Gösta Berling Efsanesi
Başlıca karakterler
Gösta Berling: Cüppesinden sıyrılmış âvâre bir hayat sürmeğe başlamış bir rahip; sıcak kanlı ve düşüncesiz hareket eden biri centilmen emekliler arasında en canlı ve ateşlisi.
Yüzbaşı Christian Bergh: İyi niyetli bir insan fakat külhanbeyi. Kolaylıkla kandırılır.
Master Julius: Kısa boylu, şişman ve neşeli; bir hikâye anlatıcısı.
Kuzen Christopher: Napoleon'un ordusunda bir subay; şimdi gizleniyor; huzursuz ve cesur.
Eberhard Amca: Bir filozof Allah'ın varlığını inkâr eden hacimli bir kitabın müellifi.
Margereta Samzelius, evlenmeden önce Celsing: Güçlü ve hâkirrr bir kadın; Ekeby malikânesinin randımanlı meneceri ve on. iki emeklinin hâmisi.
Binbaşı Bernt Samzelius: Kocası.
Altringer: Zengin bir adam; önceleri Margereta'nın sevgilisi; şimdi ölü.
Kont Henrik Dohna: Bölgenin başlıca asilzadesi; çirkin, aptal ve mağrur.
Kontes Marta Dohna: Annesi; sathî, zevk peşinde giden hissiz-bir kadın.
Ebba Dohna: Kontun küçük kız kardeşi; dindar bir kız; Gösta" ya âşık.
Kontes Elizabeth Dohna: Neşeli bir italyan kızı; Kont ile evli.
Yüzbaşı Uggla: Çürümüş, bitmiş bir centilmen.
Gustava Uggla: Karısı. Oğlunu sevmediği için gelinine kızgın.
Ferdinand Uggla: Nâzik bir genç; Anna Stjarnhök ile nişanlı.
Anna Stjarnhök: Güzel bir vâris; Ferdinand ile nişanlı fakat Gösta'ya âşık Ferdinand ile, dinî bir tevekkülle evlenir.
Ulrika Dillner: Uggla ailesinin sadık ve yaşlı hizmetçisi. Sintramile evlenir.
Sintram: Fors'daki demirci ustası; Şeytanın mahallî temsilcisi; ve bölgenin karşılaştığı ciddî meselelerin başlıca kaynağı.
Melchlor Sinclair of Björne: Kızının istikbali ile kumar oynar; onu. evine almaz ve karısını döver.
Mme. Sinclair: Uysal karısı.
Marianne Sinclair: Kızı; kendi kendisini inceleyebilen gururlu bir kadın.
The Broby minister: Bir tamahkâr.
Baron Adrian: Marianne'ye kur yapan züğürt ve yakışıklı bir genç.
Yüzbaşı Lennart: Hapisten çıkarılmış bu mücrim, hayatını hasta ve fakirlere adar.
Mile. Marie: Kırk yaşında ve evlenmemiş bir kız; örgü örerek hayatını kazanır.
Hikâye
Varmland, güneybatı İsveç'te Vanner Gölü ile Norveç sınırı arasında bir vilâyettir. Önceleri ıssız.
bir bölge olan burası, demir madeninin keşfedilmesi ile, onsekizinci asırda birdenbire hızlı bir ekonomik gelişme safhasına girdi. Her yerde, demir işleyen küçük fırınlar, ocaklar görüldü; insanlar kumara daldı, servet yaptı ve ihtiraslı bir zenginlik çağı başladı. Büyük demir imalâtçıları, misafirleri ile, eğlenceleri ile, köşk ve konaklarında lüks bir hayat sürmeğe başladılar. Bu yaygın hayat, Napoleon Harplerinden sonra ordunun terhis edilerek işsiz kalan eski subayların Varmland'a geldikleri zaman zirveye erişmişti. Geçirdikleri tecrübelerden, hâdiseleri anlatabilme yeteneklerinden ve içki masalarında arkadaşlık edebilmelerinden veya balolarda eşlik edebilme yeteneklerinden ötürü Varmland'de iyi karşılandılar. Gösta Berling, bu tür insanlar ve parlak devrinde, Varm-land'deki hayat hakkındadır.
Gösta Berling, ayyaşlığından ötürü unvanı geri alman bir kır papazıdır. Şimdi âvâre bir hayat sürmeğe başlamış ve bu sebeple köylüler kendisine «çılgın papaz» adını takmışlardır. Bu eski papaz, uçurumun dibine düştüğü ve artık intihardan başka çâre kalmadığını düşündüğü bir sırada Margareta Sam-zelius adında bir maden işleticisinin karısı ve bölgenin en kuvvetli kadını tarafından kurtarılır. Kendisine özgü şefkatli ve kaba yolu ile, ona, yaşamak için ihtiyacı olan ümidi verir ve Ekeby'deki malikânesinde hiç bir şey ödemeksizin yaşayan on iki centilmen emekli arasına onu da alır. Bu adamların hiç biri hayatta başarılı olamamıştır; fakat avcılık, kumar, mûsikî, kaba şaka, ve «şövalye ruhu» hakkında çok şeyler bilen bu insanlar, gayet canlı ve neşelidirler. Ekeby'de, hiç bir sorumluluk hissi duymaksızın yakarlar ise de, bu kötü ve zâlim bir hayat değildir; daha ziyade bir grup ateşli, haşarı gençlerin hayatını andırır.
