Arama

İbn-i Tufeyl

Güncelleme: 11 Aralık 2015 Gösterim: 18.516 Cevap: 2
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
26 Kasım 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
İbn-i Tufeyl

Sponsorlu Bağlantılar
Vikipedi, özgür ansiklopedi

İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir. Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular, tıp felsefe ve gökbilimdi. Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan yada diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir. Dünya da felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir. İbn Tufeyl’in yaşadığı dönemde (12. y.y.) özellikle Endülüs’te pozitif bilimlerin yanında beşeri bilimler oldukça ilerlemişti. Ortaçağ Hıristiyan batı dünyasının aksine İslam-Endülüs toplumunda bilimsel bilgilerin Kur’an la uyuşacağına dair bir inanç vardı. Bu nedenle Endülüs’te gayri müslimlerin bilime olan katkılarına sırt çevrilmemekle birlikte Kur’an da ki hakikatler çerçevesinde bilime katkılar yapılıyordu. Özellikle tasavvuf alanında oldukça ilerlemiş olan Endülüs toplumu İbn Harabi, İbn Rüşt, İbn Tufeyl gibi mutasavvıflar yetiştirmiş ve bunların görüşlerinin etkisinde kalmıştır. Filozofların temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim e göre Allah’ın ilk yaratığı, yaratığın tohumu olan “akıl”; son yaratığı ise bu tohumun sahibi olan “insan” dır. Yaratığın amacı insandır ve insanda ruhun erdemi nedeniyle insandır. İnsan vücuduyla maddi dünyaya ruhi ile de manevi dünyaya bağlıdır. İnsan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir ve yaratılmış her şey insanın kullanımına tabii kılınmıştır. Bu temsilciliğin sorumluluğu da bütün insanlığa aittir. Bütün insanlık; her insanın kendisinde mevcut potansiyele ve olanakları harekete geçirmek ve onarlı gerçekleştirmek fırsatına sahip olduğunu göstermek gibi bir kolektif sorumluluk altındadır.


Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof. Tam adı Ebu Bekir Muhammad ibn Abdul Malik İbn Muhammed İbn Tufeyl el-Kaisi el-Endulusi'dir. Latin dünyasında Abubacer olarak da bilinir. Tanınmış İslam filozoflarındandır.

Granada yakınlarındaki Guadiks'de doğdu ve İbn-i Bacce tarafından eğitildi. Fas'da vefat etti.

Tufeyl Hayy bin Yakzan adlı felsefi romanın yazarıdır. Eserde bir adada tek başına kalan bir adamın hakikati keşfi anlatılır. Bu eseri önemli kılan noktalardan biri İslam felsefesinde ve dönemin doğabilimcilerinde sıklıkla karşılaşılan evrim fikrini içermesidir. Tufeyl eserde kendi evrim kuramını da şekillendirmiştir.

AÇIKLAMALAR

Endülüs

Endülüs (Arapça: الأندلس al-andalus). 711-1492 yılları arasında İber Yarımadası'nda Müslümanlığın etkisi altında bulunan bölgelere verilen isimdir. Müslümanların İber Yarımadasındaki varlığı en son Morisko'ların 1609 yılında İspanya'dan sınır dışı edilmesiyle son bulmuştur.


Latin
Latin şu anlamlarda kullanılabilir:

Tarihte:

Latince, kadim bir dil.
Latinler, İtalya'nın orta kesiminde yaşamış bir halk.
Latin, Roma kültürü ile ilgili bir sıfattır, "Latin edebiyatı", "Latin yazarlar" gibi.
Latin (kitap), bir Latince ders kitabı. Genellikle Wheelock's Latin olarak bilinir.


ESERİ:

Hayy bin Yakzan

İbn-i Tufeyl'in felsefi romanı. Batı dillerine ilk çevirisi 1671'de yapıldı.

Romanın üç karakteri vahşi Hayy, mistik Absal, sosyal Salaman'dır. Eserde Hayy bir adada doğan, bir ceylan tarafından emzirilen ve vahşi hayatta hiçbir toplumsal bağı olmayan bir münzevidir ve diğer bir adadan gelen mistik Absal'la karşılaşması, hakikate akılla ulaşmaları anlatılır. Hayy ile Absal komşu adaya giderler, orada önce iyi karşılanırlarsa da sonra kendi adalarına dönmek zorunda kalırlar.

Daniel de Foe'nin Robenson Crusoe'si de benzer bir öyküyü anlatır.



Hayy Bin Yakzan" İbn-i Tufeyl' in felsefi romanının adı.1106 yılında Gırnata'da doğan İbn-i Tufeyl İslam düşünce tarihinde İşraki bir filozof olarak kabul edilir. "Diri oğlu Uyanık" anlamına gelen "Hayy bin Yakzan" ıssız bir adada tek başına büyüyen Hayy' ın kendi kişisel tecrübeleriyle Hakikat'i arama çabasının kelimelere dökülmüş halidir. Hayy , tabiatla baş başa, tüm dış etkilerden her türlü insani ve İlahi öğretiden uzak biçimde çevresine bakarak, Hakikat’in bilgisini ve varlığın sırrını keşfeder.İbn-i Tufeyl bu eseri yazmasına sebep olarak “ İslam felsefesi önderlerinden İbn-i Sina’ nın Hikmeti Meşriki adlı eserinde dile getirdiği bazı sırların açıklanmasının kendisinden istenmesini” gösterir ve şöyle der :

İstediğin bilgileri Hayy bin Yakzan adını verdiğim bir hikaye aracılığı ile iletmeye çalışacağım.İbn-i Sina’nın insanları yola getirmek için isteklendiren, özendiren, akıl ve zeka sahiplerine ibret veren Hayy bin Yakzan ile Salaman ve Absal adlı mesellerinden ilham alarak kurduğum bu hikayeyi iyi izlersen Yakzan oğlu Hayy ile birlikte istediğin gerçeklere ulaşabilirsin

İbn-i Tufeyl romanında üç karakteri üç bilgi türü ile eşleştirir. Issız bir adada Hakikat’i arayan Hayy filozofu, Absal sufiyi Salaman’da dini kurallara bağlı alim şeklinde temsil edilir. Ama her üç bilgi türü de yani felsefe, tasavvuf ve şeriat aynı ezeli Hakikatin farklı tezahürleridir.İnsani melekelerin her fertte farklı olması, anlama ve kavrayış düzeylerinin ve bu düzeyler nedeni ile ifade biçimlerinin değişik olması birden çok Hakikat olduğunu anlamına gelmez. Aksine varlıktaki birlik ilkesi gereğince Hakikat’e farklı farklı yollardan ulaşılabileceği gerçeğini teyid eder. Ve evrensel düzeyde zengin bir çoğulculuk sunarak her bilgi seviyesindeki insana, kendi yeteneğine uygun yolu seçmesine olanak tanır.

Hayy bin Yakzan 14. yy. dan itibaren dünyanın belli başlı hemen bütün dillerine çevrilmiştir. Hem felsefi içeriği hem de anlatı-roman biçimiyle Batı düşüncesini derinden etkilemiştir. Robinson Crusoe’ ye ilham kaynağı olan, Defoe, Bacon, Spinoza ve More gibi pek çok düşünür ve sanatçı üzerinde etkili olan Hayy bin Yakzan’ı okumak ve Batı düşüncesindeki etkilerini incelemek isteyenler “Ruhun uyanışı Hayy bin Yakzan” adlı kitaba bakabilirler.

İbn-i Tufeyl romanına bugünde hala tartışılan, insanın dünyada nasıl varolduğu ile ilgili iki varsayımı tartışmaya açarak başlar. Bunlardan birincisine göre Hayy, Hint adalarından birisinde birtakım doğal sebeplerin etkisiyle maddenin etkileşiminden, anasız babasız , bugün “Evrim teorisi” olarakta bilinen naturalist bir türeme ile meydana gelmiştir. İkinci varsayımda geleneksel öğretilerde yeralan bir ana-babadan (Adem-Havva) dünyaya geliş hikayesine dayanır. Her iki varsayımı da dillendiren İbn-i Tufeyl’in, açık bir görüş bildirmese de ileriki aşamalarda yaptığı atıflardan ikinci varsayımı tercih ettiği anlaşılmaktadır


ESERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Hayy küçük bir bebekken bir ceylan tarafından beslenmeye başlar. Anne ceylan yavru Hayy’ı iki yıl sütüyle besler.Hayy zamanla annesini taklit etmeye onun gibi sesler çıkartmaya, hareketler yapmaya başlar. Ama Hayy zamanla hem annesinden hem de etrafta gördüğü diğer hayvanlardan farklı olduğunun bilincine varmaya başlar.Ve onları gözlemleyip çevresine, tabiata bakarak düşünmeye başlar. Hayy’da ilk uyanan temel insani duygu, “utanma” olur ve avret yerlerini örtmesi gerektiğine karar verir.8 yaşına geldiğinde artık Hayy ellerini beceriyle kullanmakta ve basit aletler –sopa vb- yapmaktadır.

Artık anne ceylan yaşlanmış ve güçten düşmüştür. Hayy besleme sırasının kendine geldiğini “akl” ederek anne ceylana bakmaya başlar. Fakat Hayy’ı çok sarsacak olan olay gerçekleşir. Anne ceylan ölür. Hasta sandığı anne ceylanın öldüğünü anlayamaz çünkü ölümü bilmemektedir. Anne ceylanı iyileştirmek için ölü vücudu araştırmaya koyulur, annesini hareket etmekten alıkoyan nedir ? Ve nihayet ölüm denen olguyu kabullenir. Bu da onu canlıları hareket ettiren temel bir neden fikrine götürür ve Ruh’u keşfeder. Salt madde gözünde değerini yitirmiştir. Bir müddet sonra çürüyüp kokmaya başlayan cesedi ne yapacağını düşünürken biri diğerini öldürüp toprağı eşeleyerek öldürdüğünü gömen iki kargayı görür. Bu Kur’an’a zikredilen Habil Kabil kıssasına da uymaktadır. Hayy gözlemleri neticesinde bütün canlılarda olan şeyin ne olduğunu düşünmeye başlar.

Bir müddet sonra ateşi keşfeden Hayy ateşte muazzam bir güç görür. Ateşin hem yakıcı, hem aydınlatıcı ve hem de ısıtıcı özelliğini kavrayan Hayy kıyıya vuran bir balığı içine attığında ateşin balığa olağanüstü bir lezzet kazandırdığını görür. Ateşin dördüncü özelliğini de keşfetmiştir. Ateş üzerine yoğun bir şekilde düşünürken ısı sıcaklık kavramı ile canlılardaki “can” kavramı ile ilişki kurmaya çalışır. Yine hayvanlar üzerinde gözlemlerine devam ederek, organlarını bunların düzenlerini, “can” denen olgunun belli bir süre tükenmeden nasıl dayandığını araştırmaya koyulur. Hayy 20 yaşına geldiğinde artık “hayvansal ruh” başta olmak üzere bayağı bilgiye sahiptir.

Bu arada Hayy hayvanlarda yaptığı gözlemler neticesinde onların birçok özelliklerinden yararlanmayı öğrenir.Derilerinden ayakkabı, kıllarından ipler halatlar yapar.Ve hayvanları evcileştirmeyi, boynuzlarından aletler, silahlar yapmayı öğrenir. Hayy da gözlemleri neticesinde nesnelerin farklılıklarından ve benzeşen yönlerinden hareketle kesrette vahdet fikrine ulaşır.

Ama her canlı türünün bireylerinde bulunan "ruh" aslında tek bir ruhun parçasından başka bir şey değildi. Değişik değişik kaplara bölünen su gibi ruh da ayrı ayrı kalplere dağıtılmış gibiydi. Yani Hayy'a göre ruha ilişkin çokluk, bulunduğu yerin çokluğudur. Hayy, deney, gözlem ve akıl yürütmeleri sonucunda karşılaştırmalar ve kıyaslar yaparak düşüncelerini canlılık aleminden cansızlar alemine çevirir. Cisimlerin özelliklerini inceler, farklılıklarını araştırmaya koyulur. Cisimlerin sıcak, soğuk, renkli ve renksiz gibi özellikleriyle birbirlerinden ayrıştığını görür. Ama aralarında sürekli bir değişim ve birbirlerine dönüşüm de vardır. Canlı aleminin de "ruh" kavramından soyutlandığında bu cisimlerden farklı olmadığı sonucuna ulaşır. Demek ki tüm nesneler birdir. Hayy artık madde kavramını keşfetmiştir.

Hayy'ın bu deney , gözlem ve akıl yürütmeleri neticesinde ulaştığı fikir Allah fikridir. Şimdiye kadar yaptığı gözlemlerden ulaştığı kesin sonuç şudur : Her yaratılmış nesne için bir Yaratıcı'nın varlığı kaçınılmazdır. O güne kadar öğrendiği tüm bilgilerin ışığında varlığın tümünün sonradan olan, yaratılmış mahluk ve nesne olduğu açığa çıkar. O halde bunları kesin olarak yaratan Aşkın bir güç vardır. Hayy suret-form ile ilgili gözlem ve düşüncelerini yeniden ele alınca bütün biçimlerde ulaştığı aynı sonuca göre, daha önceleri biçimden kaynaklandığını sandığı etkilerin gerçekte biçimden değil, biçimi araç gibi kullanan bir Varlığın eseri olduğunu anlar (Tümevarımın ispatlanamaması) Bu varlık aşkındır, ilk nedendir, zorunlu ve temel ilkedir.

Hayy artık 28 yaşındadır.Bundan sonra onun yegame amacı bu Zorunlu Varlığı tanımaktır. Ama Hayy hala bu varlığı "duyularla" tanıyabileceğini düşünüyor, ayrıca "bir" mi "birden fazla" mı olduğunu kesin olarak bilemiyordu. Tabii Hayy'ı Yaratıcı'yı dünyanın dışında, uzaydaki kozmik olaylarda aramaya iten şey , gözlemlediği üçboyutlu ve sınırlı dünyadaki yetersizliktir.Ama Hayy daha ilk gözleminde gök cisimlerinin de üç boyutlu olduğunu tespit etmiştir.Öyleyse bir uzama sahip olan herşey bir cisimse yıldızlar ve felekler de birer cisimdir. Düşünmekten yorgun düşen Hayy bütün varlığı canlı bir yaratık sayarak "Bütün gökler içerdikleriyle birlikte bağımsız bir özneye muhtaç tek bir şeydir" sonucuna varır..

Tabii bu arada İbn-i Tufeyl, Hayy'i düşündürerek alemin kıdemi meselesine de değinir.Hayy iki durumu da düşünür.Alemin "kadim" ya da "hadis" oluşunu uzun uzun düşünen Hayy, sonunda her iki durumda da cisim olmayan Yaratıcının Varlığının zorunlu oluğu sonucuna ulaşmıştır. Bu Varlık bütün durumların üstünde ve cismin her durumundan münezzeh ve yücedir. Demek ki bu Varlık, bütün varlıkların varoluş nedeni ve ilkesidir. Bütün varoluş her iki görüşe göre de bir Yaratcı'nın eseridir. Herşeyin varlığı bu Varlığa bağlı ve bağımlıdır. İbn-i Tufeyl burada kesin bir tercih belirtmekten kaçınır. Bunda o zaman İslam dünyasındaki "alemin kıdemi" tartışmaların etkisi olsa gerek.

Hayy bu yaklaşım biçimiyle herşeyi yeniden gözlemlemeye başlayınca cisimlerin en aşağı tabakasında bile Yaratıcı'nın sonsuz güzelliğinden, eşsiz sanatından izler, işaretler tecelliler görmeye başlar. 35 yaşına basan Hayy'ın bundan sonra varacağı aşama Yüce Varlığı duyu ve akıl yürütmelerle değil, tefekkürle bulmak olacaktır. Aynı zamanda canlılar alemini ve gezegenlerin hareket ve konumlarını, üstte olanların altta olanlarla ilişkilerini gözlemleyerek çevresindeki varlıklarla arasındaki ilişkileri belirleyecek bir takım ahlaki ilkelere varır ve bunları doğru olarak tespit eder. Bu ilkeler/bilgiler, Peygamberler aracılığıyla gönderilen ilahi mesajın öngördüğü bir takım ahlaki ve hukuki düzenlemelerden, Şeriat fikrinden başkası değildir. Hayy'ın kendisinden zayıf bir hayvana veya susuz kalmış bir bitkiye karşı yerine getirmesi gerektiğini öğrendiği ödevin, biz insanların bir arada yaşadığı toplumsal hayatın aynısı ya da başka bir ifadesi olduğu söylenebilir.

Hayy gök cisimlerinin Mutlak Varlığı biliyor oldukları düşüncesinden hareketle kendi hareketlerini onların hareketlerine benzetmeye çalışarak "ibadet" kavramına ulaşır.Ve giderek daha düzenli şekilde ritmik, dairevi Allah'a saygı ve yakınlığı amaçlayan hareketler yapmaya başlar. Hayy'a göre artık kendi varoluşunun asıl amacı, Allah'a ibadet etmek, O'nu kabule yetenekli ruhunu arındırmak ve kesintisiz tefekkürle müşahede makamına ulaşmaktır.

Hayy, şirkten kurtulana, hem kendisi, hem de yer, gökler ve içerdikleri şeyler, ruhsal biçimler ve zorunlu Varlığı bilen tüm zatlar düşüncesinden tümüyle silininceye kadar Allah'ı katıksız müşahadeye ulaşmak için çalışmalarını sürdürdü.Sonunda diğer varlıklar da, kendi zatı da kayboldu. Tümüyle yok oldu. Zorunlu ve gerçek Varlığın, kendisinden başka bir gerçeklik taşımayan sözüyle "Bugün mülk kimindir ? Tek ve herşeye gücü yeten Allah'ındır" diye haykırarak yokluğa (fena) erdi. Bu makamda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir kalpten geçmeyen şeyleri gördü ve tattı. Hayy artık 49 yaşındadır.

Hayy yaşadığı bu olağanüstü tecrübenin ardından artık Hakikatin Bilgisini elde etmiştir. Bu makamda akıllara durgunluk veren, ruhunu aydınlatıp kendisine bağlayan tecelli ve güzelliklerini yaşama alışkanlığı edinmeye çalışırken yine olağanüstü bir şey olur ve bir sandal vasıtası ile Hayy'ın bulunduğu adaya gelen Absal isminde bir insanla karşılaşır.Absal yaşadığı toplumun bilgi düzeyini yeterli bulmamış ve bütün malını mülkünü satıp yoksullara dağıtarak sakin bir adaya gitmek istemiştir. Burada tefekküre dalmayı amaçlamaktadır. Absal ilahi mesajı Peygamberler vasıtası ile almış, lakin bir takım işaret ve sembollerin gizlediği batın-iç anlamların gerçek mahiyetini öğrenmeyi arzulamıştır.Absal'ın arkadaşı Salaman ise, dinine bağlı gündelik ibadetlerini yerine getiren birisi olmakla birlikte, İlahi tebliğin kendisine verdiği kadarıyla yetinmeyi ilke kabul etmiş, dolayısı ile Absal'a, bu yolculuğunda katılmamıştır.

Başlangıçta birbirlerini yadırgayan Hayy ile Absal, daha sonra yakınlaşır. Absal Hayy'a konuştuğu dili öğretir, ve ona insanoğlunun sosyal hayatından, sahip olduğu beşeri, ekonomik, kültürel ve ahlaki özelliklerinden uzun uzun bahseder. Sonuç şaşırtıcıdır. Çünkü Absal'ın anlattığı herşeyi özü ve ilkeleriyle Hayy'ın bildiği ve daha önce kendi başına öğrendiği ortaya çıkar.Absal'ın iman ettiği öğretinin Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret'e ilişkin bildirdiklerinin tümü Hayy'ın müşahade ettiklerinin birer simgesi, değişik birer anlatımı niteliğindedir. Bu yeni bilgiler Hayy'ın gözünü açar ve düşünce ateşini parlatır. Peygamber öğretisinin zahir hükümlerinin gerçeklik içindeki yeri ve anlamı tam bir aydınlık kazanır. Hayy Peygamber'in getirdiği bütün bilgileri onaylar. Ancak iki noktayı açıklayamaz. Birincisi Peygamber öğretisi, gayb alemi, öte dünya ile ilgili getirdiği bilgilerde niçin simgesel dil kullanmış, gerçeği çıplak şekliyle açıklamamıştır. İkincisi de Peygamber açıklamalarını niçin buyruklar ve kulluk görevi ile sınırlı tutmuş, dünya hayatına ilişkin bazı konuları, mesela mal biriktirmeyi, bol bol yeme içmeyi tümden yasaklamamıştır ?

Burada Hayy bir yanılgı içindedir. Çünkü Hayy bütün insanları üstün kavrayışlı ve kalb gözü açık zannetmektedir. Gerçek şu ki insanlar eşit kavrayışta değildir. Kimi zaman düşüncesiz, kararsız, nankör, kimi zaman hayvanlardan bile aşağı azgın ve sapıktır. İçlerinde "Hakikat'in Bilgisi" ni hakkıyla aramak gibi bir zahmete katlanacak olanların sayısı oldukça azdır. Hayy inanlara sevgi ve acıyla karışık bir ilgi duyar ve onları aydınlatma isteğine kapılır.İbn-i Tufeyl'e göre bu "olmayacak bir sevdadır." Hayy Absal'ı ikna eder ve günün birinde bir yolunu bulup ikisi şehre dönerler.

Şehir halkı ikisini de ilgiyle karşılar. Absal'ın arkadaşı Salaman salih bir insan olarak yöneticilik yapmaktadır.İlk zamanlarda halk kitller halinde gelir ve Hayy'ı dinlerler. O da bildiği bütün gerçekleri çıplak yüzleriyle, olduğu gibi anlatır. Önce bir şaşkınlık, sonra da bir yadırgama başlar. Anlattıkları giderek gündelik hayat içinde belirli bir doğrultu tutturmuş geleneksel ve sosyal biçimlere ters düşmeye başlayınca tepkilere yolaçmaya başlar. Sonunda iş öyle bir noktaya varır ki, Hayy neyi anlatıyorsa insanlar bunun tersini yapmaya başlarlar. Ancak bu insanların kötü niyetli olmadıkları da ortadadır. Hayy, bu olay üzerine uzun uzun düşündükten sonra, bu insanların yaratılışlarından dolayı bilgisiz olduklarını, bilgilerini arttırmak için dünyevi uğraşılardan vakit ayırıp çaba harcamadıkları kanaatine varır ve onların durumunu düzeltmekten umudunu keser.

Hayy'a göre bütün bunlardan şu anlaşılır : Bu topluma müşahede yoluyla elde edilen Hakikat'in anlatılması mümkün değildir. Onlardan namaz, oruç, zekat, hacc ve benzeri görevlerden daha fazlasını beklemek anlamsızdır. Hayy aynı zamanda Peygamber'in ilahi tebliğde kullandığı dilin, izlediği siret'in asıl hikmetini kavrar. İnsanlar ayrı ayrı tabiatlarda yaratılmış, her insan yaratıldığı iş için gereken yetenek ve güçle donatılmıştır. Bu, Allah'ın kesintiye uğramayan bir sünnetidir ve şüphesiz Allah'ın sünnetinde değişiklik olmaz..

Hayy bu gerçekleri de kavradıktan sonra, düşüncelerinden ve söylediklerinden dolayı Salaman ve arkadaşlarında özür diler ve onlara Hz.Peygamber'in getirdiği tebliğe sıkı sıkıya sarılmalarını öğütler. Halk çoğunluğu eğer Kur'an'ın müteşabih ayetlerinden kaçınır, hükümlerine riayet eder, ibadetlerini yerine getirir ve Allah'a Peygamber'in gösterdiği ve öğrettiği gibi kullukta bulunursa felaha erecektir. Yüksek makamlara ulaşan ve Allah dostlarına yakın olan kimseler ise, bütün iç ve dış güçleriyle nefislerine karşı savaşarak halkı geride bırakan öncüler (sabikun) olacaktır.

Sonuçta Hayy ve arkadaşı Absal adaya geri dönerek ölünceye kadar Allah'a kulluk ederler. Absal'da Peygamber'in getirdiği şeriata uyarak; zühd, takva, çalışma ve müşahede yoluyla aynı makamlara, "Hakikat'in Bilgisi" ne ulaşır.

Hayy bin Yakzan'ın başından geçenleri kısaca özetlemiş olduk. Kuşkusuz Hayy bin Yakzan'ın çeşitli eleştirileri yapılmıştır. İşraki sufizme dayanan bir felsefesi olan İbn-i Tufeyl'ın felsefi romanı Hayy bin Yakzan, Farabi ile Gazali'yi uzlaştırma çabası olarak da görülebilir. Felsefe ile Din'in, doğru yorumlandığında aynı olan Hakikat'e ulaşmak için farklı yöntemler uyguladığı ve nihayetinde aynı Hakikat'e ulaştığı görülür. Ali Bulaç "Hayy bin Yakzan" ı da değerlendirdiği, bu özet için benimde bolca yararlandığım "Din-Felsefe,Vahy-Akıl İlişkisi" adlı kitabında, Hayy'ın hikayesinin özetinden sonra şunları yazmaktadır:

Felsefenin amacı, dünyevi bağların ötesinde, varlığın kaynağı olan Nur'a, bu nurun temaşasına ve Hakikat'in sınırsız müşahedesine ulaşmayı sağlamak. Din ise bunları açıklıkla önermez; sınırları belirlenmemiş zühd ve riyazatı herkese emretmez; çünkü bu türden zahidane hayat herkes için mümkün değildir. Şu halde din, asgari düzeyde hayatın devam etmesi için bir takım sınırlar (hudut) gösterip insanı bu hudutlar dahilinde tutmakla yetinir.

Ali Bulaç' sözleriyle "Din, daha kapsamlı ve evrensel düzeyde sosyal bir disiplin ve bireye alan bırakmakla birlikte cemaatin hayatına yönelik bir yaşama tarzıdır." Yani din evrensel ilkeleri koyar ve hudutları çizer. Hakikat'e ulaşmak ise bireyin kendi çabası ile olur.Hayy Hakikat'in bilgisine önce gözlem ve akıl sonra da müşahede ile varırken Absal, Peygamber'in tebliği ile varır. Peygamber'in getirdiği bilgilerin batıni anlamlarını araştırır ve Hakikat'ın bilgisine ulaşır.


Kısa lafın uzunu olarak A'mak-ı Hayal' den Raci' nin bilgesi Aynalı Dede' nin şu sözleriyle yazıyı bitirelim :

"Alem bir deniz, sen bir gemi; aklın yelkeni, fikrin dümeni, kurtar kendini, ha göreyim seni..."

alıntı

Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 00:55
Biyografi Konusu: İbn-i Tufeyl nereli hayatı kimdir.
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
6 Temmuz 2012       Mesaj #2
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
İbn-i Tufeyl

Sponsorlu Bağlantılar
(1106 Gırnata - 1185 Marakeş), Endülüslü hekim ve filozof. Gırnata'da hekimlik yaptıktan sonra bu eyalet valisinin sır kâtibi oldu. Daha sonra Septe ve Tanca valilerinin kâtipliklerini yaptı. Felsefî çalışmalarla ilgilendi. Eski Yunan filozoflarını inceledi. Tufeyl, Şahabettin Sühreverdi'nin ortaya attığı işraki felsefesinin Endülüs'teki temsilcisi oldu. Ona göre, varlığı kendini gerektiren (vecibül vücut) tek olgu, Tanrı'dır, onun dışında her şey yaratılmıştır. İnsan, deney dünyasından, düşünme yolu ile basamak basamak yükselerek Tanrı'ya ulaşır. İbni Tufeyl, vahiy ile derin düşünme arasında fark görmez. İnsan düşünerek kendi özünü kavradıkça Tanrı'yı da kavrar. Çeşitli yapıtları İbranice, Lâtince ve İngilizce dillerine çevrildi. En önemli yapıtı "Asrârül Hikmet el-işrakiye"dir.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
18 Ekim 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
İbn-i Tufeyl
Ad:  İbn-i Tufeyl.jpg
Gösterim: 2207
Boyut:  23.5 KB


Benzer Konular

22 Mart 2013 / KisukE UraharA Felsefe ww
14 Ekim 2015 / Jumong Bilim ww
15 Ekim 2015 / ThinkerBeLL Bilim ww
26 Ağustos 2015 / Safi X-Sözlük