Arama

Paralel Evrenler

Güncelleme: 17 Haziran 2012 Gösterim: 7.994 Cevap: 7
kan-düserken topraga - avatarı
kan-düserken topraga
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #1
kan-düserken topraga - avatarı
Ziyaretçi
Yaşadığınız hayatta başrolü kim oynuyor. Kimi zaman kendi hayatınızda figüran gibi hissediyor, 'neden orada değil de burada?' ya da 'niye ben' demekten alamıyoruz kendimizi. Seçimler başımıza gelecekleri belirliyor. 'Ya ötekini seçseydim ne olurdu?' düşüncesi yerli yersiz zihni meşgul edebiliyor. Her karar verme anında çatallanan ve her yeni yönde eşzamanlı ilerleyebilen bir başka siz düşünün.
Örneğin; bu satırları okumaktan şu anda cayan ve başka bir işe yönelen bir siz. Bu durumda, yaptıklarınız değişir; çevrenizdekiler, uzam ve zaman da size göre yeniden tanımlanır. Bu bambaşka bir evren tanımına giriştir; değişen siz her yeni karar da başka bir küçük evreni inşa etmektedir. Zamanın işleyiş yönünde belirginleşen koşutluk ayrıca bütün fizik kuralları ile perçinlenerek işler. Gördüğümüz, duyumsadığımız, algıladığımız yegâne büyük evrenin yanında, hiç denenmemiş ama izlenimleri bellekte yer eden ve yaşayan küçük evrenler. Ve biraz sonra birbirinden bağımsız ama 'paralel' devam eden bu sayısız evrenlerden geçebildiğinizi, hayata oradan devam edebildiğinizi düşünün.
Sponsorlu Bağlantılar

Bazı dinler ve filozoflar tarafından sıkça tekrarlanan, görülebilir evrenin ötesinde başka evrenler olduğu savı, insanlık için çok yeni bir düşünce değil. Havası suyu kimyası fiziği başka kanunlarla perçinlenmiş evrenler uzun zamandır anlatılıyor. Dinler ve öğretiler tarihi inanması güç kurallarla inşa edilmiş evren çağrışımları ve tasvirleriyle dolu. Cennetler, Cehennemler, Olympuslar, Valhallalar ve benzeri alternatif imgelerin yapı taşını bu dünyadakinden çok farklı maddeler oluşturuyor.

'Paralel evrenler' tanımı ilk kez Amerikalı fizikçi Hugh Everett tarafından ortaya atıldı. Zaman içinde, kuantum mekaniğinin ilginç, çok popüler ve bilimsel platformlarda çok tartışılan kuramlarından birisi oldu. Kimi zaman bağımsız ve farklı, hiçbir şekilde birbiriyle etkileşime girmeyen, çok sayıda evrenin varlığı öngörüldü. George Mason Üniversitesi'nden Dr. Robin Hanson gibi bilim adamları ise, paralel evrenlerin aslında sanılanın aksine birbirlerinden bağımsız olmadığı, birbirleriyle etkileşimde olduğunu öne sürdü. Evrenlerin birbirleriyle etkileşime geçtiği hallerde ise, küçük evrenler parçalanıyor ya da büyüğü tarafından yutuluyordu; örneğin ısının aniden yükselmesi sonucunda küçük evrenin yanması; dinsel betimlemelerdeki 'kıyamet'i çağrıştırıyordu.

Kuantum mekaniği; bilim tarihinde 'çift yarık deneyi' olarak bilinen deneyde, fotonun dalga mı yoksa parçacık mı olduğunu belirleyen şeyin gözlemcinin bilinci olduğunu söyler. Bir olgunun potansiyel durumdan işler hale gelmesi ve gerçekleşmesi, katılımcının varlığı ile mümkün olabilir. Sistemin fiziksel özelliklerinde herhangi bir değişim olmaz, değişim sadece bu özelliklerin potansiyellik ve güncelliğinde ortaya çıkar.

Fizikçi Jack Sarfatti'ye göre, gözlemcinin fikri, birçok olguyu açıklayabilir. Örneğin, bir sıvı veya gazdaki parçacıklar durmadan ileri geri hareket eder. Ona göre parçacıkların bir oraya bir buraya çarpmasının asıl nedeni, katılımcıların zihinsel etkinlikleridir.

Teorik fizikçi Roger Penrose, insan bilincinin nesneleri nasıl etkilediğini şöyle açıklıyor: 'Her gözlemcinin bilinç durumu 'ikiye ayrılır' kabul edildiğine göre her bir gözlemci iki kez var olacak, her var oluşunda farklı deneyimler edinecektir, Gerçekte, yalnızca gözlemci değil, içinde yaşadığı tüm evren, dünyayı her 'ölçmesinde', en az iki parçaya ayrılır. Böyle bir parçalanma, yalnız gözlemcilerin 'ölçümleri' nedeniyle değil, genelde kuantum olaylarının makroskopik büyümesi nedeniyle, tekrar tekrar oluşur ve bu şekilde oluşan evren 'dalları' çılgınca dal budak salmaya başlar'.
Birden çok olası evrenin öngörülen kümesi, 'çoklu evrenler' adlı bir teoriyle ifade ediliyor. Çoklu evrenin yapısı her evrenin kendi doğası ve birbirleri arasında kurulu çeşitli ilgiyle beliriyor.

Çoklu evren tanımı; fizik, felsefe, kurgu ve kısmen bilim kurgu alanlarında hipotezlerle ifade edilir. İlk defa William James tarafından kullanılan terim, bilimkurgu yazarı Michael Moorcock tarafından yaygınlaştırıldı. Aynı tanım çoğu zaman, 'alternatif evrenler', 'paralel dünyalar', 'paralel evrenler' biçiminde de kullanılıyor.


Max Tegmark'a göre başka evrenlerin varlığı kozmolojik gözlemlerle doğrudan ilişkili. Tegmark, kozmik gözlemlerin sunduğu verilerin, başka evrenlerin varlığını çıkarsama ve tanımlamada biricik yardımcı olduğunu söylüyor. Bugüne kadar girişilmiş bilimsel tanımlardan paralel evren düzeyleri adını verdiği bir sınıflama oluşturuyor.

İlk düzey 'açık çokluevren' adıyla anılıyor. Kozmik genişleme ve evrenin sonsuza yönelimi bu düzeyde bağlayıcı varsayılan oluyor. Birebir kopyanız sizden ancak Hubble hacimleri kadar ötede yer alabilir.

Andre Linde'nin köpük kuramı ikinci düzeyi oluşturuyor. Bu kabulde Kaotik genişlemede öteki canlı alanların başka fiziksel sabitleri, boyut ve parçacık tanımları olabileceği öngörülüyor. Bu düzey ayrıca Wheeler'ın 'düzenleyici evren' teorisini de kapsıyor.

Hugh Everett 'in 'sayısız dünyalar' kabulü üçüncü düzeyde yer alıyor. Kuantum mekaniği kuralları çerçevesinde; tıpatıp benzeyen çoklu evrenler farklı hallerde var olabiliyor. Kuantumun genel kurallarına sıkı sıkıya bağlı bu kabul paralel evrenlerin en çelişik ifadesi olarak biliniyor.

Dördüncü düzeyde Tegmark'ın 'mükemmel birlik' kuramı yer alıyor. Öteki matematiksel yapılar başka bir fiziksel kökten eşitlikler verir. Bir bakıma matematiksel doğruluk fiziksel varlığın da delilidir. Bu durum fiziksel alışkanlıkların gözden geçirilmesini, gözlemcinin algısını yeniden inşa etmesini zorunlu kılar. Stephen Hawking'in geliştirdiği M-teorisi" bu düzeyde yer alır. Tegmark'a göre bu noktadan sonra beşinci bir düzeyden bahsedilemez.


"Her Şeyin Teorisi"adıyla da bilinen evren kabulü, "M" harfiyle (magic, mysterious, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin, bütün teorilerin anası olarak değerlendiriliyor. Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak kuramının henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olabileceğini belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını vurguluyor.

M-Teorisi'ne göre, evren iki boyutlu 'bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiperuzay". Hiper ölçekte, "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya giriyor. Hawking'e göre "Gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiperuzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğuyor.

"kuantum üremesi" denen bu olayda Hawking; kuantum oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor.
Hawking, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, bu varsayımı biraz daha somutlaştıran hologram örneğini veriyor: 'Hologramlar, iki boyutlu bir yüzeydir ama doğru açıdan bakıldığında, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark edilebilir'. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan herhangi birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamı görülebilir.
Diğer bir söyleyişle, daha çok boyut içeren bilgiler, daha düşük boyuttaki bir yapının içine kodlanabilir. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir. Dahası paralel dünyaların yansımaları gözlemlenebilir. Ve sürüp giden yaşam bu yansımaların sadece biridir.

Hawking'in kuramının, kehanet ve telepati gibi metafizik olduğu sanılan karanlık konuları da aydınlatacağı düşünülüyor. Tıpkı bir hologramda iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunan, üç boyutlu bilgilerin okunması gibi karanlıkta kalan birçok 'beceri' açıklanabilecek.

Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir oyun, bizim de eğlence için. Üretilmiş hologram oyuncular olduğumuzu söylemek oldukça kolaycı bir yaklaşım. Bu yüzden neredeyse paralel evren çağrışımlı bütün eserlerde böylesi bir gönderme şu ya da bu biçimde yapılıyor. Kurgubilim başımıza gelecekleri yaklaşık olarak öngörebilmesi gayet doğal... Ancak kitaplar filmler ve benzeri ürünler; geleceğin hangi yöntemlerle işlerlik kazanacağını önceden haber verdiğinde her zamankinden şaşırtıcı olabiliyor. Bilim açıklayıcı niteliğiyle geçmişin beslediği bütün efsaneleri, mucizeleri ya da karanlık noktaları birer birer anlaşılır kılmak, aydınlatmak için çalışıyor. İnsanlığın eriştiği nihai bilgi ki böyle bir sonuç varsa; filmlerdeki kadar fantastik olmayacağı muhakkak. Çünkü başımıza geldiğinde, her ne kadar kitapların fantasması olsa da bizim 'gerçeğimiz' olacak.
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #2
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
Paralel evrenler hakkında bilginiz var mı?
Açıkcası bilgim oldukça yüzeysel. “Paralel Evren” kavramı en fazla bilim-kurgu bazında “zamanda yolculuk” esprisi ile bağlantılı olarak karşımıza çıkıyor. Genelde zamanı lineer olarak değerlendiren bir görüşle, geçmişe veya geleceğe yolculuk yaparak sayısız paralel evren icinde dolaşmanın mümkün olduğu üzerine nice çeşitlemeler ve zihnin sınırlarını zorlayan nice olasılıklar… Bilimde ise bu kavram “Schrodinger’in Kedisi” deneyinin açığa çıkardığı istatiksel paradoksa bir açıklama olarak yerini buluyor. Schrodinger’in tasarladığı deneyde, bir kedi çevresinden mükemmel biçimde yalıtılmış bir kutunun içine yarı ömrü bir saat kadar olan bir atom ve diğer bir takım aletlerle beraber konur. Kutu içinde bir dedektör, çekirdek bozunduğunda ortaya çıkan ışımayı algılar algılamaz bağlı bulunduğu bir çekici harekete geçirir. Çekiç, içi siyanür dolu bir şişeyi kırarak kedinin ölümüne neden olur. Fakat atom bozunmazsa, dedektör gerekli sinyali çekice göndermez ve kedi yaşamaya devam eder. Bu durumda kedi, bir saat kadar sonra, eşit olasılıklarla hem ölü, hem de canlı olacaktır, başka bir ifadeyle, canlı ve ölü halleri olasılık bazında aynı anda mevcuttur. Peki kedinin durumunu gözlemlemek için kutunun kapağı açılırsa ne olur? Kuantum yorumuna göre bu bir çeşit “ölçme” işlemidir ve sistemin durumuna “müdahale”dir. Ölçme işlemi ile çoklu konumların üst üste gelmesiyle oluşan durum tek bir konumda “sabitlenir”. Kedinin durumu, ya canlı olduğu ya da ölü olduğu duruma indirgenir -- hiç bir şekilde, deneycinin üst üste gelmiş durumu gözlemlemesi olanağı yoktur. Sonuç olarak kuantum kurallarının işlemesi için “olay”ın tamamen yalıtılmış olması gerekiyor. Bu deneyle ortaya çıkan %50 ölü, %50 canlı kedi paradoksunu açıklamaya yönelik teorilerden biri de “Paralel Evren” veya “Çoklu Evren” kuramı… Bu teoriyi savunanlara göre kedi bir evrende “ölü”, başka bir evrende ise “canlı”dır! Ama bence böylesi bir teorinin olasılıklar evreninde yoğun bir soyutlama eksersizi olmaktan öte fazlaca bir değeri yok!
Sponsorlu Bağlantılar
Metafizikte ise “paralel evren” kavramı, “holografik evren” üzerine sohbetlerimizde değindiğimiz “boyut” kavramı ile eşdeğer bence… Farklı titreşimlerin oluşturduğu sonsuz boyut aynı anda mevcut ve varlık titreşimini değiştirdiği taktirde farklı planlara dahil olabiliyor -- veya farklı evrenlere…
Ama aslolan şimdi ve burada olmakta olan...

Çetin BAL: Aslına bakılırsa Bilimin 20.yüzyılda ulaştığı boyut ve zaman kavramlarına dair elde ettiği anlayış çerçevesi henüz tam olarak boyutlar hakkında net bir tanımlamaya izin vermiyor.Buna rağmen zaman yolculuğu konusuna odaklanmış bir insan olarak ben evrensel aklın ve bilimin objektifliğine sadık kalarak bilinen anlamda ''boyutların'' metafizik tanımlamasını hem kuantum fiziği verileriyle hemde genel göreceliksel verilerle daha uyumlu görüyorum..Bilimin ilerleme süreci içerisinde bir kaç eğriye sahip olmadan bir doğruya ulaşmak pek olası değildir!

Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
19 Haziran 2008       Mesaj #3
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Paralel Evrenler

Görülebilir evrenin ötesinde, bu evrene paralel başka evrenler de varmı dır? Mistikler ve filozoflar böyle olduğunu öne sürüyorlar.Bilim adamları ise yakın zamanlara değin böyle bir şeyin olanaksız olduğunu düşünüyorlardı.Fakat bugün fizikçiler paralel evrenlerin olabileceğini matematiksel olarak ortaya koyabiliyorlar.

Aşağıda "üçüncü bir boyutta dizilmiş iki boyutlu evrensel düzlemler" görülmektedir.


PARALEL EVRENLER kavramı, bugün bilimsel terimlerle açıkça bir şekilde tartışılabilmektedir.Bilim adamları içinde bulunduğumuz evrenin varlığını bir takım neden sonuç bağıntılarıyla açıklayabiliyorlar.Aslında bu açıklama, üç boyutlu uzayın tümüyle onun yapısını oluşturan fizik nesnelerden ibaret olduğu esasına dayanır.Bu yaklaşım biçimi ilk bakışta, evrenin var olan her şey demek olacağı anlamına gelebilir.Fakat iki önemli nokta var.Birincisi, bilim adamlarının evren açıklamaları, birtakım soyut kavramları(güzellik ve sevgi gibi) açıklamaktan kaçınır.Oysa her ne kadar fizik bir evrende yaşıyorsak da, bu tür soyut kavramlar bu fizik evren içerisinde önemli bir yer tutarlar.İkinci olarak da bilimin tüm yaklaşımları ve bu konuya ilişkin kabülleri kesinlikle üç boyut ile sınırlanmıştır. 3 koordinat belirtilmelidir İkinci nokta, paralel evrenler tartışmasının odak noktasını oluşturuyor.Evrenimiz üç boyutlu bir mekandır.Herhangi bir nesnenin konumunu kavrayabilmek için öncelikle onun üç koordinatını belirlememiz gerekir.Bunun en somut örneği havacılıkta görülür.Bir uçağın pilotu, yerdeki hava trafik kontrolörüne havadaki konumunu bildirmek için 3 rakam vermek zorundadır: Bu değerler uçağın havada bulunduğu yerin enlemini, boylamını ve yere olan uzaklığını belirtir. Peki, üç boyutun ötesi var mıdır? Matematikçiler diğer boyutları idrak etmenin sanıldığı kadar zor olmadığını belirtiyorlar.Diğer boyutlar gerçekten de matematiksel olarak kavranabilir, fakat bu durum üç boyutlu insan beyni için de söz konusu mudur? Tüm kavramlarımızla birlikte üç boyutlu bir mekanda yaşadığımız için bu pek mümkün değildir.

Fakat şu örnekler, bunu anlamamıza biraz yardımcı olabilir. Nokta, kağıt ve masa örnekleri Uzaydaki tek bir noktayı ele alalım . Bu noktanın herhangi bir yöne doğru uzanan hacmi yoktur.Dolayısıyla bir matematikçi için o nokta boyutsuzdur.Düz bir çizgiyi alalım. O da sadece bir yöne doğru uzar.Genişliği ve yüksekliği yoktur, sadece uzunluğu vardır.Bu bakımdan o çizği de bir matematikçi için tek boyutludur.Bir kağıt parçasını düşünün.Genişliği ve uzunluğu vardır ama derinliği yoktur.Dolayısıyla o da iki boyutludur.Bir masayı ele alalım.Genişliğiyle, uzunluğuyla ve derinliğiyle üç boyutlu bir nesnedir.Örneklerimizi bir kez daha inceleyelim: Boyutsuz, tek boyutlu, iki boyutlu ve üç boyutlu.Burada durmamız için herhangi bir neden var mı? Niçin bundan sonraki boyutları keşfe çıkmayalım? İki boyutlu evren: Flatland Tekrar kağıt örneğine dönelim ve bu iki boyutlu dünyada yaşayan varlıkları düşünelim.Flatlandliler (R. Edwin Abbott, Flatland adlı bilimkurgu romanında, iki boyutlu bir evreni ve oradaki yaşamı anlatır.) sadece iki boyutu bilirler: Sağ-sol, ön-arka.Onların tüm hareketleri kağıtın derinliği olmayan yüzeyi ile sınırlanmıştır.(Onlar derinliği sadece kendi boyutlarındaki yerçekimi olarak ölçümleyip duyumsarlar.) Flatlandliler üçüncü boyutla ilgili olarak hiçbirşey bilmezler.Hatta üçüncü boyutu hayal edemezler. Flatlandlilerin üzerinde yaşadıkalrı bu kağıt parçasının sonsuz bir genişlikte olduğunu düşünün.Bu durumda onlar doğallıkla kendi iki boyutlu evrenlerinin tüm ''var oluşu'' oluşturduğunu düşüneceklerdir.

Öte yandan kendi evrenlerinin ''altında'' ya da ''üstünde'' de başka evrenlerin olduğunu ise asla anlayamayacaklardır.Hatta anlamamanın ötesinde, bu kendilerine söylendiğinde kabul bile etmeyeceklerdir. Paralel Flatlandler Bizim üç boyutlu bakış açımızla ise, Flatland evreni asıl gerçekliğin çok çok küçük bir bölümünü oluşturur.Bu arada iki ayrı Flatland evreni birbirine paralel bir şekilde yer alabilir ve bunların her birinde yaşayan varlıklar derinlik duygusuna sahip olmadıkları için birbirlerinin farkına varamazlar.Bu tür birbirine paralel iki Flatland evreni üçüncü bir boyutta bir araya gelirler, tıpkı bir kitabın sayfaları gibi.

Einstein'ın yaklaşımı Her ne kadar bilimsel düzeyde şimdilik bir varsayım olarak kabül ediliyorsa da, birtakım bilimsel ön bilgiler öne sürülmemiş olsaydı, paralel evrenler felsefesi bir kavram olmanın ötesinde hiçbirşey ifade etmeyecekti.Paralel evrenler konusuyla ilgili ilk kapıyı açan kişinin Albert Einstein olduğu biliniyor.Einstein'in ünlü genel rölativite teorisinde paralel evrenleri birbirine bağlayan ''köprülerden'' söz edilir.Genel rölativite teorisi çekim, uzay ve zaman konularını kapsayan oldukça karmaşık bir teoridir.Rölativite teorisine göre, bir çekim alanı eğimli bir uzay demektir.Üç boyutlu uzay, dördüncü bir buyuta uzanır.Tekrar Flatland'e dönersek, bu iki boyutlu alem, üç boyutlu uzayın dördüncü bir boyuta açılmasının ne demek olduğunu açıklamaya yardım edecektir. Hemen yanıbaşımızda yer alan mekanların varlığı olgusu, bizim dördüncü bir boyut tasarımlarımızdan oldukça farklıdır.Her şeyden önce, üç boyutlu beynimizin bu tür bir olguyu kabüllenmesi oldukça zordurBöyle bir yaklaşım ancak iki boyutlu bir paralel evren modeli ile sağlanabilir.

