Arama

Rasyonalizm (Akılcılık)

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 7 Mart 2020 Gösterim: 66.228 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ocak 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Doğru ve genel geçer bilgi elde edilebilir. Böyle bir bilginin kaynağı akıldır, düşünmedir." tezini savunun görüşe, akılcılık (rasyonalizm) adı verilir. Bu görüşe göre, akıl yoluyla belirlenmiş zorunlu, kesin, genel geçer bilgi örneği matematik ve mantıktır.

Sponsorlu Bağlantılar
SOKRATES (M.Ö. 469-399)
İlk rasyonalist düşünürdür. Sahip olduğu görüşlere ilişkin hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Onun görüşleri öğrencisi olan Platon'un kitaplarından öğrenilmiştir. Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuştandır. Bunu kanıtlamak için hiç matematik bilgisi olmayan bir köleye, yönelttiği sorularla bir geometri öğretemez, ancak onda doğuştan bulunan bilgi ve düşüncelerini uyandırabilir.
Onun bu yöntemine diyalektik (soru-cevap) sanatı denir. Bu yöntem üç aşamadan oluşur: Soru sorma, ironi (alay etme), mayotik (doğurtma).
Sokrates bu yöntemle kavrama ulaşmayı amaçlar. Kavram ile yargılara sağlam bir temel bulacağına inanmıştır. Sokrates'in üzerinde durduğu başlıca konu ahlâk olmuştur. Erdemli olmanın (ahlâklılık) mutlu olmaya vardıracağını, bu nedenle erdemin bilgi olduğunu dile getirmiştir.

PLATON (Eflatun M.Ö. 427-347)
Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür. Platon'a göre iki evren vardır: Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir.
Duyular yoluyla kavranabilen evren, idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan, gerçek bilgiye, idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir. Bu düşünceleriyle Platon, rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.

ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)
Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür. Aristoteles, aynı zamanda mantığın kurucusudur. Ona göre mantık, doğruya vardıran bir araçtır. O, mantıklı düşünmeyi tümdengelim olarak değerlendirir. Gerçek bilgi, tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi, aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.
Aristotelese göre iki tür bilgi vardır: Biri deneye, yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler, diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi; kavram, yargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi, tek tek var olanlardan kalan bilgi olmayıp, genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir.
Aristoteles için akıl da etkin ve edilgen akıl olarak iki yönlü özellik gösterir. Etkin akıl, ideaları kavrar, bilir ve bütün insanlar da ortaktır. Edilgen akıl ise duyu verilerini işler, tümel kavramları oluşturur. Bu akıl bulunduğu bireyin özelliğini taşır.

FARABİ (870-950)
Farabi, İslam Felsefesi'nin kurucusudur. Aristoteles'in felsefesini benimsemiştir. Kuran ile Aristoteles felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Farabi'ye ikinci öğretmen (muallim-i sani) denmiştir.
Farabi'ye göre en gerçek, en yüce varlık Tanrı'dır. Tanrı, var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını kendinden alan bir özelliğe sahiptir. Diğer varlıklar ise kendi başlarına var olamaz.
Farabi'ye göre Tanrı, hem öz hem de varoluştur. Yaratılanlar, Tanrı'ya en yakın varlıklar olan "akıllar" halinde Tanrı'dan çıkarak, var olurlar. Bu var oluş bir sıra düzenine göre olur. Tanrı'dan çıkan "akıl"lar arasında en önemlisi hep etkin akıldır. Bu akıl, mutlak bilgi ile aynıdır. İlk bilgiler bu etkin akıldan çıkmıştır.
Duyumlara ve mantıksal çıkarımlara dayalı bilgilerin doğruluğundan emin olunamaz. Doğrulukları deneyle kanıtlanmış bilgiler tümel bilgilerdir. Bu bilgiler,doğruluğu aynı zamanda akla dayalı olan gerçek bilgilerdir.

DESCARTES (1596-1650)
Yeniçağ'da rasyonalizmin temsilcisi, Fransız filozofudur. Matematikçidir. Matematikte "Analitik Geometri"nin kurucusudur. Descartes'e göre matematiğin metodunda analiz ve sentez vardır. Bu yol, gerçeği elde etmede kullanılacak en doğru yoldur.
Descartes, insan zihninde doğuştan var olduğunu kabul ettiği gerçeklerden başlanarak ve matematiğin metodu kullanılarak apaçık bilgilere varılabileceğini iddia etmiştir.
Descartes, doğrulara, gerçek bilgilere varmada "şüphe" metodunu kullanmıştır. Kullandığı şüphe, bir amaç değil bir araç şüphesidir. Descartes'e göre şüphe etmek düşünmektir. Şüphe eden kişi düşünüyor demektir. Şüphe eden kişi, şüphe eden benliğinden, yani bilincinden ve bilincinin varlığından şüphe edemez. İşte bu Descartes'e göre ilk elde edilen gerçekliktir. Daha sonra bu yöntemle Tanrı'nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlar. Kanıtlamalarını hep akıl yoluyla yapar.

LEİBNİZ (1646-1716)
Leibniz bir Alman düşünürüdür. Aynı zamanda bir mantıkçı ve matematikçidir. Ona göre insan bilgisi iki yolla elde edilir: Duyularla ve akıl yoluyla elde edilen bilgiler. Duyu bilgisi, yanıltıcı ve güvenilir olmayan bilgidir. Matematik bilgisi buna örnektir.
Leibniz'e göre her şey Tanrı'dan türemiştir. Tanrı sonsuzdur. İnsan aklı Tanrı bilgisine "çelişmezlik" ilkesi ile varır. Bu tür bilgiler, ezeli ve ebedi hakikatleridir. Bunun yanında olgulara dayalı bilgiler de vardır. Bu bilgiler "yeter sebep" ilkesine dayanırlar. Bu görüşleriyle Leibniz, rasyonalizm ile empirizmi uzlaştırmaya çalışmıştır.

HEGEL (1770-1831)
Hegel'e göre akıl değişmez, mutlak, en güvenilir bilgi kaynağıdır. Akıl, insan düşünmesini ve bilinçsiz doğayı idare eden bir kanundur. Düşünmek, araştırılan ve bilgisi elde edilmek istenen "nesnenin özünü bilmek" etkinliğidir.
Her nesnede görüntüsünün ardında bir de öz vardır. Düşünmek, nesnenin ardındaki bu özü kavramaktır. Hegel'e göre akla uygun olan gerçektir. Akıl, mutlak varlığın ve doğadaki değişmenin bilgisini apaçık olarak vermektedir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ocak 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rasyonalizm (Akılcılık)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Akılcılık veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş.

Tanım ve Genel Tarihçe
Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir. Buna göre, kesin ve evrensel bilgilere ancak akıl aracılığıyla ve tümdengelimli bir yöntemsel yaklaşımla ulaşılabilir.Dünya hakkındaki mühim olan bilginin sadece deney ötesi yöntemlerle elde edilebileceğini savunur. Akılcılık her bireyin eşit ve değişmez akli ve mantıki ilkelere sahip olduğunun kabulü ile, çeşitli a priori ve apaçık hakikatlerin var olduğunu kabul eder. Son zamanlarda, çeşitli dilbilimcilerin bazı dilbilim kavramları hakkındaki yazıları haricinde, a priori bilginin varlığı sıklıkla reddedilmiş, kabul edilse dahi etki alanı ve konumu daraltılmıştır.
Bu görüşe göre, kesin bilgi örneği matematiktir. Hakikate ve eşyanın bilgisine sadece akıl ile erişilebileceğini savunur. Bu sebeple akılcılık, deneyciliğin karşıtıdır. Akla karşı yaklaşım pek çok bağlamda dindeki vahiyle yahut etikteki duygu ve hisle karşılaştırılan bir yaklaşımdır. Bununla birlikte felsefede akıl genellikle içgörüyle (içe doğmayla değil) karşılaştırılır.
Batı'da akılcı gelenek Elealılar, Pitagorasçılar ve Platon ile (aklın kendine yeterliliği teorisi Yeni-Plâtonculuğun ve idealizmin başat temasıdır) başlar (Runes, 263). Aydınlanma'dan beri akılcılık felsefenin hizmetine matematiğin yöntemlerini sunmaya çalışır. Descartes, Leibniz ve Spinoza buna örnek gösterilebilir (Bourke, 263). Akılcılık Avrupa'da genellikle kıta felsefesi olarak bilinir, çünkü İngiltere'de deneycilik daha baskındır. Nitekim Leibniz ve Spinoza gibi filozofların düşünceleri, İngiliz deneyci filozoflarınkilerle sık sık karşılaştırılmıştır. Fakat bu akılcılık ve deneycilik akımları ile filozofların akılcı ve deneyci fikirleri detaylıca incelendiğinde pek doğru bir eylem veya bakış açısı değildir. Geniş bir bakış açısından bir filozof hem akılcı hem de deneyci olabilir (Lacey, 286–287). Aşırı noktasında, deneycilik deneyim dışı her türlü bilgiyi reddeder ve her türlü bilginin deneyim ile edinildiğini savunur. Akılcılık ise, aşırı noktada bilginin deneyim ve algı olmaksızın saf akıl ile tamamen ve en iyi şekilde edinilebileceğini savunur. Yani deneycilik ile akılcılık arasında en temel tartışma (insan) bilgi(si)nin kaynağıdır. Bununla birlikte, bu tüm rasyonalistlerin doğa bilimlerinin deneyimsel bilgi ve algıların yardımı olmadan tam anlamıyla bilinebileceğini öne sürdükleri anlamına gelmez. Aslında çoğu rasyonalist filozof deneyime de en azından belirli oranda önem vermiştir ve belirtilen derecede aşırı bir noktada bulunan herhangi bir rasyonalist okul ortaya çıkmamıştır (Hatfield).
Felsefî bir okul olarak akılcılık ve içerdiği temel ilkeler 18. yüzyılda büyük bir eleştiriye maruz kalmıştır. Bununla birlikte bu dönemde de, sayıları az da olsa, akılcılığı savunan filozoflar olmuştur. Örneğin Alman Christian August Crusius ve yine Alman Moses Mendelssohn. 18. yüzyıl'da akılcılığa en büyük eleştiri deneyci çevrelerden gelmiştir. Bununla birlikte, örneğin Alman filozof Kant da geleneksel akılcı düşünce okulunu tenkit etmiştir. Kant eleştirel bir değerlendirmeyle yeni bir rasyonalizm fikrini temellendirmeye yönelir. Rasyonalizm geleneği başlangıcından itibaren ele alındığında karşımıza pek çok farklı türlerde rasyonalizm yorumları ya da yaklaşım biçimiyle karşılaşılır.

Antik Çağ Felsefesinde Rrasyonalizm
Rasyonalizm geleneği Elea Okulu ile birlikte başlatılabilir. İlk akılcı filozof Parmanides'tir denilebilir. Ona göre duyumlar değişebilen şeyler olduklarından bilginin temeli olamazlar, aksine akılın değişmeyen ilkeleri bilginin temeli olabilir. Elealı Zenon, hocası Parmanides'in akılcılığı daha ileriye götürmüştür. Duyuların güvenilmezliğini kanıtlayan paradokslarının ardında rasyonalizm düşüncesi temellendirilir. Platon ise idealar teorisiyle rasyonalizmin belli başlı bir kuram olarak şekillendiren isim olarak anılır. Platon, rasyonalizmin yöntemsel ilkesi olarak bilinen tümdengelimli yönteminde önü isimlerindendir. Ayrıca Aristotales'i de akılcılığın kurucu isimlerinden biri olarak belirtmek gerekir.

Kıta Felsefesinde Akılcı Filozoflar
Genel anlamda kişinin akılcı olarak adlandırılabilmesi için iki temel noktayı onaylaması ve kabul etmesi gerekmektedir, bunlar:

  • "Akılcı sezgi a priori bilgimizin tamamı veya bir kısmının kaynağıdır ve
  • Gerçeğin a priori bilgisi mümkündür" (Cassam, s.45).
Elealılar ile başlayan akılcı geleneğin Batı'daki en önemli isimleri Descartes, Spinoza, Malebranche ve Leibniz'dir.
Descartes'in metafizik hakkındaki savları ve metafiziksel ilkelerinin sonucu olarak gördüğü dualistik yapıya sahip (akıl-vücut ayrımını barındıran) Kartezyen ruh kavramı Avrupa'daki akılcılık geleneği için çok önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Nitekim Descartes'in metafiziğe dair akılcı görüşleri yaygın kabul görmüş ve 17. yüzyılın ikinci yarısında, fiziksel görüşleriyle birlikte bunlar da kitap olarak birçok öğretim merkezinde okutulmuştur. Descartes'in görüşleri kendisinden sonraki filozofları da büyük oranda etkilemiştir. Nitekim Descartes'in ortaya attığı insanın ontolojik dualizmi fikri modern toplumlarda dahi sıklıkla kabul edilen bir savdır.
Bir diğer ünlü akılcı filozof Spinoza ise başlarda Descartes'in metafizik savlarını benimsese de, zamanla kendi düşüncelerinin olgunlaşması ve gelişmesiyle birlikte Descartes'in savlarını bırakarak daha farklı bir metafiziksel anlayış geliştirmiştir. Kartezyan akıl-vücut dualizmini reddeden Spinoza, Tanrı'nın yaratılmış dünyadan ayrı olarak mevcut olduğu fikrine de karşı çıkmıştır. Ona göre bir tek ebedî varlık vardı. Spinoza'nın bu fikri ve metafiziksel açıklamaları Batı'da panteizm açısından çok önemlidir. Metafiziğe dair savları detaylıca Etik isimli eserinde yer alır. Ayrıca dinin de akılcı eleştirisini yapmıştır (Hatfield).
Kartezyan ruh kavramıyla birlikte Descartes'in metafiziğe dair görüşlerini genel olarak benimseyen Malebranche ise aklî fikirlerin bireysel zihinlerden ziyade, Tanrı'da var olduğu ve Tanrı'nın gerektiğinde insanlara bu bilgileri ilâhî bir anlamda sunduğunu öne sürerek Descartes'ten ayrılmıştır.
Anılan diğer filozoflar gibi Leibniz de başlarda Descartes'in fikirlerinin takipçisi olmuştur. Bununla birlikte daha sonra Descartes'in fikirlerini reddederek, kendi geliştirdiği metafiziksel fikirleri savunmuştur. Leibniz düşüncesinde Tanrı'nın yarattığı dünya bilinçli ve ayrı küçük varlıklardan oluşur. Daha sonra bu varlıklara monad ismini vermiştir (Monadoloji, 1714). Ayrıca Leibniz'in düşüncesinde Tanrı tüm olası dünyalardan en iyisi olarak dünyayı yaratmıştır ki burada kastedilen en iyi, mükemmel, eksiksiz anlamındadır. Bu fikir daha sonraları birçok filozof tarafından tenkit edilmiştir.

Kantgil Rasyonalizm
Rasyonalizm konusunda en temel eleştirileri, kendisi de özgül bir rasyonalist olan Kant'tan gelir. Kant Saf Aklın Eleştirisi (1781) isimli eserinde bu noktadaki temel eleştirisini ortaya koymuş ve felsefi ilkelerini açıklamıştır. Hem amprizmin hem de rasyonalizmin felsefi problemleri eleştirel bir şekilde değerlendirilerek Kant felsefesinde aşılmaya çalışıldığı görülür. Bu bakımdan eleştirel felsefe olarak adlandırılan felsefe geleneğinin kurucusu Kant'tır ve o bu yolla ampirizmin ve rasyonalizmin yetersizliklerinden kurtulmaya çalışmıştır. Kant insan bilgisinin sınırlarını ve yapısını soruştururken, bir yanda aklın kuramsal statüsünün belirlenmesi ile ilgilenmiş öte yandan da her tür deneyimin kuramsal sınırlarını belirlemeye çalışmıştır. Saf Aklın Eleştirisi'nde özellikle deneyimin zorunlu doğasının incelenmesine yönelik kapsamlı bir girişim vardır. A priori ve a posteriori bilginin varlığını kabul eden Kant, bunları farklı bilgi türleri olarak sınıflandırır ve önceki felsefe geleneklerinin yetersizliklerini bu kategoriler ekseninde değerlendirir.

Hegelci Rasyonalizm
Rasyonalizm geleneği Parmanides'ten Hegel'e uzanan bir gelişim çizgisi gösterir, bu çizgi üzerinde birbirinden çok farklı akılcılık anlayışlarıyla karşılaşılır. Farklı rasyonalizm tanımlarına rağmen, doğruluğun ölçüsünü akıl olarak ele almasını bu felsefe geleneğinin ortak bir öğesi olarak ele alırsak, söz konusu düşüncenin doruk noktasında Hegel ile karşılaşılır. Hegelci diyalektik yöntem rasyonalizmin kendi içinde kendini temellendirmesinin bir yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Hezel’in ünlü sav sözü, "Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçektir" değişi, tüm bir rasyonalizm geleneğinin en özlü ifadesi olarak görülür.

Aydınlanma ve Rasyonalizm
Aydınlamacılık ile birlikte akıl ve akılcılık kavramları farklı bir anlam daha kazandı. Felsefî bir vurgudan öte, feodal ve dinî müessese ve uygulamalar ile sosyal ve politik uygulamaları akıl ışığında ve aklı baz alarak eleştiren kişilere rasyonalist adı verilmeye başlandı ve bu tip eleştirel yaklaşım da rasyonalizm olarak anılmaya başlandı. Burada felsefi ilkelerin aynı zamanda toplumsal düzenlemelerde yeni bir yönelimin kurucu ilkeleri haline gelmesi söz konusudur. Bu anlamda rasyonalizm aklı kurucu ilke olarak benimseyen ve dinsel toplumsal örgütlenmelere karşı akılcı toplumsal düzenlemelerini temel alan yaklaşımları ifade eder. Kant'ın "Aydınlanma Nedir?" sorusuna verdiği, "insanın kendi aklını kullanmasıdır" şeklindeki cevabı, aklın aydınlanmacılıkta felsefi bir ilke olduğunu gösterir. Buna göre evrensel bir dayanak noktası olan akıl, toplumsal yaşamın herkes için geçerli olabilecek akılcı bir düzenlemesini mümkün kılabilecektir.


Rasyonalizm içindeki Filozof ve Düşünürler Listesi
  • Farabi
  • Parmanides
  • Elealı Zenon
  • Aristotales
  • Isaac Asimov
  • René Descartes
  • Benjamin Franklin
  • Sigmund Freud
  • Robert A. Heinlein
  • Immanuel Kant
  • Gottfried Leibniz
  • John Locke
  • Jim Herrick
  • H. P. Lovecraft
  • Nicolas Malebranche
  • Thomas Paine
  • Thomas Hobbes
  • Platon
  • Karl Popper
  • Gene Roddenberry
  • Bertrand Russell
  • Abraham Kovoor
  • Joseph Edamaruku
  • Barbara Smoker
  • Baruch Spinoza
  • Elizabeth Cady Stanton
  • Voltaire
  • Herakleitos

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Mart 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rationalismus. İng. Rationalism, İt. Razionalismo) Doğruluğun ölçütünü ussallıkta bulan görüşlerin ve öğretilerin genel adı.

1. Usçuluk deyimi, felsefe tarihlerinde çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Genel anlamı düşünceci ve metafiziktir, bilginin duyumsal yanını yadsıyıp ussal yanını saltıklaştıran ve bilgiyi sadece usun ürünü sayan öğretiler bu adla andılır. Antikçağ Yunan düşüncesinde Parmenides, Sokrates ve Platon bu bilimdışı anlayışın başlıca temsilcileridir. Başta Parmenides olmak üzere Ksenofanes, Zenon ve Melissos gibi tüm Elea'lılar doğruya ancak düşünceyle, usla erişilebileceğini savunmuşlardır. Onlara göre, duyularımızla algıladığımız nesnel gerçeklik bir görüntüden, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek varlık ancak usun gözüyle görülebilir. Elealıların bu ilkel ve kesin usçuluklanndan sonra Platon'dan Descartes'a kadar usçuluk, doğuştancılıkla karışır. Kaldı ki bu iki anlayış arasında pek de önemli bir ayrım yoktur. Metafizik yapılı felsefe tarihleri, bilginin kaynağı üstünde ileri sürdükleri varsayımlar açısından, öğretileri dörde ayırırlar:
  • Bilgilerimizin ustan geldiğini ileri süren bütün öğretiler usçuluk (rasyonalizm),
  • Bilgilerimizin duyumlarımızla geldiğini ilerisüren bütün öğretiler duyumculuk (sansüalizm),
  • Bilgilerimizin doğuştan geldiğini, doğduğumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut bulunduğunu ileri süren bütün öğretiler doğuştancılık (meizin-nativizm),
  • Bilgilerimizin sezgimizle elde edildiğini ileri süren bütün öğretiler sezgicilik (entüvisyonizm -mistisizm) adı altında toplanır.
Oysa, doğuştancılar da usçudurlar, çünkü bilgilerimizin doğduğumuz anda usumuzda mevcut bulunduğunu savunurlar. Örneğin Sokrates, gerçekte doğuştancıdır. Çünkü Sokratese göre bilgilerimiz doğuşumuzda mevcuttur, eğitimle meydana çıkarılabilir, uyandırılabilir. Sokrates gibi usçu sayılan antik çag Yunan düşünürü Platon da gerçekte doğuştancıdır, ona göre de bilgilerimiz doğduğumuz anda mevcuttur, o kadar ki dünyada görülenler bizde mevcut olan bu bilgilerin (ideler-idealizm) gölgelerinden başka bir şey değildir, insanlar da ilkin ideler âlemindeydiler ve tüm bilgiydiler, dünyaya gelirken işte bu mevcut bilgilerini getirmektedirler. Bir başka açıdan usçuluk, sezgicilikle de karışır. Örneğin "Düşünüyorum, öyleyse varım" formülüyle varlığını düşünceye ve dolayısiyle usa indirgediğinden ötürü usçu sayılan Fransız düşünürü René Descartes, geçekte, usa pek az iş bırakmaktadır. Descartes'a göre nesnelerin niteliklerine özgü bilgiler duyumların işidir, başkalarından öğrendiğimiz bilgiler imgelenim (muhayyile) işidir, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler belleğin (hafıza) işidir, ancak Tanrılık bilgileridir ki ussal "seziş"in işidir. Descartes, şüpheci yönteminde ustan yola çıktığı halde bu sonuncu işi bile doğrudan usa vermemiş ve sezgiye bağlamıştır. Sinoza da bu anlamda sezgicidir. O da "ussal sezgi"nin sözünü eder. Usçu sayılan Alman düşünürü Immanuel Kant'ın da belli bir anlamda usçu sayılmaması gerekir, hernekadar bilgilerimizin doğuştan-ussal (Önsel) ulamlar içinde oluştuklarını ilerisürmüşse de bilgi sürecinde duyumların rolünü de yadsımamış, dahası, görünürlerin (fenomenlerin) altındaki kendiliğinde şey (numen)'in duyularımızla algılanamayacağı gibi usumuzla da bilinemeyeceğini savunmuştur. Kant'ın tüm çabası, bilgi sürecinde duyumun ve usun paylarını doğru olarak saptamaktır. Usçuluğun büyük temsilcilerinden sayılan Alman düşünürü Leibniz'e göre kimi kavramlar (örneğin tanrı kavramı, geometrik kavramlar, sayılar) daha doğuşumuzda, deneyden önce (önsel olarak) usumuzda bulunurlar; deney bize ne tanrıyı, ne bir üçgen kavramını, ne de sayıları verebilir. Ama bunlar duyu izlenimleri olmaksızın anlık (La. Intellectus)'ımıza çıkamazlar. Leibniz, Nouveaux essais (Yeni denemeler)'sinde usçuluğu şiddetle eleştiren İngiliz görgücüsü (ampiristi) Locke'a hak verir; elbette yeni doğan bir çocuk ne tanrıyı, ne geometrik kavramları, ne de sayıları bilir. Ama bunlar onun ruhunda gizlidirler ve duyu izlenimleriyle gelişip belirginileşirler. Leibniz, Locke'un "duyulardan geçmemiş olan anlıkta da bulunamaz" sözüne anlıgın kendisinden başka (La. Nisi ipse intellectus) sözünü ekler, demek ister ki "anlık olmazsa duyular da hiç bir bilgi getiremez". Metafizikiçi felsefe tarihçileri, Alman düşünürü Hegel'i de usçuluğun doruğu sayarlar, hiç de öyle değildir. Hegel, tüm nesnel gerçekliği kavramlardan, eşdeyişle ussal olandan türetiği halde ussalla duyumsalın eytişimsel birliğini ilk sezen düşünürdür. Bu düşünceci ve metafizik anlamdaki usçuluk, görgücülüğe (ampirizme) ve duyumculuğa (sansüalizme) karşıttır. Ne var ki görgücülük ve duyumculuk da, usçuluk kadar, yanılgılıdır; bilgilenme sürecinin duyumsal yanını abartıp saltıklaştırır ve ussal yanını yadsır ya da en azından küçümser. Bundan ötürüdür ki burjuva ideologlannca duyumculuk ve görgücülük de, usçuluk kadar, tutulur ve yayılmaya çalışılır (Burjuva ideologları yanılgılı olmayan ve bundan ötürü de yanıltıcı olmayan hiç bir öğretiyi tutmazlar). Usçuluğu, nesnel gerçekliği küçümseyip örneğin sömürü kavramı dilden atılırsa sömürü olayının da yokolacağı gibi varsayımlara olanak sağladığından; görgücülükle duyumculuğu, ussal olanı küçümseyip yüzeysel görünuşlerle yetinerek örneğin sömürü düzeninin içyüzünü ortaya çıkarmaya olanak sağlamadığından tutarlar. Bu bilimdışı görüşler, Marksist öğretiyle aşılmıştır.

2. Tanrıbilimsel anlamda usçuluk, dinin usauygun bulunduğunu dilegetirir. Çünkü, bu anlayışa göre, us tanrı vergisidir. Tanrıbilimsel usçuluk (Os. Aklîyyei lâhutîyye, Fr. Rationalisme théologique)'un bir başka anlamı da vardır, bu başka anlamda dinsel inakların ancak usauygun bulunmasıyla kabul edilebileceğini dilegetirir. Ne var ki hiçbir dinsel inak tanrıbilimcilerce usauygun olmadığı gerekçesiyle yadsınmamıştır, ancak ussal sözçevirim (Os. Tevil, Fr. Dénaturer)'lerle açıklanmaya çalışılmıştır.

3. Gerçek anlamda usçuluk, din ve idealizm egemenliğine karşı insan usunun sınırsız olanaklarına güveni dilegetirir. Özellikle XVII. yüzyıldaki Descartes usçuluğu bu açıdan ilerici bir yapıdadır. Usçuluk, bu anlamında, usdışı ve usaaykırı olana karşı koyan öğretilerin genel adıdır. İnana karşı usu çıkarır ve her türlü doğaüstü verileri yadsır. Daha Homeros'ta bile insanlar tanrılarını kendi uslarına göre biçimlendirirler, tanrıların yaşamını kendi ussal tasarımlarıyla düzenlerler. Aristoteles, Platon'un doğuştancı usçuluğuna karşı çıkar. Aristoteles'e göre usumuzda bilgi yoktur, bilgiler duyumlarımızla deneylerden elde ettiğimiz öğelerden usumuz tarafından yapılır. Daha açık bir deyişle us, bilgi taşıyıcısı değil, bilgi yapıcısıdır, bilgi yapmak için gerekli malzemeyi dış dünyadan alır. Gerçek usçuluğun anlamı da bundan ibarettir. Aristoteles usu, etkin us (aktif akıl) ve edilgin us (pasif akıl) olmak üzere ikiye ayırır, deney ve gözlemlerle elde edilen maddi malzemeyi algılayan edilgin us, bu malzemeden bilgi yapan da etkin ustur. Aristoteles bu düşüncesiyle, Alman düşünürü Immanuel Kant'a öncülük etmiştir. Usçuluk, bu anlamda, usaaykırıcılığın (irrasyonalizmin) karşıtıdır.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
27 Ağustos 2011       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Usçuluk (Akılcılık)

İnsan usunun deneyden bağımsız olarak doğrulara ulaşabileceğine inanan öğretilerin genel adı, rasyonalizm.

Böyle olmakla usçuluk tüm bilgilerimizi deneyden getiren, öncesel bilginin varlığını benimsemeyen deneyciliğin tam karşıtıdır ve usun hiçbir deneysel veriye başvurmadan doğrulara ulaşabileceğini savunur. Ne var ki usçu bakış açısı, her zaman usa mutlak bir ağırlık verme eğiliminde değildir.

Çünkü mutlak usçuluk da mutlak gerçekçilik gibi özne-nesne karşıtlığını kaldırma tehlikesi yaratarak bilgiyi tehlikeye düşürür. Daha ılımlı anlamda usçuluk bilgi edinmede deney verilerinden çok usun ilkelerini ya da doğuştan fikirleri belirleyici sayan öğretidir. Ne olursa olsun usçuluk, usta öncesel bilgilerin varlığına inanır. Platon'un İdea'ları, Descartes'ın doğuştan fikirleri, Kant'ın apriori biçimleri bu öncesel bilgileri oluştururlar.

Her üç filozofun öğretisinde de deney dünyası deneyden önce gelen verilerin bilincine ulaşabilmemiz için deneyi zorunlu çıkış noktası olarak alır. Özellikle Kant'ta us ancak duyumlarla sağlanan sunumların devindirdiği bir güç olur. Dinî açıdan usçuluk, dinî inancı doğrulamakta; usun zorunlu ve yeterli olduğunu bildiren anlayıştır.


MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
GüNeSss - avatarı
GüNeSss
Ziyaretçi
30 Eylül 2011       Mesaj #5
GüNeSss - avatarı
Ziyaretçi
Rasyonalizm (Akılcılık) :

Rasyonalizme göre, zorunlu, kesin ve genel geçer bilgilere ancak akılla ulaşılır. O halde doğru bilginin kaynağı akıldır. Duyu organlarının verileri geçici ve doğruluğu kesin olmayan bilgilerdir ve bu verilere güvenilemez. Felsefe evreni ve insanı kavrarken aklı kullanarak doğru bilgilere ulaşabilir.

kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
30 Aralık 2016       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Akılcılık

Ad:  Akılcılık.jpg
Gösterim: 2642
Boyut:  27.4 KB

Varolan hiçbir şeyin insan aklının kabul edebileceğine aykırı bir açıklamsı bulunmadığını ileri süren öğreti.

Akılcılık dünyanın varlığını vahiye bağlayan tanrıbilime olduğu kadar akılsallığı insanı akılla donatmış olan tanrının kendi istencinde gören tanrıbilime de karşıdır. Tarihsel olarak akılcılık bilimin din karşısındaki özerkliği için girişilen savaşıma bağlanmaktadır. Leipniz'in ve Spinoza'nın savaşımları gibi..

Ama aklıcılık aynı zamanda aklın tarihsel olmayan bir kavranışına da bağlıdır. Engels'e göre devrimi hazırlayan 17. yy Fransız filozofları varolan her şeyin tek yargıcı olarak akla başvuruyorlardı...

Bu aklın gerçekle evrimi bir burjuvayı oluşturan orta sınıf yurttaşının idealleştirilmiş anlığından başka bir şey olmadığını gördük. (Ütopik sosyalizm, bilimsel sosyalizm)

Kant'tan sonra Hegel'in akılcılıkta gerçekleştirdiği kopukluğu oluşturan şey diyalektiğin araya girişidir. Hegel sonrası akılcılık kavramların kendi kendilerinden türetilmesine (çıkarımlanmasına) dayanan bir bireşim sürecini andırır. Akılsallık markscılığa yabancı değildir. Ama buna rağmen Markscılık akılılık değildir. Althusser'in bir izleyicisi "kapital, kavramsal olarak çıkarımlanmamış somut tarih bölümleriyle doludur." der.

MsXLabs.org & Büyük Larousse
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Pcderen - avatarı
Pcderen
Kayıtlı Üye
7 Mart 2020       Mesaj #7
Pcderen - avatarı
Kayıtlı Üye
Rasyonalizm (akılcılık, usçuluk) kavramını günlük dildeki anlamı ile felsefedeki anlamı farklıdır. Akılcılık veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüştür.

Benzer Konular

26 Şubat 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
13 Mayıs 2013 / Ziyaretçi Taslak Konular
27 Ocak 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap