Arama

Feminizm

Güncelleme: 13 Temmuz 2011 Gösterim: 9.336 Cevap: 7
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
9 Eylül 2006       Mesaj #1
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
"Kadın hakları" 60'lı yıllardan sonra sıkça duymaya başladığımız bir kavram olmaya başlamıştır. Bu kavramın içeriğinin doldurulmasında ise feminist hareket etkili olmuştur. Feminist hareket çerçevesinde kadın sorununu sadece kadın-erkek eşitsizliği açısından ele almak tek boyutlu bir çözümleme olacaktır.

Sponsorlu Bağlantılar
Zira kadın sorunu ekonomik, politik, ideolojik psikolojik yönlerin iç içe geçtiği karmaşık bir olgudur. Bu çalışmada feminist politikaların belirlenmesinde etkin olan düşünce akımları boyutundan kadın haklarının kültürel olarak geçirdiği süreç ortaya konulmaya çalışılacaktır. Feminizmi genel olarak kadın=erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlamak mümkündür. Batıda Fransız devrimi ile birlikte kadınların seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakkı kadın özgürlüğü kavramı çerçevesinde savunulmuştur. Çeşitli eylem ve reformlar sonucunda kadınlar açısından bazı haklar elde edilmiştir. Feministler bu hakları elde ettikten sonra özgürlüklerinin yalnız bu haklarla sınırlı olmadığını, asıl sorunun erkeğin kültürel egemenliği olduğunu savunarak mücadelelerine devam etmektedirler. Feminist hareket tarihsel açıdan I. Dünya Savaşı öncesi ve 1968 sonrasında.olmak üzere iki döneme ayrılmaktadır. Bu hareket ile bir çok kadın bir araya gelmiş "daha önemlisi kadın-erkek eşitsizliğine karşı bir şeyler yapılması gerektiğini, bu konuda ilgisiz birçok kadına fark ettirmişlerdir.

Feminizm 1968 sonrasında daha geniş bir tabana yayılma eğilimi göstermiştir. Günümüzde feminizm bazı vurgu farklılıklarıyla değişik ülkelerdeki çeşitli kadın gruplarınca benimsenmektedir. Batıda kadın haklan teorik olarak çeşitli düşünce akımlarının etkisinde tartışılıp gelişirken, Türk toplumunda kadın hakları, sadece kültürel nedenlerle değil, Tanzimat'tan günümüze kadar ülkenin kalkınması açısından ekonomik bir temele de dayanarak, kadına işletmenin kâr maksimasyonu açısından hesaba katılması gereken bir araç; toplumbilimsel deyişle cinsiyet rolünün gereklerine uygun olarak hesaba alınan birimler olarak bakılması ile gündeme gelmiştir. Temelde ataerkil toplumsal düzenini eleştiren feminist görüşü bir bütün olarak çözümlemeye imkân tanıyan bir teoriyi geliştirilemediğinden, feminist düşünürler, liberalizm, marksizm, psikanaliz, varoluşçuluk, radikalizm gibi düşünce akımlarının etkisinde kalarak oluşturdukları teoriler ile kadın haklarına alternatif çözüm arayışlarını sürdürmektedir. Bu feminist teoriler, kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içinde değersizleştirildiklerini varsaymakta ve bunun nedenini sorgulamaktadır.

LİBERAL FEMİNİZM
Kadın hakları konusunda mücadelenin mihenk taşı olan liberal anlayış kadının özel alan ile sınırlı kalmasına karşı çıkarak, birey olarak kendini geliştirecek potansiyele sahip olması gerektiğini savunmaktadır. Kadın doğumda cinsiyetini belirleyemediğine göre, hayatı boyunca bulunacağı konu- mu belirleyebilmelidir. Fransız ihtilalinden sonra aydınlanmacılık ve akılcılık çağı olarak adlandırılan dönemde savunulan insanların vazgeçilmez, doğal olarak kabul ettikleri haklara hükümetler müdahale edemez ilkesinden hareket eden liberal feminist görüş, erkeklerin bir vatandaş olarak sahip oldukları doğal haklara, kadınların da sahip olabilecekleri konusundaki ümitleri boşa çıkarmıştır. Kadının, kocasının himayesinde aileye ait olduğu fıkrî tüm liberal erkek kuramcıların ortak düşüncesidir. 17. ve 18. yüzyıllar boyunca -öncesinde ve sonrasında- kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu varsayımı neredeyse evrenselleşmiştir. 18. yüzyılın ortasından itibaren ve özellikle 19. yüzyılın başında tarihsel dönüşümler, özellikle de sanayi devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekânını birbirinden ayırmıştır. "Makineleşmiş fabrikalar ve ev ekonomisinin çöküşü ile birlikte işin kamusal dünyası evin özel dünyasından daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden ayrılmıştır. Bu gibi eğilimler, akılcılığı kamusal alanla, akıl dışılığı ve ahlâkı özel alanla ve kadınla özdeşleştiren aydınlanma düşüncesini desteklemiştir"2. Liberal feminist kuram kadınlara siyasal temsil hakkı verilmesini, vergi mükellefı olmalarını ve evli kadınların ölü vatandaş olmalarını eleştirmektedir. Zira o dönemde kadın eğer evliyse kanunlar önünde vatandaşlığı sona ermiş gibi gösterilmekteydi. Erkek, kadının mülkü üzerindeki tüm haklarını almaktaydı. Evlilik anlaşmasında kadın kocasına karşı itaatkâr olmaya zorlanmaktaydı. Liberal feminist teorinin klasik savunucusu olarak Mary Wollstonecraf kabul edilmektedir. "Vindication of the Rights of Women" isimli kitabında "kadınların da erkekler kadar Tanrı'nın yarattığı varlıklar olduğu, daha ciddi bir biçimde eğitilmeleri ahlâksal ve zihinsel yeteneklerini geliştirmelerine izin verilmesi gerektiği"3 tezini savunmaktadır. Ayrıca bu kitapta, esas olarak, burjuva erkeğiyle eşitliği-eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında eşitliği savunulmaktadır. Aynı zamanda da "kadınsılık" kavramının eleştirisi yapılmaktadır. "Wollstonecraf bir akılcı ve Stoacı olarak, eleştirel düşünmenin bireyi sadece fıziksel varlığını akılsızca yinelemekten özgürleştireceğine ve uygun bir eğitimin kadının erkeğe hizmet etme rolüne boyun eğmesini engelleyeceğine inanmaktadır".

Frances Wright, Sarrah Grimke gibi feminist yazarlar da eleştirel düşünmenin yararına inanmışlardır. "Wright bir tanrıtanımaz olarak dini, kadınların bağımsızlığını sürdürülmesini engelleyen en önemli güçlerden biri olarak görmüştür. Ve kadınların "aklını esaret altında" tutmakta başarılı olan "aç gözlü ruhban" kurumuna karşı kin besler". Grimke ise; kadınlara uygulan~n baskıyı meşrulaştırmak için kullanılan kutsal kitaptaki temel bölümlerle ilgili yaptığı metin analizlerine dayanarâk dini eleştirmektedir. Ona göre "kadınlar yüzyılların kemikleşmiş görüşlerinin, geleneklerinin ağırlığı ile çarpışmak için kendi hakikatlerini dillendirmek ve meşrulaştırmak zorunda olduklarını" belirtmektedir. Grimke, kadınların özel alana ait oldukları ve kamusal sorunlarla ilgili akılcı düşünmelerinin uygunsuz olduğu fıkrine karşı çıkmaktadır, fakat yine de Grimke Viktoryan değerlerden dolayı kadınların yönetimde yer almaları fikrinden ürkmektedir. 1966'da kurulan National Organization for Women (NOW) (Ulusal Kadın Örgütü) amaç maddesinde, kadınların öncelikle, toplumda erkekler ile eşit haklara sahip olduğu ve insanî potansiyellerini tam anlamı ile geliştirme şansına sahip olmalarının şart olduğu önermesine sadık kalınmıştır. Kadınların bu tür bir eşitliğe ancak siyasî, ekonomik ve toplumsal hayatta karar verici rol alarak, toplumdaki diğer insanlarla sorumlulukları paylaşarak ulaşabileceklerine inanılmaktadır. Sonuçta aydınlanmacı Feminist teoride bazı temel problemler bulunmaktadır. Bunların birincisi; liberal çözümlemenin özel alanı dokunmadan bırakmış olmasıdır. Kadınların, erkeklere bağımlılıklarına, ataerkil ya da erkeğe hizmet eden eğitim sistemine ve toplumsal kurumlara karşı bir sınıf olarak niteleyen birçok liberal feminist, radikal feminist duruşa doğru kaymıştır. Liberal feministler tarafından sonuçsuz bırakılan bir soru da kadın ve erkek arasında ruhsal ve ahlâkî yetenekler açısından gerçekten farkın olup olmadığıdır. Bazı liberaller genel olarak var olan farkların küçük olduğunu ve içinde bulunulan koşullar sonucu oluştuğunu savunmaktadırlar.

Liberal feministler, "yalnızca sınıf farklılıklarını değil, daha uzlaşmaz olabilen cinsiyet farklılıklarını da görmezden gelmek istiyorlardı"5. Diğer bazı feministler ise kadınların erkeklerden farklı olduğunu savunmuşlardır. Kadınların erkeklerden farklı olduğunu, kültürel feminizmi savunan kuramcılar vurgulamaktadırlar. Kültürel Feminizm kuramını savunanlar liberal feminizmin eleştirel düşünme ve kendini geliştirmenin önemini kabul etmeye devam ederlerken, hayatın akıldışı, sezgisel ve genellikle kolektif yönü üzerinde durmaktadırlar. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin farklılıkları üzerinde dururlar. Kültürel feminist kuramcılara göre, aile ilişkilerine - ilişkin konular eril bakış açısından düzenlenmiştir. Kadının erkek himayesinde insanca gelişmesi engellenmiştir. Bu duruma son vermek için ev hayatında radikal değişiklikler gerekmektedir. Ataerkil bakış açısının baskıcı, yıkıcı ve savaşçı değerleri yerine kadınların olumlu bakış açılan bir kez daha yönetimin kamusal gücüne ve dine katılmalıdır. Babaların ev hayatına katılımı ile özel alanın zenginleşeceğini ve kamusal alanın annelerin varlığı ile yükseleceğini öne sürerler. Kültürel feministler toplumsal cinsiyet kimliğinin oluşumunun biyolojik farklılıklardan ziyade toplumsal inşâ sorunundan kaynaklandığına inanmak- tadırlar. Kimlikler ve kültür üzerine temellenen, değişime açık olan bu görüş, J. Donovan tarafından değişmesi mümkün olmayan biyoloji olgusuna dayanan ideolojiye göre daha az güvenilir olarak görülmektedir.

MARKSİST FEMİNİZM
Feminist teorinin gelişmesinde Marks ve Engels 'in görüşlerinin büyük önemi vardır. Özellikle kadınların bilinçlerinin yükseltilmesinde Marksist tarihsel materyalist görüşlerin etkisi kuşku götürmemektedir. Bu görüş kültür ve toplumun köklerinin maddî ve ekonomik koşullarda yattığını savunan maddeci determinizm düşüncesine dayanmaktadır. Engels ise, Marks 'ın görüşünü şöyle temellendirmektedir: Tarihsel gelişim sürecinde ilkel toplumlarda kadın ve erkeğin iş bölümü vardır, fakat cinsiyet uzlaşmazlığının bulunmadığını savunmaktadır. İlkel toplumda ev içindeki üretim araçları kadınların ev dışındakiler de erkeklerin denetimin- deydi. Daha sonra Engels, üretimin ev dışında yoğunlaştığını söyler (Büyük- baş hayvancılık, maden işletmeciliği, dokumacılık v.s. gelişmesi). Erkeklerin alânındaki emek üretkenliğinde görülen bu servet olarak edinilebilecek bir fazlanın yaratılmasına yol açtı, bu da erkeğin kadın üzerinde yeni bir ekonomik güç elde etmesini sağladı. Elde edilen ekonomik güç erkeklerin kadınlara karşı analık hukuku yerine babalık hukukunu (mirasın babadan devralınması, babalık hakkı v.s.) geçirmelerini sağlamıştır. Artı-değerin, erkeğin üretim alanında olması onun servet sahibi aynı zamanda mülkün sahibi olmasının koşulunu doğurmuştur. August Bebel bunu şöyle yorumlamaktadır: "Kişisel mülkiyetin kurulmasıyla, kadının erkeğe bağlı olması kesinlik kazanmıştır. Bu bağlılık sonucu kadın aşağı bir yaratık olarak görülmüş ve küçümsenmiştir. Anaerkil, komünizmi ve herkesin eşitliğini meydana getirmişti. Babaerkil kişisel mülkiyeti, mirası, kadının bağlılığını ve tutsaklığını meydana getirdi"6. Engels kapitalist düzende kadınların özel alanda ev işleriyle sınırlı tutuldukları ve üretici çalışmadan dışlandıkları sürece toplumsal bağlamda erkeklerle eşit olmalarının mümkün olmadığını söylemektedir. Ona göre: "Kadınların kurtuluşu ancak kadınlar üretime, geniş toplumsal ölçekte katıldıkları ve ev içindeki görevleri yalnızca iyice önemsiz hâle geldiği zaman mümkün olur. Ve bu da ancak, yalnızca kadınların üretime geniş çapta katılmalarına izin vermekle kalmayıp bunu kesinlikle gerektiren ve ayrıca özel ev işlerini de daha kamusal bir sanayiye dönüştürmeye çabalayan modern geniş çaplı sanayiinin bir sonucu olarak mümkün hale gelmiştir"~. Engels 'in kadınların gelecekteki kurtuluşuna ilişkin tasarımı; toplumsal olarak örgütlenmiş üre- timde ekonomik kurtuluşa kavuşma ev işiyle sınırlı olmaktan kurtuluş ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığından da kurtuluş olarak özetlenebilir.

Marksist Feminist anlayışta, ataerkil toplumsal sistemdeki aileye karşı alternatif bir aile tarzı sunulmaktadır. Alternatif aile anlayışında "ataerkil ailenin yerine iş ortaklaşmasının getirilmesi hiç kuşkusuz devrimci kafa eğitimi sorununun temelidir"8. Marks 'a göre, toplumsal devrimin başlıca görevlerin- den biri ailenin ortadan kaldırılmasıdır. Toplumcu ortaklaşmacılığın kan ortaklığına değil, iktisadî işlev ortaklığına göre oluşması gerekmektedir. Marksist görüşten etkilenen feminist kuramcılar, Marks'ın kapitalist üre- tim sürecinde insanın emeğinden yabancılaşması öğretisini, asıl kadınların ev işlerinde yaşadığını iddia etmektedirler. Dalla Costa gibi yazarlar gerçek ev işinin soyutlayıcı olduğu, önemsiz ve tekrar edici olduğundan dolayı yabancılaştırıcı olduğunu iddia etmişlerdir. Heidi Hartman ise, kadınların emek gücünün erkeklerin denetiminde olmasını ataerkinin dayandığı maddî temel olarak görür. Maddî temeli kadın emeğinin denetimine dayanan cinsel iş bölümü kendi ideolojisini de yaratmaktadır. Marksist feministler toplumsal iş bölümünü değiştirmek için bilinçlenmenin şart olduğunu savunmaktadırlar. Onlara göre: "Maddî varlık bilinci belirleyebilir, fakat varlık koşullarının devrimci dönüşümü sınıf bilinci düzeyinin yükseltilmesine bağlı olacaktır"9. Feminist teori Marksist teoriden etkilenmekle birlikte ideolojik yapısının temelini maddî koşullar yerine cinsiyet ayrımı oluşturmaktadır. Emek marksizm için neyse, cinsellikte feminizm için odur. Marksist teorinin diyalektik materyalizm yöntemini, feminist teori bilinç yükseltme olarak yorumlar. Zira çağdaş feminist teorinin başat varsayımı bilinç yükseltmenin kendisinin devrimci bir praksis olduğudur. Devrimci praksis kavramı bir takım alternatif düzenlemeler geliştirilmesi anlamına da gelmektedir. Bu da beceri gerektirmeyen, monoton işlerden kaçınarak, üretime dayalı insanın kendini geliştirecek işlere yönelerek pratik içinde yeniden örgütlenme biçimleri yaratmaya dayanmasıdır.