Modern bilimsel yaklaşımlar, paralel evrenlerin varlığına, hatta gerekliliğine dikkat çekiyor.Dördüncü bir boyut kavramı paralel evrenlerin nerede olabileceğine ilişkin bazı ip uçları veriyor.Özellikle Einstein 'ın bu tür evrenlerin karadelikler aracılığıyla nasıl birbirine bağlanabileceğine ilişkin bazı ön bilgiler ortaya koyduğu biliniyor.Aslında paralel evrenler bir dördüncü boyutta aynı uzayda aynı yerdedirler.Fakat araya bir zaman duvarı girmiştir.Paralel evrenler birbirlerine değmeden sonsuz tabakalar şeklinde bir kitabın sayfaları gibi üst üste dizilirler.Paralel evrenler ve kendi evrenimize ait farklı zaman tabakaları(Geçmiş, Şimdi, Gelecek) bu dördüncü boyutta birbirleri içerisine geçerek bir kitabın sayfaları gibi dizilmişlerdir. Flatland 3 boyutlu oluyor Flatland'i oluşturan iki boyutlu kağıt tabakasının üzerine ağırlığı olan bir nesne koyalım. İki boyutlu kağıt bu nesnenin ağırlığından ötürü hemen buruşacak ve şekli bozulacaktır.Dolayısıyla iki boyutluluğunu yitirecek, buruşuk bir yüzeyi olmasından ötürü, üçüncü bir boyut, yani derinlik kazanacaktır.

Böylece bu yeni üç boyutlu mekanda kütleçekimi denen etki oluşacaktır.Flatland, çukurlaşmasına rağmen yine Flatland olmaya devam edecektir.Fakat şu farkla ki, Flatlandliler bu kez meyilli bir yüzey üzerinde yolculuk yapacaklardır.Buradaki çukurlaşma, hemen akla bir karadelik getiriyor.Bir karadeliğin Flatland'de olduğu gibi üzerinde durabileceğiniz bir yüzeyi yoktur.Sadece nesneyi daha derinlere çeken olağanüstü bir çekim gücü vardır.Flatland'in bir karadeliğe yaklaştığını varsayalım, ne olacaktır o zaman? Flatland'in iki boyutlı evreni karadeliğin çekim etkisine girdiğinde, giderek küçülmeye ve bükülmeye başlayacaktır.Sanki bir huninin kenarlarından içeriye doğru, bir tünele doğru kayıyor gibi olacaktır.

Einstein-Rosen Köprüsü Einstein ve yakın çalışma arkadaşı Nathan Rosen'in bu karadelik tünellerini matematiksel olarak kabül ettikleri ve inceledikleri biliniyor.Einstein ve Rosen, bu çalışmalarının sonucunda şaşırtıcı bie şey keşfettiler: Karadelik tünellerinin dibi yoktur.Burada, uçlarından birbirlerine bağlı iki huni söz konusudur.Birleştikleri nokta, tünelin ''boğaz'' kısmını oluşturur.Dolayısıyla tünelin bir ucundan giren bir nesne, merkezdeki ya da boğazdaki olağan üstü çekimin etkisiyle, tünelin öbür ucundan dışarı fırlatılır.Öyleyse öbür yanda ne vardır?Öbür yan, yeni bir evrendir, ilkinden tamamıyla farklı bir evrendir bu! İşte bu iki evreni birbirine bağlayan tünele Einstein-Rosen Köprüsü adı verilir.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Mart 2009       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı
Alternatif Evren

Paralel evrenin ne olduğu ya da nasıl olduğu tartışıladursun, hala daha bize ne ifade ettiği tam olarak belirlenemedi. Ayrı bir zaman mı? Yoksa ayrı bir mekân mı? Ne olabileceği ve bize ne ifade edebileceği hakkında bir fikir verilebilir belki.

Paralel Evrenler kavramı, bugün bilimsel terimlerle açıkça bir şekilde tartışılabilmektedir. Bilim adamları içinde bulunduğumuz evrenin varlığını bir takım neden-sonuç bağıntılarıyla açıklayabiliyorlar.
Aslında bu açıklama, üç boyutlu uzayın tümüyle onun yapısını oluşturan fizik nesnelerden ibaret olduğu esasına dayanır.


Versailles Time Slip


10 Ağustos 1901'de Versailles Sarayı'nda gezmekte olan iki hanımefendi (Charlotte Moberley ve Eleanor Jourdian) birden kendilerini ilginç kıyafetler giyen insanların içinde buldular. Burası yine Versailles Saray'ıydı fakat daha Trianon yoktu sarayın bahçesinde. Gördükleri aslında 1780'lerden başka bir şey değildi. Bunu ancak bir kaç dakika sonra geri döndüklerinde anlayabildiler. Aynı şekilde Anna Emanuel de 1974'te buna benzer bir olay yaşadı ve bu olanlar bilimsel bir şekilde açıklanmaya çalışılmadı ta ki günümüze kadar

Kuantum


Kuantum teorisinin de belirttiği gibi her şey göründüğü gibi olmayabilir. En güzel örneği ise atomların aynı anda birden fazla yerde bulunmasıdır. Peki atomların böyle bir özelliği varsa neden atomlardan oluşan insanların da böyle bir özelliği olmasın? Buna göre değişik evrenlerde değişik gerçekler yaşanabiliyor demektir.


Alternatif Evrenler

Elimizde bu bilgiler varken bir kaç olası sonuca varabiliriz:

Aynı zamanda, değişik mekanlarda, aynı hayatlar yaşanıyor olabilir,

Ayrı bir mekanda, aynı hayatların değişik zamanları yaşanıyor olabilir.

İlk olasılıktan çıkarılabilecek bir sonuç şu olacaktır; eğer ayrı evrenlerde aynı hayat yaşanıyor ise kabiliyetlerimiz doğuştan gelen şeyler değil de aslında sürekli öğrendiğimiz ama öğrendiğimizin farkında olmadığımız şeylerdir. İlaveten fobiler aslında mantıksız korkular değil, bazı hatırlamadığımız tecrübelerimiz sonucu doğal tepkilerimizdir. Genel olarak bu olasılık aslında içgüdüyü tamamıyla açıklamaktadır.

İkinci olasılık ise bize daha cazip sonuçlar sunmaktadır. Eğer yaşadığımız ve yaşayacağımız her an başka bir evrende yaşanıyorsa, zamanda yolculuk anlam kazanmaktadır. Versailles Time Slip bu olasılığın en kuvvetli örneğidir. Tek yapılması gereken ise bu alternatif evrenlerle bağlantı kurmaktır.



Solucan Delikleri


Solucan delikleri (Einstein-Rosen-Podolsky köprüleri olarak da bilinir) Einstein'ın rölativite kanununun bir sonucudur. Evrenin katlanarak belli noktalarda kesiştiğini ve bu “boğaz”lardan geçişin mümkün olduğunu savunur. Kesin olmamakla beraber, bu delikler vasıtasıyla zaman ve mekanlar arası yolculuk mümkündür Einstein'a göre.



Bu yolculukların aslında genel tanımı evrenler arası yolculuktur. Nasıl olabildiği açıklanamamıştır fakat olasılık dahilinde olduğu bilinmektedir. Böyle bir yolculuğun sonucunda ne ile karşılaşılabileceği de bilinmemektedir fakat alternatif evrenler arası bağlantının en cazip görünen yöntemidir.






Kaynak:ufonet be
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Mart 2009       Mesaj #5
Avatarı yok
Yasaklı
Paralel Evrenler ve İmaginer Sayılar

Büyük bilgin Einstein, relativite teoremini anlatırken oldukça zorlanmış ve bunu değişik örneklerle ifade etmeye çalışmıştır. Hızın, parçacıklar üzerinde etkisi ve algısal duyularla ifade şekli, bu bilginin anlatım şeklini zorlamış ve bu gün bile fizkçilerin öğrencilerine anlatmada zorluk çekmelerine neden olmaktadır.
Kütlenin sonsuz ifade edilmesi, ışık hızı ifadesinin anlatımında zorlanmalara neden olan olayların başında gelmektedir. Peki sonsuz kütele nasıl hareket ettirilir ki? Sonsuz kütleyi hareket ettirmek için sonsuz enerji gerekmektedir, zaten ifadenin anlatım ifadesindeki zorluk burada başlamaktadır. Siz onluk sayı sisteminin üzerine eksi otuzbir ifadesini koyarak foton tanesinin gram cinsinden ifadesini yazdığınız zaman ve bunun ışık hızına ulaştığı zamnki değerini anlatmaya çalıştığınız zaman sonsuzluk ifadesinin aslında göreceli olduğunu fark edersiniz… Limit ifadelerinde altta yazan x’in sonsuzluğa işaret etmesi, aslında gerçek bir sonsuzluk değildir, göreceli sonsuzluğa işaret etmektedir… Bu olayı size basit bir şekilde ifade etmek isterim, normalde bir sayısı ile iki sayısı arası sonsuzdur, ama bu görecelidir. Siz bir ile iki sayısı arasına sonsuz tane sayı ifadesini yer ettirebilirsiniz. Hakeza bunu başka bir şekilde de örneklendirebiliriz… Arasında bir metre uzaklık bulunan iki kişi arasındaki mesafe aslında sonsuzdur diyebilir miyiz? Diyebiliriz… Siz o bir metrelik ifadeyi metre cinsinden giderseniz kısadır, ama ya santimetre milimetre yada daha ufak boyutlardaki uzunluklarla ifade etmeye kalkıp o uzunluk ölçüleri ile gitmeye çalışırsanız, siz o bir metrelik mesafeyi sonsuz olarak ifade etmek zorunda kalırsınız ve o bir metrelik mesafeyi de sonsuz zaman diliminde aşmak zorunda kalırsınız.
Işık hızında yer alan sonsuzluk ifadesi de göreceli olup, mutlak sonsuzluğu ifade etmemektedir. Netice itibari ile ışık hızında giden fotonun kütlesi matematiksel olarak ifade tarzını bulmuştur. Sonsuz olan bir kütlenin ifadesi de matematiksel olarak ifadesi olmazdı. Ama fotonun kütlesi, asıl kütlesine göre ifade edilirken, sonsuz ifadesi kullanılmaktadır. Netice itibari ile de bu ifade limit ifadesine aktarıldığı zaman sonsuzluğu ifade edecek şekilde ifade edilmek zorundadır. Ama ne kütle sonsuzdur, ne hacim sıfırdır ve nede zaman sıfırdır… ama benim dediğim bu olay mutlak ifadeler için geçerlidir. Yani mutlak bir sonsuzluk ya da mutlak bir sıfır noktası olarak ifade şeklini bulamaz. Ama kütle o kadar artar ki, matematiksel olarak ifade sonsuzluk olarak karşılığını bulur, ancak bu ifadeler mutlak değildir.
Hakeza son zamanlarda yapılan matematiksel ifadeler ve bulunan takyon adlı meteryaller ışık hızından daha hızlı hareket etmenin mümkün olduğu şeklinde yorumların yapılmasına neden olmuştur. Bu olayın ifade şekli ise imaginer sayı sistemleri ile yerli yerine oturmuştur. Sizlere bir soru sorulsa ve dense ki 1 sayısının karekök dışına çıkması için hangi sayı kullanılmalıdır? Bu sorunun karşılığı +1 ya da –1 şeklinde olacaktır. Peki -1 sayısının karekök içerisinden çıkması için nasıl bir sayı kullanılmalıdır, bu sorunun cevabı ne olmalıdır? Tabii ki böyle bir sorunun cevabı yoktur, çünkü bu sanal bir sayıdır; yani imaginer bir sayı ifadesidir.
İşte bizim evrenimizde kullanılabilen sayı ifadeleri belli iken, matematiksel olarak ifade edilemeyen bu sayı düzenekleri bizlere farklı boyutların olabileceği ifadesini beraberinde getirmiştir. Konu ile ilgili olarak Feinberg ve onun gibi düşünenler iddialarını şöyle öne sürdüler; dediler ki “ Madem ki matematikte sanal sayılar vardır, fizikte niye olmasın ki? “ Msn Star
Ama olayın açılımı sadece matematiksel nicelikler olmayıp, bulunan takyon adlı partiküllerde bize fikir vermiştir. Çünkü takyonların ışık hızından daha hızlı hareket ettikleri tespit edilmiştir. Bizim evrenimizde ise ışık hızını geçme imkanı bulunmamaktadır. Bu ise bu partiküllerin başka bir boyuttan yani başka bir evrenden geldiği hipotezini kuvvetlendirmektedir.
Peki ışık hızının üstündeki bu partiküller nasıl özelliklere sahiptir? Bu partiküller negatif bir kütleye sahip olup, ışık hızında giden partiküller gibi çok büyük kütle yerine negatif bir ifadeye sahip kütleye sahiptirler. Hacim olarak aynı anda birden çok yerde bulunabilen bu partiküller, sıcakta eriyen sakız gibidirler. Zaman ise bu partiküllerde geriye doğru hareket etmektedir. Buda uzmanların zaman makinesi hayallerini süslemektedir


Kaynak:Tuna T. Sonsuz Uzaylar, Boğaziçi Yayınları, sayfa 146-147
Son düzenleyen asla_asla_deme; 28 Mayıs 2010 21:43
RAPonses - avatarı
RAPonses
Ziyaretçi
23 Nisan 2009       Mesaj #6
RAPonses - avatarı
Ziyaretçi
Einstein’dan günümüze tüm bilimadamları ulaştığı nefes kesici teori ve olağandışı bir sonuca vardılar: Yaşadığımız evrenin ilk ve tek evren olmadığı! 100 yıldan fazla bir zamandır bilim çevrelerinin aklından çıkmayan bir sırrın açığa çıkması ile uğraşmaktadır. Belki de gizemli, saklı evrenler mevcuttur! 1920lerden beri çalışan fizikçiler, ilginç bir noktaya ulaştılar: Onlar atom parçacıklarının mesela elektronların kesin yerini belirlerken, onların kesin ve tek bir lokasyona sahip olmadıkları! Parçacıklar sadece bizim evrende değil, başka evrenlerde de olabilecekleri… Sonsuz sayıda paralel evrenler mevcut ve hepsi birbirinden değişik. Mesela bir evrende Napolyon Waterloo savaşını kazanırken, İngiliz kolonisi Amerikan İmparatorluğunu kurmamış, siz doğmamış olabilirsiniz! Aslında bir evrende olanın diğer bir evrende alternatifi olabilir. Mesela, Al Gore başkan, Elvis hala hayatta! Zamanla paralel evrenler, Elvis’in hala hayatta olmasından daha garip bir hal alabilirler.

Eski bir değiş vardır; “Ne dileğine dikkat et, dileğin gerçekleşebilir!”
Biz zamanın başından beri evrenin simetrik, saf, güzel ve yalın olduğuna inanırız. Hatırlıyorum da 8 yaşımdayken, ilkokul öğretmenim çok ünlü bir bilimadamının öldüğü haberini vermişti. Ölümünün ardında henüz tamamlanmamış çalışma kağıdı bırakmıştı. Bu kağıtlarda ne olduğunu çok öğrenmek istemiştim. Yıllar sonra bu teorinin ne olduğunu öğrendim “Herşeyin Teorisi” (Theory of Everything) ve ben bunun bir parçası olmak istedim. Son zamanlara kadar bu teori iyi niyetli bir dilekten öteye geçemedi.. 1980’lerden itibaren tüm dünyadaki çeşitli üniversitelerde bu konu üzerinde çalışmalar gerçekleşmektedir. En sonunda evrendeki herşeyin bir açıklaması olabilecektir. İngiltere’nin ünlü fizikçisi Stephen Hawking, “çok yakında Tanrı’nın kafasından geçen herşey okunacaktır” demiştir. Bir fikir, diğerlerinden çok daha fazla devrimcidir. O da “herşeyin teorisi”. Fiziğin başlangıç tarihinden beri maddenin parçacıklardan meydana geldiği düşünülmekteydi, ama artık biz bu düşünceyi değiştirdik.

Madde, küçük sicimlerden/tellerden (strings) oluşmaktadır. Bu teori “string (sicim/tel) teorisi” diye adlandırıldı. Bu sicimler tıpkı bir keman teli ya da gitar teli gibi belli bir şekilde çekersen belli bir frekans yaratırsın, daha başka bir şeklide de başka frekanslar, başka notalar… Varlık, bu süper sicimler/tellerin oluşturduğu küçük notalardan meydana gelmiştir ve fark ediyoruz ki; evren bir senfoni ve evrenin tüm fizik kanununları da bu süper stringlerin yani sicimlerin/tellerin bir uyumudur. Bu sicim teorisi, o kadar basit ve açık nettir ki, varlığı açıklamada neden kullanılmasın diye düşünmeden edilemedi. Ancak, bu teori Einstein’in yarım bıraktığı “herşeyin teorisi”ni açıklayacaksa bir denemden daha geçmek durumundaydı; özel bir olayı “Evrenin oluşumu” nu… Bu konu, büyük yıldızları, galaksileri üzerinde çalışan kozmologların araştırma konusu olmuştur. Dünyamızın “büyük patlama” (big bang) ile oluştuğunu düşünen kozmologlar, bu fikri daha ileri noktalara götürdüler. Onlar, zamanda geriye gittiler. Öyleki adım adım big bang anına kadar vardılar. İlk yıldız ve galaksilerin oluşumu geriye doğru baktığımızda evrenin 1 milyar yıllık olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, ilk atomun oluşumundan bu yana baktığımızda evren birkaç yüzbin yıl yaşındadır. Eğer hücre çekirdeği (nuclei) oluşumu açısından bakarsak da birkaç saniye. Fizik artık bu garip gözüken olayları konuşmaya hazır; saniyenin kesirleri-en küçük parçaları-, saniyenin milyarlarca milyarı, 10- 35 saniyeler… Eğer evrenle ilgili herşey açıklanacaksa, büyük patlama ve sicim teorisi mükemmel bir şekilde birbirini tamamlamaktadır. Bir tanesi evrenin doğumunu, oluşumunu anlatırken, diğeri tüm bu oluşumun elementlerini kapsamaktadır.

Evet, fizik bu noktada zafere çok yaklaşmıştır… Ancak kötü giden bir şey oldu! Bu iki teori bir şekilde birlikte ortaya çıkamadı. 10 yıl çabadan sonra daha da kötü bir şey oldu! Bu iki teori şimdi kendi kendini yok etme durumuna düşmüşlerdi. İlk problem, big bang yani büyük patlama ile ortaya çıktı. Kozmologlar, zamanda büyük patlamaya kadar gittiklerinde evrende boşluklar olmayacağını düşündüler. Uzun çalışmalar sonunda yok olmayan sadece bir tane boşluk olduğunu farkettiler! Aslında büyük patlama teorisi diye konuşuyoruz ama aslında bu teori hiç bir şey söylememektedir; “ne büyük patlaması”, “neden büyük patlama”, “ne sebep verdi bu patlamaya” diye sorular gelmekte insanın aklına. Hatta bu büyük patlama ardından ne gibi durumlar söz konusu olduğunu bile anlamamıza pek imkân vermeyen bir teori…

Kozmolojinin başlıca problemi, fizik kanunlarının büyük patlama ile çözülmesi. Bazı insanlar fizik kurallarının bozulmasında ne gibi bir sorun olabileceğini söyleyebilirler. Ama bir fizikçiye göre önceden belirlenen bu kuralların zamanla çürütülmesi tam bir felakettir. Bütün hayatımız boyunca biz fizikçiler hayatımızı bir fikire adamışızdır; tüm bu evren kanun ve kurallara göre işlemektedir, bu kanunlar mamatematikseldir yani matematik dilinde yazılabilirler. İşte elimizde olan ana-merkez kısmı olan evrenin kendisi ki bu kanunlarla açıklanan kısım ama diğer geri kalan kısım ise fizik kanunlarının ötesinde…

Büyük patlamaya tekrar geri gidersek, kozmoloji için gizemini koruyan bir kavram var; o da “TEKLİK”! (singularity). Einstein’ın “izafiyet teorisi”ni ele alarak başlangıç noktasına geri gidersek, keşfedeceğimiz şey “TEKLİK”, “KOZMİK TEKLİK”. İşte bu noktada denklemler anlamını yitiriyor!

Büyük patlama ile ilgili problem, stringler yani sicim teorisinin de bir problemle karşı karşıya kalması ile gölgelendi. String teorisinin evreni açıklamadaki tek teori olma umudu pek çok kişinin onun üzerinde çalışması ile karmaşık bir hale geldi. Fizikçiler bu teorinin ikinci, üçüncü tanımlamasını, yorumunu buldular. Daha sonra da beş değişik sicim teorisi tanımlaması bulundu! Tek bir yorum yoktu ve bu da teorinin kesinliğini ortaya koyamıyordu. Beş tane yorum fazladan da öte bir sayı! Çünkü biz bu 5 teori değil çok daha özel tek bir teori olsun istiyorduk ve bu beş teori ile ilgili çalışırken bir yandan da kafamızın bir köşesinde “neden bir tane teori olamıyor” diye sorguluyorduk.

Sicim teorisi fazlaca açılmaya, çözülmeye başladı! Öyle ki herşeyin teorisi olarak gözüken bu teori bundan çok uzak bir noktaya gelmişti! Sicim teorisi sanki çıkmaza girmiş ve “hiçbirşeyin teorisi” olmuştu!...

Tam da bilimadamları umutlarını kesmişlerdi ki, yeni bir buluş ortaya çıktı. Bu bilimadamlarını tekrar arayışlarına devam etmesi için bir ilham olacaktı ve sonunda onlar için en az popüler olan fikir ile karşı karşıya gelmelerine neden olacaktı: PARALEL EVRENLER!...

Sicim teorisi karışık bir hal aldığında herkesin kafası karışmamıştı. Bazılarının bu durum hoşuna gitmişti! “Eğer sicim teorisi herşeyin teorisi diye adlandırılan teoriyse, bu “herşeyin beş teorisi” kafa karıştıran bir zenginliğe sahiptir.” Bilimadamlarının arasında yükselmiş bir yıldız Michel Duff, süperyerçekimi (supergravity) diye bir fikir ortaya koyar ve sicim teorisi Michel Duff’ın fikrinin yerine geçmiştir ve O’nun kariyerini etkilemiştir!

Duff: “Fizikte kuralları ve kanunları zorla kabul ettirme eğilimi vardır. Bazı gurular yani üstadlar vardır. Onlar hangi fikrin geliştirileceğini söylerler! Pek çok açıdan yalnız bir zamandı benim için. Benimle çalışacak mezun öğrenciler bulamaya çalışırken pek çoğu bana haklı da haksız d olabilceğimi ama benimle “süperyerçekimi” konusunda çalıştıkları takdirde iş bulamayacaklarını ifade ettiler.”

Aslında bu iki teori dışardan bakıldığında aynı gibi gözükse de içerden bakıldığında çok ince bir farklılığa sahiptir. Bu da dışardan bakana göre herşeye bir kusur bulmak gibi gelmektedir. Bu aslında evrendeki “boyut sayısı” ile ilgilidir…

Biz normal olarak üç boyutlu bir dünyada yaşadığımızı düşünmekteyiz. 3 şekilde hareket edebiliriz; sola-sağa, yukarıya-aşağıya, öne-arkaya. Ama fizik ekstra boyutlar eklemeye bayılır! Einstein “zaman”ı 4.boyut olarak önermiştir. Daha sonra başka birisi özel bir boyutu 5. boyutu önerdi. Sonra 6 ve sayılar gittikçe artarak devam etti. Bu ekstra boyutlar evrende bizim mikroskopik denecek kadar küçük yani algılayamayacağımız bir şekildedirler. Ama tabii ki bilimadamları bu boyutların varlığına inanmaktadırlar. Sicim teorisi tam olarak 10 boyut olduğu konusunda ikna olmuştur.

“Eğer biri matemetiksel olarak değerlendirirse çok açık bir cevapla karşılaşır. Bu da 10 boyutun olması gerektiği. 10 boyut! 9 uzaysal boyut, 1 zaman.”

Süperyerçekimi teorisi de 11 boyut olduğunu düşünmektedir… “ Süper yerçekimi teorisi 11 boyutsal sistem içerisinde yazıldığında net ve anlaşılır bir hale gelmektedir.”

10.boyutla 11.boyut arasında bir savaş yaşanmaktaydı!...

“10.boyutta yüzlerce sicim teorisyeni bulunmaktadır ve hepsi de evrenin bilinen tüm özelliklerinin tek bir çerçevede sunmak için çalışmaktadırlar; o da “sicimlerin titreşimi”… Bu çalışmaların dışında kalmış kişilerin çalıştığı bir de 11. boyut vardır.”

Sicim teorisi yükşelişini sürdürürken, bu konuda çalışanların çok azı 11. boyutu ciddiye almışlardı. Ancak süper yerçekimi teorisini destekleyenler, 11. boyut konusundaki iyimser ümitlerininden asla vazgeçmemişlerdi.

“Er ya da geç ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyorum ama 11. boyut pek çok şeyin merkezi olaraka görüleceğine inanıyorum.”

Ama sicim teorisinin başı son günlerde dertte! Sicim teorisinin bu 5 değişik açıklaması fiziğin aramakta olduğu tüm fizik kanunlarını kapsamamaktadır. Herşey sicim teorisini kurtarmak için gibi gözükmektedir. Yani neredeyse herşey…

“Çok ilginç, inanılmaz bir şey açıklandı”, “ bir başka şok dalgası tüm manzarayı tamamen değiştirdi!” Son bir çaba ile sicim teorisyenleri yıllardır reddettileri 11. boyutu 10. boyuta eklediler. Şimdi neredeyse sihirli bir şey oldu; 5 tamamlayıcı sicim teorileri…

“Cevap gerçekten de kayda değerdi… Kesinlike kayda değer… Bu beş sicim teori açıklamalarının aynı olduğu gözükmektedir. Bu 5 sicim teorileri ana teorinin basit anlamda tezahürlerinden başka bir şey değildir. 11. boyuttan bakmak dağın tepesinden aşağı bakmak gibi… Buradan sicim teorisinin daha kapsamlı bir gerçeğin parçası, 11. boyutun gerçeği olarak görebilirsiniz.”

“Bunca yıldır 11. boyut için yapılan çalışmaların boşa gitmediğini görmek çok güzel bir duygu.”

Tamamen birbirlerinden farklı olduklarını düşünen bu iki teoriyi destekleyenler, bir anda şaşırtıcı bir şeklide11.boyutu ekleyerek birbirlerini tamamladıklarını farkettiler. Böylelikle sicim teorisi tekrar bir anlam kazandı. Ancak bu sefer de başka çeşit bir teori olmuştu; “Sicime ne olmuştu?”…

Sicim teorisindeki çok küçük, görünmez sicimler, evrendeki tüm ana maddenin blokları olduğu farz edilmekteydi ama şimdi 11.boyutun eklenmesi ile bu değişti; genişlediler ve birleştiler. Şaşırtıcı bir sonuç ortaya çıktı; evrendeki tüm maddeler tek bir yapıyla birbirlerine bağlılar; bu da bir “zar”(membrane). Aslında bizim tüm evrenimiz bir zardır!

Bu farkedişle birlikte evrendeki herşeyi açıklamaya tekrar başlanabilir; yani yeni teori ile “zar teorisi” (membrane theory). Bir başka değişle “m” teorisi… Ancak bazıları bunu çok esrarengiz bulurken bazıları da “m”in başka şeyleri açıkladığı görüşündeydiler…

“M” teori… belki sihirli gizemli zarı ( magic mysterious membrane), anneyi (mother) temsil etmekteydi, belki de sihiri (magic), belki de muhteşem (magnificent) kapsamlı evren teorisini…

Belki de sonunda “M” teorisi ile evrendeki herşey açıklanabilecek. Ama “m” teorisinin geçerliliğinin kabul edilmesi için, bilimadamları 11.boyut ile ilgili daha çok şey öğrenmeye karar verdiler; tüm bilinen kuralların ve sağduyunun terk edildiği bir yer olduğu çok çabuk bir şekilde açığa kavuştu, sonsuz uzunlukta ama mesafe olarak çok kısa!...

“11. boyut maksimum ölçüde; bu 10­üstü eksi 20 milimetre bir başka deyişle milimetreyi 20 tane sıfırla 10’a bölmek! Bu çok çok küçük bir ölçüdür.”
Bu şu demektir: 11. boyut, bir milimetrenin trilyonda biri ölçüsünde 3 boyutlu dünyamızın her noktasında bulunmaktadır. Bu size sizden daha yakın olmasına rağmen onu algılayamayız. Bu gizemli uzaya bizim zarlı evrenimiz (membrane universe) yayılmaktadır. Ancak ilk başta hiç kimse bunun nasıl çalıştığını bilmemekteydi. Daha sonra bazıları onun tıpkı ince lastik gibi genişleyip yayıldığını, bazıları ise hiper uzayda amaçsızca titreşerek uçan bir balon gibi olduğunu düşündüler.
Eğer bu size yeterince sürrealist gelmediyse, bir de ileri sürülmüş şu fikre bakalım; belki de11.boyutun diğer ucunda titreşim halinde olan bir başka evren (membrane universe) mevcuttur! İlk başlarda bu fikir çok ciddiye alınmadı ama zamanla tekrar ele alındı. Fizik, şu soruyu sordu; “evrenimiz gerçekten de tek evren mi, yalnız mı?”

Bu sorgulama Lisa Randall ile başladı ( kaya tırmanışı yaparken şöyle diyor): “İnsanlar kayaya bakıyorlar, tabii ki fiziksel olarak o bir taş. Küçük birşey üzerinde odaklanabilirsiniz. Ben, bu kayay tırmanırken problem çözmeyi, oyunları bazı şeyleri tespit etmeyi seviyorum."

Randall bu açıklanması zor olan bir fenomenden (olaydan) çok etkilendi: “yerçekiminin zayıflığı” (weakness of gravity). “Doğada pek çok çeşit kuvvet bulunmaktadır. Çoğunu bir şeklide anlayabiliyoruz, ve bir de şu yerçekimi var, çok farklı gözükmekte. Yerçekimi kuvveti diğer kuvvetlere göre aşırı zayıf bir kuvvet. Belki şimdi etrafınıza bakıp “yerçekimi o kadar da zayıf bir kuvvet olarak gözükmemektedir”diyebilirsiniz. Fakat şöyle bir düşünürseniz; tüm yeryüzü sizi kendine doğru çekiyorsa da siz yine de bazı şeyleri kaldırmayı başarabiliyorsunuz.”

Nima Arkani-Hamed: “Yerçekimi günlük hayatta o kadar da zayıf gözükmemektedir. Bizim ayağımızın yerde sabitlenmesinden, dünyanın güneş etrafında dönmesinden sorumludur ancak gerçekten de yerçekimi diğer kuvvetlere nazaran oldukça zayıf bir kuvvettir. Mesela alın bir tane buzdolabı mıknatısını ve metal bir kalemin ucuna yapıştırın. Göreceksiniz ki mıknatıs kalemi yukarı doğru çekecektir. Burdan da anlaşıldığına göre küçük bir mıknatıs kuvveti yerçekimini yenebiliyor.”

Randall: “Yerçekiminin zayıflığını açıklayan pek çok yeni fikir var. Extra boyutları bir açıklamış olsak…”

“M” teorsi ortaya atıldığında, Randall ve arkadaşları yerçekimi ile bir açıklama getirip getiremeyeceklerini merak etmekteydiler: Acaba yerçekimi bizim evrenimizden 11. boyuttaki uzay boşluğuna mı sızmaktamıydı?

Nima Arkani-Hamed: “yerçekimi gerçekte oldukça diğer pek çok kuvvet kadar güçlü bir kuvvet olmasına rağmen zayıf gözüküp, algılanabilir. Çünkü yerçekimi gördüğümüz ya da görmediğimiz tüm extra boyutlara yayılmaktadır.”

Randall, yerçekiminin bizim zar evrenimizden (membrane universe) nasıl uzay boşluğuna sızdığını ölçmeye bulmaya çalıştı. Ancak, bu fikrini işleme sokamadı. Sonra bir teori duydu bu teoriye göre 11. boyutta başka evrenler de olabilirdi. Şimdi gerçekten de garip bir düşünceye sahip oldu; “Ya yerçekimi bizim evrenden sızmıyorsa ve başka evrenden bize geliyorsa o zaman yerçekimi diğer kuvvetler kadar kuvvetli olabilir.” Bize ulaşana kadar zayıf bir düşünce olan bu fikir, Randall’ın tekrar hesaplaması ile gerçeğe uygun hale gelmiştir.

Randall: “Ya iki tane evren varsa; bir tanesi bizim gördüğümüz ve diğeri de bizim algılayamadığmız ve ne çeşit kuvvetlerden yapıldığını ve oluştuğunu bilemediğimiz… Eğer biz 11.boyutun herhangi bir yerinde yaşasaydık, yerçekimini kuvvetini pek göremeyecektik. Çünkü daha çok diğer yandaki zarda açığa çıkmata olacaktı. Biz yerçekiminin sadece kuyruğunun ucunu görüyoruz!!!”

“Yerçekiminin zayıflığı” ancak yeni bir fikri ortaya koyarak olabilecektir. O da “PARALEL EVRENLER”dir. Randall’ın fikri pandoranın kutusunu açmıştır. Şimdi dünyanın her yanındaki fizkçiler 11. boyut üzerinde yoğunlaşıp bu konuda çalışmalara yönelmişler ve her defasında da mükemmel bir açıklama ortaya çıkmıştır. O da “paralel evrenler”… her defasında baktıkları 11. boyutun her noktasında açığa çıkan şey paralel evrenlerdi!!!

“Bize paralel olan diğer evrenler belki de bizim evrenimize çok yakındılar. O kadar yakın ki farkında bile olamamıştık!” “Belki de tamamen çok farklı doğa kanunları ve kuvvetler bulunmaktaydı diğer evrenlerde. Bu sonsuz evrenlerde sonsuz cüzlerde sonsuz yaşam formları olabilir.” “Bazı evrenler tıpki bizim evrenimiz gibi görünebilir. Tek şey hariç o da siz orada değilsiniz!”

“M”teorisi gittikçe garip bir hal alıyordu. Acaba evrenimizdeki herşeyi açıklayan bir teori olabilir miydi? Eğer böyle bir şey kabul edilirse bu teorinin hiçbir teorinin açıklayamadığını açıklıyor olabilme şansına sahip olacaktı ve büyük patlamadan bu yana tartışılan “teklik” konusuna da bir bakış açısı getirebilirdi. “M” teorisi bunlara cevap olarak ortaya çıkmak üzereydi ve “paralel evrenlerde bu teorinin kalbinde, merkezindeydi.”

2001 yılın başlarında oluşan bilgi;11. boyutun zar evrenlerin içine doğru süzüldüğü sakin, huzurlu bir boyut olduğudur. Ancak Burt çok daha heyecan verici bir fikir ortaya attı; “Evrenler 11. boyuta doğru azgın devası dalgalar gibi hareket etmekteydiler.”

“Bu evrenler hareket halindelerdir. Tıpki diğer herşeyin hareket ettiği gibi… Aslında hareket için fazla yerleri de yoktur ya bu evrenler birbirinden ayrılarak ya da birbirine doğru çarparak hareket edebilirler. Beni ilgilendiren eğer evrenler birbiri ile çarpışırsa ne olurdu?”

Yeni nesil kozmologlardan Neil Turok, Burt’ün fikrinin merak uyandırıcı bir fikir olduğunu ancak kendisinin ve arkadaşlarının başka bir fikri olduğunu bildirdi. Onlar hala kozmolojinin büyük problemleri ile boğuşmaktadırlar: “Bir başlangıç varmıydı? Büyük patlamadan önce zaman mevcut muydu? Evren nereden gelmekteydi, nasıl oluşmuştu?” bu soruların ötesinde onlar daha büyük bir sorunun cevabını bulamaya çalışmaktaydılar: “Acaba büyük patlamaya ne sebep olmuştu yani “TEKLİK” konusu.”

“Hiç kimse “TEKLİK” konusuna bir çözüm getirememiştir. Hiç kimse büyük patlama öncesine gidip bir açıklama getirememiştir. Bu çok da tatmin edici bir durum değildir. İşte bu kozmoloji için en derin problemdir. Eğer “TEKLİK” konusunu çözebilirseniz, evrende seyrinizi daha anlamlı bir sekilde sürdürürsünüz. Turok ve arkadaşları fikirlerini bütünüyle açıkladıklarında kozmologlar bu probleme asla bir çözüm bulamayacaklarını düşünerek neredeyse tamamen vazgeçmek üzereydiler. Cambrigde’deki bir konferansta “M” teorsinin öncüleri biraraya gelerek bu konunun öne sürülen fikirlerini oratay koydular. Burt bu konferansın yıldızıydı. Onun 11. boyutla ilgili açıklamaları fizikçilerin ve kozmologların ilgisini çekmişti.

“ Biz pek çok fikirden etkilendik. Ancak özellikle Burt’un açıklamaları bizi derinden etkiledi.”

Konferansın son gününde Neil Turok, Paul Steinhardt ve Burt biraz ara vermeye karar verdiler ve bir tiyatro eserini seyretmek için Kopenhag’a trenle gittiler.

Burt: “ Londra’dan trene atlayıp Kopenhag’a bir oyunu izlemeye gittik. Trende tabii ki konferanstaki fikirleri konuşmak için zamanımız vardı.”

Seyahat esnasında tabii ki fikirleri konuşacak zamanları vardı. 3 fizikçi ve bir tren…
Konu ise evrenin en büyük sırrı: “Büyük patlamaya ne sebep oldu?”

Neil Turok: “Paul ve Burt’le oturmuş, fikir paylaşımı yapıyorduk.”

Paul: “ aramızdan biri gliba ben dedim ki; neden evreni bir patlama olmadan yaratamıyoruz. Eğer böyle bir şey yaparsan, o zaman tüm madde radyasyonunu yaratabilirsin, dedi arkadaşlardan biri galiba Neil’di. Birimizin fikirlerini tamamlayıp durduk.”

Burt: “ Bu fikir paylaşımı devam ettikçe en azından ben bir sürü fikir patlaması yaşıyordum; evreni etkileyen tüm etkiler ve tıpkı iki elimin birbirine çarpması gibi bir çarpma olabilirdi bu büyük patlama….”

Neil: “ Büyük patlama paralel dünyaların arasındaki bir çarpışma olabilirdi.”

Ama nasıl bu çeşit patlama dünyayı yaratmıştı? İçinde yaşadığımız bu evren küme küme maddelere sahipti; yıldızlar, galaksiler. Şimdi açıklamaları gereken bir konu var: Nasıl iki paralel evren çarpışması kümeler halindeki maddeyi yaratmaya devam etmektedir? Acaba açıklanması gereken zarla ya da zarlarla ilgili bir şey mi var?

“İnsanlar zarı mükemmel düz tabakalar, geometrik düzeyler şeklinde görme eğilimindeler. Bence bizim için net olan şey bunun böyle olmadığı. Zarın ya da zarların mükemmel derecede düz olmaması lazım. Onun dalgacık şeklinde girinti ve çıkıntıları var.”

“Her bir zarın yüzeyinde dalgacıkları, girinti ve çıkıntıları vardır. Dolayısıyla iki zar bir araya geldiğinde aynı yere aynı anda çarpmazlar kıvrımlarından dolayı. Onlar değişik zamanlarda değişik yerlere çarparlar. Çarpışma olduğunda giriniti ve çıkıntıları maddeye çevirir.”

Paralel evrenler 11. boyuta doğru dalgalar şeklinde hareket ederler ve herhangi bir dalga gibi bunlar dalgacıklar şeklinde hareket ederler ve büyük patlamadan sonra dalgacıklar maddeye yön vermektedirler.

En sonunda evrenimizin doğuşu hakkında tam bir açıklamaya sahip oldular. Şimdi onlar daha derin bir şey yapabilirler. Onlar fizik kanunlarını geçmişe büyük patlama anına ve diğer tarafa doğru geri alabilirler.

“TEKLİK”i açıklarken, zarların varlığının büyük patlamadan da önce ve zamanın olabilirliğini ifade etmektedir. Zaman incelenebilir “TEKLİK” ten bakılarak.”

“Zamanda geriye çok geriye taa genişlemenin olduğu yere kadar gidilebilir ve daha sonra başka bir dünyaya (boyuta)olabilir.”

“Zarlar birbiri ile çarpışınca bu çarpışma “M” teorisi kapsamında açıklanabilir. Şimdi bu matematik ve bilimle açıklanabilir.”

“TEKLİK” “yok” olmuştu ve bu bir saatlik tren yolculuğunda farkedilmişti. Bu fikir öylesine yeni ki daha yeni yeni tartışılmaya başlanmıştır. Ancak kabul görüldüğü takdir de Einstein’in kayıp teorisi de ortaya çıkmış olacaktır. Yani “M” teorisi evrendeki herşeyi açıklıyor olacaktır. Ancak bu uzun arayış belki de bir şeklide başka bir açıklama ile karşı karşıyadır: “Sonsuz sayıdaki zarlardan birisi, pek çokevrenden bir tanesi ve çoklu evreni yaratandır.”

“Sonsuz sayıda evrenler ve her birinin kendine ait fizik kanunları olabilir. Büyük patlamalar her an olmakta ve evrenimiz genişleme sürecinde olan diğer zarlarla, evrenlerle bir arada aynı anda varolmaktadır. Evrenimiz, diğer köpüklerin de okyanusu olan okyanusta yüzen sanki bir köpük, kabarcıktır.”

Ancak, bu hikâyenin pek de sonu sayılmaz. Bazıları “herşeyin teorisini” kullanmakta ve Fizik çevreleri, evren hakkında herhangi bir gizemin ve cevaplanmamış sorunun kalmaması için çalışmalarını sürdürmektedirler.

“Yeni evreni nasıl yaratabiliriz”sorusu kapsamında laboratuarda çalışmalar yapıyorum. Bu yeni evren büyüdükçe, geliştikçe kendi mekânını oluşturacak ve çok küçük zaman birimi içerisinde kendisini evrenimizden uzaklaştıracak ve evrimleşerek isole olmuş yani yalnız kalmış ama evrenimize çok yakın, büyüyen kozmik oranlarda ve sınırsız bir seyri olacaktır.”
Aylin ER
İstanbul - 26.04.2006
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Ağustos 2010       Mesaj #7
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay


Bilim adamlarının günümüzde doğa ve uzay üzerine yaptıkları araştırmalar açık bir gerçeği göstermektedir: “Kusursuz bir yaratılış”. Ancak bu fikri kabullenemeyenler ortaya attıkları bazı iddialarla bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyorlar. Medyada çıkan, “İnsan ile maymun arasındaki ara geçiş formu bulundu;türünden haberler hep bu amaca hizmet ediyor. Şimdilerde ise “paralel evrenler” konusu rağbet görüyor. Bu iddia evrenin büyük bir patlama ile yaratılışı gerçeğinin karşısına bir tez olarak sunulmaya çalışılıyor. Üstelik hiçbir somut kanıtı olmaması ve kendi içinde önemli çelişkiler barındırmasına rağmen...


Bilim Dünyasını Sarsan Gözlem


Evrenin başlangıcını oluşturan ve “Big Bang” olarak da adlandırılan Büyük Patlama'nın delilleri ortaya çıkana kadar birçok bilim adamı evrenin sonsuzdan beri var olduğunu iddia ediyordu. Evrenin sonsuzdan beri var olduğu ve varlığını da sonsuza kadar devam ettireceği iddiası “Sabit Durum Teorisi” olarak adlandırılıyordu. Ancak 1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın California Mount Wilson gözlemevinde yaptığı bir gözlem, bilim dünyasına bomba gibi düştü. Bu, astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biriydi.



Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsacaktı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Bu durum bir gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi düşünülebilir. Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Bilimsel gözlemler evrendeki her şeyin birbirinden uzaklaştığını ortaya koymuştu. Bu durum karşısında varılan tek sonuç, evrenin "genişlemekte" olduğuydu.

Hubble'ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, materyalistlerin öngördüğü hareketsiz başlangıcı olmayan evren modelinin tam tersi bir durumu ortaya koyuyordu. Evren adeta şişirilen bir balon gibi genişliyor ve gök cisimleri de balonun üzerindeki noktalar gibi birbirlerinden uzaklaşıyorlardı


Evren Sonsuz Değildir; Bir Başlangıcı Vardır


Evren genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiğimizde ise "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, muazzam çekim gücü nedeniyle "sıfır hacme" sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya "Big Bang" (Büyük Patlama) dendi ve teori de aynı isimle bilindi.

Big Bang'in gösterdiği önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk" anlamına geldiğine göre, evren "yok" iken "var" hale gelmişti. Bu ise, evrenin bir başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve böylece materyalizmin "evren sonsuzdan beri vardır" varsayımını geçersiz kılıyordu.


Big Bang'in Yeni Kanıtları Bulunuyor


Big Bang’in tek delili genişleyen evren değildi. Zaman içinde bilim adamları Big Bang teorisini doğrulayan başka bulgulara ulaştılar. George Gamov bu bilim adamlarından biriydi. 1948 yılında Gamov, Georges Lemaitre'in hesaplamalarını geliştirdi ve Big Bang'e bağlı olarak yeni bir tez ortaya sürdü. Buna göre evrenin Büyük Patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan geriye radyasyon olarak adlandırılan bazı kalıntıların olması gerekiyordu. "Olması gereken" bu kanıt çok geçmeden bulundu.

1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı söz konusu kalıntıları içeren dalgaları keşfettiler. "Kozmik Fon Radyasyonu" adı verilen bu radyasyonun Big Bang'in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Penzias ve Wilson, Big Bang'i deneysel olarak ilk gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülünü kazandılar.

1989 yılına gelindiğinde ise, George Smoot ve beraber çalıştığı NASA ekibi, COBE adlı yapay bir uyduyu uzaya gönderdiler. Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcılar, Penzias ve Wilson'ın ölçümlerini doğruladı. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin başlangıcındaki büyük bir patlamanın sıcak, yoğun konumunun kalıntılarını gösterdiğini kanıtladı. Çoğu bilim adamı COBE'nin başarısını Big Bang'in olağanüstü bir şekilde onaylanması olarak yorumladı.

aaa3fa2


Bu bulgu ve bilim adamlarının yorumları dünyanın birçok TV kanalında yer alacak kadar büyük bir yankı uyandırdı ve yüzyılın en büyük buluşu olarak haber verildi. Hatta bazı kanallar haberi Allah’ın varlığının delili olarak duyurdu.

Big Bang'in bir diğer önemli delili ise uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen ve helyum gazlarının oranı, Big Bang’ten sonra arta kalan hidrojen-helyum oranı ile tamamen uyuşmaktadır. Bilindiği gibi yıldızların temel yakıtı hidrojendir. Yıldızlardaki hidrojenin helyuma çevrilmesi sayesinde buralarda ısı ve ışık üretilebilmektedir. Eğer evren, materyalistlerin iddia ettiği gibi bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki tüm hidrojenin tamamen yanarak helyuma dönüşmesi gerekirdi.



Materyalizmin İflası



Evrenin yaratılmış olduğunu kanıtlayan somut delillerin artması üzerine bir çok materyalist bilim adamı bu delilleri yaptıkları yorumlar ile örtbas etmeye, geçiştirmeye çalıştılar. Fred Hoyle ve Dennis Sciama da bu bilim adamlarından ikisiydi. Ancak Sciama, ardı ardına gelen ve Big Bang'i ispatlayan deliller karşısında içine düştükleri durumu şöyle anlatmak durumunda kalıyordu:

“Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. …Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.”(1)
Bu sözler adeta Big Bang'in bir zafer belgesiydi. Bu zafer, materyalistlerin ideolojilerinin temelini oluşturan; bir başlangıcı olmayan "sonsuz evren" iddiasını da yerle bir ediyordu. Peki o zaman Big Bang'den önce ne vardı ve "yok" olan evreni büyük bir patlama ile "var" hale getiren güç neydi? Elbette ki bu sorunun cevabı, materyalistlerin de hoşuna gitmeyen gerçeği, yani bir Yaratıcı'nın varlığını göstermektedir. 81 yaşına kadar ateist olan ancak yakın bir dönemde ateizm düşüncesini terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıklayan ünlü felsefeci Anthony Flew bu konuda şunları söylüyordu:

“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını.” (Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241)

Anthony Flew doğru söylüyordu, evreni sonsuz güç sahibi olan Yüce Allah yoktan yaratmıştır.



Big Bang'deki Denge

aaa2qb4


Big Bang'de gerçekten de şaşırtıcı derecede hassas bir düzenleme vardır. Bu düzenlemenin ilk basamağı, patlamanın hızıdır. Big Bang'le birlikte var olan madde, elbette etrafa korkunç bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Patlamanın bu ilk anında, şiddetli bir çekim gücü vardır. Evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir bu. Dolayısıyla Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda çekim gücü patlama gücüne baskın çıksa, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsa, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.
Peki bu denge ne kadar hassastı? İki güç arasında ne kadarlık bir oranda farklılığa izin verilebilirdi? Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü matematiksel fizik profesörü Paul Davies, bu soruyu cevaplamak için uzun hesaplamalar yaparak şöyle bir sonuca ulaştı:

“Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini göstermektedir. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli hale geldiği zamanda, bu hız gerçek hızından sadece 10–18 kadar bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yok etmeye yetecekti. Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.(2)


Havaya Atılan Bir Kalem Sivri Ucu Üzerinde Durabilir mi?


Böylesine bir patlamanın tesadüfen oluşmuş olması ihtimaller dâhilinde midir?

Elinize sivri uçlu bir kalem alsanız ve onu havaya atsanız, bu kalemin yere düştüğünde ucu üzerinde durma ihtimali nedir? İşte blim çevreleri Big Bang’in tesadüfen oluşmasının kalemin ucu üzerinde kalması kadar imkânsız olduğunu söylüyorlar. Ünlü Science dergisindeki bir makalede bu durum şöyle ifade edilir:

“Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, evren atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkânı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.”(3)

Peki bu denli olağanüstü bir denge neyi göstermektedir? Elbette böyle hassas bir ayarlama tesadüfle açıklanamaz ve bilinçli bir tasarımı ispat eder. Paul Davies, gerçekte materyalist yaklaşımı benimseyen bir fizikçi olmasına karşın, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir:

“Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir."
Big Bang’in varlığının inkâr edilemez olduğunu gören materyalistler, Big Bang bir yana evrenin ve dünyanın bugünkü yapısının dahi tesadüfen oluştuğunu iddia etmeye çalışmışlardır. Peki bu iddiada bir doğruluk payı var mıdır? Acaba bize hayat imkânı verecek düzendeki bir evrenin materyalistlerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşması, kaçta kaç ihtimaldir? Milyar kere milyarda bir mi? Ya da trilyar kere trilyar kere trilyar ihtimalde bir mi? Ya da daha büyük bir sayı mı? Ünlü İngiliz matematikçi Roger Penrose işte bu sayıyı hesaplamıştır. Penrose hesaplamayı yaparken tüm fiziksel değişkenleri hesaba katmış, bunların kaç farklı biçimde dizilebileceğini dikkate almış ve içinde canlıların yaşayabileceği bir ortamın oluşmasının, Big Bang'in diğer muhtemel sonuçları içinde kaçta kaç ihtimale sahip olduğunu tespit etmiştir. Penrose'un bulduğu ihtimal şudur: 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal! Acaba Roger Penrose hesapladığı bu sayı hakkında ne düşünmüştür? Penrose, akıl sınırlarını çok aşan bu sayı hakkında şu yorumu yapar:

“Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal, Yaratıcı'nın amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.”(4)

Penrose evrendeki tüm atomlar bir yana atomu oluşturan parçacıkların sayısının bile bu sayıyı ifade etmeye yetmeyeceğini söylüyor. Ne kadar büyük bir sayı ile karşı karşıya olduğumuzun daha iyi anlaşılması için basit bir örnek verelim: Evrendeki bütün atomları değil, sadece tek bir tuz tanesinin tüm atomlarını saymak istediğimizi düşünelim. Saniyede bir değil, tam bir milyar tane sayacak kadar hızlı olduğumuzu da varsayalım. Bu olağanüstü beceriye karşın, ufacık bir tuz tanesi içindeki atom sayısını tam olarak tespit edebilmek için beş yüz yıldan fazla bir zamana ihtiyacımız olacaktır. Yemeden içmeden saniyede bir milyar atom sayarak geçecek beş yüz yıl demektir bu.
Matematikte 10 üzeri 50'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin varoluşunun tesadüfle açıklanmasının kesinlikle ama kesinlikle imkânsız olduğunu göstermektedir.

Penrose’un da ortaya açıkça koyduğu gibi evrenin tesadüfen oluşma ihtimali hiç yoktur. Ne var ki bu gerçeği görmezden gelmeye çalışanlar hala mevcuttur. Montreal Üniversitesi Psikiyatristi Karl Stern, bu kişiler hakkında şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:

“Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tamamıyla delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır.”(5)


aaa1ac0


Ateist Arayışlar: “Paralel Evrenler” ya da “Çok Dünyalar” İddiası



“Paralel evrenler” ya da “çok dünyalar” diye bilinen tez de Stern’in “şizofrenik” olarak nitelendirdiği evrenin yaratılışını inkâr etmeye çalışan düşüncenin bir türevidir. Paralel evrenler kavramı sonsuz sayıda dünyanın var olduğunu ve bizim bunların her birinde, birbirinden farklı versiyonlarımızın bulunduğunu, bu yüzden de hepsinin farklı olaylar zincirinin gelişmesini sağladığını iddia eder.
Bu tezdeki temel gaye yaşamı barındıran bir evren meydana getirmek için olası denemelerin sayısını ve zamanın miktarını artırmak ve dolayısıyla evrenin sözde ihtimaller dahilinde oluşabilme olasılığını yükseltmektir. Paralel evrenler düşüncesi, ne kadar ihtimal dışı olursa olsun her olayın başka bir paralel evrende gerçekleşebileceği iddiasını taşır.


“Çok dünyalar” hipotezi, çok büyük sorunları içinde barındırır. Çok evrenleri içeren hali hazırdaki tüm kozmolojik modeller, bu evrenleri yaratmak için bir mekanizmaya gereksinim duyarlar. Ucu üzerinde durmayı başarabilecek kalem örneğinde olduğu gibi evrenin var olması çok hassas ayarlamaları gerektirir.

Söz gelimi ışığın hızı saniyede 300.000 kilometredir. Eğer ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha hızlı olsaydı, termonükleer reaksiyonlarda, şimdikinden on binlerce kat daha fazla enerji üretilecekti. Bu durumda da yıldızların çekirdeğindeki enerji çok daha çabuk tüketilecek ve evrenimiz milyonlarca yıl önce karanlığa gömülmüş olacaktı. Peki ya ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha yavaş olsaydı? Bu durumda evrenin başlangıçtaki genişlemesi çok daha yavaş olacak ve evren çekim gücünün etkisinden kurtulamayarak çökecekti. Yani her iki durumda da hayatın var olması imkânsız olacaktı. Yukarıda da söz konusu edildiği gibi bilim adamları ışığın bu hızda olduğu evrenin ortaya çıkması ihtimalini 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir olarak hesaplamışlardır. İmkânsız olmasına karşın bir an için hızı saniyede 200.000 km. olan bir evrenin var olduğunu varsayalım. Böyle bir evren için yapılacak ihtimal hesapları da, hızı saniyede 300.000 km. olan ışığı barındıran evrenin ihtimal hesaplarından farklı olmayacaktır. Görüldüğü gibi ışık hızının 200.000 km olduğu bir evrenin varlığını var saymak bile, paralel evrenler iddiasını içine düştüğü açmazdan kurtaramamaktadır.


Yaratılış Gerçeğini Örtbas Etme Çabaları Geçersizdir


Bazı bilim adamları sırf Big Bang’in “evrenin bir Yaratıcısı olduğu” gerçeğini delillendirmesi nedeniyle ateist fikirlerine destek olacağını düşündükleri yeni arayışlar içine girmişlerdir. Paralel evrenler teorisi de “açılır kapanır sonsuz evren modeli” ya da “Kuantum evren modeli”nde olduğu gibi böyle bir arayışın sonucudur. Kozmolog Stephen Hawking de bu tip arayışlar içinde olan bilim adamlarından biridir. Prof. Herbert Dingle bu arayışlar ve Hawking hakkında şu değerlendirmeyi yapar:

“…matematikte soyut, teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez. İşte Hawking matematiğin bu soyut özelliğini kullanmakta ve hiçbir gerçekliğe karşılık gelmeyen varsayımlar üretmektedir. Peki acaba bu çabasının nedeni ne olabilir? Cevabı kendi sözlerinde bulmak mümkündür. Hawking, Big Bang'e alternatif olarak öne sürülen evren modellerinin çoğunlukla Big Bang'in "İlahi yaratılışı çağrıştırması nedeniyle" ortaya atıldığını kabul etmektedir.”( 6 )


aaaeb3


Bazı bilim adamlarının paralel evrenler konusunu gündeme getirmeleri, hipotezin herhangi ikna edici bir esası olmasına değil, daha ziyade ateist düşünceye duyulan kesin bağlılığı gösterir. Allah’ın evrenin Yaratıcısı olduğu gerçeğinden kaçmak için çok dünyalar iddiasının kullanılması genelde bir tür ümitsizliği açığa vurmaktadır. Gazeteci yazar Clifford Longley, London Times’ta yayınlanan bir yazısında evrenin yaşam için gerekli tüm koşullarla birilikte yaratıldığını belirttikten sonra şöyle devam eder:

“Bunun alternatifi üzerinde diretmek, Shakespeare’in eserlerinin, Shakespeare tarafından değil de bir milyar daktilonun başına oturmuş, bir milyar maymunun, bir milyar yıl boyunca süren yazma işleminin sonucunda yazıldığında ısrar etmeye benzer. Bu olabilir(7). Ama böylesine ümitsiz çarelere başvuran bilimsel ateistlerin bakış açısı Allah’a inananların söylediklerini güçlendirmiştir.”( 8 )

Evren hakkında yapılan her inceleme bize evrende olağanüstü bir tasarımın olduğunu gösterir. Bu da evrenin her detayına hakim olan sonsuz bir güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'ın varlığını ispatlar. Evreni ve canlı yaşamına olanak verecek şekilde yaratılmış olan Dünya'yı kusursuz biçimde var eden Allah'tır







Kaynak:evrenvebilim

Alıntılar:


(1) Stephen Hawking, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım Kitapçılık ve Yayıncılık, 1993, s. 62-63
(2) Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s. 184
(3) Bilim ve Teknik, sayı 201, s. 16; Science Dergisi’nden tercüme
(4) Roger Penrose, The Emperor's New Mind, 1989; Michael Denton, Nature's Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s. 9
(5) Jeremy Rifkin, Algeny, Newyork: The Viking Pres, 1983, s.114
( 6 ) Herbert Dingle, Science at the Crossroads, London: Martin Brian & O'Keefe, 1972, s. 31-32
(7) Bunun için ihtimal hesabı yapılmaya kalkışılacak olursa sıfıra çok yakın, ama sıfır olmayan bir ihtimal bulunabilir. Ama öte yandan herkes Shakespeare’in herhangi bir eserinin maymunlar tarafından asla yazılamayacağını da bilir.
( 8 ) Clifford Longley, “Focusing on Theism”, London Times, Ocak 21, 1989, s.10


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
17 Haziran 2012       Mesaj #8
Avatarı yok
Yasaklı
Nötronlar Paralel Evrene mi Kaçıyor?

Paralel Evrenler

Yeni bir hipoteze göre, yansıma (ayna) partiküllerinin varlığı, deneysel olarak gözlemlenen nötronların anormal kayboluşuyla açıklandı. Bu tarz yansıma maddelerinin varlığı görüşü çeşitli bilimsel çevrelerde uygun karanlık madde adayı araştırmasını içeren araştırmalarla bir süre önce ortaya atılmıştı.

İtalya I’Aquila Üniversitesinden teorik fizikçiler Zurab Berezhiani ve Fabrizio Nesti, Fransa Laue Langevin Enstitüsünden Anatoly Serebrov’un araştırma ekibinin deneysel sonuç olarak elde ettikleri verileri yeniden analiz ettiler. Bu veriler, çok yavaş serbest nötronların ortaya çıkmasındaki kayıp oranının doğrultu ve manyetik alandaki güce bağlı olduğunu gösteriyor. Bu anormallik bilinen fizikle açıklanabilinir cinsten değil.

Berezhiani yansıma partiküllerinin varsayımsal paralel dünyanın ışığında yorumlanabileceğine inanıyor. Her nötronun bir dünyadan diğerine salınımsal olarak kendi görünmez yansıma çiftlerinin içinden geçecek yeteneğe sahip olabileceği tahmin ediliyordu. Transisyon (geçiş) olma olasılığı manyetik alanda görünmesinin duyarlılığı tahmin edildi ve bu yüzden deneysel olarak tesbit edildi.

Verilen bilgiye göre, nötron-yansıma-nötron dalgalanması birkaç saniyelik bir zaman ölçütünde meydana gelebilir. Nötronların böyle bir hızla (10 dakika nötron bozunma uzunluğundan daha hızlı) ortadan kaybolmasının olasılığı şaşırtıcı olmasına rağmen deneysel olarak varlığı ve astrofiziksel limitlerle ortaya çıkması dahil tutulmamalı.

Bu yorum, yeryüzünün sahip olduğu 0.1 Gauss cinsinden bir manyetik alan yansımasını şartlandırmak için bir nedendir. Böyle bir alan galaksinin etrafında dolanan karanlık madde gibi yansıma parçaları tarafından uyarılmış olabilir. Hipotez olarak, yeryüzü zayıf etkileşimlerle olağan partiküller ve paralel dünyadakiler arasındaki yansıma metaryellerini yakalayabilir.



Kaynak : ScienceDaily (15 Haziran 2012)

Benzer Konular

25 Eylül 2010 / Misafir Cevaplanmış
2 Kasım 2010 / ThinkerBeLL Coğrafya
20 Aralık 2014 / Misafir Cevaplanmış