Arama

İhtiyar Balıkçı - Ernest Hemingway

Güncelleme: 25 Aralık 2009 Gösterim: 6.043 Cevap: 0
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Aralık 2009       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İhtiyar Balıkçı (The Old Man and the Sea)

Sponsorlu Bağlantılar
Yazan ERNEST HEMINGWAY(1899-1961)
Başlıca karakterler

Santiago: Küba'lı bir balıkçı; ihtiyar olmasına rağmen sağlam vücutlu; genç ve mağlûbiyet kabul etmeyen bir ruha sahip.
Manolin: Küba'lı bir çocuk; Santiago'nun yoldaşı. Tecrübenin neşe ve acısını tamamiyle anlayamayacak kadar genç ise de, ihtiyar adamın düşüncelerini anlayacak kadar da hislidir.

Hikâye

Talihsiz fakat yılmayan ihtiyar Santiago, Hava­na açıklarında, Golf Stream'de seksen dört gündür bir tek balık dahi yakalayamamıştır. İlk kırk gün, Manolin adındaki çocuk da onunla birlikte gelmiştir, fakat şimdi çocuğun ebeveynleri, Manolin'i başka bir kayığa vermişlerdir. Maamafih, çocuk yine, yiyece­ğini, birasını, yemini getirmek ve ağını taşımak sure­tiyle bu ihtiyar balıkçıya yardım eder. İhtiyar balıkçının kulübesinde, beyzboldan, büyük beyzbolcu Di Maggio'dan, eskiden yakaladıkları büyük balıklar­dan bahsederler, yalnız kalan ihtiyar yatar ve rü­yasında, gençliğinde gittiği Afrika'yı ve sahillerde oynayan aslanları görür.
Seksen beşinci günün sabah karanlığında San­tiago, tekrar denize açılır, kadın gibi sevdiği deniz­de, bu defa büyük bir av yakalayacağına emindir. Sıcak su akıntısının çok ötelerine gider, ağını ve ol­talarını derin denize bırakır ve beklemeğe başlar. Bu arada uçan balıkları kovalayan yunus balıklarını seyreder ve yakınında sürüklenen muazzam bir deniz anasına da küfreder. Küçük bir ton balığı yakalar ve bunun verdiği sevinçle büyük balığı da yakalaya­cağını umar. Nihayet beklediği ân gelir; gerçi olta ipi hafifçe sallanmışsa da, Santiago, bir marlin'in [Kuzey Atlantik'te bulunan ve kılıç balığına benze­yen bir tür balık] 200 metre kadar derinlikteki yemi almağa çalıştığını hisseder. Yüksek sesle konuşma­ğa başlayan ihtiyar balıkçı, marlin balığına, yemin hepsini almasını söyler. Nihayet zamanın geldiğini hisseden balıkçı, ipi hızla çeker ve kancayı takar. Şimdi uzun bir savaş başlamıştır.
öğle güneşinin kızgınlığında, Santiago, tekneyi, kuzey-batı istikametinde karadan uzaklaştıran mar­lin'in daha fazla ipe ihtiyacı olduğunu düşünerek, ip­leri koyuverir. Santiago için, balığın, yorulup müca­deleyi bırakacağı zamana kadar beklemekten başka yapacak bir şey yoktur. Bu arada, nasırlı elleriyle tuttuğu ağır ipleri, çıplak omuzlarına sarar. Balık bütün gün ve güneş battıktan sonra da gecenin ha­fif soğuğunda tekneyi çeker. Gerçi, kendisine yardım etmesi için Manolin'in şimdi yanında bulunmasını arzu ederse de, ihtiyar balıkçı, balığı tek başına mağ­iûp etmeğe azimlidir. Yine oltanın ucundaki balığı ve başka zamanlarda yakaladığı diğer büyük balık­ları düşünür. Balık, geceleyin, kayığı sallamağa baş­lar, yüzükoyun düşen Santiago'nun suratı kesilir. Fakat ihtiyar balıkçı, elindekini bırakmamağa az­metmiştir.
Sabah olduğu vakit, ihtiyar balıkçı yorgun ve açtır. Yine de, balığın oltayı kırmaması için ipi çe­kemez. Santiago, tepesinde uçuşan kuşlarla konuşur­ken, balık tekrar kayığı sallar ve ipler ihtiyar ba­lıkçının elini keser. Çektiği acıya rağmen, Santiago, avının yorulmağa başladığını hessederek sevinir. Balığın ne yapacağını ve kendisinin de bu balıkla, kardeşi ile ne yapacağını düşünür; fakat balığın hak­kından gelecekse, kendisinin ondan kuvvetli olduğu­nu da ispat etmesi gerektiğini de bilir ve sol elini hissiz bırakan kramp da Santiago'yu endişelendirir.
Birdenbire ip gevşer; su üstüne çıkan balık, sıç­ramağa başlar. Bu, Santiago'nun şimdiye kadar gör­düğü en büyük, hattâ kendi teknesinden de büyük bir marlin'dir. Santiago zaferi kazanmak için dua eder, «bir adamın, ne yapabileceğini ve bir adamın nelere tahammül edebileceğini ona göstermek» arzu­su ile tutuşur. O gün ve yine bütün gece, balık, tek­neyi, bu defa doğuya doğru sürükler. Kendi kendisi­ne cesaret vermek isteyen Santiago, senelerce önce, bir birahanede kazandığı muazzam bilek güreşini hatırlar. Karnı iyice acıktığından, bir yunus balığı yakalar ve yer. O gece, marlin tekrar sıçrar, ihtiyar balıkçının eli bir kere daha kesilir. Santiago, yeniden Afrika'nın ve aslanların rüyasını görür.
Üçüncü sabah güneş doğarken, bir dizi sıçra­maya girişen balık, hemen hemen, Santiago'nun eli­nin tamamını parçalarcasma keser. İhtiyar adam şim­di, elinin, her çekişte sızlamasına rağmen, ipi çek­meğe başlar. Kanayan elini denizde yıkar ve hızla yorulan marlin, gittikçe küçülen kavislerle tekne et­rafında dönmeğe başlar. Balık, mızrağını fırlatacak kadar yaklaştığı zaman, ihtiyar adam, mızrağa, her ikisini de öldürmemesi için yalvarır. Bir ân, hayran­lık hemen hemen aşk içinde, kendisinin aynı ânda hem kardeşi hem düşmanı olan bu asil yaratık, ken­disini öldürdüğü takdirde zerrece üzülmeyeceğini haykırarak söyler. Fakat ihtiyar balıkçı, marlini öl­dürmek gerektiğini bilir. Mızrağını muazzam balığa fırlatır ve marlini teknesinin kenarına bağlar.
Bir saat sonra başlayan Havana'ya dönüş yolcu­luğu bir kâbus olur. Bir Mako köpek balığı, ölü mar­tine saldırır ve ihtiyar balıkçı onu öldürmeden önce, köpek balığı, ölü marlini parçalar. Tekneyi çevrele­yen köpekbalıkları ile zor bir mücadeleye girişen ih­tiyar adam, şimdi, sadece kazandığı zaferi savunmaz, ölü marlinin haysiyetini de korumak ister. Balığı öl­dürmekle günah işleyip işlemediğini düşünür ise de, insanın, mağlûp olmamak için tabiata karşı müca­dele etmesi gerektiğini de idrak eder. Maalesef, balık ölür, cesedi parçalanır, ama kendisi de, bunu yap­mak mecburiyetinde olduğunu bilir. Köpekbalıklarıyle mücadelesini sürdürür ise de, bu mücadele boşunadır. Bıçakları parçalanır ve elleri, bir sopa tutamayacak kadar kesilmiştir. Aç köpekbalıkları, marlini, iskeletine kadar yerlerken, ihtiyar balıkçı­nın yapacağı tek şey, teknesini limana doğru sür­mektir. Santiago, kendi kendisine, çok uzaklara açıl­dığını, ve bunun için de mağlûp olduğunu söyler.
Sahile çıktığı zaman, avının, sadece başı ve kuy­ruk kısmı kalmıştır. İhtiyar balıkçı bu iskeleti sırt­lar ve tepedeki kulübesine doğru tırmanmağa baş­lar. Bir defasında sallanır ve düşer, fakat ayağa kal­kar ve mücadelesini sürdürür. Yüzükoyun yatağına uzanır, elleri yukarı doğru, kolları yana açılmış ola­rak uyur. Ertesi sabah Manolin gelir ve ihtiyar ba­lıkçıyı iyi etmeğe çalışır. Santiago'nun, talihinin kö­tü gittiğinde ısrar etmesine rağmen, Manolin, tali­hin, tekrar iyiye döneceğini ve kendisinin de onunla denize açılmak istediğini söyler. Roman sona erdiği zaman, ihtiyar adam uyur; rüyasında aslanları gö­rür. Manolin, başucunda oturmaktadır.

Tenkid

Bir macera hikâyesi olarak okunan ihtiyar Ba­lıkçı, genç ve yaşlı okuyucuları cezbeden bir kitap. Cümleler basit, İspanyol dilinde geçen diyaloglar, yapmacıklı bir şairane üslûpla belirtilir ise de, yine de yerinde. Hikâyenin anlatılış tarzı akıcı, can sıkıcı değil. Santiago'nun azimli cesareti, zinde kuvveti ve fevkalâde mahareti, ihtiyar balıkçının trajik sonuna kadar kitabı elden bıraktırmıyor. Maamafih, hemen hemen her eleştiricinin belirttiği gibi, daha derin mâ­nalar arayan okuyucu, kitaptan daha da fazla yarar­lanır. Hikâyesi hakkında Hemingway, ihtiyar balık­çının, çocuğun, denizin, balığın ve köpekbalıklarının gerçek olduklarını söyledi. «Fakat ben onları yete­rince iyi ve gerçek göstermiş olsa idim,» dedi, «on­lar pek çok şey ifade etmiş olurlardı.»
Roman bazı okuyucular için derin dinî imâlar taşıyor. Santiago'nun kesilmiş elleri, haçı andıran iskeletle tepeye tırmanışı, hikâye boyunca, Hıristi­yanlıkla ilgili sembolleri akla getiriyor. Gerçi San­tiago balığı sever ise de, gururu, onu ortadan kaldır­maya zorlar: bu da bir beşerî zaaftır ki, hem insan hem de tabiat zarar görür.
Diğerleri, eski çağların, avlanan ve avlanılanlar arasındaki bağ gibi, bunu da, insan ve tabiat arasın­daki bir mücadele olarak görürler. Kurbanına hür­met beslemekle beraber, avcının, ne pahasına olursa olsun, insanın gücünü göstermesi gerekir. Bu da ka­derin bir istihzasıdır ki, bunun da fiyatı, ekseriya, avcının da ölümü veya yenilgisidir. Santiago, böyle­ce, Hemingway'in bütün «şifre» kahramanlarının tecessüm etmiş bir şekli; ve Philip Young'un dediği gibi de, ihtivarlayan ilk «şifre» kahramanıdır.
ihtiyar Balıkçı, aynı zamanda, cemiyete dahil olmanın da bir incelenmesidir; zira bu hikâyede, Ma-nolin adındaki çocuk, bir adam olmanın ne demek olduğunu öğrenir. Büyük balık avcılığı mesleğinde, bilinmesi gereken her şey kendisine öğretilmiştir. Bundan da önemlisi, Hemingway'in cemiyete soktu­ğu her karakteri gibi, Manolin de, aşk, ölüm, cesaret, ve tahammül konularındaki bilgilere kendisini ada­mıştır.

Yazar

Ayrıca Bknz Ernest Miller Hemingway

Boğa güreşi sanatı üzerine bir inceleme olan öğleden Son­raki ölüm (Death in the Afternoon, 1932) adlı kitabında, Ernest Hemingway, şunları yazdı: «Bütün hikâyeler, yeterince ileri gö­türüldüğü takdirde, ölümle sona erer ve okuyucuyu bu gerçek­ten çeviren bir kimse de ,iyi hikâye anlatan biri değildir.» Ro­manlarına ekseriya konu olan şiddetli ölüm, Hemingway'in ha­yatını şekillendirdi. Aynı zamanda, ağzının içine sıktığı kurşun­la, bu dünyadan nasıl aynldığını da gösterdi.
Illinois eyaletinin Oak Park şehrinde geçen çocukluğu sakin geçti. Başlıca zevki, avlanmak, balığa çıkmak ve bir doktor olan babası ile birlikte hastaları ziyaret etmekti (babası da, seneler sonra intihar etti). Liseyi bitirdikten bir müddet sonra, Heming­way, İtalyan ordusuna yazıldı; ilkin, ambulans şoförlüğü, ardın­dan, piyade subaylığı yaptı. 1918'de, henüz on sekiz yaşındaiken, bir şarapnel patlamasıyle ölmesine ramak kalmıştı. Ondan sonra hayatı boyunca, Hemingway, hem beşerî hem tabiî yıkıcı kuvvetlerle flört etti. Harpten sonra, bir gazeteci olarak, Orta Doğu'daki harpleri takip etti. 1920'ler ve 1930'larda, zamanını, boğa güreşleri ile Afrika'daki vahşi hayvan avları arasında tak­sim etti. İspanyol Dahilî Harbi sırasında bu ülkeye gitti ve İkinci Dünya Harbi'nde de, çok defa Müttefik Kuvvetler hatlarının öte­lerine gidiyordu. 1954'te, Afrika ormanlarında, iki defa uçak ka­zası geçirdi. Hayatı boyunca, Hemingway'in düsturu, krizlerle do­lu bir dünyada cesaret sahibi olarak yaşamaktı. Kendisinin, or­tadan kaldırılma tehdidine boyun eğmeyecek ve belki de onu mağlûp edebilecek- biri olduğunu isbat etmek için, kendisini, he­men hemen bile bile tehlikeler içine attı.
Birinci Dünya Harbi'nden sonra Paris'e giden Hemingway, Gertrude Stein'in «kaybolmuş nesil» dediği Amerikalı yazar ve sanatkârlar arasına katıldı. Ezra Pound'dan olduğu kadar, bu kadından ve diğerlerinden, yazarlık mesleğinin disiplinini öğren­di: İyi düzenlenmiş sıkı cümleler, tek heceli kelimeler, sade bir diyalog, ve alt ifade edilmiş hisler. Bunlar, Hemingway'in üslû­bunun tanıtım işaretleri.
önceki hikâyeleri, onun olgunlaşmış tekniğine ve dejenere ve kayıtsız bir dünyada prensiplere olan ihtiyacı işaret ediyor.
Güneş Yine Doğar (1926) ve Silâhlara Veda (1929) ile He­mingway, hayatı boyunca tanınmış bir yazar olarak kalmayı garantiledi. Fakat For Whom the Bells Tolls (Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 1940) adlı romanını yayınladığı zamana kadar yazdığı kitaplar, şöhretine pek bir şey ilâve etmedi. (Maamafih, Klimanjaro'nun Karları (1936) ve Francis Macomber'in Kısa ve Mesut Hayatı (1936) adlı kısa hikâyeleri önemli idi.) Çanlar Kimin İçin Çalıyor'dan sonra, Hemingway'in, önceki dehasına yaklaşan ye­gâne eseri, İhtiyar Balıkçı dır (1952). Pulitzer Mükâfatı kazanan bu romanı, ertesi sene, kendisine Nobel Mükâfatı da getirdi.
Bazılarına göre, Hemingway, artık, kendisinin sık sık kul­landığı bir terim ile «şampiyonluğunu elden kaçırdığını idrak ettiği İçin kendi hayatına kıydı. Gerçi daha sonraki eserlerin­den bazılarında, kendi kendisini gülünç bir şekilde taklit ettiği doğru olmakla beraber, Paris'teki gençlik yılları ile ilgili olarak yazdığı ve ölümünden sonra yayınlanan eserindeki (A Moveable Feast, 1964) okuyucu, Hemingway'in derin hissiyatı­nın, dinç üslûbunun ve ses çıkaran cesaretinin derin izlerini bir kere daha görebilir.

MsXLabs.org & 100 Büyük Roman

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

25 Aralık 2009 / asla_asla_deme Edebiyat
17 Haziran 2012 / Misafir Edebiyat ww
6 Kasım 2010 / _Yağmur_ Edebiyat
16 Ekim 2012 / asla_asla_deme Edebiyat