Arama

Art de Penser (Düşünme Sanatı)

Güncelleme: 20 Temmuz 2016 Gösterim: 3.595 Cevap: 0
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
20 Temmuz 2016       Mesaj #1
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  düşünme sanatı.jpg
Gösterim: 268
Boyut:  41.6 KB

Art de Penser

(Düşünme sanatı). Condillac'ın felsefi incelemesi: Parma prensi için Cours d'etudes ün (1775) bir bölümüdür. Condillac'a göre bu dünyada, duyumlar tüm bilgilerimizin ve tüm yetilerimizin kaynağıdır. Dikkatimiz fikirler üzerinde toplanırken, düşünme gücümüz de onları bir araya getirir ve böylece bilgilerimiz için geniş bir alan açılmış olur. Düşünmeyi kolaylaştıran şey, göstergelerin kullanımıdır, ama bu yeti de göstergeleri çoğaltır ve böylece sürekli olarak yem gelişmeler gösterebilir, insanlar arasındaki bütün ayrımlar, göstergelerden yararlanma becerisinden kaynaklanır. Condillac daha sonra yanılgılarımızın nedenini araştırır. Yanılgılarımızın nedeni, ona göre sözcükleri anlamlarını belirlemeden kullanma alışkanlığımızdadır. Bunu önlemenin yolu da çözümleme yapmak ve bilimsel dili yetkinleştırmektir.

Sponsorlu Bağlantılar
“Kendi düşüncelerimin acı çekmeme sebep olduğunu anlayabilmenin büyük bir idrak gücü olduğunu düşünüyorum.” diyor Brahma Kumaris’ten BK Jayanti….”Bilinçli olarak düşüncelerimin ve duygularımın niteliğini seçebilir; düşüncelerimi pozitiflikle ve güçle, duygularımı da herkese karşı sevgi ve iyilikseverlikle doldurabilirim.
” Nasıl mı?”


Bugünün dünyası bizim eserimizdir, bizim düşüncelerimizin yarattığı bir eserdir. Eğer biz bugünkü dünyadan yeterince hoşnut değilsek ve dünya daha iyi bir yer olabilirdi diye düşünüyorsak, ne yapmamız gerekir? Bu konu hakkında düşünmemiz gerekiyor. Düşüncelerimizi bu istediğimiz dünyayı yaratabilecek şekilde oluşturmalıyız. Eğer karmaşa dünyasından hoşnutsam, zihnimin karmaşa içerisinde olmasına izin veririm. Fakat huzurun ve mutluluğun hakim olduğu bir dünya istiyorsam, bu aradığım huzur ve mutluluğu, ilk olarak kendi zihnimde yaratmaya başlamam gerekir.
Düşüncelerimiz ne ise hayatımız, kaderimiz ve dünyamız da o şekilde olacaktır. Bu sadece ruhsal bir yaklaşım değildir, aynı zamanda Unesco’nun beyanlarında da aynı yaklaşım ifade edilmiştir. Unesco beyanlarında huzurun insanların zihninde başladığını ve huzurun korunmasının da orada oluşması gerektiğini açıklamıştır. Bu nedenle, huzur bizlerin yüreklerinde ve zihinlerinde başlar ve bu yolla bütün dünyaya huzur getirebiliriz.
Oysa olumsuz koşulların beni etkilemesine izin verirsem, zihnimin ve dünyanın da karmaşa içinde olmasına izin vermiş olurum. İçimde ne taşımak istediğimin seçimini yapmam mümkündür. Mesela içimde bir bahçe oluşturabilirim. Evet, her birimiz içinde çiçeklerin açtığı bir bahçe oluşturabiliriz. Eğer bu oluşturduğum bahçe ile ilgilenirsem ve bu bahçede güzel çiçekler gibi gelişen değerlere ve erdemlere sahip olursam, bahçenin efendisi olan ben bundan keyif alırım. Fakat aynı zamanda iletişim kurduğum herkes de bu çiçeklerin kokusundan haz duyacaktır. Ve böylece başkalarıyla içinde bulunduğum her durum mutluluğun, sevginin ve gerçeğin paylaşımı olacaktır.
Oysaki, günümüzün gerçeği bizlerin cok meşgul olmasıdır. Hayattan mutluluk almak ve bu mutluluğu başkalarıyla paylaşmak, bu sürekli içinde olduğumuz koşuşturma içerisinde unutulmaktadır. Ve bu koşuşturma sırasında bizler zihnimizin içerisindeki bahçe ile ilgilenmeyi unutuyoruz. Bahçemiz bakımsızlıktan balta girmemiş bir orman gibi yabanileşiyor. Balta girmemiş bir ormanda yürürseniz oradaki dikenler size batar. Aynı şekilde yaşam da biraz bu hale gelmiştir. İçimdeki bahçe ile ilgilenmediğim için hiç kimseye acı vermek istemesem de, hem kendime ve hem de başkalarına zarar vermeye devam ederim. İşte dünyamızdaki durum budur. Sabah uyandığımızda “Yine çekilmez bir gün daha!“ diye kendi kendimize söyleniriz. Yaşam bu şekilde güzelliğini yitirmiş, büyük bir ızdırap ve yük haline gelmiştir.

Bu akşam vermeye çalıştığım mesaj şudur: Eğer istersem zihnimdeki bu bahçeyi yeniden yaratabilirim. Bu bir seçimdir. İnsan zihni öylesine güçlü ve öylesine yaratıcıdır ki, kendi seçimlerimizi gerçekleştirebiliriz. Seçimlerimizi bir seçime sahip olduğumuzun ve bu seçimin sorumluluğunu kabul etme bilicinciyle, bilgelik içerisinde yaparsak herşeyi başarabiliriz.
Ben huzurlu bir dünyanın mümkün olduğuna gerçekten inanıyorum. Buna inanma nedenim ise huzurun oluşması hepimizin arzusu olmasıdır. Eğer insanların kalplerinde saf bir arzu var ise, bu saf arzunun gerçekleşmesi için gerekli olan gücü sadece bir kaç kişinin yaratmasının mümkün olduğunu düşünüyorum. İnsanlık tarihi bize bir kişinin bile fark yaratacağını anlatmaktadır. Gandhi hakkında o zamanki İngiliz hükümetinin “Bu küçük ve sadece peştemal giyen adam ne yapabilir ki?“diye düşündüğünü okumuştum. Bu küçük adam ne yapabilirdi ki? Oysaki sadece bir tek kişi, işte bu küçük adam güçlü düşüncesiyle İngiliz imparatorluğunu Hindistan’dan uzaklaştırabilmiştir.
Bu nedenle düşünceler gerçekten herşeyi oluşturuyor. Dolayısıyla kendi içime bakmalı ve ne türde düşüncelerim olduğunu görmeliyim. Düşüncelerim hakikata, sevgiye ve inancıma mı dayanıyor? Eğer “düşüncelerim böyle ise duygularım nasıl olacaktır?“ sorusunu kendimize sormalıyız. Başkaları ile olan iletişimimin niteliği nasıl olacaktır? Bizler yalnızca kendi düşüncelerimiz ve zihinlerimizde olan bitenlerin değil, aynı zamanda kendi duygularımızın da yaratıcısıyız. Oysaki bizler kendi içimize dönebileceğimizin ve böylece yaratmak istediğimiz düşünce türünü belirleyebileceğimizin idrakinde dahi değiliz. Kendi içimize dönebilir ve belirli türde duygular yaratabiliriz.
Bizlerse, çoğu zaman başka insanların bize iyi duygular vermesini bekleriz, sizin bana çiçek getirmenizi, beni mutlu etmenizi beklerim ve eğer benim bu düşüncelerimi yakalayamaz ve bana çiçek getirmezseniz mutsuz olurum. İlginçtir ki insanın doğası sorumluluğu başkalarının üstüne atmaya yatkındır. Oysaki bu sorumluluğu başkalarına atmamız özgürlüğümüzü kaybetmemiz anlamına gelir. Başkalarının bize mutluluk veya üzüntü vermesi, onların benim hayatımın efendisi olması anlamına gelmektedir. Özgürlüğün anahtarını kendimizin talep etmesi gerektiğinin idrakinde değiliz. Kendi zihnimin ve kendi duygularımın efendisi olabileceğimi anladığımda, özgürlüğümün de anahtarını talep etmiş olurum. Düşüncelerimin niteliği ne ise sözlerim, eylemlerim ve de hayatım da o nitelikte olacaktır.

