Arama

Orta Çağ Felsefesi

Güncelleme: 12 Mayıs 2009 Gösterim: 7.046 Cevap: 1
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Orta Çağ Felsefesi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Orta Çağ felsefesitarihsel dönem itibariyle İlkçağ Felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. İ.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, Rönesans'a kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Bir çok felsefe tarihi kitabında ortaçağda felsefe yok sayılır ya da ortaçağın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra ortaçağda felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da sözkonusudur.

Ortaçağ Felsefesinin Genel Özellikleri
Ortaçağ felsefesi, klasik batı felsefesi tarihi ekseninde bakılacak olunursa, Antikçağ felsefesinin sonlarında belirginleşmeye başlayan din yönelimli ya da dinsel içerikli felsefe tarzının gelişmesi olarak gerçekleşir.
Bu noktada belirgin bir özellik olarak felsefenin dinsel tartışmaların bir aracı durumuna gelmiş olduğu, genel Batı felsefesi tarihçilerinin ortak saptamasıdır. Sözkonusu olan din Hıristiyanlıktır. Ortaçağ boyunca dinsel öğretileri temellendirmek ya da dini dünya görüşüne kategorik bir temel sağlamak, felsefe yapma tarzının genel bir görünümü olmuştur. Hıristiyan dininin kendisine felsefe aracılığıyla bir açıklayıcılık sağlamaya, geçerliliğini temelendirmeye yöneldiğini görmekteyiz. Bu dönem boyunca inanç-bilgi-akıl-Tanrı ekseninde yürütülen tartışmalar göze çarpar. Din ile felsefe ilişkisi bu dönem boyunca çatışmalı durumlarda kendini gösterir; bazı din bilgeleri felsefenin dinden, Hıristiyanliktan uzak tutulması gerektiğini söyler ve buna çaba gösterir, buna karşılık başka bazıları inancın ve dinin temellendirilmesinde felsefenin gerek olduğunu söyler.
Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü meydana getirdiği kaotik ortamda kültürel ve düşünsel gelişmelerde bir bir kesintiye yol açmıştır. Antikçağda oluşan ve süregelen düşünsel gelişmelerden belirgin bir uzaklaşma ve bu gelişmelerin reddedilişi görülür. Din-felsefe ilişkisi bu ortamda grift bir görünüm sunar; bir yanda felsefe din içerisinde kaybolmuş gibi görünürken, bu kayboluş aynı zamanda felsefenin din içinde saklanmasını ve korunmasını getirir. Dinsel düşünce kendisini temelendirmek için felsefeyi muhafaza ederken, bilgi sevgisi olarak anlaşılan haliyle olmasa ve dini amaçlara hizmet için kullanılsa bile belirli bir ölcüde antikçağda şekillenen felsefi düşüncenin korunmasını sağlamıştır.Felsefe bu dönemde açıkca görünür olmasa bile içkin özelliklerini tamamen yitirmemiştir.Bu bağlamda, ortaçağ felsefesi, Kilise öğretileriyle varlığını sürdürmüş, fakat Rönesans'tan itibaeren bilimsel ya da eleştirel düşünceye yönelmeye başlamıştır. Bu sözkonusu nitelikteki ortaçağ felsefesini Macit Gökberk "Hıristiyanlaştırılmış Antik Felsefe" olarak değerlendirmektedir. Belirtilmesi gereken başka bir nokta ise, bu felsefenin öteki dönemlerde görülen felsefe yapma tarzından farklı olarak statik nitelikte oluşudur.
Ortaçağ felsefesinde Arap Felsefesinin ya da İslam Felsefesinin etkisini de belirtmek gerekir.İslam felsefesi Batı düşüncesinde bu ttür gelişmeler olurken, Antikçağ felsefesi ile irtibatlı olmuş, kaynakları çevirmiş, islama özgü iç tartışmalarda bu kavramsal ve yöntemsel araçları kullanmıştır. 1200'lü yıllardan itibaren bu alandaki kaynaklar batı'ya yönelim gösterir, ki felsefe tarihcilerinin çoğu, Batı'daki din-felsefe ayrımlaşmasının hızlanmasında bu etkinin belirgin bir yeri olduğunu söylerler. İslam filozofları da benzer şekilde inancı antikçağ felsefesinden alınan kavramlarla temellendirmeye, akıl ve mantık yoluyla açıklık sağlamaya yönelirler. Bu yönelimle kutsal metinleri yorumlama, tevsir ve mantık ya da dil analizlerinin ortaya konulduğu görülür. Bu yaklaşım ortaçağ felsefesinin genel karakteristiğidir bir anlamda. Yorumsamacılık'ın kökleri ortaçağ felsefesine uzanır. Diğer ortaçağ filozofları gibi onlarda tanrı'dan hareket ederek, varlığa ve varoluşa, insan varlığına ve düşüncesine açıklık getirmeye çalışırlar. Bunlarla birlikte antikçağ düşüncesinin taşınması ve geliştirilmesi bakımından Farabi, İbni Rüşt, İbni Sina, İbni Arabi gibi filozofların Batı felsefesi üzerinde etkisi birçok bakımdan belirleyici olmuştur.

Ortaçağ'da Felsefe Gelenekleri
Ortaçağ felsefesinin genel özelliklerden anlaşılacağı üzere, genel bir din eksenlilik durumu sözkonusudur. Buna bağlı olarak belirgin felsefe geleneklerini belirtecek olursak, şöyle sıralayabiliriz
:
  • Hıristiyan felsefesi
  • İslam felsefesi
  • Yahudi felsefesi
  • Bunlara eklenebilecek bir başka gelenek ise, Bizans İmparatorluğu içinde grekce yapılan felsefe olduğu için Bizans felsefesi olarak adlandılan felsefedir.
Bu geleneklerin farklılıklarına rağmen ortak felsefi özellikleri Antikçağ felsefesine dayanıyor olmalarından ileri gelir; bu gelenekler antikçağ felsefesini kendi dinsel niteliklerine göre sürdürür durumdadırlar ve birbirlerini bu temelde sürekli etkilemişlerdir. Ortaçağ felsefe geleneklerinde, antikçağın önemli filozoflarının ve felsefe akımlarının çoğu görülür, şüphecilik hariç. Din temelli felsefe tarzının şüpheciliği tamamen dışlaması anlaşılır bir durumdur. Merkezinde Tanrı olan bir felsefe geleneğinin şüpheciliğe imkân tanımayacağı açıktır. Bunun dışında Platon; Aristo, Stoacılık vb. varlıklarını sürdürür.
Ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde Apologiacılar'ı ele almak gerekir. Bunlar Hıristiyan dininin savunusunu yapmaya, Hıristiyanlığın söylendiği gibi bir kötülük ve dinsizlik olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Bunun gibi Patristik felsefe'de din adamlarının Hıristiyanlik öğretisinin temellerini kurmaya yönelik bir girişim olarak belirir.Ayrıca dinsel-mistik bir eğilim olarak Gnostisizm'i de ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde görmek mümkündür. Sözkonusu eğilimin doruğu St. Augustinus'tur. Augustinus, inancın kavramsal formunu oluşturmaya çalışarak Hıristiyan düşüncesini temelendirmeye yönelmiş ve bu noktada ortaya kyoduğu eseriyle ortaçağ felsefesinin en önemli isimlerinden biri olmuştur. Hıristiyan felsefesinin temsilcisi ve temeli olmakla birlikte Augustinus'un pek çok tartışması modern düşünce içinde varlığını sürdürmüştür.
Bu sırada Augustunus'un yaklaşımı karşısında Yeni-Platonculuk vardır denilebilir. Augustinus, felsefenin görevinin Kilise öğretisini akılcı bir yolla temellendirmek olduğunu söylerken, Yeni-platonculardan bireyden hareket ederek, kişisel din arayışını dile getiriler. Böylece ilk yaklaşım felsefeyi Skolastisizme, ikincisi ise Mistisizm'e yöneltir.
