Arama

Ölüm - Sayfa 3

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 1 Aralık 2018 Gösterim: 71.316 Cevap: 198
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2005       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Her Şey Uzaktadır
Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
Sponsorlu Bağlantılar
Her an peşimizden koşan gölgemiz,
Özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
Uzaktadır her şey; anneler, kızlar...

Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız, ölüm.


Ahmet Muhip Dıranas
Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 18:18
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2005       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜM

Sponsorlu Bağlantılar
Ruhun bedenden ayrılması olayı. Ölüm insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir, kelâm bilginlerinin çoğunluğuna göre ruh, suyun yaş ağaca nüfuz etmesi gibi bedenle iç içe olan latif bir varlıktır. Ehli sünnete göre ruh bâkidir, yok olmaz. İslâm bilginleri; Allah, Ruhlar öldüklerinde onları vefat ettirir" (ez-Zümer, 39/42) ayetini "cesetleri ölünce" şeklinde anlamışlardır.
Her canlı varlık için ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Canlılar doğar, büyür ve ölürler. Kur'an-ı Kerim'de ölümle ilgili pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır: "Her can ölümü tadıcıdır" (Âl-i İmrân, 3/185); "Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur" (el-İsrâ, 17/99); Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır?" (el-Enbiyâ, 21/34); "Yer yüzünde bulunan her canlı fanidir" (er-Rahmân, 55/26).
Allah'ın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır" (el-Mülk, 67/2). Ölüm ancak Yüce Allah'ın belirlediği zaman vuku bulur. Ölüm konusundaki kader yazgısı ayette şöyle ifade buyurulur: "Allah'ın emir ve kazası olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır" (Âl-i İmran, 3/145).
erman_ts - avatarı
erman_ts
Ziyaretçi
25 Aralık 2005       Mesaj #23
erman_ts - avatarı
Ziyaretçi
bence ölüm kurtuluştur çünkü bu dünyada yaşadıgım müdtetce kendimi cehenneme bir adım daha yaklaştıgımı düşünüyorum ve bu beni korkutuyor aslında bir yandan ölmeyi isterken bir yandanda ölmeyi istemiyorum neden ölmeyi istemediğime gelince Allaha karşı görevlerimi tam anlamıyla yapıp yapmadıgım konusunda emin degilim.peki siz eminmisiniz ALLAHA karşı görevlerinizi yaptığınızdan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2005       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölmek

ölmeden ölmek ne demek
bana bu sırrı kim söyler
gün doğumu gün batımı
bir varmış bir yokmuş
bana bunu kim anlatır...
kurumuş ağaç çiçek açarsa
taşların bağrından ağaç çıkarsa
her şeyin zıttı yaşıyorsa
gece ve gündüz aksamıyorsa
ve güneşe enerjiyi veren sırrı
insan soruyorsa
ölüm ve ötelere meraklı biri varsa
kim söyler cevabını.
ak sakallı bir adam tanıdım
sırtımı sıvazladı.
bir çiçekte arının işini öğreten ile
aynı iradedir kainatı yöneten.
var git bir cami avlusuna
uzan orada..uzan ki bilesin..
şimdi bir musalla taşı önündeyim
ölümlü ve ölümsüz hayat gerçeği
insan ve Allah..fani ve baki.
sonlunun sonsuza uçuşudur ölüm
senin gözlerin kadar güzel gülüm...
düğün gecesi bilmek
en güzel ölmek..

Mustafa kaya


Son düzenleyen f.L.y; 30 Aralık 2005 06:21
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2006       Mesaj #25
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölüm Nedir

Her şeyin bir ömrü, bir de hak ölümü var
Aslında mevt her yerde ve her zaman var
Bedenimizdeki hücrelerde her an ölüm var
Duygu ve düşüncelerde her vakit mevt var
Kainaattaki canlılarda her zaman ölüm var
Küre-i arzdaki gece ve gündüzde ölüm var
Bak şu semadaki yıldızlarda dahi ölüm var
Hayat olan her yerde her zaman mevt var
Ölüm, hayatın son noktası, son durağıdır
Ölenin yatağı toprak, yorganı ot yapraktır
Lâyık olanın ondan sonraki bineği Buraktır
Yoksa, gideceği yer malum işiyse haraptır
Esasen, ölüm her an, göz kırpıp duruyor
Genç ihtiyar tanımıyor her an gelebiliyor
Her şeyin faniliğini en güzel ölüm anlatıyor
Hey nefis hisse almadınsa şair ne anlatıyor
Şu fani dünyada insanlar, farklı farklıdır
İnsanoğlunun ölümleri de farklı farklıdır
Alimin ölümü ile zalimin ölümü aynı mıdır
Söyle şehit ile teröristin ölümü aynı mıdır
Bazı hayatlar vardır, ölümden de beter
Eğer aradığını bulduysan o sana yeter
Eğer aradığını bulmadıysan sonun beter
Ey nefis, bu kadar nasihat da sana yeter
Her akşam kefensiz yatıp, kefensiz kalkarız
Görüp duyduğumuz mevti hayretle bakarız
Hiç aldırmadan hayatımızı boşuna geçiririz
Dünyalık her şeyi, kabir kapısında bırakırız
Madem ki kabir kapası açık, ölüme çare yoktur
O zaman ömrümüzü baki bir ömre çevirmeliyiz
Madem ömür kısa, hayatta lüzumlu işler çoktur
Ömrümüzü her an lüzumlu işlerde harcamalıyız
Kimbilir Azrail, ne zaman ne şekilde kapıyı çalacak
Bilemiyoruz, canımızı neyi vesile edip, nasıl alacak
Sizi bilmem ama bana hayatta birkaç kez ikaz etti
Dünya fani, ölüm hak, sakın ola unutma bak dedi
Ey Âdemoğlu, inanmazsan ölüm bir idam-ı ebedidir
Eğer ki inanırsan, o senin için bir terhis teskeresidir
İnanmayanları, kabir de adeta bir zindan-ı ebedidir
Ama inananlara cennet bahçesine açılan bir kapıdır

Bayram Tunca

Son düzenleyen f.L.y; 2 Ocak 2006 15:21
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ocak 2006       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Adın Ölümdür Senin


Biliyorum vefalı bir dost'sun
Tadın buruk bir hoş'sun
Bu yürek boş yere coşsun
Yüzüm soğuk, adın ölüm'dür senin
Gece gündüz beni korur kollarsın,
zaman zaman bir nağmedir yolarsın,
Gidenlerin ardından beyaz mendil sallarsın
Yüzün soğuk adın ölüm'dür senin
Yerini bilmedğin bir canlı var mıdır?
Dünya geniş senin yurdun dar mıdır?
Bahçendeki gonca güller har mıdır?
Yüzün soğuk adın ölüm'dür senin.
Biliyorum sana emanet bir hazineyim
Sen kuzgunsun, bende bir serçeyim,
Dünyada malım,mülküm, herşeyim.
Yüzün soğuk,adın ölüm'dür senin
Alem uyur, bir sen uyumazsın,
Güzel diller döksem de duymazsın,
Şeytanın sözüne de uymazsın
Yüzün soğuk. adın ölümdür senin.
Aklına koyarsan bir kere,
Saklanmak anlamsız,kaçmak boş yere,
Tut elimden. vefa göster son kere.


Yüzün soğuk. adı ölüm olsada.


Mürüvvet Suner
Son düzenleyen f.L.y; 6 Ocak 2006 19:35
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Ocak 2006       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölüm Hakdır

Ölümden kurtulmak, mümkün müdür? Elbette değildir. Kimsenin bir saniye bile yaşamaya elinde imkânı yoktur. Eceli gelen ölür. Bu vakit, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir andır. Kur'ân-ı kerîmde bir âyet-i kerîmede meâlen, (Ecelleri geldiği zaman, onu bir saat ileri ve geri alamazlar) buyurulmuşdur.

Allahü teâlâ bir kimsenin ölümünü nerede takdir etti ise, o kişi malını, mülkünü, evlâdını bırakıp orada vefat eder.

Allahü teâlâ, bizim günde ne kadar nefes alıp verdiğimizi bilir. O'nun bilmediği bir şey yoktur. Îmân edip hayâtımız, ibâdet ile geçti ise sonu saâdet olur. Allahü teâlâ Azrâil "aleyhisselâma" buyurur ki: (Dostlarımın canını kolay al, düşmanlarımın canını güç al!). Îmân sahiplerine, bu ne büyük müjdedir. Îmândan mahrum kalanlar için de, ne büyük felâkettir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ocak 2006       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölüme Dair

I Ölüm olmasa,
Gözleri endişeli, yüreği titrek
Zamanda kor alevi gibi
Bu korku düşmese yüreğimize,
Beynimize, içimize,
Deprem gibi sarsma tehlikesi
Olmasaydı günlük ömrümüzü
Ne yapardık, nasıl yaşardık?
Ölüm değil midir
Yaşamı yaşam yapan,
Anlamını yükleyen ona?
Hepimiz adeta bir sevinçle
Bekliyoruz ölümü.
Neye göre yaşarız
Hiç düşündünüz mü?
Biz, hepimiz sonumuza göre
Yaşamaz mıyız hayatımızı?
Neden çok erken yaşlarda
Öğreniriz konuşmayı,
Yedi yıl sonra başlarız okula,
Yıllar sürer bu okumak
Ve neden kendimizi 20’ sinde,
24’ ünde hazırlarız hayata?
Bir acelemiz var gibi geliyor bana.
Öyleyse ölüme endeksli
Değil midir kiralık hayatlarımız,
Öyleyse bir sonla yaşayıp,
Bir sona hazırlamaz mıyız kendimizi?
Bazılarımız farklıdır
Sonu hep bir başlangıç düşünür
Ve başlangıca göre yaşar
Bir düşünsenize öyleyse
Ölümsüzlüğünde bir başlangıcı yok mudur?
Kimine kısa gelir,
Kimine uzun,
Kimine dost, rehber,
Kimine de düşman, karga.
Adım adım takip ediyoruz ölümü
Arka sokakta mı yakalar, sevişirken mi
Yoksa şimdi mi?
İnce ince dokuyoruz ölümü
Kendi ellerimizle, bilerek ve isteyerek.

Muhtacız ölüme, ölümden korkarak.

Orçun Oruç Aykaç

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜM NEDİR?

Ölüm yokluk değil, hiçlik değil, bitiş değil, bir ebedi uyku değil; bilakis bir var oluştur. Aynen bir tohum gibi; yerin altına girer fakat vakt-i merhunu gelince, bir sünbül olarak arz-ı didar eder.Yine o, bir hiç hükmünde olan dünyadan her şey olan Allah’a yürüyüştür. O, bir başlangıçtır. Esas ve ebedi hayatın başlangıcı. Ve o bir uyanıştır. Hazreti Ali Efendimiz’in ifadesiyle, bu dünya bir rüyadır. İnsanlar ölünce uyanırlar.

O bir vuslattır; aşığın Maşuk’a, dostun Dost’a vuslatı. Sahabeden Huzeyfe el Yemanî, son demlerini yaşarken şöyle diyordu: “Dost aniden geldi, dostun gelişine pişman olan asla iflah olmaz.”

Ölüm yıllardır süren vatan hasretinin bitişidir. Zira, inanan bir insanın ana vatanı cennettir. Oraya göre bu dünya ise bir zindandan ibarettir. Hadiste, dünyanın mü’min için bir zindan olduğu ifade edilir.

Ölüm, bir istirahate çekiliştir. Zira insan yıllarca bu dünyanın yükünü çekmekle yorulmuştur. Ölümle o yükü sırtından atar ve rahatlar.

Hadisin ifadesiyle; “Mü’minin armağanı ölümdür.” Zira, bu dünya cennete kıyasla bir zindan gibidir. Ölen bu zindandan kurtularak en büyük hediyeyi kazanmış olur. Ölüm bize bayram sevinci, Yolda bulunmuş inci.

Ölüm, bu dünyadan öbür dünyaya atılan bir adımdır. Niceleri vardır ki, “ah ne olur, bir adım atsam ve sanki şu evin bir odasından diğer odasına geçer gibi öbür tarafa geçiversem” diyerek ölümü çok rahat karşılamışlardır. Fakat nice çok okumuş, çok görmüş insanlar da vardır ki, ölüm karşısındaki ürpertilerini yenememişlerdir.Ölüm, hadisin ifadesiyle bir nasihatçidir. İmam Gazali, iki vaiz vardır der. Biri vicdan, diğeri ölüm.

ÖLÜMÜ HATIRLAMAK:

“Her nefis ölümü tatmaktadır, tadacaktır. Sonra hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” (Ayet)

“Uyku ölümün küçük kardeşidir.”(Hadis) Uykuyla insan ölümü tadar. Sonbahar bir ölüm gösterisidir. Vücudundaki hücrelerin her altı ayda bir değişmesiyle insan, senede iki defa ölümü tatmış olur.

“İnsanların hesap günleri yaklaştı. Böyleyken onlar hala gaflet içindeler. Ölümü düşünmekten nasıl da yüz çeviriyorlar!”(Enbiya, 1)

“De ki, kendisinden kaçtığınız ölüm bir gün mutlaka karşınıza çıkacaktır. Sonra görülen görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O siz yaptığınız her şeyi teker teker haber verecektir.” (Cuma, 8)

Hadis:Eksirû zikra hâdimil lezzât: “Bütün lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikredin.”

Hadis: “Ölümü çokca anın. Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.”

Rivayete göre Hazreti Ömer, kendisine ölümü hatırlatacak bir adam tutmuştu. Sonra saçları ağarmaya başlayınca adama gerek kalmadığını söyledi ve bıraktı.

Bir kadın Hazreti Aişe Validemiz’e gelerek kalbim çok katı, ne yapayım der. Validemiz de ona ölümü hatırlamasını tavsiye eder. Kadın denileni yapar ve gelir Validemiz’e teşekkür eder.

İbrahim et Teymi der ki; “İki şey var ki benim için dünyada zevk lezzet bırakmadı: Ölüm ve Allah’ın huzuruna çıkma endişesi.

Ömer b. Abdülaziz, her gece bir sohbet grubu toplar, onların ölümden bahsetmelerini sağlardı.Ölümden bahsedilince hepsi de hüngür hüngür ağlardı.

Ömer b. Abdülaziz der ki; “Sıkıntılı bir hayat yaşayan ölümü hatırlasa teselli bulur, rahat bir hayata sahipse, dünya sevgisinden kurtulur.”

Eş’as diyor ki, “Ben ne zaman Hasan Basri Hazretlerinin yanına girsem, devamlı cehennemden, ölümden bahsederdi.”

Hadis: El Keyyisü men dâne nefsehû ve amile lima ba’del mevt: “akıllı kimse kendini Allah karşısında küçük gören ve ölümden sonrası için çalışandır.” Hasan Basri Hazretleri der ki; “Ne kadar büyük ve akıllı insan tanıdıysam, hepsini de ölümle içli dışlı gördüm.”

Hadis: “Allah’a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez.”

O’nunla büyük randevu, yani O’na kavuşma vesilesi ölümdür. Ölümü hatırlamayanı Allah da hatırlamaz. Ölüm istenmez ama hatırlanmalıdır.

Abdullah b. Salebe şöyle diyordu: “Kefeniniz kefencinin elinden çıkmış, siz hâlâ gülüyorsunuz.!”

Demir fırınında kalan bir işçinin yaşanmış hikayesi: Bir işçi yanlışlıkla demirin bilmem kaçbin derecede eritildiği fırında kalır. Fırının çalışma saati yaklaştıkça adam erir. Her saniyesi bir yıllık cehennem azabı olur. Nihayet adam, çalışma saatine az bir zaman kala arkadaşı vesilesiyle kurtulur; kurtulur ama simsiyah saçları o bir iki saat içinde bembeyaz olmuştur.

ÖLÜMÜ HATIRLAMADA METOD

Ölümü hatırlamada en etkili metod, insanın kendi akranının ölümünü düşünmesidir. Daha dün beraber gezip oynadığı, beraber çalıştığı, yol arkadaşlığı yaptığı, küçüklüğünü beraber yaşadığı, aynı okulu, aynı mahalleyi paylaştığı arkadaşının şimdi ölmüş olması insanda derin izler bırakır. Hem dünyadan soğutur, hem de öbür tarafa bir özlem oluşturur, arzu uyandırır.

Bir diğer mesele, meşhurların, zenginlerin ölümünü düşünmektir. Daha dün yanından geçilmeyen, herkesin imrendiği bir konumda bulunan, şöhretinin zirvesinde yaşayan insanlar, bugün toprak altındalar. Nasıl yaşamışlarsa öyle muamele görmekteler. Bunu düşünen insan, nefsinin iştahla istediği şöhretten de, mal mülk sevgisinden de soğur ve bunların doğuracağı akıbetten kurtulur.

Ölümü hatırlamada bir diğer yol, kabir ve hastane ve yaşlı insanları ziyarettir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de kabir ziyaretini ölümü hatırlattığından dolayı tavsiye eder.

Bir diğer metod, ölümü hatırlatan kitaplar okumak, vaazlar dinlemek.

Başvurulacak diğer bir metod da, görüldüğünde Allah’ı hatırlatan, nasihatçi bir arkadaş edinmek.

ÖLÜMÜ UNUTTURAN SEBEPLERDEN BİRİ: UZUN EMEL

İnsan, uzun emellerle ölümü unutur. Yarının hesabını yaptığı gibi elli yıl sonrasının da hesabını yapar. Bunu yaparken de sırf dünya için yapar. Allah, yeteri kadar rızkı garanti etmişken o, çoluk çocuğuna ne bırakacağını düşünür. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışır. Zamanla ölümü istemez hale gelir. Hatta keşke şu kadar sene yaşasam der, ömrüne ömür katılmasını ister.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a der ki: “Sabaha çıktığında akşamı bekleme, akşam olduğunda da sabahtan dem vurma. Hayatından ölümün için, sağlığından da hasta zamanların için bir şeyler ayır. Yarın isminin ne olacağını bilemezsin.”

Bir defasında da Hazreti Ali’ye (ra) der ki: “Hakkınızda iki şeyden endişeleniyorum. Nefsin hevasına uymanız ve uzun emellere saplanmanız.”

Hadis: “Yaşlandıkça, iki şey devam eder: Hırs, uzun emel.

Efendimiz, bir dikdörtgen çizerek ortasına müstakil bir çizgi çeker. O müstakil çizgiden dikdörtgenin kenarlarına doğru bağlantılar kurar. Sonra da dikdörtgenin dışına müstakil bir çizgi çizerek sorar: Bunlar nedir biliyor musunuz? (Dikdörtgenin içindeki) şu çizgi insanın hayatıdır. Şu (dikdörtgen), insanın ecelidir. Çekilen hatlar ise, insanı hayatında rahatsız eden ısıran olaylardır. Biri ısırmazsa diğeri ısırır. Dışardaki çizgi ise insanın emelleridir.

Allah Resulü bir gün ashabını ikaz ederek; “Yiyemeyeceğiniz şeyler biriktiriyor, içinde oturamayacağınız binalar yapıyor, ulaşamayacağınız şeyleri düşlüyorsunuz.” buyurur.

Süfyan Sevri der ki, “Zühd, kepekli ekmek yemek, yamalı elbise giymek demek değildir. O, uzun emellere girmemektir.”

ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN FAYDALARI

Ölümü hatırlamak insanı salih amel işlemeye, ibadet yapmaya zorlar, zorlamalı. Hazreti Ömer der ki; “Her işte teenni (sırasıyla, sabırla, aheste aheste yapmak) iyidir. Fakat, Ahiret işinde acele edin!”

Hasan Basri bir vaazında şöyle diyordu: “ Acele edin! Acele edin! Bu hayat nefeslerden ibarettir.” Sonra da Meryem 84. Ayeti okuyordu: “ Biz ancak onların günlerini ve nefeslerini sayıyoruz.”

Ölüm insanı hayattan koparmaz, koparmamalı. Bilakis, daha da çalışmaya zorlar. Her işinde Ahiretini kazanması için insanı teyakkuzda tutar. Çünkü insan ne yaparsa yapsın, hesap vereceği endişesiyle yaşar.

Ancak insanı hayatın içinde ve dinamik tutacak ölümü hatırlama şekli, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği şekilde olmalı. Yani, şu an öldüm, şimdi yıkanıyorum, şimdi kabire konuyorum.. şeklinde değil de, “ben bir faniyim ve er geç öleceğim. Ufukta, beni her şeyden koparacak bir ölüm görünüyor. o geldiğinde alakadar olduğum her şeyden alakamı kesip gideceğim. Ben şimdi adım adım ona doğru ilerliyorum. O ölüm ya ayağımın altında veya az ilerde her an beni bekliyor..”şeklinde olmalı.

Efendimiz buyuruyorlar ki; “Sabah akşam düşman orduları üzerinize gelecekmiş gibi ölüme hazır olun!” şimdi böyle bir ruh haline sahip insan hiç boş durur mu?

Özellikle gençler açısından düşünüldüğünde mesele daha bir ehemmiyet kazanır. Zira, dünya nüfusunun önemli bir bölümünü onlar oluşturdukları gibi, dünyanın önemli bir iş bölümü de onlar üzerinde yürür. Ölümü hatırlayan genç, işine daha iyi konsantire olur, daha verimli çalışır. Haksızlıklardan, yolsuzluklardan uzak bulunur. Serkeşlik yaparak kimsenin hakkına tecavüz etmez.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Ocak 2006       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Anadolu'da Ölümle İlgili Adet ve İnanışlar

Toplum hayatı birçok alanda değişik inanma, adet, töre, tören, ayin, kalıp davranış vb. tarafından kuşatılmıştır. Gelenek görenek ve inançların daha etkili olduğu özellikle küçük yerleşim birimlerinde, geçiş dönemlerinden olan ölüm de toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğun olduğu alanlardan biridir. Kişinin beden olarak yok olurken ruh olarak yaşamaya devam etmesi şeklinde değerlendirilen ölüm, çoğu zaman korkulan bir süreç olarak karşımıza çıkar. Bu korkunun yarattığı bilinçaltı baskıyla da alışılmışın dışındaki bazı davranışlar, meteorolojik olaylar (yıldız kayması, gök gürlemesi, poyraz vb.), hayvanların hareket ve sesleri (köpek uluması, baykuş ötmesi, horozun vakitsiz ötmesi vb.), rüyada görülenler (tabut, gelinlik, düğün-dernek, deve, ev yıkılması, diş düşmesi, soğan, biber vb.), araç –gereçlerle (ayakkabının ters dönmesi, makasın ağzının açık kalması, evin tavanının gıcırdaması vb.) ve cenazeyle ilgili (boynunun eğri olması, etinin cıvık olması vb.) kimi durumlar, hastayla ilgili psikolojik ve fizyolojik değişiklikler (renginin sararması, yiyip içmesinin kesilmesi ya da artması, bakışlarını bir noktada sabitlemesi vb.) ölümün ön belirtisi sayılmıştır. Ölüme yol açacağı düşünülen olaylar karşısında da kaçınma yoluna gidilir. Bunlar arasında vakitsiz öten horozun kesilmesi; kötüye yorulan rüya görüldüğünde hayır olsun diye evde hazırlanan ya da hazır alınan yiyeceklerden fakirlere verilmesi, rüyanın akan suya anlatılması; cenaze götürülürken hamile kadınların ve küçük çocukların uyuyorlarsa kaldırılması; cenaze olan evde su kaplarının boşaltılması, cenazenin götürülmesiyle birlikte evin süpürülmesi; yıkama suyunun kaynatıldığı kazanın ters çevrilmesi vb. uygulamalar yer alır.
Ölüm sırasında kişinin rahat can vermesi sağlanmaya çalışılır. Bunu için öleceği anlaşılan kişinin başının altındaki yastık alınır, ağzına su verilir, yanında yüksek sesle ağlanmaz, uzaktaki yakınları çağrılır. Gelememişlerse üzerine onlara ait eşyalardan ya da fotoğraflardan konur, din görevlisi çağrılır ya da bilenler Kuran-ı Kerim okur.
Ölümün gerçekleşmesiyle birlikte cenaze/mevta genellikle öldüğü yerden, rahat döşeği adlandırılan ve yere hazırlanan yatağa alınır. Çenesi ve ayakları (iki başparmağından) bağlanır. Eğer gece ölmüşse ve uzaktan gelecek bir yakını varsa bekletilir. Bekletme süresi genellikle 14-15 saati (akşam ölmüşse ertesi gün öğleye kadar, sabah ölmüşse ikindiye kadardır) geçmez. Cenaze bekletilirken üzerine şişmemesi için bir demir parçası konur. Cenaze bekletilirken yalnız bırakılmaz. Ölüm haberi iletişim araçlarından yararlanarak camiden okunan sela vasıtasıyla çevreye duyurulur. Bundan sonraki süreçte cenazenin öbür dünyaya yolculuğunu kolaylaştıracağı düşünülen işlemlere girişilir. Bu uygulamalar aynı zamanda ölümün getirebileceği kötü etkilerden geride kalanları korumaya yöneliktir.
Ölenin öte dünyaya gönderilişine ilişkin ilk hazırlıklar cenazenin belli kurallar dahilinde yıkanması ve kefenlenmesiyle başlar. Kadın cenazeyi kadınlar, erkek cenazeyi erkekler yıkar. Yıkayıcılar bu işin kurallarını bilen ve tecrübeli olan kişilerdir. Yıkama köylerde evlerin içinde ya da bahçesinde teneşir tahtasının üzerinde yapılır ve yıkamanın yapıldığı yere fazla kişi alınmaz. Yıkama işlemi bitince bazı yörelerde yakınları, cenazenin üzerine bir tas su dökerek helalleşirler. Yıkama büyük kentlerde mezarlık gasılhanelerinde yapılır. Kefen olarak kullanılan bezin rengi beyazdır. Kadın kefeni erkek kefenine göre daha fazla parçadan oluşur. Kadın cenaze kefenlenirken genellikle kefenin içine kına (yıkama öncesinde bekletilirken de eline kına yakılabilir), çörekotu, gülsuyu, zemzem vb. dökülür. Cenaze bekletilirken ya da kefenlerken kötü koku olmasın gerekçesiyle tütsü yapılabilmektedir. Kefenlenen cenaze tabut ya da sal içine konarak cenaze namazının kılınacağı yere götürülür. Cenaze namazı mezarlıkta ya da camide kılınır. Cenaze namazına genellikle kadınlar katılamaz.
Cenaze namazının ardından tabut, gömüleceği mezara götürülür. Mezar, tabut getirilmeden önce hazırlanır. Genellikle kadın mezarı erkek mezarına göre daha derin kazılır. Bir çok uygarlığa mekanlık eden Anadolu’da Arkeolojik kazılar sonucu değişik gömme şekillerine rastlanılmıştır. Küp içinde, sanduka içinde, lahit içinde üst üste katlardan oluşan bölmeler içine yatırılmış halde, höyük ve tümülüs içinde, mumyalanmış olarak vb. Günümüzde ise yaygın olanı; mezarın düz bir şekilde kazılması ya da içine ayrı bir oygu (leht, sapıtma vb.) açılarak cenazenin oraya yatırılması şeklindedir. Oygu, ağaç parçalarıyla, ker***le, tuğlayla ya da briketle örülür sonrasında üzerine toprak atılır. Cenaze mezara genellikle tabutsuz konur. Gömülme işleminin tamamlanmasıyla birlikte din görevlisi ya da bilen bir kişi tarafından cenazeye öbür dünyada yardımcı olacağı inancıyla telkin verilir. Mezarın üzerinin yapılması için toprağın çökmesi beklenir. Bu süre genellikle bir yıl sonrasıdır. Mezarların baş ve ayakucunda ya da sadece başucunda mezartaşı bulunur. Mezarlar ahşap, taş, beton ya da son zamanlarda mermerden yapılabilmektedir. Mezarlar genellikle –köylerde olsun daha büyük yerleşim birimlerinde olsun- ortak kullanılan mezarlıklarda bulunmakla beraber aile arazisi içine yapılmış olanları da vardır. Bazı kentlerin geniş mezarlıklarında aile mezarları oluşturulmuştur. Mezar üzerine genellikle su bölmesi ya da kabı konur, çiçek dikilir. Başına çeşitli ağaçlar (çam, söğüt, dut, selvi, kavak vb.) dikilir. Mezartaşına süslemeler yapılır, ölen kişinin adı-soyadı, doğum-ölüm tarihi bazen de edebi niteliği olan sözler yazılır. Mezartaşları yapıldığı çağı yansıtmasıyla da birer tarihi belge özelliğindedir. Mezarın üzerine basılmaz ve hayvanların mezarlığa girmemesine dikkat edilir. Büyük kentlerde cenaze işlerini alan –ölüm ilanının verilmesinden defin işleminin yapılmasına kadar- ticari kuruluşlar da vardır.
Cenazenin gömülmesinin ardından cenaze evindekileri teselli etmek amacıyla mezarda ya da eve gelmek suretiyle baş sağlığı dilenir. Baş sağlığı için cenaze evine gelip gitmeler bir süre devam eder. Bu arada cenaze çıkan evde (köylerde) genellikle ilk 2-3 gün yemek pişirilmez; yemekleri komşular getirir. Ölünün ardından üçü, yedisi, kırkı, elliikisi, yılı şeklinde dinsel törenle ve yemekle anıldığı günler düzenlenir. Bu günlerde cenazenin kimi değişimler yaşadığına inanılır ki bunlardan en yaygın olanı kırkında ya da elliikisinde cenazenin etinin kemiğinden ayrıldığı, dolayısıyla o gün yapılanların ölünün acısını azaltacağına ilişkindir. Diğer yandan ölen kişi memnun edilerek ondan yakınlarına gelebilecek bir zarar da önlenmiş olur. Özel günlerde (ölünün üçü, yedisi, kırkı, bayramlar, Perşembe günleri vb.) pişirilen ve dağıtılan helvanın ya da diğer yiyeceklerin kokusunun ölüye gittiğine inanılır.
Ölen kişinin öte dünyada rahat etmesini sağlamaya yönelik uygulamalardan bir diğeri de borçlarını gidermek amacıyla yapılan devir, ıskat, kefaret, dardan indirme vb.dir.. Söz konusu uygulama farklı isimlerle ifade edilse de aynı işlevi yerine getirmektedir.
Ölen kişinin eşyalarından (elbise, ayakkabı vb.) bazıları hatıra olsun diye evde saklanırken pek çoğu da fakir olanlara dağıtılır; alan olmazsa ve işe yaramayacak durumdaysa da yakılır.
Cenaze olan yerde o gün düğün varsa davul-zurna çalınmaz. Daha sonraki günlerde de cenaze evinden izin alınır. Söz konusu durum kentlerde yaşayanlar için değil köyler gibi yüz yüze ilişkilerin daha yoğun olduğu küçük yerleşim birimleri için geçerlidir. Yakınlık duyduğumuz ya da tanıdığımız birinin kaybıyla duyulan acı ve üzüntü toplumsal kalıplar içerisinde yaşanır ve bu sürecin adı da yastır. Cenaze evindekiler ve cenazenin yakınları bir süre (40 günden 1-2 yıla kadar) eğlenceli ortamlarda bulunmazlar, yeni elbise giymezler. Kimi yörelerde erkekler 1-2 hafta tıraş olmaz. Cenaze için ağıtlar yakılır. Yas süresi ölen kişi genç ise daha uzun sürer.
Ölen kişinin ruhunun her yerde gezdiğine ve kimi zamanlarda evine ziyarete geldiğine, kendisi için bir şey yapılıyorsa memnun ayrıldığına, yapılmıyorsa üzgün ayrıldığına inanılır. Mezar ziyaretleri daha çok bayramlar ve arife günlerinde yapılmaktadır. Bu ziyaretlerde mezar başında dualar okunmakta; mum, tütsü yakılabilmekte, para, şeker, lokum, evde hazırlanmış yiyecekler dağıtılabilmektedir.
Hızlı değişimlerin ve teknolojik alanda önemli gelişmelerin yaşandığı dünyamızda şu da bir gerçektir ki; insanoğlu için ölüm kaçınılmaz bir sondur. İşte toplumu kuşatan söz konusu inançlar ve uygulamalar da kaçınılmaz olan bu sonun daha kabul edilebilir olmasını sağlamak şeklinde bir işlevi yerine getirmektedir.


MEZAR TAŞLARI YAZILARI
Mezar taşları, gerek yapısal özellikleri, gerekse üzerindeki yazıları ile Türk'ün zengin iç dünyasını, ince beğenisini, yüce düşüncesini gösteren en güzel örneklerdendir. O mezar taşları ki, yerine göre bir tarih, yerine göre bir ağıt, çok kere de ölenin dilinden duyulan acı ve elemli bir yankıdır. Biçimlerinden, yazılarından, kişilikler ile kimlikler anlaşılır. Kabristanlar birer müze, mezar taşları da buralarda yatanların anıtı, varlıklarının kanıtıdır.
Yaşlıların taşlarında kişilikler, gençlerinkinde dünyaya doymamışlığın özlemi vardır. Kimisi ecelinden, kimisi umulmadık bir olaydan göçüp gitmiştir. İyilikler, güzellikler tüm acılığı, çıplaklığı ile o taşlarda sergilenmiştir. Okuyanda kimi gözyaşı, kimi de derin bir düşünce görülür. Bu düşünce karşısında gerçek felsefe o taşın başında yapılır.
Gelenekler, görenekler, toplumun sosyal yapısı da yer alır o taşlarda. Dilekler, istekler vardır onlarda. Dünyanın hiçliği da anlaşılır o taşlarda. Çalışmanın, başarının gizi vardır üzerindeki satırlarda. Eski Türklerde "Balbal" denirmiş bu taşlara. Balballar, kahramanlığını gösterirmiş eski Türklerin. Bugünküler ise aynı ulusun yaşam felsefesini, duygu ve düşüncesini, evrene bakış açısını, inancını, dünya görüşünü koyuyor ortaya.
Aynı zamanda dil ürünlerinin güzel örnekleridir mezar taşları. Dilciye, tarihçiye, folklorcuya, felsefeciye, edebiyatçıya zengin bir hazinedir, hazine gibi sunulmuş büyük bir armağandır. Kısaca söylemek gerekirse mezar taşları; tarih yapraklarıdır, geçmişten gelen edebiyat sayfalarıdır. Tarihin unutulmuş sayfaları bile vardır orada.
Yazık ki, mezar taşları da zamana dayanamıyor, zamanla yapılan savaşta egemenliğini yitiriyor, doğadan silinip gidiyor. Çağdaş uygarlık yarışı da dünkü mezarları bile eski sayıp ortadan kaldırıyor.
Biz insanlar ise ilgisiz, vefasız varlıklarız. Yarınki geleceğimizin mezar taşlarının başına gelenler olacağını nedense anlamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Hergün biraz daha onlardan uzaklaşıyoruz, geçmişimizden kopuyoruz.
Mezar Taşı Yazılarından Örnekler:
İlim ve Maarif ve Hem
Vatanperver İdi.
Nesline Matuf İdi.
Bu Hizmeti Birakup
Ahfadına İrtihal Darı Baka Eyledi.
Rahat Olsun Cihan İçre
Ruhu Pak Ebedi.
Akuva Müftisi
El Hacci Hafız Şakir Burcu
Bey Ruhuna Fatiha.
82 Senelik Muallim
Doğumu 1854-Akuva'da, Ölümü
İnegöl'de 14 Temmuz 1926
Ey Birader!
Dikkat Et Şu Mezarımın Taşına,
Akıllı İsen Gafil Olma
Aklını Al Başına.
Sallanıp Gezer İdim,
Bak Ne Geldi Başıma.
Akıbet Turap Olup
Taş Dikildi Başıma
Rizeli Bayram
Ruhuna Fatiha
04.04.1935
Bakıp Geçme
Ey Muhammed Ümmeti!
Ölünün Diriden
Bir Fatihadır Minneti.
Necdet Çelebi
1937-1982
Kurtuluş Savaşı Gazisi
Hamdi Özşan
1899-1981
Ziyaretçi!
Burada Emekli Yarbay
Galip Aksoy Medfundur
Ruhuna Fatiha
1908-1954
Bir Kamyon Yaktı Canımı,
Devrilip Akıttı Kanımı.
Hasret Bıraktı
Annem İle Babamı.
Okuyunuz Taşımda,
Soldum 16 Yaşımda.
Beni Rahmetle Anın,
Ağlayın Başımda.
Ekrem Oğlu Kenan Akman
1960-1976

Benzer Konular

16 Haziran 2011 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
17 Eylül 2010 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Din/İlahiyat
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji