Arama

Jeofizik (Yer Fiziği)

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 28 Mart 2017 Gösterim: 5.110 Cevap: 3
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
23 Haziran 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Jeofizik
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Jeofizik, Dünya'yı, okyanusları ve atmos­feri etkileyen fiziksel kuvvetleri inceleyen bilim dalıdır.
Jeofizik birkaç dala ayrılır. Bunlardan her biri Dünya'nın belirli bir özelliğini ele alır ve özel yöntemlerle inceler:
  • Sismoloji, depremlerin incelenmesini konu edinen jeofizik dalıdır. Özellikle deprem dalgaları üzerinde ölçümler yapılarak yerkürenin iç kesimlerine ilişkin bilgi edinilmeye çalışılır.
  • Volkanoloji ve jeotermometri, yanardağla­rın ve Dünya'nın iç ısı kaynaklarının incelen­mesidir.
  • Jeomagnetizma, Dünya'nın magnetik alan­larının incelenmesidir.
  • Fiziksel okyanusbilim de, okyanus akıntıla­rı, gelgitler ve dalgalar ele alınır.
  • Hidroloji, akarsu, göl, buzul ve yeraltı sularının incelenmesidir.
  • Meteoroloji, Dünya atmosferini inceleyen bilim dalıdır.
  • Aeronomi, atmosferin üst kesimleri ile bu­nun yakınlarındaki uzay bölgesini incelemeye yöneliktir. Kutup ışıkları bu kesimlerde olu­şur, ayrıca Dünya'dan yayınlanan radyo sin­yalleri gene bu bölgeden aşağı yansıyarak uzak mesafeler arasındaki radyo iletişimini olanak­lı kılar.
Uygulamalı jeofizikte ise, bütün bu yön­temlerden yararlanılarak, petrol ve maden yatakları ile yeraltı su kaynaklarının yeri belirlenmeye çalışılır.
İlk jeofizik çalışmalarının İS 200'de başladı­ğı söylenebilir. Bu tarihlerde Çinliler deprem dalgalarının merkezini ve hareket yönünü belirlemeyi başardılar. Sismoloji, bu çalışma­larla gelişmeye başladı.
19. yüzyılın sonlarında, depremlerle oluşan sismik dalgaların süre ve genlik gibi özellikle­rini kaydeden sismograf aygıtları yapıldı. Bu aygıtların sayesinde, büyük depremlerin so­nucunda oluşan dalgaların Dünya'yı içinden boydan boya kat ettiği anlaşıldı. En hızlı dalga, Dünya'nın bir ucundan öbür ucuna içerden 23 dakikada ulaşır. Nasıl X ışınlarıyla insan vücudunun röntgen filmi çekilirse, sis­mik dalgaların yardımıyla da Dünya'nın iç kesimleri öyle incelenebilir. Zamanla dünya­nın pek çok yerinde kurulan 1.000 kadar sismografi istasyonundan oluşan bir deprem inceleme ağı ortaya çıktı. Bu istasyonların kayıtları ABD ve Avrupa'da toplanarak incelenir. Bu kayıtlardan yararlanılarak, Dünya' nın iç kesimlerinin resmi çıkarılmaktadır.
Dünya'nın çekirdek denilen iç kesimi çok sıcaktır. Örneğin, çok derin maden ocakların­da sıcaklık 37°C'nin üzerindedir. Ayrıca, ya­nardağlardan akkor kızgınlığında, erimiş lav­lar püskürür. Bu ısının, doğal radyoaktif elementlerin çok uzun zaman içinde parçalan­ması sonucunda oluştuğu ve biriktiği sanılmaktadır. Havvaii'deki yanardağ püskürmele­rinden önce hafif yer sarsıntıları kaydedilmiş­tir; bu durum erimiş lavların 65 km ya da daha derinlerden yukarı doğru yükseldiğini gös­terir.
Son yıllarda sismik gözlemler daha duyarlı duruma gelmiş ve bunun sonucunda, yerka­buğunun altında 50 ile 500 km arasındaki derinliklerde, deprem dalgalarının oldukça yavaş ilerlediği bir katmanın bulunduğu belir­lenmiştir. Akkor durumda olması gereken bu katmanın sıcaklığı erime noktasının civarın­dadır; bu bölge, Dünya'nın kabuğu ile çekir­deği arasındaki manto bölümünde öbür bölümlerdekinden daha yumuşak ve plastik haldedir. Bu katmanın bulunmuş olması çok önemlidir, çünkü lavlar burada erir ve bura­dan yüzeye doğru yükselir. Bu bölgenin yumuşak oluşu, kabuk katmanı ile manto katmanının üst kesiminin düşey ve yatay doğrultularda hareket etmesine olanak sağ­lar; kıtaların hareket etmesine ve dağların oluşmasına yol açan da bu hareketlerdir.
Sismoloji alanında sağlanan gelişmeler so­nucunda, depremlerin yeri daha kesin olarak belirlenebilir. En etkin deprem kuşağı, Bü­yük Okyanus'u çevreleyen "genç" dağlar ile Alp ve Himalaya dağ zincirlerinin altında uzanır. Başka bir önemli deprem kuşağı, okyanuslardaki sırt sistemi boyunca uzanır. Bu iki etkin kuşak üzerinde yapılan araştır­malar sonucunda "levha tektoniği" kuramı geliştirilmiştir. Bu kurama göre Dünya'nın yüzeyi, sürekli olarak hareket eden ve üzerle­rindeki kara parçalarını da beraberlerinde taşıyan 10 kadar levhadan oluşmaktadır.
Mantonun üst kesiminde levhaların hareket etmesine yol açan bu ağır hareketlerin yanı sıra, Dünya'nın iç kesimlerindeki sıvı çekirdek katmanında çok daha etkili kuvvetler vardır. Çekirdek katmanı demir içerdiğinden Dünya'nın çevresinde bir magnetik alan olu­şur; bu da magnetik pusulalardaki ibreleri yönlendirir. Magnetik alan ayrıca, atmosferin en üst ucunda, Güneş'ten salınan parçacıklar­dan oluşan Güneş rüzgârıyla etkileşime girer. Bu etkileşim sonucunda kutup ışığı ile ekvato­run birkaç yüz kilometre üstünde yer alan yüklü parçacık katmanları olan Van Ailen ışınım kuşakları oluşur (bak. Van Allen Kuşakları). Dünya'nın magnetik alanı ise mag­netik fırtınalardan etkilenir.
Dünya'nın bir magnetik alanının bulunması ve demir bileşikleri içeren minerallerin çok küçük mıknatıslar gibi davranması nedeniyle, bazı kayaçlar daha oluşurken mıknatıslanır. Bu mıknatıslanmanın yönü enleme bağlı ola­rak değişir. Mıknatıslanma kutuplarda düşey, ekvatorda ise yatay doğrultudadır. Bazı kayaçlar bir kez mıknatıslandığında, yer değiştirseler bile mıknatıslanma yönünü korur; böylece bu kayaçların oluşum anında bulun­dukları yerin enlemi belirlenebilir. Bu tür karşılaştırmalar sonucunda, kıtaların yavaş biçimde hareket ettikleri, yani sürüklendikle­ri anlaşıldı. Mıknatıslanmış kayaçların yaşı belirlenerek, kıtaların çok eski jeolojik tarih­lerdeki yerlerini gösteren haritalar hazırlanır.
Dünya'nın yerçekimi alanı, yeryüzünün her yerinde ölçülmüştür. Ayrıca bu alanın uydu yörüngeleri üzerindeki etkileri de incelenmiş­tir. Bunların sonucunda da, yüksek dağların derinlere inen "köklerinin" bulunduğu ve ancak bu köklerinin yukarı kaldırma kuvvetiy­le dengede kaldıkları anlaşılmıştır. Buzdağlarının denizde yüzmesine benzer biçimde, dağlar da daha yoğun olan mantonun içinde yüzer ve hafif maddelerden oluşan çok derin dip bölümlerinin dengeleme kuvvetiyle ayak­ta durur.
Atmosfer, okyanuslar ve karalardaki yüzey ve yeraltı suları, büyük bir dolaşım sistemi oluşturur. Bu dolaşım sırasında denizlerden ve okyanuslardan buharlaşarak atmosfere yükselen sular, yağmur ve kar olarak tekrar yeryüzüne düşer. Bu dolaşımın pek çok etkisi vardır. Karalardaki canlıların gereksinim duyduğu suyu sağlar, yeryüzünün aşınmasına yol açar, tortulların ovalara ve deltalara taşınma­sına neden olur. Bu su çevriminin her aşaması ayrı incelenir.
Meteoroloji büyük ölçüde hava durumu tahminlerinin yapılmasına yöneliktir. Çok es­kilerden beri denizciler, gelgit dönemlerini tahmin etmeye çalışmışlardır. Herhangi bir yerde gelgit dönemleri belirlendiğinde iş kolay­laşır, çünkü bu dönemler düzenli biçimde tekrarlanır. Gulf Stream gibi büyük akıntılar, okyanusları boydan boya geçer ve birbirlerinin üstünden değişik derin­liklerde akar. Bu akış düzenlerinde ortaya çıkan değişiklikler, hava durumunu ve balık­çılığı da etkiler.
Günümüzde ırmaklar ve göller ciddi biçim­de kirlenmektedir. Bu da tatlı suya olan gereksinimin artmasına yol açmaktadır. Bu nedenle jeofizikçiler, yeryüzündeki su dolanı­mı konusuna eğilerek, bu dolanımı denetle­meye ve kirlenmeyi önlemeye çalışmaktadır­lar. Ayrıca günümüzde yeraltı su kaynakları­nın araştırılmasına önem verilmektedir.
Bugün jeofizik çalışmalarında, örneğin yer­çekimi ve magnetik alan ölçümlerinde, at­mosferin ve okyanusların incelenmesinde uy­dulardan yararlanılmaktadır. Ayrıca, uçakla­ra takılan çeşitli aygıtların yardımıyla da gözlemler yapılmaktadır. Ama jeofizikçiler çalışmalarının büyük bölümünü gene de yer­de, açık alanlarda sürdürürler. Pek çok çalış­ma, güç ve tehlikeli koşullarda gerçekleşti­rilir.
ABD ve SSCB (Rusya) 1957-58 Uluslararası Jeofi­zik Yılı'nda uzaya araştırma uyduları gönde­receklerini açıkladılar. Uluslararası Jeofizik Yılı'nda 70 ülkenin bilim adamları görüş ve bilgi alışverişinde bulundu; uzaya Sputnik ve Explorer araştırma uyduları fırlatıldı.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
2 Kasım 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Jeofizik (Yer Fiziği)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Jeofizik, yerfiziği olarak da bilinir, fiziğin temel ilkelerinden yararlanılarak, suküre ve atmosferi de içerecek biçimde Yer'in araştırılmasını konu edinen bilim dalı. Jeofizik Tarihi insanoğlunun bilimsel merakını giderme ile ilişkili kuramsal problemlerle ve Yerküre doğal kaynaklarınından yarar sağlama ile Yerküre kaynaklı afetlerle ilişkili pratik poblemlerle ilişkili olarak gelişmiştir.