FEMlNİZM VE VAROLUŞÇULUK
Feminist kuramlar içinde kadının kişi olarak kendi benliğini oluşturması gerektiği görüşü varoluşçuluk felsefesinden türetilmektedir. Bu konuda en önemli çalışmaları Simone de Beauvoir "ikinci cins" isimli kitabı ile yapmıştır. Yazar bu kitabında görüşlerini şöyle açıklamaktadır: "Erkeğin, kendisini çocukluktan itibaren hissettiren avantajı, bir insan uğraşının hiçbir şekilde bir erkek olarak yazgısına ters düşmemesidir... Buna karşılık kadından, kadınlığını gerçekleştirebilmesi için kendisini nesne ve kurban haline getirmesi istenir: bu da, egemen özne olma iddialarını bir yana bırakmak zorunda kalması demektir. Özgürleşmiş kadının durumuna özellikle damgasını vuran, işte bu çelişkidir. Eksik olmayı kabul etmediği için kendisini kadın rolüyle sınırlandırmak istemez; öte yandan kendi cinselliğini yadsımak da eksik olmak anlamına gelir. Erkek, cinselliği olan bir insandır: kadında ancak cinselliği olan bir insan olduğu zaman erkek ile eşit bir birey olur. Kadınlığını yadsıması insanlığının bir bölümünü yadsıması demektir"~°. Varoluşçu felsefeye göre insan doğayı aşabildiği ölçüde insandır. İnsan olmak sadece yaşamak değil, yaşama değer katacak projeler üretmek, yeni araçlar icat etmek, geleceği biçimlendirmektir. Var olan koşullara boyun eğen, insanlıktan uzak yaşama koşullarını da benimsemiş olmaktadır. Kısacası insan yaşadığı sürece varlığının anlamını sorgulamak zorundadır. Beauvoir'e göre "Ataerkil toplum düzeninde kadın, ensoi ya da öteki rolüne mahkûm edilirken, erkek poursoi'nin aşkın ayrıcalıklarının tadını çıkarıyordu. Tasan aracılığıyla doğaya ve kadına egemen oldu". Bu bağlamda kadınların var olan toplumsal düzende öteki olarak yaşamayı kabul edip içselleştirirlerse şizofreniye ve ümitsizliğe kapılacağını söylemektedir. Bu aynı zamanda nesne olmayı da kabul etmek anlamına gelmektedir. Yazar diğer feminist yazarlar gibi kadınların kendilerini geliştirebilmek için akılcı özelliklerini ve eleştirel yetilerini güçlendirmelerini önermektedir. Kadınlar nesne olmayı ret ederlerse onları nesne olarak görenleri, onları özne olarak görmeye zorlayacaklarını söylemektedir. Adrienne Rich ise, kadınların, onlara ideolojik olarak boyun eğdiren sahtelikleri kırabilmeleri için, kendi haklarında doğruyu söylemeyi öğrenmelerinin zorunlu olduğuna dikkat çeker.

Feministlerin de kendi doğrularının değerlendirileceği karşı bir gelenek yaratmaları gerekmektedir, çünkü "gerçekliğin toplumsal inşâsı" ortak bir çaba gerektirmektedir. Kişinin gerçekliği ve doğrularının değer görmesi, toplumsal hayatta başkaları ile etkileşimi sayesinde olmaktadır. Böylece ataerkil kültüre karşı alternatif bir tanıklık ile onu tanımlamak ancak, ona karşı alternatif bir "öteki" kültür oluşturabilecek- tir. Alternatif "öteki" kültürün oluşumu için ise radikal feminist kuramcılar farklı çözüm yollan üretmektedirler.

RADİKAL FEMİNİZM
Radikal feminizm kadınların sömürülmesi ve baskı altında tutulmasının temel nedenini, kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıkta gören bir kuramdır. Radikal feminist kuramcılar arasında kadının şimdiki durumu konusunda farklı anlayışlar hakimdir. Radikal feministler arasında geniş ölçüde kuramsal düşünceler oluşturmuş olanlar; Kate Millett ile Shulamith Firestone'dur. Radikal feministler kadının baskı altında olması ve kadın erkek arasındaki çelişkinin temelde aile kurumundan türediğini savunmaktadırlar. Kate Millett 'e göre "aile gençleri ataerkil ideolojinin rol, mizaç ve statü kategorilerince öngörülen tutumlar içinde"ız toplumsallaştırmaktadır. Aile, ataerkil düzen içinde kadınları erkeklere hizmet etmeye ve bu hizmet etme rolünü kabul etmeye şartlandıran erkek egemen ideolojisinin, yeniden üretilmesini sağlayan kurum olarak görülmektedir. Bu nedenle aile kurumunu radikal feministler ret etmektedirler. Shulamith Firestone ise kadınların baskı altında tutulmalarının temelinde biyolojik cinsiyet farklılıklarının yattığını söylemektedir. Kadınlar doğum ve annelik rolleri ile sınırlanmaktadırlar. Firestone buna çözüm olarak teknolojiyi, kadınların biyolojik kaderlerinden kurtulmak için kullanmak gerektiğini düşünmektedir. "İnsan türünün, her iki cinsin yaran için yalnız bir cins tarafından üretilmesinin yerini (hiç değilse bir seçme olarak) yapay üreme alacaktır. Çocuklar her iki cinse de eşit olarak doğrulabileceklerdir. Ya da ikisine de bağlı olmaksızın doğabileceklerdir"ı3. Böylece çocuk bakımı topluluğun üyeleri tarafından kolektif bir şekilde üstlenilecektir. Erkekler ve kadın- lar cinsiyete dayalı rol sorumluluklarıyla tanımlanmış olarak belirlenmeyerek yeni bir kültür oluşturulmaya çalışılacaktır. Mary Daly "Gyn/Ecology"` isimli çalışmasında ataerkilliğin dışında bir dünya keşfedilmesi için kullanılan dilin radikal biçimde yıkılması ya da yapısının çözülmesini önermektedir. Ayrıca kadınların lezbiyen olmalarını ve kendilerini baskıdan tamamen özgürleştirebilmek için erkeklerden tamamen ayrı yaşamaları gerektiğini vurgulamaktadır. Radikal kuramcılar teknolojiye bağlı üreme gibi doğaya aykırı önerilerden dolayı eleştirilmektedirler.

