gibi iki zıd ifâdenin bir arada bulunması tezâd sanatını oluşturur. Nasıl dersek? Gözyaşı sıcak olması bakımından hem âteştir, hem de sudan ibâret olması bakımından sudur. Su ve âteşin bir arada bulunması mümkün değildir. Ancak beyitte bu mümkünmüş gibi gösterilir.
10. TEKRÎR
Bir beyit ya da dize içinde ifâdenin tesirini güçlendirmek amacı ile aynı anlama gelen kelime veya kelime öbekleri arka arkaya tekrarlamaktır. Tekrirde de tekrarlanan sözlerin anlama güç katmasına önemle dikkat edilir. Bu sanatta diğer sanatlar gibi güzel kullandığı zaman ifadeyi zenginleştirir.
Yüzün berg-i gül-i tedir gül-i ter
Boyun serv ü sanavberdir sanavber
(Nesimî)
(Yüzün taze gül yaprağıdır, taze güldür; boyun servi ve sanavberdir,
sanavberdir.)
11. NİDÂ
Nidâ bir ünlemdir, bir sesleniştir. Şâirin bir hadise karşısındaki heyecanlarının tezahürüdür. Bu tezahürün neticesinde “ey, hey” gibi ünlem edatlarını şiirinde anmasıdır.
Merhabâ hoş geldin ey rûh-ı revânım merhabâ
Ey şeker-leb yâr-ı şîrîn lâ-mekânım merhabâ
(Nesimî)
( Ey ruhum , merhaba hoş geldin , merhaba; Ey dudağı şeker gibi olan tatlı yarim, hiçbir mekanı olmayan sevgilim, merhaba.)
12. İSTİFHAM
İstifham, soru sorma sanatıdır. Şâir bir duygu ve düşünceyi soru halinde sorarak anlamı daha da kuvvetlendirmek amacındadır. İstifham sanatında sorulan süale cevap bekleme niyeti yoktur.İstifham sanatı ile tecâhülü ârif sanatı arasında bir nüans vardır. Her iki sanatta da süal bulunur. Ancak istifhamda anlamı kuvvetlendirme ve cevap alma kaygısı yoktur. Tecâhülü ârifte ise süal sorulurken bilinen bir gerçeği saklamak esastır.
Nedir bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ
Nedir bu cilveler bu şîveler bu kâmet-i bâlâ
(Bâkî)
( Bu gülüşler, bu nazlar, bu işveler, bu göz süzüşler nedir? Bu cilveler, bu nazlanmalar, bu uzun boy nedir?)
13. RÜCU’
Rücû’ söylenen bir sözden vazgeçmektir. Bu sanat ifade edilmek istenen fikre bir kuvvet vermek maksadı ile kullanılır. Güzel ve yerinde kullanıldığı takdirde anlamı kuvvetlendiren belirtilen fikrin tesirini arttıran bir sanattır. Rücû’ sanatının tespiti zordur. Öncelikle bu sanatı tespit ederken şâirin söylediği sözden vazgeçtiğini “yok yok”, “yok öyle değil”, “galat ettim” gibi ifadeleri kullanmasından anlarız.
Sordum meğer bu dürc-i dehendir dedim dedi
Yok yok devâ-yı derd-i nihânın durur senin
(Fuzûlî)
( Sordum, meğer bu bir mücevher kutusu mudur? Yok yok senin gizli derdinin ilacıdır, dedi.)
14. KAT’
Kat’, kesmektir. Sözün tesirini arttırmak amacı ile belli bir noktada susmaktır. Orhan Veli’nin şu şiiri de kat’ sanatına güzel bir örnektir. Şâir şiirin soz dizeleri olan
“İki gözüm,
İki çeşme...”
Derken, ağladığını ifade eder. Ama ağlıyorum demez.
15. TELMİH
Geçmişteki bir hadiseye, mühim bir şahsa, meşhur bir atasözüne gönderme yapmaktır. Telmih sanatında hatırlatılan şey uzun uzun açıklanmaz, bir iki kelime ile işaret edilir.
Gökyüzünde İsâ ile
Tûr dağında Mûsâ ile
Elindeki asâ ile
Çağırayım Mevlâm seni
(Yunus Emre)
16. İRSAL-İ MESEL
İrsâl “gönderme”, mesel de “atasözü” demektir. İrsâl-i Mesel atasözü kullanmaktır. Şiirde bir düşünceyi desteklemek, belli bir fikri kuvvetlenlendirmek amacı ile meşhur bir atasözüne gönderme yapmaktır.
Ey güzellik göğüne hurşîd olan yakma beni
Yerde kalmaz çün bilirsin dûd-ı âhı kimsenin
(Necâtî)
(Ey güzelliğin gökyüzüne güneş olan sevgili, beni yakma; çünkü kimsenin âh dumanı yerde kalmaz.)
17. İKTİBAS
İktibas, bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi bir mısra’da kullanmaktır. İktibâs’ın lügat anlamı “ aktarma, ödünç alma” dır.
İkilik yok birlik var
Yalnız bunda dirlik var
Yalnız bundadır felâh
“Lâ-ilâhe illa’llâh”
Orhan Seyfi Orhon
Lâ-ilâhe illa’llâh : “Allah’tan başka tapacak yoktur.”
18.CİNAS
Şekil, telaffuz ve yazım bakımından aynı sadece anlam yönümden farklı kelimeleri bir
manzume içinde kullanmaktır. Cinas, Dîvân şirinde olduğu gibi yeni Türk şiirinde sevilerek kullanılan bir sanattır. Cinas sanatını çeşitli bölümlerde incelemek mümkündür. Ancak biz burada cinasın yedi çeşidini belirtmekle yetiniyoruz.
1.Cinas-ı tam (Tam cinas)
Şekil, telaffuz ve yazım bakımından aynı olan kelimeleri bir arada kullanmaktır.
...
Gelir desen dar gelir;
Gün aşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
Bu iş bana zor gelir.
(Orhan Veli)
2. Cinas-ı mürekkeb
Cinaslı kelimelerden biri, iki ayrı kelimeden oluşan cinastır. Bu kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisinde cinaslı kelimelerden biri iki ayrı kelimeden oluşur. Diğerinde ise cinaslı kelimelerden biri diğer bir kelimenin bir hecesinin birleşmesi ile yapılır.
Aşkın yolunda hicre tahammül günâh imiş
Uşşâkın işi anın içün her gün âh imiş
(Ahmet Paşa)