Arama

Gösta Berling Efsanesi - Selma Lagerlöf

Güncelleme: 7 Nisan 2011 Gösterim: 2.936 Cevap: 1
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Aralık 2009       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Gösta Berling Efsanesi

Sponsorlu Bağlantılar
Yazan SELMA OTTILIANA LOVISA LAGERLÖF(1858-1940)


Başlıca karakterler

EKEBY DEKİ EMEKLİLER

Gösta Berling: Cüppesinden sıyrılmış âvâre bir hayat sürmeğe başlamış bir rahip; sıcak kanlı ve düşüncesiz hareket eden biri centilmen emekliler arasında en canlı ve ateşlisi.
Yüzbaşı Christian Bergh: İyi niyetli bir insan fakat külhanbeyi. Kolaylıkla kandırılır.
Albay Beerenkreuz: İskambil oyuncusu, kumarbaz ve şarkıcı.
Binbaşı Anders Fuchs: Bir ayı avcısı, cesur ve suskun.
Master Julius: Kısa boylu, şişman ve neşeli; bir hikâye anlatıcısı.
Kevenhüller: Mucidliğe dönen bir Alman kontu.
Kuzen Christopher: Napoleon'un ordusunda bir subay; şimdi giz­leniyor; huzursuz ve cesur.
Eberhard Amca: Bir filozof Allah'ın varlığını inkâr eden hacimli bir kitabın müellifi.
Lövvenborg: Çekingen, nazik ve dünyevî olmayan bir adam.
Lilliecrona: Bir musi kişinas.
Rutger von Orneclou: Kadınların beğendiği bir tip; züppe.

ÖTEKİ KARAKTERLER

Margereta Samzelius, evlenmeden önce Celsing: Güçlü ve hâkirrr bir kadın; Ekeby malikânesinin randımanlı meneceri ve on. iki emeklinin hâmisi.
Binbaşı Bernt Samzelius: Kocası.
Altringer: Zengin bir adam; önceleri Margereta'nın sevgilisi; şim­di ölü.
Kont Henrik Dohna: Bölgenin başlıca asilzadesi; çirkin, aptal ve mağrur.
Kontes Marta Dohna: Annesi; sathî, zevk peşinde giden hissiz-bir kadın.
Ebba Dohna: Kontun küçük kız kardeşi; dindar bir kız; Gösta" ya âşık.
Kontes Elizabeth Dohna: Neşeli bir italyan kızı; Kont ile evli.
Yüzbaşı Uggla: Çürümüş, bitmiş bir centilmen.
Gustava Uggla: Karısı. Oğlunu sevmediği için gelinine kızgın.
Ferdinand Uggla: Nâzik bir genç; Anna Stjarnhök ile nişanlı.
Anna Stjarnhök: Güzel bir vâris; Ferdinand ile nişanlı fakat Gös
ta'ya âşık Ferdinand ile, dinî bir tevekkülle evlenir.
Ulrika Dillner: Uggla ailesinin sadık ve yaşlı hizmetçisi. Sintram
ile evlenir.
Sintram: Fors'daki demirci ustası; Şeytanın mahallî temsilcisi; ve bölgenin karşılaştığı ciddî meselelerin başlıca kaynağı.
Melchlor Sinclair of Björne: Kızının istikbali ile kumar oynar; onu. evine almaz ve karısını döver.
Mme. Sinclair: Uysal karısı.
Marianne Sinclair: Kızı; kendi kendisini inceleyebilen gururlu bir kadın.
The Broby minister: Bir tamahkâr.
Baron Adrian: Marianne'ye kur yapan züğürt ve yakışıklı bir genç.
Yüzbaşı Lennart: Hapisten çıkarılmış bu mücrim, hayatını hasta ve fakirlere adar.
Mile. Marie: Kırk yaşında ve evlenmemiş bir kız; örgü örerek ha­yatını kazanır.
Süpürge kızı: Aklı havada bir köylü kızı; Gösta'ya âşık.

Hikâye

Varmland, güneybatı İsveç'te Vanner Gölü ile Norveç sınırı arasında bir vilâyettir. Önceleri ıssız.
bir bölge olan burası, demir madeninin keşfedilmesi ile, onsekizinci asırda birdenbire hızlı bir ekonomik gelişme safhasına girdi. Her yerde, demir işleyen kü­çük fırınlar, ocaklar görüldü; insanlar kumara daldı, servet yaptı ve ihtiraslı bir zenginlik çağı başladı. Büyük demir imalâtçıları, misafirleri ile, eğlenceleri ile, köşk ve konaklarında lüks bir hayat sürmeğe başladılar. Bu yaygın hayat, Napoleon Harplerinden sonra ordunun terhis edilerek işsiz kalan eski subay­ların Varmland'a geldikleri zaman zirveye erişmişti. Geçirdikleri tecrübelerden, hâdiseleri anlatabilme yeteneklerinden ve içki masalarında arkadaşlık ede­bilmelerinden veya balolarda eşlik edebilme yetenek­lerinden ötürü Varmland'de iyi karşılandılar. Gösta Berling, bu tür insanlar ve parlak devrinde, Varm-land'deki hayat hakkındadır.
Gösta Berling, ayyaşlığından ötürü unvanı geri alman bir kır papazıdır. Şimdi âvâre bir hayat sür­meğe başlamış ve bu sebeple köylüler kendisine «çıl­gın papaz» adını takmışlardır. Bu eski papaz, uçuru­mun dibine düştüğü ve artık intihardan başka çâre kalmadığını düşündüğü bir sırada Margareta Sam-zelius adında bir maden işleticisinin karısı ve bölge­nin en kuvvetli kadını tarafından kurtarılır. Kendi­sine özgü şefkatli ve kaba yolu ile, ona, yaşamak için ihtiyacı olan ümidi verir ve Ekeby'deki malikânesin­de hiç bir şey ödemeksizin yaşayan on iki centilmen emekli arasına onu da alır. Bu adamların hiç biri ha­yatta başarılı olamamıştır; fakat avcılık, kumar, mû­sikî, kaba şaka, ve «şövalye ruhu» hakkında çok şey­ler bilen bu insanlar, gayet canlı ve neşelidirler. Ekeby'de, hiç bir sorumluluk hissi duymaksızın ya­karlar ise de, bu kötü ve zâlim bir hayat değildir; da­ha ziyade bir grup ateşli, haşarı gençlerin hayatını andırır.
Bununla beraber, Şeytan, Ekeby'de kötülük saç­maya ve misafirleri, cömert ev sahibeleri aleyhine kış­kırtmağa hazırlanır. Seneler öncesi, Margareta'nın ebeveynleri, onu, sevdiği adamla değil de, Binbaşı Samzelius'la evlenmeğe mecbur bırakmışlardır. Ka­dın, bunun neticesinde, ailesinden acı bir şekilde kop­muştur. Bir defasında, annesi kendisini ziyaret ettiği zaman, Margareta, kadını içeri alırsa da sanki kendi­sini hiç tanımıyormuş gibi muamele eder. Anası bu­nun üzerine, kızını lanetler ve onun, Ekeby'de isten­meyen bir kimse olacağını söyler. Şimdi Şeytan, bu lanetin gerçekleşmesi için, hâdiseler üzerinde oyna­mağa başlar. Margareta'nın emeklilerine, kadının ru­hunu kendisine sattığını ve bu pazarlığın yerine ge­tirilmesi için, eğer kendisi kadına sahip çıkmazsa,, her sene bir emeklinin öleceğini söyler. Emeklilere, sâdece öldürülmeleri için beslendiklerini anlatır ve emeklilere şu teklifi yapar Margareta'nın ruhunun kurtarılması için kadının, malını, emeklilere terket-mesi gerektir. Ve emekliler de, malikâneyi, tacirler gibi değil, centilmenler gibi yürüteceklerdir. Şayet onlardan herhangi biri, gelecek bir sene içinde mânâ­sız, kârlı veya erkeklikleriyle bağdaşmayan bir iş yaparlar ise, ceza olarak, on iki emeklinin ruhlarına el konacaktır. Mukavele, siyah bir kâğıt üzerine ya­zılıp kan ile imzalanır ve şeytan kaybolur.
Plân, anlaşıldığı şekilde hükmünü yürütmeğe başlar. Noel günü, emeklilerden biri sarhoş olur ve Margareta'nın, seneler önceki aşk hayatım anlatır. Kadının kocasıki bu mesele hakkında hiç bir şey bilmez Margareta'yı karda kışta dışarı atar. Kadının,. şimdi, bu ıssız bölgede anası nı aramak ve üzerindeki laneti kaldırması için yalvarmaktan başka bir çâresi kalmamıştır. Kocası, kanunî bir şekilde elinden çıka­ramadığı malikâneyi ıztırap ve kızgınlık içinde, on iki emekliye bırakarak terkeder karısının, en büyük zararı. böylece malikâneye verdiğini düşünür. Adam, civarda, kendi evinde yaşamağa başlar. Malikâneyi, bir sene, coşkun bir neşe içindeki emekliler yürütür; yönetimi bozulur, madenler istihsal yapmaz ve servet böylece çarçur edilir. Maamafih, şeytan ile yaptıkları mukaveleye rağmen, bu on iki kişi hiç de kötü insan­lar değillerdir. Onlar, hâlâ, neşeli, cömert ve düşün­cesiz hareket eden insanlardır ve donkişotvari aşırı­lığa kaçan bu tutumlarında kahramanlık unsurları da görülür.
Kitabın büyük bir kısmı, bu adamların, şiddet­liden hissiye kadar değişen hareketleri ile ilgilidir. Her emekliye, en azından bir bölüm ayrılır ise de, bu maceralardan çokları önemsizdir ve diğerlerinden tecrit edilmiştir. Hikâyenin ana ipliği, bu on iki ki­şi arasında en genci ve onların lideri Gösta Berling' in aşk maceralarını takip eder. Ebba Dohna adındaki bir kız ona âşık olur, fakat Gösta Berling'in eski bir papaz olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrar. Çok dindar bir kız olduğundan, Gösta Berling'i bıra­kır ve bu kalb yarasından ölür. Anna Stjarnhök adın­daki bir diğer kız da, civardaki Ferdinand Uggla adın­da bir genç ile nişanlıdır. Kız, nişanı bozmak istediği zaman, Gösta, bunu yapmaması için kızı ikna etme­ğe gittiğinde, John Alden gibi, kıza âşık olur, ve ikisi, kaçmak için bir plân hazırlar. Yolda, kurtlar, kızaklarına saldırır ve Berling ile Stjarnhök, Ferdi­nand Uggla'mn hâlâ sabırla nişanlısını beklediği bir hana sığınmak mecburiyetinde kalırlar. Gösta, hâdi­senin bu şekilde tecelli etmesini, Allah'ın bir işareti olarak kabul eder ve Anna'yı reddeder; kız da uysal ,bir tarzda nişanlısına gider. Üçüncü sevgili, Gösta'nm Ekeby'deki bir baloda kur yaptığı Marianne Sinclair adında zengin bir ailenin kızıdır. Babası, kızının, beş parasız bir emekliye âşık olmasından hiddetlenir ve içeri almaz. Ümitsizliğe düşen kız, bir kar yığını al­tında donarak intihar etmek ister; fakat Berling ve arkadaşları onu kurtarırlar. Marianne, kısa bir müd­det sonra çiçek hastalığına yakalanır, güzelliği bozu­lur ve bozulmuş yüzü ile sevgilisine gitmektense, ba­rbasi ile barışır. Dördüncü ve en ciddî aşk Kontes Eli­zabeth Dohna ile olanıdır. Kadının kocası, önceleri, karısını derin bir aşkla sever. Fakat adamın annesi, , oğlunun aklını çeler, karısının kendisi ile sâdece unvani ve parası için evlendiğini ve Gösta'yı sevdiğini . anlatır. Kont Henrik, evliliği bozar. Kontes, bir ara, Kont'tan olan çocuğu dünyaya gelene kadar âvâre , dolaşır. Çocuğunun meşru bir babası olması, kendisi ile evlenmesi için Gösta'ya yalvarır. Çocuğun kısa bir müddet sonra ölmesine rağmen, Gösta, kadınla t evlenir, ve bir dizi maceradan sonra, garip bir şekil­de kendisine eş seçtiği bu kadınla yaşar.
Nihayet, sene sona erer, pazarlığın müddeti do­lar, Margareta Samzelius Ekeby'ye döner. Kadın, ana sını bulmuş, barışmış ve üzerindeki laneti kaldırtmıştır. Emekliler, onu şevkle karşılar ve son has­talığı sırasında Margareta'ya bakarlar. Vaadlerine sadık kalarak, malikâneyi yıkacak kadar tahrip et­mişlerdir; fakat şimdi, fırınları ateşler, binaları tamir eder ve yaptıkları hasarı onarmağa çalışırlar. Sam­zelius ki artık çok ıslah olmuştur malikâneyi onlara bırakmak ister, fakat Gösta, katiyen razı olmaz. O, büyük bir zenginlik ve mesuliyetin iğvalarmı yükle­necek bir adam değildir. Hayatının son yıllarını kon­tesi ile birlikte basit bir kulübede geçirmeğe, bir köy­lü gibi yaşamağa ve bayramlarda, köylülerin eğlen­meleri için keman çalmağa karar verir. Böylelikle, aklı başında ve faydalı bir insan; ve belki, bir ke­mancı olarak da, insanları, hâlâ neşelendirebileceğini umar.

Tenkid

Sevgilisi ile donmuş bir göl üzerinden kaçan bir kontes, karla kaplanan ormanlar arasında kızaklarıyle giderlerken kurtların hücumuna uğrayan iki sev­gili, annesinin bedduasından ötürü bir sene âvâre bir hayat süren bir kadın ve Şeytan ile mukavele imza­layan on iki şövalye bilhassa Flaubert, Zola ve Goncourt'ların en etkin oldukları bir zamanda, 1880'ler-de, modern bir yazar, böylesine melodramatik konu­ları nasıl işleyebilirdi? Selma Lagerlöf, maamafih, kendi zamanının dışında dünyaya gelmiş bir roman­cı idi. Zamanın modasına uyarak ciddi hikâyeler yaz-maktansa, kendisine sâdık kalmayı tercih etti. Tez­lerini işlemek için, doğduğu vilâyete gitti. Hikâyele­rinin bazılarında, bir hakikat çekirdeği gizlidir. Cüp­pesi alman rahip, bölgede, meteliksiz de olsa, cana yakın ve kabiliyetli bir kimse olarak hatırlanıyordu. Margareta Samzelius'a model olarak seçilen bir ka­dın ile arkadaşlık kurmuştu. Diğer hikâyeler, köylü­lerin hurafelerinden çıkarıldı: mukavelelerini kanla yazan şeytanın hikâyeleri, alev alev yanan ayak iz­leri bırakan büyük bir heyula köpek ve ihtiyar, şeytanî bir kadını saksağan haline getiren kızgın bir cadı! Bir çocuğun hatırladığı bu hikâyeler, herhangibir istihza ve sofistikelik eklenmeden maceraları üze­rinde durulan bu hayret uyandırıcı, ihtiraslı insan­lara saf bir hayranlık beslenerek anlatılır. Bu hikâ­yeler, efsanevî çağların, günümüzde mümkün olama­yacağı şekilde, kahramanların daha kahraman ve ha­bislerin daha habîs gösterildiği İskandinav macera­larını hatırlatıyor.
Gösta Berling Efsanesi'nin yazılması, müellif için, her halde, kendi çocukluğunun araştırılması, kendi hissî,hayatının köklerine doğru geriye bir se­yahat olmalı idi. Müellif, her zaman, hikâyelerin, kendi kendilerini yazmak istediklerinde ısrar etti. Üstelik, şu gerçek de ilgi çekicidir ki, Bn. Lagerlöf, hikâyeye, bir şiir olarak başladı, ardından bir piyes haline getirmeyi düşündü ve nihayet, bir roman yaz­mağa karar verdi. Bu da, bir sanatkârın bir tezi iş­lemesinden ziyade; bir tezin, kendisini en iyi bir şe­kilde nasıl ifâde edebileceğini araştırdığını gösterir.
Selma Lagerlöf'ün yazdığı birinci bölüm, Ekeby' deki bir Noel gecesini anlatıyor. Kitabın diğer kısım­ları, bu çekirdek etrafında kristalize olur. Kitabın ikinci kısmındaki bazı bölümlerin, hikâye ancak uzun bir yol aldıktan sonra, sadece bir plânı doldurmak için yazıldıkları anlaşılıyor. Lövenborg, Julius ve Eberhard hakkındaki önemsiz ve hissî hikâyeler, şüphesiz, on iki centilmen emekliden her birine hiç olmazsa bir bölüm ayırmak için yazıldı. Kitap, yazıl­mağa başlandığı zaman, sonunun ki bazı eleştiricile­ri rahatsız etti böylesine saf ve ulvî biteceği düşü­nülmemiş olabilir.
Hikâyenin efsanevî özelliği, onun sadece organi­zasyonunu değil, karakterlerini ve üslûbunu da gös­teriyor. Ekeby'deki on iki şövalye, hakikî insanların psikolojik incelenmeleri değildir. Gösta'mn kendisi, onların on iki Olimpiyan'ların, veya Odin'in sarayın­daki on iki mabudun ve Charlemagne'nin sarayında­ki on iki efsanevî asilzadenin dirilmiş şekilleri olduk­larını; şimdi, günümüzün yozlaşmış çağında başarı­sızlıkla karşılaştıklarını, fakat hâlâ kendi çocukluk dünyalarının, hiç bir şeyi umursamayan, hür ruhlu tutumlarını devam ettirdiklerini söyler. Onlar, hâlâ yiğittirler, zevk adamıdırlar, düşüncesiz hareket ederler ve hepsinin üstünde, çocuksudurlar. Onların maceraları, bir çeşit şaşaalı piyestir. Aynı çocuksu-luğu, müteaddid aşk hikâyelerinde de görüyoruz. Ki­tapta, hararetli aşk sahneleri çok var. Genç kızlar, kara sevdaya tutularak ölürler, daha talihli olan di­ğerleri, dört nal koşan atları üzerindeki sevgilileri tarafından karanlık ormanlarda kaçırılır ve bütün bunlar, tıpkı bir peri hikâyesi gibi, garipcesine saf ve seks'sizdirler. Danimarkalı münekkid Brandes dedi ki: «Okuyucu, hikâyeja anlatanın, evlenmemiş bir hanım olduğunu hissediyor.»
Alrik Gustafson adındaki bir tenkitçi, Şeytanın mevcudiyetine rağmen, Gösta Berling'in dünyasının, gerçekten trajik sayılacak kadar karanlık olmadığını söyler. Ahlâkî çatışma, iyi ve kötü arasında değil, iki tür dünya arasındadır sorumluluk duygusu taşıya­rak yapılan iş ve dikkatsiz zevk ve eğlence. Gösta, arkadaşlarına hitaben yaptığı son konuşmasında, ha­yatın en büyük meselesinin, insanların, nasıl hem ne­şeli hem iyi kalpli olabileceklerini bilmeleri olduğu­nu söyler. Maamafih, kendi hayatında, güzellik için hiç olmazsa küçük bir yer ayırır. Düğünlerde ve No-ellerde, polka dansı oynar, köy kemancılarına eski melodileri öğretir ve ormanlar arasındaki patikalar­da oynaşan çoban çocuklarına söyleyebilecekleri bazı şarkılar öğretebilirse, iyi işler yapmış olabileceğini düşünür.
Selma Lagerlöf ün anlattığı hikâye kadar üslû­bu da, soluksuz bırakırcasma romantik. Dili, zaman zaman şiire dönüşecek kadar lirik, hattâ ritmik. Mü­ellif, sık sık kendi hikâyesinden ayrılır; adı geçmeyen karakterler veya doğduğu vilâyet hakkında sitayiş-kâr sözler söyler. Çok sayıda hayret ifade edici veya retorik sorulu cümleler var. Carlyle'ın nüfuzu, mo­dern zevkler için oldukça ağır geliyor. Lagerlöf, daha sonraki yazılarında, kendi tezleri için daha elverişli sadeliğe erişti.
Gösta Berling Efsanesi derhal tutundu. Kitap, pek çok dillere çevrildi ve bugün, en fazla sevilen İsveç romanlarından biridir. Bn. Lagerlöf, bilhassa köylülerin hayatları ile ilgili olarak çok sayıda ro­man yazdı. Çocuklar onu, muhtemelen, Nils'in Fev­kalâde Maceraları adlı kitabından gayet iyi tanıyor­lar.

Yazar

Selma Lagerlöf, isveç'in, başlıca eserinde ölümsüzlüğe ka­vuşturduğu Varmland vilâyetinde 1858 senesinde doğdu. Marbaçka'daki aile konağında büyüdü. Çok hassas bir çocuk olan Sel­ma, üç yaşında iken muhtemelen çocuk felcine tutuldu. Has­talık, kendisini topal bıraktı ve böylece, çocukluk yıllarının bü­yük bir kısmı sanatoryumlarda veya evde geçti. Yirmi yaşlarında iken, babası öldü; çok sıkışık durumda kalan aile, malikâneyi satmağa mecbur kaldı. Bir ara, Stockholm'daki bir öğretmen mektebine devam etti ve Kuzey isveç'teki Landskrona kasaba­sına mektep müdiresi olarak tayin edildi. Bn. Lagerlöf, burada, güney köylüleri arasında gösterdiği anlayış ve şefkatle, kuzey köylülerinin de hayatlarını inceledi.
Bn. Lagerlöf'ün en büyük kitabı birincisi idi. Kitap, büyük annesinin, yarım asır öncesi, Varmland'daki hayat ile ilgili ola­rak anlattığı hikâyelerden çıktı. İlk beş bölüm, bir mecmuada yayınlandı ve müellifine bir mükâfat getirdi. Efsanenin bütünü 1891'de basıldı ve kendisini, Hans Christian Anderson'dan son­ra iskandinavya'nın en popüler yazarı yaptı. Müteakip yirmi yıl boyunca, Bn. Selma Lagerlöf'e, çok sayıda şeref bahşedildi 1895' te, Güney Avrupa'da seyahat etmesi için bir burs kazandı 1904' te, isveç Akademisi kendisine bir madalya verdi 1909'da, şeref doktorası bahşedildi ve aynı yıl Nobel edebiyat mükâfatım ka­zandı ve 1914'te de, isveç Akademisine üye seçildi.
Nobel mükâfatından aldığı para, Bn. Lagerlöf'ün en tatlı ha­yallerini gerçekleştirdi. Marbacka malikânesini satın aldı, restore etti ve elli kiracı ve işçinin hanımefendisi olarak bu konakta ya­şadı. Marbacka kâr getiren bir yer oldu; burada yetişen hubu­bat, halkın sevdiği bir sabah kahvaltısı için kullanıldı. Bn. Lagerlöf, hiç evlenmedi, sakin bir hayat sürdü, din veya parti poli­tikaları hakkında kesin kanaatlar ileri sürmedi. Hayatının son ay­ları, harbin patlak vermesi ve Almanların, komşu Norveç'i istilâ etmeleri ile karanlığa büründü. Bn. Lagerlöf, 1940'da, karın zarı iltihabından (peritonit) öldü.

MsXLabs.org & 100 Büyük Roman

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Nisan 2011       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Gösta Berlings
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

Gösta Berlings (Gösta Berlings Saga), İsveçli yazar Selma Lagerlöf'ün kendisini üne kavuşturan romanı (1891). Greta Garbo, sinemaya uyarlanan bu yapıttaki rolüyle tanınmaya başladı. Roman, İsveç köy yaşamı ve efsanelerini işler.
Ruhunu şeytana satma, ölülerle nikâhlanma gibi efsane ögelerini de içeren yapıtta, işinden kovulan sarhoş papaz Gösta Berling'in öyküsü anlatılır. Genç papaza, çevresinde gençleri toplayan varlıklı bir kadın yardımcı olur. Ancak kötü bir duruma düştüğünde hiçbirinden yardım görmeyen kadın yoksulluğa itilir. Birçok olaydan sonra sevdiği kadınla evlenen Berling, iyiliksever kişiliğine kavuşur.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

6 Eylül 2014 / estudiantes Sinema tr
10 Haziran 2007 / recruit87 Sinema ww
20 Mart 2010 / Misafir Sinema tr
20 Kasım 2013 / ThinkerBeLL Edebiyat ww
3 Ocak 2011 / _Yağmur_ Sanat tr