PSİKANALİZM VE FEMİNİZM
Psikanaliz kadın erkek ayrımını psikolojik olarak açıklamaya çalışmaktadır. Freud 'un kadın ve erkeğin aile içinde rollerini belirlemek amacıyla yap- tığı deneysel çalışması daha da önemlisi çocuğun yetişme sürecinde geçirdiği cinsel kimlik sürecini betimlemesi, çağdaş feminist teoı~inin en önemli temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Freud kadın hakları hareketinin düzeltmeyi amaçladığı durumları yalnızca teşhis etmektedir. Freud 'a göre, Oidipal dönemde "cinsel arzuları uyanan çocukta annesine yoğun bir cinsel istek ve bağlılık gelişir. Onun bu isteği babasını kendisinin karşıtı rakibi olarak görmesine yol açar... Babasını rakibi olarak görmesi aynı zamanda onda iğdiş (hadım) edilme korkusunu da geliştirir"ı4. İğdiş edilme korkusu erkek çocukta annesiyle cinsel bağ kurma arzusundan baskın çık- maktadır. "Bu durum erkek çocuğun babasıyla güçlü bir biçimde özdeşleşerek babayı ve böylelikle de diğer erkeklerle de ilişki olarak fallik (erkek cinsel organı) gücü ve iktidarı annelik bağına tercih etmesiyle gerçekleşir". Kısacası bu devre çocuğun karşıt cinsteki ebeveyne yönelik cinsel fanteziler ve bunların bastırılmaya uğramalarıdır. Bu Viktoryan burjuva evlerinde cinselliğin derin bir şekilde bastırılmasının bir parçası olarak açıklanmaktadır. "Penise, çocuğun cinselliğinin simgesi ve gelecekteki gücün kaynağı ya da kız çocukların durumunda ise güç yoksulluğu olarak da önem vermektedirler. Freud'a göre de, erkek üreme organı biyolojik bakımdan da kadın üreme organından üstündür. Feministler Freud 'un görüşlerinin, libidonun eril olması gibi ön kabullerinin erkek yanlısı olduğuna inanmaktadırlar. Karen Horney, Freud 'un görüşlerini "eril özseverlik" olarak nitelemekte ve onun görüşlerini eleştirmektedir: "Psikanaliz, erkek bir dahinin yaratısıdır ve onun düşüncelerini geliştiren hemen hemen herkes erkektir. Bu nedenle "kadın psikolojisi" şimdiye kadar sadece erkek bakış açısından ele alındı ve kadınların psikolojisi aslında erkeklerin arzu ve düş kırıklıklarının bir tortusunu oluşturur. Horney, asıl ihtiyacımızın kadın psikolojisinin otantik bir betimlemesini oluşturmak için "bu eril düşünme tarzından" kendimizi kurtarmamız gerektiğini savunur." Shulamith Firestone "Cinselliğin Diyalektiği" isimli kitabında, Freud'un salt bilimsel geleneğe uygun olarak ruhsal oluşumları toplumsal bağlamlarını hiç dikkate almadan gözlemlediğini savunmaktadır.

Oedipus kompleksi ataerkil aile düzeninin egemenlik ortamında geçerlidir. "Freud'un bu kompleksi ataerkil toplumdaki çekirdek ailede yetişen normal bireylerde görülen bir kompleks olarak gördüğünü, fakat ataerkinin çekirdek aile yapısında var olan eşitsizlikleri azdıran bir toplumsal düzen olduğunu unutmamız gerekir. Erkeklerin daha az egemen oldukları toplumlarda Oedipus Kompleksi'nin etkilerinin azaldığını gösteren bazı kanıtlar vardır. Ataerkil zayıflaması da birçok kültürel değişimlere yol açacağı anlamına gelmektedir. Juliet MitchellMichellLacan, ataerkil düzeni sembolik "fallus düzeni" olarak tanımlamıştı ve kadın bu sembolik düzenden (dil, yasa, kültürel düzen v.s.) dışlanmıştır. "Bu düzende kadınlar ve onların gerçekleri reddedilip yok edilmektedir. Kadınlar, söylemin sınırlarında, sembolik alanın dışında" yer aldıkları için farklı bir mekânda kalmaktadırlar. Bu alanda fallusun sembolik düzenini çözmeye çalışan yıkıcılar olarak durmaktadırlar. Aynı zamanda kadınlar kendi öteki deneyim alanlarına ilişkin değer ve görüşlerini olumlamak zorundadırlar, ataerkil düzen ölüm yönelimli, onlarınki ise hayatı olumlayan yöndedir. Kadınlar bu sembolik düzeni olumlar ve bu düzene girerlerse Xaviere Gauthier 'e göre şizofrenik olmakta ve farkına varmadan ikinci cinsiyet denilen cinsiyete dönüşmektedirler. J. Kristeva ise "kadının sembolik olan karşısında yaşadığı ikileme dikkat çekmektedir. Ya bunun içine girecek ve işlev- sel erkeklere dönüşecektir, ya da fallik olarak kabul edilen her şeyden kaçarak sessiz denizaltı canlısının cesaretine sığınacak ve böylece tarihte yer almaktan vazgeçecektir" Fransız feministler kadının öteki olarak kendi söylemini geliştirmesinin ataerkil düzeni altüst edeceğini savunmaktadırlar. Ayrıca erotik pre-oedipal dönemi anneyi baskı altına alınmamış kadınsı imgelimin kaynağı olarak görmektedirler. Sonuçta kültürün kıyısında yer alan kadınların kendi kültürlerini oluşturmaları ancak kültürel bir devrim meselesi olmaktadır. Psikanalist yaklaşımı benimseyen feministler, bütün kadınları erkeklerden "başka", ancak birbirine benzer olarak ele almaktadırlar. Farklı kültür, tabaka ve toplumlardaki kadınların yaşam deneyimleri, duygulan, değerleri ve psikolojileri arasındaki farklılıkları görmezlikten gelinmekte, bu farklılıkların bazen aynı toplumdaki kadın-erkek farklılığından bile daha belirgin olabileceği üzerinde durulmamaktadır. Batıda kadının toplumsal kimliğini kazanma süreci farklı teorik yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılırken, Türk toplumunda ise kadın ve erkeğin kimlik kazanma süreci Osmanlı toplumsal yapısının izlerini taşıyarak kendine özgü bir gelişim göstermektedir.

(alıntıdır)

NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
9 Eylül 2006       Mesaj #2
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  feminist%20symbol.gif
Gösterim: 664
Boyut:  1.7 KB

Feminizm çeşitli toplumsal teoriler, politik hareketler ve ahlaki felsefeler bütünüdür. Bazı versiyonları geçmiş ve şimdiki toplumsal ilişkilere karşı eleştireldir. Çoğu toplumsal cinsiyet (gender) ve cinselliğe (sexuality) ilişkin toplumsal inşa olduğuna inandıkları unsurları analiz etmeye odaklanmıştır. Yine çoğu feminist cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları, ilgileri ve kadın sorunlarını araştırmaya odaklanmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Feminist teori toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlar ve toplumsal cinsiyet politikaları, iktidar ilişkileri ve cinsellik üzerine odaklaşır. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin "tamamlanmamış kadın" olduğunu savunan daha radikal gruplar da yer almaktadır.

Feminizmin Kökeni
Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni kadının eğitimi hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma dönemine götürülmektedir. Kadınlar için ilk bilimsel topluluk Hollanda Cumhuriyetinin güneyinde yer alan bir şehir olan Middelburg'de 1785 tarihinde kurulmuştur. İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft'ın feminist olarak adlandırılabilen A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Müdafaası) (1792) adlı eseri bu konuda ilk çalışmalardan biridir. Feminizm 19.yüzyılda kadınlarda adaletsiz davranıldığına ilişkin inanç arttıkça organize bir hareket haline geldi. Feminist hareketin kökleri ilerlemeci hareket özellikle de 19.yüzyıldaki reform hareketi içinde yer almaktadır. Harekete féminisme adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier'dir(1837). Forier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesini tüm tüm toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. İlk kadın hakları toplantısı New York, Seneca Falls'da 1848 yılında yapılmıştır. 1869 yılında John Stuart Mill The Subjection of Women (Kadınların Köleleştirilmesi) kitabını yayınlamıştır. Adı geçen kitabında Mill, "bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış....ve....insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir.." demiştir.
Pek çok ülke 20.yüzyılın ilk yıllarında özellikle de I.Dünya Savaşı'nın son yıllarında kadınlara oy hakkını tanımıştır.

