Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 57

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 562.355 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #561
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
ASLA YALAN SÖYLEME

Sponsorlu Bağlantılar
Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı.

Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek;

-Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum...dedi.

Annesi ise;

-Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor. Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem.

Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı. En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi;

-Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır.

Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı.

Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu. Eşkıyalar kervana saldırmışlardı. Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı. Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı. Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi. Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye;

-Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk?

Abdulkadir;

-Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi. Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı. İnanamadı ve tekrar sordu;

-Doğru mu söylüyorsun?

Abdulkadir:

-Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var.

Eşkıya meraklandı. Abdulkadir’i elinden tutup reislerine götürdü.

Durumu reislerine anlattı. Haydutların başı;

-Senin 40 altının varmış, doğru mu bu?

Abdulkadir;

-Evet doğru.

Reis;

-Söyle bakalım. Onu nereye sakladın?

Abdulkadir;

-Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı.

Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler. Herkes çok şaşırmıştı.

Reis hayretle sordu;

-Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık.

Abdulkadir;

-Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim. 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz?

Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı. Sonra etrafındakilere dönerek;

-Yazıklar olsun bizlere. Bu çocuk kadar olamadık. Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor. Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık. O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak?

Sonra şöyle devam etti:

-Sizler şahit olun. Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep oldu.Şimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum. Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım.

Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan;

-Reisimiz, biz senden ayrılmayız.Sen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler.

Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler.

Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı. Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu. Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu. Binlerce insanın

Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile oldu

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #562
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
öğrendim... muhsin yener İnsanları ne kadar düşünürsen düşün...Onların seni o kadar düşünmediklerini öğrendim.... Her ne kadar Onu çok düşünsen ve gitmesini istemesen de yine gidebileceğini öğrendim.... Dilin karşındaki gözlere karşı söyleyemediği sözleri parmakların kolaylıkla yazabildiğini öğrendim..... En fazla önemsediğim kişilerin benden hep uzaklaştıklarını öğrendim....... İyi insan olmanın hep iyi sonuçlar getirmemekte olduğunu öğrendim...... Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun..... Dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim. Ve kalbimi asıl acıtanın yine kendim olduğunu öğrendim...
Sponsorlu Bağlantılar
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #563
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
Kalemi Nun’a vuralım, koyu siyah bir gecenin ışık süzmesi gözlerine ayraç atalım. Ta ki, Nun harlanıp cezveden taşsın.



Toparlayalım taşanları vaktidir hüznün , yalnızlığın arsız yalağına sarmalanan yüreğin ıstıraba meylidir. Kaderin gergisinde kanatlanan acının, figanla isli bir duman olup dilenesidir göklerde…

Engin ve ürkek…

Sonsuz ve yılgın…

Adını koymaya, demirden sözlerin kifayetsiz kaldığı yalnızlığın ummandaki çıplak örtüsü…Kalemle dirilişteyken uykudaki gök katresinin doğumu, vaktedir. Vakit gecedir.Tam vaktin içindeyim. Su yüzlü gecenin yüzüne eğiliyorum. Koyu, kopkoyu, siyah bir griftlik sıkıyor elleriyle sözlerimi, hayalimi suya yansıyan suretimden seyrediyorum. Nun seyrinde , doymalardan geçerek acıya meyleden med cezirlerimi. Karaya vurup geri çekiliyor gecelerim içim kayaya vurup, olanca hızıyla topluyor yalnızlığını dizlerine kadar büzüşüp geri çekiliyor. Gecenin en uçtaki dipsiz koyuluğuna…

Koyuluk Nun’a açılırken, sır perde perde örtünüyor aleme. Ben geceye kilitteyim. Geceyi Nun’a vuralım. Üzerinden birkaç kıyamet vakti gibi nefesler geçerken uykuların, kan çalağı bir rüzgar birikiyor ayaz yalazında sehere.. Dik duruşlu zamanların, çöl iklimi kurutuyor asiliğini. Şehir en can alışlarından boğuyor içine düşeni , yüzü yüzüne değeni, gönlündeki ateşi suyla ezeni, karanlık bir tortu bırakıyor sonra vermelerin zehrine.. Ve beni bu tortular alıyor uzunca, uzunca hasret tütsülerine yazılıyorum.

Yalpalanan yanlarımdan vuruyor gece, sızıyor soğuk aralığımdan, bir kaya yontucusuna benzerken ellerim, çamur kıvamında zamanlara… Zamanlar ki … içine çekti mi, cam fanus kırılganlığında saydamlaşıyor insan belleği..Yüreğe akan damarları tıkıyor ihanet. Ve ihanet tutunuyor gecenin nabzına. Bölünen uykular, yaşın ziyana adanan ömür karesi, bölünen.. günün geceye kalan ömür yedeği…

Yedeği alıp varmalı arada, yollara evhamını dizmeden ardımdan. Geç saate beklesin sözlerimi gece, dert ortağına geç vakit uğrar kırılgan yürekler.Acı iyice çöreklensin, çöreklenen bedende yaşlansın, yaşlanan yosunlaşsın ister..

İstemelere sus pus içindeyim vaktin. Avazlarım ney üflemelerine karışarak, yaralarım siyahlaşıp katmerleşerek heves çağımın çok gerideligini bürünerek, is tortusu halinde göğe yükselmede yaşım. Yaşımı geceye yıktım, boynuma asılı kalmadan.. İşte meşakkate düşen lallerim…

Yılgın ıskataların geçirgen çoğulluğunda üstten alta, tersinden düzüne sızan hallerim.

Gecedeyim.. Bedensel varlığımın, ruh çelimsizliğiyle eksik kalan yanlarından tam olana taşmadayım.

Nun taşanı tutmalarla vurmada…



H. MELİKE METİNER
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #564
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
AĞLAMAKTAN KORKMA GÖZÜM!!!



Bir gözyaşı, gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı; sevgiyi damıtır en derin yerinden. Suçlardan sonra tenha gecelerde akarsa tevbedir tadı; gönülleri arıtır en kara kirinden. Madem ki gözyaşı bir kutlu demdir, elbette bir erdemdir.

Bir gözyaşı, bir cevherdir ateşten kaynayan ve alev gibi yanan. Özü sudur ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangın olur. Bir ateş düşünün, dumanı âh ile çıkar da külleri göz yaşına karışır ya…Hayat bir mum alegorisidir hani, mumun başındaki yanış gözde yaş olur da gözyaşı alevle barışır ya…Alev can ipliğini yakınca, acıdır ki, bedenini eritir de mumun, su ile alev birbiriyle yarışır ya… Aşıka göre cennet olur cinnet ve kendi gözyaşında boğulur akıbet…

Gözyaşıdır ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve gizler…Fazilettir, diyettir…Bu yüzden denilir ki gözyaşı yiğitler kârıdır ve civanmertler vakarıdır.

Tohumu eken bilir, Göz yaşın döken bilir, Gül kadrin diken değil, Çileyi çeken bilir, Ve ey gözyaşım,

Bulutuna sadık yağmurlar gibi gel, ve kadim bir dostu uğurlar gibi git… Bir atımlık mesafede yalnızlığın kurşunlanan coşkusuyla gel, geleceği savaşa mecbur annelerin korkusuyla git…Geceyi içine döken tomurcukların yeşiliyle gel; goncayı açılsın diye bekleyen bülbülün diliyle git…Bülbüller konan dallarda yaprak gibi gel, ve derinlerde bendini yıkan bir ırmak gibi git. Yalınkalem savaşlara meftun acılarla gel, pişmanlık dolu yüreklerden sancılarla git…

Ve ağlamaktan korkma gözüm!…




iskender pala
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #565
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Vedalaştığımızı sanıyordum!”

--“ Yoo , sana öyle gelmiş , içimdeki sevda beni henüz bırakmadı ki , sen kendi meşrebince bitirdin olayı , bana sormadın ki...Ben sana buyur benle yaşa diom sen kalkmış yok” vedalaştık” diyorsun! Nereye vedalaştın güzelim!? Kimle vedalaştın , ben en son kapıdan çıkarken “ seni seviyorum “ dedim , demedim mi? Dedim...Eeee? O zaman ... Hoş sen geçer dediydin...Bu muydu vedalaşmak...”Geçer” miş... Bu ne yaz yağmuru mu? Yağdı geçti...Oldu ben de onu diyordum...Benim gözlerim yitik yitik bakarken nereye geçsin ki... Neyle vedalaşıyorsun kalbinle mi? Bak ben o konuda sana yardımcı olamayacağım...Benimki hala yerinde ve gayet normal atıyor...Sen atmasına yardımcı oldun şimdi de ameliyatı yarıda kesip “ diktik biz yarayı “ diyorsun... Güzelim içerde neşter unuttun...Acıtıyor...Aç önce yeniden yarayı , şevkatle yoğur...Bak o zaman nasıl geçecek...Sen benden uzaktayken geçmiyor ki sevda...Gözden ırak gönülden de mi? Bizde öyle yamuk yok...”

--“ Ya, saçmalama , o gün buluşmamızda bir daha görüşmesek daha doğru olacak demedik mi? Sen bugün son günümüz demedin mi? Son kez sarılmadık mı?”

--"Ne sonu ? Yok canım ben iki dakka mizansen kurduk birbirimizi özlemek için oyun oynuyoruz sanıyordum...Ben özledim işte hadi...Gelsene bu akşam kahve içelim . Bak çok ciddiyim walla özledim diyorum sana...Hem zaten yalnızım , bilirsin ben korkarım akşamları yalnız olduğumda, karanlık öcüler...”

--“ Anlıyorum da yani o mizansen değildi...Yani gerçekten bitti...Yani ben de bitti...”

--“ Nasıl bitti?”

--“ Bayağı , yani türkçe olarak... Bitti..Artık sevgili değiliz...”

--“ Ne sevgilisi... Biz seninle hiç sevgili olmadık ki...Yani mektup yazar gibi bile olmadık “Sevgili bilmem kim ! “ Biz senle adı olmayan bir şeydik...Yani tutkumsu da kırmızı gibi...Hani sadece kırmızı...Ateşli yaw...Yalnızlık bazında yani... Her yalnızlığımızda birbirimizin kollarında avuntu buluyorduk , ben yemek yapıyordum , sen dostoyevski diyordun...Hani senin korktuğun denize bakıyorduk , sen korkuyordun ama yine de seviyordun ya...Hani şarkılarında bile deniz vardı... Hışır hışır dalgalar...Ben dizlerine yatıyordum da sen sallıyordun bana inat... “Sallama” diye bağırıyordum da sen gayet enteresan bir şekilde “seviyorum “ diyordun...Neyi seviyordun ; dizlerine yatmamı mı, beni kızdırmayı mı , dizlerini mi? Her cümlesinde aslında başka şey söylemek isteyen bir adamın bu lafını ben kaç şekilde yorumlayabilirim ki? Hayır belki hiç planımız yoktu ileriye dair ama...Bak ben geçen gün yaptım bir plan gel senle birkaç gün birlikte kalalım , sığır gibi evde otururuz , bilgisayar oynarız , kitaplardan bahsederiz , hayattan bahsederiz , kavga ederiz , ben yemek yaparım , sen sofrayı toplarsın , tuzlukları cebine koyarsın sonra unutursun orda .Sonra , sevişiriz yine...Sen bana dokunmayı daima sevdin...Di mi?!! Kime diyorum!???”

--“ Aslında haklısın hep sevdim...Yani teninin kokusunu ben de özledim , bana dokunmanı , gülüşünü , ürkek bakışlarını , kapı çarptığındaki irkilişini , güçlü takılıp aslında çayı paşa içmeni...Ufff , nerden çıktı şimdi bunlar , kızım bitti işte ya...Ben zaten tatile gidiyorum...Sen de git , ne biliyim yap birşeyler işte...Yanlış anlıyor musun? Biz yanlışız , yani biz belki de hiç olmamalıydık , yani o ilk karşılaştığımız gün ben sana o mesajı hiç atmamalıydım...Veya sen bana gelip öyle şirin şirin gülümsememeliydin...Ben uyurken yanımda kalıp saçlarımla oynamamalıydın...Bunun gibi ıvır zıvır şeyler işte...Yani tehlikeli anlıyor musun? Ben baştan yanlış bir adamım , zaten annen beni sevmiyor...Hah.! buyur işte...Ayrılmamız için zaten bu bile yeterli...”

--“ Sen var ya! Neyse insanlar okuyacak bu dialoğu fazla argo konuşmak istemiyorum...Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim : Sende süngersi bir yaratıktan daha az beyin var...Hayatın boyunca sevgi istedin , aşk aradın , seni kayıtsız sevecek , eleştirmeyecek bir kız aradın al buyrun karşındayım , attığın bahaneye bak...” Annen beni sevmiyor zaten!” annemin de çok umurundaydın...Güzelim , olay bizim değil mi kime ne? Sen bana ilk günlerden beri “gitme , yanımda kal “ demiyor muydun? Geldim işte , gitmeyeceğim diyorum...”

--“ Artık çok geç anlıyor musun? Yani geçen birkaç ay içinde çok şey değişti...Ben böyle bir ilgiye şu an dayanamayacak durumdayım... Yalnız kalmak istiyorum...Bana kızabilirsin , haklısın , belki de benim hatamdı hepsi...Her şey ortadayken ben seni kendime istedim , şimdi de senin duygularını umursamadan bitti diyorum...Affet olur mu? Hadi git...”

--“ Kahve içmeyecek miyiz yani? “

--“ Hayır...”

--“ Gece ben korkunç kabuslar gördüğümde , onların rüya olduğunu söylemek için yanımda olmayacak mısın yani? “

--“ Hayır! “

--“ O zaman gidiyim ben ?”

--“ Evet...”

--“ Gidiyorum bak... Adım attım....”

--“ Farkındayım ...”

--“ Durdurasın gelmedi mi?”

--“ Geldi ama ...Sen git....”

--“ İyi ya, yalnızlığım sana emanet....”

--“ Bak geri almaya geleceğin şeyleri bana bırakma...”

--“ Hakikaten salaksın sen! “

Salaktı , hakikaten salaktı...Ama ne yapalım seviyordu kız O’nu yine de...


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #566
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu Bir Fil Heykeli


durmadan durmayı öğrendim,
adına ''Sabır'' diyorlar.

yolları kaldırımların mahremine bırakalımda hayata koyulalım.heykeller çoğaldı bu sıralar farkında msınız?boyacı telaşına düşmüş kadınların heykeli-muhtemelen heykeltıraşları aileleridir-,namazı mekruh girdabına düşürmeden
eda madalyasına aday olmaya çalışan insanlarımız ya da bilmiyorum işte bir kalın kalçalı kedi heykeli de olabilir.

bu bir fil heykeli için.

bir şehirde ikamet ediyorum hemen girişinde heykeller var.bir çocuk parkı edasında ama;anlamlandıran insan olunca neler çıkacağını bilemezsiniz, o parktan.
heykellerin içinde başını öne eğmiş bir fil heykeli vardır.hortumu nerdeyse yere değecektir.hemen yanında bir okul -ilköğretim okulu- çocukların bağırışlarına aldırmaz,gözlerinin tam karşısında konar göçer çingeneler dediğimiz esmer insanlar konaklar.bir an medeniyeti unutma eğilimindeyken kendine gelir.bütün şenlikler, politik görüşler burada çığırtkanlaşır.ve propakandalara alet olan üç beş çocuk da görmemiş değil.görmüş,hemde alasından ve essahtan görmüş.
bir öğrenciyi gasp eden iki üç çocuğun üzüntüsünü duyup,yüz ifadelerindeki anatomiyi günlerce düşünmüş.belki toprak olmayı düşündü bilemiyoruz.
sonra dev ekranda izlediği hayattan; sağduyu çağrılarında bulunan insanların sözleri, kadınların en mahrem duygularını görmekten sıkıldığı anlarda bir şeyi öğrenir, durmadan durduğunu.herşeyin karşısında üç boyutlu yaşadıklarını kendisinin bir boyut bile olamadığını anlar.yalınlaşan duyguları bir hayli yıpratır kendini.
ve hala yıpranıyor.ama;enflasyon düşmekte ya biraz seviniyor.
yoncanın dört yapraklısını görmeyecek ama yapraklı bir yonca bulabilmenin umudunu yaşayacak sabırla.

içimdeki duyguların heykelini -çaresizim- yalnız yazıyla heykelleştirebilirim.
ama öğrendim ve yaşımdayım.

eee heykeller çoğalmış değil mi? en iyisi bir köy tutturmalı bir köy heykelini yaşamalı.bir resim kadar donuk yaşasanızda bir abidesiniz.

aman!! bir fil heykeli dikmeyin şehrinize yada içinize.en kötüsü kalın kalçalı bir kedi resmi, bilirsiniz aslandır o.
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #567
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Bir mektup olmak istedim çoğu zaman. Gözlerin anlatamadığı her şeyi anlatmak istedim; gözyaşı olmak istedim; güçlülerin karşısında, güçsüzlerin yanında olmak istedim. Yıldız olmak istedim; ümitsizler için kaymayı. Mutluların ise gözlerinde ışıldamayı istedim. Kalp atışı olmak istedim; bilmediğim kişilerde, yeniden can olmak istedim. Siyah olmak istedim, gecenin siyahı; yıldızları istedim ömrüme, onlarla birlikte uyumak istedim, uyumak ve uyanmamak…
Hayat istedim sadece… Yalnızca sendin hayatım. Sen varken ben ne gözlerin anlatamadığı sözlerin yazılışını, ne gözlerden akan saf mutlulukları, ne yıldız ne de gece olmak istedim. Hiç birisini istemedim ömrüme; sen varken sadece seni solumak istedim, kalbinin kalbimin olmasını ve her atışında yalnız senin olmasını istedim. Gecedeki siyahı, gözlerinde buldum ve gözlerindeki gecede yıldızları… İlk defa senin kalp atışın olduğumda, seni herkesten, her şeyden çok sevdiğimi anladım, bir ömür seni sevmek istedim. Son nefesimde kalbimden gelen gözyaşının son durağının senin gözün olmasını istedim. Ve son aldığım nefeste sana son kez
‘SENİ SEVİYORUM’ demek istedim.
Ben bu kadar çok şey isterken aslında sadece seni istediğimi anladım. Ben sadece seni isterken sen gittin ve ben yine gece olmak istedim. Ömrümce yıldızlarla uyumak, siyah olmak, hüzün kokmak istedim… Ben, bunları istedim ve öldüm!
Gönlüme erişemeden ben, uyudum. UYUDUM VE UYANAMADIM!

~~Her kendine baktığında beni gör. Sen geceyi görme, İSTEMEM!~~

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #568
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız yatağa kapanmış hıçkırıklarla ağlıyordu. İyi ki ev de kimse yoktu. Annesi olsa hemen yanına gelir. Merakla neden ağladığını sorardı.
-Seviyorum işte seviyorummm.
Karşı komşunun oğluna fena halde aşık olmuştu. Ama onun haberi yok diye düşünüyor ağlama sesi neredeyse duvarlarda yankılanıyordu.
Birsen yeni üniversiteyi bitirmişti. Eczacı olmayı hep hayal etmiş nihayetinde
emeline kavuşmuştu. Karşı komşunun oğlu Sedat' ta aynı üniversiteden mezundu. Senelerdir arkadaşlıkları vardı. Ama düzeyli bir arkadaşlıktı bu. Oysa Birsen senelerdir Sedat'a aşıktı.
-Artık yüzümü yıkayıp Sevim teyze ne yapıyor bir bakayım.
Sevim teyze dediği Sedat'ın annesiydi. Senelerdir komşulukları akrabadan ileriydi. Üzerine güzel birşeyler giydi. Saçını başını düzeltti Karşı dairenin kapısını çaldı.
-Kim o.
-Benim Sevim teyze.
-Hoşgeldin kızım. Annen yok mu.
-Alışverişe gitti. Gelir biraz sonra.
-Sedat'ta askere gidiyor. Kurada Ankara çıkmış.
-Hayırlısı olsun teyze.Sedat yok mu.
-Banyo yapıyor. Gelir şimdi. İki gün sonra birliğe teslim olacak.
İçini bir üzüntü kapladı Birsen'in.
-Ben ne yapacağım şimdi diye düşünürken Sedat içeri girdi.
-Merhaba Birsen hoşgeldin.
-Askere gidiyormuşsun.
-Evet. bir an önce gidip gelmeliyim. Eczane açacak babam. Artık işimle ilgileneceğim.Sen ne yapacaksın.
-Bilmem. Babamın şu ara biraz sıkıntısı var. Sıkıntımı atlatayım birşeyler yaparız dedi bana.,
-Olmazsa benim eczaneyi birlikte yürütürüz.
bu fikir harikaydı Birsen için, ama belli edemezdi.
-Bakalım neler olacak bilemiyorum. Sen git gel de.
-Ben kalkayım Sevim teyze.
-Otursaydın kızım.
-Yok teyze biraz iş yapayım.
Birsen işi bahane etmişti. Aslında nedense hep ağlamak istiyordu. kendi de anlıyamıyordu. Bukadar ağlayan biri de değil di.
İki gün geçmişti. Kapıda Sedat'ı yolcu ediyorlardı.. Bütün apartman,eş dost davullarla uğurluyorlardı Sedat'ı. Birsen gözünde ki yaşları belli etmemek için büyük çaba sarfediyordu. Gitmeden Sedat Birsen'in yanına geldi.
-Allahısmarladık Birsen dedi ve yanaklarından öptü.
Kıpkırmızı olduğunu hissetti birden Birsen. Ancak gülegüle diyebildi.
Zaman çabuk geçiyor Sedat'tan gelen güzel haberlerle seviniyor. Sevim teyzesini de yalnız bırakmıyordu.
Kapı çalındı. Birsen'in annesi Nevin hanım kapıyı açtı.
Sevim hanım kapıdaydı. İki gözü iki çeşme ağlıyordu.
-Hayrola ne oldu diye sordu Nevin hanım.
-Sormayın Sedat'ı Hâkkari'ye yolladılar.
-Aman Sevim hanım bak kısa devrede yapacak askerliğini bir bakarsın bitmiş gelir. Üzülme bukadar.
-İnşallah canım. İyi ki varsınız. Siz de olmasanız bunalıma düşeceğim vallahi.
-Birsen bize şimdi bir kahve yapar. Üzüntün hafifler.
-Tamam anne kahvelerinizi şimdi yaparım.
Biraz sonra Sevim hanımın üzüntüsü dağılmıştı.
Aradan zaman geçmiş Sedat'ın gelmesine bir ay kalmıştı. Heyecandan yerinde duramıyordu Birsen.
-İnat gibi bu bir ay geçmek bilmez diye düşünüyordu.
Geceleri artık uyuyamıyor sağa sola dönmekten bir hal oluyordu. Sabah olmuştu. kapının zili hiçdurmadan çalıyordu. Acele kapıyı açtı. Yine Sevim hanım ağlıyordu.
-Ne oldu Sevim teyze demeden kadıncağız bayılıverdi. Gürültüye Birsen'in annesi ve babası koştu.
-Allah Allah ne oldu bu kadına.
-Bilmiyorum anne. kapı çaldı açtım ağlıyordu. İçeri girer girmez düştü bayıldı.
-Kızım çabuk kolonya bir bardak su getir.
Birsen meraklanmıştı. Sedat'a birşey mi olmuştu acaba.
Neyse Sevim hanım kendine gelmeye başlamıştı.
Nevin hanım soruyordu
-Ne oldu Sevim hanım anlatsana.
-Sormayın Sedat birliğiyle dağlarda teröristlerle çatışmada ölmüş. Şimdi haber verdiler.
Kadın üzüntüden mahvolmuştu. Teselli olacak durumda değil di.
Bunu duyan Birsen ağlayarak odasına kapandı. Annesi şaşırmıştı. Bir yerde komşusu bir yerde kızı.
-Allahaşkına bey kıza sen bak.
-Tamam bakarım.
-Nevin hanım soruyordu Sevim hanıma
-Babasının haberi var mı.
-Yok evi aradılar.
-Nasıl haber verceğiz. Bu kötü haberi vermek zor.
Birden telefon sesiyle irkildiler. Nevin hanım telefonu açtı. Karşısında Sevim hanımın kocası vardı. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi. Elindeki telefonu düşürdü. Tekrar eline aldı. Hatta Yasin Bey alo diye bağırıp duruyordu.
-Buyrun Yasin Bey
-Benim hanım orda mı. Evde bulamadım da.
-Evet burda vereyim bir dakika.
-Nevin hanım eşiniz telefonda.
-Ne diyeceğim ben şimdi.
-En iyisi çağır hastayım de gelsin. Peki öyle yapayım. Allah korusun ona da birşey olmasın.
-Efendim
-Sevim nasılsın. Ev de bulamadım. Orda olduğunu tahmin ettim.
-Canım ben çok rahatsızlandım.
-Tamam hemen eve geliyorum.
Kapamıştı telefonu Sevim hanım.
-Ben gidiyorum Nevin hanım.
-Otursana bu halde ne yapacaksın ev de.
-Olsun şimdi gelir o.
Diyerek gitti.
Birsen'in ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu. Birşeyde yemiyordu.
-Kızım hepimiz üzüldük ama bu halin ne. Vallahi seni de kaybetmek istemem. Yemek yemelisin.
Ama boğazından hiçbirşer geçmiyordu Birsen'in.
Gece olmuştu. Uyur uyanık haldeydi. Herzaman kapısını kapatır uyurdu. Ama kapısı açıktı. Birden içeri Sedat girdi.
Nefesi kesilmişti.
-Sedat diyebildi ancak.
Sedat ona gülümseyerek yanına doğru geliyordu.
-Sen öldün Sedat. haberin geldi.
-Yok ben ölmedim. Ölmeyede niyetim yok. Çünki seninle evlenip mutlu olacağım.
Şaşkındı Birsen ağlamaya başladı.
-Neden ağlıyorsun. beni sevdiğini hissetmediğimi mi sanıyorsun. Ben de seni çok sevdim hepte seveceğim.
Sedat diz çökmüştü yatağın yanına.
-Benimle evlenir misin canım.
-Yoksa evlenmek istemiyor musun.
Birsen hayret içersindeydi. Bu gerçekmiydi. Yoksa rüya mı görüyorum diye düşünürken.
Sedat bir kere daha sordu.
-Hadi kabul et. Seni seviyorum ben ve evlenmek istiyorum.
-İstemezmiyim Sedat. Seni ilk görüğümden beri seviyorum ben.
-Peki o zaman en kısa zamanda evleneceğiz.
-Ben şimdi gideyim. Annem çok üzgün. Üzüntüsü geçsin dedi ve Birsen'in yanağına bir öpücük kondurdu.
Birsen hala yataktan kıpırdıyamıyordu. Şoka girmişti.
-Olamaz böyle birşey. Ben uyanığım ve o benim yanımdaydı.Peki eve nasıl girdi.
Aniden kalktı saat altı olmuştu. Annesinin odasına gitti. Anne ve babası uyuyorlardı. kapı da akşam ki gibi kilitliydi.
-Biraz geçsinde Sevim teyzeye gideyim diye düşündü.
Ama satler geçmek bilmiyordu. Gözünü saatten ayıramıyordu.
-Tamam saat sekiz daha fazla da bekliyemem dedi. Sevim hanımın kapısını çaldı.
Kapıyı gözleri kızarmış Sevim hanım açtı.
-Hayrola kızım ne oldu.
-Sevim teyze. Sedat geldi.
-Ne biçim şaka kızım bu. Bak bugün cenazeyi yolluyacaklarını söylediler.
-Hayır Sevim teyze Sedat ölmedi derken kapı çaldı.
-Cenazenin geldiğini haber mi verecekler acaba.
kadın başladı ağlamaya.
-Dur ben açayım teyze kapıyı.
kapıyı açmasıyla Sedat kapıdaydı. Birden öyle bir sarıldı ki Sevim hanımı unutmuştu bile.
-Geleceğini biliyordum. Hem ağlıyor hem de yanaklarından öpüyordu Sedat'ı
-Ne oldu kimmiş kızım diye bağırıyordu Sevim hanım içerden.
-Benim anne.
Sevim hanım kendini birden kapıda oğlunun kollarında buldu.
-Olamaz bu rüya olsa
-Benim anne etimle kemiğimle benim.
-O arada babası da patırdaya kalkmıştı.Ne oldu demeden oğlunu görünce.ağlıyarak sarıldı.
Biraz sonra başından geçenleri anlatıyordu Sedat.
-Çatışma başlamıştı. Künyem yere düşmüş farkında değildim. Arkadaşın kendi künyesi kopmuştu takmıyordu. Benimkini bulunca alıp boynuna takmış. Bu çatışmada şehit oldu. Ölenin ben olduğumu sanmışlar. Yalnışlık anlaşıldı bana da izin verdiler. Sizlerden af dilediler.
-Sedat sabah seni gördüm.
-Gelirken otobüste uyuya kaldım. ben de seni gördüm. Senin yatak odana geldim. Ve benimle evlenmeni istedim.
Birsen şaşkındı. Nasıl olabilirdi. Sedat uyurken, onu gerçekte görmüş ve konuşmuştu.
Aniden Sedat yerinden kalkıp Birsen'in önünde sabah ki gibi diz çöktü.
-Birsen benimle evlenir misin.
-Cevabımı vermiştim sana.
-Evet demiştin.
-Anne, baba ben Birsenle evlenmek istiyorum. Ne diyorsunuz.
-Birsen bizim kızımız zaten. İki mutluluğu birden yaşattınız bize. Acılı günümüzü mutluluğa dönüştürdünüz. Allahıma binlerce kere şükür diyordu anne ve babası. Bu sefer de hep birlkte mutluluktan ağlıyorlardı.
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #569
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Aşk ki Vardır, Gerisi Vesairedir…


Eski âşıklar sevgili uğrana ölmeyi bir ideal, bir amaç bilirlermiş. Onlar, uğruna ölünecek sevgililer buldukları için bahtiyar idiler. Gün gelir, sevgililer de âşıklarını sever umudunu içlerinde durmadan büyütüyorlardı. Oysa aşk, iki kişi arasında asla eşitlenmeyen bir şeydi. Allah, âşığın uğraştığı sevgiyi maşuktan esirgemişti. Bunun içindir ki âşıklar, ya kendilerine verilen derdin aynısının sevgiliye de verilmesi ya da sevgilide ki vurdumduymazlığın aynısı ile kendilerine de ihsanda bulunması için yakarır dururlar. İsterler ki, Allah aşkı seven ile sevilen arasında eşit bölüştürülsün… Oysa aşk bu demek degildir. Seveni sevmek kolaydır; marifet o sevmediği zaman da onu sevebilmektir. Gerçek âşık bilir ki, kendi içindeki aşk ateşinin aynısı sevgilide de vardır ve gönülsüz de olsa, o da aşkı duyumsamaktadır. Ne var ki sevgili çok sabırlı, âşık da sabırsız olduğu için bu aşk yarası tek taraflı kanamaktadır. O acılar, o ayrılık ve hasret ateşleri âşığı yakıyorsa öte yandan da pişiriyor demektir… Âşık, ancak bu pişme sürecinde ham iken olduğun, çiğ iken kâmil olur. Çünkü aşk yolunda varılacak merhalelerin en yücesi, aşkın olgunluğu ile kendi dünyasını kurabilmektir. O mertebeye gelindikten sonra aşk uğrunda can vermek âşığa âsân gelir.
Amaç aşk uğruna ölmek değil, uğruna ölünecek aşkı bulmaktır. Bu aşk, cennet emelinden uzaklaşıp cemale erme hedefini gözetir. böyle bir aşka giriftar olduktan sonra geriye ne kalır ki!?.. Dünyayı elinin tersiyle itiver gitsin!.. Hani Fuzûlî’diyor ya:
Cennet için men eden âşıkları dîdârdan
Bilmemiş ki cenneti âşıkların dîdâr olur
rose
Cennetten uzaklaştırdığı gerekçesiyle âşıkları sevgilinin diyarına (yüzüne) bakmaktan alıkoyan kişi bilmiyor ki âşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür!..

İskender Pala
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #570
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çok eski zamanlarda kendi halinde yaşayan, fakir mi fakir bir çoban varmış. Bu çoban o zamanlar o şehrin başında bulunan Kral'ın kızına âşık olmuş. Âşık olmasına olmuş amma; buna kavuşmasına kendisince bir imkânı yokmuş.
Günler, aylar, hatta yıllar bu şekilde geçmiş, gencin kral kızına olan aşkı günden güne alevlenmiş ve artık gencin bu aşka karşı koyacak takati kalmamış. Buna bir çare bulmak için zamanın bilge kişisine başvurmuş. Bilge de ona: "Benim sana vereceğim tavsiyeye kesinlikle uyacağına söz ver! Belki bu tavsiyem sana zor gelecek amma sonucun senin için mutlulukla biteceğine eminim..." Demiş. Genç adam: Tamam söz veriyorum...
O zamanlar şehirlerin belirli giriş kapıları varmış. Bilge adam o genci şehrin en işlek kapısında durmasını ve her kim gelir, her ne sorarlarsa sorsunlar; onun onlara vereceği tek cevap "Allah" olacağını ve kimse ile bunun dışında tek bir kelime konuşmamasını tavsiye eder... Genç adam bilge kişiden aldığı reçeteyim tam olarak uygular. Gelip geçerken: "Sen necisin?" "Nereden geldin?" "ismin ne?" Diye soranlara tek bir karşılık verirmiş "Allah" günlerce bu böyle devam etmiş. Artık şehre yayılmış gencin bu "Allah" deyişi... Gide gide Kral'ın kulağına gitmiş bu dedi kodu. Kral bir gün bu kimdir necidir diye merak etmiş gidip genç adama: "Adın ne? Neden buradasın? Bir derdin mi var?" Genç adam: "Allah" Demişte başka bir şey dememiş... Kral bir anlam veremeden oradan ayrılmış. Akşam olduğunda genç adam bilgeye gitmiş. Kral'ın geldiğini ve aralarında geçen diyalogu anlatmış. Bilge: "Sen tekrar eski yerine var Kral tekrar gelecek sana kızını teklif etmedikçe konuşma!" demiş. Ertesi gün olmuş Kral tekrar gencin yanına gitmiş: "Evlat derdin para ise sana ne kadar para istersen vereyim! Hasta isen seni tedavi edeyim." Demiş. Genç: "Allah" demiş. Evlat bir kızım var istersen onu sana vereyim? O zaman'a kadar sadece "Allah" diyen genç Kral’a dönüp, ve şöyle demiş: "Ben bir çoban iken benim hiç bir şeyim yok iken; Kendi halinde bir fakir iken, Haddim olmayarak âşık olduğum Kral kızına ben "Allah" dediğim için Kralı ayağıma getiren "Allah'ı" bırakıp ta senin kızına dönmeyeceğim.” Demiş…

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat