Çoğu tarihçi, tarihin, çivi yazısını bulan Sümerlilerle başladığını söyler. M.Ö. 4 bininci yılın ikinci yarısında Aşağı Mezopotamya'da yaşayan; Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Lagaş ve Nippu gibi önemli kentler kuran Sümerlerden geriye, o dönemi yansıtan pek çok eser kalmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi, içinde Nuh Tufanfnın da anlatıldığı Gılgamış Destam'dır. İnsanlığın ilk yazılı örneklerinden biri olan Gılgamış Destanı eski doğu dünyasında yüzyıllarca tanınmış, her yerde yankılar uyandırmış ve Günümüze kalabilmiş destanların en etkileyicisidir. Bulunduğu andan bu yana, Avrupa bilginleri arasında büyük ilgi uyandıran destan. Almanca, İngilizce ve Fransızca'ya çevrilmiş, bir çok kitaba, tiyatro ve sinema eserine ilham kaynağı olmuştur.
Destanın kahramanı olan Gılgamış bugün Gaziantep'in Suriye'ye sınır ilçesi Karkamış’ın o dönemki adıyla. Uruk kentinin bir tanrıçadan doğan üçte ikisi tanrı, üçte biri insan olan güçlü, bilge bir kralıdır. Bir ölümsüzün oğlu olduğunu bilmesi nedeniyle Gılgamış'ın istekleri sınırsızdır. Kentindeki kadınlara rahat vermez, erkekleri ise Anu ile İnanna'nın tapınağının yapımında çalıştırır. Durum böyle olunca halk bu zulme ve baskıya dayanamaz ve Gılgamış! tanrılara şikayet eder.
Tanrılar halkın yakarışını duyarlar ve Gılgamış ile baş edebilecek birini onun üzerine göndermeyi kararlaştırırlar. Tanrıça Aruru kafasında tanrı imgesine benzeyen bir imge oluşturur ve sonra çamura o biçimi vererek yan vahşi bir yaratık olan Enkiduyu gönderir yeryüzüne.
Enkidu ormanlarda hayvanlarla yaşayan bir yabani kişi olarak sahnede görülür. Enkidu'nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamıştan çok, dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur. Ama bir kraldır o! Halkının dertlerini dindirmek için Enkiduyu yola getirmesi gerekir. Güzel bir kız yollar Enkidu ya ve onun ehlileşmesini sağlar. Kızın peşinden kente gelen Enkidu krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgü elbiseler giyer ve kız Enkidu'ya kent yaşamının inceliklerini öğrettir. Ancak "Düzeni değiştireceğim"deyip Uruk kentine inen Enkidu Gılgamış'ın karşısına çıkar.
Gılgamış ve Enkidu karşılaştıklarında çok uzun süren bir dövüşe başlarlar ama Gılgamış sonunda galip gelir. Fakat birbirlerinde pek çok ortak yan bulan bu iki doğaüstü kişi arkadaş olmaya karar verir. Gılgamış artık yeni arkadaşıyla beraber yeni maceralara ve yeni deneyimlere yelken açar.Dolayısıyla Gılgamış hem tanrıların isteğini yerine getirmiş olur hem de Uruk halkını rahat bırakır.
Güçlerini sınamak için yola koyulan ikili, korkunç sesiyle bile insanları korkudan öldürebilen dev Humbabayı kendilerine hasım seçerler. Ancak devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan donakalır. Gılgamış ise etkilenmez ve devi öldürür. Tannça İştar kahramanımıza aşık olur. Nevarki İştahn kötü bir şöhreti vardır. Gılgamış da tannçayı aşağılayıp reddeder. Tanrıçanın intikam almak için Uruk kentine yaptığı saldırılar ise iki kahraman tarafından püskürtülür.
Daha sonra Enkidu bir düş görür. Düşünde kaderi belirlenir. Tanrılar bu iki kahramandan birinin ölmesi için kura çekerler ve çekilen kuraya göre Enkidu ölecektir.Enkidu'nun ölümü Gılgamışı derinden sarsar. Gılgamış yedi gün yedi gece ağlar ve Enkidu'nun gömülmesine izin vermez. Enkidu'nun geri gelmeyeceğini anlayan Gılgamış Uruktan ayrılma karan alır ve arkadaşını Uruktan ayrılmadan önce görkemli bir törenle sonsuzluğa uğurlar.Ölümsüzlük düşüncesi Enkidu'nun ölümü ile başlar.Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de günün birinde öleceği gerçeği ile karşılaştığı için paniğe kapılır. İleride kendisinin de ölüp toprak olacağını bilmesi,onu insanlığın bu ortak yazgısından kurtaracak bir kurtuluş yolu aramasına yol açar ve ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için Ölüm Denizi'ni geçer ve ölümsüzlüğe ermiş olan Tufan kahramanı Utnapiştim ile konuşmaya gider. Gılgamış Utnapiştim ile karşılaştığında kendinden daha güçlü bir insan beklediğinden içinde yine ölümsüzlüğe kavuşma isteği canlanır, çünkü Utnapiştim sıradan bir insandır. Utnapiştim'e nasıl ölümsüz olduğunu sorar Gılgamış. 0 da tufan hikayesini anlatır. Onun anlattıkları,bizim bildiğimiz Nuh Tufanı ile büyük benzerlikler göstermektedir.
Tanrıların bir tufan ile insanları yok etme kararı,Utnapiştim'in tanrı Ea'nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölmeden oluşan bir gemi inşa etmesi, yedi gün yedi gece süren tufanda yeryüzünün sularla kaplanması ve sonunda suların çekilip Utnapiştim'in gemisinin Nisir dağının tepesinde karaya oturması sanıyorum hiçbirimize yabancı gelmeyecektir.
Utnapiştim Gılgamış'a altı gün yedi gece uyumamasını önerir. Zira "uyku ölümün ikiz kardeşidir*. Uykusunairadesini geçirebilen ölümsüzlüğü de yenmiş olur. Ancak yol yorgunu Gılgamış oturur oturmaz kendinden geçer ve uykuya dalar. Umutlarını yitirince oradan ayrılmaya karar verir. Uruk'a dönmek üzereyken, Utnapiştim onu geri çağınr, ölümsüz olmanın bir yolu daha olduğunu söyler. Utnapiştim Gılgamış'a denizin dibinde dikenli, olağanüstü gücü ve etkisi olan bir bitkinin varlığından söz eder. Bu bitkiyi çıkarıp da yaşlandığı zaman yer ise gençleşeceğini söyler. Gılgamış, sevinçle dalar denizin diplerine. Otu bulup kopanr. İçi umutla dolu Uruk'a dönüş yolunda, yıkanmak için kaynağa girerken kayanın üstüne koyduğu otu bir yılan kapıp kaçar.
Ebediyen varolma şansını yitiren Gılgamış deliye döner. Çaresiz bir biçimde geldiği Uruk'ta yeraltı Tanrısı Nergal'ın izniyle yeryüzüne dönen Enkidu'nun ruhuyla konuşmalara dalıp her gece ona binbir soru sorar. Enkidu'nun ruhu ile kurduğu ilişkiden başka avuntusu kalmamış artık. Uzun yıllarını ölüm kavramı ile mücadele içinde geçiren Gılgamış,Enkidu'ya ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan da sona erer.
Günümüzde insan ruhu, dört bin yıl öncekinden daha gelişmiş değildir. Belki de o zaman daha duygusal, daha zengin ve doğa ile daha bütünleşmiş idi. Gılgamış destanında bugün hepimizin hayatını şekillendiren dostluk,erdem, korku, akıl, ölüm, yaşam, güç ve iktidar gibi kavramlar vurgulanmıştır. Ama hayatımızı karmaşıklaştıran teknolojiyi çıkardığımızda bizi yönlendirenlerin de bu güdüler olduğunu açıkça görebiliriz. Çünkü, övündüğümüz teknolojik gelişme günlük yaşama kolaylıklar getirirken insan ruhunu da çoraklaştırmıştır.
Ölümsüzlüğü yalnızca biyolojik bir varoluş olarak değil,yaşamda bir iz bırakmak olarak değerlendirecek olursak hepimiz Gılgamış gibi ölümsüzlük peşinde koşturup durmuyor muyuz? Gılgamış destanı gerçekleşmesi imkansız da olsa ideallerimizin peşinde koşmamızın bir temsili olarak düşünülebilir. Sorun, ölümsüzlük nerededir?Ölümsüzlük, ruhtan yoksun ölümsüz bedende değildir elbet, tam tersine insan ruhunun derinliğinde ve insanınduyarlı olma yeteneğindedir.
KAYNAKÇA
1. ŞENEL, Alaaddin, Siyasal Düşünceler Tarihi,6. kısaltılmış basım, Ankara, 1996, Bilim ve Sanat Yayınları