Çeşitli Formlara Bürünen Feminizm

Feminist teori içindeki cinsiyet, cinsiyet farklılıkları, cinsellik gibi terimler ve kadıngibi holistik terimler tartışma konusu olmuş hatta bazı feministler feminizmin herkesin kendisini %100 feminist olarak tanımladığı bir ideoloji olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple feminizmin alt türleri oluşmuştur. İlk dönem feministleri genellikle ilk-dalga feministleri 1960 sonrasındaki feministler ikinci-dalga feministleri olarak isimlendirilmiştir. Bazıları yeni kuşak feministleri üçüncü-dalga feminizmi içinde görmektedir.
Farklı tür feminizmlerden bazıları:
  • Eşitlikçi Formlar:
    • Eşitlikçi Feminizm - Önde gelen feminist liderleri de içeren çoğunluk bunun feminizmin gerçek bir formu oldmadığını öne sürmektedir.
    • Bireyci Feminizm - (Libertarian Feminizm olarak da bilinir) Yukarıdakiyle aynıdır.
    • Liberal Feminizm
  • Kadın Merkezli (Gynocentric) Formlar:
    • Kültürel Feminizm
    • Cinsiyet Feminizmi
    • Pop Feminizm
    • Radikal Feminizm
  • Baskının Ataerkillikten Kaynaklandığını Kabul Edenler:
    • Anarko-Feminizm
    • Radikal Feminizm
    • Fransız Feminizm
    • Seks Radikal Feminizm
  • Baskının Kapitalizmden Kaynaklandığını Kabul Edenler:
    • Marksist Feminizm
    • Sosyalist Feminizm
  • Ayırımcı (Segregationalist):
    • Lezbiyen Feminizm (Lezbiyen Ayrıkçılığı/Lesbian separatism) )
    • Ayrılıkçı Feminizm/Seperatist Feminizm
  • Afrikan-Amerikan
    • Siyah Feminizm / Black Feminism
    • Kadıncılık/Womanism
  • Batı-Dışı :
    • Üçüncü Dünya Feminizm
    • Sömürge Sonrası Feminizm
ALT TÜRLER
  • Ekofeminizm
  • Fransız Feminizmi
  • Radikal Feminizm
  • Liberal Feminizm
  • Lezbiyen Feminizm
  • Marksist Feminizm
  • Sosyalist Feminizm
  • Pop Feminizm
  • İslamcı Feminizm
  • Ruhsal Feminizm
  • Maddi Feminizm
  • Postmodern Feminizm
  • Varoluşçu Feminizm
  • Pro-seks Feminizm
  • Post-Kolonyal Feminizm
  • Amazon Feminizm
  • Kültürel Feminizm
  • Anarko-Feminizm
  • Üçüncü Dalga Feminizm
  • Kadınizm/Kadıncılık (Womanism)

NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #3
NihLe - avatarı
Ziyaretçi

Çağımızda feminizm adı verilen hareket, tarihte kadının kiliseye girmesini, İncil'e bile dokunmasını yasaklamış olan zihniyete karşı bir tepki hareketi olması sebebiyle çıkış noktası bakımından haklı ise de, ahlaki ve sosyak bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu sonuçları iki noktada toplamak mümkündür.
Bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan "Kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!" şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektir. Bu anlayış, bütünüyle ahlakideğerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal almasına, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açmaktadır. Bu hayat anlayışının yagın olduğu ülkelerde, eşine ve çocuklarına bağlılığı, yuvanın mutluluğuna katkıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutankadın tipi giderek özlemle aranır olmakta, nikahsız birlikte yaşamaların yaygınlaşması gibi Batılılar'ın bile korkutucu saydıkları olumsuz gelişmelerin temelinde de aynı anlayış yatmaktadır.
Sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizmin ortaya çıkardığı diğer bir olumsuz sonuç da erkeklerle ilgilidir. Bu gelişmeler karşısında erkekler genellikle üç değişik tavır sergilemektedirler:
  • Olayı olduğu gibi kabul edip, evlenip boşanmayı alışkanlık haline getirme
  • Eşlerini baskı zoruyla sadık kılma ve yuvada btutmaya çalışma
  • Zaten eşlerini başlarından atmak isteyen, yuvayı yıkmaya dünden hazır olan bir tutum
Aile yuvası bir defa kutsallığını yitirdi mi, artık kişisel arzu ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar bu yuvayı yıkmakta hiçbir sakınca görmezler. Batı'da ve Batılılaşma gayreti içinde olan ülkelerde femiznizm hareketinin belki de en önemli olumsuz sonucu bu olmuş, aile, eşlerin karşılıklı bağlılık ve fedakarlığıyla yürütülen kutsal bir kurum olmaktan çıkıp her iki tarafta da bencillik, tek taraflı çıkar ve yarar egemen olmaya başlamıştır. Bu gelişmelerden de sosyoekonomik konumu daha zayıf duramda olan taraf zarar görmekte, ne yazık ki çoğunluğu da kadınlar oluşturmaktadır.

Kaynak:
İslam ve Toplum, TDV. İslami Araştırmalar Merkezi
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #4
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
LİBERAL FEMİNİZM


Bu gelenek insanların eşit fırsata sahip olması gerektiği şeklindeki liberal felsefeden kaynaklanmaktadır.


Liberal feministler kadınların eğitime, iş hayatına veya parlamentoya eş ölçüde erişimini engelleyen yasal düzenlemeleri değiştirmemiz gerektiğini iddia edeceklerdir. Ama, bu esasında mevcut sistemin içinde rekabet etmeyi hedeflemektedir; ve [günümüzde artık] geçersiz hale gelmiş [ing. outdated] yasaları kaldırırsak, kadınların erkeklerle eşit hale geleceğine inanmaktadırlar.


Kadınların oy kullanma hakkını sahip olması için düzenlenen kampanya liberal feminizmin eylem halindeki örneğidir. Dail'de daha çok kadın olması için, daha çok kadın hakim ve daha çok kadın patron olması için düzenlenen kampanyalar bu geleneğin içinde kabul edilebilirler.
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #5
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi
Feminizm ve Erkeği Sevmek!?
Yakın çevremdeki erkekler, kendimi feminist olarak tanımlayabilme cesaretini gösterdikten sonra beni eskisinden farklı bir yere koymaya başladılar; mesela yeni bir grubun içine girip insanlarla tanışırken “bu da Yasemin, feministtir dikkatli konuşun” gibi cümlelerle karşılaşmaya başladım. Kadın erkek herkese bu cümleyle tanıştırılırken karşımdakilerin bana o dakikadan sonra ‘normal’ yaklaşamayacağını gözlerden okumak zor değil, nitekim o şekilde tanıştırıldıktan sonra ben bile kendime göre normal olamıyorum; sessiz sakin otururken birden etraftan dikkatle incelendiğime dair aldığım sinyallerle hareketlerim değişiyor.

İlk başlarda çok kızdığım bu tür tepkilerin daha sonra insanların feminizmin gerçek tanımını bilmemelerinden kaynaklandığını anladım. Bu sebeple her seferinde, erkeklerin topluca ölümünü planlamadığımı, en büyük hayalimin onları eve hapsederek ev işinde ve çocuk bakımında bana yardım etmesinin benim egomu müthiş tatmin edeceği düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunlar bu konuda bilgi sahibi olmayan insanlara zamanla yerleştirilmiş yanlış önyargılardı.
Feminizm her şeyden önce erkek düşmanlığı değildir ve feministler kadın-erkek eşitliğinden erkek yaparsa kadın da yapmalıdır düşüncesini çıkarmazlar.
Peki, nedir feminizm? Yüzyılı aşan bir tarihi olduğu için feminizmin tabii ki farklı ekollerden çeşitli tanımları var ama en çok kullanılan haliyle feminizm; toplum içersinde kadınların konumunun erkeklere kıyasla eşit olmadığını kabul ederek, kadınlar açısından dezavantajlı olan bu durumu, fırsatlardan daha eşit yararlanabilmek için kadınların lehine değiştirme çabasıdır.