Bununla beraber, Şeytan, Ekeby'de kötülük saçmaya ve misafirleri, cömert ev sahibeleri aleyhine kışkırtmağa hazırlanır. Seneler öncesi, Margareta'nın ebeveynleri, onu, sevdiği adamla değil de, Binbaşı Samzelius'la evlenmeğe mecbur bırakmışlardır. Kadın, bunun neticesinde, ailesinden acı bir şekilde kopmuştur. Bir defasında, annesi kendisini ziyaret ettiği zaman, Margareta, kadını içeri alırsa da sanki kendisini hiç tanımıyormuş gibi muamele eder. Anası bunun üzerine, kızını lanetler ve onun, Ekeby'de istenmeyen bir kimse olacağını söyler. Şimdi Şeytan, bu lanetin gerçekleşmesi için, hâdiseler üzerinde oynamağa başlar. Margareta'nın emeklilerine, kadının ruhunu kendisine sattığını ve bu pazarlığın yerine getirilmesi için, eğer kendisi kadına sahip çıkmazsa,, her sene bir emeklinin öleceğini söyler. Emeklilere, sâdece öldürülmeleri için beslendiklerini anlatır ve emeklilere şu teklifi yapar Margareta'nın ruhunun kurtarılması için kadının, malını, emeklilere terket-mesi gerektir. Ve emekliler de, malikâneyi, tacirler gibi değil, centilmenler gibi yürüteceklerdir. Şayet onlardan herhangi biri, gelecek bir sene içinde mânâsız, kârlı veya erkeklikleriyle bağdaşmayan bir iş yaparlar ise, ceza olarak, on iki emeklinin ruhlarına el konacaktır. Mukavele, siyah bir kâğıt üzerine yazılıp kan ile imzalanır ve şeytan kaybolur.
Plân, anlaşıldığı şekilde hükmünü yürütmeğe başlar. Noel günü, emeklilerden biri sarhoş olur ve Margareta'nın, seneler önceki aşk hayatım anlatır. Kadının kocasıki bu mesele hakkında hiç bir şey bilmez Margareta'yı karda kışta dışarı atar. Kadının,. şimdi, bu ıssız bölgede anası nı aramak ve üzerindeki laneti kaldırması için yalvarmaktan başka bir çâresi kalmamıştır. Kocası, kanunî bir şekilde elinden çıkaramadığı malikâneyi ıztırap ve kızgınlık içinde, on iki emekliye bırakarak terkeder karısının, en büyük zararı. böylece malikâneye verdiğini düşünür. Adam, civarda, kendi evinde yaşamağa başlar. Malikâneyi, bir sene, coşkun bir neşe içindeki emekliler yürütür; yönetimi bozulur, madenler istihsal yapmaz ve servet böylece çarçur edilir. Maamafih, şeytan ile yaptıkları mukaveleye rağmen, bu on iki kişi hiç de kötü insanlar değillerdir. Onlar, hâlâ, neşeli, cömert ve düşüncesiz hareket eden insanlardır ve donkişotvari aşırılığa kaçan bu tutumlarında kahramanlık unsurları da görülür.
Kitabın büyük bir kısmı, bu adamların, şiddetliden hissiye kadar değişen hareketleri ile ilgilidir. Her emekliye, en azından bir bölüm ayrılır ise de, bu maceralardan çokları önemsizdir ve diğerlerinden tecrit edilmiştir. Hikâyenin ana ipliği, bu on iki kişi arasında en genci ve onların lideri Gösta Berling' in aşk maceralarını takip eder. Ebba Dohna adındaki bir kız ona âşık olur, fakat Gösta Berling'in eski bir papaz olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrar. Çok dindar bir kız olduğundan, Gösta Berling'i bırakır ve bu kalb yarasından ölür. Anna Stjarnhök adındaki bir diğer kız da, civardaki Ferdinand Uggla adında bir genç ile nişanlıdır. Kız, nişanı bozmak istediği zaman, Gösta, bunu yapmaması için kızı ikna etmeğe gittiğinde, John Alden gibi, kıza âşık olur, ve ikisi, kaçmak için bir plân hazırlar. Yolda, kurtlar, kızaklarına saldırır ve Berling ile Stjarnhök, Ferdinand Uggla'mn hâlâ sabırla nişanlısını beklediği bir hana sığınmak mecburiyetinde kalırlar. Gösta, hâdisenin bu şekilde tecelli etmesini, Allah'ın bir işareti olarak kabul eder ve Anna'yı reddeder; kız da uysal ,bir tarzda nişanlısına gider. Üçüncü sevgili, Gösta'nm Ekeby'deki bir baloda kur yaptığı Marianne Sinclair adında zengin bir ailenin kızıdır. Babası, kızının, beş parasız bir emekliye âşık olmasından hiddetlenir ve içeri almaz. Ümitsizliğe düşen kız, bir kar yığını altında donarak intihar etmek ister; fakat Berling ve arkadaşları onu kurtarırlar. Marianne, kısa bir müddet sonra çiçek hastalığına yakalanır, güzelliği bozulur ve bozulmuş yüzü ile sevgilisine gitmektense, barbasi ile barışır. Dördüncü ve en ciddî aşk Kontes Elizabeth Dohna ile olanıdır. Kadının kocası, önceleri, karısını derin bir aşkla sever. Fakat adamın annesi, , oğlunun aklını çeler, karısının kendisi ile sâdece unvani ve parası için evlendiğini ve Gösta'yı sevdiğini . anlatır. Kont Henrik, evliliği bozar. Kontes, bir ara, Kont'tan olan çocuğu dünyaya gelene kadar âvâre , dolaşır. Çocuğunun meşru bir babası olması, kendisi ile evlenmesi için Gösta'ya yalvarır. Çocuğun kısa bir müddet sonra ölmesine rağmen, Gösta, kadınla t evlenir, ve bir dizi maceradan sonra, garip bir şekilde kendisine eş seçtiği bu kadınla yaşar.
Nihayet, sene sona erer, pazarlığın müddeti dolar, Margareta Samzelius Ekeby'ye döner. Kadın, ana sını bulmuş, barışmış ve üzerindeki laneti kaldırtmıştır. Emekliler, onu şevkle karşılar ve son hastalığı sırasında Margareta'ya bakarlar. Vaadlerine sadık kalarak, malikâneyi yıkacak kadar tahrip etmişlerdir; fakat şimdi, fırınları ateşler, binaları tamir eder ve yaptıkları hasarı onarmağa çalışırlar. Samzelius ki artık çok ıslah olmuştur malikâneyi onlara bırakmak ister, fakat Gösta, katiyen razı olmaz. O, büyük bir zenginlik ve mesuliyetin iğvalarmı yüklenecek bir adam değildir. Hayatının son yıllarını kontesi ile birlikte basit bir kulübede geçirmeğe, bir köylü gibi yaşamağa ve bayramlarda, köylülerin eğlenmeleri için keman çalmağa karar verir. Böylelikle, aklı başında ve faydalı bir insan; ve belki, bir kemancı olarak da, insanları, hâlâ neşelendirebileceğini umar.
Sevgilisi ile donmuş bir göl üzerinden kaçan bir kontes, karla kaplanan ormanlar arasında kızaklarıyle giderlerken kurtların hücumuna uğrayan iki sevgili, annesinin bedduasından ötürü bir sene âvâre bir hayat süren bir kadın ve Şeytan ile mukavele imzalayan on iki şövalye bilhassa Flaubert, Zola ve Goncourt'ların en etkin oldukları bir zamanda, 1880'ler-de, modern bir yazar, böylesine melodramatik konuları nasıl işleyebilirdi? Selma Lagerlöf, maamafih, kendi zamanının dışında dünyaya gelmiş bir romancı idi. Zamanın modasına uyarak ciddi hikâyeler yaz-maktansa, kendisine sâdık kalmayı tercih etti. Tezlerini işlemek için, doğduğu vilâyete gitti. Hikâyelerinin bazılarında, bir hakikat çekirdeği gizlidir. Cüppesi alman rahip, bölgede, meteliksiz de olsa, cana yakın ve kabiliyetli bir kimse olarak hatırlanıyordu. Margareta Samzelius'a model olarak seçilen bir kadın ile arkadaşlık kurmuştu. Diğer hikâyeler, köylülerin hurafelerinden çıkarıldı: mukavelelerini kanla yazan şeytanın hikâyeleri, alev alev yanan ayak izleri bırakan büyük bir heyula köpek ve ihtiyar, şeytanî bir kadını saksağan haline getiren kızgın bir cadı! Bir çocuğun hatırladığı bu hikâyeler, herhangibir istihza ve sofistikelik eklenmeden maceraları üzerinde durulan bu hayret uyandırıcı, ihtiraslı insanlara saf bir hayranlık beslenerek anlatılır. Bu hikâyeler, efsanevî çağların, günümüzde mümkün olamayacağı şekilde, kahramanların daha kahraman ve habislerin daha habîs gösterildiği İskandinav maceralarını hatırlatıyor.
Gösta Berling Efsanesi'nin yazılması, müellif için, her halde, kendi çocukluğunun araştırılması, kendi hissî,hayatının köklerine doğru geriye bir seyahat olmalı idi. Müellif, her zaman, hikâyelerin, kendi kendilerini yazmak istediklerinde ısrar etti. Üstelik, şu gerçek de ilgi çekicidir ki, Bn. Lagerlöf, hikâyeye, bir şiir olarak başladı, ardından bir piyes haline getirmeyi düşündü ve nihayet, bir roman yazmağa karar verdi. Bu da, bir sanatkârın bir tezi işlemesinden ziyade; bir tezin, kendisini en iyi bir şekilde nasıl ifâde edebileceğini araştırdığını gösterir.
Selma Lagerlöf'ün yazdığı birinci bölüm, Ekeby' deki bir Noel gecesini anlatıyor. Kitabın diğer kısımları, bu çekirdek etrafında kristalize olur. Kitabın ikinci kısmındaki bazı bölümlerin, hikâye ancak uzun bir yol aldıktan sonra, sadece bir plânı doldurmak için yazıldıkları anlaşılıyor. Lövenborg, Julius ve Eberhard hakkındaki önemsiz ve hissî hikâyeler, şüphesiz, on iki centilmen emekliden her birine hiç olmazsa bir bölüm ayırmak için yazıldı. Kitap, yazılmağa başlandığı zaman, sonunun ki bazı eleştiricileri rahatsız etti böylesine saf ve ulvî biteceği düşünülmemiş olabilir.
Hikâyenin efsanevî özelliği, onun sadece organizasyonunu değil, karakterlerini ve üslûbunu da gösteriyor. Ekeby'deki on iki şövalye, hakikî insanların psikolojik incelenmeleri değildir. Gösta'mn kendisi, onların on iki Olimpiyan'ların, veya Odin'in sarayındaki on iki mabudun ve Charlemagne'nin sarayındaki on iki efsanevî asilzadenin dirilmiş şekilleri olduklarını; şimdi, günümüzün yozlaşmış çağında başarısızlıkla karşılaştıklarını, fakat hâlâ kendi çocukluk dünyalarının, hiç bir şeyi umursamayan, hür ruhlu tutumlarını devam ettirdiklerini söyler. Onlar, hâlâ yiğittirler, zevk adamıdırlar, düşüncesiz hareket ederler ve hepsinin üstünde, çocuksudurlar. Onların maceraları, bir çeşit şaşaalı piyestir. Aynı çocuksu-luğu, müteaddid aşk hikâyelerinde de görüyoruz. Kitapta, hararetli aşk sahneleri çok var. Genç kızlar, kara sevdaya tutularak ölürler, daha talihli olan diğerleri, dört nal koşan atları üzerindeki sevgilileri tarafından karanlık ormanlarda kaçırılır ve bütün bunlar, tıpkı bir peri hikâyesi gibi, garipcesine saf ve seks'sizdirler. Danimarkalı münekkid Brandes dedi ki: «Okuyucu, hikâyeja anlatanın, evlenmemiş bir hanım olduğunu hissediyor.»
Alrik Gustafson adındaki bir tenkitçi, Şeytanın mevcudiyetine rağmen, Gösta Berling'in dünyasının, gerçekten trajik sayılacak kadar karanlık olmadığını söyler. Ahlâkî çatışma, iyi ve kötü arasında değil, iki tür dünya arasındadır sorumluluk duygusu taşıyarak yapılan iş ve dikkatsiz zevk ve eğlence. Gösta, arkadaşlarına hitaben yaptığı son konuşmasında, hayatın en büyük meselesinin, insanların, nasıl hem neşeli hem iyi kalpli olabileceklerini bilmeleri olduğunu söyler. Maamafih, kendi hayatında, güzellik için hiç olmazsa küçük bir yer ayırır. Düğünlerde ve No-ellerde, polka dansı oynar, köy kemancılarına eski melodileri öğretir ve ormanlar arasındaki patikalarda oynaşan çoban çocuklarına söyleyebilecekleri bazı şarkılar öğretebilirse, iyi işler yapmış olabileceğini düşünür.
Selma Lagerlöf ün anlattığı hikâye kadar üslûbu da, soluksuz bırakırcasma romantik. Dili, zaman zaman şiire dönüşecek kadar lirik, hattâ ritmik. Müellif, sık sık kendi hikâyesinden ayrılır; adı geçmeyen karakterler veya doğduğu vilâyet hakkında sitayiş-kâr sözler söyler. Çok sayıda hayret ifade edici veya retorik sorulu cümleler var. Carlyle'ın nüfuzu, modern zevkler için oldukça ağır geliyor. Lagerlöf, daha sonraki yazılarında, kendi tezleri için daha elverişli sadeliğe erişti.
Gösta Berling Efsanesi derhal tutundu. Kitap, pek çok dillere çevrildi ve bugün, en fazla sevilen İsveç romanlarından biridir. Bn. Lagerlöf, bilhassa köylülerin hayatları ile ilgili olarak çok sayıda roman yazdı. Çocuklar onu, muhtemelen, Nils'in Fevkalâde Maceraları adlı kitabından gayet iyi tanıyorlar.
Yazar
Selma Lagerlöf, isveç'in, başlıca eserinde ölümsüzlüğe kavuşturduğu Varmland vilâyetinde 1858 senesinde doğdu. Marbaçka'daki aile konağında büyüdü. Çok hassas bir çocuk olan Selma, üç yaşında iken muhtemelen çocuk felcine tutuldu. Hastalık, kendisini topal bıraktı ve böylece, çocukluk yıllarının büyük bir kısmı sanatoryumlarda veya evde geçti. Yirmi yaşlarında iken, babası öldü; çok sıkışık durumda kalan aile, malikâneyi satmağa mecbur kaldı. Bir ara, Stockholm'daki bir öğretmen mektebine devam etti ve Kuzey isveç'teki Landskrona kasabasına mektep müdiresi olarak tayin edildi. Bn. Lagerlöf, burada, güney köylüleri arasında gösterdiği anlayış ve şefkatle, kuzey köylülerinin de hayatlarını inceledi.
Bn. Lagerlöf'ün en büyük kitabı birincisi idi. Kitap, büyük annesinin, yarım asır öncesi, Varmland'daki hayat ile ilgili olarak anlattığı hikâyelerden çıktı. İlk beş bölüm, bir mecmuada yayınlandı ve müellifine bir mükâfat getirdi. Efsanenin bütünü 1891'de basıldı ve kendisini, Hans Christian Anderson'dan sonra iskandinavya'nın en popüler yazarı yaptı. Müteakip yirmi yıl boyunca, Bn. Selma Lagerlöf'e, çok sayıda şeref bahşedildi 1895' te, Güney Avrupa'da seyahat etmesi için bir burs kazandı 1904' te, isveç Akademisi kendisine bir madalya verdi 1909'da, şeref doktorası bahşedildi ve aynı yıl Nobel edebiyat mükâfatım kazandı ve 1914'te de, isveç Akademisine üye seçildi.
Nobel mükâfatından aldığı para, Bn. Lagerlöf'ün en tatlı hayallerini gerçekleştirdi. Marbacka malikânesini satın aldı, restore etti ve elli kiracı ve işçinin hanımefendisi olarak bu konakta yaşadı. Marbacka kâr getiren bir yer oldu; burada yetişen hububat, halkın sevdiği bir sabah kahvaltısı için kullanıldı. Bn. Lagerlöf, hiç evlenmedi, sakin bir hayat sürdü, din veya parti politikaları hakkında kesin kanaatlar ileri sürmedi. Hayatının son ayları, harbin patlak vermesi ve Almanların, komşu Norveç'i istilâ etmeleri ile karanlığa büründü. Bn. Lagerlöf, 1940'da, karın zarı iltihabından (peritonit) öldü.
Sponsorlu Bağlantılar
Yazan SELMA OTTILIANA LOVISA LAGERLÖF(1858-1940)
Başlıca karakterler
EKEBY DEKİ EMEKLİLER
Yüzbaşı Christian Bergh: İyi niyetli bir insan fakat külhanbeyi. Kolaylıkla kandırılır.
Albay Beerenkreuz: İskambil oyuncusu, kumarbaz ve şarkıcı.
Binbaşı Anders Fuchs: Bir ayı avcısı, cesur ve suskun.
Kevenhüller: Mucidliğe dönen bir Alman kontu.
Eberhard Amca: Bir filozof Allah'ın varlığını inkâr eden hacimli bir kitabın müellifi.
Lövvenborg: Çekingen, nazik ve dünyevî olmayan bir adam.
Lilliecrona: Bir musi kişinas.
Rutger von Orneclou: Kadınların beğendiği bir tip; züppe.
ÖTEKİ KARAKTERLER
Binbaşı Bernt Samzelius: Kocası.
Altringer: Zengin bir adam; önceleri Margereta'nın sevgilisi; şimdi ölü.
Kont Henrik Dohna: Bölgenin başlıca asilzadesi; çirkin, aptal ve mağrur.
Kontes Marta Dohna: Annesi; sathî, zevk peşinde giden hissiz-bir kadın.
Ebba Dohna: Kontun küçük kız kardeşi; dindar bir kız; Gösta" ya âşık.
Kontes Elizabeth Dohna: Neşeli bir italyan kızı; Kont ile evli.
Yüzbaşı Uggla: Çürümüş, bitmiş bir centilmen.
Gustava Uggla: Karısı. Oğlunu sevmediği için gelinine kızgın.
Ferdinand Uggla: Nâzik bir genç; Anna Stjarnhök ile nişanlı.
Anna Stjarnhök: Güzel bir vâris; Ferdinand ile nişanlı fakat Gösta'ya âşık Ferdinand ile, dinî bir tevekkülle evlenir.
Ulrika Dillner: Uggla ailesinin sadık ve yaşlı hizmetçisi. Sintramile evlenir.
Sintram: Fors'daki demirci ustası; Şeytanın mahallî temsilcisi; ve bölgenin karşılaştığı ciddî meselelerin başlıca kaynağı.
Melchlor Sinclair of Björne: Kızının istikbali ile kumar oynar; onu. evine almaz ve karısını döver.
Mme. Sinclair: Uysal karısı.
Marianne Sinclair: Kızı; kendi kendisini inceleyebilen gururlu bir kadın.
The Broby minister: Bir tamahkâr.
Baron Adrian: Marianne'ye kur yapan züğürt ve yakışıklı bir genç.
Yüzbaşı Lennart: Hapisten çıkarılmış bu mücrim, hayatını hasta ve fakirlere adar.
Mile. Marie: Kırk yaşında ve evlenmemiş bir kız; örgü örerek hayatını kazanır.
Süpürge kızı: Aklı havada bir köylü kızı; Gösta'ya âşık.
Hikâye
Varmland, güneybatı İsveç'te Vanner Gölü ile Norveç sınırı arasında bir vilâyettir. Önceleri ıssız.
bir bölge olan burası, demir madeninin keşfedilmesi ile, onsekizinci asırda birdenbire hızlı bir ekonomik gelişme safhasına girdi. Her yerde, demir işleyen küçük fırınlar, ocaklar görüldü; insanlar kumara daldı, servet yaptı ve ihtiraslı bir zenginlik çağı başladı. Büyük demir imalâtçıları, misafirleri ile, eğlenceleri ile, köşk ve konaklarında lüks bir hayat sürmeğe başladılar. Bu yaygın hayat, Napoleon Harplerinden sonra ordunun terhis edilerek işsiz kalan eski subayların Varmland'a geldikleri zaman zirveye erişmişti. Geçirdikleri tecrübelerden, hâdiseleri anlatabilme yeteneklerinden ve içki masalarında arkadaşlık edebilmelerinden veya balolarda eşlik edebilme yeteneklerinden ötürü Varmland'de iyi karşılandılar. Gösta Berling, bu tür insanlar ve parlak devrinde, Varm-land'deki hayat hakkındadır.
Gösta Berling, ayyaşlığından ötürü unvanı geri alman bir kır papazıdır. Şimdi âvâre bir hayat sürmeğe başlamış ve bu sebeple köylüler kendisine «çılgın papaz» adını takmışlardır. Bu eski papaz, uçurumun dibine düştüğü ve artık intihardan başka çâre kalmadığını düşündüğü bir sırada Margareta Sam-zelius adında bir maden işleticisinin karısı ve bölgenin en kuvvetli kadını tarafından kurtarılır. Kendisine özgü şefkatli ve kaba yolu ile, ona, yaşamak için ihtiyacı olan ümidi verir ve Ekeby'deki malikânesinde hiç bir şey ödemeksizin yaşayan on iki centilmen emekli arasına onu da alır. Bu adamların hiç biri hayatta başarılı olamamıştır; fakat avcılık, kumar, mûsikî, kaba şaka, ve «şövalye ruhu» hakkında çok şeyler bilen bu insanlar, gayet canlı ve neşelidirler. Ekeby'de, hiç bir sorumluluk hissi duymaksızın yakarlar ise de, bu kötü ve zâlim bir hayat değildir; daha ziyade bir grup ateşli, haşarı gençlerin hayatını andırır.
Bununla beraber, Şeytan, Ekeby'de kötülük saçmaya ve misafirleri, cömert ev sahibeleri aleyhine kışkırtmağa hazırlanır. Seneler öncesi, Margareta'nın ebeveynleri, onu, sevdiği adamla değil de, Binbaşı Samzelius'la evlenmeğe mecbur bırakmışlardır. Kadın, bunun neticesinde, ailesinden acı bir şekilde kopmuştur. Bir defasında, annesi kendisini ziyaret ettiği zaman, Margareta, kadını içeri alırsa da sanki kendisini hiç tanımıyormuş gibi muamele eder. Anası bunun üzerine, kızını lanetler ve onun, Ekeby'de istenmeyen bir kimse olacağını söyler. Şimdi Şeytan, bu lanetin gerçekleşmesi için, hâdiseler üzerinde oynamağa başlar. Margareta'nın emeklilerine, kadının ruhunu kendisine sattığını ve bu pazarlığın yerine getirilmesi için, eğer kendisi kadına sahip çıkmazsa,, her sene bir emeklinin öleceğini söyler. Emeklilere, sâdece öldürülmeleri için beslendiklerini anlatır ve emeklilere şu teklifi yapar Margareta'nın ruhunun kurtarılması için kadının, malını, emeklilere terket-mesi gerektir. Ve emekliler de, malikâneyi, tacirler gibi değil, centilmenler gibi yürüteceklerdir. Şayet onlardan herhangi biri, gelecek bir sene içinde mânâsız, kârlı veya erkeklikleriyle bağdaşmayan bir iş yaparlar ise, ceza olarak, on iki emeklinin ruhlarına el konacaktır. Mukavele, siyah bir kâğıt üzerine yazılıp kan ile imzalanır ve şeytan kaybolur.
Plân, anlaşıldığı şekilde hükmünü yürütmeğe başlar. Noel günü, emeklilerden biri sarhoş olur ve Margareta'nın, seneler önceki aşk hayatım anlatır. Kadının kocasıki bu mesele hakkında hiç bir şey bilmez Margareta'yı karda kışta dışarı atar. Kadının,. şimdi, bu ıssız bölgede anası nı aramak ve üzerindeki laneti kaldırması için yalvarmaktan başka bir çâresi kalmamıştır. Kocası, kanunî bir şekilde elinden çıkaramadığı malikâneyi ıztırap ve kızgınlık içinde, on iki emekliye bırakarak terkeder karısının, en büyük zararı. böylece malikâneye verdiğini düşünür. Adam, civarda, kendi evinde yaşamağa başlar. Malikâneyi, bir sene, coşkun bir neşe içindeki emekliler yürütür; yönetimi bozulur, madenler istihsal yapmaz ve servet böylece çarçur edilir. Maamafih, şeytan ile yaptıkları mukaveleye rağmen, bu on iki kişi hiç de kötü insanlar değillerdir. Onlar, hâlâ, neşeli, cömert ve düşüncesiz hareket eden insanlardır ve donkişotvari aşırılığa kaçan bu tutumlarında kahramanlık unsurları da görülür.
Kitabın büyük bir kısmı, bu adamların, şiddetliden hissiye kadar değişen hareketleri ile ilgilidir. Her emekliye, en azından bir bölüm ayrılır ise de, bu maceralardan çokları önemsizdir ve diğerlerinden tecrit edilmiştir. Hikâyenin ana ipliği, bu on iki kişi arasında en genci ve onların lideri Gösta Berling' in aşk maceralarını takip eder. Ebba Dohna adındaki bir kız ona âşık olur, fakat Gösta Berling'in eski bir papaz olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrar. Çok dindar bir kız olduğundan, Gösta Berling'i bırakır ve bu kalb yarasından ölür. Anna Stjarnhök adındaki bir diğer kız da, civardaki Ferdinand Uggla adında bir genç ile nişanlıdır. Kız, nişanı bozmak istediği zaman, Gösta, bunu yapmaması için kızı ikna etmeğe gittiğinde, John Alden gibi, kıza âşık olur, ve ikisi, kaçmak için bir plân hazırlar. Yolda, kurtlar, kızaklarına saldırır ve Berling ile Stjarnhök, Ferdinand Uggla'mn hâlâ sabırla nişanlısını beklediği bir hana sığınmak mecburiyetinde kalırlar. Gösta, hâdisenin bu şekilde tecelli etmesini, Allah'ın bir işareti olarak kabul eder ve Anna'yı reddeder; kız da uysal ,bir tarzda nişanlısına gider. Üçüncü sevgili, Gösta'nm Ekeby'deki bir baloda kur yaptığı Marianne Sinclair adında zengin bir ailenin kızıdır. Babası, kızının, beş parasız bir emekliye âşık olmasından hiddetlenir ve içeri almaz. Ümitsizliğe düşen kız, bir kar yığını altında donarak intihar etmek ister; fakat Berling ve arkadaşları onu kurtarırlar. Marianne, kısa bir müddet sonra çiçek hastalığına yakalanır, güzelliği bozulur ve bozulmuş yüzü ile sevgilisine gitmektense, barbasi ile barışır. Dördüncü ve en ciddî aşk Kontes Elizabeth Dohna ile olanıdır. Kadının kocası, önceleri, karısını derin bir aşkla sever. Fakat adamın annesi, , oğlunun aklını çeler, karısının kendisi ile sâdece unvani ve parası için evlendiğini ve Gösta'yı sevdiğini . anlatır. Kont Henrik, evliliği bozar. Kontes, bir ara, Kont'tan olan çocuğu dünyaya gelene kadar âvâre , dolaşır. Çocuğunun meşru bir babası olması, kendisi ile evlenmesi için Gösta'ya yalvarır. Çocuğun kısa bir müddet sonra ölmesine rağmen, Gösta, kadınla t evlenir, ve bir dizi maceradan sonra, garip bir şekilde kendisine eş seçtiği bu kadınla yaşar.
Nihayet, sene sona erer, pazarlığın müddeti dolar, Margareta Samzelius Ekeby'ye döner. Kadın, ana sını bulmuş, barışmış ve üzerindeki laneti kaldırtmıştır. Emekliler, onu şevkle karşılar ve son hastalığı sırasında Margareta'ya bakarlar. Vaadlerine sadık kalarak, malikâneyi yıkacak kadar tahrip etmişlerdir; fakat şimdi, fırınları ateşler, binaları tamir eder ve yaptıkları hasarı onarmağa çalışırlar. Samzelius ki artık çok ıslah olmuştur malikâneyi onlara bırakmak ister, fakat Gösta, katiyen razı olmaz. O, büyük bir zenginlik ve mesuliyetin iğvalarmı yüklenecek bir adam değildir. Hayatının son yıllarını kontesi ile birlikte basit bir kulübede geçirmeğe, bir köylü gibi yaşamağa ve bayramlarda, köylülerin eğlenmeleri için keman çalmağa karar verir. Böylelikle, aklı başında ve faydalı bir insan; ve belki, bir kemancı olarak da, insanları, hâlâ neşelendirebileceğini umar.
Tenkid
Gösta Berling Efsanesi'nin yazılması, müellif için, her halde, kendi çocukluğunun araştırılması, kendi hissî,hayatının köklerine doğru geriye bir seyahat olmalı idi. Müellif, her zaman, hikâyelerin, kendi kendilerini yazmak istediklerinde ısrar etti. Üstelik, şu gerçek de ilgi çekicidir ki, Bn. Lagerlöf, hikâyeye, bir şiir olarak başladı, ardından bir piyes haline getirmeyi düşündü ve nihayet, bir roman yazmağa karar verdi. Bu da, bir sanatkârın bir tezi işlemesinden ziyade; bir tezin, kendisini en iyi bir şekilde nasıl ifâde edebileceğini araştırdığını gösterir.
Selma Lagerlöf'ün yazdığı birinci bölüm, Ekeby' deki bir Noel gecesini anlatıyor. Kitabın diğer kısımları, bu çekirdek etrafında kristalize olur. Kitabın ikinci kısmındaki bazı bölümlerin, hikâye ancak uzun bir yol aldıktan sonra, sadece bir plânı doldurmak için yazıldıkları anlaşılıyor. Lövenborg, Julius ve Eberhard hakkındaki önemsiz ve hissî hikâyeler, şüphesiz, on iki centilmen emekliden her birine hiç olmazsa bir bölüm ayırmak için yazıldı. Kitap, yazılmağa başlandığı zaman, sonunun ki bazı eleştiricileri rahatsız etti böylesine saf ve ulvî biteceği düşünülmemiş olabilir.
Hikâyenin efsanevî özelliği, onun sadece organizasyonunu değil, karakterlerini ve üslûbunu da gösteriyor. Ekeby'deki on iki şövalye, hakikî insanların psikolojik incelenmeleri değildir. Gösta'mn kendisi, onların on iki Olimpiyan'ların, veya Odin'in sarayındaki on iki mabudun ve Charlemagne'nin sarayındaki on iki efsanevî asilzadenin dirilmiş şekilleri olduklarını; şimdi, günümüzün yozlaşmış çağında başarısızlıkla karşılaştıklarını, fakat hâlâ kendi çocukluk dünyalarının, hiç bir şeyi umursamayan, hür ruhlu tutumlarını devam ettirdiklerini söyler. Onlar, hâlâ yiğittirler, zevk adamıdırlar, düşüncesiz hareket ederler ve hepsinin üstünde, çocuksudurlar. Onların maceraları, bir çeşit şaşaalı piyestir. Aynı çocuksu-luğu, müteaddid aşk hikâyelerinde de görüyoruz. Kitapta, hararetli aşk sahneleri çok var. Genç kızlar, kara sevdaya tutularak ölürler, daha talihli olan diğerleri, dört nal koşan atları üzerindeki sevgilileri tarafından karanlık ormanlarda kaçırılır ve bütün bunlar, tıpkı bir peri hikâyesi gibi, garipcesine saf ve seks'sizdirler. Danimarkalı münekkid Brandes dedi ki: «Okuyucu, hikâyeja anlatanın, evlenmemiş bir hanım olduğunu hissediyor.»