Jeofizik Sözcüğünün Doğuşu
Jeofizik anlamına gelen Almanca "Geophysik" sözcüğü, bilindiği kadarıyla, ilk olarak 1844'de J. Fröbel tarafından kullanılmıştır.
Jeofizik sözcüğü 1834 ile 1880 yılları arasında dönemin çeşitli yazılı eserlerinde görünür. Fröber tarafından yazıldığı sanılan fakat Meyers Grosses Conversationslexikon adlı eserde anonim bir “Geophysik” maddesi vardır. 1863'de Adolph Muhry (1810-1888) sözcüğü meteoroloji ve klimatoloji ile ilişkili olarak kullanır. 1870'lerde, Georg von Neumayer (1826-1909) sözcüğü okyanusları içerecek şekilde ve Ferdinand von Richthofen (1833-1905) katı Yerküre'yi içerecek şekilde kullanır. İngilizcede, İtalyanca'da ve büyük olasılıkla dieğr dillerde ilişkili terimler vardır. Herschel "terrestrial physics" sözcüğünü kullanılır.(Herschel, 1840). Angelo Secchi (1818-1878), Ernesto Sergent, ve Francesco Denza (1834-1894), ve diğer italyanlar "fisica terrestre" terimini tercih ederler. Secchi (1879) ve Sergent (1868) öğrencileri için "physical terrestrial" konuları sunarlar. Denza (1882)özel olarak meteorlojiyi yer fiziğinin (terrestrial physics) bir bölümü olarak tartışır. Türkçe'de "Arzi Fiziki" sözcüğü jeofizik sözcüğünün karşılığı olarak ilk olarak "Arzi Fiziki Kandilli Rasathanesi" olarak 1920'lerde görünür.

Jeofizik Dalları

  • Sismoloji (Depremler ve elastik dalgalar)
  • Gravite ve jeodezi (Yer'in gravite alanı ve Yer'in biçimi ve boyutu)
  • Atmosfer bilimleri (Atmosfer Elektriği ve Yer Manyetik Alanı (İyonosfer, Van Allen Kuşağı, Tellürik Akımlar vb. içerecek biçimde), Meteoroloji ve Klimatoloji, Aeronomi, Atmosferin fiziksel ve kimyasal yapısı)
  • Jeotermik (Yer ısısı, Isı akısı, Volkanoloji, ve sıcak noktalar)
  • Hidroloji (Yeraltı ve yüzey suyu, bazen glasiyoloji de kapsar.)
  • Fiziksel oşinografi
  • Tektonofizik (Yerküredeki jeolojik süreçler)
  • Jeodinamik (Yer içinin dinamik incelenmesi)
  • Arama ve Mühendislik Jeofiziği
  • Jeofizik Mühendisliği
  • Glasioloji / Buzulbilim
  • Petrofizik / Kaya fiziği
  • Uygulamalı Jeofizik
  • Mineral Fiziği
Uygulama Alanları
  • Levha tektoniği ve deprem araştırmaları
  • Sismik yöntemlerle karada ve denizde jeolojik yapıların araştırılması
  • Jeolojik zamanlardaki yer manyetik alanının belirlenmesi
  • Yeraltı kaynaklarının araştırılması
  • Çevre jeofiziği
  • Arkeolojik araştırmalar
  • Atmosfer ve uzay araştırmaları
  • Termal alan araştırmaları
  • Geoteknik / Zemin araştırmaları
Kullanılan Başlıca Yöntemler
Gravite - Yeraltı yapılarının yerçekimi özelliğini inceler.
Manyetik - Yeraltı yapılarının manyetik özelliklerini inceler.
Sismoloji - Depremlerin özelliklerini ve yerin derinliklerini inceler.
Sismik - Yeraltı yapılarının sismik hız değişimlerini inceler.
Yer Radarı (Ground Penetrating Radar - GPR) - Özellikle yeryüzeyine yakın derinliklerde bulunan, ortamın geneline göre farklı fiziksel özellikler gösteren alanların belirlenmesinde kullanılır. Temelde kullanılan cihaz, bir verici (Transmitter) ve bir alıcı (Receiver) antenle kayıtçıdan oluşur. Yer içine gönderilen yüksek frekanslı dalgaların yansıma ve kırılmalara uğrayarak yer içinden geri dönüşleri kaydedilir. Son olarak elde edilen veriler sismik veri işleme tekniklerine benzer bir teknikle işlenerek yeraltının yapısı ortaya çıkarılır.Ülkemizde kullanımı son yıllarda oldukça yaygınlaşan bu yöntemin en önemli avantajı son derece ayrıntılı bilgilere ulaşılabilmesidir. Ancak bir dezavantaj olarak, sadece sığ aramalarda kullanılabilir; çünkü yüksek frekanslar, yer içindeki iletken ortamlarda kolayca atenüasyona uğrayarak derinlere ulaşamazlar.
Elektrik - Yeraltı yapılarının elektrik iletkenlik özelliklerini inceler.
Elektromanyetik - Yeraltı yapılarının elektrik iletkenlik ve elektomanyetik özelliklerini inceler.
Jeomanyetizma - Uzaydaki ve Yeryüzündeki manyetik alanın özelliklerini inceler.
Paleomanyetizma - Geçmiş dönemlerdeki yer manyetik alanının değişimlerini inceler.
Radyometrik ve jeotermik - Yeraltının radyoaktif ve sıcaklık özelliklerini inceler.
Kuyu logları - Sondaj kuyularında yapılan gravite, manyetik, radyometri, elektrik vb. jeofizik yöntemlerdir.
Yüzey Nükleer Manyetik Rezonans (SNMR) - Atom çekirdeğinin (temel olarak çekirdekte bulunan protonun) manyetik özelliklerinden yararlanarak, yeraltının su içeriğini ve hidrolik geçirgenliğini derinliğin fonksiyonu olarak verebilen yeni bir yöntemdir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
KAPTAN - avatarı
KAPTAN
Ziyaretçi
27 Kasım 2012       Mesaj #3
KAPTAN - avatarı
Ziyaretçi
Jeomagnetizma ve Paleomagnetizma


Jeomagnetizma

Yerküresinin büyük bir mıknatıs gibi davrandığını,İngiliz saray doktoru William GİLBERT'in De Magneteadlı eserini yayımladığı 1600 yılından beri bilmekteyiz. Daha sonra 1839 da büyük alman matematikçisi C.A.GAUSS Yerin manyetik alanının büyük kısmının bizzat Yerin içinden ,değişken olan küçük bir bölümünün ise Yeryuvarı dışından geldiğini saptamış ve Yerin gerçek alanına çok yakın olan dipol alanı tanımlamıştır.
Şimdi yerin manyetik alanının özelliklerini kısaca açıklayalım:Havada yatay bir düzlem üzerinde serbestçe hareket eden bir düzlem üzerinde serbestçe hareket edebilen bir mıknatıs çubuğun veya aynı durumda olan pusula ibresinin bir ucu sağa sola hareket ettikten sonra Yerküresinin coğrafik kuzey kutbuna yönelir ;ancak ibrenin hareketsiz duruma geldiği anda gösterdiği bu yön tam olarak coğrafik kuzey noktası değil buna yakın fakat aralarında oldukça mesafe bulunan yerin kuzey mağnetik kutbudur ve bu iki nokta arasında 11.6 derecelik bir açı vardır.
Pusula ibrelerinin gösterdiği yön ile coğrafik kutup noktası arasındaki açıya sapma açısı veya deklinasyon açısı denir ve D harfi ile gösterilir.Bu açı heryerde farklı değerler alır. Sapma açısının sıfır olduğu yerlerde pusula ibresi aynı zamanda coğrafik kuzey kutbu gösterir.
Ayrıca,ağırlık merkezi üzerinden geçen yatay eksen etrafında serbestçe hareket eden bir mıknatıs çubuğunun veya pusula ibresinin kuzey ucu kuzey yarıküresinde ve güney ucu güney yarıküresinde aşağı doğru eğilir ,yatay düzlemle belirli bir açı yapar.Bu açıya da ,mağnetik eğim veya enklinezon denir ve I harfi ile gösterilir.Bu açının değeride bölgelere göre değişiklik gösterir.
Yer mağnetizması aslında karmaşık bir konuudur.Mağnetik alanın bileşenleri ve diğer elemanları ,sapma ve eğim açılarım ,yer yer,bölge bölge farklı değerler taşırlar ve zamanla değişikliklere uğrarlar.

Yerin mağnetik alanının gün begün hafif fakat muntazam bir şekilde vukua gelen değişikliğine günlük değişim denir.Mağnetik alanın günlük değişimleri ve mağnetik fırtınalar yukarı atmosferdeki elektrik akımından ileri gelir.
Yerin mağnetik alanının uzun süreli fakat muntazam olmayan değişikliğine seküler değişim denir.Yıllar ve yüzyıllar boyunca vukua gelen bu değişim genellikle sapma ve eğim değerlerinde ve mağnetik alan şiddetinde kendini gösterir.Seküler deeğişimden elde ettiğimiz en önemli sonuç Yerin mağnetik alanının yılda ortalama 0,2 derece kadar batıya kaymakta olduğunun saptanmasıdır.

Paleomagnetizma

Kayaçlardaki doğal kalıcı mağnetizmanın yönlerinin ölçülmesi yolu ile Yerin mağnetik alanının jeolojik, arkeolojik ve kozmik geçmişteki durumunun incelenmesi yöntemine paleomağnetizma denir.
Paleomanyetik araştırma ,arazi üzerinde çok sayıda yönlü kayaç örneği almakla başlar.Volkanik kayaçlarda birçok lav akıntılarından ,sediment kayaçlarda ise ,en az on binlerce senelik serilerinden değişik örnekler toplamak gerekir.Normal olarak test edilecek herbir durum için bir kayaç örneğinden veya 1 karot parçasından 6 veya daha fazla parça alınır ve bunlar üzerinde yapılan ölçülerin ortalama değeri bulunur.Statigrafik serilerden alınan örneklerin yaş bakımından oldukça farklı olmalarına dikkat edilir.
Yeteri kadar yönlü parçalar toplandıktan sonra bunlar içindeki kalıcı mıknatıslanma ve onun doğrultusu ölçülür.Elde eddilen doğal kalıcı mıknatıslanma hakkındaki bilgiler, datalar,stereografik projeksiyon düzlemi üzerinde değerlendirilir.Ancak jeomağnetik alanın geçmişteki durumunu incelerken ,ölçülen doğal kalıcı mıknatıslanmanın kayacın oluşumu sırasında meydana gelmiş,sonradan bir değişikliğe uğramamış olmasına dikkat edilir.Çünkü çoğu kayacın oluşumundan sonra ,kimyasal etkenlerle meydana gelen sekonder mağnetizasyon kayaçtaki primer kalıcı mıknatıslanmayı büyük ölçüde etkiler onu değiştirir.
Kayaçlardaki bu ikincil mağnetizasyonu tespit etmek ve temizlemek için ,sahada ve laboratuarda birçok testler yapılır ve böylece sekonder mağnetizasyonun alan yönü ölçmelerindeki zararlı etkisi önlenmiş olur.
Paleomagnetizma mıknatıslanmayla ilgili bir konu olduğu için mıknatıslanma olayındanda bahsetmekte fayda görüyorum:
Bir cismin mıknatıslığı cismi oluşturan atomlar içinde elektronların hareketlerinden ileri gelir.Bildiğimiz gibi bir atomun merkezinde çekirdek çevresinde elektronlar bulunur.İki tip elktron hareketi vardır bunlardan birincisi çekirdek çevresindeki dönme hareketidir;diğeri ise elektronların kendi ekseni etrafında dönme hareketidir,buna iğ hareketi veya spin hareketi denir.
Elektronlar yörünge hareketleri sırasında bir manyetik alan husule getirdikleri için onlara bir çeşit mıknatıs diye bakılabilir ve onun bu mıknatıslığı ,yörünge hareketinin mağnetik momenti olarakda söylenebilir.Bir atomun mağnetik momenti ,atomun yapısına katılan bütün elktronların yörünge ve spin hareketlerine ait mağnetik momentlerin toplamıdır.
Cisimlerin içinde bulunan bu manyetik momentlerden ve onların hareketlerinden dolayı bir çok çeşit kayaç türü oluşmuştur:

a)Dia-mağnetik
b)Paramağnetik
c)Ferromağnetik
d)Antiferromağnetik
e)Ferrimağnetik


DÜNYADA JEOMAGNETİZMA VE PALEOMAGNETİZMANIN GELİŞİMİ



Jeomagnetizma'nın Tarihsel Gelişimi

M.Ö. altıncı yüzyılda eski Yunanlıların mıknatıslanmayı bildikleri kesindir. Felsefenin babası Thales, (M.Ö. 640-546) mıknatıs taşının çekme özelliğini anlatır ve bu özelliği taşta varolan ruha bağlar .Ancak bu dönemde mıknatısın çekme özelliğinin bilincinde olan Yunanlılarca bu mıknatısın iki kutbunun bulunduğu ve coğrafi kuzeye yönelme özelliği bilinmemekteydi.
Yerküre çevresinde bir magnetik alanın varlığı, bu alanın oluşum nedeni ve bsaşlangıcı uzun yıllar araştırıcıların uğraş alanı olmuştur. Yermagnetik alanının varlığı pusula adı verilen bir aygıt ile kolayca ortaya konulabilir. Düşey bir iğnenin ucuna oturmuş ve yatay düzlemde iğne çevresinde kolayca dönebilen mıknatıslanmış ibreden oluşa pusula, aynı zamanda tüm mıknatıs cisimlerinin Kuzey Msn Down ve Güney Msn Moon kutuplarının yerlerini bulmak için kullanılmaktadır.
İlk pusula, İngiltere'de Alexander Neckman adlı bir din adamının doğa bilimleri üzerine 1167 yılında yaptığı iki yayından anlaşılacağı üzerine, denizcilerce 11. yüzyılda kullanılmaya başlanmış, Arap ve İran gemicilerine yollarını bulmakta yardımcı olmuştur. O dönemde pusula ince bir iplikle yatay kalacak bir biçimde asılmış veya kamış gibi suda yüzebilen cisimlere bağlı küçük mıknatıs taşından oluşmuştu.
Avrupalı gemiciler pusulayı 12. yüzyıldan itibaren kullanmaya başlamışlardı. 14. yüzyılda ise pusula artık tüm gemilerde bulunuyordu.
Yerküre'nin dev bir mıknatıs oluşunun ve onun da bir mıknatıs gibi kuzey güney olarak iki kutbunun bulunduğunu insanlar daha sonraki yıllarda öğrendiler. Örneğin C.Colombus, 1492'de Atlantik Okyanusu'nda Doğu Hindistan'a varmak için batıya doğru açıldığı ve Amerika'nın keşfi ile sonuçlanan ünlü deniz yolculuğu döneminde mıknatısın sürekli olarak kuzey coğrafi kutbu göstereceği inancında idi. Atlantik'te yolculuğu ilerledikçe ibrenin coğrafi kuzeyden git gide ayrılışının izlenmesi denizlere kaybolma korkusu ile emilerde bulunanların kaptanlarına karşı ayaklandıkları ve bu ayaklanmanın Colombus tarafından güçlükle fakat büyük bir ustalıkla önlendiği ilginçtir (Anlatıldığına göre Colombus, "gemilerde fazlasıyla soğan ve sarımsak yedikleri pusulanın ise fena kokulardan hoşlanmadığını anlatarak onun düzensiz çalıştığını söylerler).
Eğim açısı (I) ile ilgili ilk yazılı kayıt, 1544 yılındadır. Bu tarihte yazılmış bir mektupta Nürnberg'li bir alet ustası olan Hatman'ın yaptığı bir aygıt anlatılmaktadır. Aygıt ağırlık merkezinden geçen yatay bir eksene bağlı demir bir çubuktan oluşmaktadır. Çubuk mıknatıslanmadan önce her yönde denge halinde kalabilmekte iken boyunca mıknatıslandığı zaman dengesi bozulmakta ve yatayla belirli bir açı oluşturarak denge halini almakta idi. Bu açıklamanın yapıldığı mektup ancak 1831 yılında Koninsberg arşivlerinde ele geçebilmiş olduğundan uzun yıllar olay saklı kalmıştır. Bu arada İngiliz araştırıcı olan Norman, Hartman'dan bağımsız olarak 1576 yılında eğim açısını bir kez daha bulmuş ve ölçme yolunu göstermiştir.
13. yüzyıl, düşünme ve sorunlara yanıt arama çağı olarak başlamıştır. Dönemin öncüleri arasında Roger Bacon görülmektedir. Düşünür yıllarca deneysel bilimlerin gelişmesi yönünde büyük çaba harcamıştır Önemli yapıtı olan Opus Tetium'u 1267 yılında yayınlamıştır .Bocon aynı zamanda yine üstün bir araştırmacı ve düşünür olan Fransız din adamı Pierre Maricourt'u tanıtmaktadır. Maricourt, 1269'da bir dostuna yazdığı mektuplarda uzun uzun araştırmalarından sözetmektedir. Özellikle döneminde cisimlerin mıknatıslanmaları üzerine yaptığı araştırmalar matbaa olmadığından elyazısı kopyaları elden ele dolaşmıştır. Maricourt'un yaptığı deneylerden bir tanesi ilgi çekicidir: araştırıcı mıknatıs taşını yontarak küre şeklini vermiş ve bu küre yüzeyinin değişik yerlerine küçük mıknatıs taşlarının yapıştığını görmüştür. Küçük mıknatısların aldığı yönler küre üzerine işaretlendiği zaman Maricourt bu işaretlerden oluşan çizgilerin kürenin belirli iki yerinde toplandıklarını izlemiştir. Bu yerler yaklaşık olarak kürenin bir çapının yüzeyi deldikleri yerlere rastlamakta idi. Bu noktalara araştırıcı kutup adını vermiştir. Maricourt aynı mıknatıslanmış yüzeyi bir tahta parçasına monte etmiş ve su üzerine bırakmıştır. Bu zaman da kürenin bir kutbunun yerkürenin kuzey kutbuna yönelmiş olduğunu görmüştür. Benzer diğer bir küre de suda diğerine yaklaştırıldığında iki kürenin aynı tarafa yönelen kutuplarının bir diğerini ötelediği karşıt kutupların ise birbirini çektikleri açık olarak saptanmıştır..
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Mart 2017       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı

Dünya’nın Çekirdeğindeki Son Element de Tanımlandı!


Ad:  OYGCyIa1A9IR5hlZog09dvgbbD5XjjyWimCJTTfpvL4.png
Gösterim: 350
Boyut:  184.1 KB
Dünya’nın iç çekirdeğinin çoğunlukla demirden (yaklaşık %85) oluştuğu iyi biliniyor. Nikel miktarı %10 civarlarında seyrediyor. Ancak geriye kalan %5’lik kısım gizemini koruyor. Japon araştırma ekibi yıllardır bu kayıp elementi arıyor ve bu kısmın silisyum olduğuna inanıyor. Araştırma ekibi, sonuçlarını Amerikan Jeofizik Birliği (San Francisco), Sonbahar Buluşmaları‘nda sundu.

Dünya’nın katı çekirdeği yüzeyden 3000 km derinde yer alıyor ve yarıçapının da 1200 km olduğu düşünülüyor. Çok derinde olduğu için, doğrudan test etme imkânı yok ve çekirdeğin hangi elementlerden oluştuğu da kesin olarak bilinemiyor (karşılaştırma için söyleyelim, Dünya'nın en derin madenleri 4 km derinliğe inebiliyor).

Silisyum, bir süredir çekirdekteki kayıp element olarak düşünülmekteydi. Araştırmacılar daha hafif bir element olması gerektiğini öne sürüp silisyumu çok defa önerdiler, bunun sebebi bu elementin özellikleri ve metallere nasıl iyi bağlandığı ile ilgiliydi. Delmek yerine, Tohoku Üniversitesi’nden bir araştırma grubu minyatür bir Dünya (kabuk, manto ve çekirdek) prototipini laboratuvarda hazırladı. Önce demir ve nikelin alaşımlarını oluşturdular ve silisyumla karıştırdılar. Daha sonra da Dünya’nın çekirdek kısmındaki büyük basınç ve sıcaklık koşullarına tâbi tuttular (yaklaşık 6000 °C).

Bu koşullar Dünya’nın çekirdek kısmındaki sismik verilerle uyuşuyordu ve Dünya’nın merkezine yakın bir yerden salınan sismik dalgalar bu verileri oluşturuyordu. Bu da silisyumun kayıp element olduğu yönündeki fikri kuvvetlendirdi. Cambridge Üniversitesi’nde mineral fiziği konusunda profesör olan Simon Redfern, şöyle konuştu: “Bu zor deneyler son derece heyecan verici, çünkü 4,5 milyar yıl önce Dünya’nın iç kısmının neye benzediği konusunda bir fikir veriyor. Ancak diğer araştırmacılar, çekirdek kısmında oksijenin de önemli olabileceğini buldu”. Ayaklarımızın altında ne olduğunu kesin olarak bilmek, Dünya’nın oluştuğu zamanki koşulları belirlememize imkân tanıyor.

Kaynak: WEF / BBC / Görsel Telif Hakkı: Soylent Green (26 Ocak 2017)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

30 Eylül 2011 / Pollyanna Taslak Konular
15 Ağustos 2012 / Misafir Soru-Cevap
16 Mart 2007 / virtuecat Taslak Konular
5 Mart 2007 / Misafir Fizik