Arama

Max Weber

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 11 Aralık 2015 Gösterim: 17.429 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Eylül 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Max Weber
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  Max_Weber_1894.jpg
Gösterim: 558
Boyut:  47.6 KB
Max Weber, 1894

Max Weber (21 Nisan 1864-14 Haziran 1920), Alman düşünür, sosyolog ve ekonomi politik
uzmanı. Modern antipozitivistik sosyoloji incelemesinin babası olduğu düşünülür. Sosyolojiyi metodolojik olgunluğa ulaştırmıştır.
Weber, siyaset sosyolojisi ve eğitim sosyolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla da tanınır. Marx'ın sınıf temelli çözümlemelerinin yerine statü kavramını getirmiştir. Bürokrasi üzerine çalışmalarıyla tanınır.

Çocukluğu
Weber, Almanya’nın Erfurt kentinde doğmuştur. Sir Max Weber’in yedi çocuğunun en büyüğüdür. Babası seçkin bir liberal politikacı, annesi Helene Fallenstein ise ılımlı bir protestandı. Sir Weber politikanın içinde bir figürdü ve aile hayatına da bunu yansıtmıştı, Weber’leri salonunda bir çok göze batan entelektüel ve siyasiler ağırlanırdı.
Genç Weber ve kardeşi Alfred, Alfred de daha sonra bir sosyolog ve ekonomist olmuştur, işte böyle bir entelektüel ortamda büyümüşlerdir. 1876’da, Max henüz 12 yaşındayken, babası Noel hediyesi olarak ona iki tarihi metin hediye etmiştir; “Alman Tarihi Hakkında, İmparator ve Papa’ya Özel Atıflarla” ve “Konstantin’den Kavimler Göçüne, Roma İmparatorluğu”. 14’üne geldiğininde Homer, Virgil, Çicero ve Livy atıflı mektuplar yazıyor ve henüz üniversiteye girmeden evvel Goethe, Spinoza, Kant ve Schopenhauer’u genişçe biliyordu. Weber’in üniversite çağında sosyal bilimler alanında uzmanlaşmak isteyeceği açıkça belli oluyordu.

Öğrenimi
1882’de Heidelberg Üniversitesi’ne Hukuk öğrencisi olarak girdi. Hukuk dersleriyle birlikte, ekonomi, ortaçağ tarihi ve teoloji derslerine de katıldı. Aralıklarla, Strasbourg’da Alman ordusuna hizmet verdi.
1884 Sonbaharında, babasının evine, Berlin Üniversitesi’ne çalışmak için girdi. Sonraki 8 yıl boyunca, sadece bir dönem Goettingen Üniversitesi için ve kısa dönem askerlik için evinden ayrıldı. Baba evindeyken, stajer avukat oldu ve nihayetinde Berlin Üniversitesine doçent olarak girdi. Meslek birliğinin sınavını kazandı. 1880’ler boyunca tarih dersleri almaya devam etti. 1889 yılında "Ortaçağ İşletme Organizasyonları Tarihi” isimli doktora tezini verdi. İki yıl sonra “ Roma Tarım Tarihi ve Roma Tarım Tarihinin Özel ve Halk Hukukundaki Önemi” adlı makalesini tamamladı. Weber artık bir profesör olması için önünde bir engel kalmamıştı.
Doktora tezi sonrasında, Weber’in ilgisi çağının sosyal politikalarına kaydı. 1888’de “Verein für Socialpolitik”e katıldı. Bu birlik, tarih ekolüne bağlı Alman ekonomistlerin kurduğu yeni bir meslek örgütüydü. Orada, sosyal problemlerin birçoğunun ekonomi ile çözümlenebildiğini, ve ekonomik problemleri çözümlemede istatistik yöntemleri kullanmaya öncelik etti. Siyasete ilgisi devam ediyordu ve sol görüşlü Protestan Sosyal Kongresi’ne katıldı. 1890, “Verein” Polonya Sorunu “Ostflucht” diye bilinen, yabancı çiftçilerin Doğu Almanya’ya girişleri ve yerli çiftçilerin ise hızla sanayileşen Alman şehirlerine göç etmelerini üzerine bir araştırma programı açtı. Weber, bu programa katıldı ve geniş bir sonuç bildirgesi kaleme aldı. Bu sonuç bildirgesi, muhteşem bir empirik çalışma denilerek övüldü ve Weber’in tarım ekonomisi dalındaki uzmanlığını perçinledi.
1983’de, kuzeni ve geleceğin feminist yazarı olan Marianne Schnitger ile evlendi. Schnitger, Weber’in ölümünden sonra, onun gazete makalelerini toplayıp kitaplaştıran insandır. Çift 1894’de Weber’in Freiburg Üniversitesi'ne Ekonomi Profesörü olarak atanması üzerine, Freiburg’a gittiler. Bundan iki yıl sonra, aynı görevle Heidelberg Üniversitesi atandı. 1 yıl sonra, oğluyla sert bir anlaşmazlığa düşmelerinden iki ay sonra baba Weber vefât etti. Bu olayın ardından, Weber artarak uyku problemine ve sinirliliğe düçar oldu. Bu durum, Weber’in profesörlük görevini sürdürmesini zorlaştırdı. Bu durum, daha az ders vermesine neden oldu ve 1889’da son dersini verdi. 1900’de eşiyle birlikte İtalya’ya gittiler ve 1902’ye de Heidelberg’e dönmediler.

Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak
1890’lardaki engin üretkkenliğinden sonra, 1898’den 1902 sonlarına kadar tek bir sayfa bile yazmamış ve nihayetinde 1903’de profesörlükten istifa etmiştir. Bu sorumluluktan kurtulunca, “Archives for Social Science and Social Welfare”den gelen ortak editörlük teklifini, mesletaşları Edgar Jaffe ve Werner Sombart’la birlikte kabul etti. 1904’te, bazı makalelerini bu dergide basmaya başladı, “Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak” ( Die Protestantische Ethik Und Der Geist Des Kapitalismus )da bunlardan en dikkate değer ve ünlü olanıdır. Bu çalışması, daha sonraki, ekonomik sistemleri kültür ve dinle temellendirmek düşününe temel oluşturmuştur.
Bu çalışması, o hayattayken kitap olarak basılan tek eseridir. Yine o yıl, A.B.D.’ye gitti ve Congress of Arts and Sciences’da World's Fair (Louisiana Purchase Exposition)’a atıldı. Bu başarılarına rağmen, Weber sürekli hocalığa devam edemeyeceğini düşünüyor, sadece özel dersler veriyordu, geçimini de kısmen bu yolla büyük ölçüde kendisine 1907’de kalan mirasla sağlıyordu. 1912’de Weber, sosyal demokratlar ve liberalleri birleştirere bir sol parti kurmayı denedi. Bu girişim, liberallerin, sosyal demokratlardan devrim yapabilecekleri endişesiyle uzak durmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı.

Alman Siyasetindeki Yeri ve Etkisi
I. Dünya Savaşı sırasında, Heidelberg’dekki bir askeri hastanede müdürlük yaptı. 1915 ve 1916’da, savaş sonrasında Belçika ve Polonya’daki Alman üstünlüğünün sürdürülmesi için görevlendirilen komisyonda görev aldı. Savaş boyunca Weber’in Alman İmparatorluğu’nun genişlemesine dair görüşleri gibi savaş hakkındaki görüşleri de değişti. 1918’de Heidelberg’deki “İşçi ve Asker Konseyi”ne katıldı. Yine aynı yıl, Versay Anlaşması'na katılan Alman Ateşkes Komisyonu’na danışmanlık yaptı ve Weimar Anayasası'nı yapan komisyona üye olarak atandı. Özellikle bu anayasadaki 48. madde'nin anayasayaya girmesini sağladı. Bu madde daha sonra Hitler tarafından, muhaliflerini susturmak ve diktatörlüğünü kurmak için kullanılmıştır. Weber’in Alman politikasına yaptığı katkılar bugün dahi tartışma konusudur.

Ad:  Max_Weber_1917.jpg
Gösterim: 525
Boyut:  95.9 KB
Max Weber, 1917

Weber bu süreçte hocalığa tekrar başladı, önce Viyana Üniversitesi’nde, 1919’da ise Münih Üniversitesi’nde. Münih’te Almanya’nın ilk sosyoloji enstitüsünü kurdu ve başına getirildi ancak sosyoloji bölümü için yeterli personel bulunamadı. 1919 ve 1920’de Weber, sağcıların kışkırtmaları siyasetten ayrıldı. Birçok meslektaşı ve öğrenciler onun 1918 ve 1919’daki Alman Devrimi boyunca solcuların davranışları ve onun konuşmaları hakkındaki görüşlerini protesto ettiler, bir kısım sağcı öğrenci ise evinin önünde protesto gösterileri yaptı.

Ölümü
Weber, 1920 yılında Haziran’ın 14’ünde zatürre’den öldü.

Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 01:11
Biyografi Konusu: Max Weber nereli hayatı kimdir.
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
28 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Max Weber'in "Şehir"'ine Özet Bakış-2

Sponsorlu Bağlantılar
Can Akbay

leer
leer 5 Plebler şehri

5.1 Bir siyasi birlik olarak popolonun devrimci niteliği

Soylu ailelerin yönetiminin yıkılma biçimi, ortaçağ ve antikitede büyük benzerlikler göstermektedir. İtalyan kentlerinde aristokratik yönetimin yıkılması, bu kentlerin kendine özgü doğasında kaynaklanan bir gelişme idi. Yani şehir dışı güçlerin müdahalesi olmaksızın gerçekleşmişti. İtalyan şehirlerinde podestanın (Sulh yargıcı yönetiminin) doğuşundan sonra kentsel gelişme alanından bir sonraki önemli aşama popolonun (halk) ortaya çıkışı idi.
Alman loncaları gibi popoladan ekonomik açıdan zanaatlardan girişimcilere kadar uzanan değişik unsurlardan oluşmakta idi. Başlangıçta soylu ailelere mücadele ile girişimciler öncülük etmişti. Girişimciler soylulara karşı yeminli kardeşlikleri yaratıp finanse ederken, zanaatkar loncaları da mücadelede gerekli insan gücünü sağlamıştır. Devrimlik bir kere başarıya ulaşınca lonca kazanımlarını pekiştirmek amacıyla çoğu kere topluluğun başına kendi temsilcisini koymuştur. Almanya'da lonca mensuplarını yeminli konfederasyonu sıradan ve geçici bir olgu idi,. Kentin oluşumu, ya lonca temsilcilerinin meclise kabul edilmeleri ile yada soylular dahil kent halkının loncaya alınması ile dönüştürüldü.
5.2 Ortaçağ İtalyan şehrinde toplumsal sınıflar arasında güç dağılımı

İtalyan popolosu hem siyasi hem de ekonomik bir olgu idi. Bir siyasi alt topluluk olarak kendi resmi, mali ve askeri yapısına sahipti. Başlangıçta bilinçli, gayrimeşru ve devrimci bir siyasi birlikti. Şehirlerde yerleşerek bir kent soyluluğu oluşturan, ekonomik ve politik gücün aşırı gelişimine dayanan şövalye yaşam tarzı sergileyen ailelerin varlığına karşıt bir durum oluşturuyordu. Onlara karşı çıkan popolo birliği. Mesleki birliklerin (arti veya paratici) kardeşliğine dayanıyordu. İtalya'daki böyle bir siyasi alt topluluğun en yüksek görevlisine genellikle capitano popoli (halkın kaptanı) denirdi. Bu kısa bir süre için genelde bir süre ile seçilen maaşlı bir görevli idi. Podestadaki gibi sıklıkla, bir başka topluluktan çağrılır kendi memur kadrolarını da beraberinde getirirdi. Popolo bu görevliye (kaptana) şehrin semtlerinden bir militia verirdi.
Loncaların bu seçilmiş görevlileri topluluğun kararına doğrudan katılıyordu. Halkı mahkemeler önünde koruma, kararlara itiraz etme, topluluk yetkilerine başvuruları düzenleme ve hatta doğrudan yasama sürecine katılma hakkını kendilerinde görüyorlardı. Popolo , tam gelişmesine ulaştığında kendi yasalarına ve mali kanunlarına sahipti.
Popolonun yasal kurumları bir kere şekillenince, yürürlüğe girebilmeleri için yasaların, hem popolonun hem de topluluğun yasalarında kabul görmesi gerekirdi. Mümkün olduğu yerde popolo kendi yasalarının toplumun yasalarından sayılmasına çalıştı.
14. yüzyılda pisapodestası kendisinin ve yargıçlarının halkın ihtilaflarına asla karışmayacağına dair yemin etmeye zorlandı. Kimi zaman kaptan, podestanınkine rakip bir yargı yetkisi elde etti. Hatta kimi örneklerden podestanın kararlarını geçersiz kılmayı başardı. Kaptanın resmi rütbesi podestanınkinden düşük olmasına rağmen, çoğu kere o bir kaptanos popiliet communi (halk ve toplumun başı) yada latincesi ele colleganminol idi. Bunu kaptanın topluluğun askeri gücü üzerinden tasarrufa sahip olması gerçeğinde görmekteyiz. Kimi zaman sadece popolonun kararları tüm yurttaşları ilgilendiriyordu. Soylular çoğu kere, topluluk idaresine katılmadan geçici ve sürekli olarak açıkca dışlanıyordu. Lonca milislerinin başkomutanı olan kaptanın yanısıra, gonfapnieredella guistizia (yargıç), kısa süreler için atanan tümü ile siyasi bir görevli idi. Gonfaloniere halkı koruyor, soylulara yönelik mahkemeleri soruşturup sonuçlandırıyor, hukuki düzenlemelere uyulmasını kontrol ediyor ve çekilişte belirlenen bin kişiden oluşan derhal celbe tabi özel bir halk milis kuvvetine komuta ediyordu.
Objektif yönden popolo sisteminin özellikleri şunlardı: Şövalye yaşam tarzına sahip ailelerinin tüm üyelerinin dışlanması, seçkinlerin iyi davranışlarda bulunma taahhüdüne zorlanması, seçkinlerin ailelerinin tüm üyeler için kefalet altına sokulması, nüfuslu kimselerin siyasi suçları (özelliklede halktan birinin şerefine hakaret etme) için özel bir ceza yasasının oluşturulması, bir soylunun, halktan birinin mülküne bitişik bir mülkü o kişinin mutabakatı olmadan elde etmesinin yasaklanması.
Küçük plütokratik gruplar sürekli olarak iktidarı ellerinde tuttular. Bizatihi popolonun makamları bile nerede ise hep soylularca işgal ediliyordu. Çünkü soylu aileler açıkça halkın bir parçası sayılabilirlerdi. Şövalye yaşam tarzının reddi, ancak kısmen etkili idi. Yasaktan kurtulmak için tüm gerekli olan, siyasi itaati garanti etmek ve loncaya kayıt olmak.
Herhangi bir resmi görev işgal etmeyen medici, sosyal nüfus ve seçkinlerin sistematik manipülasyonu yoluyla kente hakim oldu. Popolo bunlara karşı ancak şiddetli ve sürekli kanlı mücadelelerle başarı kazandı. Hiçbir şey işe yaramadığında da soylular şehirden çekilerek kalelerden şehirlere saldırdılar. Şehir ordusu kaleleri yağlamadı.
Popolo, loncalarda soyluları elde etmek için gerekli iktidar arayışlarını elde etti. Loncalar başından beri idari amaçlarla kullanıldı. Esnaflar tarafından kalede nöbet tutmak üzere ve giderek de saha hizmetine sıradan asker olarak göreve çağrıldı.
Loncaların organize ettiği, entelektüel tabakalar popolo arasında ileri konumda idiler. Popolonun gelişiminin kalkış noktası soylu olmayanların yasal haklarının sık sık çiğnenmesiydi. Bu, Almanya tecrübesi ile gösterilebilir. Burada soylular, satıcı ve zanaatkarların paralarını ödemek yerine onlara dayak atıyordu ve bu zayıf insanlarında başvuracakları bir yer yoktu.
Popolonun yükselmesine, kent halkının ekonomik çıkarlarına zararla sonuçlanan ve popolo görevlilerinin kentsel meselelere müdahalesine ilk vesileyi sağlayan soylular arasında kan davaları da katkıda bulunmuştur. Popolonun yükselişindeki diğer faktörde popolonun katkısıyla bir tiranlık kurmaya çalışan bazı soyluların kişisel hırsıydı.
5.3 Roma tribünleri ile Isparta ephorları arasındaki paralellikler

Antikitedeki demosun gelişimi, görünüşte pleblerinkine benzer. Roma'da popolonun memurlarına ve özel topluluğuna oldukça benzer bir özel halk (pleb) topluluğu gelişmişti. Köken olarak roma tribünleri, şehrin dört bölgesinin seçilmiş amirler idi. Soylular, ortak kült tapınağının yöneticileri idi. Tapınak hazine olduğundan, soylular aynı zamanda pleblerin de haznedarıydılar. Halkın kendisi ile yeminli bir kardeşlik olarak yapılanmış, halkı ilgilendiren konuların yürütülmesinde tribünlere muhalefet eden herkes ile mücadele etmeye yemin etmişlerdi.
Tribün, meşru resmi otoriteden ve bununla bağlantılı topluluk tanrıları ile iletişim kurma hakkından veya auspiciayı (yönetimi) alma ve meşru otoritenin en önemli hakkı olan cezalandırma hakkından yoksundu. Ancak pleblerin başı olarak tribün, kendi resmi görevlilerinin yerine getirilmesine muhalefet eden herkese karşı hakkında bir işlem ve karar almaksızın bir tür linç kanunu uygulama gücüne sahipti. Bu kişiler tutuklanabilir ve tarpeian kayalıklarından aşağıya atılarak idam edilebilirdi. Kaptan ve anziani örneğinde olduğu gibi. Roma tribününün resmi otoritesi yargıçların toplantılarında halkın lehine olacak şekilde araya girme onların kararlarını veto etme hakkının tedricen gelişmesinden ibaretti. Aynı ve daha düşük makamdaki her yetkiliye karşın roma memurlarının negatif gücünü temsil eden bu araya girme hakkı roma tribününün temel özelliği idi. Ancak tribünün askeri gücü yoktu. Çünkü askeri mücadelelerde generalin yetkisi sınırsızdı. Tribünlerin politik başarıları belki de yalnızca veto yetkilerinin kapsamı içinde şu haklarda yer alıyordu; Cezai kararlara meydan okuma, borç yönetimi ile ilgili mevzuatı yumuşatma, Pazar kurulan günlerde adalet yönetimine köylülerin çıkarları lehinde müdahalede bulunmak, papazlık ve meclis görevleri de dahil tüm görevlere eşit katılımın sağlanması. Nihayet Roma'daki son görev süresinde plebler yönetimi, taşrada plebisite kadar genişletildi.
Kaptan gibi tribün ile topluluğun bir memuru hale dönüştü. Hatta gelişen bir bürokratik yapının bir parçası oldu. Yalnızca halk tarafından seçildi. Ancak pleblerin soylulardan ayrılması pratikte anlamsızlaştı., Memuriyet ve servete dayalı bir soyluluğun gelişimine zemin hazırladı.
Ortaçağ İtalya'sı ile eski Roma gelişmeleri arasındaki paralellikler, bir şehirde sınıflar arasındaki ilişkileri düzenlemede kullanılan teknik yönetim biçimleri istenildiği gibi değiştirilemez. Siyasi yönetim biçimleri, kendi yasalarına göre işler yalnızca ekonomik temellere dayanan bir üst yapı olarak yorumlanamaz. Roma'daki tribün ile ortaçağ İtalya'sındaki kaptanın gelişimi arasındaki paralellik konusunda hiç kuşku yoktur. Meşru kralların aksine ephorlar (amirler) bir yıl için seçilen memurlardı. Tribünler gibi, Ispartalıların beş bölge kabilesi tarafından seçilirdi-üç klan tarafından değil – Ephorlar, kentliler meclisini toplantıya çağırırdı sivil ve cezai işlerde yetkiye sahipti. Ephorlar , kralları bile kendi ayaklarına getirtirlerdi. Faaliyetlerin sorumluluğunu taşıyan memurları vardı ve onları memuriyetten atma yetkisine de haizdiler. Yönetin onların etlerinde toplanmıştı. Seçilmiş gerusia meclisi ile beraber ephorlar , Isparta'nın semtlerinde temelde en yüksek siyasi gücü ellerinde tutuyordu.
Ephorların halk ve krallar arasına girme yetkisi yoktu. Krallar araya girmeyi istemeye yetecek dahili güce sahip değildi. Demosun kendisi de dönüşüm geçirdi. Önce bir plebe, daha sonrada tüm ülkeye hükmeden oligarşik bir yönetim sınıfa tarihsel dönemlerde Isparta'da bir soylular sınıfı yoktu.
Ispartalıların ilk yaptıkları şeylerden biri soyların kıyafetleri ile kendilerini gösteren ve geleneksel olarak aynı yaşam tarzlarının ortadan kaldırılması oldu. Krallarla, ephorlar arasında karşılıklı teati edilen ve periyodik olarak yenilenen bir tür anayasal sözleşme anlamına gelen yemin, kralın iktidarına konulan katı sınırlamaların mücadele ve uzlaşmaların sonucu gerçekleştirildiğinde inandırıcı bir kanıtı olarak görünüyor. Ancak ephorlar roma tribünlerinden daha fazla bir şekilde toplumun meşru memurları oldular.
Romanın tersine özgün insanların bazıları kentli birliklerine mensup değillerdi. Bunun yerine dereceli bir haklar sistemi vardı. Yani toprak kiraları askeri hizmet kapasitesi ve servete bağlı olarak oy kullanmak hakkından memuriyete ehil olmaya kadar değişen bir haklar sistemi.
Demokrasinin ilk aşaması, demosa mensup ve aşiretin askeri birliğine kayıtlı tüm toprak sahiplerine oy kullanma hakkının verilmesinden oluşuyordu.
Antik çağda soylu olmayanlar tam ve kısmi zaferinin siyasi yönetimin yapısı açısından en önemli sonucu artan kurumsallaşma idi. Hukukun doğmasına ilişkin anlayış değişti. Hukuk kent halkına ve bu niteliği ile kentsel bölgenin sakinlerine uygulanan kurumsallaşmış bir biçime dönüştü. Eş zamanlı olarak hukuk irrasyonel bir karizmatik yargılama hakkından ziyade giderek rasyonel ve yazılı bir hukuka dönüştü. Yasamanın (Kanun yapmanın) başlaması, aristokratik yönetimin lav edilmesine paralel gelişti.
Demokratik gelişme, beraberinde idari bir devrimi de getirdi. Demosun memurları veya kısa süreler için kura ile seçilen alt birimleri, klan ve memuriyet karizması sayesinde yönetim gösteren seçkinlerin yerini aldı. Yeni memurlar, hizmetleri için yalnızca mütevazi örnekler veya yine kura ile seçilen juri üyelerinde olduğu gibi günlük harcırahlar alıyordu. Memuriyet makamlarının bu şekilde kısa dönemli işgal edilmesi ve yeniden seçilmeye sık sık konulan yasaklar, çağdaş devlet memuriyetindeki gibi bir profesyonel memuriyetin ortaya çıkışını engelledi. Memurların çoğunluğu için görevleri tam gün çalışmayı gerektirmiyordu. Özellikle askeri olanlar tam gün çalışmayı gerektiriyordu.
5.4 Antik dönem ve ortaçağ demokrasisinin karşılaştırmalı yapısı

Popolo tarafından yönetimin kurulması ortaçağ şehirlerinde benzer sonuçlar doğurdu. Bu yönetimde şehir yasalarında büyük gelişmeler üretmiş, örfi hukuk ve muhakeme hukukunu kodifiye etmiş, her konuda bir yığın yasa çıkarmış ve memur sayısında da aşırı bir artışa yol açmıştır. Küçük alman şehirlerinde dört ile beş düzüne kategoriden memura rastlanmaktadır.
Antik ve ortaçağ şehirlerinde –en azından büyük şehirlerde- yaygın bir şekilde pek çok mesele, üyeleri kura ile belirlenen kurullarca halledilirdi. Kura yolu ile seçim o zamanlarda var olmayan modern temsil sisteminin yerine kullanılıyordu.
Gerek antik gerekse ortaçağ şehirlerinde tiranlıklar –yada en azından tiranlık kurma girişimleri- ortaya çıkmıştır. Atina dahil bir dizi büyük şehirde şehir tiranlıkları kuruldu. Bunlar ancak birkaç kuşak sürebildi. Şehirlerin temsil ettiği kentsel özgürlük normal olarak ancak üstün bir askeri gücü tarafından yok edilmişti. Tiran sınıfların mücadelesinin bir ürünü idi.
Yunanistan'ın ve romanın sınıfsal karşıtlıkları birbirine benziyordu. Bir kere iktidara geçince etrafı soylulardan oluşan bir zümre ile çevrili oran tiran, köylüler ile kentli orta sınıflar tarafından destekleniyordu. Gerçekte tiran çoğu kere sınıfları birbirine karşı dengeleme politikası izledi. Öyle anlaşılıyor ki o zamanki aesymetesin karşısındaki temel siyasi alternatifler sınıfların yerinden yeniden düzenlenmesi yada tiranların yükselişi idi. Tiranlar kendilerini gayrimeşru efendiler olarak görüyorlardı. İktidardan düşmeleri sonucunda tiranlıklar, genellikle zayıflamış bir soylu sınıf bırakarak, onları sıradan halkla işbirliği yapmaya ve demosa geniş kapsamlı tavizler vermeye zorladı. Tiranlık çoğu kere demokrasinin öncüsü idi.
Şark yönetimlerini kullanan tiranlılar bölgesel askeri monarşiler yarattılar. Eski cumhuriyetçi dönem Roma'sında tiranlık başarısız olurken, yönetim bu yapı içerisinden çıkan bir askeri monarkın eline geçti.
5.5 Antik ve ortaçağlarda şehir tiranlıkları

Ortaçağların şehir tiranlıkları esas olarak İtalya ile sınırlı idi. İtalya'daki signoria, ernst mayer tarafından kadim tiranlığa benzetilmişti. Tiranlık gibi signoria'da büyük ölçüde sınıfın diğer üyelerinin karşısında yer olan bir zengin ailenin ellerinde yükselmiştir.
Tiranlık ve signoria arasında önemli farklılıklarda vardır. Signoria ilk önce gelişmenin sonunda popolonun zaferi ile ve önemli ölçüde de bundan sonra ortaya çıkmıştır. Bundan başka signoria genellikle popolonun yasal resmi görevlerinden (makamlarından) doğmuşken, helenik antikite de şehir tiranlıkları normal olarak yalnızca, aristokratik yönetim ile timokrasi veya demokrasi arasında bir geçiş olgusunun temsil ediyordu. Bir dizi signoria , halkın yeni hizmet makamları içinden ve onların ayaklanmalarının bir ürünü olarak doğmuştur.
Tümü ile keyfi nitelikteki bir siyasi cezalandırma gücü ile başlayarak, signoria dilediği emirleri çıkaran, meclis ve toplumla rekabet içerisinde olan genel bir iktidara dönüştü. Sonunda şehri dilediği gibi yönetmeye, memuriyetleri elde tutma ve yasal yaptırımlar taşıyan emirler çıkarma yetkisi içeren egemenlik kurdu.
Kimi zaman, siyasi ve ekonomik rakipleri tarafından tehdit edildiklerinde, soylular yada tüccarlar başlangıçta monarşinin daimi bir kuruluşu olarak görülmeyen signoria'yı ele geçirdiler.
Kent halkının gerek muhalefet yeteneği gerekse eğilimi, zamanla azalma gösterdi. Signoria paralı askerlere ve aynı zamanda giderek de meşru otoritelerle ittifaklara dayanıyordu. Signoria miras yoluyla geçen patrimonyal krallığa dönüşmeye başladı. Signoria bu şekilde meşru iktidar arasına katılmış oldu.
Kendi başına önem taşıyan özel bir açıdan, signoria siyaseti, kadim tiranlığınkine benzerlik sergilemektedir. O da kentin taşra karşısındaki politik ve ekonomik güç pozisyonunu kırma eğilimidir. Antikitedekine benzer bir tarz da diktatörlükler kent yönetimini çoğu kere kırsal nüfusun yardımı ile teslime zorladı.
Bir lordun yönetimi altında birleşen farklı şehirler, birbirleri ile yarı özerk bir tarzda büyükelçiler kanalıyla iletişim kurma hakkına ve ortama sahipti. Şehirlerin anayasaları hiç de düzenli olarak bir örnek olarak yapılmadı. Bu gelişme modern patrimonyal devletlerin bir örnek dönüşümüne paralel olarak ancak tedricen gerçekleşti.
5.6 Ortaçağ İtalyan şehrinin özel konumu

İtalyan şehirlerinin patrimonyal yahut vehidal bir birliğinin bağımlı parçası olmaktan, bağımsız yönetim ve devrimci hareketleri müteakip kendi seçkinlerince yönetilmeye, ardından loncalar rejimi ve signoria ve nihayet görece rasyonel bir konuma doğru döngüsel bir gelişimi olmuştur. Bu döngünün Avrupa'nın başka hiçbir yerinde tam bir muadili yoktur. Başka yerlerdeki kentsel gelişmeden özellikle signoriaya rastlanmaz. Alt kaptanına paralel bir gelişme, alplerin kuzeyindeki bölgelerden, yalnızca daha güçlü bir takım belediye başkanlarında görüldü.
5.7 Ortaçağ kentsel topluluğunda çeşitlilik

5.7.1 Siyasi özerklik

Ortaçağ kentsel toplulukları, değişen derecelerden siyasi özerkliğe sahipti. Hatta kimi zaman emperyalist dış politikalar izlediler. Şehrin kendi askerlerinden oluşan daimi kentsel garnizonların ortaya çıkışı da bununla bağlantılı idi. Askeri olarak desteklenen bu kent yönetimleri, anlaşmalara imza atmış büyük savaşlar yapmış, büyük toprak parçalarını fethetmiş. Diğer şehirleri tam bir teslimiyette tutmuş ve hatta deniz aşırı sömürgeler kazanmıştır. Yalnızca iki İtalyan deniz şehri dış sömürge elde etmeye başarmıştır. Şehirlerin büyük çoğunluğu, civardaki kırsal hinterlandı ve birkaç küçük uydu şehir dışında hiçbir siyasi önem kazanamamıştır.
Şehirlerin pek çoğu daimi şehir garnizonlarına yada kural olarak, devşirme bir kentsel milis kuvvetine sahipti. Garnizon ve milis kuvvet şehrin sınırlarını savunurdu ve diğer şehirlerle ortaklaşa olarak ülkenin huzurunu sağlama, haydut kalelerini yok etme ve imparatorluktaki grupların kan davalarına müdahale etme yetkisine sahipti. Ama hiçbir zaman italyan ve hansa şehirleri gibi sürekli uluslar arası politika yürütmeyi istemediler.
Kıta Avrupa'sındaki modern patrimonyal bürokratik devletler, şehirlerin çoğunun siyasi özerklikten ve askeri güçten (polis kuvveti dışında) yoksun bıraktı.
İngiliz kentsel gelişmesi ile, patrimonyal bürokrasinin ortaya çıkmaması yüzünden özel bir biçim almıştır. Merkezi yönetimin katı çerçevesi içerisinde bireysel İngiliz şehirleri, tamda parlamentoda temsil ediliyor olmaları nedeniyle hiçbir zaman özerk siyasi arzular geliştirmediler.
Siyasi açıdan bağımsız İtalyan (zaman zamanda İspanyol ve İngiliz , önemli ölçüde de Fransız ve alman) şehirleri açık bir kesinliği olmayan bir hukuku uygulamıştır. Toprak sahiplerini, pazar trafiğini ve ticareti ilgilendiren sorunlur da kent mahkemeleri mutad bir şekilde, yurttaşlarının juri üyeliği yaptığı özerk bir hukuk uygulamıştır. Kent mahkemeleri, giderek irasyonel ve sihre dayalı kanıt araçlarına (düello, işkence ile yargılama ve aile yemini) karşı çıktı. Bunun yerine rasyonel kanıtlamanın kullanılmasını tercih ettiler.
Genellikle kıta kapitalizme uyum sağlayabilen hukuk kurumları şehir hukukunda kendini gösterdi. Bunların kökeni de Roma (ve Alman) örfi hukukundan değil, ilgili grupların özelliğinde yatmaktadır.
Şehir yönetimi kendi adına, loncaların ve şirketlerin kendi onayı olmaksızın imtiyaz elde etmelerini önlemeye çalıştı. Bunun mümkün olmaması durumunda şehirler en azından loncaların ve şirketlerin imtiyazlarını hiç değilse faaliyetlerini sürekli olarak belirli alanda tutacak şekilde sınırlamaya çalıştı. Yasal yetkiler meclis ile loncalar arasında bölünmesi değişkendi ve bir güç meselesi idi.
5.7.2 Özerk yönetim: Özerk bir hukuki ve idari yargı

İtalya dışındaki şehirlerin çok azı tam özerk yönetimi başarabildi. Ancak kısmen başarıldı. Buda ancak alt seviye yargı içindi ve normal olarak kraliyet mahkemesine veya yüksek mahkemeye temyize gitme çekincesini de beraberin de taşıyordu.
Şehir, yurttaşlar ile şehir lordu arasında ekonomik gücün dağılımı açısından da kısmen farklı özerk yönetim derecelerine sahipti. Arasıra lordun parasal ihtiyaçları nedeniyle ondan adalet satınalmak mümkündü. Yine şehirlilerin finansal gücü nedeniyle bunun terside mümkündü.
Kralın şehirler üzerindeki iktidarı kralın görevlendirdiği bir amirin şehir meclisine başkanlık ettiği 15. Yüzyıla kadar artmaya devam etti. Ludovika dönemine kadar şehirlerin resmi daireleri tümü ile kralın idari memurunun elinde idi. Ve devletin finansal gereksinimleri, şehir ve devlet memuriyetlerinin satın alınmasına yol açtı.
Parlamento için seçmen deposu olması nedeniyle şehirlerin kendi kendini yönetme özerkliğine imkan tanımak zorunda kalan İngiliz devleti, çağdaş topluluk birliklerinin yerel topluluklar kanalıyla yerine getirdiği görevleri yapmak istediğinde de şehirleri acımasızca bir kenara itti.
Patrimonyal bürokrasi, esas itibariyle yargıyı diğerlerinin yanında egemen bir otoriyete dönüştürdü.
5.7.3 Şehrin vergilendirme yetkisi ve dışarıya karşı haraç ve vergi yükümlülüğünden kurtulması

Şehirlerin vergilendirme yetkisi, şehir lordlarının kontrolünün etkinliğine bağlı olarak değişiyordu. Tüm yeni vergiler için kralın onayı gerekiyordu. (İngiltere'de) Dışarıya karşı haraç ve vergi yükümlülüğünden özgür olmada ancak kısman başarıldı.
Normal patrimonyal bürokrasi elde ettiği zaferden sonra , şehir ve taşrayı tümüyle teknik bir bakış açısından vergilendirdi. Özel bir şehir vergisi olan tüketme vergisi yoluyla üretim ve tüketimi aynı anda vergilendiremeye çalıştı. Tüm pratik nedenlerle şehirler kendi özerk vergi yetkilerinden yoksun bırakıldılar.
5.7.4 Piyasa düzenlemesi; ticaret, zanaat politikası ve tekelci dışlama yetkileri

Her ortaçağ şehrinin düzenlenmesi için her yerde büyük ölçüde şehir meclisi tarafından şehir lordunun elinden alınmış olan bir Pazar vardı. Yerel güç bileşimine bağlı olarak ticaret ve üretim üzerindeki polis denetimi ya şehir yetkililerinin yada şehir lordundan bağımsız geniş yetkilere sahip profesyonel bir şirketin eline geçti. Zanaat polisi, üretimde kalite kontrolü yapmak yetkisine haizdi. Bu kontrol kısmen de ihracat ve şehirdeki tüketicinin çıkarı için yapılırdı. Zanaat polisi aynı zamanda küçük zanaatkarların geçim imkanlarını da savunurdu. Çırak ve vb. bazen de ustaların sayısını sınırlandırırdı. Diğer yandan loncalar polis yetkilerini ellerine geçirebildiği ölçüde hariçten kimselerin veya büyük ölçekli teşebbüslerin kapitalist girişimler kurmalarını yasaklamaya çalıştı. Loncalar kimi zaman Pazar oluşumunu bile kontrol etmeye çalıştı. Şehir kendi egemenliği altına giren taşradan yönelen rekabeti ortadan kaldırmaya çalıştı. Taşranın ticaretle uğraşmasını engellemeye çalıştı. Köylülerin ihtiyaçlarını şehirden gidermeye zorladı. Son olarak şehir tüccarlarının yararına nakliye ve aracılık tekelleri elde etmeye ve aynı zamanda da serbest dış ticaret ayrıcalıkları kazanmaya çalıştı.
Genel olarak her şehir özgü bir rekabette ve çıkar çatışmasının belirlediği kendi politikasına sahipti.
5.8 Ortaçağ kentinin kentli olmayan katmanlarla ilişkisi

Gücünü yaymak amacıyla şehrin siyaseten bağımlı veya malikaneye uyumlu kişilerin (ki bunlar üzerinde efendinin kontrolü devam ediyordu) ne zaman bünyesine aldıysa böyle bir mücadele doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bu kişiler ya şehir surları içine kabul edildiler, yada kentli birliğin hariçten üyeleri olarak tanındılar.
Her yerde efendinin ekonomik çıkarları, kentlerin ticaret politikaları ve tekelci eğilimleri ile çatışma içine girdi. Krallar kendi bölgelerindeki kalelere çoğu zaman güvensizlikle baktılar. Yerel ve bölgeler arası ticaret geliştikte siyasi ve malikhane lordlarının bu ticaretin mümkün kıldığı farklı vergi biçimlerinden parasal gelirlerini arttırmaları imkanı da artıyordu.
Yoğun kentsel gelişmelerin olduğu bölgelerde siyasi lordun ve toprak sahibinin geliri giderek köylülerin pazardaki satışlarından (ya da köylülerin vergilerinden veya bir mübadele ekonomisinde varolan diğer kaynaklardan) oluşabiliyordu.
Hane halkı ekonomisinden para ekonomisine geçiş, malikhane topraklarının kent sakinlerine satılması (onlarda bu toprakları rasyonel bir ekonomik mülkiyet biçimine dönüştürdüler) yoluyla iyi duruma getirildi.
Siyasi veya feodal lordlarla şehirler arasında tümüyle para ekonomisine dayalı hiçbir çatışma yaşanmadı. Tümüyle ekonomik bir çatışma, sadece gelirini arttırmak amacıyla lordların kendilerinin iktisadi üretime giremeye çalıştıkları yerlerde oldu. Modern zamanlarda bu çatışmaların çok büyük yoğunlukla gelişmesi tamda bu patrimonyal bürokratik devlet içinde oldu. Patrimonyal bürokratik devlet, soylularla şehirlilerin çıkar karşıtlıklarını dengelemeye çalıştı.
5.9 Şehir ve kilise

Ruhani sınıflar olarak papazların mülkleri geniş bir vergi muafiyetine sahipti. Bu nedenle de resmi eylemlerin ve kentsel yargının dışında kalıyordu. Yine bir sınıf olarak papazlar, kent halkının tabi olduğu askeri ve başka görevlerden azledilmişlerdi. Manastırlar parasal gelir kaynaklarının mülkiyetini almıştı. Bunlar vergiden muaf olmakla kalmayıp, şehrin ekonomik politikasından da bağımsızdı. Manastırlar çoğu kere bu rant kaynaklarının tekelci kontrolüne de sahipti. Antikitedeki gelişmeler orta çağlara benzer bir seyir(devlet ve kilisenin giderek ayrışması ve dini egemenlik alanının artan özerkliği yönünde) izlemedi. Tam tersine şehirdeki soylu aileler papazlığı bir gelir ve güç kaynağı olarak elde ediyor. Kadim demokrasi papazları tümüyle politize ederek, papazlık görevlerini açık arttırmayla elde edilen makamlara dönüştürdü. Papazlığın siyasi nüfuzunu yok edip ekonomik yönetimi topluluğun elerine verdi.
6 Eski ve Orta Çağlarda Demokrasi

6.1 Avrupa'da Üç ana şehir tipi

Orta çağ şehrine özelliklerin kazandıran şehrin genel orta çağ siyasi ve toplumsal örgütlenmesindeki yeriydi. Tipik ortaçağ şehri bu acılardan çok kesin bir biçimde kadim şehirlerden ayrılıyordu. Orta çağ şehri de aralarında sürekli geçişler olan ama en saf halleriyle değişen derecelerde.
Antik şehre yaklaşan iki alt biçime ayrılabilir. Güney Avrupa şehri, tüm farklılıklara rağmen özellikle de İtalya ve Fransa'dakiler, kadim şehre, kuzey Avrupa şehrinden yani Kuzey Fransa, Almanya ve İngiltere şehrinden daha fazla benzerdi.
Güney Avrupa şehirlerinin aristokratik şövalyeleri, Antiketede Miltiades'inkine oldukça benzer bir tarzda, şehrin dışında kale ve toprağa sahipti. kuzey ise bu daha nadir bir durumdu ve daha sonraki dönemlerin tipik orta ve kuzey Avrupa şehrinde de yoktu.
6.2 Antikite'de ve Orta çağda Sınıf Karşıtlıkları

Alt sınıfların diğerlerine karşıtlığı çok keskindi ve kadim şehir, buna neden olan ekonomik farklılaşmayı çok önemli bir tehlike olarak görüyordu.
Ortaçağın tipik muhtaç insanı yoksul zanaatkarlardı. Yani işi olmayan zanaatkar, antikitenin tipik muhtaçları olan proleterler artık mülk sahibi olmadığı için siyaseten sınıf tenziline uğramış kişilerdi.
Kuşkusuz orta çağ şehirlerinde de bir takım daimi köleler vardı. Ortaçağ Avrupa'sının tipik şehrinde kölecilik ekonomisi, tüm önemini yitirinceye kadar gerileme gösterdi. Güçlü loncalar,hür zanaatkarlarla rekabet içerisinde bir efendiye şahsi vergi veren kölelerin yaptığı işlere hoşgörülü bakmıyordu. Antikite‘de bunun tam tersi söz konusuydu ve servetteki bir artış değişmez bir şekilde köle sahipliğindeki bir artışa işaret etmekteydi. Her savaş köle pazarını dolduran tutsak sayısını arttırıyordu. Antikite'de köle sahipliği tam yurttaşın yaşam biçiminin asli gereklerinden biriydi. Roma soyluluğuna mensup seçkin hane halkları kişisel hizmetler için çok sayıda köle işçi kullanmıştır.
Kalelerin rekabeti kendini çalışma kalıplarında, gerek toplumsal gerekse ekonomik olarak hissettirdi. Helen ülkesinde kölelerin tam kullanımı demokrasinin baharında geriledi.
6.3 Antikite'de Küçük köylü Demokrasisi; Orta çağda Profesyonel Esnaf Demokrasisi

Ortaçağlarda başından itibaren ticaret sınıfı, demokrasinin taşıyıcılarıydı. Antikite'de clersthenes döneminde köylüler demokrasisinin temeliydi.
6.4 Yunanistan ve Roma'deki gelişmeler arasındaki Farklılıklar

Gelişmelerin doğası itibariyle köylü sınıfı, yalnızca Roma'da hep önemliydi. Atina'da insanların ait bulunduğu deme'ye üyelik, ikametten toprak sahipliğinden ve meslekten bağımsız kalıtsal bir nitelikti. İnsanın aşiretiyle ve içinde doğduğu geniş aileyle ilişkisi gibi bir şeydi. Roma'da durum farklıydı. Mülkiyetin kaybı veya başka yerde mülk satın alınmasıyla kişiler kabilesini de değiştirirdi.
Atina ile Roma'daki temel bir fark Roma'da şehirde oturan toprak sahibi soyluların Atina'da ise demogogların egemen olmasıydı. Roma plebleri , bir popolo , bir zanaat ve ticaret loncası değildi. Ağırlık noktası, piyade niteliğine haiz kırsal toprak sahiplerinin maliknane arazilerindeydi. Kural olarak bu maliknanenin sadece şehirde oturan üyeleri siyasete egemen oluyordu. Plebler ne modern anlamla nede orta çağ bağlamında köylü idiler. Askerlik hizmetine ehil toprak sahipleriydiler. Roma'daki memuriyet soyluluğu bu durumu hep katı bir şekilde muhafaza etti.
Şehirde oturan büyük senatör aileler egemenken, Helen demokrasisi yürütme kurulunu atıyor, Areopagos'un (Roma senatosuyla karşılaştırılabilecek bu organ eski memurlardan oluşmaktaydı) veto yetkisini ortadan kaldırıyordu. Diğer yandan Roma senatosu kentin esas organı olarak kaldı ve bunu değiştirmek için hiçbir girişimde bulunulmadı. Büyük genişleme döneminde birliklerin komutası hep, şehir soylularına mensup subayların elinde kaldı.
6.5 Antik şehirde çıkarların Askeri yönü

Orta çağ şehri örneğinde olduğu gibi antik şehir siyasetinin temel yönelimi, şehrin tüketim ihtiyaçları etrafında dönmekteydi. Bununla birlikte politikanın katılığı Antikite'de çok daha fazlaydı. Çünkü Atina ve Roma gibi şehirlerin tahıl ihtiyaçlarını yalnızca özel tüccarlar yoluyla sağlamaları imkansızdı.
Eski deniz şehirlerinde politika, toprak sahipleriyle şövalyelerin deniz ticareti ve korsanlıktaki çıkarları tarafından belirleniyordu. Daha sonraları politika, Akdeniz antikitesinin ilk demokrasisinde gelişmiş olan piyade sahipleri sınıfının çıkarınca belirlendi. Son olarak, kadim şehir politikası, bir yandan para ve köle sahiplerinin, diğer yanda da küçük kentli tabakaların çıkarlarınca belirlendi. Her iki tabakada başka biçimlerde de olsa devlet ihtiyaçlarına ve ganimetlere ilgi duymaktaydı. Bu son tabakalar büyük ve küçük kapitalistlere, rantiyecilere, savaşçılara ve denizcilere dönüştü.
Kuruluş zamanında Akdeniz şehri teknik açıdan ileri şehir dışı askeri ve siyasi güçlerin etkisinde kalmadı. Antik şehrin bizatihi kendisi en üst düzeyde gelişmiş askeri tekniklerin taşıyıcısıydı.
Orta ve kuzey Avrupa'da şehirler, bir malikhene ve feodal askeri ve resmi güçlerin verdiği tavizlerle kurulmuştur. Şehrin kuruluşu giderek politik ve askeri kaygının bir ürünü değildi. Daha ziyade Pazaryeri işgaliye paralarından, ticaret harçlarından ve vergilerden gelir elde etmeyi amaçlayan kurucuların ekonomik motiflerinin bir ürünüydü. Şehrin kuruluşu, askeri olmaktan çok ekonomik bir meseleydi. Şehir dışı güçlerin rekabet, özelliklede kraliyet gücü, büyük vasallar ve kilisenin yönetim gücü arasındaki rekabet şehirlerin lehine sonuçlandı.
Orta çağda şehir özerkliği, Antikitedekilerden farklı koşullara dayanmaktaydı. Antik şehir ne kadar tipik idiyse, onun yönetici sınıfı kapitalistleri ve hatta sakinleri o derece politik ve askeri yönelime sahipti. Kendi donanımına sahip ve disiplinli piyade askerleri, soylulara karşı mücadelenin en ağır yükünü taşıdı ve onları askeri ve siyasi açıdan yerinden etti. Bu yerinden etmenin sonuçları çok genişti. Kimi zaman Isparta'da olduğu gibi soyluluğun tamamen yok olmasına yol açtı. Kimi zamanda soyluların resmen yerinden olmasına ve statü sınırlamasına tabi olmasına rasyonel ve daha ulaşılabilir bir adalet, kişisel ve hukuki koruma ve katı olan borçlar kanununun hafifletilmesi taleplerini açığa çıkardı.
Piyade demokrasisi, askeri gücün ağırlık noktasının deniz gücüne kaydığı her yerde ortadan kalktı. O zamandan itibaren de katı askeri eğitim gerilemeye başladı. Bunun yanında yetkin kurumlar ve şehir, demos'un egemenliği altına girdi.
6.6 Orta çağ şehrinde Barışçıl İktisadi çıkarların Hakimiyeti

Orta çağ şehri tümüyle askeri açıdan şekillenmiş bir felsefe nedir bilmezdi. Popolo'nun zaferi esas itibariyle ekonomik temellere dayanıyordu. Orta çağın ilk şehirleri, iktisadi bir nitelik taşıyordu. Feodal orta çağların güçleri esas itibariyle şehir kralları veya soylular değildi. Donanmalarına sahip deniz şehirleri dışında orta çağların şehirleri, özel bir askeri teknolojinin taşıyıcıları değillerdi. Ekonomik açıdan kent halkı ( herşeyden önce şehrin aşağı katmanlar), giderek ticaret ve sanayiden elde edilen barışçıl gelirle ilgileniyordu. Ayrıca, taşraya hakim olmak, orta çağ şehir siyasetinin bir hedefi değildi.
6.7 Antikite'de Rasyonel iktisadi Teknolojinin Taşıyıcıları olarak negatif Statü grupları

Kadim şehir bir dizi toplumsal tabakayı bünyesinde barındırıyordu.
köleler 2. Borçlu köleler 3. Yanaşmalar 4. Azat edilen bireyler
6.7.1 Köleler

Toplumsal bir oluşum olarak patrimonyal köleler esas itibariyle kadim şehrin tarihsel dönemlerde fethettiği topraklarda ortaya çıkmıştır. Köleler esas olarak ekonomik amaçla kullanılmışlardır. Tam gelişim zamanında kentsel gelişimin ileri götürülemediği Helen bölgelerinde bir köle sınıfı muhafaza edildi. İtalya'da ve olağanüstü katı bir askeri örgütlenmeye sahip olan şehirlerde köleler, bireysel efendilerin malı olmaktan çok, devletin bir parçasını temsil ediyorlardı. Piyade egemenliği zamanında bu bölgelerin dışında köle sınıfı neredeyse ortadan kalktı.
6.7.2 Borçlu Köleler

İşgücü kaynağı olarak borçlu köleler, kadim zamanlarda çok önemli bir rol oynadılar. Bu kimseler, sınıf tenziline uğramış kentlilerdi. Onların durumu şehirde yaşayan soylular ile taşrada yaşayan piyadeler arasındaki eski statü mücadelesi şeklindeki özel toplumsal sorununu oluşturmaktaydı.
Borçlu köleler, toprağa bağlı köle değildi, ancak aileleri ve topraklarıyla beraber kalıcı bir kölelikle cezalandırılan eski özgür toprak sahipleriydi. Yahut ta açıktan haraç mezat satılmamak için bu statüyü gönüllü olarak seçmiş olabilirler.
6.7.3 Yanaşmalar

Onlar köle gibi küçümsenen tebalar değillerdi. Bir lordun sadık takipçilerini oluşturuyorlardı. Yanaşmalar efendi için, kişisel ve sosyal bir araçtı., ekonomik araç değildi. Lordla ilişkileri bir sadakat ilişkisiydi. Bunun içeriği konusunda da kanunlar değil, örfi kurallar geçerliydi.
Şövalyelik mücadeleleri ve soyluların egemenliği dönemlerinden kaynaklanmaktaydı. Ve başlangıçta mücadeleye giren lordun kişisel takipçisini temsil ediyordu.
Roma'da yanaşmaların askeri mecliste oy kullanma hakları vardı ve geleneğe göre de soylular için önemli bir destek kaynağıydılar.
Helen demokrasisinde bu kurum tümüyle ortadan kaldırıldı. Yasal yanaşmalık sistem soyluların egemenliğiyle birlikte ortadan kayboldu.
6.7.4 Azad edilenler

Kadim dönemlerin şehrinde, azad edilen kimselerden oluşan bir tabakada vardı. Onların sayısı ve rolü önemliydi. İktisadi açıdan da önemliydiler.
Önceleri azad edilenler , kuşaklar boyu lordun ailesiyle patrimonyal bir ilişki içinde kaldılar
6.8 Bir savaşçılar birliği olarak Antik şehri; Orta çağların ticari iç şehirleriyle karşılaştırılması

Piyade disiplinin oluşturulduğu dönemden itibaren kadim şehir bir savaşçılar birliğiydi. Roma'nın şövalye tabakasında gelişen türden saf ulusal bir kapitalist sınıf Yunanistan'da ortaya çıkmadı. Yunan şehirlerin çoğu bunun tam tersini hedefliyordu ve şehir toprakları yeterli kazanç fırsatları için çok küçük olduğundan yabancı tüccarların rekabetini taviz ve teşvikler yoluyla arttırmak istediler. Demokrasi döneminde daha önce olduğu gibi, toprak ve insan sahipliği, kent halkının ekonomik durumunda belirleyici rolü oynadı.
Ortaçağ yurttaşlığı gelişiminin ilk dönemlerinden itibaren başka bir plantasyon veya malikhane türü bir mülkte, diğer yandan da ticari ayrıcalıklar ve ticari yerleşimlerdeydi. Ancak askeri ödemelere veya Antikite'de olduğu gibi, yurttaşlar kitlesinin vergilerden gelen bağışlara bağımlı cleruchy'de değil.
Orta çağ şehrinde toprağa bağlı mülkiyetin anlamı, çevreleyen dünyaya karşı zaferi ve şehir içerisinde parti hakimiyetinin dönüşmesinden sonra dönüşüm geçirdi. Lonca hakimiyetindeki orta çağ şehri tüm bir bağımsız kent dönemi boyunca Antikite'nin yabancısı olduğu bir tarzda, rasyonel bir temele dayalı endüstri yönünde zorlandı.
Atina dönem şehri tarafından dört büyük güç oluşumunu gerçekleştirdi: Atina konfederasyonu, Sicilya'nın Dionisus Ülkesi, Kartaca'nın güç alanı, Roma-İtalyan imparatorluğu. Dionysus'un gücü saf bir askeri monarşiyi sürdüren bir yurttaşlar ordusunun askerlerine dayanıyordu. Atina konfederasyonu, kendiside şehir birliği olan demokrasinin yatağıydı.
6.9 Yunan Demokrasisinden farklı olarak Roma Demokrasisinin Özel Karakteri

Roma'da egemenlik, başka herhangi bir kadim şehirde olduğundan daha fazla, güçlü bir feodal karakter taşıyan soyluların elindeydi. Geçici kesintilere rağmen onların topluluk üzerindeki egemenlikleri tekrar tekrar yenilendi. Soylular vazgeçilebilirliğe ve senato için ehliyete sahipti. Aynı tabaka şehrin önemli idari memuriyetleri içinde aşağı yukarı tekelci bir ehliyete sahipti ve bu sayede bir memur soyluluğu oluşturuyordu. Eski askeri özelliği azalma gösterse de Roma'da yanaşmalık kurumu en son zamanlara kadar önemli bir rol oynadı. Danası, gördüğümüz üzere, azat edilenler de (olayın doğasında varolduğu gibi), neredeyse köle benzeri bir yasal esaret ilişkisi içinde görülüyor.
Yunanistan'daki hiçbir soylu tabaka, geç cumhuriyet döneminin Roma soylularının ekonomik ve sosyal seviyesiyle karşılaştırılamaz . Roma soylularının artan toprak sahipliğiyle birlikte alt-çiftliklerin(koloni) sayısı da arttı. Bunlar lord tarafından techiz edilirdi. Çiftliklerin lorda tam bağımlılıkları kutsaldı. Parti liderlerinin iç savaşlarında savaş hizmetine çağrılıyorlardı.
Bir yanaşma ilişkisi içinde görülenler, yalnızca bireysel kişiler değildi, muzaffer saha komutanı, teba şehirleri ve bölgeleri kendi şahsi koruması altına alırdı ve bu patronaj onun ailesinde kalırdı.
Demokrasi yanaşmalığa dayalı memur soyluluğunun gücünü kıramadı. Akrabalıkların deme'lerde toplumsallaştırılması ve aristokratik örgütlenmenin gücü parçaları konumuna indirgenmesi, Roma'da mümkün değildi.
Roma'da memur soyluları temsil eden ve Areopagus'a en çok benzeyen kurumu senatoydu. Daimi bir organ olarak, idari açıdan muzaffer askeri monarklar tarafından kontrol edilen atanmış memurların büyüyen yapısına karşı gelindiğinde, ilk başta bir kenara itilmedi ama yalnızca silahsızlaştırıldı ve barış yapılmış vilayetlerin yönetimiyle sınırlandılar.
Yönetici tabakanın patrimonyal anayasası, kendini, resmi işlerin yürütülme biçiminde de gösteriyordu. Büroların personeli, başlangıçta memurların kendilerinden oluşuyordu.
Roma siyasi hayatında hitabetin önemi ve Agora ve Ecclesia'nın karşılıklı atışmaları, oyun alanlarının ayak yarışları gibi tümüyle geçip gitti. Hitabet daha sonra canlandı. Ancak Atina'lı demogogların retorik sanatından tamamen farklı bir karaktere büründüğü senatoda eski memurların gelenek ve tecrübesi, siyasetin tonunu belirledi. Soylu atışma düzeninin standardını gençler değil de yaşlılar belirledi. Retoriğin ateşlediği demos'un ganimet düşkünlüğü değil, rasyonel değerlendirmeler ve genç insanların duygusal heyecanı siyasete rengini verdi. Roma tecrübesinin değerlendirmenin ve soylular tabakasının feodal gücünün rehberliği altında kaldı.
7 SONUÇ

Şehir denince, birden fazla ev veya evler kümesinin meydana getirdiği bir topluluk aklımıza gelmektedir. Çoğu zaman birbirini tanımayan, birbirlerinden haberi olmayan veya doğrudan birbirleri ile ilişki kurmayan bir toplumsal yapı olarak algılarız. Genel olarak nicelik olarak değerlendirilir, şehrin niteliği pek gözönüne alınmaz. Oysa şehirde toplumu bir arada tutan gizli anlaşmalar bulunmaktadır. Şehir detaylı incelendiği zaman hiçte zannedildiği gibi başıboş, amaçsız toplumsal birlik değildir, bunun aksine sistemler bütündür. Belirli hedeflere varmak için uzmanlaşmış işbölümü bulunmaktadır. Hiç bir şey rastgele meydana gelmemektedir. Şehir bugünkü modern halini alabilmesi için çeşitli aşamalardan geçmiştir. Şehir konusunda çok çeşitli tanımlar yapılmış, çok farklı teoriler ortaya atılmış, değişik bakış açıları ortaya konulmuş, ama bunların çoğu, çoğu zaman şehri meydana getiren bir veya birkaç unsuru ele almışlardır. Veya belli açılardan incelemişlerdir. Şehrin oluşumu üzerine, şu zamana kadar yapılan incelemelerden en kapsamlısı veya an detaylı ortaya konan bakış açısı Max Weber'in şehir teorisidir.
Max Weber'e göre, bir yerleşim yerinin şehir olarak kabul edilebilmesi için bazı zorunlu unsurları ihtiva etmesi gerekmektedir. Öncelikle şehir, sakinlerinin hayatlarını tarımdan değil, esas olarak ticaret ve alış verişten kazandıkları bir yerleşim yeridir. Yani pazar yerinin olması gerekmektedir. Tabii ki her ticaret ve alışverişin hakim olduğu mekanları da şehir saymak yanlış olur. Asya ve Rusya'daki ticaret köylerinin göz ardı edemeyiz. Şehre ekonomik çok yönlülüğün eklenmesi gerekmektedir. yani ticaret ve alış verişin birden fazla alanda yapılması gerekmektedir. Yalnız bu pazarın düzenli olması gerekir çünkü şehir tarihi incelendiği zaman periyodik panayırların gezici pazarların olduğu göze çarpacaktır. Bu pazarların çoğu kurulduğu mekanları şehir haline dönüştürememiştir. Şehirler kimi zaman çeşitli şekillerde kazandıkları gelirlerini harcadıkları mekan olabilmekteydi(tüketici şehirler) Pekin gibi. Kimi zaman ise fabrikaların, imalatçıların ve yabancı ülkelere arz edilen hazırlık endüstrilerinin söz konusu şehirde konumlanmış olabilir.
Şehrin kendine has hukuki yapısı olması gerekmektedir. Hakların belirlenmesi ve bilinmesi için gerekli unsur. Şehrin kendine ait bir mahkemesi ve hiç değilse özerk hukuk.
Şimdi pek bir önemi kalmamış olmasa da, şehrin oluşumunda kalenin ve garnizonun önemi büyüktür. Genellikle şehirler bir kalenin etrafında kurulmaktadır. Nerede bir kale veya malikhane var idiyse, çevresine, orada yaşayan kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için esnaf gelir yerleşirdi. Kimi zaman kale ve pazar kaynaşırdı. Tabi bu evrensel değildi. Kale ve surlar güveni temsil ederdi.
Ayrıca şehrin kısmen de olsa özerk olması gerekmektedir. Yani kendi karalarını alabilmeli, kendini yönetenleri kendisi seçebilmeli. Şehir sakinlerinin kendi yönetimine kısmen de olsa katkısı olmalıdır.
Max Weber şehri genel olarak doğu ve batı şehirleri olarak ele almaktadır ve Doğu şehirleri yukarıda saydığımız özelliklerin bir kısmını taşımış olsalar da tamamını taşımamaktadırlar.Özellikle doğu şehirlerinde özerklik hemen hemen hiç yoktu olsa da çok zayıf belirtileri olmuştur. Avrupa şehri ise, çoğu zaman özerkliklerin yaşandığı, patrimonyal bir yapı arz etmektedir. Batı şehri ve doğu şehirlerinin oluşumunda din önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa'da klanların bozulması hristiyanlığın etkisiyle hız kazanmıştır.
Doğu şehirlerinin pek kalesi olmamakla beraber olsa da merkezi yönetimin resmi bir makamı gibiydi. Doğu şehrinde yurttaşlık bilinci bulunmamaktaydı çok geç gelişme gösterdi.
Doğu şehrinde toplum tabakalara bölünmüş ve bu tabakalar arasında geçiş katı kurallara bağlanmış, kimse bir sınıftan bir başka sınıfa geçememektedir. Başka sınıftan insanlarla evlenememektedir vb birçok kural.
Doğu şehrinde hak ve hukuk merkez tarafından dağıtılmaktadır. Daha çok ferman şeklinde sunulmaktadır.
Doğu şehrinde mülkiyet sahibi olmak pek mümkün değildir. Avrupa'da ise mülkiyet çoktan şahsileşmişti bile.
Örnek olarak Mekke'yi ele alırsak, tüm kararlar merkez tarafından verilmekte, idarecileri merkezi otorite tarafından atanmakta, adaletin sağlayıcıları da merkezi otorite tarafından belirlenmektedir. Yerel herhangi güçlü bir guruba rastlanmamaktadır . Yerel temsil pek mümkün olmamaktadır.
Özellikle sanayi devriminden sonra çok hızlı bir şehirleşme başlamış bulunmaktadır. Şehirler çok hızlı bir şekilde büyümektedir bununla bağlantılı olarak da ilişkiler ikincil hal almaktadır. Şehir birden fazla unsuru, grupları bir arada tutmaktadır. Zaten şehir her nerede ortaya çıkmış ise yabancı insanlar tarafından oluşturulan bir yapı olmuştur. Her zaman çekiciliğini korumuştur ve korumaya devam etmektedir. Fertlerine sunduğu fırsatlar her geçen gün daha çok çeşitlilik kazanmaktadır. Artan tüketici kitleleri kitlesel üretimi mecbur kılmaktadır. Şehir nüfusunun artması kırsal nüfusun azalmasıyla orantılıdır. Şehirlerin böyle hızlı büyümesi, beraberinde bir çok ihtiyacı ve birçok sorunu beraberinde getirmektedir. İlişkiler birincil olmaktan çıkmış ikincil olmaya başlamıştır. Şehir her ne kadar özgürlüklerin ve güvenin merkezi olsa da, aynı oranda da risklerin, sınırlılıkların ve korkuların merkezidir. Ama şunu unutmamak gerekir ki, geri dönüşü olmayan bir güzergahtır.

kaynak

Quo vadis?
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
29 Haziran 2011       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Max Weber (1864 Erfurt-1920 Münih)

Alman sosyolog ve ekonomist.

Hukuk ve ekonomi tarihi öğrenimini gördü. Freiburg, Heidelberg, Berlin ve Münih üniversitelerinde politik ekonomi profesörü oldu. Uzak Doğu dinleri (Hint, Çin) üzerine yaptığı araştırmaları, din sosyolojisine büyük katkıda bulundu.

En önemli yapıtlarını tarihe yönelik sosyoloji konularında verdi. 1904'te kendi yönettiği dergide yayımlanan "Die Protestantische Ethik un der Geist des Kapitalismus" (Protestan Ahlâkı ve Kapitalist Zihniyet, 1904-1905) adlı ünlü makalesinde kentleşme ve sanayileşme sonucu toplumsal yaşama egemen olan akılcı tutumu modern toplumun esas sorunu olarak niteledi.

Duygu ve manevî değerler olmadan, salt akıl yoluyla uygarlığın ilerleyemeyeceğini ileri sürdü. Almanya'nın gösterdiği kapitalist gelişme ve ülkenin Protestan geleneği arasındaki karşılıklı ilişkiyi; Kalvinist öğretinin insanların davranışları üzerinde yarattığı etkilere bağladı. Değişik otorite tiplerinin sınıflandırmasını yaptı, sosyoloji yöntemi konusunda görüşler geliştirdi. Almanya'nın I. Dünya Savaşı sırasındaki tutumuna karşı çıktı. Yenilgiden sonra (1918), yeni anayasa taslağının hazırlanmasına katkıda bulundu.

MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

26 Mayıs 2008 / drzombie Tıp Bilimleri
14 Ekim 2015 / ThinkerBeLL Bilim ww
23 Ekim 2015 / _Yağmur_ Müzik ww
29 Haziran 2011 / _Yağmur_ X-Sözlük