Alrik Gustafson adındaki bir tenkitçi, Şeytanın mevcudiyetine rağmen, Gösta Berling'in dünyasının, gerçekten trajik sayılacak kadar karanlık olmadığını söyler. Ahlâkî çatışma, iyi ve kötü arasında değil, iki tür dünya arasındadır sorumluluk duygusu taşıyarak yapılan iş ve dikkatsiz zevk ve eğlence. Gösta, arkadaşlarına hitaben yaptığı son konuşmasında, hayatın en büyük meselesinin, insanların, nasıl hem neşeli hem iyi kalpli olabileceklerini bilmeleri olduğunu söyler. Maamafih, kendi hayatında, güzellik için hiç olmazsa küçük bir yer ayırır. Düğünlerde ve No-ellerde, polka dansı oynar, köy kemancılarına eski melodileri öğretir ve ormanlar arasındaki patikalarda oynaşan çoban çocuklarına söyleyebilecekleri bazı şarkılar öğretebilirse, iyi işler yapmış olabileceğini düşünür.
Selma Lagerlöf ün anlattığı hikâye kadar üslûbu da, soluksuz bırakırcasma romantik. Dili, zaman zaman şiire dönüşecek kadar lirik, hattâ ritmik. Müellif, sık sık kendi hikâyesinden ayrılır; adı geçmeyen karakterler veya doğduğu vilâyet hakkında sitayiş-kâr sözler söyler. Çok sayıda hayret ifade edici veya retorik sorulu cümleler var. Carlyle'ın nüfuzu, modern zevkler için oldukça ağır geliyor. Lagerlöf, daha sonraki yazılarında, kendi tezleri için daha elverişli sadeliğe erişti.
Gösta Berling Efsanesi derhal tutundu. Kitap, pek çok dillere çevrildi ve bugün, en fazla sevilen İsveç romanlarından biridir. Bn. Lagerlöf, bilhassa köylülerin hayatları ile ilgili olarak çok sayıda roman yazdı. Çocuklar onu, muhtemelen, Nils'in Fevkalâde Maceraları adlı kitabından gayet iyi tanıyorlar.
Yazar
Selma Lagerlöf, isveç'in, başlıca eserinde ölümsüzlüğe kavuşturduğu Varmland vilâyetinde 1858 senesinde doğdu. Marbaçka'daki aile konağında büyüdü. Çok hassas bir çocuk olan Selma, üç yaşında iken muhtemelen çocuk felcine tutuldu. Hastalık, kendisini topal bıraktı ve böylece, çocukluk yıllarının büyük bir kısmı sanatoryumlarda veya evde geçti. Yirmi yaşlarında iken, babası öldü; çok sıkışık durumda kalan aile, malikâneyi satmağa mecbur kaldı. Bir ara, Stockholm'daki bir öğretmen mektebine devam etti ve Kuzey isveç'teki Landskrona kasabasına mektep müdiresi olarak tayin edildi. Bn. Lagerlöf, burada, güney köylüleri arasında gösterdiği anlayış ve şefkatle, kuzey köylülerinin de hayatlarını inceledi.
Bn. Lagerlöf'ün en büyük kitabı birincisi idi. Kitap, büyük annesinin, yarım asır öncesi, Varmland'daki hayat ile ilgili olarak anlattığı hikâyelerden çıktı. İlk beş bölüm, bir mecmuada yayınlandı ve müellifine bir mükâfat getirdi. Efsanenin bütünü 1891'de basıldı ve kendisini, Hans Christian Anderson'dan sonra iskandinavya'nın en popüler yazarı yaptı. Müteakip yirmi yıl boyunca, Bn. Selma Lagerlöf'e, çok sayıda şeref bahşedildi 1895' te, Güney Avrupa'da seyahat etmesi için bir burs kazandı 1904' te, isveç Akademisi kendisine bir madalya verdi 1909'da, şeref doktorası bahşedildi ve aynı yıl Nobel edebiyat mükâfatım kazandı ve 1914'te de, isveç Akademisine üye seçildi.
Nobel mükâfatından aldığı para, Bn. Lagerlöf'ün en tatlı hayallerini gerçekleştirdi. Marbacka malikânesini satın aldı, restore etti ve elli kiracı ve işçinin hanımefendisi olarak bu konakta yaşadı. Marbacka kâr getiren bir yer oldu; burada yetişen hububat, halkın sevdiği bir sabah kahvaltısı için kullanıldı. Bn. Lagerlöf, hiç evlenmedi, sakin bir hayat sürdü, din veya parti politikaları hakkında kesin kanaatlar ileri sürmedi. Hayatının son ayları, harbin patlak vermesi ve Almanların, komşu Norveç'i istilâ etmeleri ile karanlığa büründü. Bn. Lagerlöf, 1940'da, karın zarı iltihabından (peritonit) öldü.
MsXLabs.org & 100 Büyük Roman
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....