Arama

Ekonomi Tarihi (İktisat Tarihi)

Güncelleme: 11 Ağustos 2017 Gösterim: 7.145 Cevap: 3
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Ekim 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Ekonomi Tarihi

Ad:  1.jpg
Gösterim: 608
Boyut:  18.1 KB

iktisadi düşünceler tarihi
Sponsorlu Bağlantılar
Antikçağ'da, filozoflar, yazılarında özellikle siyasal kurumlan ele almışlar, buna karşılık iktisadi olgularla pek az ilgilenmişlerdir. Bununla birlikte, işbölümünden, özel mülkiyetten, devletin müdahalesinden söz etmişlerdir. Bu arada, Roma hukuk kurumlan bireysel mülkiyet, sözleşme özgürlüğü, daha sonraki dönemlerde, kapitalizmin gelişip serpilmesi için sağlam bir temel sağlayacaktır.

Ortaçağ'ın sonlarına doğru, Avrupa geniş çapta iktisadi değişimlere yeniden giriştiği zaman, gerçek bir iktisadi düşünce de oluşmaya başladı. Böylece, adil fiyat, adil ücret kavramları ortaya çıktı. Eski yazarlar ve düşünürler, bireyin haklarını toplumun haklarına feda ediyorlardı; Kilise Babaları, topluluğa karşı kişiyi savunuyorlardı, ama özel mülkiyeti çalışmaya yöneltici bir öğe olarak görmelerine karşın, bunun yalnızca bazı hakları-sınırlı hakları-içermekle kalmayıp aynı zamanda bazı ödevleri de içerdiğini ilan ediyorlardı; devletin müdahalesini doğru bulsalar bile, toplum haklarının, kişi haklarından önce geldiğini düşündükleri için değil, zayıfları güçlülere karşı savunmak ve adaletin gerçekleşmesini sağlamak zorunda olduklarını düşündükleri için böyle yapıyorlardı.

Modern çağların belirleyici niteliği olarak değişimlerin çoğalması, birçok gelişmeleri de birlikte getirdi: Ortaçağ dünyasının çerçeveleri parçalandı, ahlaki kaygılar bir yana bırakıldı, ilk iktisadi öğretiler ortaya çıktı. Külçecilik (ya da İspanyol merkantilizmi) bu öğretilerin en önemlilerinden biriydi. Külçecilik, bir ülkedeki refahı, o ülkenin değerli maden toplama ve saklama gücüne dayandırıyordu. Bunun için, emtia dışalımının özenilir olmaktan çıkarılması Amerika’dan getirilen altın ve gümüş dışında-, ulusal paraların ayarını düşürüp yabancı paraların değerini artırmak gerekliydi.

Endüstriyalizm (ya da transız merkantilizmi ya da colbertçilik) de ulusal refah için aynı ölçütü kabul ediyor, ama ülkeye değerli madenlerin getirilmesini sağlayan en iyi yolu ulusal sanayinin gelişmesinde görüyordu. Bu durumda, imalathanelerin gelişmesine yardımcı olmak ve tarım fiyatlarını düşük tutmak en elverişli yoldu (XVI. yy.’da Jean Bodin, XVII. yy.'da Antoine de Montchrestien ve Colbert, XVIII. yy.'da Melon, Dutot ve Forbonnais). Ticaretçilik (ya da İngiliz merkantilizmi) ise, ülkelerin zenginleşmesini ticaretin ve deniz taşımacılığının gelişmesine bağlıyordu (Josiah Child, William Petty). Alman kameralizm'i colbertçiliğe yaklaşıyordu. (MERKANTİLİZM.)

Bir öğretinin ortaya çıkışı (1750-1870)


iktisat bilimi gerçek anlamıyla ancak XVIII. yy.'da kurulmaya başladı. Etkilerini çağımızda da sürdüren üç büyük düşünce akımı o dönemde ortaya çıktı: kaynağını fizyokratik okul'da bulan liberalizm; merkantilizmin mirasçısı olan müdahalecilik ve öncüleri XVI. ve XVII. yy.’ın ahlakçıları (özellikle Thomas More ve Campanella) ile XVIII. yy.’ın ahlakçıları (Morelly, Mably, Brissot, rahip Meslier, Godwin) ve özellikle Gracchus Babeuf ve babeufçüler olan sosyalizm"

Öğretisi ilkönce François öuesnay, sonra Lemercier de La Riviöre, Mirabeau markisi, Dupont de Nemours, Gournay ve rahip Baudeau tarafından açıklanan fizyokratik okul, doğal yasaların varlığı üzerinde ısrarla durur ve merkantilizmi yadsır, çünkü "yalnız başına para kısır bir zenginliktir”. Bu iktisatçılar “safi hâsıla” adını verdikleri ulusal gelir kavramını ortaya koydular, safi hâsılanın üreticiler (yani çiftçiler, balıkçılar ve madenciler), toprak sahipleri ve “kısır” toplumsal kategoriler (zanaatkarlar, sanayiciler ve tüccarlar) arasında dağılımını sağlayan iktisadi çevrimi tanımladılar. Sonuç olarak, bunlara göre, tarımın devlet tarafından desteklenmesi gerekiyordu, çünkü safi hâsılanın hemen tümünün kaynağını oluşturmaktaydı, aynı zamanda, tarım ürünlerinin "iyi fiyafla satılabilmesi için bir ticari özgürlük rejiminin kurulmasına da gerek vardı. Üretim için zorunlu bir birikim olarak, iktisadi düşüncede ilk kez sermaye de beliriyordu.

Klasik liberal okul'un öncüsü, iskoçyalı Adam Smith’tir. Büyük Britanya'da daha XVIII. yy.'ın sonunda, yani bu ülkede sanayi devriminin başladığı dönemde gelişme gösteren bu okula göre, her türlü iktisadi etkinliğin kökü kişisel çıkara dayanır. Genel çıkar, kişisel çıkarların toplamından oluştuğuna göre, devlet gerek ulusal, gerekse uluslararası iktisadi yaşama her türlü müdahaleden kaçınmalıdır. Bireysel etkinliklerin özgürce egemenliğini yürütmesiyle genel çıkarın gerçekleşebilmesi için, kamu yetkililerinin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesine göre davranmaları gerekir. Klasik iktisatçıların gözünde, iktisadi yaşamın odağı emektir. Smithçi çözümlemenin öteki öğesi ise sermayedir. Malların arz ve talebi, piyasada fiyatlar aracılığıyla gerçekleşir. Smith buradan kalkarak, değerin çözümlemesini yapar ve kullanış değeri ile değişim değeri arasındaki ünlü ayrımı ileri sürer.

Liberal okul iki akım halinde gelişir. Bu akımlardan biri, özgün araştırmacılar olmaktan çok Adam Smith'in yayıcıları olan fransız J.B. Say ile Bastiat tarafından temsil edilen ve iyimser diye nitelendirilen okuldur. Ancak bu iktisatçılardan birincisi, ünlü sürüm alanları yasasını ortaya koymuştur. ("Ürün, ancak ürünle değiştirilir”, başka bir deyişle, arz her zaman kendi talebini yaratır, bir nesne imal eden kişi karşılığında başka bir nesne elde etmek olanağına kavuşur, ne kadar çeşitli emtia yaratılırsa, bunların sürümü de o kadar kolay sağlanır). Kötümser diye adlandırılan öteki okulun temsilcileri ise İngiliz Malthus ile Fticardo'dur. iyimserlere göre, iktisat yasalarının özgürce işlemesi, insanları mutlu bir dünyaya götürür. Kötümserler ise, tersine, aynı iktisadi yasaların işlemesinin halk sınıflarını sefil bir yaşama mahkûm edeceği düşüncesindedirler (Malthus’a göre, nüfusun aşırı derecede artmasından, Ricardo'ya göre de farklılaştırılmış toprak rantından ötürü), üstelik kamunun herhangi bir müdahalesi, sistemin özünde bulunan kötülükleri büsbütün artırmaktan başka bir işe yaramaz. İngiliz Stuart Mili, XIX. yy.'ın ortalarında bu iki akımın bir sentezini yapar.

Mili, kişisel çıkar ve serbest rekabet kavramlarını yeniden ele alarak, mutluluk konusunun incelenmesine ön planda yer verir, Malthus ve Ricardo'nun nüfus fazlası, asgari ücret ve toprak rantı ile ilgili ilkelerini benimser ve bir ölçüde, sıfır büyümeyi önceden haber verir, serbest değişimi savunur, ama üretimi yöneten ve hem sabit, hem de mutlak olan doğal yasalarla göreli ve olağan nitelikli servet dağılımı yasalarını birbirinden ayırır, devlet müdahaleciliğini, üretim kooperatifi ortaklığını geliştirmek yoluyla ücretli işçiliği ortadan kaldırmak, toprak rantına elkoymak ve miras hakkını sınırlamak amacını taşıdığı ölçüde haklı sayılır.

Müdahalecilik aşağıda çeşitli biçimler alır: Sismondi’nin eleştirici okul’u (Sismondi, klasik liberal iktisatçıları “insanın maddi refahı"nı sağlamaya çalışacak yerde, bir servetler bilimi kurmakla suçluyordu.), Saint-Simon’un sosyalizme kayan endüstriyalizmi, Almanya’da List’in iktisadi ulusçuluk’u ve ABD'de Carey'in korumacılık'ı.
Sosyalizm önce Robert Owen, Charles Fourier ve Louis Blanc'ın dernekçilik1 i ve Proudhon'un özgürlükçü sosyalizmi biçiminde ortaya çıkar, daha sonra Marx ve Engels’in bilimsel sosyalizm'iyle daha kesin bir kimlik kazanır.

iktisadi düşüncenin XIX. yy. sonundan


keynesçi devrime kadar geçirdiği evrim Piyasaya egemen olmaya çalışan önemli üretim gruplarının ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte iktisat biliminin yöntemleri de temel değişikliklere uğrar. Bu dönemde çeşitli okullar ortaya çıkar. Bunlar arasında ağırlığını duyuranlar sosyal hıristiyanlık, marxçılık, tarihçi okut, marjinalistler ve yeniklasikler’dir.

Hıristiyan düşünürler, iktisadi ve toplumsal yaşamın değişmelerine kayıtsız kalamadılar. Böylece Le Play'in, toplumsal reform okulu tarafından temsil edilen paternalizm" ortaya çıktı. Fransa'da, Maignen, A. de Mun ve La Tour du Pin tarafından oluşturulan işçi çevreleri sosyal katolikliğın iktisadi etkinlik arzusunu açıkça gösteriyordu. Ancak, çok geçmeden bu alanda iki eğilim çatışmaya başladı. Bunlardan biri, meslekler yararına müdahalecilikten yana olan Liege okulu, öbürü Le Play'in bireyciliğine ve liberalizmine daha yakın olan Angers okulu'ydu. Sosyal katoliklık, papa Leo Xlll’ün liberal kapitalizmin bazı sonuçlarını suçlayan 1891 Rerum novarum genelgesinden sonra gelişti. 1931'de papa Pius XI, Ouadragesimo anno genelgesinde iktisadi liberalizmi mahkûm etti ve böylece sosyal katoliklik artık bir öğretiye kavuşmuş oldu. Bu öğreti materyalizmin bütün biçimlerine, kapitalizmin olduğu kadar marxçılığın da her çeşit materyalizmine karşı çıkıyor ve insan kişiliğine saygı gösterilmesi zorunluluğunu ilan ediyordu. Öğretinin düşünce yanı “Semaines sociales" tarafından geliştirilmekte eylem yanı ise, katolik eylemlerinin ve hıristiyan sendikaların uğraş alanını oluşturuyordu.

Marxçılık", materyalist bir tarih ve iktisat felsefesiydi, etkili bir çözümleme yöntemi bulunan tutarlı bir bütün oluşturmaktaydı.
Alman tarihçi okul'u, iktisat bilimini şimdiki olayların gözlemine ve bunları hazırlayan geçmiş olayların incelenmesine dayandırmak düşüncesindeydi (Roscher’in iktisadi tarihçiliği, Hildebrand ve Knies'in ahlaki tarihçiliği, Bücher, Sombart, Weber ve Schmoller'in yenitarihçiliği).

Marjinalist" okullar, yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. Olguların dikkatli bir gözleminden gerçek iktisadi yasaları ortaya çıkarmak amacını güdüyorlardı. Politik iktisadı kesin bir bilim durumuna getirmek istiyor, insanın kişisel yararını ve en az çaba ile en yüksek tatmini elde etmeye çalıştığım ileri süren hedonizm ilkesini benimsiyorlardı. Sözü geçen okulları üç gruba ayırmak olanaklıdır:
1. Avusturya okulu, bunun ilk temsilcileri psikolojik okul'u (Cari Menger, Wieser ve Böhm-Bawerk), daha sonraki temsilcileri de yenimarjinalist okul'u (Mayer, Mises, Hayek) oluşturur.
2. İngiliz marjinalist okulu, öncüsü, faydanın değerden geldiğini düşünen ve “Marj hesabı" ilk ortaya koyan S. Jevons'tur.
3. Matematikçi okul, öncüsü fransız Cournot olan bu okulun kurucuları Lozan Üniversitesi profesörlerinden fransız VValras (bu yüzden bu okula bazen Lozan okulu da denir) ile İtalyan Pareto'dur (Walras’ın Lozan'daki ardılı). Marjinalistlerin çoğu öncelikle liberaldir.

Yeniklasikler'in tezleri, daha sonra, Cambridge okulu, tarafından geliştirildi. A. Marshall ve A. C. Pigou tarafından temsil edilen ve XX. yy.'ın ortalarına değin etkisini büyük ölçüde sürdüren bu okul, özellikle de Marshall, iradeci bir iktisat anlayışını ve ılımlı bir soyutlamacılığı savunuyordu.
Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2017 20:00
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ağustos 2010       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Keynesçi devrim


J. M. Keynes, paranın iktisadi yaşamda aktif bir öğe olduğunu ve klasiklerin düşündükleri gibi yalnızca aracı rolü oynayan bir mal niteliği taşımadığını ileri sürdü. Servetlerin dağılımını incelemek için marjinalistlerin ele aldığı işletme çerçevesini aştı ve daha önce fizyokratlar tarafından kullanılmış olan çerçeveyi, yani tüm koplumun oluşturduğu global çerçeveyi inceleme konusu yaptı. İktisadi dengeyi (ama herhangi bir dengeyi değil, yalnızca tam istihdamı içeren dengeyi) kurarak sürekli, yani bunalımsız bir iktisadi genişleme sağlamak için devlet güçlerinin müdahalesini öneren Keynes'in birçok ülkenin iktisadi siyaseti üzerinde çok büyük etkisi oldu.
Sponsorlu Bağlantılar

Keynesçi okulun uzantıları arasında özellikle İsveç okulu'nu ya da Stockholm okulu'nu (özellikle, Wicksell’in öğrencisi olan ve XIX. yy.'ın sonundan beri iktisadi çözümlemeye para ve zaman öğelerini yeniden sokmaya çalışan, ancak bunda başarılı olamayan Myrdal tarafından temsil edilir) ve gözlem yöntemi yandaşlarını, bunlar arasında da, araştırmaları sonucunda, bilimsel ve teknik gelişmenin “ikinci kesim" denilen sanayi üretimi kesiminde çok güçlü, "ilk kesim" denilen tarım üretimi kesiminde güçsüz, bütün öteki iktisadi etkinlik biçimlerini (ticaret, yönetim, öğretim, serbest meslekler vb.) kapsayan "üçüncü kesim”de ise çok güçsüz olduğu kanısına varan Colin Clark'ı saymak gerekir.

Çağdaş düşünce akımları


ikinci Dünya savaşı'ndan sonra, belli başlı iki kaygı ağır basar: tam istihdam, bunun ardı sıra da üretimin büyümesi ve adil bir biçimde dağılımı. Büyümenin kuramsal yorumu iki kaynaktan esinlenir:
1. Yenikeynesçi okul, özellikle tam istihdama ve büyüme dengesine ulaşmanın güçlüğünü vurgular, ekonomik sistemin kendi kendini düzenleme gücüne kuşkuyla bakar, bunun için de bir iktisat siyasetini zorunlu bulur. Uzun vadeli ilk keynesçi model, R. Harrod tarafından öne sürülmüştür Harrod, dengeli büyümenin soyut koşullarını biçimselleştirdi ("doğal büyüme oram"), böylece, gerçekleştirilen ilerlemeyi belirten şemanın karşılaştırılacağı bir referans oran elde etti. Daha birçok iktisatçı R. Harrod'unkine yakın bir çizgi izledi. Bunların başlıcaları, E. Domar, A. H. Hansen, R A Samuelson, L. Klein ve J. Tobin'dir. Hepsi de yatınm çarpanı, hızlandıran ve sermaye katsayısı (yani sermayenin gelire oranı) temeline dayanan akım ilişkilerini kullanırlar. Bu son öğe, yani sermaye katsayısı, bu iktisatçılarca egzojen (dışsal) sayılır (keynesçiler, sabit katsayılı bir üretim fonksiyonu kurarlar).

Dengesizliklerin, keynessonrası iktisatçılar tarafından iktisat kuramının zaman ve para yoluyla zenginleştirilmesinin bir sonucu olarak ele alınması, yatırımların hacmine bağlı iş çevrimleri kavramını, aynı zamanda da konjonktür kuramını ve bunalım kuramını da geliştirmek olanağını verecekti. Başka yazarlar, büyüme faktörleri üzerine ampirik ve istatistik incelemeler yaptılar (S. Kuznets) ve gelir dağılımı'nın, özellikle de kârların evriminin büyüme üzerindeki etkisini gösterdiler (M. Kalecki, N. Kaldor ve J. Robinson).

2. Yeniklasik okul, tersine, düzenli biçimde erişilen bir tam istihdam dengesinin olanaklı olduğunu göstermek ister Bu durumda, doğal büyüme oranı kendiliğinden gerçekleşir. Bu konuda temel araştırmalar, R. Harrod’un modeline karşı bir model ortaya koyan R. Solow tarafından (ama J. von Neumann, J. R. Hicks ve J. E. Meade'ı da anmak gerekir) yapılmıştır. Bu kuramda, üretim sisteminin işleyişi, ikame edilebilir emek ve sermaye faktörlü Cobb-Douglas tipi bir üretim fonksiyonu ile düzenlenir. Bağlantılar fiyatlarla (ücret, faiz) kurulur, bu da aynı zamanda, gelirlerin dağılımını bir yana bırakmayı olanaklı kılar. R. Solow'un tezi, İngiltere'de Cambridge okulu'nun yeniricardocu hareketi (J. Robinson, R Sraffa) tarafından şiddetle eleştirilecektir. Okulun temel ilgi merkezi mikro iktisattır (başlıca temsilcileri L. von Mises ve F. von Hayek olan yenimarjinalistlerin iktisadi hesabı). Ancak, işletmelerin ya da bir ulusun seçimlerine dayanarak bir piyasa ekonomisinde dengeyi ve optimumu gerçekleştirmeyi amaçlayan modeller kurulmasına da ilgilenir.

Çağdaş iktisat biliminin egemen niteliklerinden biri de matematik biçimleştirmelere gittikçe artan bir eğilim gösterilmesidir. (M. Allais, C. Debreu, K Arrow, R A. Samuelson). Bu dönemde Keynes'ten esinlenen araştırmalardan, bilişim ve istatistiğin gelişmesinden, tutarlı bir ulusal muhasebe sistemi kurulmasından (R. Stone) ve verilerin bilişimsel olarak işlenişinden güç alan ekonometri (R. Frisch, J. Tinbergen, T. Koopmans, E. Malinvaud) iktisadi kavram ve yöntemlerin yenilenmesine olanak sağladı, matris cebiri ve sanayilerarası değişim tabloları (ya da W. Leontief'in girdi-çıktı sistemi), kısıt altında bir hedefin maksimuma ulaştırılması demek olan (örneğin hem ödeme bilançosu dengesinin, hem de genel fiyat düzeyi istikrarının ikili sınırlaması altında, GSMH büyüme oranını en yüksek düzeye çıkarmak gibi) doğrusal programlama, oyun kuramı (J. von Neumann ve O. Morgenstern) ve afetler kuramı (R. Thom) hızla gelişti. Bütün bu araçlar, geleceğe ilişkin bilimsel öngörü ve araştırmaların yaygınlaşmasını kolaylaştırdı.

iktisadi etkinliği kısa vadede para emisyonunun yönettiğini söyleyen eski kantitatif para kuramını yeniden ele alan Don Patinkin, A. C. Pigou ve özellikle M. Friedman gibi bazı iktisatçıların para sorunlarına yeniden önem kazandırmaları, yeniklasik okulun belli başlı özelliklerinden birini oluşturmaktadır Enflasyonun gelişmesiyle, bu sorunlar gittikçe artan bir önem kazanmıştır.

İktisat bilimi, bu yeni araçlara dayanmaktadır, bu arada bazı iktisatçılar (R. Clower, A. Leijonhufvud, R A. Samuelson) özellikle dengesizlik kavramını işe sokarak yeniklasik liberal kuram ile yenikeynesçi kuramı birleştirmeye yönelmektedirler.
iktisadi düşüncenin yenilenmesi 60'lı yıllardan bu yana çeşitli yönlerde sürmektedir. iktisat siyaseti ve planlama araçlarının gelişmesi, doğrusal programlama'nın temellerinin bulunmasıyla (L. V. Kantoroviç) giderek belirginleşecektir. Ama bazı sosyalist ekonomilerin aşırı merkezciliğinin zararlı sonuçları, birtakım iktisatçıları yeniklasik genel denge kuramı karşısında marxçı çözümlemenin durumunu saptamaya yöneltmiştir (O. Lange, L. Johansen, M. Morişima). Birtakım iktisatçılar da (L.V. Kantoroviç, V. V. Novojilov, E. Barone, F. M. Taylor, E. Liberman) sosyalist ekonomide piyasanın rolünü gösterirler.

J. A. Schumpeter, sonra J. K. Galbraith gibi bazı yazarlar, özellikle de fransız iktisatçı F. Perroux, psikolojik ve toplumbilimsel bir yaklaşımla, çağdaş kapitalizmin biçimlerini ve geleceğini incelemeye çalışırken, bir yandan da kapitalist sistemin marxçılıktan esinlenen bir eleştirel çözümlemesi gelişmektedir. Bu eleştirel çözümleme, ABD'de P. A. Baran ve R M. Sweezy, Büyük Britanya'da M. H. Dobb, Fransa'da C. O. Bettelheim tarafından yapılmaktadır. Hatta, bu eleştirilerden bazıları daha çok politiktir. Örneğin, Fransa1 da, Fransız komünist partisi iktisat bölümünce hazırlanan “tekelci devlet kapitalizmi" tezi için böyle söylenebilir.

Son olarak,somut durumlarla ilgili marxçı çözümleme, özellikle emperyalizm ve Üçüncü dünya ülkelerinin zengin ülkeler tarafından sömürülmesi üzerinde durmakta ve az gelişmişliğin sorumluluğunu bu zengin ülkelere yüklemektedir. Bu tez, W.W. Rostow, C. G. Clark ve W. A. Lewis tarafından savunulan ve düalist denen teze karşı ileri sürülmektedir. Bu incelemeler özellikle latin amerikalı marxçılar (C. Furtado), afrikalı marxçılar (S. Amin, H. Riad) ya da üçüncü dünyacı diye adlandırılabilecek olan Arghiri Emmanuel gibi yazarlarca sürdürülmekteydi.

Bunalım karşısında iktisadi düşünce


70'li yılların başında, büyümenin yeniden tehlikeye girmesi, stagflasyon gibi bazı iktisadi sorunlar karşısındaki güçsüzlük, uluslararası ekonominin düzeninin bozulması, son olarak da 1974 bunalımı, ekonominin artık denetimden çıktığı izlenimini uyandırdı ve egemen iktisadi düşünce şeması tartışma konusu oldu. Bu durum iki ayrı akımın ortaya çıkmasına yol açtı:
1. Union for Radical Political Economics ya da URPE (Radikal politik iktisat birliği).
Yeni amerikan solundan çıkan ve 1968'de Vietnam savaşı'nın siyasi sarsıntıları sırasında yaratılan bu marxçı yönelişti hareket, R A. Baran, P M. Sweezy, J.K. Galbraith ve H. Marcuse'ün çalışmalarına esin kaynağı oldu. Radikal ekonomi, kendisini her şeyden önce bir "antiekonomi" olarak sunuyor ve sözkonusu yazarlar, "geleneksel", "burjuva" ya da "yeniklasik" iktisadın sözde bilimsel niteliği, aşırı matematik biçimselleştirme düşkünlüğü, yalnız uzmanlarınca bilinip anlaşılır olması, ardında bir ideoloji gizlenmesi nedeniyle açıkça yeriyor, onunla bağlarını kesip atıyorlardı. URPE, iktisat biliminin yeniden politik iktisat olması yani üretim ilişkilerinin incelenmesine dayanan eylemci bir sosyal bilim durumuna gelmesi gerektiğini düşünüyordu. Dallar arası araştırmadan yana ve kuram ile uygulamanın ayrılmasına karşıydı. Toplumsal olguların çözümlemesinde olguları hiçbir zaman kendi tarihlerinden ayırmayan, uyumlardan çok gerginlikler üzerinde duran ve sınıf çelişkilerini açıkça ortaya koyan bir yöntem izlediği ölçüde açıkça marxçı bir görüntüdeydi.

Radikal iktisatçılar, kapitalizmi, en başta amerikan kapitalizmini en genel yanlarından (sosyal maliyetler, iktisadi büyüme-
ye eşlik eden savurganlık ve çevre kirlenmesi, ırkçı, cinsiyetçi, ulusçu tutumlar, yabancılaşma, sömürü, emperyalizm) ele alarak acımasızca eleştirdiler, özellikle de iktisadi gelişmeyi aksatan siyasi engeller, toplumda iktidarın yapısı ve servetlerin ülkeler ve uluslar arasında dağılımında gittikçe artan eşitsizlikler üzerinde ısrarla durdular. URPE, ahlaki dürtülerin maddi dürtülerden, kolektif tüketimin bireysel tüketimden önde geldiği niteliksel bir ekonomiden (refah arayışı) yana çıkıyor, bu amaçla demokratik bir sosyalizme ve merkeziyetçi olmayan bir planlamaya başvurulmasını öneriyordu.

URPE'nin belli başlı önderleri S. Bowles, S. Marglin, D. Gordon gibi üniversite öğretim üyeleri ile H. Sherman, H. Gentis, D. Foley gibi yeni kuşak iktisatçılardı. Radikal iktisatçılar hareketi Avrupa'ya, özellikle Fransa'ya (J. Attali, M. Guillaume ve J.P Dupuy) da yayıldı, ancak toplumsal ve politik mücadelelerin çok daha derin izlerini taşıyan bir tarih ve kültür karşısında ve aynı zamanda daha gelişkin bir marxçı akımın varlığı yüzünden burada uzun süre tutunamadı.

2. "Yeniiktisatçılar"
60’lı yıllarda ortaya çıkan, yeniklasik esinli bu hareket iktisadi durumun çağımızdaki bozukluğundan sorumlu tutulan Ortodoks keynesçiliğe karşı bir tepki olarak gelişti. ABD'de doğan bu hareket 1974 bunalımında genişleyerek hızla başka ülkelere de yayıldı.

"Yeniiktisatçılar" üç akıma bağlanıyordu: bunların başlıcası muhafazakâr akımdı ve özellikle Chicago okulunu (Monetarist adı verilen ve Milton Friedman'dan esinlenen okul), Virginia okulu’nu (James Buchanan, Gordon Tullock), fransız yeni iktisatçılarım (Henri Lepage, Pascal Şalin, Andre Fourçans, Florin Aftalion, Jacques Rosa) ve Los Angeles okulu'nu (Arthur Laffer) içeriyordu; İkincisi, reformist olduğunu söyleyen Martin Feldstein'in önderliğindeki pragmatik akım, sonuncusu ise, devrimci olduklarını ileri süren ve Ludwig von Mises ve Friedrich von Hayek'ten esinlenen libertaryenler'di (Murray Rothbard, David Friedman) partileri 1971'de kurulmuştur.

Bu üç akım, iktisadı, insan etkinliğinin en çeşitli alanlarına (örneğin suçluluk, evlenme, vb.) uygulanması olanaklı gerçek bir bilim sayıyorlardı; iktisat bilimini, ender kaynakların tahsisinde bireylerin akılcı seçimlerinin incelenmesini (bireysel seçimlerin çözümlemesi, kısıt altında en yüksek düzeye çıkarma yöntemine göre yapılır) konu alan mikro iktisatla özdeşleştiriyor, piyasa mekanizmasının, kaynaklarının tahsisinde israfı önleyen, dolayısıyla optimal etkinliği sağlayan biricik sistem olduğunu ileri sürüyorlardı (bu durumda, devlet ekonominin sorumluluğundan sıyrılarak rekabetin serbestçe sürmesine olanak vermelidir: yasal düzenlemeler durdurulur, gerek vergiler, gerekse kamu harcamaları indirilir, para hacmi daha yavaş artırılır), talepten çok arza önem verilerek (yüksek kâr, yüksek üretkenlik) işletmelerin rolünün yeniden canlandırılması gereğini ileri sürüyorlardı. “Yeniiktisatçılar"ın programı, özellikle, Büyük Britanya'da Margaret Thatcher hükümetinin, ABD'de de başkan Reagan'ın siyasetlerine esin kaynağı oldu.

Sistemik yaklaşım


yukarıda sözü edilen akımların analitik yaklaşımını aşmaya çalışır. iktisat, fizik bilimlerden uzaklaşmalıdır. Bunun için de, hem liberal, hem de marxçı söylemi aşıp sibernetikten ve biyolojiden gelen sistemler kuramı'nda geliştirilen yeni kavramsal araçları kullanması gerekir. Burada, bazı iktisatçıların termodinamiğin kavram ve araçları kullandıklarını (Georgescu-Roegen) ve çalışmalarında entropi olgularından yararlandıklarını da belirtmek yerinde olur.

Bir "sistem" aralarında madde, enerji ve enformasyon değişimine olanak veren bir iletişim ağı bulunan çeşitli öğelerle tanımlanır. Bu durumda, değişim akımlarının miktar ve zaman bakımından önemini. çeşitli akımları alan karar merkezlerinin tepkisini, feed-back etkilerini ve akım hareketlerini güçlendiren ya da zayıflatan ve sistemin tutumunu değiştiren sürelerin ortaya koyduğu sorunları incelemek söz konusudur Yapılaşmış büyük gruplar arasındaki bağıntıların (mezoekonomi) ön plana çıkarılması, örgütlenme ve güç düzeylerinin (K. Boulding, H. Simon) ve genel bütüne ilişkin fonksiyonların hesaba katılması, L. von Bertalanffy’nin ileri sürdüğü sistemik düşünce biçiminin temel özellikleridir. Bu düşünce biçimi ister istemez dallar arası bir nitelik taşır ve düzenleme biçimleri türetmeye yarar, çünkü sistemik yaklaşımın amacı operasyonel olmaktır.

Kaynak: Büyük Larousse

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2017 19:49
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Ağustos 2017       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı

İktisat Tarihinin Konusu ve İşlevi!


İktisat tarihinin temel işlevi, ekonomilerin performanslarında ve yapılarında süreç içerisinde meydana gelen önemli değişimleri açıklamaktır. İlgili tanımda yer alan performans kavramıyla, ne kadar üretim yapıldığı, maliyetlerin ve faydaların nasıl dağıldığı ve üretimin istikrarlı olup olmadığı vs gibi İktisatçıların belirgin ilgi alanlarını kapsayan problemler kastedilmektedir.Performansın açıklanmasında toplam üretim, kişi başına hasıla ve toplumun gelir bölüşümü kullanılabilecek temel kriterlerdir. Yapı kavramı ise ekonominin performansını belirleyen toplumun bazı karakteristik özelliklerini kapsamaktadır. Topluma dair ekonomik ve siyasi kurumlar, teknoloji, demografik durum ve ideoloji söz konusu özelliklerin başlıcalarıdır.

İktisat tarihine dair ilgili tanımda geçen 'süreç içerisinde' kavramı ise iktisat tarihinin, ekonomilerin performansında ortaya çıkan geçici değişiklikleri açıklaması gerektiğini belirtir. Ekonomide uzun dönemdeki değişimlerin kaynağı, İktisatçılar tarafından kısa dönem analizlerde çoğunlukla sabit olarak kabul edilen mülkiyet hakları, teknoloji, nüfus ile ekonomik kaynaklar üzerinde devlet kontrolünün derecesi vs gibi parametrelerde oluşabilen değişikliklerdir.

Bilgi verme içeriği yüksek, anlaşılabilir bir teori kurma ve ilgili teorinin yanlışlanabilirliğini önceden kabul etme anlamını ise söz konusu tanımda yer alan açıklama kavramı verir. İktisat tarihi alanındaki teoriler tarihi verilerle test edilerek, söz konusu teorilerin doğruluk ya da yanlışlıkları bağlamında bir çıkarım yapılabilir.

Kaynak: Global İktisat Dergisi / İktisat Tarihi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 11:52 Sebep: Forum kuralına uygun eklenmeyen tüm mesajlarınız silinecektir.Son düzenlemedir.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Ağustos 2017       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı

İktisatçıların ve Tarihçilerin İktisat Tarihine Bakışı!


İktisat ve tarih, iktisat tarihiyle yakından alakalı bilimlerdir. Ancak İktisatçılar ve Tarihçiler iktisat tarihinin konusuna farklı bir şekilde yaklaşmışlardır. Tarihçiler iktisat tarihini genel tarihin iktisadi olaylarla ilgilenen özel bir dalı olarak görürler. Örneğin John Clapham, iktisat tarihinin geçmişin sosyal kurumlarının ekonomik yönlerini araştıran bir bilim olduğunu belirtir. Yine bu bağlamda tarihçi gruptan G. Unwin, iktisat tarihini yazılı tarih boyunca insanoğlunun içinde bulunduğu iktisadi şartları araştıran, N.S.B. Gras ise iktisadi olayları kronolojik olarak sıralayan ve ilgili olaylar arasındaki bağlantıları açığa çıkaran bir bilim olarak tanımlamışlardır.

İktisatçılar farklı bir yaklaşımla kendi alanlarını tanımlarken kullandıkları ölçüleri esas alarak iktisat tarihini, iktisat teorisinin gerçekler karşısında test edilmesini sağlayacak tarihi verileri toplayan bir yardımcı bilim dalı olarak görürler. Örneğin ünlü İktisatçı Sir John R. Hicks'e göre iktisat tarihi geçmiş çağların uygulamalı iktisadıdır. Eli Heckser ise iktisat tarihinin amacının kıt ve yetersiz kaynakların insanların amaçları uğrunda çağlar boyunca nasıl kullanıldığının ve ilgili alandaki değişimlerin insan yaşamını ve toplumları ne şekilde etkilediğinin araştırılması olduğunu belirtir.

Kaynak: Global İktisat Dergisi / Ünlü İktisatçılar ve İktisat Tarihi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 11:53 Sebep: Forum kuralına uygun eklenmeyen tüm mesajlarınız silinecektir. Son düzenlemedir!

Benzer Konular

1 Eylül 2018 / kompetankedi Ekonomi
29 Eylül 2014 / Misafir Soru-Cevap
1 Haziran 2007 / virtuecat Ekonomi
6 Ekim 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
7 Mayıs 2014 / _EKSELANS_ Mimarlık