Erkekler genelde bu tanımdan sonra şu şekilde bir çıkış yapabiliyor:
“Kadınlar bizim toplumumuzda eşit olmaz olur mu canım, ben karıma eşit davranıyorum. Bizim ülkemizde kadın erkek ayrımı yoktur, hatta bizim ülkemiz kadına seçme ve seçilme hakkını veren dünyadaki ilk ülkeler arasındadır.”
Peki, mecliste 526 erkek arasında kaç kadın var? Dahası nüfusun yarısının kadın olduğu bir ülkede 3216 belediye başkanı erkek, 19 tanesi kadınsa 35 milyon kadının temsilinde bir problem yok mu demektir? Ayrıca, erkekler bu eşit olmayan temsil durumunda kadın sorunlarını ve ihtiyaçlarını kendi problemleri gibi mahallelerde, belediyelerde veya mecliste dile getirmeye çalıştıklarını iddia da edemezler, çünkü çoğu insan, özellikle de kadınlar buna inanmaz.
Kadınlar feminist hareketle bugün geldikleri noktaya çok ağır bedeller ödeyerek ulaştılar ve feminizm kavram olarak hala var olabiliyorsa bu; toplum içinde kadın-erkek arası eşitsiz ilişkilerin devam ettiği kadar, kadınların da bunu değiştirme çabasının sürdüğünü gösterir. Geçtiğimiz yıl Türk Ceza Kanunu’nda kadın haklarıyla ilgili maddelerde yapılan değişikliklerin feminist avukatlar sayesinde gerçekleştirilmiş olması ve bugünlerde “Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)” üzerine Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle beraber New York’ta sunulan rapor Türkiye’deki kadın hareketine verilecek son örneklerden sadece birkaç tanesi olabilir.
O halde feminizmin derdini doğru anlatmak, ve bilmeyenler veya yanlış bilenleri düzeltmek için yeniden söylenmelidir ki; feminizmin karşı durduğu erkekler değildir, feminizmin karşı durduğu ve değiştirmeye çalıştığı kadınları baskı altında tutmaya çalışan erkek egemen sistem ya da ataerkil sistemdir. Kadınlar toplum içinde çoğu zaman isteyerek seçtikleri için değil, sadece kadın oldukları için kendilerinden ‘doğal olarak’ yapılması beklenen alışkanlıkları ve de sorumlulukları genellikle sorgulamadan kabul etmek durumundadır. Feminizm bütün bu (ataerkil) beklentilerin tarihsel süreç içinde yerleştiğini, yani doğal olmadığını ve değişebilecek birikimler olduğunu açıklar.
Genelde doğal kabuller olarak kemikleşmiş ataerkil davranışlar hem ev içi gibi özel alanlarda hem de sokak, market, işyeri gibi kamusal alanlarda kadınları sürekli bir kontrole tabi tutar. Kadın her daim namusunu kollamak, kolladığına çevresine göstermek, gerekirse kanıtlamak ve de bunları günlük yaşantısı içinde sürekli tekrar etmek durumundadır. Eve giriş-çıkış saatleri, sürekli görüştüğü insanların cinsiyeti, oturuş şekli-edebi, eşi ve çocuklarına karşı gerçekleştirdiği sorumluluklar sürekli teste tabi tutulur. Kadın üzerindeki bu kontrol sadece erkekler değil, bu erkek egemen yapıyı içine sindirmiş, içselleştirmiş ve bu eşitsiz sistemin bir parçası haline gelmiş kadınlar tarafından da yapılmaktadır. Yani ataerkil sistemi devam ettiren sadece erkekler olmadığı gibi, acıdır ki, kadınlar da bu sürece dahil olabilir. Örneğin kadınlar akraba ağırlamaları, kocaya hizmet ve annelik sorumluluklarını kendisinden beklendiği gibi kuramazsa, destek görmek yerine, ailenin diğer kadınları tarafından toparlanması veya daha ‘iyi bir ev kadını olması’ için uyarı alabilir. İşte bu, ataerkilliğin tehlikeli bir biçimde kadınlar tarafından da içselleştirilmesidir.
Öte yandan son yıllardaki erkek yazarlar, daha da net göstermiştir ki ataerkil sistem sadece kadını değil, farklı biçimlerde erkeği de ezmektedir. Kadının yanında veya toplulukta ağlayamayan (ya da kesinlikle ağlamaması gereken) erkekler, ev içi disiplini bozmamak için çocuğuyla karısı gibi yakın diyalog kuramamakta, sürekli baskın ve de yalnız olmaya zorlanmaktadır. Eve ekmek getirmek, aile adına yanılmaksızın doğru kararlar vermek, kötü durumlarda yıkılmamak ve aile namusunu korumak erkeğin omuzlarına doğuştan yüklenmiş sorumluklar arasındadır. Öyle ki, cinsel ilişkinin başarısı tek taraflı bir misyon olarak erkeğe yüklenirken “iktidarsız” gibi bireysel güveni yerle bir eden kavramlar erkek egemen yapının başarısızlığa tahammülü olmadığını gösterir. Bu düşüncenin kadını cinsel ilişkide tamamen isimsiz ve de etkisiz bıraktığı ise hemen fark edilmeyecek kadar ‘normal’ gözüküyor.
Erkeği farklı biçimlerde etkilese de ataerkil sistemin kadınlar için daha çok baskı alanı oluşturduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Alışılagelen ezberleri yıkmak lazım; erkek fedakarlık göstermezse yuvayı sadece dişi kuş mutlu veya sağlıklı yapamaz. Yuvayı sadece dişi kuş yapar demek bile erkeğin aileyi bir arada tutmak için kadın kadar çaba göster(e)meyeceğini baştan kabul etmektir.
Feminizmin göstermeye çalıştığı kadın erkek arasındaki iş bölümünün, toplum ve aile içinde eşit dağılmadığıdır. “Özel alan [evin içi] politiktir” sözü bu anlamda feministler için çok şey ifade eder. Baskılardan uzak, kadın erkek eşitliğinin daha çok gerçek olduğu bir toplumda yaşamak arzu ediliyorsa, bu sadece kadınları eğiterek veya kalkındırarak değil erkekleri de bu değişim sürecine dahil ederek mümkün olabilir.
Tüm bu bahsedilen sebeplerden ötürü feminizm erkekleri sevmeye engel değildir. Bununla birlikte erkeklerden cinsiyetleri sayesinde toplumda kendiliğinden sahip oldukları avantajlı konumu, kadınlara karşı baskı aracı olarak kullanmamalarını talep etmek ve eşitsiz oluşan ilişkileri erkeklerle birlikte dönüştürmeye çalışmak, bu sevgiyi daha da güçlendirecektir.

alıntı:tr.net_kadın
HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
15 Mart 2009       Mesaj #6
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
Lezbiyen feminizm

Lezbiyen feminizm 1970'lerde ve 1980'lerin ilk dönemlerinde popülerliği artan lezbiyenliğin feminizmin mantıksal sonucu olduğu görüşünü savunan feminist bir ideolojidir. Feminizme kara çalmak isteyen kimseler aynı iddiayı feminizmi gözden düşürmekte kullansalar da lezbiyen feministler feminizmin bu türünü lezbiyenliğin yayılmasının bir yolu olarak ortaya atmaktadırlar.
Feminist olan tüm lezbiyenleri lezbiyen feminizm ile karıştırmamak gerekir. Lezbiyen feminist olmak tüm feminist olan lezbiyenlerin üzerinde fikir birliği etmediği özel bir ideolojiye bağlı olmaktır.
Lezbiyen feminizmin en önemli iddiası ve temeli, tüm kadınların enerjilerinin büyük bir kısmını kadın hareketine destek vermek ve sevgi duymakta kullanmaları için lezbiyen olmaları ve olabilecekleridir. Lezbiyen feministler, erkeklerle cinsel ilişki kurmaya devam etmenin, ayrımcı yasaların kadınları erkek partnerleri kadar kazanmalarına engel olmasına veya hatta iyi nitelikleri için gereken yeterli ödemeyi alamamalarına, evli kadına baskı uygulamakta kullanılan ve onun kariyer yapmasını engelleyen tam gün bebek bakıcılığı yaptırılmalarına ve ev hanımlarını erkeğe ekonomik bakımdan bağımlı kılmaya sebep olan baskıcı heteroseksüel modele yakalanmak anlamına geldiğini iddia etmektedirler. Hatta erkeklerle cinsel ilişkiye giren biseksüel kadınlar dahi erkek partnerlerini terketmeleri için lezbiyen feminizm tarafından tamamen kadınlarla cinsel ilişki kurmaya teşvik edilmektedirler.

