Arama

İstanbul Üniversitesi

Güncelleme: 29 Mayıs 2017 Gösterim: 12.406 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ağustos 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

İstanbul Üniversitesi

Ad:  1.jpg
Gösterim: 560
Boyut:  19.8 KB

İstanbul Üniversitesi (İÜ)
Sponsorlu Bağlantılar
İstanbul’da yükseköğretim kurumu.
Cumhuriyet döneminde açılan (18 Kasım 1933) ilk üniversitedir.

İlk kez 1863’te Darülfünun-ı Osmani adıyla açılan ve daha sonra İstanbul Darülfünunu adını alan bu yükseköğretim kurumunu çağdaş bir düzeye yükseltmek amacıyla, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni düzenlemelere gidildi. Ama bunların yetersiz görülmesi üzerine yeni bir üniversite kurmak için hazırlıklar yapıldı. Bu amaçla çağrılan İsviçreli profesör Albert Malche’ni önerisi üzerine İstanbul Darülfünunu’nun kapatılması, yükseköğretimin yeni bir temele oturtulması kararlaştırıldı (bak. 1933 Üniversite Reformu). Dönemin maarif vekili Reşit Galip, İstanbul Darülfünunu’nun kapatılmasını öngören 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı yasada sözü edilen yeni üniversitenin, eskisiyle hiçbir ilişkisi olmadığını açıkladı.

İstanbul Üniversitesi’nin (İU) kurulup gelişmesinde önemli Ijir dış etkenin de olumlu katkısı oldu. Nazi Almanyası’ndan kaçan 85 öğretim üyesi ve bilim adamı Türkiye’ye çağrıldı ve kendilerine yeni üniversitede görev verildi. Fakültelere bağlı çeşitli enstitü ve laboratuvarlarım kurulmasında, nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesinde yabancı öğretim üyeleri öncü rol oynadılar.

Tıp, Hukuk, Edebiyat ve Fen fakülteleriyle öğretime başlayan İÜ, 18 Haziran 1946’da 4936 sayılı yasayla özerklik ve tüzel kişilik kazandı. 1936’da İktisat, 1948’de Orman fakülteleri kuruldu. Bunu 1963’te Eczacılık ve 1964’te Diş Hekimliği fakültelerinin kurulması izledi. 1967’de Kimya ve İşletme fakülteleriyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi kuruldu. 1973’te bunlara Veteriner ve Yerbilimleri fakülteleri eklendi. 1979’da Siyasal Bilimler Fakültesi, 1983’te de Yerbilimleri ve Kimya fakülteleri birleştirilerek Mühendislik Fakültesi kuruldu.
Ad:  5.JPG
Gösterim: 731
Boyut:  87.4 KB
1983’te 2809 sayılı yasa uyarınca yeniden düzenlenen İÜ, 1992’de Edebiyat, Fen, Siyasal Bilimler, İktisat, İşletme, Hukuk, İstanbul Tıp, Cerrahpaşa Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Orman, Veteriner, Mühendislik fakülteleri ve Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Sağlık Bilimleri, Çocuk Sağlığı, Adli Tıp, Onkoloji, Kardiyoloji, Deniz Bilimleri ve Coğrafya, İşletme İktisadı, Muhasebe, Atatürk İlke ve İnkılapları enstitüleriyle Florence Nightingale Hemşirelik, Basın-Yayın, Tütün Eksperleri, Adalet, İstanbul Meslek, Sağlık Hizmetleri Meslek, Şu Ürünleri yüksekokullarından ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan oluşuyordu.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 29 Mayıs 2017 22:10
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mayıs 2017       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
İstanbul Üniversitesi
Türkiye'nin ilk ve en büyük yükseköğretim kurumu.
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  2.jpg
Gösterim: 790
Boyut:  104.6 KB
31 mayıs 1933'te çıkarılan 2252 sayılı yasa ile İstanbul Darülfünun'u kapatıldı (31 temmuz 1933) ve Milli eğitim bakanlığı, İstanbul'da "İstanbul Üniversitesi” adıyla yeni bir kurumun kurulması ile görevlendirildi. Sözkonusu yasa, Cenevre Üniversitesi profesörlerinden Albert Malche'in Türkiye'ye gelerek hazırladığı (1932) rapora dayanılarak çıkarıldı. Zamanın Milli eğitim bakanı Dr. Reşit Galip, kamuoyuna yaptığı resmi açıklamada, yeni kurulan üniversitenin, kapatılan Darülfünun ile hiçbir ilişkisi olmadığını, bütünüyle yeni bir kurum olduğunu vurguladı. Üniversite, 18 kasım 1933'te açıldı. Öğretim kadrosu üç kaynaktan sağlandı: kapatılan Darülfünundan devralınan ve bilim adamı özelliklerini taşıyan öğretim elemanları, Avrupa’da yetişmiş genç bilim adamları; kendi ülkelerindeki üniversitelerde profesör konumuna erişmiş, adlarını ülkelerinin dışında da duyurmuş yabancı profesörler.

İstanbul Üniversitesi Tip, Hukuk, Edebiyat ve Fen fakülteleri ile öğrenime başladı. Önceleri Milli eğitim bakanlığı'na bağlı olan kurum, 18 haziran 1946'da yürürlüğe giren 4936 sayılı Üniversiteler yasası ile özerklik ve tüzel kişilik kazandı. Üniversitenin özerkliği, 1961 Anayasası'nın 120. maddesi ile güvence altına alındıysa da 12 mart 1971'den sonra Anayasa’nın bu maddesinde bazı değişiklikler yapıldı.

Kurulduğunda 4 fakülte ve 2 yüksekokul ile zamanın en büyük öğretim kurumu olan İstanbul Üniversitesi, yeni fakültelerin açılması ile daha da gelişti. Hukuk fakültesi'ne bağlı iktisat enstitüsü’nün yerine, 1936’da İktisat fakültesi, 1948'de Yüksek ziraat enstitüsü (Ankara) kaldırılarak yerine Orman fakültesi, Tp fakültesi' ne bağlı Eczacılık okulu yerine 1962'de Eczacılık fakültesi, Diş hekimliği okulu yerine 1964’te Diş hekimliği fakültesi, 1967’de Cerrahpaşa tıp fakültesi ve aynı yıl Kimya ve işletme fakülteleri kuruldu. Teşkilat yasası 1968’de yayımlanan Veteriner fakültesi, 1973'te dadı.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 568
Boyut:  41.4 KB

1973-1976 yıllarında kurum ret bilimleri fa kültesi ile Kimya fakültesi, 1983’te Mühendislik fakültesi adıyla birleştirildi. 1979'da
Siyasal bilgiler fakültesi kuruldu.

1982-1983'te yükseköğretim kurumlarını düzenleyen 2809 sayılı yasa uyarınca yeniden düzenlenen İstanbul Üniversitesinde, 13 fakülte (Cerrahpaşa tıp, İstanbul tıp, Diş hekimliği, Eczacılık, Edebiyat, Fen, Hukuk, İktisat, işletme. Siyasal bilgiler, Mühendislik, Orman, Veteriner), dört yıllık 3 yüksekokul (Basın-yayın, Florence Nightingale hemşirelik, Su ürünleri), iki yıllık 4 yüksekokul (Adalet, Sosyal bilimler meslek, Sağlık hizmetleri meslek, Teknik bilimler meslek) ve İstanbul devlet konservatuvarı bulunmaktadır.

Değişik anabilire dallarına bağlı birçok enstitüsü de bulunan İstanbul Üniversitesi, Açıköğretim fakültesi nedeniyle üç yüz bine yakın öğrencisi bulunan Anadolu üniversitesi hesaba katılmazsa Türkiye'nin en çok öğrencili üniversitesidir.

Kaynak: Büyük Larousse

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 29 Mayıs 2017 22:13
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mayıs 2017       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
İstanbul Üniversitesi

Ad:  1.jpg
Gösterim: 412
Boyut:  43.3 KB
Tarihçe
Bizans ve Osmanlı geleneklerinin birlikte incelenebileceği görüşünde olan Alman hukuk tarihçisi Richard Honig, İstanbul Üniversitesi tarihinin 1 Mart 1321'e kadar uzandığını ifade etmektedir. Bugünkü Merkez Bina'nın bulunduğu tepede kurulan, Roma üniversiteleriyle eşdeğer olan, tıp, hukuk, felsefe ve edebiyat fakültelerinden oluşan bu üniversite, aslında İstanbul'da üniversite eğitiminin başlangıcı sayılmaktadır. Türk araştırmacılar ise İstanbul Üniversitesi'nin köklerini 1453'e götürmektedir. Gerçekten, fetihin ertesi günü 30 Mayıs 1453'te Ayasofya ve Zeyrek'te yapılan bilimsel toplantılar, Türk-Osmanlı bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulmasının başlangıcı kabul edilmektedir. Nitekim, Sıddık Sami Onar, "Türklerin İstanbul'da bir üniversite bulamadıklarına ve kendi uygarlıklarını yerleştirdikleri bu kentte kendi tarzlarında kurdukları" üniversite eğitimine dikkatleri çekmektedir. Yine, Cemil Bilsel, tıp, hukuk, fen ve edebiyat fakültelerinin ve İstanbul Üniversitesi'nin ilk başlangıç noktasının 1470 yılında kurulan Fatih Külliyesi olduğunu vurgulamaktadır. Bu arada, Sovyet tıp bilgini Danişefski, Dünya'nın en eski tıp fakültesinin İstanbul'da olduğunu belirtmektedir.

Yükselme ve genişleme dönemlerinde kurulan Beyazıt, Yavuz ve Kanuni Süleyman Medreseleri dönemlerinin hukuk, edebiyat, ilahiyat ve tabii bilimler okutulan birer görkemli üniversiteleri sayılırlarken; duraklama ve gerileme dönemlerinde, gözlem ve deneyi reddeden, akılcı ve bilimsel özellik ve güçlerini yitirmiş, imparatorluğun kaderini paylaşarak benzer süreci yaşamışlardır.

Islahat ve Tanzimat'ın batılılaşma hareketi eğitim kurumlarına da yansımış, bilgisizlik her alanda yenilmişliğin sebebi olarak ortaya konmuş ve "ilerleme ancak ilim ile gerçekleşebilir" ilkesiyle 23 Temmuz 1846'da Darülfünun kurulması fermanı "laik yüksekokulların başlangıcı" olarak kabul edilmektedir.
Cemil Bilsel, I. Darülfünun'da 31 ilkkânun (Aralık) 1863 günü verilen ilk deneysel fizik dersini İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulması olarak değerlendirmektedir.

Ne yazık ki, öğrencinin devamsızlığı ve ilgisizliği nedeniyle ilk denemelerden sonuç alınamamıştır.
20 Şubat 1870'de, bu kez "Darülfünun-u Osmani" adıyla modern ilim anlayışına ve düzeyine ulaşmak beklentisi içinde üniversite ikinci kez açılmıştır. Ancak, öğretim kadrosunun ve kitap yetersizliğinin yanı sıra verilen bir konferanstan duyulan hoşnutsuzluk, 1872'de bu girişimin sonu olmuştur. Cemil Bilsel'in araştırmalarına göre kapanış sebebi "bilgisizlik ve taassuptur; batılılaşma hareketine tahammülsüzlüktür."

Üçüncü evre, 1874'de Galatasaray binasında edebiyat, hukuk ve fen bölümlerinden oluşan Darülfünun-u Sultani'nin açılmasıyla başlamıştır. Derslerin Türkçe ve Fransızca okutulduğu bu kurum hakkında 1881'den sonra resmi kayıtlarda hiçbir belge ve bilgiye rastlanmamaktadır. Ancak, üç dönem mezun verdikten sonra 20 yıl süreyle ortadan kalktığı bilinmektedir.
II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yılında, 1 Eylül 1900'de din, matematik ve edebiyat bölümlerinden oluşan IV. Darülfünun, Darülfünun-u Şahane (İmparatorluk Üniversitesi) adıyla açılmıştır. Ancak, hiçbir konuda özerkliği olmayan, istibdat yönetiminin sıkı denetimi altında oluşturulmuş, bilimsellikten uzak bir eğitim kurumu olarak tanımlanmaktadır.

Nihayet, Meşrutiyet'in ilanından sonra hukuk, tıp, fen, edebiyat ve ilahiyat bölümlerinden oluşan İstanbul Darülfünun'u 20 Nisan 1912 tarihli bir kararla kuruldu. 1919 yılında yeni bir düzenlemeyle ilmi ve kısmen yönetimsel özerkliğe kavuştu.
Her ne kadar, bu dönemi araştıran Osman Nuri Ergin, V. Darülfünun'un kuruluşunu bilimsel düzeyi, örgütlenme biçimi ve kadro yetersizlikleri nedeniyle tamamen şekli bulmakta ise de, Modern Türkiye'nin Doğuşu yapıtında Bernard Lewis "İstanbul Darülfünun'unu, kültür tarihi açısından tüm Doğu alemi için önemli bir aşama" saymaktadır.

Cumhuriyet öncesi bu dönemin ilgi çekici olaylarından biri "lise tahsilini bitirmiş olan kız çocuklarına tahsilden mahrum kalmamaları için Darülfünun dahilinde 'kızlara serbest dersler' adı altında derslerin verilmesiydi" saptamasını yapan A. R. Başaran, "bir müddet sonra Zeynep Hanım Konağı'nda edebiyat, matematik ve tabii ilimler tahsil etmek için müstakil sınıflar tesis edildiğini" de aktarmaktadır . "Hukuk ve Tıp okullarına kız öğrencilerin kayıt olmalarına o tarihte müsaade olunmamıştır. Kızların erkeklerle aynı dershanede veya aynı binada okumaları o zamana göre hoş görülmemiş; kızların sınıfları Cağaloğlu'nda bir binaya taşınmıştır. Cumhuriyet ilanından sonra erkeklerle beraber Darülfünun'un derslerine devamlarına müsaade edilmiş, tıp ve hukuk fakültelerine de kızlarımız kayıt olmuştur" demektedir.

Yine bu dönemin önemli olaylarından biri de, 1915-18 döneminde halen medrese ruhunu taşıyan Darülfünun'un değişik bölümlerine yabancı bilim adamlarının çağrılmasıdır. İttihatçıların girişimiyle gerçekleştirilen bu atılım Widmann'a göre "bir bütün olarak bakıldığında başarılı olmamış, kaybedilen savaştan sonra Üniversite, ancak Cumhuriyet devrinde kurtulabileceği bir bunalıma girmiştir."

Akla ve bilime dayalı bir "kuruluşu" amaçlayan Genç Türkiye Cumhuriyeti ise "kurtuluşu" izleyen dönemde 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun'la İstanbul Darülfünu'nun tüzel kişiliğini tanımış ve 7 Ekim 1925'de kurumun bilimsel ve yönetsel özerkliğini kabul etmiş, medreseler "fakülte" statüsüne kavuşturulmuştur. Darülfünun'un ülkenin bilim merkezi olmasını ve genç kuşakları Batı üniversiteleri düzeyinde yetiştirmesini bekleyen Cumhuriyet, verdiği özerkliğin yanı sıra Darülfünun'un bütçesini de ayırıp arttırmıştır. Çağdaş bilimselliğe ulaşma arayışları çerçevesinde 1924-26 döneminde yabancı hocaların bir kez daha İstanbul'a çağrılmaları da bu anlayışın bir ifadesi olmaktadır.

Ancak, 4 Mart 1924 tarihli yasayla öğretimi birleştiren, sivilleştiren Cumhuriyet hükümeti, Cemil Bilsel'in açıklamalarına göre, daha önce bağnazlık ve bilimsel eksiklik nedeniyle birkaç kez kapanan Darülfünun'u bu kez "politik endişelerle değil, bilime verdiği üstün önem nedeniyle;" Ernest Hirsch'in yorumuna göre ise "... ülkenin geçirmekte olduğu köktenci politik ve toplumsal değişiklik ve dalgalanmalara karşı duyarsızlığı, suskunluğu ve hatta bir Ortaçağ izolasyonuyla dış dünyaya tamamen kapanmış olması" endişesiyle köklü bir değişim kararlılığını açıklayarak kapatmıştır. Kuşkusuz, bunca yıllık hayatının sonunda Darülfünun, içinde bu değişimi yüreklilikle destekleyen "Türk profesörlerinin intihar kulübü" (P.Schwartz'ın yayınlanmış anılarından zikreden Widmann) olarak varlığını gösteriyordu. 1924-26 döneminde yabancı hocalar bir kez daha İstanbul'a çağrıldılar. Politik otoritenin, toplumun ve her şeye rağmen Darülfünun'un köklü değişim arayışı, İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche'ın 1932 yılı başında bir reform önerisi hazırlamak üzere çağrılmasıyla sonuçlandı. 29 Mayıs 1932'de hükümete sunulan rapor esas alınarak 1933'de çıkarılan 2252 sayılı yasayla TBMM, Darülfünun'u ve ona bağlı bütün kurumları kadro ve örgütüyle lağvedip Milli Eğitim Bakanlığı'nın İstanbul'da yeni bir üniversite kurmasını kabul etti. İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933'de yeni bir kadro ve yapıyla açıldı. Cumhuriyet 10. yılını kutlarken 1 Kasım 1933'de İstanbul Üniversitesi "ilk ve tek" üniversite olarak eğitime başladı.

Aykut Kazancıgil'e göre 1933 Reformu, "1924'te başlayan 'Atatürk Kültür Hareketi'nin önemli bir parçası ve devamlılığının simgesidir."

Widmann'ın yorumuna göre daha önce kendisine 19 Eylül 1926'de fahri müderrislik payesini veren Darülfünun'u ilk kez 1930'da, ve ikinci kez 1933'te ziyaret eden Atatürk için İstanbul Üniversitesi projesi büyük önem taşımakta ve bu batılılaşma arayışının etkin bir aracı olarak görülmektedir.

Bugünkü anlamıyla kurulan İstanbul Üniversitesi'nin açılış konuşmasında Reşit Galip "...artık üniversitenin tarafsız bir seyirci gibi kalan, ...yalnız ders okutan, bilimsel araştırmalara yer vermeyen, " bir kurum olmak yerine "...en esaslı vasfı milliliği ve inkılapçılığıdır." diyerek bilimin ve üniversitenin toplum hayatındaki yaşamsal işlevini öne çıkarıyordu.

İlginç bir kader, Dünya'nın savaş konjonktürü, özellikle Alman ve Avusturyalı, Fransız, İtalyan ve Macar bilim adamlarının entelektüel göç ve ilticasını başlattı. Yabancı hocaların Türk akademik çevreleriyle bir kez daha oluşturduğu renklilik, Batı alemiyle beraberliğin verdiği fikri ve bilimsel ivme, ürünlerini eğitim sistemi, genç akademik kadroların oluşup yetişmesi, kurumlaşma, bilimsel yöntem ve araştırmanın yerleşmesi gibi gayet olumlu bir geniş yelpazede ortaya koydu.
Kuruluşun mimarları olan öğretim kadrosu 29 Mayıs 1934 tarihli 2467 sayılı Teşkilat Yasası ile üç kaynaktan gelmişti: İlki, lağvedilen Darülfünun'dan gelenler; ikincisi, Cumhuriyet döneminde Batı'da eğitim görmüş, bilimsel yeterliliğe sahip olanlar ve üçüncüsü, yabancı hocalar.

Batılı araştırmacılar için "fikir ve bilim, kısaca beyin kaybı" olarak nitelendirilen bu göç ve iltica genç Cumhuriyet'in bilimsel kurumlarının doğup serpilmesinde, sadece İstanbul Üniversitesi'nin değil kurulmakta olan yeni üniversite ve eğitim kurumları için de maliyeti çok düşük ama etkisi çok büyük, kalıcı ve tarihi bir fırsat olmuştur.

Sıddık Sami Onar'a göre "akademik mesleğin tabanını hazırlamayı" amaçlayan 1933 Reformu yönetimsel özerklik ilkesine karşın "hala rektörü Milli Eğitim Bakanlığınca tayin edilen, gönderdiği dekanlar yine Milli Eğitim Bakanı tarafından atanan, fakat üniversite işlerinde bir dereceye kadar yetki genişliğine sahip yöneticiler" sistemine dayanıyordu. Döneme ilişkin belgeler daha önce Darülfünun ve Zeynep Hanım Konağı'nın 28 Şubat 1942'de ve daha sonra Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı binasının 1946'da yanmasıyla kaybolmuş, yok olmuştur.
Ad:  3.jpg
Gösterim: 811
Boyut:  60.2 KB

İstanbul Üniversitesi'nin bu yasal sistemi 1946'ya kadar sürerken akademik mesleğin tabanı ortaya çıkmıştı. 13 Haziran 1946'da 4936 sayılı yasayla artık Türk üniversitelerine ve onları oluşturan fakültelere bilimsel ve yönetimsel özerklik tanınmış ve bu kurumlara "hizmet yerinden yönetim" yapısı kazandırılmıştır. Bu önemli değişikliğin gerekçesi "fakülte ve üniversitelerin diğer devlet kuruluşlarına benzemeyen bir yapıda olmaları ve bu sebeple yöneticilerin ayrı bir görgü ve uzmanlığa ihtiyaç göstermesi, bu fakülte ve üniversitelerin diğer yönetim teşkilatı dışında özerklikleri ve yasal kişilikleri olan ve Milli Eğitim Bakanı'na doğrudan bağlı bulunan, ayrı bir bütçeye sahip olmaları" şeklinde gösterilmiştir.
Bu yasa, Onar'a göre, "Türk Üniversiteleri'nin kuruluşu ve işleyişini, akademik kariyer mensuplarının ilim, görev ve fikir istiklalini, özgürlüğünü sağlam esaslara bağlamakla beraber daha ilk senelerde ihlallere uğradı... ve kariyer mensupları fikir hürriyetleri tahdit edilerek ... keyfi takdiri Bakanlık emrine alınmaya başlandı."

Bu tür ihlaller ve Kemal Oğuzman'a göre "Üniversitelerin özerklik çerçevesinde iyi bir oto-kontrol sistemini işletememeleri ve üst derece kadroların yetersizliği 27 Mayıs 1960'ın her alanda reform arzuları ile birleşince" bir yandan 1961 Anayasası'nın 120.maddesinde üniversiteler özerk kuruluşlar olarak yer alırken, 27.10.1960 tarihli 115 sayılı yasa, 1946 tarihli 4936 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştirip yeni maddeler eklemiştir. Bu yasayla Milli Eğitim Bakanlığı'nın Üniversite üzerindeki yetkileri azalmış, fakülte kurullarına daha geniş katılım sağlanmış ve kadro tıkanıklıklarını aşmak üzere yeni düzenlemeler getirilmiştir. Kısaca yönetim, teşkilat, öğretim üyeliği ve yardımcılığı konularında daha geniş özerklik koşullarında yeni esaslar konmuştur.

Yapılan değişikliklerin bir kısmı İstanbul Üniversitesi'nde bazı aksaklıkları düzeltip, daha uygun bir çalışma ortamı sağlamış ise de toplumsal ve politik gelişmelerin gerek ülkede gerek üniversitelerin idari özerkliğinin Anayasa güvencesinden yoksun bırakılması tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış; ancak, 20.9.1971 tarihli 1488 sayılı yasayla Anayasa'da yapılan değişiklikte üniversite özerkliğine dokunulmamasında İstanbul Üniversitesi'nin görüş ve tutumunun ciddi, tarihsel bir etkisi olmuştur.
İstanbul Üniversitesi, 20.6.1973 tarihli 1750 sayılı Yeni Üniversiteler Kanunu ile Cumhuriyetin 50. yıldönümünde yeni bir düzene girmiştir. 4936 sayılı yasayı tümden değiştiren bu yasayla iki yeni üst kuruluş, Yüksek Öğretim Kurulu ve üniversite üyesi gereksinimini karşılama görevi bu kez eski ve köklü üniversitelere getirilmiştir. Yasanın öngördüğü gelişmekte olan üniversitelere öğretim üyesi yardımını İstanbul Üniversitesi büyük ölçüde yerine getirmektedir.

Bugün İstanbul Üniversitesi 6.11.1981 tarihli 2547 sayılı yasa hükümlerine tabi olarak çalışmakta; çağdaş, ilerici ve laik bir eğitim kurumu olarak tarihsel, toplumsal ve bilimsel bir işlev sürdürmektedir.
İstanbul Üniversitesi'nin simgesi olan "yılanlı amblem" 1243 tarihli Selçuklu Şifa Yurdu motiflerinden esinlenilerek Prof. Süheyl Ünver tarafından yaratılmıştır.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

20 Ağustos 2008 / Misafir Eğitim Bilimleri
16 Ocak 2009 / Tiglon Taslak Konular
11 Şubat 2008 / The Unique Eğitim Bilimleri
16 Ocak 2009 / Tiglon Taslak Konular