Eğer olumsuz bir düşünceye sahipsem, bu düşünceler içimde bir acı ve ızdırap yaratacaktır. Bu duygumu anlayabildiğimde, yaşamda acı yerine mutluluğu elde etmek için bende büyük bir motivasyon oluşacaktır. Kendi düşüncelerimin acı çekmeme sebep olduğunu anlayabilmenin büyük bir idrak gücü olduğunu düşünüyorum. Böylece acı çekmeme sebep olan olumsuz düşünceleri ve duyguları istemediğime karar verebilirim. Çünkü sahip olmak istediğimiz şey aslında mutluluktur. Eger hakikate ve iyiliğe dayanan düşüncelere sahipsem mutluluğa da sahip olabilirim. Aynı zamanda bu mutluluğu başkaları ile de paylaşabilirim.

Düşünme sanatı, düşüncelerimin ve duygularımın nereden geldiğini anlamaktır. Kesin bir bilim olarak da tanımlanabilir. Bu bilim öylesine kesindir ki insan, zihninde neler olup bittiğini ve de düşüncelerinin nereden geldiğini anlayabilir. Çünkü duygularımız gibi düşüncelerimizin de dışarıdan geldiğini zannederiz. Dışarıda gördüğümüz ve işittiğimiz uyarıcıların zihnimizde düşünceler yarattığı doğrudur. Fakat şu da bir gerçektir ki, dört ayrı kişi aynı koşullarda olup biteni aynı şekilde gözlemleseler de, düşünceleri ve tepkileri oldukça farklı olabilir. Yine de insanların kişiliklerine göre neler düşünebileceklerini anlayabiliriz. Ve bu anlayışımız tamamen doğrudur; çünkü bulunduğumuz durum ne olursa olsun düşüncelerimiz kişiliğimizden ortaya çıkmaktadır. Şu anki kişiliğimiz de bügüne kadar yaşadığımız tecrübelerden oluşmuştur. Doğduğumuz, yaşadığımız ve eğitim aldığımız yerler, ailemiz, arkadaşlarımız ve işte bütün bu yaşadığımız tecrübeler bize şekil vermiş ve bugünkü kişiliğimizin oluşmasını sağlamıştır. Ve karşımıza dışarıdan hangi uyarıcı çıkarsa çıksın, düşüncelerimizin ortaya çıkmasında tetikleyici olan işte bu kişiliğimizdir. Kişiliklerimiz arasındaki farklar belli durumlar karşısında bazılarımızın bu durumun üstesinden gelinebileceğini düşünmelerine, bazılarımızın ise bu durumun imkansız olduğunu ve yapılabilecek birşey olmadığını düşünmelerine sebep olur. Hangi tür bir kişiliğe sahip olduğumuz sadece kader meselesi değildir. Çünkü bizler bir seçim yapabiliriz. Düşüncelerimin güçlü ve olumlu olduğu bir kişilik yaratabilirim. Çünkü düşüncelerimiz ile kişiliğimiz arasında çok önemli bir başka kavram vardır. O da benim anlama, bilgiyi alma ve kullanma kapasitemdir. İşte esasında düşünme sanatı bu anlayışımın niteliği ile belirlenmektedir. Bir tür anlayışa göre elle tutulabilir, ölçülebilen fiziksel şeyler en önemli olandır. Diğer tür anlayışa göre ise hayattaki en önemli şeylerin elle tutulamaz, görünemez şeyler olduğudur. Hakikat, huzur ve sevgi gibi. Bizler hayatın görünemez boyutuna baktığımızda işte hayatımızdaki gerçek değerlerin bunlar olduğunu anlarız. Bunu idrak ettiğimizde de zihnimizin durumu icin birşeyler yapmamız gerektiğini anlayabiliriz. Ve o zaman kendimize fiziksel olarak değil de ruhsal açıdan bakmaya başlarız. Bu iç yolculuğumuza devam ettigimizde ve kendimizi bir ruhsal varlık olarak algıladığımızda, içimizdeki gücü keşfedebilir ve bu güç sayesinde zihnimizin istediğimiz yörüngede kalmasını sağlayabiliriz.

Oysaki kendimizi fiziksel bir varlık olarak algıladığımızda zihnimizi kontrol edebilmenin ve disiplin altına almanın mümkün olabileceğini dahi bilemeyiz. Fakat kendi içimize döndüğümüzde ve kendimizi ruhsal bir varlık olarak algıladığımızda istediğimiz düşünceleri seçebiliriz. Ve bu anlayış bize kendi orjinal, ebedi kimliğimizin hakikat ve sevgi olduğunu gösterir. Aynı şekilde orjinal halimizin huzur olduğunun farkına varabiliriz. Bu nedenlerdendir ki huzurun, sevginin olduğu ve şiddetin olmadığı ortamlarda kendimizi rahat hissederiz.
Düşüncelerimizin bu orjinal kimliğimiz ile uyum içinde olmasını sağlayabiliriz. Bilinçli olarak düşüncelerimin ve duygularımın niteliğini seçebilir; düşüncelerimi pozitiflikle ve güçle, duygularımı da herkese karşı sevgi ve iyilikseverlikle doldurabilirim. Böylece kişiliğimde oluşan dış katmanları değiştirebilir ve kendi orjinal kişiliğim olan kutsallığa ve güzelliğe geri dönebilirim. Huzur kesinlikle çok yakındır. Bunu düşünebilir ve oluşturabiliriz. Bütün yapmamız gereken düşüncelerimizi bunun üzerine odaklamamızdır. Ve son olarak, şu mesajı vermek istiyorum. Zihnimizde ve kalplerimizde huzurun yaratıcısı bizleriz, aynı şekilde dünyada da huzurun yaratıcısı bizleriz. Sizler ile burada yaratacağımız huzurun bu duvarları aşarak sadece şehre değil, bütün dünyaya ulaşmasını deneyimlemek istiyorum. Ve sizleri bu huzuru yaratmak için birkaç dakikalık sessizliğe davet ediyorum.

Mutluluk nedir? Doğru insan olmak, hayatı doğru yaşamak diye bir şey var mıdır? Bunun için felsefe ve mutluluğun arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmak iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Düşünme sanatı olan ‘felsefenin’ etimolojik olarak kökeni, Eski Yunanca’da ‘bilgelik arayışı ve bilgiyi sevmek’ anlamına gelen ‘philosophia’ sözcüğüne dayanır. ‘Phile’ sevgi, ‘Sophia’ bilgi, bilmek demektir. Filozof ise ‘bilgelik’ mertebesine erişmiş kişi olarak, insan yaşamında fark yaratan özgün düşünceleri ve söylemleri olan ve ürettiği yeni bilgiler için tanımlar koyan kişidir.

İnsanı, evreni ve değerleri anlamaya çalışan filozofların belki de en çok kafa yorduğu konulardan birisi insan ve onun mutluluğu elde etme uğraşıdır.

Her insan kendi gemisinin kaptanı olarak, sahip olduğu felsefenin pusulasıyla bulduğu yolda bir çeşit hikmet sahibi midir? Hayatı yaşarken ve mutluluğu ararken ‘kendi pusulam en büyük yol gösterenimdir’ diyebilmek özgürlük müdür? Yaşayarak öğrenmek ve deneyimlerden akılcı yol haritaları çıkarmak insana yakışan bir tavırdır. Ancak mutluluğu aradığımız bu uzun süreçte, yolumuzu kaybettiğimiz zamanlar da olur. Işıkların söndüğü ve karanlıkta kaldığımız bu zamanlarda insanlık tarihine yön veren filozofların ayak izlerini takip etmek çoğu zaman iyi gelir. Mutluluğu elde etmenin kanıtlanmış bir formülü yoktur, ancak hepimizin bununla ilgili hisleri, öngörüleri ve belki zamanla oluşturduğu reçeteleri vardır. Peki, insanlık tarihini derinden etkileyen ve bilgelik mertebesine ulaşmış olan filozofların bu konudaki düşünceleri nelerdir ?
Yunanlı Socrates‘e (M.Ö 469- 399) ‘Nerelisin?’ diye sorulduğu zaman ‘Dünyalıyım’ der. Hayata karşı onu anlayacak kadar mesafeli ama sırrına erecek kadar ustasıdır. ‘Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız.’ der. Önemli olanın aurasına ya da mutlak olanın aldatıcı cazibesine kapılarak, güç sahibi insanların mutlaka haklı olduğu varsayımının sorgulanması gerektiğini savunur. Mantıklı düşünmeyi bilen sürüden ayrılmaya ve özgür olmaya cesaret edendir. Uygitsinci olmayan, inandıkları uğruna başkaldıran kişi özgüven sahibidir. Socrates döneminin erk sahibi devlet adamlarına ve aristokratlarına neden hayatı bu şekilde yaşadıklarını sormuş ve tatmin edici hiçbir yanıt alamamıştır. Ona göre herkes düşünme sorumluluğuna sahiptir. Felsefe hayatın içindedir. Çıplak ayak gezen, alçakgönüllü, filozof Socrates, gençleri düşünmeye sevk ettiği için yargılandığı mahkemede ölüme mahkum edilmiştir. Zehir içirilerek öldürülen filozof fikirleriyle dünyayı etkilemiştir. ‘Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez‘ derken erdemli bir yaşam sürmenin ve mutlu olmanın ipuçlarını vermiştir. Helenistik felsefenin önemli düşünürlerinden olan Epikür (MÖ 341-270) felsefesinin temel amacı mutluluğa ulaşmaktır. Epiküryen felsefesi kimilerince sadece hayattan zevk almak şeklinde yanlış yorumlanmaktadır. Onun felsefesinin temelinde, hayattan zevk alma isteğinin bir suç unsuru olarak görülmemesi gerektiği görüşü vardır. Hayattan zevk alma isteği onu en iyi şekilde yaşamak sorumluğunu beraberinde getirir. Basit bir hayat süren Epikür’e göre ‘Parayla satın alınan değerler mutluluk getirmez. Genelde istediklerimiz ihtiyaç duyduklarımız değildir. Mutluluğun sırrı basittir. Gerçek arkadaşlık en önemli mutluluk kaynağıdır. Ne yediğin içtiğin değil, bunu kiminle yaptığın önemlidir. Özgürlük olmak ve kendi kendine yetecek kadar ekonomik güce sahip olmak değerlidir. Bir de hayatı analiz etmek gerekir. Böylece endişe ve üzüntü kaynağı anlaşılabilir.’ 2000 yıl önce yaşayan Epikür bugün hayatta olsaydı, bize sürekli hayatımızda nelerin eksik olduğunu hatırlatan ve mutlu olmak için alışverişe sevk eden reklamlar için ne derdi acaba? Muhtemelen, araba satarken özgürlük kavramını pazarlayan sloganlara güler, ‘Mühür balmumunda nasıl iz bırakırsa, eşya da insanda öyle iz bırakır‘ derdi.

Fransız filozof ve yazar Montaigne (1533-1592) kişinin mutsuz olmasının üç nedeni – cinsel yetersizlik, sosyal normlara göre yaşamak konusunda yetersizlik ve entelektüel olarak aşağılık kompleksi duymak- olduğuna karar vermiştir. Bilgi yerine bilgeliğin ödüllendirilmesini gerektiğini düşünen Montaigne 38 yaşında yaşadığı şaşalı hayattan uzaklaşıp, diğer filozofların değinmediği yönüyle hayatı anlatan denemeler yazmıştır. Samimi bir dille etrafımızı saran rol modellerin baskısından bahsetmiş, kendi hayatını sıradanlaştırarak ayağı yere basan örnekler vermiştir. ‘Bilgelik akıldan üstündür, bunun için okullar bitirmek, zengin olmak şart değil’ der. Büyük düşünür Friedrich Nietzsche’ye göre mutluluk acı ve zorluk çekilerek elde edilebilir. Bu uğurda bozguna uğramak iyidir. Değerli olana ulaşmak için çok çaba göstermek gerekir. 24 yaşında profesör olan, 35 yaşında emekli edilen Nietsche’nin hayatı sıkıntılarla geçmiştir. Hayattayken yazdığı kitapların çoğu okunmayan, sağlığını yitiren, kariyeri gibi aşk hayatında da mutluluğu yakalayamayan Nietsche kendini felsefeye vermiştir. ‘Olduğumuz ve olmak istediğimiz arasındaki uçurumdan ötürü acı ve zorluk çekiyoruz‘ diyen filozofa göre mutluluğu elde etmek için başarısızlığı nasıl karşıladığımız ve bununla ne yaptığımız önemlidir. Başka bir deyişle, ‘Öldürmeyen darbe yüceltir‘ der.

Büyük Türk filozofu ve tasavvuf edebiyatı şairi olan Yunus Emre (1240-1321) ‘Nereden geldik?’, ‘Nereye gidiyoruz?’ sorularının yanıtın ararken, mutluluğa giden yolda varlık sorununu ve insanın çözümlenmesini vurgular. Yunus insan sevgisini ilahi sevgiyle bağdaştırır. ‘Yaradılanı hoş gör, Yaradandan ötürü’ diyen Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak ederler. Öte yandan, ona göre insan bir yanıyla tanrısal bir yanıyla maddeseldir. Var olma nedenini tanrıdan alan insan tanrı katında mutludur. Öz-beden çekişmesi yaşayan insanın özü bedensel tutkuları aşarak tanrı katındaki mutluluğa erişmek ister.

Socrates, Epikür, Nietsche, Montaigne, Yunus Emre gibi büyük düşünürler bilgelikleriyle iz bıraktılar. Yaşanmışlıkları, düşünceleri ve eserleriyle aydınlanmamıza büyük katkı sağladılar. Onlara her zaman şükran duyduk, seslerini dinledik, düşüncelerini hissettik. Ancak iç pusulamız her daim ağır bastı. Hangi yolda, nasıl ilerleyeceğimizi bilgi ve deneyimi nasıl özümseyip algıladığımız belirledi. Düşünme sanatı olan felsefenin hayattaki en güzel izdüşümü, mutlu ve erdemli olma çabasının odak noktası olduğu bir yaşama sanatıdır. ‘Hayat bir mucizedir, ömür ise bu mucizeye bir süreliğine dokunan bir armağan.’ Bunun değerini bilmek ve mutlu olmak ise sadece bizim elimizdedir.

Kaynak: MsXLabs.org & Büyük Larousse & Derleme...

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
🌘 🚀

Benzer Konular

1 Ocak 2015 / ThinkerBeLL Sanat
15 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Sanat
25 Mart 2007 / Misafir Sanat
3 Şubat 2011 / ThinkerBeLL Sanat