Arama

Çanakkale Hikayeleri

Güncelleme: 17 Kasım 2016 Gösterim: 12.642 Cevap: 64
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Nusret'in hikayesi


18 Mart 1915 deniz zaferi, top ve mayın silahlarının müşterek çalışma mahsulü olup bunda mayın başrolü oynamıştır. Mayınların dahice boğaza yerleştirilmesiyle, o tarihin en kuvvetli donanmasını Türk azmi ve cesareti, hayretlere bırakacak şekilde alt etmiş ve boğazı düşman gemilerine kapamıştı.
Sponsorlu Bağlantılar

Dönemin Fransa başbakanı; Çanakkale için "Türkler boğazı kapamakla savaşın iki yıl uzamasına ve müttefiklerin milyonlara varan insan gücü ve yüzlerce milyarlık maddi kayba uğramasına sebep olmuşlardır." demiştir.

Peki o gizemli mayınları kim ne zaman oraya dökmüştür

Nusret Mayın Gemisi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.

6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun."

Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değilde kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.

Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusret'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.

7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusret demir alarak Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusret'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusret'in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.

Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yeralmaya başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makinalar tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusret'in yolu üzerinde kol geziyordu.

Bir an için Nusret'in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret'i görecekler ve herşey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusret'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı.

Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi gözgözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusret'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yolalmaya başladı.

Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusret mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde duruvermişti.

Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret'in mayınlarıydı.

Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan itibaren herşey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü.

Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusret'in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti.

Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusret'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.

YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in, "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."

Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."

Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli "La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım pisikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey Italya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti."
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:34
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2005       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BU DESTAN 18 MART 1915'DE BAŞLADI.ÇANAKKALE'Yİ GEÇECEĞİNİ SANAN DÜŞMAN BOUVET ZIRHLISININ PATLAYIP BATMASIYLA BİR GERÇEĞİ ANLADI...

Sponsorlu Bağlantılar
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI
ANA BEN GİDİYOM DÜŞMANA KARŞI OF GENÇLİĞİM EYVAH
ÇANAKKALE İÇİNDE BİR UZUN SELVİ
KİMİMİZ NİŞANLI KİMİMİZ EVLİ OF GENÇLİĞİM EYVAH
ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ
ÖLMEDEN MEZARA KOYDULAR BENİ OF GENÇLİĞİM EYVAH

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar
Mustafa Kemal ATATÜRK

Her kuşakta bi defa insanların içlerine esrarlı bir savaş arzusu doğar...İçgüdüleri bunlara,istemedikleri alışkanlıklardan kurtulup ilerlemenin artık başka bir yolu olmadığını telkin eder.Bir memleketin bütün bir kuşağı,savaş ilanından bir hafta sonra kanlı bir şekilde yapılacak reformları bütün hayatları boyunca aranır,dururlar.Bunun başka bir yolu yoktur.Milletler büyük acılarla gelişirler...Tıpkı yılanın,artık bozulmuş olan derisini,yılda bi kere sırtından acı içinde çıkarıp atması gibi.....
Sir Ian Hamilton

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“ Gömelim gel seni tarihe ” desem, sığmazsın
Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

BU BİRLİK 18 MART 1915'DE KURULDU.BU BİRLİĞİ VATANI UĞRUNA GÖZÜNÜ KIRPMADAN ÖLÜME KOŞAN MEHMETÇİK KURDU.BU BİRLİK ASLA ÖLMEYECEK.ÇÜNKÜ ÇANAKKALE ASLA GEÇİLEMEYECEK....

GEÇEMEDİLER, GEÇEMEYECEKLERDE..
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:34
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2005       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye
TÜRK EDEBİYATINDA ÇANAKKALE ZAFERİ
Çanakkale yüzyıllar boyu insanlık tarihinin en önemli harbe ve mücadelelerine sahne olan Boğazlar bölgesinde şirin ve güzel bir şehirdir. Bu şehir her yönüyle yaşayan bir tarih, Türklerin Avrupa'ya geçmeleriyle süre gelen ve yurdumuzun her köşesinden her Türk ailesinin ve atalarından bir veya birkaç erini gömdüğü şehitler beldesi bugün de üniversite şehridir.
Çanakkale şehri, aynı adı taşıyan boğazın Anadolu yakasında ve bu Boğazın en fazla darlaştığı kesimde düz bir alanda kurulmuştur. Çanakkale kuruluşu pek eski dönemlere inmeyen ve temeli Fatih Sultan Mehmet zamanında atılmış olan bir 15. Y.y. şehridir.

Burada yerleşim birimlerin mazisi Truva ile başlar. Truva'nın kalıntıları eski Tunç Çağına kadar inmektedir. Truva şehri M.Ö. 13. Asırda Akalıların eline geçmiştir. M.Ö. 6. Asırda Lidyalıların elinde olan şehir bundan sonra İran hakimiyetine girmiştir. Daha sonra Atina hakimiyetine giren şehir bu kez Atina Isparta mücadelelerine sahne olmuştur. M.Ö. 334 baharında Asya'yı fethe çıkan Büyük İskender Boğaz'dan geçmiş ve Granikos'ta(Bıga çayı) İran ordusunu bozguna uğratmıştır. Daha sonraki asırlarda Anadolu'ya geçen Romalılar buraları hakimiyeti altına almışlardır. Roma'nın parçalanmasıyla Doğu Roma imparatorluğunun eline geçen şehir 14. Asırda Aydınoğlu Umur Beyin akınlarına sahne olmuştur. Sonra Osmanlıların eline geçen şehir Türklerin Avrupa'ya geçişinde önemli bir yer edinmiştir. Nitekim Orhan Bey zamanında Türkler Gelibolu'ya geçmiş Yıldırım Bayezid zamanında Gelibolu önemli bir şehir olmuştur.Fatih döneminde Haçlıların Boğazdan geçmesini engellenememiştir. İstanbul'u fethetmek isteyen Fatih Boğazdan geçişi engellemek Boğaz'ın en dar yerine karşılıklı iki kale yaptırmıştır. Bunlardan Anadolu yakasındakinin adı Fatih'in oğlu Sultan Mustafa tarafından yaptırıldığı için Kal'a-i Sultaniye(Batı yazarları buraya Dardanos demişlerdir.) Avrupa yakasındakine ise Kilitbahir(denizin kilidi anlamında) adı verilmiştir.Artık bundan sonra şehir Türk hakimiyetinde kalmıştır.

Çanakkale stratejik konumu itibariyle çok önemli bir şehirdi.19.y.y. da Osmanlı devletinin Avrupa devletleri karşısında zayıflamasıyla beraber şehrin önemi daha da artmış küçülen Osmanlı Devletinin bu şehri koruması Boğaz'ların ve İstanbul'un güvenliği için çok önemli olmuştu.
18.yüzyılda şehirde İsveç Konsolosluğunun bulunması şehrin önemini ortaya koymaktadır.
19.yüzyılın sonlarında ve ikinci yarısında Çanakkale Boğazı'nın kıyılarında Mecidiye,Hamidiye,Mesudiye,Namazgah,Yıldız,Ertuğrul ve Orhaniye adlı yeni tabyalar oluşturulmuştur. Bu tabyalar ve onların kahraman bekçilerinin dünyanın en büyük filosunu geri çevirdiklerini göreceğiz.
Çanakkale yöresi stratejik konumu bakımından önemli bir yer işgal ettiğinden , 19.yüzyılın son çeyreğinde İngiltere,Fransa,Yunanistan ve Rusya birer konsolosluk açmışlardı.Bunlara 1872 Şubatında Almanya konsolosluğu ilave edildi.
1906'da İngiliz İmparatorluk Müdafaa Komitesinin yaptığı araştırmalar Çanakkale'nin yalnız deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceğini bir kez daha ortaya koymuş,1911-1912 Türk-İtalya ve 1912-1913 Türk Balkan Devletleri savaşında İtalya ve Yunan Kurmay heyetleri de aynı sonuca varmışlardır. Nitekim İtalyan filosu 18 Nisan 1912'de Boğazın dış tabyalarını bombardımanla yetinmiş, 19 Temmuz1912'de de sekiz muhripten kurulu İtalyan filolitası, Boğaz dahiline başarısız bir gece akınında bulunmuştu. Balkan Savaşında da Boğaz'a karşı ciddi bir hareket olmamıştı.
1.Dünya Savaşı'na katılmamızdan 10 gün sonra İngiltere Boğazlar Meselesinin müttefiki olan Rusya'nın lehine halini kabul etti. Üçlü İttifak Devletleri bu konuda anlaşmaya vardılar.
Merkezi devletler yanında savaşa giren Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak amacıyla İtilaf Devletleri tarafından düzenlenmiş olan Çanakkale Harekatı, 1. Dünya Savaşı'nın en önemli askeri faaliyetlerinden birini oluşturmaktaydı.
18 Mart 1915 sabahı Boğaza giren ve tabyaları topa tutan İngiliz ve Fransız Filoları Çanakkale Boğazının iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve Karanlık Limana dökülen mayınların etkisiyle, mevcutlarının % 35 ini kaybedip geri çekilmek zorunda kaldılar.

18 mart bozgunu , İtilaf Devletlerine karadan destek olmaksızın yalnız deniz kuvvetleriyle Boğazın geçilemeyeceğini gösterdiğinden General Hamilton 'un emriyle bir Çıkarma ordusu hazırlandı. Çıkarma Harekatı 25 nisan 1915 günü sabaha karşı başladı. Sarp bir kıyı olan Arıburnu bölgesine çıkan düşman kuvvetlerini 19. Tümen Kumandanı Mustafa Kemal karşıladı. Kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız kuvvetleri geri püskürtüldü. Bundan sonra her iki cephede de siper savaşları sürdürülmüş özellikle 21 Haziran Kerevizdere, 28 Haziranda da Zığındere çarpışmaları çok şiddetli geçmiştir. Bunun ardından İtilaf kuvvetleri kesin bir sonuç almak amacıyla 6-7 Ağustos gecesi başlattıkları Harekat dört gün sürdü. Bu kuvvetler Yarbay Mustafa Kemal tarafından Conkbayırı'nda durduruldular. Böylece Birinci Anafartalar Zaferinden sonra İtilaf kuvvetlerinin yaptığı bütün taarruzlar sonuçsuz kaldı. Ancak 21 Ağustosta yeni bir saldırı başlattılar. İkinci Anafartalar Muharebesi denilen bu Harekat da başarılı olamayınca Muharebeler günlerce süren siper savaşlarına dönüştü. Bu çarpışmalarda Türk askeri Çanakkale'nin geçilmez olduğunu ispatladı. İtilaf kuvvetleri 19-20 Aralık gecesi Anafartalar ve Arıburnu Cephesinden 8-9 Ocak 1916' da Seddülbahir'den çekildiler.

İtilaf Devletlerinin başarısızlığı ile sonuçlanan Çanakkale Muharebeleri Birinci Dünya Savaşının seyrini değiştirip uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusya'sının çöküşünü hazırlamış ve İngiltere'de Hükümet değişikliğine yol açmıştır.
Çanakkale Savaşları sonuçları sebebiyle dünyaya Türk'ün yenilmezliğini, Mehmetçiğin azim ve iradesini ve de centilmenliğini göstermiştir. Bununla birlikte bu savaşlar sırasında bir komutan parlamıştır. Mustafa Kemal! Daha sonra milleti arkasına alıp Türk'ün haklı davasını sürdürecek ve başarıya ulaşarak yeni bir devlet kuracaktır. Ayrıca bütün dünya onun dehasını takdir edecektir. Mustafa Kemal ise bir şeyin farkındadır. Bağımsızlığı ve namusu söz konusu olunca Türk askerinin nasıl ölüme koştuğunu bilmektedir. Yeter ki onu idare edecek dahi bir komutan olsun. İşte o da Mustafa Kemal idi. Siz hiç ölmek için can atan asker gördünüz mü? İşte Çanakkale Savaşlarında Türk askeri!Atatürk'ün bu konudaki hatıralarından birine değinelim.
Bir buluşma esnasında Mısır Devlet Başkanı Atatürk'ü takdir ettiğini söyler ve ekler;
-" Ekselans benim milletimin de sizin milletiniz gibi hürriyete ve istiklale ihtiyacı var. Bunu nasıl temin edebiliriz? Tıpkı sizin Çanakkale Boğaz Savaşında Düvel-i Muazzama Ordusuna karşı kazandığınız zafer gibi bizim de böyle bir ordu ve stratejiye ihtiyacımız var. Bize bu konuda yardım edebilir misiniz? " Sorusuna Mustafa
Kemal:
-" Vatanı için şehit olacak bir buçuk milyon Mısırlı genciniz varsa bu işi yapabiliriz. Bunun haricinde olmaz! " deyince Mısır Devlet Başkanı
-" Maalesef bizim öyle ölecek bir buçuk milyon Mısırlı gencimiz yok." Der. Mustafa Kemal de:
-" O zaman sizin de hürriyet ve istiklale hakkınız olamaz." Deyiverir.
İşte bu söz her şeyi açıklamıyor mu?...
TÜRK EDEBİYATINDA ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE ZAFERİ
İLGİLİ; MENKIBE,DESTAN, ŞİİR, ANEKDOT, VE EFSANELER:

MENKIBELERDE ÇANAKKALE ZAFERİ
Menkıbeler, birtakım mahalli adetlerin, insani birtakım tasavvurların dini muhteva içinde hatıralardır. Bu bakımdan karanlık devirleri aydınlatmada tarih kadar kıymetli belgelerdir. Çanakkale Savaşları sırasında bir çok menkıbe yazılmıştır. Bu menkıbeler, bize Türk milletinin zihninde Çanakkale Savaşlarının ne kadar derin
izler bıraktığını göstermesi açısından önemlidir.
Çanakkale Savaşları etrafında teşekkül eden menkıbeleri şöyle sıralayabiliriz.

TARİHİ-EFSANEVİ ŞAHSİYETLER ETRAFINDA OLUŞAN MENKIBELER
Milletlerle olan savaşlarında Allah'ın Türkler'e yardım ettiğini pek çok menkıbede görürüz. Bunlardan birisi de Mustafa kemal hakkında anlatılanıdır

1) GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA:
Türkler'in başka. M. Kemal'in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır. Bu olay, Anadolu'nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır. Bu olay' yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın'ın "Mustafa Kemal ile Mülakat" adlı eserinde şöyle verilir:
"Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa'nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle:
_"Bu şarapnel parçasından biri Paşa'nın göğsünü okşamıştır!"dedi.
_Nasıl? Dedim.
Paşa, tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu:
-Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası idi.Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur.
-Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri gördüm.Yanımda bulunan zabit(Rahmetli Nuri Canker Bey)"Efendi,vuruldunuz" dedi.Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm.
Elimle zabitin ağzını kapadım.
"Sus" dedim.
Cevat Bey devam ediyordu.
-"Bir şarapnel misketi,göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet etmişti.Saat, parça parça oldu, fakat o darbe,Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir."dedi.
-O saat sizin için tarihi bir saattir.Görebilir miyim efendim?dedim.
Paşa:
-"O saatin enkazını,bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak aldılar.Bana da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler.
Cevat Bey saati gösterdi.Omega markalı siyah bir saat.Arkasında bir taç ve "L.2." markaları ve Paşanın kırılan saatide Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati imiş.Cevat Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş.
Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu.
Omega saati,Türk milleti için kendini feda etti,Komutan Mustafa Kemal'i kurtardı. Türk ordusunun Kumandanını,Türk milletini,Ortadoğu'yu, insanlığı kurtardı.

2)SEYİT ALİ ONBAŞI:
Çanakkale Savaşları'nda Deniz Savaşları sırasında Seddü'l- bahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü' l- bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah' ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı.
Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyid Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ızdırap ile dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi.
Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi. Bu mermi gideceği yeri de biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı.
Burada, 257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor:
" Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey , etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.
" Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. " duası Seyit' in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı.
Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait "Ocean" isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır.
Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi:
" Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım"

3)YAHYA ÇAVUŞ VE TAKIMI
Çanakkale Muharebelerinin en ateşli saldırıları sırasında Morto Koyu' ndan çıkartma yapan bir İngiliz birliğine karşı Seddü' l- bahir tepesinde bulunan Yahya Çavuş ve takımı (15 kişi) büyük bir inançla engel olmaya çalışıyorlardı. Karşılarında bulunan bir birliğe karşı 15 kişi gönülden savaşarak engel olmaya çalıştılar. Tam üç gün ve üç gece bir birliğe bir takım olarak karşı geldiler. Onları durdurdular. Gelibolu Yarımadası' nın içlerine girmelerine 15 kişilik bir kuvvetle engel oldular. Sonunda yardımcı kuvvetlerin gelmesine yakın hepsi Allah' ı arzu ettiler. Şehitlik mertebesiyle Allah' a ulaştılar.
Bundan başka "Hasan ve Mevsuf", "Sıhhıye Başçavuşu Hüseyin Hikmet Başaran", "Bayraklı Baba Menkıbesi" ve "Kaşıkçı Dede Menkıbesi" hakkında anlatılan menkıbeler vardır.
B)Dinî ve Tarihî Şahsiyetler Etrafında Teşekkül Eden Menkıbeler

1)CONKBAYIRI ÜZERİNDEKİ BULUTLAR :
Çanakkale' de en çok anlatılan menkıbe şudur:
Conkbayırı' nda kara savaşları sırasında 57 tümen her gün çamaşır değiştirir. Kirlilerini yıkar çalılara asar ve ertesi gün için kurumuş. Sebebi ise eğer şehit olurlarsa Allah'a temiz kıyafetlerle varmaktır. Savaşa çıkmadan önce namazlarını kılar ve ibadet ettikten sonra savaşa başlarlarmış. Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı' ında düşman tarafından kıstırıldıkları anda gökten beyaz-gri bir bulut kümesi 57. Tümenin üzerine inmiş ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamamışlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile yokmuş. Gemiden bu olayı seyreden İngiliz Amirali Hamilton daha sonraki savaş anılarında da bu olayı anlatmaktadır.

2)BULUTUN KORUMASI
Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir. Olay şu şekilde anlatılmaktadır;
" O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi' nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı'na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut durmaktaydı.alay, sol taraftaki Ağıl Dere' ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe' den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır."

3)NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI
Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O''nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey' in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri' nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir.
Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır. Yine "Uçan Türkler" adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır.

II- DESTANLARIMIZDA ÇANAKKALE ZAFERİ
Türkler, pek çok özelliğin yanı sıra, destan yaratan bir millet olarak da tarihte hakettiği yeri almıştır. Alp Er Tunga Destanı,Şu Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı, Genç Osman Destanı, Plevne Destanı, Estergon Destanı, Şeyh Şamil Destanı, Girit Destanı, Kars Destanı, Silistre, Cezayir, Varna, Budin destanları bu milletin yarattığı destanlardan sadece bir kaçıdır. Tarih boyunca yaratılan destanlar zincirinin altın halkalarından biri de hiç şüphesiz "Çanakkale Destanı" dır.
Çanakkale Zaferi öyle büyük bir zaferdir ki, halkın vicdanında öyle derin izler bırakmıştır ki, pek çok şair tarafından - halkın da hislerine tercüman olunarak- destanlar vücuda getirilmiştir. Türk' ün bu zaferini en mükemmel şekilde Mehmet Akif destanlaştırmıştır. Edebiyat tarihinin Akif' in;
"Çanakkale Şiiri" hakkındaki hükmü şudur:
"Bu şiiri Mehmet Akif yazmadı; kağıda dökenle, toprağa kanını dökenler birleşerek yazdılar."
Çanakkale Savaşı ile ilgili yazılmış pek çok destan mevcuttur. Başta Mehmet Akif' in eseri olmak üzere seçilmiş birkaç destanı verelim.

1-MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Bu eser, yıllardır hepimiz tarafından zevkle okunmuş ve ezberlenmiştir. Burada Akif harbin vahametini, vahşetini anlatırken, bu uğurda şehit olanların da yalnız kalmayacaklarını, onları Hz. Peygamber' in şefkatle beklediğini müjdelemektedir. Bu şiiri başlı başına Türk' ün Destanıdır. Anlatılmaz yaşanır.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, bu destanın estetik kıymeti hakkında şu kanaati ifade eder:
" Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Savaşını tasvir eden şiiri yazıldığı tarihten bu güne kadar bütün nesillere o savaşın heyecanını yaşatmış ve onun tarihî, derin ve büyük manasını hatırlatmıştır. Bunun sebebi de hiç şüphesiz, bu şiirin taşımış olduğu estetik değerdir."
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerede- gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kanıyor kum gibi, tufan gibi hakikat mahşer mi mahşer
Yedi iklimi cihanın duruyor karşıda
Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir havadis var ortada: vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tâûna da zuldûr bu rezil istila!...

Bundan başka Boyabatlı Mustafa'nın "Çanakkale Destanı" adlı eseri vardır.

III- ŞİİRLERİMİZDE ÇANAKKALE ZAFERİ
Çanakkale Zaferi ile ilgili, menkıbe, destan yanında münferit şiirler de yazılmıştır. Mehmetçik, harbe giderken sâkin ve sevinçli olarak anasından, babasından, yavuklusundan, sılasından ayrılmıştır. Hatta *******, yavuklusunu bir daha göremeyeceğini bilerek yola revân olmuştur. Bu duyguyu şu mısralarda görebiliriz.

ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah.
Çanakkale içinde Aynalı Çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Of gençliğim eyvah

BİR YOLCU' YA
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu' nda
İstiklâl uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet' in yattığı yerdir.

Bu tümsek koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmet' in, düşmanı boğduğu sele
Mübârek kanını kattığı yerdir

Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin
Yaptığın bu tümsek amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil Onan(Çakıl Taşları)
Çanakkale Savaşları öyle bir savaştır ki Türk Milletinin ruhunda ve zihninde silinmeyecek etkiler bırakmıştır.Bu yüzdendir ki bir çok destana, şiire ve romana ve de tarihin tozlu yapraklarına konu olmuştur. Yüz binlerce şehidin verildiği bu savaşlar öyle silinecek bir yazı değildir. Bu savaşlar Türk milletinin onurunu, kahramanlığını ve centilmenliğini bütün dünyaya ispatlamıştır. Bu sebeple bu savaşları çok iyi algılamamız gereklidir.

KAYNAKÇA
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, "Türk Edebiyatında Çanakkale Zaferi", 1994.
Ruşen Eşref Ünaydın, " Mustafa Kemal ile Mülâkat", Ank. 1981
Mehmet İhsan Gençcan, " Çanakkale Savaşları ve Menkıbeler", İst. 1994.
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, "Çanakkale Savaşları", 1994
Mehmet Kaplan, "Mehmet Akif ve Çanakkale Savaşı; Mehmet Kaplan' dan Seçmeler" (Haz: Enginün- Zeynep Kerman) K.T.B. Yay. .Ank. 1988.
Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye Turkiye
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:35
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2005       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
T.C.
ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI
FEN EDEBIYAT FAKÜLTESI
TARIH BÖLÜMÜ

Çanakkale Savasları Sırasında
Türk Askerinin Psikolojik Durumu Ve Siper Mektupları

Yrd. Doç. Dr. Muhammed ERAT

Metin ALIZ
000211021
Tarih (I.Ö.)
Çanakkale 2004

Giriş
Çanakkale Savası ve Birinci Dünya Savası’ndaki diger Türk Cepheleri hakkında yazılanların bir çogu savas tarihi niteligindedir. Cephe yasamının savas dısında kalan diger etkinlikleri, rütbesiz bir askerin savasa bakıs açısı ve onu yorumlayısı üzerine kaynaklar çok azdır. Buna karsın Çanakkale Gazilerinin mektup, anı ve kitapları az sayılamayacak kadardır. Uzlasmacı devletlerin yayımladıgı asker mektuplarına bakıldıgında ise Türk askerlerinin mektupları arasında sayıca fazlasıyla fark vardır.

Asker mektupları karsılıklı iki cephede savasan iki askerin savasa bakıs açılarını da günümüze tasır. Türkler için kutsal bir güç söz konusu iken müttefik kuvvetlerinin sömürgelerinden toplanan askerler için manevi huzur söz konusu degildi. Ancak her iki tarafın da sorguladıgı tek ortak nokta savasın acımasızlıgı ve kötü bir karsılasma oldugudur. Insanlıklarını savas süresince
hiç unutmadılar ancak çok uzaklastırıldılar.

23 Mayıs’da 9 saatlik ateskes kararı alınır. Sebebi, süngü süngüye muharebe sırasında sehit düsenleri veya yaralıları savas alanından temizlemekti. Iste Türk ve Anzaklar ilk kez burada birbirlerini gördüler ve sasırdılar.

L.H. Barlet
1. Anzak Tümeni, 11. Tabur
“Siperler çok sayıda ölü ve yaralıyla doluydu. Yaralıların büyük bir kısmının durumu da agırdı. Bende bacagımdan yaralıydım ama o tabloyu görünce kendi yaramı unuttum. Bu insanlara yardım etmek istiyordum. Bizden ya da karsı taraftan olusları artık önemli degildi. O sırada benim gibi bacagından yaralı bir Türk askeri yanıma geldi. Isbirligi yapmak istedigini anlatmaya çalısıyordu. Hemen harekete geçtik. Bulabildigimiz sargılarla beraber yaraları sarmaya, can çekisenlerin kurumus dudaklarına mataralarda kalmıs suları damlatmaya basladık. Sonunda dermansız kaldık. Iki düsman arkadas içtenlikle el sıkısarak ayrıldık.”

9 saatin dolmasıyla da birlikte birbirlerinin hayatlarını kurtarmaya çalısanlar yeniden savasmaya baslayacaklardır. Iste Türk askerinin mektup ve anılarında da söz konusudur. Ancak vatanı kurtarmak için tüm maneviyatıyla karsısındaki istilacıları da durdurmak zorundadır. Ayrıca mektuplar Türk aile yapısındaki özüne saygıyı açıkça ortaya koymaktadır. O bakımdan da deger tasımaktadır.

Çanakkale Savası’nın Psikolojisi
Bu savas bir çok bakımdan eski savaslardan farklıdır. Türkler tam manasıyla Dünya Savası’nı Çanakkale’yle karısmıslardır. Kafkasya’da, Galiçya’da, Suriye’de ve Irak’da yapılan savaslar topyekün savaslardan ziyade sınırlı birliklerle
yapılan savaslardır. Fakat Çanakkale Savasları’nı Türkler ordusuyla ve halkıyla dünyanın en büyük devletleri olan Ingiltere ve Fransa’yla savasmaya mecbur kalmıstır.

Bununla birlikte Çanakkale ve cephe gerisindeki insanların psikolojik durumunu anlayabilmek için Çanakkale Savası’nın psikolojisini anlamak gerekir.

Çanakkale Savasına kadar tarihe “büyük adamların” perspektifinden bakılmıstır. “Büyük adamlar” sabah alacasında sahlanmıs atları üzerinde taarruz emirleri yagdırıp, yüz binleri ölüme sürerler, o yüz binler de arkalarında toz bulutlarıyla cepheye kosusur ve çogun zaman geride bir kan gölü ile meçhul asker unvanı bırakırlardı. Yüz binlerin adını sanını kimse bilmezdi.

Yenenler yenilenler, ölenler kalanlar onlar oldugu halde kitaplarda savasları hep krallar ve imparatorlar kazanırdı. Iste Çanakkale Savaslarıyla bu mantık degismis, cephede ve gerisindeki yüz binlerin sevinci ya da gözyasları ses bulmustur.

Çanakkale’de; Cesaret ve kahramanlık ikinci plana düsmüs, teknoloji ön plana çıkmıstır. Siperlerin öneminin ortaya çıkması gibi yeni kurallar savas mantıgına girmistir. Günümüzde ise bu tamamen ortadan kalkmıs, harp sahnesinde ne asker ne top ne hayvan görülebilir. Her sey gizlenmis sahne bos bırakılmıstır. Bu da Çanakkale’deki siperlere gizlenen birliklere benzemektedir.

20. yüzyıldan önce savas alanlarında genç kumandanlar önemli roller oynar ve savası yönetirlerdi. 20. yüzyılda ise savas tecrübeleri fazla olan generaller önemli roller oynamıslardır. Çanakkale muharebelerini yöneten kumandanlar da 20. yüzyıl komutanlarındandır. Ancak komutanların basarı saglaması da cesaret ve bilgeligin yanında maddi kaynaklarla da çok yakından ilgilidir. Örnegin; Hindenburg’un Rus Cephesinde elde ettigi basarılarda demir yolları önemli paya sahiptir. Savaslarda önemli görülen kaleler bile bu yüzyılda agır toplarla düsürülmüstür. Tüm bu degisimler içerisinde kalan ve degismeyen en önemli varlık manevi güçtür. Türk milletinde ezelden beri var olan bu kudret Çanakkale Savasları’nda kendisi yeniden göstermektedir. O kadar ki hayatla hiçbir baglantısı kalmaya binlerce insan tek bir sebep için süngü takıp düsmanın
üzerine yürüyor. Amaç vatan topraklarını korumak. Bu savas Napolyon’un söyledigi “Harp bir sevk’ül-ceys meselesi olmaktan ziyade bir psikoloji meselesidir. Maneviyat harbin yarısını kazandırmaya kafidir.” Sözünü dogrular niteliktedir.

Ion Hamilton;
Akdeniz Seferi Kuvvetler Baskomutanı,
“Ne olursa olsun zafere ulasma yolundayız. Dünyada bizim askerimizden daha iyi yetistirilmis asker yoktur. Bizimkiler askerligin ruhuna vakıf, hepsi de gönüllü ve tam bu meslek için yaratılmıslardır. Niçin savastıklarını biliyorlar. Harbin sona ermesi için bogazları asıp, Rus dostlarımızla el ele tutusmamızın elzem oldugunu
biliyorlar. Belki hepside ölecekler ama Türkleri de yola getirecekler.”

Er Rowling Lennox
Anzak 5. Tugay, 15. Bölük
“Henüz 19 yasındayım. Türklerle savasırken ne savasın mahiyeti ne de sebepleri hakkında esaslı bir bilgim vardı. Bildigim tek sey Ingiltere Osmanlı’ya savas açmıstı. Bizimde o günkü duruma uymamız gerekiyordu.”

Yarbay Mustafa Kemal

19. Tümen Komutanı
“Karsılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre... Yani Ölüm Muhakkak... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulmamacasına düsüyor. Ikincidekiler onların yerine giriyor fakat ne kadar imrenilecek bir soguk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor üç dakikaya kadar ölecegini biliyor, en ufak bir duraksama göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar, bilmeyenler Kelime-i Sahadet getirerek ölüyorlardı.”

Bursalı Nuri Oglu Hüseyin
26. Piyade Alayı, 2. Tabur, 1. Bölük
25 Nisan 1915 günü Seddülbahir’de yaralanan Hüseyin Çavus ayagı kesilmesine ragmen bölügüne geri dönmek için ısrar etmistir. Israrı sonuçsuz kalıp geri hizmete alınırken ise hayatında ilk kez gözyası dökerek komutanına;
“Düsmandan öcümü alamadan beni gönderiyorsunuz. Beni öldürseydiniz de bana bu acıyı göstermeseydiniz.” Diyor ve herkese kırgınlık gösteriyordu.

Yukarıda Napolyon’un savas konusundaki tespitine verilen bu örnekler sözü dogrular niteliktedir. Çanakkale Savasları iki taraf içinde kötü kosulları içinde muhafaza ediyordu. Sıkıntılar birbirine benzer ve aynıydı. Örnegin kıs oldukça soguk ve bit tüm Gelibolu Yarımadasına yayılmıs vaziyetteydi. Muharebe sonunda ölen askerlerin gömülmemesinden kaynaklanan koku da her iki tarafa da aynı duyguları uyandırıyordu. Farklı olan ise üçlü uzlasma devletlerinde olmayan sadece Türk Birliklerinde var olan vatanı koruma içgüdüsüdür. Maneviyatlarının kuvvetli olması da bu sebepten gelmektedir.

Isgalci güçler zora düstüklerinde “Burada ne isimiz var?” sorusunu rahatlıkla ifade ediyorlardı. Ancak isgale ugrayan bir milletin “Neden buradayız?” sorusundan önce topraklarını koruması gerekmekteydi. Bu sebeple nedenini düsünmüs fakat ifade etmemislerdir. Bu kutsal bir görevdi. tüm bu sebeplerden dolayı Türk askerinin iç dünyasını manevi gücünün dısında tam olarak
bilemiyoruz. Çünkü içinde oldugu kötü durumu dısa yansıtmaz. Sikayet ederse kaybedecek, kaybederse topraklarının isgalinden sonra daha fazla acı çekecekti ve bagımsızlıgı yok olacaktı.

Savas sırasında isgalci güçlerin içerisinde bulundukları psikolojiyi ve kötü durumu yazdıkları günlük ve mektuplardan rahatlıkla anlayabiliriz. Kötü olan hiçbir seyi yazmaktan çekinmemislerdir. Türk birlikleri ise savas sırasında iç dünyalarını yansıtmamıs ancak savas sonrasında yayınlanan gazi anı ve röportajlarından bunu anlayabiliriz.
Çanakkale Savası sonrasında; “Onlar tarih olmadan, tarih onlar olmustur.”

Çanakkale Cephesinden Mektuplar
Çanakkale Savasları sırasında her iki tarafın askerlerine de yazdıgım mektuplara sansür uygulanmıstır. Bu duruma Uzlasmacı devletlerde daha az rastlanmıstır. Günümüze ulasan mektuplardan Uzlasmacı devletlerin cephe güvenligini zor
durumda bırakacak bilgiler dısında çektikleri kisisel sıkıntıların yazılması sansür dısı bırakıldıgı anlasılmaktadır. Mektuplar subaylar tarafından okunuyor, asıl sansürün askerlerin kendisi tarafından yapılması bekleniyordu. Türklere yararlı haber ve bilgi vermemek için uygulanan diger bir yol mektupları geciktirerek yollamaktı. Bu yolla bilgiler güncelligini kaybetmekteydi. Bu önlemlere ragmen yine de bazı bilgiler gazetelere de çıkmıstır.

Türk askerlerine gelince yazdıkları mektuplardan çok azı günümüze ulasmıstır. Askerlerin günlük yasamlarıyla ilgili bilgiler ve psikolojisi genelde savas sonrası, gazilerle yapılan konusmalardan elde edilmistir. Çok az da olsa subay günlükleri günümüze gelmistir. Türk askerlerinin mektuplarının az olmasındaki diger bir sebep ise okuma yazma bilmemeleri ve mektup yazma alıskanlıklarının olmamasından kaynaklanır. Gönderilen mektupların büyük bölümü de hazır asker mektubu ya da buna benzer basma kalıp mektuplardır. Hazır asker mektuplarının varlıgı o günleri yasamıs kisilerin anlattıgı anılardan bilinmektedir.
Hazır mektuplar önceden basılmıs ve herkese uyabilecek tipte mektuplardır. Bunlar hal hatır sormakla baslar yaslılardan baslayarak selamlamalarla biterdi. Nasıl olsa her askerin köyünde birer ninesi ve dedesi vardı. Mektubu gönderecek olan kendisine uygun bir mektubu seçer postaya verirdi.

Günümüze ulasan ve yayınlanma sansı bulan mektupların çogu subay ve
yedek subayların mektuplarıdır. Hepside o günün görgü ve saygı kurallarına göre yazılmıs, belirli bir kalıba uygun, duygusal mektuplardır. Günümüze ulasan Türk asker mektupları içe dönük, dıs dünya ile iliskileri sınırlı, anne ve babaya saygıyla baslayıp, ülke için cephede olmanın mavi huzurunu belirten dost ve akrabalara selamla biten mektuplardır.

Cephede birbirlerine karsı savasmakta olan her iki taraf askerlerinin savasa bakıs açıları da farklıydı. Isgalcilerin savasa bakıs açısı ve kültürleri daha akılcı ve gerçekçi hareket etmelerini saglamıstır. Mektuplarında bitlendiklerinden, hasta olduklarından, basları üzerinde patlayan mermilerden, dondurucu soguktan veya yanı baslarında ölen askerlerden söz etmektedirler. Türk askerinin ise mektup ve anılarında bu sıkıntılarına yer verilmemekte. Onlar daha çok duygusaldır. Özellikle acılar, içe atılmak içindi. Kisisel dertlerin mektuplarla da olsa anne ve babası ile paylasılması geleneklerinde yoktu. Kutsal bir görevi yerine getirmenin mutlulugunu her defasında dile getirirlerdi. Türk ordusunda sansür uygulanıp uygulanmadıgı kesin degildir. Fakat uygulanan kesin bir sansür vardır ki bu da askerin kendine uyguladıgı sansürdür.

Istilacı devletlerde düzenli bir posta servisi olup mektup ve küçük hediyeler özenle yerine ulastırılmaya çalısılıyordu. Türklerde ise düzenli bir posta teskilatı olmayıp asker postası uygulanmaktadır. Bazı bölgelerde gönüllülerin özel ulug sistemi olusturdukları da görülür. Bu ulug sistemine “Sai” denmektedir. Bu kisi tek tek köyleri gezip mektup ve hediye toplar cepheye götürür. Oradan cevapları alıp geri dönerdi. Sai adı verilen kisi genellikle aynı bölgeden olusturulan (Izmir-Ödemis) birliklere mektup götürüyordu.

Çanakkale Cephesinden Asker Mektupları

Yüzbası Kazım Efendi
21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük Kumandanı
27 Nisan 1915 (1331)
Seddülbahir civarında Selimbey Çiftliginden
18-19 “M” 331 Kazım

"Sevgili Kardesim,
Ben vatan ve millet ugrunda bana düsen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Ben cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemsiremin, Ziyanın kemali hasretiyle gözlerinden öperim.
Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocugumu evvel Cenabı Hakka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet
ediniz. Maaslarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaslardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendiye yazdım. Bulundugum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Beydir. Alay Kumandanı Binbası Halil Beydir. Bu isimler size lazım olursa kendileri ile muhabere edersiniz. Binbasımız Sevki Beyde benim gibi tehlikede bulundugu için sag kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum oldugu üzere Esat Pasa Hazretleridir.

Hayvanım hakkında lazım gelen muamele içinde katip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için yazdım. Sana çok rica ederim, efradı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan ugruna terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hâke sizleri de bahtiyar bulunsun. Baki cümlenizi Cenabı Hakka emanet ederim sevgili kardesim."

Vatanı için ölümü büyük bir kalp rahatlıgı içinde bekleyen bir adamın vasiyeti olan bir adamın Çanakkale’yi Çanakkale yapan kahramanlık destanının özel bir ifadesidir. Yüzbası Kazım Efendi bu mektubu yazdıktan tam 26 gün sonra hissettigi veçhile sehit olmustur. Yukarıdaki mektup onun son mektubudur.

55. Alay, 5. Bölükten
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Ekderis Ogullarından Ömer Oglu Nasuh, 1306
Inegöl Kazası Muzal Köyünden Resul Ogullarından Mehmet Emin Oglu Mustafa, 1304
Ankara Kalecik Kazasından Dalyasan Köyünden Ibrahim Oglu Hüseyin, 1302
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Mehmet Oglu Abdurrahman, 1299

Kerevizdere’de taburun önünde düsmanın yapmıs oldugu büyük bir ileri siper hazır kıt’a olarak bulunan taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanı bile, “2. Taburun önünde düsman bu cesareti göstersin... Tuhaf sey!” diyordu. Bu siperi yıkmak, perisan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlıga baglıydı. Yüzbası durumdan etkilenmisti. Tabur komutanıyla görüserek “Biz bu siperi yıkarız, fakat en sevgili askerlerimden birkaç tanesini feda etmek lazım.” Diyordu. Yüzbasının bu sözlerini dinleyen biraz mütevazı bir asker olan Ömer Oglu Nasuh ilerleyerek, “Ben bu siperi yıkarım, sen bana istedigim arkadaslarımı ver, Yüzbasım!” dedi. Tabur komutanı muvafakat gösterdi. Yüzbası da lazım gelen talimatı verdi.

Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düsman tarafından atılan silahların kesik sesleri, siperleri saran zifiri karanlıgı yırtmak için haykırıyorlar gibiydi. Nasuh Onbası; Mehmet Oglu Mustafa, Ibrahim Oglu Hüseyin ve Mehmet Oglu Abdurrahman’dan olusan küçük ordusunun basında düsman siperlerine dogru karanlıklar içinde süzülüp gitti.

15 dakika sonra, düsman siperinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu. Sonra bogusma basladı. Bu habersiz hücumdan telas eden düsman, etrafa saskın kursunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan
mermilerinin açtıgı çukurlardan keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu. Herkes Nasuh Onbası ile arkadaslarını bekliyordu. Nihayet 7. Bölük mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbası vazifesini yerine getirerek sipere dönmüstü fakat yalnızdı. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yoktu. Bunlar da vazifelerini yerine getirmisler fakat bu ugurda kurban olmuslardı. Yüzbası; “Arkadaslar hepimiz için bir sereftir.” Diyordu. Düsman siperinin perisan edilmis oldugunu derhal fark eden tümen komutanı taburu tebrik ediyor ve Nasuh Onbasının gögsüne kendi eliyle Osmanlı Yıldızı Nisanı takıyordu.

Nasuh Onbası mert ve asil bir eda ile yalnız vazifesini yaptıgını söylüyordu. Nasuh Onbası bu olaydan 4 gün sonra da (24 Temmuz 1915) askerligin en serefli bir rütbesi olan “SEHITLIK” rütbesini kazandı.
Allah Rahmet Eylesin!

Bir Askerin Siperdeki Ilk Gecesi (1915)
"Sevgili kardesim Müfit Necdet’e
Basları göklere dogru uzanmıs, dagların üzerinde kartallar gibi uçusan bulutlar, altın kurdelelerle islenirken muhitin sükun ve sukut ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi. “Silah basına!”

Bu emir birkaç sahısta birkaç agızda tekrar edilerek, yansıdı. Artık gölgeler dolasıyor, fısıltılar çogalıyor. Bazen kısa , sert ve keskin emirler duyuluyordu. “Düsman taarruz ediyormus” deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı
bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde hiçbir kimsede olaganüstülük görülmüyordu. Ölüme karsı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükun ve intizamla çalısan, düsmana karsı koyacak, ölümle çarpısacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmis, milletin namusuyla eglenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kusanıyor, azimkar gözlerle düsman istikametinde yıldızlardan haber sezmeye ugrasıyorlardı.

Bunlarda benim gibi, hepsi de genç, yeni terfi etmis, gençlik devresinin atesli ihtirasını yenmeden, gençligin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bagrında alçalmıs çizmelerle, düsmana haddini bildirmek için namuslarına tecavüz edilmis millettaslarının, hakaret görmüs kardeslerinin intikamını almak için, din için, namus için, vatan için istikballerini çigneyerek yurdun istikbali ugruna hudutlara kosmuslardı.

Önde cüretkar adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düsmana simsekler, atesler saçan bir kıt’a. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydan gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ısıklarından sabahın oluguna hükmeden bülbüllerin ötüsüne asla ehemmiyet vermeyerek etrafın yesil ormanları arasından gösterilen istikamette, düsmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahsur karanlıgı içinde uçustu; “Istikamet 34 No’lu savunma noktası...!”

Baslar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin çakıllı, manalı, bir dag tırmanılıyordu. Mesafenin verdigi yorgunlukla terleyen yüzünü, beyaz “MIM” markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacagım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı
hayalleri dolastı. Batıya döndüm. Istanbul beyaz ufuklarına dogru 3 senedir hasret çektigim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. “Vatanın düsman ayakları, camileri hac gölgeleri altında görmektense, genç hemsirelerin
namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçlarına hakaret edilmektense, senin; Özellikle senin, “Ey güzel hayal! Düsman kucagında çırpındıgını duymaktansa , su yüksek tepenin bulutlara karısmıs zirvelerinde
bayragım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim.” Dedim.

Mukaddesatımı çignemek isteyen, Kabeme haclar yerlestirmek isteyen, bu sefil düsman leslerinden kan abidesi ve zafer teskil etmeden ölmeyecegim.

Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar oldugu halde yürüdüm. Ilk bombayı sevgilim namına ateslerken batıya, onun diyarına bulutlarla selamlar hürriyetler yolladım.

Oglun Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
"Validecigim,
Dört asker dogurmakla müftehir sanlı Türk annesi!

Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yesillik bir ovacıgın ortasından geçen derenin kenarındaki armut agacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yesillikleri içinde mest olmus ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Söyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulundugumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara dogru baktım. Yesil yesil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek egilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa dogru egilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz saga çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhtesem ç** agaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebsir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cıgıl cıgıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Basımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettigim agacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime istirak ettigini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diger bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni teshir ediyor ve hissiyatıma istirak ettigini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. Iste bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, su derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-Iste onun çobanından 10 paraya aldım.

Validecigim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamıs. Koyundan simdi sagılmıs, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düsünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdigi para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Sevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bagırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akısını tetkik edecek ve çıkardıgı sesleri duyacak idi."

Sevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat validecigim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getirecegim. Ve su tabii manzarayı gösterecegim. Sevket, Hilmi de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yesil bir tarafında, çamasır yıkayan askerlerim saf saf dizilmisler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her sey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yesil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dagdaga ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, agzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey su öten kusun, su gezen ve meleyen koyunun, su secde eden yesil ekin ve otların, su heybetli dagların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.

"Ey benim Yarabbim! Su kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini Ingilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu serefli dilegi ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düsmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"

Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Dünyanın en güzel yerleri burası imis. Yalnız bu memleketlerde dügün olmuyor. Insallah düsman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir dügün yaparız, olmaz mı? Kadir’e mektup yazdım. Validecigim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat’iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandıga koy. Ben sana vaktiyle anlatmıs idim., bu dünya böyledir. Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister. Validecigim, çamasır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun."

Tekirdagında Osman oglu Ibrahim
Burdur-Bucak-Kusbaba Köyü
"Hakikatlı validem,
Mahsus selam iderim , iki ellerinden öperim ,hayır duanızı talep ederim. Hamdolsun ,sıhhatteyim. Insallah sizlerde sıhhattesiniz.

18 Eylül 1915 tarihinde harbe istirak ettik .Simdiye kadar ingiliz düsmanımızla muharebe itmekteyim. Iste simdi Osmanlı ordusunun kahraman askerleri,ingiliz düsmanlarımızı kahr iderek tamam denize kadar döktük.Hamd olsun ,daha çok düsmanlarımızı tepeleyecegiz. Biz Osmanlı askerleriyiz, bize bu Osmanlılık
birinci padisahımız Osman Gazi’den kalmıstır. Asla geri dönmeyiz. Muharebe ettigimiz gibi mektup yazmaya elimiz degmiyordu. Biz asker oldugumuz gibi her daim mektup yazamayız; benim bir mektubuma siz bes mektup yazacaksınız. Herhalde cevabını gönderiniz, insallah yakın zamanda . Selamet serefini ihsan eylesin. Elbaki Hüda’ya emanet olasınız. Validecigim meram etmeyesiniz,hamd olsun çok rahatım. Ocak 1916. Oglunuz Ibrahim Çavus.
Adresim: Altıncı Hatem Nizamiye dir.Birinci Taburun Ikinci Bölükgün de, Birnci Takımın birinci Mangasında diyerek yazınız.

Himmetli Biraderim, Muhammet Efendi, Dayım Yusuf Efendi,

Evvela selam ettikten sonra, saniyen iki ellerinizden buse idem ve yengem Kadınlara ayrıca ederim. Biraderim hanesi tarafına, Kerim Kadınlara, Mahdumum Emin Aga’ya ayrıca ederim. Büyük Pederim Ahmet Aga’ya hanesi tarafına, kızlarına selam ederim. Amcam Mustafa Aga’ya, Muhammet Efendiye, Dayım Osman Çavus Aga’ya, Hacı Emin Aga’ya cümlenize selam ederim. Bize selam yok mu diyen ahbaların cümlesine ayrıayrıı selam ederim. Bizim kadına da selam ederim. Simdiye kadar mektup yollamadıgımın sebebi; Agustos 31 tarihinde Istanbul’dan hareket ettik, Eylül’ün 18’inde Arı Burnu’nun sagından harbe girdik. 21 Aralık 1915’te düsmanı kahrettik Allah izniyle.

21 Aralık 1915 günü sabah namazının evvel vaktinde düsmanları denize düktük. 4 Ocak 1916’ da hareket ettik Tekirdag’ına geldik. Simdiye kadar benim elim olmadı,sizde benim nerede oldugumu bilmediniz. Simdiden geri ben haftada bir mektup gönderirsem sizde haftada bes mektup göndermelisiniz. Ates altında bir mektup yazdım, 16 Aralık 1915 tarihini atmadım. Simdi bu mektup ile ikisini birden yolladım. Kusura bakmayınız, insallah yakın vakitte görüsürüz. Ol tarafta her isinizi nasıl ettigseniz beyan ediniz. Sizden aldıgım iki mektup; biri dayım Osman Çavus, biri biraderim Muhammed Efendiden. Harp yerinde geldi, vusul buldu,çok memnun oldum. Allah sizleri de memnun eylesin. Emin oldugumuz yeri soruyordunuz. Simdi Tekirdagına geldik,simdilik burdayız. Biraderim Hakkı Efendiye ,Mustafa Aga’ya ayrı ayrı selam ederim. Sükürler olsunn paraca sıkılmadım, tütün içmedigim sebeple; çocuklara tütün içirmeyin. Bir iki ay daha param yeter meram etmeyiniz."

Ömer Onbası
Harp cephesinde Ömer Onbasıdan köyden küçük kardasına,
"Benim nur-i ‘ aynım ve ciger kösem birader-i can beraberim, efendim, mahsusen selam ve dualar olunub hatır-ı nazikaneleri istifsar kılınmakta ve gülden nazik demirden pek vüdud-ı nazeninleri daima sıhhat ve afiyet üzere olup Cenab-ı Hak Teala hazretleri cenabının bilcümle cismi latif ve ruh-i serifinize sıhhat ve afiyet ihsan edip hak yüzü suyu hürmetine savn-ı samedaniyyesinde ileriye geriye gitmeyerek masumlar buyara amin. Duaları Hüdaya amma ba’d ile ithaf olunub eger çi bu taraftan sual-i serif ve erzani-i latif buyurulursa hafazanallah tarih-i sukkaya degin vücud-i behbudumuz afeyet üzere olup...

Benim bidancik kardesim Muhammed.
Pek iyi bilinya Muhammed, onbası olduk da hala okuyup yazmak ögrenemedik! Basçavusumuz Hüseyin Efendiden irica ettim, sana su gözel mektubu yazmaga basladı. Hele bir kerecik dinleyim dedim; okudu, bisey anlamadım. Ama mektub böyle yazılırmıs katibcesi bu imis; hoca efendilerden böyle ögrenilirmis; benim neyime gerek? Koca Basçavusun eline ayagına sarıldım. Yarım saat ircalar ettim. Hele hele Allah’a bin sükür agzımdan ne çıkarsa yazıverecegine söz aldım. Ama pek de cahilce seyler söylersem düzeltiverecek. Buna da ben ırazı oldum.

Ne yaparsın, cahil kalmanın sonu iste budur!
Agabeyin Ömer Onbası

Makam-ı Küçük Biraderim Mehmet Efendi
Hatır-ı seriflerinin istifsar idüb mahsus dide-i enverlerini bus edip ol tarafta bizi sual edenleri ferden ferden selam ve dualar eyleyüb hamd olsun tarih-i sukkaya degin vücudumuz sıhhat ve afiyet üzere oldugunu arz ile duanız berekati ile rahatta bulundugumuzu ve selamet ile asude bal-ı bi-ibtihal kaldıgımızı ba’de’I-beyan ciger kösem makam-ı evladım ferzendimden ircam sudur ki agan tarafından , laf aramızda , onun kendi agzından çıktıgı gibi siz efendime yazacagım su sukka-ı hulusi çok irca ederim. Köyde kimseye okumayasın. Bizim Hüseyin Çavus yeni cahil olmus derler ve benimle zevklenirler. Sakın ha Mehmed oglum sen sen olasın mektubu kimseye göstermeyesin. Sen efendim artık kıraat da imla da ögrendim su mektubumu zahmet çekmeden kendin pek güzel kendine okursun. Ihtiyar amcana sakın köyün aklı basında agalarından fena sözler getirmege zinhar sebebiyet verme ki tasaddi etmeyesin. Mehmed Efendi sonra seni ferzend-i celilü’s-sanıma istemeyerek beddualar okurum.

Söyle bilüp ona göre davranmaya gayret eyle. Baki cümleye ve bütün köy ahalisine selamlarımla dualarımı edegör. Allah da seni feyzlendire. Evlatcagızım vesselam ve selavat efendim.

Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin
Benim tek kardesçigim Mehmed
Sen bensiz oralarda ne yapıyon? Ne is tutuyon?Haber ver bakalım:Koca nine zahirelerimizi ögütdü mü? Köyün degirmeni isliyor mu? Simdicik ben kalksam da köye geliversem bir dilim ekmek bulub verebilin mi? Küçük bınar dastı mı? Dasmadıysa susuzluk çekersiniz,vah vah.Bana bak oglumimdicik çocuklar delikanlı yerine geçtiler.Sen de davran Koca ninene,köyün ihtiyarlarına yardım et.Sana ne verirlerse yapıvir,anladın mı? Sen bes vakit namazını kılıyon mu? Yoksa tenbel tenbel sokaklarda mı dolasıyon? Aman Mehmedim bes vakit namazını sakın sakın terk idmeyesin.Namazını kılmazsan,orucunu tutmazsan Hak Te’ala Hazretleri seni sevmez;bes sene sonra asker olunca yüzünde nur-i pir görülmez.Sonra senin adını bölükte “yüzü savksız Mehmed”koyarlar.

Bizim köyün mekteb hocası köy hocası olacak adam degildir,büyük ulemadır.Sen beni dinle,neyine lazım? Hoca efendinin etegine yapısasın.Sen ondan daha yigirmi bin ilim kaparsın.Bizleri sorarsan,ah oglum bilsen cenk de neler,ne babayigitlikler gösteriyoruz.
Agabeyin Ömer Onbası

Cigerkösem Mehmed Efendi,
Agan simdi de bizim askerligimizi kaba lisanıyla yazdırmaga kalkısıb bu ise tahammül olunamayıp her ne kadar bura ahvalini kendim yazsam ve güzelce anlatan demis isem de elime ayagıma sarılıp Allah (illa) benim istedigim gibi yazacaksın deyub pek çok ve asırı derecede iricalarda bulundugundan ve zamanımızın dahi ol mertebe müsaadesi kalmadıgından her ne dedi ise aynen yazıb is bu sukkayı bitirmege gayret eyledigin malum olub gözlerinizden bus eyledigin herhalde beyan olunur. Küçük biraderim canberaberim efendim hazretleri.
Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin

Bitanecik kardesim,oglum Mehmed,
Sen daha küçüksün aklın ermez amma Türk oglu cenge girince aslan kesilir.Hey babam hey! Buraya geldik geleli öyle cenk ediyoruz ki yerlerden babalarımız, baslarını kaldırıyor,bize bakıyor.Göklerden melekler iniyor.Ne dersin Mehmed? Ben bir gece iki melek gördüm.Biri geldi,omzuma gondu; öbürüde gözümüzün önünde uçusdu durdu.Ama nasıl? Düsman yaylım ates ediyordu.Kursunlar dolu tanesi gibi yagıyordu.Bu melekleri bizim büyük sefaatci peygamberimiz beni korumaga göndermisti.Dualar edem dedim kollarımı galdıramam ki...Gelsin yaylım ates! mavzerime gursun yetistiremiyordum.Derken melekler uçuverdiler.Düsman da kaçtı,kaçtı teres! Hala ovalarda gölgelerini görüyorum be.Ama biz sehid vermedik mi,gazilerimiz yaralı düsmedi mi? Ne söylüyon?

Kıyamet gibi bir sey oldu.Yalnız bizim bölükden on iki yaralı saydılar.Dört tane sehidimiz vardı.Oh! Simdicik aglayacagım.O arkadaslarımdan bir danesi benim gucagıma düstü.Hasangilin Kara Ali bilin ya,iste o aslan babayigit birden bire yıgılıverdi.Gögsünden bir gursun yemisdi.Bana dediki “Bölük eminine yazdırıver
arkadas,ben ölüyorum,memlekete yazdır da bana aglamasınlar.Ben öldüm amma donuz düsman da kaçtı”.O zaman demincek bana gelen melekleri yine gördüm. Sehid arkadasımın etrafında nurlar saçarak dolastılar,dolastılar onun-Mevla rahmet eylesin-asker canını aldılar.Cennete ilettiler.Goca Kara Ali o zaman nede güzel gülüyordu,görsen!...Lakin insallah göreceksin.Hele birkaç sene daha sabret! Hazırlan, silahını kullanmayı ögren.Kendine çelik gibi gögde yap.
O zaman insallah bu düsmana gelirsen,benim geberttigim kadar mel’un gebertirsin.Inanır mısın,Mehmed,bu harpde kendi elimle öldürdügüm Moskof yirmiyi geçti be! Iste askerlik böyledir,yirmi kisi öldürürüm,bizim ilde yirmi bin kisi yasar.Hangi birini söyleyeyim,dizim dibinde sehid olan Kara Ali’yi sakın unutma ha o melekler senin rüyana girsin.Mehmed!

Düsmanı kırıyoruz,vuruyoruz,bitiriyoruz,orduya namazlarında dua et aganıda ara
sıra hatırla sen daha ma’sumsun,orduya dua edersin,Allah kabul eder.Beni hatırlarsan vücudumdan kursun geçmez. Ben sehit olmak isterim.Ama önce seni büyütmeliyim ellerimle askere vermeliyim,sonra beraber cenge gitmeliyiz.Ben de Kara Ali gibi senin dizinin dibinde sehid olayım,anladın mı oglum?Daha ziyade
yazdıramayacagım zira gözlerimden sıcak bir sey dökülüyor gibi oluyor.Beni soranların hepsine çok çok selamlar ederim.
Agabeyin Ömer Onbası

Makam-ı küçük biraderim Mehmed Efendi,
Aganın bu sözleri üzerine benimde gözlerim yasarıb artık bir diyecek galmayub Hüda’nın birligine emanet olasın.
Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin

BIR BÖLÜK KOMUTANININ MEKTUBU
ÇANAKKALE, 1915
24 Temmuz 1915’te düsman Seddülbahir mıntıkasında ikinci hatta bulunan bölügümün Ilderesi’ni takiben Gaziler Tepesine yetismek için silaha sarıldıkları bir günde bütün bölüge misal olan fedakar dört neferin kahramanlıkları:

Sabah günesinin dogmasıyla birlikte yüzlerce topun soguk namlusundan müthis seslerle çıkan mermilere asabiyetle yumruklarını sıkan askerlerim,düsman üzerine atılmak ve onları yere sermak için dört gözle bekletilen ileri hareketin emrini aldı. Gaziler’i takviyeye gidiyorduk . Ilderesi, düsmanın yüzlerce mermisin düstügü yer olup, buradan geçmek biraz tehlikeli ise de , düsmandan intikam için bütün bedenleri titreyen askerim, din kardeslerine yetismege mani olan her seye bir alakalı bakısla, fırlayarak ileri atıldılar.

Yol üzerinde her nasılsa düsman mermisinden ates alan bir sandık cephane, yolu bütün bütün kapamıs,dini,vatanı, milleti için yoldan geçmeye çırpınan bu Türk kalpleri, civardan tedarik ettigi kum torbalarını omuzlayarak yanan sandık üzerine hemen dördü birden atıldı. Iki saniye sonra sandık, torbalar altında kalmıs ve yolumuza mani olacak müskülat ortadan kaldırılmıstı.

Bu dört askerin cesareti ve fedakarlıgı sayesinde Ilderesi yolu açıldı. Tam zamanında Gaziler’de bulunan silah arkadaslarını yetismek mümkün oldu ise de, Ethem Onbası ismindeki nefer bu vazifeyi yerine getirdikten sonra sol kalçasından sarapnel misketi ile yaralanarak su sözleri söyledi:“Bir senedir kullandıgım silahımla hunhar düsmana bir kursun atmadan hastaneye gidiyorum. Bari benim intikamımı siz alın” diye ellerime kapandı ve sulu gözlerinden yaşlar akıtarak ayrıldı.

Bu dört yavrunun azmini degil kursun, süngüler ,toplar bile kesemediginden kahramanca haraketleri,ecdatımızın Osmanlı Tarihindeki sırasına geçmekle, gelecek nesillere yadigar olmak üzere isimlerinin zikr olunmasını görev bilirim.

BIR SEHIDIMIZIN SON MEKTUBU
Çanakkale Savaslarında sehit olan Kolagası Mehmet Tevfik Bey
Ovacık Karibindeki Ordugahtan 31 Mayıs 1915 Pazartesi
Sebebi hayatım. Feyz-ü refikim. Sevgili Babacıgım Validecigim.
Arıburnunda ilk girdigim müdhis muharebede sag yanımdan ve pantolumdan kursun geçti, ham-dolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra girecegim muharebelerden kurtulacagıma ümidim olmadıgından bir hatıra olmak üzere su yazılarımı yazıyorum.

Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar isal etti. Yine mukadderati ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetistirmek mümkün ise öylece yetistirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk’a ve sizlere çok tesekkürler ederim. Simdiye kadar milletin bana verdigi parayı bugün haketmek zamanıdır.Vazife-i Mukaddese-i Vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i Sehadete suudedersem Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduguma kanaat edecegim.Asker oldugum için bu her zaman benim için pek yakındır,sevgili babacıgım ve validecigim.

Göz bebegim olan zevcem Münevver ve oglum Nezih’cigimi evvela Cenab-ı Hakk’ın saniyen sizin hümayenize tevdi ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.Oglumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.Servetimizin olmadıgı malumdur.Mümkün olandan fazla bir seyi isteyemem,Istesemde pek beyhudedir.Refikama hitaben yazdıgım mel-fuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Aglayacak üzülecek tabii müteselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye edecek vech ile veriniz.Münevverin hafızasında veyahut kendi defterinde mukayyet duyunat da dogrudur.Münevver’e yazdıgı mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve validecigim. Belki bilmiyerek size karsı da kusur etmisimdir,beni affet mukadderatı ilahiye böyleymis hakkını helal et ruhunu sadet,yengeniz Münevver hanımla oglum Nezih’e sende yardım et.Sizi de Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda,cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda elveda cümlenizi Cenab-ı Hakk-a tevdi ve emanet ediyorum. Ebediyen Allah’a ısmarladım.Sevgili, babacıgım ve validecigim.

Oglunuz Mehmet Tevfik"
Anasından Hasan Çavus’a Mektup
Oglum Hasan, üç aydır ki mektubunu almadım,
Gece, gündüz hayır duanızdan geri kalmadım,
Sen onbası olmus idin, Aksehir’den giderken.

Çavus oldum diye yazdın, tabur cenge girerken,
Zafer için her cengine yedi hatim adadım.
Allah korusun ocagımda sensin kolum kanadım.
Yaradanım sana nasip ederse sahadet,
Odur kulluk Hakka, vatan millet için ne devlet
Imam dedi; Çanakkale’de ulu sanlı cenk olmus.
Düsmanların siperleri bastan basa les dolmus.
Derelerden, tepelerden seller gibi kan akmıs.
Korkak düsman geri kaçmıs, toplarını bırakmıs,
Sen o kanlı derelerden topladıgın sümbülü,
Yolla taksın yavukluna ziynet bulsun kakülü.
Geçen gece ben bu cengin rüyasını görmüstüm.
Sevincimden aglayarak hayır diye yormustum.
Plevne’de yatan sehit baban eve gelmisti.
“Hasan Gazi oldu.” Diye bana müjde vermisti.
Sonra gördüm sag elinde yükselmisti bir bayrak,
Din hasmının kalesine dikilmisti o sancak.
O sancak ki Türklügün sanlı namus gömlegi.
Cana millet bilin anın ugrunda ölmeyi.
Sen düsünme millet bize gözü gibi bakıyor.
Sükür, bolluk, zat, zahire her taraftan akıyor.
Eger köyde ölen kalan var mı diye sorarsan,
Konu komsu esi dostu hatırlayıp anarsan,
Muhtargilin Ahmet sehit olmus haber geldi dün.
Köy giyindi kusandı, hep namazgaha gittiler.
O sehidin remmetullah duasını ettiler.
Yeri belli olmak için mezarını kazdılar.
Bir tas dikip Ahmet sehit oldu diye yazdılar.
Kurban kesip hatmi serif indirdiler, hep ona
Gönderildi onun gökte yatan sanlı ruhuna.
Sen bilirsin yavuklusu kumral saçlı Emine,
Bir al bayrak asmıs idi o gün kendi evine.
O güzel kız yesil örtü örtmüs idi basına.
Bir kurumla oturmustu, köyün dibek tasına,
Hiç kırmadı aglamadı sandım onu bir melek,
Onun erlik ocagını söndürmüstü kör felek.
Sürme çekmis, kına ,ile süslemisti elini,
Olmus idi telli duvaklı nurlu sehit gelini.
Dedi; Ahmet beni artık ahrette beklesin.
Ben onunum utanmasın beni Hak’tan istesin.
Kaderim bu, sehit olmus benim sanlı yigidim,
Kız kalırım varmam ele benim canlı sehidim.

Birinci Kolordu Hıfzıssıhha Müsaviri Ve Sertabip Vekili
Abdülkadir(NOYAN)

Mütareke(ateskes) Teklifi 9 Temmuz 1915
Buradaki hayatımdan hiç unutamayacagım bir safhayı belirtmeden geçemeyecegim. Sıgındere Harbi oldu,Her iki taraf çok telefat verdi. Şehitlerimizin defni için Ingilizlere bir günlük mütareke teklifi yapmak lüzumu
hasıl oldu. Cenup Gurubu Kumandanının bu teklifini havi mektubunu kolordumuzdan Erkanı-Harp Yüzbası Yusuf Beyle ben götürdüm. Esasen muharebe cephesi çok uzak degildi. Evvela atlarla, sonra yaya olarak dere tepe
asıp ilk siper hatlarımıza girdik. Düsman siperleri de 100-120 metre ileride görülüyordu. Siperlerin bazı yerlerinden geçerken bize rehberlik eden subay burada çok egilin bu noktaya düsmanın makineli tüfegi tesbit edilmistir, ufak bir karaltı görseler ates ederler diyordu.

Ilk siperin manzarası çok elemli idi. Önde,yatan sehitlerimiz ve düsman maktulleri o derece sık idi, ki Cuma Namazında bir camide cemaatinin secdeye yatmıs manzarasını andırıyordu. Yalınız,bu yatıs gayrı mutaza’mdı ve ebedi bir sükuna dalmıs sehit ve maktullerin mahseri halinde görülüyordu. Bu ölülerin agız ve burnuna sinekler yumurtlamıs ve buralarda büyüyüp,beslenen sürfeler(kurtlar) tombul ve beyaz birer sekil almıs oldugu halde siperlere karınca gibi yürüyor, igrenç bir manzara hasıl ediyordu. Günlerce açıkta kalmıs cesetler kokmus,etrafa çok fena bir koku yayılmıstı.

Bu hata günlerce gece,gündüz ates karsısında bulunan kahraman Türk askerleri bu duruma da alısmıslar, mütevekkil, cesur ve matin bir gayretle düsmanı oldugu yere çivilemislerdi. Ilk hatta girer girmez bir beyaz bayrak çıkardık. O hatta bizim taraf atesi kesti. Düsman tarafı öte, beriye el bombası atıyor,makineli tüfek atesi açıyordu,Ingilizler de bize karsı bir beyaz bayrak çıkardılar. Yusuf Bey siperin dısına çıktı,benim siperde kalmamı muvafık gördü.50-60 adım ilerledi. Karsı hattan da bir ingiliz subayı çıktı o da 50-60 adım ilerledi. Birbirine kavustular. Mektup teslim edildi, ingiliz kumandanları denizde, zırhlıda imis. Mektubun cevabını sabah erkenden, aksam geç vakte kadar bekledik .Beyaz bayraklar da bekledi. Aksam üstü aldıgımız cevabı Cenup(Güney)Gurubu Karargahına getirdik.

Cevap manfi çıktı. Mütarekeyi kabul etmemislerdi. Ertesi gün sabah erken büyük bir taarruza geçtiler. Derslerini de aldılar.

Itiraf ediyorum mektepte kokmus kadavralar (insan ölüsü) üstünde tesrih(anatomi) dersi yapmıs ve bir çok otopsi yapmak mecburiyetinde kalmıs bir doktorum. Sinek kurtları ile de Askeri Hıfsısıhha derslerimde ve et
muayenelerimde meskul olmus bir insanım. Öyle oldugu halde ilk hattaki o koku bir hafta burnumdan çıkmadı, et yiyemez oldum. Kahraman Türk askerleri her mihnete(sıkıntı), her keder ve zahmete alısmıs verilen eti de otu da
ilk siperlerde yiyor, hakkına, kuvvetine ve imanına vererek düsmana silah sıkıyor, hücum edene süngü sokuyordu.
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2005       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Savas Sonrası Çanakkale’den Mektup
Milli Ajans Ve Tanin Gazetesi Muhabirinin Çanakkale’deki Izlenimlerini Anlatan Mektubu (1916)
(Anafartalarda Ingilizlerin kullandıgı zehirli gaz lekeleri)
Gelibolu yarımadasının Anafartalar mıntıkasından Ingilizler mutlak bir hezimet kazancıyla firar ettikten sonra; aylarca kanlar ve ölümler altında kalan bu harp sahnesinde pek çok merak uyandıran sahneler kaldı. Bu terkedilmiis cephedeki görüntüleri; Ingiliz siperlerine ve hazırlıklarına, yasam tarzlarına ve özellikle elde edilen ganimetlere ait bilgileri yerinde görmek maksadıyla adaya geldi. Ingilizlerin terk ettikleri bu 16km’lik Anafartalar cephesini, Arıburnu mıntıkasını, sahilin son buldugu kıyılara kadar dolasarak her tarafını ayrı ayrı görüp incelemek en büyük aceleyle ancak 2 haftada mümkün olabileceginden, bölgelere ayrılarak hergün bir tarafı gezmeye karar verdi. Pazar günü sert bir kuzey rüzgarının esintisine ragmen pek kanlı bomba muharebelerinin meydana geldigi ve Ingilizlerin en önemli nokta ve savunma hatlarından birinin teskil etmis olan Kayacık Agıl Sırtı’na gittim. Bizim cephemize yaklastıgımız zaman insan boyundan epeyce yüksek gizli yollardan saga sola saparak rehperimle bir hayli yürüdük. Yollarda tesadüf ettigimiz bir çok koyun kervanlarına geçit vermek için birçok defalar durmak zorunda kaldık. Nihayet ileri mevzilerimize ulastık.

Bomba infilaklarından, mayın gürültülerinden, obüs gürültülerinden her saniye facia yasamaktan kurtulan saha, simdi üzerinde çürüyen ölülerin sessizligiyle bekleniyordu. Intizamlı halini muhafaza eden siperlerimiz üzerinden atlaya atlaya iki tarafın siperlerinin ortak çatısma bölgesine yetistik. Agır adımlarla yürümeye basladık. Gözlerim olanca kuvvetiyle herseyi görmeye ugrasıyordu. Burada iki tarafın siperlerinin arasındaki mesafe 20 metreden baslayarak 2-3 metreye kadar birbirine yakın idi. Bizim siperlerin 2-3 metre yakınında düsmanın fırlattıgı el bombalarının düsenlri pek çoktur. Bu izlere düsman siperleri yakınında çok tesadüf olmasına nazaran tarafımızdan atılan bombaların daima düsman siperi içine düstügü, Ingilizlerin el bombalarını fırlatma kudret maharetleri az oldugu anlasılıyor. Siperde pek ziyade merak ve itinaları malum olan Ingilizler heralde bomba atmakta Türk’ün pazu ve bilek kuvvetine de rekabet edememistir. Her iki tarafın siperleri yakınında patlatılan mayınların açtıgı pek büyük çukurlara da sık tesadüf ediliyordu. Bu ates sahasının ve siperlerimizin çogunlugunda koyu paslı sarı, yesilimsi (kimyasal gazlar) genis lekelere tesadüf bulunuyordu. Bunlar düsmanın attıgı bogucu gazlı mermilerden meydana gelmistir. Siper hatlarının gözümle görebildigim uzun bölümünde bu lekelerden var. Bu bogucu gazlar ihtimal ki havanın cereyanından ziyade lekesinden pek çok insan bogulmamıs ise de herhalde kusarak bayıldıkları olmustur.

Ingilizlerin medeni harpten uzaklastıran bu kimyasal gazı kullanmaları belki yaradılıs tabiatlarından belki de acizlik neticesidir. Ingiliz siperlerinde bu gaz lekelerine hiç tesadüf edilmemesi, bizim medeni harp yaptıgımızı ispat eder. Siperlerimizin sagında, solunda, ortasında, içinde düsmanın deniz ve kara toplarının en küçügü 30cm’ likten en küçük parçalarına kadar yagdırdıgı mermilerin açtıgı sayısız küçük büyük çukurlar... Ingiliz siperleri üzerindede mermilerimizin oydugu binlerce çukurlar...

Ingiliz siperlerinin içerisine girdik. Düsman siperlerini arazinin engellerine ve sekline uygun olarak tesis etmis. Grup grup açtıkları siperlerde kazma ve kürektenziyade kum torbalarından istifade edilmis. Bu yüz binlerce kum torbaları siper tesisinde büyük kolaylık ve hız temin eder.siperlerin içerisinde toprak kenarlarının geometrik düzgünlügünden kullandıkları kazma ve küreklerin keskin oldugu anlasılıyor. Birer metre koltuk siperiyler ileriye dogru çıkıntılı teskil eden siper cepheleri birer manga alacak kadar uzun. Siperlerdeki derinlik bir Ingiliz boyundan epey büyük. Ates edilecegi vakit askerin, yarısının dayanak mevziine yetismesi için siper ates cephesinin kaidesinde birer set mevcut. Ates ederken yaslandıkları duvarda el uzanacak mesafede sırayla oyulmus, tahminen 150 fisek konulabilecek büyüklükte raflar var. Cephe duvarının mukabil duvar kaidesine yakın ihtiyat cephanesi kısmında, duruma mahsus dikdörtgen ve genisçe oyuklar, bunların üzerinde de konserve kutuları, yiyecek kapları koymak için yine uzun oyuklar bulunuyor. Ara siperlerin köselerinde 8-9 kisinin sıgacagı inler açılmıs ki bunklar topçu atesine karsı korunacak yerler olacak. Gizli yollar ancak bir adam geçebilecek genisliktedir.

Her neferin ates esnasında basını emniyet altında bulundurmak için kum torbaları arasına mazgallı çelik levhalar geçirmisler. Bazı mevzilerin önlerinde tel örgü engeli mevcut. Ingilizlerin siper tertibatında heralde epeyce mükemmellik görülüyor.

Siperleri içerisinden bizim siperler istikametinde patlamıs ve henüz oyulamaya baslanarak terk edilmis birçok mayın agızlarına tesadüf olunuyor. Bu toprak kütlelerinin içinde çöküntüye mani olmak içinn biri digerine sıkısıp irtibat edecek tarzda hazırlanmıs kalınca ve bir metre uzunlugunda tahtala kullanmıslar. Bu kütlelerden bazıları bizim siper hatlarına dogru gidip, siperlerimize birkaç metre mesafede küçük bir delikte son buluyor. Bir kisi serbest hareket edecek genislikte olan bu deligin içinde siperlerimizin içine bomba atarlarmıs. Ingilizler iste bu suretle siper hatlarından hedeflerine ulastıramadıkları bombaları siperlerimiz içerisine düsürmek çaresini bulmuslar. Nihayet aceleyle bırakıp kaçtıkları bu siperler özetle mükemmel ve yeni yöntemle alet ve araç
istihkamıyla ne yapabilmesi mümkünse büyük bir gayret ve faaliyetle yapmıslar. Nihayet aceleyle bırakıp kaçtıkları bu siperler maksatlarının ayakları altında ezilmistir. Gerek siperlerinin içinde ve gerek ates hattına dogru fırlatılmıs milyonlarca et, sebze, süt, reçel, muhtelif boyutlarda yuvarlak, dikdörtgen, kare, renkli renksiz bos teneke kutuları herhalde isinin bilen bir bezirganın tamahını çeker. Her adımda fırlmıs süngülere parçalanmıs tüfeklere , elbise parçalarına, çürümüs kunduralara, kanlara bulanmıs migferlere tesadüf ediyorduk. Sonra insanın tüylerinin diplerini donduran feci ve pek feci sahneler...

Çürümüs el kol ve bacak parçaları, etleri düsmüs Ingiliz kafaları, kurumus kunduralar içinden uzanan bacak etleri, kan lekeleri, gömmeye vakit bulamadıkları naaslar. Üzerine pek az toprak attıkları cesetlerin yagan yagmurların tesiriyle kolları bacakları meydana çıkmıs zavallı ve zavallı Ingilizler...

Bir taraftan amele kollarımız bu cesetleri gömmekle bir taraftan nakliye kollarımız tahribat kuvvetlerinin çıkardıkları yıgın yıgın ganimetleri tasımakla mesgul idiler. Meydanda bırakılan esyadan yiyeceklerden çok baska birçok yerde gömülmüs cephane, bomba sandıklarına, malzemeye, konservelere tesadüf ediliyor. Biz bu Kayacık Agılı Sırtı’nı dolasırken Arıburnu istikametinden düsmanın iki direkli, iki bacalı kruvazörü Anafartalar sahil açıklarına dogru gitti. Uzun müddet durarak bu terkedilmis sahayı gözetledi. Ihtimal ki açıklardan, Anafartalarda yatan binlerce Ingiliz ölülerini kutsuyordu. Ihtimal ki götüremedikleri seylere hiç olmazsa uzaklardan son bir defa bakıyorlardı.

Aksam oldu. Bugünün dolasmasına biz de son vermeye mecbur kaldık. Geldigimiz yola döndük. Siperlerimiz üzerinden atlaya atlaya geçtik. Yetistigimiz bir meydanda ayaklarına geçirdikleri yeni Ingiliz kunduralarının verdigi nese ile dolasan askerlere, güzel Ingiliz çadırlarının kurulnmasını talim eden bölüklere tesadüf ettik. Bu büyük çadırlar biri digerine bizim çadırlar gibi baglanırsa da bunlarda dügme ve ilik yerine yalnız delikler var. Bu delikler birbirlerinin üzerine getirilerek baglanıyor. Dönüste de yollarda yine pek çok ganimet tasıyan mekkare kollarına rastladık. Terk edilmis mıntıkalar artık sırayla hergün dolasılacaktır.
Milli Ajans Ve Tanin Gazetesi Muhabiri Cemil HAKKI

KAYNAKÇA
Anon. Yasayanların Agzından 18 Mart Çanakkale Zaferi, Eski Muharipler Cemiyeti Yayınları, Derleyen Gıyasettin YETKIN, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1968.
Cepheden Mektuplar, Genel Kurmay Baskanlıgı Yayınları, 1977
NOYAN, Ord. Prf. Dr. Abdülkadir., Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaslarım,Istanbul.
Harp Mecmuası, Yıl 2, sayı 16, 1915.
Kahramanlık Destanları, Genel Kurmay Yayınları, Istanbul Askeri Matbaası, 10 Subat 1937.
INCEOGLU, Necati., Siper Mekupları, Remzi Kitapevi, Aralık, 2001.
DÜNDAR, Can., Gölgedekiler, Imge Kitapevi, Istanbul, Mayıs, 2002.
GÜZEL, Abdurrahman., Ç.O.M.Ü. Atatürk Ve Çanakkale Savaslarını Arastırma Merkezi Yayınları Çanakkale, Çanakkale, 1996.
ÜNAYDIN, R.E., Çanakkale’de Savasanlar Dediler ki, T.T.K., Ankara, 1960.
HAMILTON, Ian., Gelibolu Günlügü, Hürriyet Yayınları, Istanbul, 1989.
KOCATÜRK, Utkan., Kaynakçalı Atatürk Günlügü, Türkiye Is Bank Yayınları, Ankara, 1993.
YILDIZ, Cemalettin., Seddülbahir Kahramanları, Çaglayan Yayınları, Mayıs, 2003
ÖNDER, Cahit., Yasayan Çanakkaleli Muharipler, Çanakkale Seramik Yayınları,1981.
ENER, K., Çanakkale’den Hatıralar, M.M.V., Istanbul Temsil Bürosu Yayınları, No:2, Istanbul, 1954.
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2005       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk anası ne düşünüyor?

“... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.”

(Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken [uğurlarken])
Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi. Bulutlar birbiri üzerine yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken insanlar gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı. Karanlık o kadar yoğun idi ki sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle adeta gündüz sayılabilirdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği tabii ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu. Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi arasında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, bütün intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu.

Bilecik İstasyonu’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti.

İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı.

Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi.

Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerin aydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu.

Abdulkadir yaklaştı:
- Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı:
- Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim.
- Oğlun kimdir, nerelidir?
- Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin...
- Çağırayım mı, görmek istiyor musun?
- Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim.
Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses:
- Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den.
- Gel oğlum, seni anan görmek istiyor.
Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki:
- Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi.
Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. ******* ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:
- Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi?
- Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim.
- Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu?
- Köyümüz bütün erkek dolu.

Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:

Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu.
Son düzenleyen _Yağmur_; 22 Aralık 2015 13:38 Sebep: kırık link
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Kasım 2005       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Savaşın dehşeti Anzak günlüklerine de yansıdı
1. Dünya Savaşı’nın en kanlı deniz ve kara çarpışmalarının yaşandığı Çanakkale’de, savaşan taraflardan yaklaşık 250 bine yakın insan hayatını kaybetti.

Savaş tarihine istatistiki bir bilgi olarak giren bu rakam, aynı zamanda Çanakkale Yarımadası’nda sona eren binlerce kişisel yaşam öyküsünü de sembolize ediyor. O dönemde Türklere karşı savaşanların tuttuğu günlükler, savaştan yıllarca sonra bile hem savaşın hem de insanlığın doğasına yönelik bildik renkleri yansıtmaya devam ediyor. İşte söz konusu günlüklerden birkaç satır:
William George Malone (Yeni Zelandalı subay); 25 Nisan 1915: “Sabah 06.10’da Gaba Tepesi’ne çıkartma yapacağız. 6 mil uzağımızdaki Queen Elizabeth’in 15 inch’lik topları ise 29. İngiliz birliğinin çıkartma yaptığı Seddülbahir tepelerindeki Türk birliklerini bombalıyor. Dürbünümden kıyıda cehennemi andıran bir savaş yaşandığını görüyorum. Majestic, Triumph Queen, Inflexible ve diğerleri aralıksız Türk mevzilerini dövüyor. Saat 16.30’da birliklerim karaya ayak bastı. Türkler bizi ağır bir topçu ateşi ile karşıladı. Her yerde şarapneller uçuyor.” (Malone, 18 Ağustos’ta Conkbayırı muharebelerinde öldü.)

George Bollinger (Yeni Zelandalı er); 25 Nisan Sabah 06.00: “Son sürat Gelibolu’nun güney kıyılarına yaklaştık. Ana savaş gemilerimizden birkaç mil uzaktayız. Kıyıda tam bir kıyamet kopuyor. Sanırım binlerce Türk ölüyor. Acaba tarih bu kadar büyük bir bombardımana şahit olmuş mudur? Bom, bom, bom... Hiç susmuyorlar! Bu 15 inch’lik toplara kim karşı koyabilir ki?’ 27 Nisan sabah 10: “Düşman ateşi altında tepeye çıkmaya çalışıyoruz. Arkadaşlarım daha bir el bile ateş edemeden patır patır düşüyor. Neredeyse yüzer yüzer ölüyoruz!”

İngiliz Çavuş James Milne’in eşine yazdığı mektuptan: “Kıymetli karıcığım, daha önce sana hiç böylesi şartlarda yazmamıştım. Bunu postalamayacağım, cebimde olacak. Eğer vurulursam arkadaşlarım sana iletecekler. Birazdan tepeyi Türklerden almak için saldıracağız. Ölürsem yeryüzünde hatırladığım son görüntü olan yüzün hafızamda, ismin dudaklarımda ona gideceğim. Çocuklarımıza iyi bak ve babalarına nasıl öldüklerini anlat lütfen. Daha fazla yazamayacağım... Seni seviyorum. Tanrı seni korusun... Jim”

‘Çanakkale’de tam bir istihbarat çuvallaması oldu’
Jay Winter (Cambridge Üniversitesi): Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, İngilizler ve bunların Fransız destekçilerinin niyeti, Türkleri savaş dışı bırakmaktı. 1. Dünya Savaşı’nda bir istihbarat çuvallaması olduysa bu, Çanakkale’de olmuştur. Gelibolu’yu fethetmek, hayaldi. Komutanların, yapabilecekleri fazla bir şey olmadığını anlamalarına kadar geçen sürede, imkansızı başarmaya çalışan 200 bin adam heba oldu.

Trevor Wilson (Adelaide Üniversitesi): Çanakkale Operasyonu’nun daha başından başarı şansı yoktu. Coğrafik yapısı açısından dar kıyıları ve uçurumlarıyla Gelibolu, tüm ordular açısından bir ‘savunmacının hayali’ olarak kabul edilebilirdi. Türkler bu avantajı iyi kullandı.
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Kasım 2005       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN IBRETLI VE HIKMETLI HİKAYELERİ

1. KINALI HASAN :
Yüzbaşi Sirri Bey, ikindi vakti yeni gelen erati teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafi kinalanmiş oldugunu görür ve takilir: “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik: Buraya gelmeden evvel, anam kinalamişti komutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave eder.Komutanin istegi üzerine anasina haber salar, “Niye benim saçimi kinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar:

“Ey gözümün nuru Hasan’ım,
Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor.Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan isem.Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor...

Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin...

Hasan’ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım.Onun için saçını kınalamıştım...

El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın.

Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim...
Anan - Hatice”

2. GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI:
“İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu.Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ idi.Yanına kadar gidebildim.Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem:

“Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimi daglarsin! Allah’ in verdigine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir.Arzuladigim savaş yolunda oldu.O saadet bana yeter! Sen sag kalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra:

“Başimi kibleye dogru çevir!” diye bildi... Ruhu çoktan uçmuştu...

“Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Bir mütted sessiz kaldı ve sonra: “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti

“Karayürek deresi’ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum.Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.”

3. İNSANLIK DERSİ :
Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, *******n yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı.

4. EDİNCİKLİ MEHMET ER
"Edincikli Mehmet Er'in bir top mermisinin parçaladığı konumdan kanlar içerisinde bir et parçası sarkmaktadır.Yalvarırcasına:

"Komutanım ne olur şu kolumu kes!"
Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donmuştur.Edincikli Mehmet Er tek ve emin sesi ile tekrarlar:
"Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu!!!"
Bu ilahi cümleleri eimr gibi işiten Teğmen Saip, bıcağı kola kola vurur.Gık bile dememiştir, Edincikli Mehmet.Bir sağ elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır: "Bu kol vatana feda olsun," der.Yerdeki et parçalrından başını kaldıran Teğmen'in karşısında kimse yoktur.Çünkü, Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca herşeyi, acıyı, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarında, tecelli dalgalarında yıkanıp arınırken, kolunun fani bedenden ayrılma işlemini duymuyordu.O ateş, o yangın fakat getirilmez feryatlar içinde, edincikli bu cehennemi ateş altında kendinden geçti.Bir avuç istek ve özlem halinde yandı, tüttü.
Edincikli Mehmet, çoktan kolunun öcünü almak için vatan için Allah için hücum saflarına katılmıştı.Alayların içine karışır, teke tek vuruşur.Onu durdurmak mümkün değil artık, yine harikalar gösterir, bire bir dövüşür, bire on dövüşür, bire yüz dövüşür... Allah'ın yardımıyla haklamadığı kafir kalmaz.Ama kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kan onu halsiz düşürmeye başlamış Edincikli'ye şimdi de şehitlik mertebesi ekleniyordu.Güzel yüzü soldu, sarardı, canı teninden süzüldü...Gözü dünyaya kapandı..."

Teğmen SAİP
Çanakkale Savaşlarından
12. Alay 1. Bölük Komutanı

5. SAKA HÜSEYİN
"İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası'na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2.Bölük erlerinden Hayrabolu'lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı.Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.
Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: "Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere" katır gide-gele bu yollara alışmıştır.
Fakat yolda, Hüseyi'nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:
"Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.

Rinna, rinna yarim
Rinna, rinna."
Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak "deh" deyip akşam karanlığında yola koyulur.Siperlerde 2. Bölük su bekliyor.Yaralılar daha da çok su bekliyorlar.Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor.Gavurca haykırıyorlar!
"Dur! kımıldama!"
Hayrabolulu Hüseyin'in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, "Kumandan, kumandan?..." diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak "Emret gavur kumandan!" der.Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.
"Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir.Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!" ve arkasından ilave etti.Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!"
Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir... Gözleri dolar.İlk iş Hüseyin'i kucaklayıp iki yanağından öpmek.İkinci iş, Hüseyin'i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin'i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o " comed bell" kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak...Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik' tedir."

Baki Vandemir Paşa
Çanakkale Savaşları Komutanlarından.

6. KAYBOLAN İNGİLİZ ALAYI
"21 Ağustos 1915 günü savaşın en şiddetli ve son anlarında Anzak Suula Koyu 60. tepede gün ağrırken gök berraktı.Görünürde altı veya sekiz tane, hepsi birbirinin eşi olan ekmek somunu biçimindeki bulut, 60. Tepe'nin üzerinde yayılmış duruyordu. O sırada saatte 6 veya 8 kilometrelik bir hızla güneyden esen meltem olmasına rağmen, bu bulutların ne biçimleri ne de yerleri değişmiyordu.
Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bunlar bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde toprağın üstünde duran aynı biçimde bir bulut daha vardı. Yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu. Yapısı katı maddeymiş gibiydi. İngilizlerin bulunduğu bölge savaş yerine 1000 metre kadar uzaklıktaydı. Bütün bunları Yeni Zeland kıtasının birinci sahra birliğine bağlı 3. bölükteki 22 asker öldü. Aralarında biz de vardık.İçinde bulunduğumuz siperden güneybatı doğrultusunda yere inmiş bulut duruyordu.
Bulunduğumuz yer 60. Tepe'ye göre 90 metre daha yukarıda olduğundan üstten görebiliyorduk.Bu bulut daha sonra Kayaçık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde onun daha önce durduğu zemine bütünüyle görebildik. Bu bulut diğerleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra 4. Norfolk Taburu'nun bu kuru dere yatağında harekete geçerek 60. Tepe'ye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. Tepe'de savaşa katılan hiç bir kimse olmadı.
Bir süre sonra askerlerin sonuncusu da görünmez olunca , bulut sanki yükünü almışcasına yerden yükseldi.Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı.Bu ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez birden kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar.Trakya istikametine doğru gittiler. Bir saat içinde de gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı.Anzak çıkarmasının 50. Yılında geç de olsa aşağıda imzası olan bizler anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.

İstihkam eri 4/165 künyeli, F. Reichardt. Malata Bay Of Plenty
İstihkam eri 13/416 künyeli , D.Nevnes . 157 King Street Cambridge.
J.L. Newman, 75 Freyberg Street Octumoctai Tauranga.

21.08.1965 / AVUSTRALYA

NOT : 1- İngiliz baş komutanı General Hamilton, bu olayın vuku bulduğu günü korkunç itirafı, yine bir gün sonra günlüğüne şöyle geçirir: "22 Ağustos 1915 günü Çalılık arazi içinde cereyan eden karşılıklı düello korkunç bir şekilde hükmünü sürdürdü. Sis ve topçu ateşi yönünden, Allah dün Türklerden yana idi..." der.
2- Savaştan sonra 1918 yılında İngiltere hükümeti, Türkiye'ye resmi bir yazı gönderir.v Ve kaybolan alayın akibetini sorar.Ve Türkiye şöyle bir cevap verir: "Türkiye ne onları esir etmiştir, ne de ölüm kayıtları vardır.Hiçbir şekilde, bu askerlerle ilgili bir bilgiye sahip değildir."
3- Bu olayın görgü tanıkları olan yukarıdaki üç Yeni Zelandalı asker savaştan tam 50 yıl sonra basın önünde bu itirafta bulunmuşlardır.

7. KORE SAVAŞINDA TÜRKLER

" 6 Temmuz 1951, Ramazan Bayramı'nın birinci günü idi. Bu Ramazan'ın çoğunu cephede geçirmiştik. Erat ve subaylarımızdan bir çoğunu muharebenin çok zor ve tahammülsüz şartlar, altında dahi oruçlarını tutmuş, buldukları her fırsatta namazlarını kılmış ve Kur'an'larını okumuşlardı. Bu bayram namazını ihtiyat bölgesinin ortasında ve etrafı yüksek kavak ağaçları ile çevrili zümrüt gibi yemyeşil büyük çayırlıkta bütün tugayca toplu olarak kılmayı kararlaştırdıktan sonra içimde bir ürperti hissetmiştim. Beş bin kişi namazda iken maazallah düşmanın bir uçak filosunun taaruzuna uğradığımız takdirde ne büyük bir felakete uğrayacağımızı gözümün önüne getiriyor ve bir türlü gönlüm razı olmuyordu. General Yazıcı'ya taburların kendi bölgelerinde ve ayrı ayrı namazlarını teklif ettimse de imam adedinin azlığı yüzünden imkan görülmemişti.
Akşamdan verilen emir gereğince namaz kılınacak yerin dört tarafı uzaklardan ve yakınlardan erkence emniyete alınmış ve birlikler henüz ortalık ağarmadan abdestlerini alarak kendi bölgelerinden çayırlığa doğru gelmeye başlamışlardı.
Hava çok açık ve berraktı. Havada en küçük bir parça bulut dahi yoktu. Birlikler çayırlık bölgeye gelirken onlarla birlikte bir sis tabakası da çayırlık üzerine çökmeye başlamıştı. Cemaat çoğaltıkça bu sis tabakası da kesafet peyda etmiş ve 10 metre ilerisi görünmez bir hal almıştı. Bir hikmeti ilahi bu sis tabakası yalnız bu kavaklık bölgeye inhisar etmiş ve bu bölgenin dışında kalan sahada sisten hiçbir emare görülmemişti. Cenabı Hakk'ın Türk birliğini koruduğunun en büyük nişanesi olan bu sis tabakası içinde namazımızı kıldıktan, duasını yaptıktan ve bunu müteakip birbirimizle sarmaş dolaş bayramlaştıktan sonra birlikler kendi bölgelerine giderlerken sis de birdenbire ortadan kaybolmuştu. Allah bizi yalnız burada değil her yerde koruyordu."
Albay C. DORA
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:43
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Kasım 2005       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN GİZLİ KAHRAMANLARI
UNUTULMUŞ BİR MARŞ
KUMKALE MARŞI

Prof.Dr.Zerrin GÜNAL
Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Tarih Bölümü

Şerif Güralp, I. Dünya savaşında Osmanlı cephelerinde kendi deyimiyle “Bulgar topraklarından Süveyş’e kadar olan geniş sahada on sene at oynatmış bir ihtiyar gazi “; Onun 1957 ‘de basılmış olan anılarını içeren bir kitabı elimize geçtiğinde Kumkale Muharebesiyle ilgili anıları ilgimizi çekti. Şerif Güralp, Kumkale muharebesinin bilançosunu şöyle değerlendirilmektedir: “ Düşman, birçok silah, cephane ve ölü bırakarak çekilip gitmişti. İngiliz ve Fransızlar Kumkale’ye yapılan çıkarmanın gösteriş mahiyetinde olduğunu ilan etmişlerdi. Bu, belki doğruydu. Ama Kumkale ve Yenişehir köyünü işgal edebilselerdi, Anadolu yakasındaki kuvvetlerimizi istediğimiz zaman Rumeli yakasına geçirip İngilizlere darbe vurmamıza mâni olurlardı. Anadolu tarafında daha çok kuvvetlerimizi bağlamış olurlardı. Bizim şehit, yaralı subay ve er mevcudu 1500’ü geçer. 500 ağır yaralımız var”

Gerçekten de 25-26 Nisan 1915 günlerinde cereyan eden Kumkale muharebesi, Türk birliklerinin sokak sokak Kumkale’yi savunması, gece karanlığında süngüyle mücadelesiyle Kazanılmıştır.Bu mücadele sonucunda resmî zaiyat: 45 subay, 1690 er olmak üzere 1735 ‘dir. Fransızların zaiyatı ise toplam 786 idi.

Şerif Güralp, Kumkale’de yaşadıklarını anlatırken Kumkale Marşından da bahseder. “Bazı günler radyo başında zevkle dinlediğimiz Kumkale Marşı; bu muharebenin musiki ile ifadesidir. Lakin aslından bazı kısımlar kaldırılmış. Kumkale muharebesinden 48 saat sonra tümenin musiki öğretmeni merhum Teğmen İbrahim tarafından notaya alınan bu marşın aslında;

- Davul tarafından şiddetli top sesleri taklit edilir,
- Hücum borusu çalınca ,
- Trampetler makineli tüfek ateşi yaparken mızıka efradı hep birden Allah, Allah, Allah diye bağırır,
- Bundan sonra marş devam eder ve bu hal , iki defa tekrarlanırdı.

Bu marşı dinlediğimiz zaman tümen komutanıyla beraber hepimiz kendimizden geçmiştik. Şimdi, radyo başında dinlerken yine bir anda kırk yıl gençleşir ve dinçleşirim”

Kumkale marşının bestecisi İbrahim Mehmet Ali (1874?- 1936), Şumnu göçmenlerindendir. İbrahim Muharrem veya İbrahim Ethem adlarını da kullanmıştır. Tophane müşiri Zeki Paşa’nın askeri mektepler nâzırı olduğu sırada 1891’de kurulan Tophane mızıkasında yetişmiştir. Tophane bandosu 1909 yılında kaldırılmıştır. Burada yetişen İbrahim Ethem, Işkodra, Üsküp, Selanik, Manastır, Piriştine ve Kaçanik taraflarında müzik öğretmenliği yapmıştır. O sıralarda yazdığı Arnavutluk potporisi ve Kaçanik Marşı ün kazanmıştır. Esas sazı Korno olup, piyano da çalışmıştır. Askeri bandoların ıslahı için çok emek harcayan Teğmen İbrahim Ethem, I.Dünya savaşı’nda esir düşerek Mısır esir karargahına götürülmüş, esaretten sonra yurda dönerek, Kurtuluş Savaşı’nda da takdir kazanmıştır. Teğmen İbrahim Ethem, 1936 yılında Eskişehir’de vefat etmiştir.
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2005       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇANAKKALE KONULU PULLAR
Ad:  1.jpg
Gösterim: 698
Boyut:  54.9 KB
Türk ulusunun gücünü, tüm dünyaya tanıtan ve bir kere daha kanıtlayan Çanakkale Zaferi, gerek PTT tarafından çıkarılan hatıra serileri, gerekse çeşitli yabancı ülke pulları üzerinde yer almış ilginç tarihi konulardan biridir.
Cumhuriyet devri pullarından önce,1917-1918 yıllarında çıkarılan posta serisine ait pullar üzerinde Çanakkale Savaşı'nı, Çanakkale bölgesini gösteren resim, kompozisyon ve haritalara yer verilmiş, aynı pullar 1918 yılında çıkarılan çeşitli hatıra serilerinde sürşarj edilmek suretiyle kullanılmıştır.
Ad:  2.JPG
Gösterim: 478
Boyut:  25.9 KB
Ad:  3.jpg
Gösterim: 586
Boyut:  35.5 KB
Ad:  4.JPG
Gösterim: 622
Boyut:  48.0 KB
Ad:  5.jpg
Gösterim: 707
Boyut:  37.5 KB


Daha sonra, 50.yıl nedeniyle ,18.3.1965 günü üç puldan oluşan bir hatıra serisi satışa çıkarıldı.Aynı gün, yine Çanakkale posta merkezinde, bu seri için özel ilk gün damgası kullanıldı.Ressam Burhan Özak tarafından hazırlanan kompozisyonlarda ; Çanakkale haritası ve zafer çelengi, Mehmetçik Abidesi ile askerler, Türk Bayrağı ile Çanakkale Abidesi görülmektedir.
Ad:  6.JPG
Gösterim: 810
Boyut:  89.2 KB

Daha sonraki yıllarda çıkan pullar :
Ad:  7.JPG
Gösterim: 621
Boyut:  89.4 KB
Ad:  8.JPG
Gösterim: 520
Boyut:  60.4 KB
Ad:  9.JPG
Gösterim: 568
Boyut:  27.1 KB

Yabancı Pullar
Ad:  10.JPG
Gösterim: 613
Boyut:  66.0 KB

1965 yılında,Çanakkale Savaşı'nın 50. yılı dolayısıyla savaşlara katılan Anzak birliklerinden bir grup Çanakkale Savaşları'nın cereyan ettiği bölge ve çevresini ziyaret için ülkemize gelmiş,50 yıl önce karşı karşıya savaşanların bu defa dostluk ve uluslararası yakınlaşma için girişimlerini aksettiren çeşitli törenler yapılmıştı.Bu nedenle , Çanakkale Savaşı ve Anzak birlikleri için ; 1965 yılında Avustralya tarafından üç puldan oluşan,Yeni Zellanda posta idaresince iki puldan oluşan,Chrismas İsland,Norfolk,Cocos(Keeling) İsland ve Nauru posta idarelerince ise birer puldan ibaret hatıra serileri satışa çıkartıldı.
Ad:  11.JPG
Gösterim: 409
Boyut:  69.2 KB

Kaynak: GaLLipoLidiger
Son düzenleyen Safi; 17 Kasım 2016 03:52

Benzer Konular

26 Ağustos 2022 / nünü Osmanlı İmparatorluğu
8 Ekim 2015 / kompetankedi Sanat
19 Nisan 2010 / The Unique Eğitim Bilimleri
20 Ocak 2016 / Misafir Soru-Cevap