Augustinus
Augustinus (354-430) Hıristiyan öğretisine bütünlük kazandırmak yolunda en önemli adımları atan kişidir. Hıristiyan dogması olarak bilinen düşüncenin temellerinde Augustinus vardır. Augustinus'un inançsızlıktan maniciliğe (manicilik), oradan şüpheciliğe ve sonra Platonculuğa geçti ve en son olarak da Hıristiyan olmaya giden yolu, kısa sürede Hıristiyanlık içinde yükselmesiyle birlikte heretik (sapkın) akımlara karşı yoğun bir mücadele ve Hıristiyanlığın birliği için savaşımın temsilcisi olmaya dönüştü. Bu sapkın akımların başında elbette şüphecilik geliyordu. Augustinus, 'bir doğru vardır ve bunun elde edilebileceginden şüphe edilemez' şeklinde ifade edilebilecek düşünceyle hareket eder ve ünlü formülü "Şüphe ediyorum, demek ki varım" sonucuna ulaşır. Bunun yanı sıra Tanrı'nın varlığı öncesiz ve sonrasız bir varlıktır. Her bilgi Tanrı'nın varlığının kanıtı olan zaman dışı doğruluğun aranmasıdır. Dolayısıyla Augustinus Tanrı'yı ve insan ruhunun Tanrı'la ilişkisi sorununu temel mesele olarak ele alır. Yaradan ile yaratılan arasında varlık niteliği bakımında aşılamaz bir fark vardır. Tarih üzerine düşüncelerini ortaya koyarken Tanrı devleti'ni temelendiren Augustinus, böylece Hıristiyan kilisesisini görevini de, bu devletin yeryüzündeki temsilcisi olma, ve Tanrı'nın sözünü bu dünyada egemen kılma olarak belirlemesinde etkili olmuştur.
Skolastik Felsefe
Skolastik felsefe, genel olarak bir öğreti durumuna gelmiş olan Hıristiyan inancının temellendirilmesi ve sistematikleştirilmesi girişiminden doğmuş olarak kabul edilir.Bu anlamda Patristik felsefenin devamı niteliğindedir. Bir başka açıdan Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen Skoilastik felsefedir. Bu doğal bir durumdur, çünkü skolastik felsefe hem ortaçağ felsefesinin merkezi konumundadır hem de ona genel karekteri vermiştir. Başı ve sonu ortaçağ ile belirlenmiş bir düşünme yönelimidir. Üç ayrı dönemde ele alınması genel bir eğilimdir, yaklaşık tarihlerle bunlar şu şekildedir:
  • Erken dönem Skolastik (800-1200 arası)
  • Yüksek dönem Skolastik (1200-1300 arası)
  • Geç dönem Skolastik (1300-1500 arası)
Skolastik felsefenin ana yönelimi Aristoteles'e yönelmiş olması tarafından belirlenir. Patristik felsefede görülen dinsel ağırlıklı Platonizmden ayrılmak üzere, skolastik felsefede bilgi ağırlıklı bir Aristotelizm öne çıkar. Hem Hıristiyan hem islam skolastiğinde Aristotales bir başlangıç noktası olarak gönümektedir.Bu felsefe daha çok din adamlarının yetiştirildiği manastır ve katedrallerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
Skolastik felsefenin yönelimi rasyonel düşünceyi inanca uygulamak, vahiye akıl aracılığıyla bir kavranılırlık getirmek, inanca akıldan gelen saldırıları yine akıl aracılığıyla engelemeye çalışmaktır. "Anlamak için inanıyorum" düsturu bir anlamda Skolastik felsefenin nihai konumunu göstermektedir. Bu yönde skolastik felsefe realistik tutum sergilemiştir. Bu realistik tutuma göre gerçek Tanrı'ya aittir ve onu bilmek demek, önermelerle ve çıkarsamalarla gerçeği yansılamak demektir. Tek bir geçerli doğruluk vardır ve bu nedenle de yalnızca tek bir doğru bilgi sistemi olabilir.
Etik anlamda ise skolastik felsefe hem emredici bir ahlakı hem de bir değer ahlakını geliştirmiştir diyebiliriz. İyi bir değerdir ve Tanrı iyinin tamamıdır, bu nedenle kişi, bu değere yani "en yüksek iyi"ye ulaşmaya çalışmalıdır.
Başlangıcından en son dönemine kadar başlıca skolastik filozofları şöyle sıralabiliriz:
  • Johannes Scottus
  • Anselmus
  • Petrus Abelardus
  • Albertus Magnus
  • Aquina'lu Thomas
  • Duns Scotus
  • Ockhamlı William
  • Roger Bacon

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mayıs 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ORTAÇAĞ FELSEFESİ
ortcag
Klasik çağ ile modern çağ arasında kalan tarihsel dönemde söz konusu olan felsefe faaliyeti; düşünce tarihinde M.S. 1. ya da II. yüzyılla XV. yüzyıl arasında kalan tarihsel kesitin felsefesi.
Sponsorlu Bağlantılar
Ortaçağ Felsefesi kendi içinde dört ayrı geleneği ihtiva eder:
1- Batı ya da Avrupa’da gelişip Latince ifade edilmiş olan Hıristiyan felsefesi
2- Doğuda İslam dünyasında zuhur etmiş ve Arap dilinde ifade edilmiş olan İslam felsefesi
3- Sadece Hıristiyan ülkelerinde değil fakat İslam dünyasının çok çeşitli bölgelerinde Musevi düşünürler tarafından İbranice ifade edilmiş olan Yahudi felsefesi ve
4- Hıristiyan Bizans İmparatorluğu içinde Grek diliyle ortaya konmuş olan Bizans felsefesi.
Dört farklı geleneğine ve söz konusu geleneklerin kendi aralarında sergilediği temel birtakım farklılıklara rağmen Ortaçağ felsefesi bir bütün meydana getirir.
Bunun üç temel nedeni vardır. Her şeyden önce gerek Hıristiyan felsefesi gerek İslam felsefesi ve gerekse Musevi ve Bizans felsefesi ortak bir felsefi mirası paylaşır: Antik Yunan felsefesi. Buna göre Grek düşüncesi geç Antik­çağda özellikle Yeni-Platonculuk eliyle Ortaçağ felsefesine önemli bir etki yapmıştır. Ortaçağ felsefesinin kendi içinde bir bütün oluşturmasının ikinci büyük nedeni sözünü ettiğimiz dört ayrı felsefe geleneğinin birbirleriyle yakın bir ilişki içinde olmasıdır. Nitekim Ortaçağda Musevi düşünürler okudukları İslam düşünürlerden özellikle de Farabi ve İbni Sina’dan yoğun bir biçimde etkilenmiş aynı İslam felsefesi 12. yüzyıl Rönesans’ı yoluyla Batı’ya kaynaklık ya da en azından antik Yunan felsefesinin aktarılmasına aracılık etmiştir. Nihayet dört ayrı gelenek de vahye dayalı tek Tanrılı dinlerin hakim olduğu kültürlerin bir parçası olmak durumundadır. Dini öğretiyle felsefi spekülasyon veya teoloji ile felsefe arasındaki ilişki bu geleneklerin her birinde farklılık gösterse de ele alınan felsefi problemler hepsinde üç aşağı beş yukarı aynıdır.
DÖNEMİN GENEL ÖZELLİKLERİ
1- İlkçağ Yunan felsefesinin belli bir halkın antik Yunan ya da Atina halkının modern felsefenin ise farklı uluslara mensup ayrı bireylerin felsefesi olduğu yerde Ortaçağ felsefesi bireylerin ve halkların karakteristik özelliklerinin üstünde olan dini bir topluluğun bir ümmetin Hıristiyan ya da İslam toplumunun veya Yahudi cemaatinin felsefesidir.
2- Antik Yunan felsefesinin bütünüyle dünyevi bir felsefe olduğu klasik aklın en temel özelliğinin sekülarizm olduğu yerde Ortaçağ felsefesi kendisine öte dünyasal bir ilginin hakim olduğu bir felsefedir. Başka bir deyişle Yunan’da insanınortcag1 temel probleminin bu dünyada mutluluğa erişmek oldu­ğu kabul edilmiştir; Yunan’da insanın bu problemi çözebilecek güce sahip bulundu­ğuna ve kendi çabasıyla iyi ve mutlu bir hayata ulaşabileceğine inanılmışken Ortaçağda problemler bu dünyadaki hayattan ziyade ahiret hayatıyla ilgili olan problem­lerdir. Aranan mutluluk bu dünyadaki mut­luluk değil fakat ebedi bir saadettir. Bundan dolayı antik Yunan’da bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve estetik yerini çok büyük ölçüde teolojiye bırakır.
3- Başka bir deyişle Ortaçağ düşünürleri önemli olan biricik şeyin insanın doğaüstü varlık alanıyla aşkın ve mutlak olarak yet­kin varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu da doğal olarak Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona değiştirmiştir. Buna göre antik Yunanda doğa bilimiyle sosyal bilimler hem kendi başlarına ve hem de iyi ve mutlu bir yaşam amacı için sağlam araçlar olarak değer taşımaktaydılar. Oysa özellikle Hıristiyanlar için bunlar sadece yararsız değil fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli disiplinler olup çık­mışlardır. Yine Yunanlı ahlâklılığı bir top­lumsal etik içinde ve mutluluk amacını gözeterek ele alırken Ortaçağda ahlâklılık dinin bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla Yunan’da etik zaman zaman kozmolojik olarak zaman zaman da toplumsal bir zemin üzerinde temellendirilirken Ortaçağda etik teolojik bir düzlemde temellenir. Nitekim bu dönemde davranış ya da insani eylem amacına göre değil fakat Tanrı‘nın emirlerine uygun düşmekliğine veya düşmemekliliğine göre değerlendirilir. Tanrı insan için yüce ve yüksek bir ideal getirdiğinden Ortaçağ insanı eksikliliğini başarısızlığını. ve hatta günahkarlığını her daim duyumsamak durumunda olan biridir. İşte bu durumun bir sonucu olarak Yunan düşüncesinin özü itibariyle iyimser bir felsefe olduğu yerde özellikle Hıristiyan Ortaçağ felsefesi kötümserlik üzerine yükselen bir felsefedir.
4- Yine Yunanlının temelde bir olan birlik içinde bulunan bir evrende yani bir mikrokosmos olarak kendisinin bir parçası olduğu özde anlaşılabilir olan makrokosmosta yaşadığı yerde yaratıcısından ayrı düşmüş bir varlık olarak Ortaçağ insanı kendisine yabancı bir evrende yaşamak durumunda olmuştur. Bu insan için bir tarafta aşkın yaratıcı Tanrı diğer tarafta ise kendisini Tanrı’dan her geçen gün biraz daha uzaklaştıracak özüne yabancı bir varlık alanı bulunmaktadır. Bundan dolayı Ortaçağ felsefesi için problem teorik ya da bilimsel bir problem olmayıp tümüyle pratik bir problemdir: Yaratıcısına bozulmamış maddenin kiriyle pislenmemiş olarak nasıl dönülebileceği problemi.
5- Ortaçağ felsefesi İlkçağ felsefesinden öncelikle bir kopuşu gözler önüne serer. Bununla birlikte iki felsefe arasında her şeye rağmen bir sürekliliği ve çok önemli bir noktada da ortaklık vardır. Kopuş temelde İlkçağ felsefesinin dini açıklama ya da mitolojiyi reddedip kendisini öne sürmek su­retiyle oluşan ve gelişen’ özerk bir felsefe olduğu yerde Ortaçağ felsefesinin özerkliğini yitirip tümüyle dine dini dogmaya tabi olan bir felsefe olmasından kaynaklanmaktadır. Süreklilik ise Ortaçağ ortcag2felsefesinin hem Doğuda ve hem de batıda kültürel ya da felsefi bir miras olarak doğrudan doğruya İlkçağ felsefesine dayanmasından meydana gelir. Nitekim Ortaçağ felsefesi dine dayalı din temelli bir felsefe olsa bile kavram ve kategorilerini terminoloji sini kendi başına yaratmış bir felsefe değildir. Ortaçağ felsefesi ihtiyaç duyduğu kavram ve kategoriler için doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir. Ortaçağ felsefesinin te­melinde bulunan felsefe geleneği Platon ve Plotinos’un ve bu arada Aristoteles’in felsefelerinden oluşur. Fakat iki felsefe arasındaki onları birlikte modern felsefeden bütünüyle farklılaştıran sürekliliğin temel unsuru gerek İlkçağ ve gerekse Ortaçağ düşün­cesine damgasını vuran modern çağın mekanik dünya görüşünün kendisinin yerini alacağı teleolojik dünya görüşüdür.
6- Ortaçağ felsefesi teleolojik bir anlayışla doğayı Tanrı tarafından bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak görmüştür. Açıklamadan niteliksel bir açıklamayı anlayan ve nedensellikten büyük ölçüde ereksel nedenselliği anlayan Ortaçağ düşünürlerine göre maddi dünya tanrısal gerçekliğin çok soluk bir gölgesinden başka hiçbir şey değildir.
7- Ortaçağ felsefesi hemen her felsefe gibi birtakım kabulleri olan bir felsefe olmak durumundadır. Bu kabullerin en önemlisi ise Ortaçağ düşüncesine Platon felsefesinden intikal eden en yüksek veya en yüksekte olanın en üstte bulunanın ontolojik olarak en gerçek aksiyolojik olarak da en değerli varlık olduğu kabulüdür.
8- Ortaçağ felsefesi dini anlamlandırma ve temellendirme çabasında ana düşüncelerinde problemlerinde ve bu problemlere getirdiği çözümlerde hemen her zaman Yunan felsefesine bağlı kalmıştır. Bu felsefede yapılan iş daha çok Antik Yunan’ın düşünce dünyasını benimsemek ve Yunan felsefesinin temel kavramlarını işleyerek inancı temellendirmek olmuştur. Ama Ortaçağ felsefesi benimsediği ve kendisine göre biçimlendirdiği felsefeyi genellikle olmuş bitmiş yetkin bir sistem olarak görmüştür. Buna göre antik Yunan felsefesinin dinamik bir yapı sergilediği yerde Ortaçağ felsefesi mutlak hakikatleri bulmuş olduğuna inanan statik bir felsefedir.
9- Yine Ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır. Başka bir deyişle Ortaçağ felsefesi teosantrik ya da Tanrı merkezli bir felsefedir. Nitekim bu felsefenin temel konuları Tanrı ve Tanrı’nın varoluşu problemi iman ya da otorite ve akıl ilişkisi Tanrı-evren ilişkisi kötülük problemi ve tümeller problemiyle belirlenir. İlk bakışta Tanrı konusunun dışında kaldığı düşünülen temeller konusu bile tümellerin en azından XIV. yüz­yıla kadar Tanrı’nın zihninde bulundukları veya Tanrı yaratısı ebedi ve bağımsız gerçeklikler oldukları öne sürüldüğü için Tanrı konusuyla yakından ilişkili olmak durumundadır.
10- Ortaçağ felsefesinde felsefe inanca inançta vahye tabi olmak durumundadır. Bundan dolayı Ortaçağ kültüründe çok önemli bir rol oynayan din felsefe ve rasyonel bir hayat görüşü üzerinde de çok temelli bir etki yapmıştır. Örneğin Skolastik felsefede vahyin temel ya da en azından aklın vazgeçilmez bir yardımcısı olduğuna inanılmıştır. Skolastik dönemin filozofları akıl ile iman arasında bir ayırım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli bağımsızlık ya da özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte Ortaçağın dünya görüşünde bilimde ve felsefede bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir.
11- Yine Ortaçağ felsefesi söz konusu olduğunda belli bir gelenek ve vahye dayanan bir din çerçevesinde oluşan otoriteye duyulan saygı esastır. Bu dönemde felsefenin mahiyeti kapsamı ve sınırları dini çerçeve ve ruhani otorite tarafından belirlenir ve hiçbir şekilde değiştirilemez. Ortaçağ felsefesi otoriteye duyulan inancı temele aldığı için de doğal olarak eleştiriye ve şüpheciliğe kesinlikle kapalı olan bir felsefedir.
12- Ortaçağ felsefesi bütünüyle realist bir çizgi boyunca gelişmiştir. Yani Ortaçağ düşünürleri Skolastiğin gerileme döneminde çok etkili olan Ockhamlı William bir kıyıya bırakılacak olursa tümeller konusunda benimsedikleri realist tavırdan başka zihinden bağımsız bir gerçekliğin var olduğundan hiçbir zaman kuşku duymamışlardır. Başka bir deyişle Ortaçağ düşünürleri ontolojik realizm bağlamında gerçekliğin zihinden bağımsız olduğunu öne sürmüşlerdir. geulincxBununla birlikte Ortaçağ düşüncesinde zihinden bağımsız bu gerçeklik gerçekten ve mutlak olarak var olanın ezeli ebet ve değişmez Tanrı olması anlamında tinsel bir yapıdadır. Buna göre realizmi tamamlayan yaklaşım aynen Platon ve Plotinos’ta olduğu gibi spiritüalizmdir.
13- Ortaçağ felsefesi varlığın bilgi konusundan ya da ontolojinin epistemolojiden önce geldiği bir felsefedir. Buna göre Ortaçağ felsefesi özneden hareket eden bilimin gelişimine koşut olarak önce bilgi konusunu ele alan ve varlığı bilimin taleplerine göre sınıflayan ya da yorumlayan modern felse­fenin tersine önce zihinden bağımsız bir gerçekliğin varoluşunu teslim edip bu gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşılabileceği konusunu daha sonra ele alır.
14- Yine aynı ontolojik bağlamda Ortaçağ felsefesi özellikle varlığı bilinen maddi varlık alanı ve bilen özne madde ve zihin olarak ikiyi ayıran modern felsefenin düalizminin tersine baştan sona birci olan bir felsefedir. Bu hem ezeli-ebedi mutlak değişmez ve yetkin bir varlık olarak Tanrı’nın gelip geçici maddi varlık alanıyla kıyaslandığında biricik gerçek varlık olması; hem modern dönemde ikiye bölünen insanın her ne kadar madde-form beden-ruh analizine tabi tutulabilse de birlikli bütünlüklü ve ahenkli bir töz olması; ve hem de geliştirilen öğretiler bağlamında resmi görüşe uygun olmayan hiçbir öğretiye izin verilmemesi anlamında böyledir.
15- Ortaçağın fizik anlayışı varolan her şeyin nedeni ya da kaynağı olan aşkın bir gerçekliğe ilişkin araştırma varolanları varlık kaynağı olan Tanrı’yla ilişkisi içinde ele alma anlamında teoloji olarak fizikten meydana gelir. Ortaçağda gelişen fizik ayrı değişmez ve ezeli-ebedi bir varlığa ilişkin araştırmadır. İstisnasız tüm Ortaçağ filozofları sistemlerinde Tanrı’dan yola çıkar ve önce Tanrı’nın varoluşunu kanıtlayarak varlığı yaratan-yaratılmış olan ilişkisi çerçevesinde ele alır. Buna en iyi örnek ünlü “beş yol”uyla Aquinalı Aziz Thomas’tır. O Tanrı’nın varoluşunu beş ayrı kanıtla ispat ettikten sonra yaratıcı ve doğa­üstü bir Tanrı dışındaki varlıkları ya da yaratılanları Aristotelesçi bir kavramsal çerçeveyle açıklama çabası vermiştir. Aynı şey İslam dünyası filozofları için de geçerlidir şu farkla ki Farabi İbn Sina ve İbni Rüşd’de Aristotelesçi bir kavramsal çerçe­ve Plotinos’tan gelen bir südür ya da türüm öğretisiyle tamamlanmıştır. Ortaçağ düşüncesinin teoloji olarak fizik anlayışının temelinde ise varlığın ancak ve ancak varlı­ğın kaynağı olan yaratıcı Tanrı aracılığıyla açıklanabileceğini ve Tanrı’nın varlığının akıl yoluyla kavranabileceğini dile getiren iki kabul bulunur.
16- Ortaçağ felsefesindeki söz konusu teoloji olarak fizik anlayışı doğal olarak hemen her Ortaçağ düşünüründe bir örneğine rastladığımız değere dayalı bir varlık hiyerarşisine yol açmıştır. Böyle bir varlık hiyerarşisi varlıkları hiyerarşideki yerlerine göre sınıflar ve onlara varlık ve belli bir değer yükler.
17- Ortaçağ felsefesinin en belirleyici yönlerinden biri de hiç kuşku yok ki onun yöntemidir. Buna göre Ortaçağ düşünürleri Tanrı sözü olan kutsal kitaba dayanan imanı sistematik bir biçimde ifade etmek savun­mak ve geliştirmek için daha çok şerhe kutsal metinleri yorumlama metoduna ve mantıksal/dilsel analize yönelmişlerdir. Ortaçağ düşünürleri bu bağlamda öncelikle Yunanlıların bilimsel ve felsefi terminolojilerini kullanmışlar ve daha sonra da Yunan mantığını bir bütün olarak almışlardır. Şu halde Ortaçağ filozofları imanı sistemleştirme ve temellendirme çabalarında aklı ve mantığın tümdengelimsel tekniklerini kullanmışlardır.

Benzer Konular

15 Şubat 2011 / Misafir Soru-Cevap
29 Mayıs 2008 / Misafir Sanat
9 Haziran 2012 / buz perisi X-Sözlük
3 Mart 2013 / waMPireLa Soru-Cevap
13 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Felsefe