Arama

Tezkire Nedir?

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 12 Ağustos 2015 Gösterim: 4.752 Cevap: 3
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
15 Kasım 2012       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Tezkire
MsXLabs. org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & Vikipedi
Sponsorlu Bağlantılar

Tezkere, pusula. Terim olarak eskiden belli bir meslekte yetişmiş kişilerin yaşamöykülerinin toplandığı yapıtlara tezkire genel adı verilmiştir. "Zikr"den türetilen sözcüğün çoğulu "tezakir"dir. Tezkireler konularına, kapsadıkları kişilerin mesleklerine göre çeşitli adlarla anılmışlardır.


Tezkiretü'l-şuara (şairler tezkiresi), tezkiretü'l-hattatîn (hattatlar tezkiresi), tezkiretü'l-evliya (evliya tezkiresi) gibi. Ayrıca hadika, sefine adı verilmiş "Hadikatü'l-Vüzera", "Sefine-i Mevlevîyye" gibi yapıtlar da tezkire niteliği taşırlar.

Adlara ya da mahlaslara göre alfabetik olarak düzenlenen tezkirelerde kişilerin yaşamöyküleri kısaca anlatılır, resmî görevleri ve kazandıkları aşamalar belirtilerek şiirlerinden örnekler verilir. Tezkirelerde şairlerin doğum ve ölüm tarihleriyle yerleri tam olarak gösterilmemiştir. Tezkirelerin en eksik yönü yapıt adlarıdır. Hiçbir şairin yapıtlarının adı tam olarak verilmemiştir. Sanatlı nesirle kaleme alınan bu tezkirelerde gerçek, üsluba feda edilmiştir.


Yargılar basmakalıptır. Yine de kimi tezkirelerde kişileri anlatan satırlar arasında toplumun o dönemini yansıtan cümlelere rastlanır.


Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen tezkire, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır.


Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâyis adlı eserine dayanır. Türk Edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk Edebiyatı'nda sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asım ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.


Tezkire klasik türk edebiyatı şair ve yazarların şiirlerini ve hayatlarını kapsayan edebiyat antolojisi görevi gören bir kitaptır.


İlk tezkire Sehi Bey'e ait olup Heşt Behişt ismini taşımaktadır. Bunun dışında Latifi tezkiresi, Ahdi'nin Gülşen-üş Şuara isimli tezkireleri de ünlüdür.


16.yy'da yaşayan Latifi (1491-1582) şiirleri de bulunmasına rağmen edebiyatımızda tezkiresiyle ünlü bir yazardır. Latifi tezkiresinde 310 şaire yer vermiştir. Latifi tezkiresinde şair ve sanatçıları objektif olarak değerlendirmemiştir. Latifi tezkiresi bu yönüyle edebi tenkit örneğidir. Latifi’nin 1546’da tamamlayıp Kanuniye sunduğu kendi adıyla anılan tezkiresi, 1896’da Tezkiretü’ş-Şuara adıyla yayınlanmıştır. Tezkiretü’ş-Şuara süslü nesir şairidir.


"Latîfî gibi tezkirecilerin eserlerinde bilinçli başvurdukları ortak bir tavır vardır. Bu tavır, Osmanlı şairlerini ve toplumunu, klişe ifadelerle överken, hikaye ve anekdotlar vasıtasıyla aşağılamaktadır. (...) Tezkireciler, hikaye ve anekdotlar vasıtasıyla, Osmanlı Türklerini ahlaksızlıkla, riyakârlıkla ve câhillikle itham etmişlerdir. (...) Sultanlarla ilgili anekdotlara şairlerin anlatıldığı kısımda yer verilmiştir. Buralarda sultanlar çoğunlukla zâlim, câhil, basit, ahlaksız, hafifmeşrep kişiler olarak tanıtılmıştır. (Üstelik böyle ifadelerle dolu tezkirecilerin tezkireleri güya Fatih Sultan Mehmed gibi padişahlara sunuluyor ve Fatih kendisine hakaret, iftira ve ihanet eden bu eserlere güya bir de mükafat veriyor. Böyle bir şey olabilir mi? Belli ki, Latîfî Tezkiresi denilen bu paçavra, oryantalistlerin uydurmasıdır. Bunu incelemeye Fatih'in vakti olmasa bile...) Sultan'ın dostluğunu kazanmak için birbiriyle rekabet eden şairlerin, tezkirede klişe övgülerin içine acemice yerleştirilmiş olan saldırı ve iftiraları fark etmeleri gerekirdi. Ayrıca, tezkirede sadece saray gizli olarak eleştirilmemiş, toplumun hemen her kesimi suçlanmış veya töhmet altında bırakılmıştır. Sultan ve şehzadeler dâhil hakarete uğrayan kişilerin Latîfî'nin bu iddia veya ithamlarına karşı sessiz kalmaları çok zordur. (...) (Latîfî Sultan Fatih ile beraber, hocası ve veziri Ahmet Paşa'yı da aşağılar. Aşağıladığı kişiler başta Fatih, hepsi de) Fatih döneminde Osmanlı toplumunun en seçkin kişileridir. Görüldüğü gibi tezkirecinin hedefinde Fatih ve Hocası Ahmed Paşa gibi Osmanlı medeniyetinin en önemli kişileri vardır. (Maalesef, Latîfî'nin bütün ifadelerini ve iftiralarını aktaramıyorum. Hem sâfi zihinleri kirletir hem de yüzleri kızartır.) Fatih, bir Osmanlı sultanı olarak insanları din için 'ilâ-yı kelimetullah için cihada çağıran bir kişidir. İnsanların din adına onun etrafında toplanıp canlarını verdikleri bir kişidir. Kimse, dinsiz ve ahlaksız bir insanın cihat çağrısını kabul etmez ve onun için ailesini ve canını feda etmez. Zorla toplanmış bir ordu da çoğunlukla zafer kazanamaz." "Tezkireciye göre sadece şairler, sultanlar, müderrisler, şeriat hükümlerini belirlemek ve uygulamakla sorumlu olan kadılar değil, şeyhler ve dervişler de oldukça ahlâksız ve sahtekârdırlar. Müslüman toplumlarda özellikle şeyh ve veli kişilerin örnek hayatları ibret için yazılır. Çoğunlukla Oryantalistlerin (ve her nedense Latîfî'nin) Osmanlı şeyhlerinin hayatlarında görebildiği faziletli bir hayat yoktur. (Bilakis anlattığı anekdotlar, şeyhlerden tiksindirecek sahnelerle doludur.) Bunun sebebi ise: Oryantalizmin Anadolu ve Balkanları Türkleştiren ve İslamlaştıran TEKKE KÜLTÜRÜNE veya DERVİŞLERE karşı bir HINCI vardır. 18. ve 19. asırda Batılı dînî ve siyasî güç, Türklerin bu gücünü veya mânevî dinamiğini, ellerinden almak istemiştir. Bunun için Avrupalı her milletten binlerce sahte derviş, imam, şeyh, zanaatkâr ve bilim adamı yetiştirilmiştir. Latîfî gibi tarih, biyografi ve menkıbe yazarlarının bu hususta Oryantalistlerle ağız birliği etmesi, oryantalist zihniyete malzeme sunması asla tesadüf değildir. (...) Latîfî'nin Şeyh Rûşenî'nin biyografisinin merkezine yerleştirdiği bu olaya muhtemelen 18. asırdan itibaren sistemli bir şekilde dejenere edilmeye çalışılan (Balkanlar'daki) tekkelerde bile rastlanması zordur. Eğer kolay olsaydı, Oryantalist kültür ikliminin yerli ürün ve temsilcileri, bugün bile, yani sosyal hayattaki bu kadar dejenerasyondan sonra, sahte şeyh üretme işine girişmezlerdi." (Lâtifi'de Oryantalizmin Parmak İzleri: Latîfî'nin Türk ve İslam Büyüklerini Anekdotlar Vasıtasıyla Değersizleştirme Gayreti-Prof. Dr. Menderes Coşkun,Uluslararası Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Sempozyumu)


Tezkiretü’ş-Şuarâ, Tezkire-i Şuarâ veya Tezkire adlarıyla anılan eserler devrin şairlerinin zaman içinde unutulup gitmelerini önlemek, hatırlanmalarına vesile olmak amacıyla yazılmış eserlerdir. İçlerinde en az yüz civarında şair bulunur ve bu yönleriyle şekil olarak günümüzdeki , yazarlar veya şairler sözlüğü gibi eserlere benzerler. Konularını şairlerin hayatları, kişilikleri, edebî faaliyetleri ve eserleri oluşturmaktadır. Tezkireler (çok ayrıntılı olmamakla beraber) biyografi eserleri olarak da kabul edilebilirler.


Tezkirelerde şairlerin hayatı hakkında bilgi verilir, kişilikleri ve eserleri üzerine değerlendirmeler yapılır ve eserlerinden örnekler verilir. Bu yönüyle edebî eleştiriler içerdiği söylenebilir. Tezkireciler bunu yaparken uslûbun sanatlı ve ahenkli olmasına da özen göstermektedir. Öyle ki, bu yönleriyle tezkireler aynı zamanda birer edebî eser niteliği taşımaktadırlar.


Şairlerin gerek tezkireye alınışlarında, gerekse eser ve şiirlerinden verilen örneklerin belirlenmesinde tezkirecinin zevk ve tercihi rol oynamaktadır.


Tezkireler çağının bir edebiyat ve kültür ürünüdür. Yazıldığı çağın sosyal, kültürel, sanatsal ortamını içerir. Aynı zamanda günümüz araştırmaları için değerli birer belge ve kaynak durumundadırlar. Şair Tezkiresi yazma geleneği XV. yüzyılda Çağatay sahasında Ali Şir Nevayî tarafından kaleme alınan Mecalisü'n-Nefâis ile Anadolu sahasında ise Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt ile başlayarak, asırlarca kesintiye uğramadan devam etmiştir. Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt adlı tezkireyi sırasıyla Latifî' nin kendi adıyla yazdığı Latifî tezkiresi; Ahdî'nin Gülşen-i Şu'ara; Aşık Çelebi'nin Meşa'irü'ş-Şu'ara; Hasan Çelebi'nin Kınalızade Tezkiresi; Beyanî'nin yine kendi adıyla anılan Beyanî Tezkiresi; Riyazî'nin Riyazü'ş-Şu'ara ; Kafzade Faizî'nin Zübdetü'l-Eş'ar ; Rıza'nın Rıza Tezkiresi ; Yümnî'nin Yümnî Tezkiresi ; Asım'ın Zeyl-i Zübdetü'l-Eş'ar; Güftî'nin Teşrifatü'ş-Şu'ara; Mücîb'in kendi adıyla anılan Mücîb Tezkiresi; Safayî'nin yine kendi adıyla anılan Safayî Tezkiresi; Salim'in Salim tezkiresi ; Belîğ'in Nuhbetü'l-Asar li-Zeyli Zübdeti'l-Eş'ar; Ramiz'in Adab-ı Zürefa; Silahdar'ın kendi adıyla anılan Silahdar Tezkiresi; Safvet'in Nuhbetü'l-Asar min Fera'idi'l-Eş'ar; Tevfik'in Mecmu'atü't-Teracim; Es'ad'ın Bağce-i Safa-enduz; Arif Hikmet'in Tezkire'si ve Fatin'in Hatimetü'l-Eş'ar adlı eserleri izler.


Cumhuriyet Döneminde bu tezkireler üzerinde bir çok çalışmalar yapılmış, bazı tezkireler latinize edilerek basılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:


Sehi Bey Tezkiresi, Heşt Bihişt, Sehi Bey, Mustafa İsen,


Lâtifi, Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ, Abdüllatif Çelebi Latifi, 993/1585, Rıdvan Canım,


Tezkiretü'ş-şuara, Kınalızade Hasan Çelebi, 1016/1607 ; İbrahim Kutluk. Tezkiretü’ş-şuara, Mustafa b. Carullah Beyani ; İbrahim Kutluk. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997 Nuhbetü’l Âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr, İsmail Beliğ, Abdulkerim Abdulkadiroğlu


Tezkire-i Şafayi (Nuhbetü'l-aşar min feva'idi'l-eş'ar), Mustafa Şafayi Efendi, Pervin Çapan, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviye, Esrar Dede, İlhan Genç,


Tezkire-i Mucip, Kudret Altun,


Tezkiretü’ş-Şu’ara Salim Efendi, Mirzazade Salim Mehmed Emin Efendi, 1156/1743 ; Adnan İnce.


Bazı Tezkireler

Riyazi- Riyazü'ş Şuara(Şairler Tezkiresi)
Faizi- Zübtedü'l-Eşar (Şairler Tezkiresi)
(MİRZADE MEHMED EFENDİ)Salim- Salim Tezkiresi
(Pir Ahmed) Aşık Çelebi- Meşairü'ş Şuara(Şairlerin Duyuları)
(Ali) Güfti- Teşrifatü'ş Şuara
(Davud) Fatin- Haitmetül-Eşar (Fatih Tezkiresi)
Hasan Çelebi- Sakiname
Ahdi- Gülşen-i Şuara


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
ölmez fenerli - avatarı
ölmez fenerli
Ziyaretçi
25 Kasım 2012       Mesaj #2
ölmez fenerli - avatarı
Ziyaretçi
Tezkire
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen tezkire, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır.
Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâyis adlı eserine dayanır. Türk Edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk Edebiyatı'nda sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asım ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.
Tezkire klasik türk edebiyatı şair ve yazarların şiirlerini ve hayatlarını kapsayan edebiyat antolojisi görevi gören bir kitaptır.
İlk tezkire Sehi Bey'e ait olup Heşt Behişt ismini taşımaktadır. Bunun dışında Latifi tezkiresi, Ahdi'nin Gülşen-üş Şuara isimli tezkireleri de ünlüdür.
16.yy'da yaşayan Latifi (1491-1582) şiirleri de bulunmasına rağmen edebiyatımızda tezkiresiyle ünlü bir yazardır. Latifi tezkiresinde 310 şaire yer vermiştir. Latifi tezkiresinde şair ve sanatçıları objektif olarak değerlendirmemiştir. Latifi tezkiresi bu yönüyle edebi tenkit örneğidir. Latifi’nin 1546’da tamamlayıp Kanuniye sunduğu kendi adıyla anılan tezkiresi, 1896’da Tezkiretü’ş-Şuara adıyla yayınlanmıştır. Tezkiretü’ş-Şuara süslü nesir şairidir.
"Latîfî gibi tezkirecilerin eserlerinde bilinçli başvurdukları ortak bir tavır vardır. Bu tavır, Osmanlı şairlerini ve toplumunu, klişe ifadelerle överken, hikaye ve anekdotlar vasıtasıyla aşağılamaktadır. (...) Tezkireciler, hikaye ve anekdotlar vasıtasıyla, Osmanlı Türklerini ahlaksızlıkla, riyakârlıkla ve câhillikle itham etmişlerdir. (...) Sultanlarla ilgili anekdotlara şairlerin anlatıldığı kısımda yer verilmiştir. Buralarda sultanlar çoğunlukla zâlim, câhil, basit, ahlaksız, hafifmeşrep kişiler olarak tanıtılmıştır. (Üstelik böyle ifadelerle dolu tezkirecilerin tezkireleri güya Fatih Sultan Mehmed gibi padişahlara sunuluyor ve Fatih kendisine hakaret, iftira ve ihanet eden bu eserlere güya bir de mükafat veriyor. Böyle bir şey olabilir mi? Belli ki, Latîfî Tezkiresi denilen bu paçavra, oryantalistlerin uydurmasıdır. Bunu incelemeye Fatih'in vakti olmasa bile...) Sultan'ın dostluğunu kazanmak için birbiriyle rekabet eden şairlerin, tezkirede klişe övgülerin içine acemice yerleştirilmiş olan saldırı ve iftiraları fark etmeleri gerekirdi. Ayrıca, tezkirede sadece saray gizli olarak eleştirilmemiş, toplumun hemen her kesimi suçlanmış veya töhmet altında bırakılmıştır. Sultan ve şehzadeler dâhil hakarete uğrayan kişilerin Latîfî'nin bu iddia veya ithamlarına karşı sessiz kalmaları çok zordur. (...) (Latîfî Sultan Fatih ile beraber, hocası ve veziri Ahmet Paşa'yı da aşağılar. Aşağıladığı kişiler başta Fatih, hepsi de) Fatih döneminde Osmanlı toplumunun en seçkin kişileridir. Görüldüğü gibi tezkirecinin hedefinde Fatih ve Hocası Ahmed Paşa gibi Osmanlı medeniyetinin en önemli kişileri vardır. (Maalesef, Latîfî'nin bütün ifadelerini ve iftiralarını aktaramıyorum. Hem sâfi zihinleri kirletir hem de yüzleri kızartır.) Fatih, bir Osmanlı sultanı olarak insanları din için 'ilâ-yı kelimetullah için cihada çağıran bir kişidir. İnsanların din adına onun etrafında toplanıp canlarını verdikleri bir kişidir. Kimse, dinsiz ve ahlaksız bir insanın cihat çağrısını kabul etmez ve onun için ailesini ve canını feda etmez. Zorla toplanmış bir ordu da çoğunlukla zafer kazanamaz." "Tezkireciye göre sadece şairler, sultanlar, müderrisler, şeriat hükümlerini belirlemek ve uygulamakla sorumlu olan kadılar değil, şeyhler ve dervişler de oldukça ahlâksız ve sahtekârdırlar. Müslüman toplumlarda özellikle şeyh ve veli kişilerin örnek hayatları ibret için yazılır. Çoğunlukla Oryantalistlerin (ve her nedense Latîfî'nin) Osmanlı şeyhlerinin hayatlarında görebildiği faziletli bir hayat yoktur. (Bilakis anlattığı anekdotlar, şeyhlerden tiksindirecek sahnelerle doludur.) Bunun sebebi ise: Oryantalizmin Anadolu ve Balkanları Türkleştiren ve İslamlaştıran TEKKE KÜLTÜRÜNE veya DERVİŞLERE karşı bir HINCI vardır. 18. ve 19. asırda Batılı dînî ve siyasî güç, Türklerin bu gücünü veya mânevî dinamiğini, ellerinden almak istemiştir. Bunun için Avrupalı her milletten binlerce sahte derviş, imam, şeyh, zanaatkâr ve bilim adamı yetiştirilmiştir. Latîfî gibi tarih, biyografi ve menkıbe yazarlarının bu hususta Oryantalistlerle ağız birliği etmesi, oryantalist zihniyete malzeme sunması asla tesadüf değildir. (...) Latîfî'nin Şeyh Rûşenî'nin biyografisinin merkezine yerleştirdiği bu olaya muhtemelen 18. asırdan itibaren sistemli bir şekilde dejenere edilmeye çalışılan (Balkanlar'daki) tekkelerde bile rastlanması zordur. Eğer kolay olsaydı, Oryantalist kültür ikliminin yerli ürün ve temsilcileri, bugün bile, yani sosyal hayattaki bu kadar dejenerasyondan sonra, sahte şeyh üretme işine girişmezlerdi." (Lâtifi'de Oryantalizmin Parmak İzleri: Latîfî'nin Türk ve İslam Büyüklerini Anekdotlar Vasıtasıyla Değersizleştirme Gayreti-Prof. Dr. Menderes Coşkun,Uluslararası Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Sempozyumu)
Tezkiretü’ş-Şuarâ, Tezkire-i Şuarâ veya Tezkire adlarıyla anılan eserler devrin şairlerinin zaman içinde unutulup gitmelerini önlemek, hatırlanmalarına vesile olmak amacıyla yazılmış eserlerdir. İçlerinde en az yüz civarında şair bulunur ve bu yönleriyle şekil olarak günümüzdeki , yazarlar veya şairler sözlüğü gibi eserlere benzerler. Konularını şairlerin hayatları, kişilikleri, edebî faaliyetleri ve eserleri oluşturmaktadır. Tezkireler (çok ayrıntılı olmamakla beraber) biyografi eserleri olarak da kabul edilebilirler.
Tezkirelerde şairlerin hayatı hakkında bilgi verilir, kişilikleri ve eserleri üzerine değerlendirmeler yapılır ve eserlerinden örnekler verilir. Bu yönüyle edebî eleştiriler içerdiği söylenebilir. Tezkireciler bunu yaparken uslûbun sanatlı ve ahenkli olmasına da özen göstermektedir. Öyle ki, bu yönleriyle tezkireler aynı zamanda birer edebî eser niteliği taşımaktadırlar.
Şairlerin gerek tezkireye alınışlarında, gerekse eser ve şiirlerinden verilen örneklerin belirlenmesinde tezkirecinin zevk ve tercihi rol oynamaktadır.
Tezkireler çağının bir edebiyat ve kültür ürünüdür. Yazıldığı çağın sosyal, kültürel, sanatsal ortamını içerir. Aynı zamanda günümüz araştırmaları için değerli birer belge ve kaynak durumundadırlar. Şair Tezkiresi yazma geleneği XV. yüzyılda Çağatay sahasında Ali Şir Nevayî tarafından kaleme alınan Mecalisü'n-Nefâis ile Anadolu sahasında ise Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt ile başlayarak, asırlarca kesintiye uğramadan devam etmiştir. Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt adlı tezkireyi sırasıyla Latifî' nin kendi adıyla yazdığı Latifî tezkiresi; Ahdî'nin Gülşen-i Şu'ara; Aşık Çelebi'nin Meşa'irü'ş-Şu'ara; Hasan Çelebi'nin Kınalızade Tezkiresi; Beyanî'nin yine kendi adıyla anılan Beyanî Tezkiresi; Riyazî'nin Riyazü'ş-Şu'ara ; Kafzade Faizî'nin Zübdetü'l-Eş'ar ; Rıza'nın Rıza Tezkiresi ; Yümnî'nin Yümnî Tezkiresi ; Asım'ın Zeyl-i Zübdetü'l-Eş'ar; Güftî'nin Teşrifatü'ş-Şu'ara; Mücîb'in kendi adıyla anılan Mücîb Tezkiresi; Safayî'nin yine kendi adıyla anılan Safayî Tezkiresi; Salim'in Salim tezkiresi ; Belîğ'in Nuhbetü'l-Asar li-Zeyli Zübdeti'l-Eş'ar; Ramiz'in Adab-ı Zürefa; Silahdar'ın kendi adıyla anılan Silahdar Tezkiresi; Safvet'in Nuhbetü'l-Asar min Fera'idi'l-Eş'ar; Tevfik'in Mecmu'atü't-Teracim; Es'ad'ın Bağce-i Safa-enduz; Arif Hikmet'in Tezkire'si ve Fatin'in Hatimetü'l-Eş'ar adlı eserleri izler.
Cumhuriyet Döneminde bu tezkireler üzerinde bir çok çalışmalar yapılmış, bazı tezkireler latinize edilerek basılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Sehi Bey Tezkiresi, Heşt Bihişt, Sehi Bey, Mustafa İsen,
Lâtifi, Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ, Abdüllatif Çelebi Latifi, 993/1585, Rıdvan Canım,
Tezkiretü'ş-şuara, Kınalızade Hasan Çelebi, 1016/1607 ; İbrahim Kutluk. Tezkiretü’ş-şuara, Mustafa b. Carullah Beyani ; İbrahim Kutluk. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997 Nuhbetü’l Âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr, İsmail Beliğ, Abdulkerim Abdulkadiroğlu
Tezkire-i Şafayi (Nuhbetü'l-aşar min feva'idi'l-eş'ar), Mustafa Şafayi Efendi, Pervin Çapan, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviye, Esrar Dede, İlhan Genç.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
11 Ağustos 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TEZKİRE a. (ar. tezkire). Esk.
1. TEZKERE.
2. Aynı şehirdeki resmi kişi ya da kuruluşların birbirleriyle yaptıkları yazışma; Tezkirei cevabiye (cevap yazısı).
3. Bir şey için izin alındığını gösteren resmi kâğıt: Esnaf tezkiresi (patent). Mürur tezkiresi (pasaport, geçiş belgesi). Gümrük tezkiresi (bir malın gümrük vergisini gösteren belge).

—Ed. Divan edebiyatında şairlerin yaşam öykülerini derleyen, onlarla ilgili değerlendirmelerde bulunan, şiirlerinden örnekler veren yapıt. (Bk. ansıkl. böl.)

—Kur. tar Tezkirei evvel, Osmanlılar’da Divanı hümayunda hizmet gören birinci tez- kirecilere verilen ad. (Bunlar, yazı işleriyle uğraşır ve ayakta hizmet görürlerdi. Büyük tezkireci de denilen tezkirei evvel bulunmadığı zamanlarda görevini reisülküttap yerine getirirdi.) || Tezkirei hususiye, mabeyn başkâtibinin hazırladığı padişahın buyrultularını (iradei seniye) bildiren tezkire. (Sadaret makamından mabeyne yazılan ve elçilerle yapılan görüşmelerle ilgili tezkireler de aynı adla anılırdı. Sadrazam, bu tezkireleri mabeyn başkâtibine yazardı.) || Tezkirei maruza, padişaha sadrazam tarafından sunulan tezkire. (Tezkirei maruzayı padişaha mabeyn başkâtibi okur, padişahın sözlü buyruğunu aldıktan sonra derkenar olarak sadrazama iletirdi. Tanzimat'tan (1839) önce tezkirei maruza- ya telhis ya da takriri âli denirdi.) || Tezkirei Osmaniye, Osmanlılar'da nüfus kâğıdı. (ilk tezkirei Osmaniye 1863 nüfus sayımının ardından verildi. Çizgili bir kâğıttı, üzerinde sahibinin, babası ve anasının adları; görünüşü, ikamet ettiği yer, mahalle ve sokak adı, ev numarası, doğum tarihi yazılıydı.) || Tezkirei samiye, sadrazamlık makamından sadrazamın imzasıyla yazılan resmi yazı. || Tezkirei sani, tezkireci- lik görevi ikiye ayrıldıktan sonra tezkirei evvelden sonra gelen tezkireciye verilen ad.

—ANSİKL. Ed. İran edebiyatında şairlerle ilgili tezkirelerin (tezkire-i şuara, tezkiret üş -şuara) bazıları türk tezkirecilerini türlü yönlerden etkilemiş, yapıtlarının düzenlenmesinde, şairlerin değerlendirilmesinde bu örneklerden yararlanılmıştır. İran edebiyatındaki başlıca tezkireler şunlardır: Tezkiret üş-şuara (Devletşah [1431 ? -1495 ?]), ona zeyl olarak yazılan Tuhfei Sami (1550, Sam Mirza), Heft iklim (1594, Emin Ahmet Razi), Tezkirei Nasrabadi (1672, Mirza Muhammet Tahir Nasrabadi), Ateş- kede (yaklş. 1728, Lutf Ali Bey [Azer]), Mecma ül-fusaha (Rıza Kuli Han [1800 -1871]). Ali Şir Nevai'nin Çağatayca Meca- lis ün nefais’inde (1491) çağatay şairleriyle ilgili bilgiler yer alır. OsmanlI ülkesinde yazılmış ilk tezkire Sehi Bey'in Heşt behişfidir (1538). Tezkire geleneğinin son ürünü ise Fatin tezkiresi diye bilinen Hatimet ül-eşar’du (1852). Bazı tezkireler yazarlarının adıyla anılır: Latifi tezkiresi (1546). Bazen şairlerin ayrıldığı gruplar cennet bahçelerine (Heşt behişt [Sekiz cennet]), benzetilir; gül bahçesi (Gütşen -i şuara [1563], Ahdi), bahçe (Bahçei safaenduz [Safa veren bahçe, 1835], Esat) benzetmelerine başvurulur. Tezkirecinin özenli ve yerinde seçmeler yaptığı kitabın adıyla belirtilmeye çalışılır: Zübdet ül-eşar ([Şiirlerin özü, 1620], Kafzade Faizi), Nuhbet ül-âsâr ([Eserlerin özü, 1782], Saffet). Son tezkirenin de adı, yapıtın bu niteliğini belirtecek niteliktedir: Hatimet ül-eşar (Şiirlerin sonu). Tezkirelerde şairlerin sıralanışı genellikle arap abecesine göredir. Yapıtlar ayrıca padişah, devlet adamları bilginler, o tarihte ölmüş olanlar gibi tabakalara ayrılır. Âşık Çelebi tezkiresinde ise (Meşair üş-şuara (1566)) daha öncekilerden farklı olmak üzere ebcet sırası gözetildiği belirtilmiştir. Tezkirelerde bazen ele alınan kişilerle ilk elden ayrıntılı bilgilere yer verilir (Meşair üş-şuara). Bazen verilen bilgiler sadece ölüm tarihinden ibarettir (Zübdet üş-şuara). Bazı tezkireler birbirine zeyl biçiminde bir öncekinin bıraktığı yerden başlanarak düzenlenmiştir: Safayj tezkiresi (1719) - Salim tezkiresi (1721) - Âdâbı zürefa (Ramiz) vd. Bazı tezkireler oldukça sade anlatımla yazılmıştır (Latifi tezkiresi); bazı tezkirelerde ise süslü, sanatlı nesir yolu izlenmiştir (Kınalızade Hasarı Çelebi tezkiresi [1585], Salim tezkiresi). Manzum bir tezkire de vardır (Güf- ti’nin şairleri taşlayan Teşrifat Cış-şuara'sı [XVII. yy.]). Tezkireler yer yer kalıplaşmış yargılar sıralamalarına karşın divan şiirinin kendi döneminde nasıl değerlendirildiği ni göstermesi, şairlerle ilgili özgün bilgiler aktarması ve divan şairlerinin geniş bir dökümünü vermesi dolayısıyla önem taşır.

Kaynak: Büyük Larousse
semihyalcin - avatarı
semihyalcin
Ziyaretçi
12 Ağustos 2015       Mesaj #4
semihyalcin - avatarı
Ziyaretçi
bu kadar uzun bir cevap beklemiyodum Msn Happy