Pro-feminizm

Pro-feminizm ya da Profeminizm, (Feminist Erkekler/Erkek Feministler) herhangi bir feminist hareketin bir üyesi olmayı ima etmeksizin feminizmin hedeflerini desteklemeyi işaret etmektedir.

Tanım

Profeminizm terimi, ilk defa Eylül 1996'da Quebec'te gerçekleştirilen Feminzim konferansında kabul edilmiştir.
Şu anda Profeminizm terimini kullanan gruplar, daha önce kendilerini değişik biçimlerde tanımlıyorlardı: Anti-Seksistler, Maskulunite Karşıtları, Ataerkillik Karşıtları gibi... Bu mücadelelere katılan erkeklerin sayılarının giderek arttığı gözönüne alınırsa, bütün bu tanımları içine alacak, profeminizm gibi daha kapsayıcı bir üst terimi kullanmak daha doğru olacaktır.
Terim çoğunlukla feminizmi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak çabaları aktif bir şekilde destekleyen erkeklere atıfla kullanılmaktadır. Çok sayıda pro-feminist erkek politik aktivizm içinde, çoğu da kadın hakları ve kadına karşı şiddet alanlarında yer almaktadır. Bazı eleştirmenler (çoğunlukla kadın olanlar) söz konusu erkekleri, her ne kadar onlar kendilerini "feminist" olarak tanıtıyor olsalar da, feminist kategorisi içerisinde görmemekte ve "pro-feministler" şeklinde adlandırmaktadırlar.
Terim aynı zamanda feminist inançları benimseyen veya feminist sebeplerin savunuculuğunu yapan fakat kendilerini feminist görmeyen kimseler için de kullanılmaktadır. Kendilerini veya başkalarını feminist hareketle özdeşleştirmeyen kimseler tarafından da terim kullanılmaktadır.

Grup ve Türleri

Batı dünyasında çoğu ülkede Pro-feminist erkek grupları bulunmaktadır. Pro-feminst erkeklerin aktiviteleri okullarda küçük çocuk ve gençlere şiddet uygulanmasına karşı çıkmak, işyerlerinde cinsel taciz atölyeleri kurmak, eğitim kamplarını işletmek ve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığa destek vermek gibi uygulamaları da içermektedir.
Pro-feministler laik ya da dini çevrelerde bulunabilmektedir ancak kadınların erkekle eşitliği konusundaki hedeflerinde ortaktırlar.
Doğu ülkelerinde aktif, geniş Pro-feminist gruplar olmamasına karşın kadın haklarını savunan ve bu sebeple Pro-feminist kategorisi içerisine alınabilecek kişiler bulunmaktadır. Genellikle seküler, modern çevrelerde yer alan siyasi ve kültürel elit kesimler arasında yoğun daha yoğun bulunabilmelerine karşın az da olsa dini çevrelerde de kadın ile erkeğin tam eşitliğini savunan profeministlere rastlanabilmektedir. (Bkz. Ali Bardakoğlu/Zaman Gazetesi Röportaj 15.10.2005)

Temel İnançlar

Pro-feminist erkekler topluma ilişkin feminist anlayışa sempati duymaktadırlar. Pro-feministler erkekler çeşitli biçimlerde güç ve imtiyaz yaşarlarken kadının toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizlikten eziyet çektiğine inanmaktadırlar.
Pro-feminist erkekler pro-feministlerin kendi cinsiyetçi (seksist) davranışlarını diğer erkeklerin tavırlarını değiştirmeye çalışma sorumluluğu hissetmektedirler.

Feminizmle Karşılaştırıldığında Pro-feminizm

Buna karşı en basit yanıt erkeklerin kendilerini "feminist" olarak adlandırmalarının doğru olmayacağıdır. Bu argüman çeşitli biçimler alabilmektedir, şöyle ki; Feminizm kadınlar tarafından, kadınlar için ve kadınlar hakkında geliştirilen bir hareket ve fikirler kümesidir. Erkekler asla bir kadın gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemezler.
Pro-feministler cinsiyetçilik karşıtıdırlar (anti-seksist) ancak erkek-karşıtı değildirler.

Eşcinsellik

Pro-feminist erkekler arasında her türlü cinsel tercihi olan erkek yer alabilmektedir. Pro-feministler arasında LGTB (Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Transgender(cinsiyet değiştirmiş) kelimelerinin ilk harfinden oluşturulmuş bir terim)li oranın toplumun genelinden daha fazla olup olmadığını söylemek zordur çünkü bu konuda bir araştırma yapılmamıştır. Diğer yandan erkekler sıkça kadınlarla seksüel ilişkilerinden ötürü feminizme sempati duyar hale gelmektedirler ve bu özellikle pro-feminizmde heteroseksüel bir yol olduğunu göstermektedir. Diğer yandan eşcinsel (gay) erkekler de bazen geleneksel erkeklikten uzak olma duygusu ve onun homophobia (heteroseksüel olmayanlardan korku ve nefret - homofobi) ile arasındaki bağlantıları farketmekten ötürü pro-feminizme yakınlık duymaktadırlar.
Çoğu pro-feminist erkek erkekliğin (maskülinite) güçlü biçimde homofobiklikle yoğrulduğuna inanmaktadırlar.


HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
17 Mart 2009       Mesaj #7
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
Pop feminizm

Pop Feminizm erkek düşmanlığı ile ilişkili ve çoğunlukla da gynocentrism'in (Yunanca'da γυνο, gyno-, "kadın", κεντρον, kentron, "merkez" kelimelerinden oluşmuştur, anlamı kişinin dünya görüşünün merkezine kadını yerleştirmesidir) sonucu olan feminizmin bir türüdür. Önde gelen sözcüleri dişi cinsiyetinin ahlaki ve diğer bakımlardan üstünlüğüne inanmakta ve bunu, kadının üstün haklardan yararlanacağı erkeklerin de marjinalleşeceği anaerkil bir toplumu oluşturan toplumsal tavırları yaymakta kullanmaktadırlar.

Fransız feminizmi

Fransız devrimi sırasında politikleşen kadınların kendi siyasallaşması sayesinde güçlenip kendi haklarının peşine düşmesiyle başlar ancak kralı giyotine yollayan Jakobenler önde gelen kadın hakları savunucularını da giyotine yollamaktan kaçınmaz. Bu devirde radikal Jakobenler ile ılımlı Jirondenler arasında kadına bakış açısından farklılar da görülür ancak Fransa'da "Terör Dönemi" olarak adlandırılan bu en kanlı tarih dönemi Jakobenlerin egemenliğindedir ve onların sözü geçer. Kadın Hakları Beyannamesi'ni, İnsan Hakları Beyannamesi'ne (aslında ingilizcesinde insan yerine adam sözcüğü geçmektedir) nazire olarak kaleme alan Olympe de Gouge da giyotini boylar. Jirondenlerin dönemi geldiğindeyse, meclisten ilk kez kadınların lehine işleyen bir boşanma yasası çıkarılır. Bir kere sokaklara dökülen ve devrimin ön saflarında yer alan kadınlar bundan sonra da kendi hakları için savaşmaya devam etmiştir.

Fransız feminist teorileri

Fransız felsefesi yetmişli yıllardan sonra önemli ir etkililk gösterir. Hem yapısalcılık hem de postyapısalcılıkta Fransız filozofları belirleyici bir rol oynarlar. Bu rolde Fransız feministleri de yer alır, Fransız feminist kuramları olarak adlandırılan bölüm hem postmodern düşüncelerden etkilenmiş hem de bu düşncelerin gelişimini etkilemiştir. Daha özel olaraksa feminizmin kendi içinde teorik aşama kaydetmesini ve belirli bir anlamda feminist sorunsalda değişiklikler meydana gelmesini sağlamışlardır. Başlıc ve etkili Fransız feminist teorisyenler Julia Kristeva, Luce Irigaray ve Hélène Cixous'tur. Bu üç feminist düşünür feminizmi dil, simgeselleştirme ve söylemsellik bağlamında yeniden değerlendirirler ve eril dünyayı yeniden sorgulamaya alırlar. Temel kavramları genel olarak dil, öznelliğin kuruluşu, cinsellik ve arzu mekanizmaları gibi konulardır.

Ayrılıkçı feminizm

Ayrılıkçı feminizm kadın ve erkek arasındaki cinsel farklılıkların giderilemeyeceği inancına bağlı olarak heteroseksüel ilişkileri desteklemeyen bir feminizm türüdür. Ayrılıkçı feministler, genellikle, erkeklerin feminist harekete katkı yapamayacağına ve iyi niyetli erkeklerin dahi ataerkilliğin dinamiklerini birebir kopya ettiklerine inanırlar.Ayrılıkçı feministler, enerjilerini kullanmayı ve diğer kadınlarla olan bağlarını kuvvetlendirmeyi ataerkil çerçevenin dışından dolaşarak gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu durum, çok tipik olarak politik ve sosyal hedefleri elde etmek için yalnızca kadınlarla çalışmayı, sadece kadınları içeren yaşam alanları ve aileler oluşturmayı, çalışma yaşamında ise erkekler için/erkeklerle birlikte çalışmamayı ve erkek çalışan tutulmamasını içerir. Yazar Marilyn Frye ayrılıkçı feminizmi "çeşitli tarz ve yöntemlerin erkeklerden ve erkekler tarafından tanımlanmış veya erkekler tarafından kontrol edilen veya erkeklerin çıkarına hizmet eden veya erkek ayrıcalıklarını koruyan kurum, kuruluş, ilişki, rol ve faaliyetlerden kopartılması" olarak tanımlamış bu ayrılığın kadınların kararlılığı tarafından başlatılarak sürdürülebileceğini savunmuştur.
Feminist hareket içerisindeki ayrılıkçılık popülaritesinin doruğuna 1970'lerde ulaşmıştır. Buna karşın ayrılıkçı feminizm, feminist hareketin hem içinde hem de dışında "tartışmalı" olarak kabul edilmektedir. Feminist hareketin içerisinde yer alan kadınların yalnızca küçük bir bölümü ayrılıkçı feminizmin savunuculuğunu yapmıştır. Bu az sayıda kadın ise genellikle, ataerkil olarak gördükleri toplumun sınırlamalarından kurtulabilmek için, bekar yaşamayı ya da lezbiyen ilişkileri tercih etmişlerdir (bknz. lezbiyen feminizm). Bekarlık ya da lezbiyen ilişkiler kimi zaman kalıcı olmuş kimi zaman ise kişisel gelişimin ilk aşaması olarak kabul edilmiştir.


Lezbiyen Ayrılıkçılığı

Lezbiyen ayrılıkçığı ayrılıkçı feminizmin eşcinsel ulusalcılığı ve siyasi lezbiyenlik ile bağdaştırılabilecek bir türüdür.
Lezbiyen ayrılıkçılığı üreme teknolojilerinde ilerlemiş, dolayısıyla insan üremesi için erkeklere ihtiyaç duyulmayan tamamiyle kadınlardan oluşan toplumların ele alındığı lezbiyen bilim-kurgusuna esin kaynağı olmuştur. Lezbiyen ayrılıkçılığının yükselişinden önce , on yıllar boyunca, bilim-kurguda bu tarz toplumlar genellikle olumsuz şekilde tasvir edilmiştir.
Lezbiyen ayrılıkçığı Dianik paganizm ile de ilişkilendirilir.

İhtilâflar

Feminist hareket içerisinde dahi ayrılıkçı feminizm oldukça tartışmalıdır ve sıklıkla anlaşmazlık konusu olmaktadır. bell hooks gibi eleştirmenler ayrılıkçı feministlerin inançlarının feminizmin orijinal hedeflerine ters geldiğini ve ayrılıkçı feminizmin eşitlik yaratmayı öngörmek yerine erkeklere boyun eğdirme ve insan düşmanlığı yaratma ana görüşü çerçevesinde kadın merkezli ve kadın hakimiyetinde bir toplum yaratma çabasında olduğunu savunmaktadırlar. "Ayrılıkçı" terimine yönelik eleştiriler Sonia Johnson gibi feminist elştirmenlerden de gelmektedir. Oldukça ayrılıkçı bir politikanın savunuculuğunu yapan Johnson, feminist ayrılıkçılığın kendisini nelerden ayırdığını (örneğin erkekler) tanımlama riski taşıdığına işaret eder.
Julie McCrossin "ölü adamlar tecavüz edemez" ve "onları kümeslerinde öldürün" cümlelerinin aşırı lezbiyen ayrılıkçılığının sloganları olduğunu söyler. Valerie Solanas'ın SCUM Manifesto'su "erkek cinsini yoketme"nin dişilerin görevi olduğunu gündeme getirse de Solanas daha sonra manifestosunun "yalnızca edebi bir araç" olduğunu söylemiştir. Bazı aşırı ayrılıkçı feministler erkeklerin evrim, cinayet veya kürtaj yoluyla zayi edilmesinin savunuculuğunu yaparlar. Bu söylemlerin bir kısmı şiddete yönelik edebi çağrılardan ziyade iktidar fantezileri olsa da bir erkek hakları aktivisti erkeklere yönelik ayrılıkçı tutumları ve nefret konuşmalarını Nazilerin Yahudilere yönelik tavrıyla kıyaslamıştır.
Erkek hakları grupları, yalnızca kadınları içeren etkinlik ve kuruluşları "ayrılıkçı" olarak nitelendirir. Örneğin "UK Men and Father's Rights" isimli web sitesi yalnızca kadınlara ait kütüphane listelerini "erkekleri dışlamaya yönelik apartheid uygulamaları" olarak nitelendirir. Yine de, kadınlarla sınırlı örgütlenmeler herkese açık olmasa da bu örgütlenmelerin mutlaka ayrılıkçı feminizmin teorileri ve politik duruşu ile ilgili olduğu söylenemez.


Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
13 Temmuz 2011       Mesaj #8
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Feminizm

Cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkarak, kadın-erkek arasında ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitliği savunan görüş.

Feminizm hareketi ilk kez Fransız Devrimi'nde ortaya çıktı. Kadının özgürlüğünün, kadınların seçme, seçilme, mülkiyet haklarının savunulması biçiminde gelişti. Sürdürülen eylemler sonucunda yapılan reformlarla kazanılan haklardan sonra ise, erkeğin toplum içindeki kültürel egemenliği ile mücadeleye dönüşmüştür.

Feminizm hareketi, tarihî açıdan I. Dünya Savaşı'na kadar ve 1968 sonrası olarak iki döneme ayrılır. Her iki dönemde de hareket, önce eğitim düzeyi yüksek kadınlar tarafından benimsenmiş, daha sonra geniş bir tabana yayılmıştır. Türkiye'de feminizm hareketi II. Meşrutiyet döneminde (1908) büyük kentlerde yaşayan aydın kadınlar tarafından benimsendi. Kadınlar bu dönemde çıkardıkları dergi ve kurdukları derneklerle, özellikle çokeşlilik, İslâmî kurallara göre tek taraflı boşanma gibi yöntemleri içeren aile hukukuna eleştiri getirdiler. 1926'da Medenî Kanun'un kabulüyle başlayıp, 1934'te kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla devam eden reformlar sonucunda, 1935'te İstanbul'da toplanan Uluslararası Feminizm Kongresi'nin ardından, parti yönetimi, Türkiye'de kadınların bütün haklarını elde ettikleri gerekçesiyle, Türk Kadınlar Birliği'ni kapattı.

Türkiye'de çağdaş feminizm hareketi 1980'lerin başından itibaren yandaş bulmaya başladı. Kadın Çevresi ve Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği gibi gruplarla, kadınlar arasındaki dayanışmayı sağlamak, kadınların bilinçlendirilmesine yönelik kampanyaların yürütülmesi biçiminde hayatiyet kazandı. Günümüzde feminizm hareketi birçok ülkede az çok farklılıklar da olsa, varlığını sürdürmektedir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi