T.C.
ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI
FEN EDEBIYAT FAKÜLTESI
TARIH BÖLÜMÜ
Çanakkale Savasları Sırasında
Türk Askerinin Psikolojik Durumu Ve Siper Mektupları
Yrd. Doç. Dr. Muhammed ERAT
Metin ALIZ
000211021
Tarih (I.Ö.)
Çanakkale 2004
Giriş
Çanakkale Savası ve Birinci Dünya Savası’ndaki diger Türk Cepheleri hakkında yazılanların bir çogu savas tarihi niteligindedir. Cephe yasamının savas dısında kalan diger etkinlikleri, rütbesiz bir askerin savasa bakıs açısı ve onu yorumlayısı üzerine kaynaklar çok azdır. Buna karsın Çanakkale Gazilerinin mektup, anı ve kitapları az sayılamayacak kadardır. Uzlasmacı devletlerin yayımladıgı asker mektuplarına bakıldıgında ise Türk askerlerinin mektupları arasında sayıca fazlasıyla fark vardır.
Asker mektupları karsılıklı iki cephede savasan iki askerin savasa bakıs açılarını da günümüze tasır. Türkler için kutsal bir güç söz konusu iken müttefik kuvvetlerinin sömürgelerinden toplanan askerler için manevi huzur söz konusu degildi. Ancak her iki tarafın da sorguladıgı tek ortak nokta savasın acımasızlıgı ve kötü bir karsılasma oldugudur. Insanlıklarını savas süresince
hiç unutmadılar ancak çok uzaklastırıldılar.
23 Mayıs’da 9 saatlik ateskes kararı alınır. Sebebi, süngü süngüye muharebe sırasında sehit düsenleri veya yaralıları savas alanından temizlemekti. Iste Türk ve Anzaklar ilk kez burada birbirlerini gördüler ve sasırdılar.
L.H. Barlet
1. Anzak Tümeni, 11. Tabur
“Siperler çok sayıda ölü ve yaralıyla doluydu. Yaralıların büyük bir kısmının durumu da agırdı. Bende bacagımdan yaralıydım ama o tabloyu görünce kendi yaramı unuttum. Bu insanlara yardım etmek istiyordum. Bizden ya da karsı taraftan olusları artık önemli degildi. O sırada benim gibi bacagından yaralı bir Türk askeri yanıma geldi. Isbirligi yapmak istedigini anlatmaya çalısıyordu. Hemen harekete geçtik. Bulabildigimiz sargılarla beraber yaraları sarmaya, can çekisenlerin kurumus dudaklarına mataralarda kalmıs suları damlatmaya basladık. Sonunda dermansız kaldık. Iki düsman arkadas içtenlikle el sıkısarak ayrıldık.”
9 saatin dolmasıyla da birlikte birbirlerinin hayatlarını kurtarmaya çalısanlar yeniden savasmaya baslayacaklardır. Iste Türk askerinin mektup ve anılarında da söz konusudur. Ancak vatanı kurtarmak için tüm maneviyatıyla karsısındaki istilacıları da durdurmak zorundadır. Ayrıca mektuplar Türk aile yapısındaki özüne saygıyı açıkça ortaya koymaktadır. O bakımdan da deger tasımaktadır.
Çanakkale Savası’nın Psikolojisi
Bu savas bir çok bakımdan eski savaslardan farklıdır. Türkler tam manasıyla Dünya Savası’nı Çanakkale’yle karısmıslardır. Kafkasya’da, Galiçya’da, Suriye’de ve Irak’da yapılan savaslar topyekün savaslardan ziyade sınırlı birliklerle
yapılan savaslardır. Fakat Çanakkale Savasları’nı Türkler ordusuyla ve halkıyla dünyanın en büyük devletleri olan Ingiltere ve Fransa’yla savasmaya mecbur kalmıstır.
Bununla birlikte Çanakkale ve cephe gerisindeki insanların psikolojik durumunu anlayabilmek için Çanakkale Savası’nın psikolojisini anlamak gerekir.
Çanakkale Savasına kadar tarihe “büyük adamların” perspektifinden bakılmıstır. “Büyük adamlar” sabah alacasında sahlanmıs atları üzerinde taarruz emirleri yagdırıp, yüz binleri ölüme sürerler, o yüz binler de arkalarında toz bulutlarıyla cepheye kosusur ve çogun zaman geride bir kan gölü ile meçhul asker unvanı bırakırlardı. Yüz binlerin adını sanını kimse bilmezdi.
Yenenler yenilenler, ölenler kalanlar onlar oldugu halde kitaplarda savasları hep krallar ve imparatorlar kazanırdı. Iste Çanakkale Savaslarıyla bu mantık degismis, cephede ve gerisindeki yüz binlerin sevinci ya da gözyasları ses bulmustur.
Çanakkale’de; Cesaret ve kahramanlık ikinci plana düsmüs, teknoloji ön plana çıkmıstır. Siperlerin öneminin ortaya çıkması gibi yeni kurallar savas mantıgına girmistir. Günümüzde ise bu tamamen ortadan kalkmıs, harp sahnesinde ne asker ne top ne hayvan görülebilir. Her sey gizlenmis sahne bos bırakılmıstır. Bu da Çanakkale’deki siperlere gizlenen birliklere benzemektedir.
20. yüzyıldan önce savas alanlarında genç kumandanlar önemli roller oynar ve savası yönetirlerdi. 20. yüzyılda ise savas tecrübeleri fazla olan generaller önemli roller oynamıslardır. Çanakkale muharebelerini yöneten kumandanlar da 20. yüzyıl komutanlarındandır. Ancak komutanların basarı saglaması da cesaret ve bilgeligin yanında maddi kaynaklarla da çok yakından ilgilidir. Örnegin; Hindenburg’un Rus Cephesinde elde ettigi basarılarda demir yolları önemli paya sahiptir. Savaslarda önemli görülen kaleler bile bu yüzyılda agır toplarla düsürülmüstür. Tüm bu degisimler içerisinde kalan ve degismeyen en önemli varlık manevi güçtür. Türk milletinde ezelden beri var olan bu kudret Çanakkale Savasları’nda kendisi yeniden göstermektedir. O kadar ki hayatla hiçbir baglantısı kalmaya binlerce insan tek bir sebep için süngü takıp düsmanın
üzerine yürüyor. Amaç vatan topraklarını korumak. Bu savas Napolyon’un söyledigi “Harp bir sevk’ül-ceys meselesi olmaktan ziyade bir psikoloji meselesidir. Maneviyat harbin yarısını kazandırmaya kafidir.” Sözünü dogrular niteliktedir.
Ion Hamilton;
Akdeniz Seferi Kuvvetler Baskomutanı,
“Ne olursa olsun zafere ulasma yolundayız. Dünyada bizim askerimizden daha iyi yetistirilmis asker yoktur. Bizimkiler askerligin ruhuna vakıf, hepsi de gönüllü ve tam bu meslek için yaratılmıslardır. Niçin savastıklarını biliyorlar. Harbin sona ermesi için bogazları asıp, Rus dostlarımızla el ele tutusmamızın elzem oldugunu
biliyorlar. Belki hepside ölecekler ama Türkleri de yola getirecekler.”
Er Rowling Lennox
Anzak 5. Tugay, 15. Bölük
“Henüz 19 yasındayım. Türklerle savasırken ne savasın mahiyeti ne de sebepleri hakkında esaslı bir bilgim vardı. Bildigim tek sey Ingiltere Osmanlı’ya savas açmıstı. Bizimde o günkü duruma uymamız gerekiyordu.”
Yarbay Mustafa Kemal
19. Tümen Komutanı
“Karsılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre... Yani Ölüm Muhakkak... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulmamacasına düsüyor. Ikincidekiler onların yerine giriyor fakat ne kadar imrenilecek bir soguk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor üç dakikaya kadar ölecegini biliyor, en ufak bir duraksama göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar, bilmeyenler Kelime-i Sahadet getirerek ölüyorlardı.”
Bursalı Nuri Oglu Hüseyin
26. Piyade Alayı, 2. Tabur, 1. Bölük
25 Nisan 1915 günü Seddülbahir’de yaralanan Hüseyin Çavus ayagı kesilmesine ragmen bölügüne geri dönmek için ısrar etmistir. Israrı sonuçsuz kalıp geri hizmete alınırken ise hayatında ilk kez gözyası dökerek komutanına;
“Düsmandan öcümü alamadan beni gönderiyorsunuz. Beni öldürseydiniz de bana bu acıyı göstermeseydiniz.” Diyor ve herkese kırgınlık gösteriyordu.
Yukarıda Napolyon’un savas konusundaki tespitine verilen bu örnekler sözü dogrular niteliktedir. Çanakkale Savasları iki taraf içinde kötü kosulları içinde muhafaza ediyordu. Sıkıntılar birbirine benzer ve aynıydı. Örnegin kıs oldukça soguk ve bit tüm Gelibolu Yarımadasına yayılmıs vaziyetteydi. Muharebe sonunda ölen askerlerin gömülmemesinden kaynaklanan koku da her iki tarafa da aynı duyguları uyandırıyordu. Farklı olan ise üçlü uzlasma devletlerinde olmayan sadece Türk Birliklerinde var olan vatanı koruma içgüdüsüdür. Maneviyatlarının kuvvetli olması da bu sebepten gelmektedir.
Isgalci güçler zora düstüklerinde “Burada ne isimiz var?” sorusunu rahatlıkla ifade ediyorlardı. Ancak isgale ugrayan bir milletin “Neden buradayız?” sorusundan önce topraklarını koruması gerekmekteydi. Bu sebeple nedenini düsünmüs fakat ifade etmemislerdir. Bu kutsal bir görevdi. tüm bu sebeplerden dolayı Türk askerinin iç dünyasını manevi gücünün dısında tam olarak
bilemiyoruz. Çünkü içinde oldugu kötü durumu dısa yansıtmaz. Sikayet ederse kaybedecek, kaybederse topraklarının isgalinden sonra daha fazla acı çekecekti ve bagımsızlıgı yok olacaktı.
Savas sırasında isgalci güçlerin içerisinde bulundukları psikolojiyi ve kötü durumu yazdıkları günlük ve mektuplardan rahatlıkla anlayabiliriz. Kötü olan hiçbir seyi yazmaktan çekinmemislerdir. Türk birlikleri ise savas sırasında iç dünyalarını yansıtmamıs ancak savas sonrasında yayınlanan gazi anı ve röportajlarından bunu anlayabiliriz.
Çanakkale Savası sonrasında; “Onlar tarih olmadan, tarih onlar olmustur.”
Çanakkale Cephesinden Mektuplar
Çanakkale Savasları sırasında her iki tarafın askerlerine de yazdıgım mektuplara sansür uygulanmıstır. Bu duruma Uzlasmacı devletlerde daha az rastlanmıstır. Günümüze ulasan mektuplardan Uzlasmacı devletlerin cephe güvenligini zor
durumda bırakacak bilgiler dısında çektikleri kisisel sıkıntıların yazılması sansür dısı bırakıldıgı anlasılmaktadır. Mektuplar subaylar tarafından okunuyor, asıl sansürün askerlerin kendisi tarafından yapılması bekleniyordu. Türklere yararlı haber ve bilgi vermemek için uygulanan diger bir yol mektupları geciktirerek yollamaktı. Bu yolla bilgiler güncelligini kaybetmekteydi. Bu önlemlere ragmen yine de bazı bilgiler gazetelere de çıkmıstır.
Türk askerlerine gelince yazdıkları mektuplardan çok azı günümüze ulasmıstır. Askerlerin günlük yasamlarıyla ilgili bilgiler ve psikolojisi genelde savas sonrası, gazilerle yapılan konusmalardan elde edilmistir. Çok az da olsa subay günlükleri günümüze gelmistir. Türk askerlerinin mektuplarının az olmasındaki diger bir sebep ise okuma yazma bilmemeleri ve mektup yazma alıskanlıklarının olmamasından kaynaklanır. Gönderilen mektupların büyük bölümü de hazır asker mektubu ya da buna benzer basma kalıp mektuplardır. Hazır asker mektuplarının varlıgı o günleri yasamıs kisilerin anlattıgı anılardan bilinmektedir.
Hazır mektuplar önceden basılmıs ve herkese uyabilecek tipte mektuplardır. Bunlar hal hatır sormakla baslar yaslılardan baslayarak selamlamalarla biterdi. Nasıl olsa her askerin köyünde birer ninesi ve dedesi vardı. Mektubu gönderecek olan kendisine uygun bir mektubu seçer postaya verirdi.
Günümüze ulasan ve yayınlanma sansı bulan mektupların çogu subay ve
yedek subayların mektuplarıdır. Hepside o günün görgü ve saygı kurallarına göre yazılmıs, belirli bir kalıba uygun, duygusal mektuplardır. Günümüze ulasan Türk asker mektupları içe dönük, dıs dünya ile iliskileri sınırlı, anne ve babaya saygıyla baslayıp, ülke için cephede olmanın mavi huzurunu belirten dost ve akrabalara selamla biten mektuplardır.
Cephede birbirlerine karsı savasmakta olan her iki taraf askerlerinin savasa bakıs açıları da farklıydı. Isgalcilerin savasa bakıs açısı ve kültürleri daha akılcı ve gerçekçi hareket etmelerini saglamıstır. Mektuplarında bitlendiklerinden, hasta olduklarından, basları üzerinde patlayan mermilerden, dondurucu soguktan veya yanı baslarında ölen askerlerden söz etmektedirler. Türk askerinin ise mektup ve anılarında bu sıkıntılarına yer verilmemekte. Onlar daha çok duygusaldır. Özellikle acılar, içe atılmak içindi. Kisisel dertlerin mektuplarla da olsa anne ve babası ile paylasılması geleneklerinde yoktu. Kutsal bir görevi yerine getirmenin mutlulugunu her defasında dile getirirlerdi. Türk ordusunda sansür uygulanıp uygulanmadıgı kesin degildir. Fakat uygulanan kesin bir sansür vardır ki bu da askerin kendine uyguladıgı sansürdür.
Istilacı devletlerde düzenli bir posta servisi olup mektup ve küçük hediyeler özenle yerine ulastırılmaya çalısılıyordu. Türklerde ise düzenli bir posta teskilatı olmayıp asker postası uygulanmaktadır. Bazı bölgelerde gönüllülerin özel ulug sistemi olusturdukları da görülür. Bu ulug sistemine “Sai” denmektedir. Bu kisi tek tek köyleri gezip mektup ve hediye toplar cepheye götürür. Oradan cevapları alıp geri dönerdi. Sai adı verilen kisi genellikle aynı bölgeden olusturulan (Izmir-Ödemis) birliklere mektup götürüyordu.
Çanakkale Cephesinden Asker Mektupları
Yüzbası Kazım Efendi
21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük Kumandanı
27 Nisan 1915 (1331)
Seddülbahir civarında Selimbey Çiftliginden
18-19 “M” 331 Kazım
"Sevgili Kardesim,
Ben vatan ve millet ugrunda bana düsen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Ben cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemsiremin, Ziyanın kemali hasretiyle gözlerinden öperim.
Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocugumu evvel Cenabı Hakka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet
ediniz. Maaslarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaslardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendiye yazdım. Bulundugum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Beydir. Alay Kumandanı Binbası Halil Beydir. Bu isimler size lazım olursa kendileri ile muhabere edersiniz. Binbasımız Sevki Beyde benim gibi tehlikede bulundugu için sag kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum oldugu üzere Esat Pasa Hazretleridir.
Hayvanım hakkında lazım gelen muamele içinde katip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için yazdım. Sana çok rica ederim, efradı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan ugruna terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hâke sizleri de bahtiyar bulunsun. Baki cümlenizi Cenabı Hakka emanet ederim sevgili kardesim."
Vatanı için ölümü büyük bir kalp rahatlıgı içinde bekleyen bir adamın vasiyeti olan bir adamın Çanakkale’yi Çanakkale yapan kahramanlık destanının özel bir ifadesidir. Yüzbası Kazım Efendi bu mektubu yazdıktan tam 26 gün sonra hissettigi veçhile sehit olmustur. Yukarıdaki mektup onun son mektubudur.
55. Alay, 5. Bölükten
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Ekderis Ogullarından Ömer Oglu Nasuh, 1306
Inegöl Kazası Muzal Köyünden Resul Ogullarından Mehmet Emin Oglu Mustafa, 1304
Ankara Kalecik Kazasından Dalyasan Köyünden Ibrahim Oglu Hüseyin, 1302
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Mehmet Oglu Abdurrahman, 1299
Kerevizdere’de taburun önünde düsmanın yapmıs oldugu büyük bir ileri siper hazır kıt’a olarak bulunan taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanı bile, “2. Taburun önünde düsman bu cesareti göstersin... Tuhaf sey!” diyordu. Bu siperi yıkmak, perisan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlıga baglıydı. Yüzbası durumdan etkilenmisti. Tabur komutanıyla görüserek “Biz bu siperi yıkarız, fakat en sevgili askerlerimden birkaç tanesini feda etmek lazım.” Diyordu. Yüzbasının bu sözlerini dinleyen biraz mütevazı bir asker olan Ömer Oglu Nasuh ilerleyerek, “Ben bu siperi yıkarım, sen bana istedigim arkadaslarımı ver, Yüzbasım!” dedi. Tabur komutanı muvafakat gösterdi. Yüzbası da lazım gelen talimatı verdi.
Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düsman tarafından atılan silahların kesik sesleri, siperleri saran zifiri karanlıgı yırtmak için haykırıyorlar gibiydi. Nasuh Onbası; Mehmet Oglu Mustafa, Ibrahim Oglu Hüseyin ve Mehmet Oglu Abdurrahman’dan olusan küçük ordusunun basında düsman siperlerine dogru karanlıklar içinde süzülüp gitti.
15 dakika sonra, düsman siperinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu. Sonra bogusma basladı. Bu habersiz hücumdan telas eden düsman, etrafa saskın kursunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan
mermilerinin açtıgı çukurlardan keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu. Herkes Nasuh Onbası ile arkadaslarını bekliyordu. Nihayet 7. Bölük mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbası vazifesini yerine getirerek sipere dönmüstü fakat yalnızdı. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yoktu. Bunlar da vazifelerini yerine getirmisler fakat bu ugurda kurban olmuslardı. Yüzbası; “Arkadaslar hepimiz için bir sereftir.” Diyordu. Düsman siperinin perisan edilmis oldugunu derhal fark eden tümen komutanı taburu tebrik ediyor ve Nasuh Onbasının gögsüne kendi eliyle Osmanlı Yıldızı Nisanı takıyordu.
Nasuh Onbası mert ve asil bir eda ile yalnız vazifesini yaptıgını söylüyordu. Nasuh Onbası bu olaydan 4 gün sonra da (24 Temmuz 1915) askerligin en serefli bir rütbesi olan “SEHITLIK” rütbesini kazandı.
Allah Rahmet Eylesin!
Bir Askerin Siperdeki Ilk Gecesi (1915)
"Sevgili kardesim Müfit Necdet’e
Basları göklere dogru uzanmıs, dagların üzerinde kartallar gibi uçusan bulutlar, altın kurdelelerle islenirken muhitin sükun ve sukut ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi. “Silah basına!”
Bu emir birkaç sahısta birkaç agızda tekrar edilerek, yansıdı. Artık gölgeler dolasıyor, fısıltılar çogalıyor. Bazen kısa , sert ve keskin emirler duyuluyordu. “Düsman taarruz ediyormus” deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı
bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde hiçbir kimsede olaganüstülük görülmüyordu. Ölüme karsı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükun ve intizamla çalısan, düsmana karsı koyacak, ölümle çarpısacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmis, milletin namusuyla eglenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kusanıyor, azimkar gözlerle düsman istikametinde yıldızlardan haber sezmeye ugrasıyorlardı.
Bunlarda benim gibi, hepsi de genç, yeni terfi etmis, gençlik devresinin atesli ihtirasını yenmeden, gençligin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bagrında alçalmıs çizmelerle, düsmana haddini bildirmek için namuslarına tecavüz edilmis millettaslarının, hakaret görmüs kardeslerinin intikamını almak için, din için, namus için, vatan için istikballerini çigneyerek yurdun istikbali ugruna hudutlara kosmuslardı.
Önde cüretkar adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düsmana simsekler, atesler saçan bir kıt’a. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydan gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ısıklarından sabahın oluguna hükmeden bülbüllerin ötüsüne asla ehemmiyet vermeyerek etrafın yesil ormanları arasından gösterilen istikamette, düsmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahsur karanlıgı içinde uçustu; “Istikamet 34 No’lu savunma noktası...!”
Baslar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin çakıllı, manalı, bir dag tırmanılıyordu. Mesafenin verdigi yorgunlukla terleyen yüzünü, beyaz “MIM” markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacagım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı
hayalleri dolastı. Batıya döndüm. Istanbul beyaz ufuklarına dogru 3 senedir hasret çektigim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. “Vatanın düsman ayakları, camileri hac gölgeleri altında görmektense, genç hemsirelerin
namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçlarına hakaret edilmektense, senin; Özellikle senin, “Ey güzel hayal! Düsman kucagında çırpındıgını duymaktansa , su yüksek tepenin bulutlara karısmıs zirvelerinde
bayragım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim.” Dedim.
Mukaddesatımı çignemek isteyen, Kabeme haclar yerlestirmek isteyen, bu sefil düsman leslerinden kan abidesi ve zafer teskil etmeden ölmeyecegim.
Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar oldugu halde yürüdüm. Ilk bombayı sevgilim namına ateslerken batıya, onun diyarına bulutlarla selamlar hürriyetler yolladım.
Oglun Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
"Validecigim,
Dört asker dogurmakla müftehir sanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yesillik bir ovacıgın ortasından geçen derenin kenarındaki armut agacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yesillikleri içinde mest olmus ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Söyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulundugumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara dogru baktım. Yesil yesil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek egilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa dogru egilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz saga çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhtesem ç** agaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebsir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cıgıl cıgıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Basımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettigim agacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime istirak ettigini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diger bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni teshir ediyor ve hissiyatıma istirak ettigini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. Iste bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, su derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-Iste onun çobanından 10 paraya aldım.
Validecigim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamıs. Koyundan simdi sagılmıs, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düsünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdigi para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Sevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bagırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akısını tetkik edecek ve çıkardıgı sesleri duyacak idi."
Sevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat validecigim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getirecegim. Ve su tabii manzarayı gösterecegim. Sevket, Hilmi de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yesil bir tarafında, çamasır yıkayan askerlerim saf saf dizilmisler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her sey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yesil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dagdaga ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, agzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey su öten kusun, su gezen ve meleyen koyunun, su secde eden yesil ekin ve otların, su heybetli dagların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Su kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini Ingilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu serefli dilegi ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düsmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imis. Yalnız bu memleketlerde dügün olmuyor. Insallah düsman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir dügün yaparız, olmaz mı? Kadir’e mektup yazdım. Validecigim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat’iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandıga koy. Ben sana vaktiyle anlatmıs idim., bu dünya böyledir. Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister. Validecigim, çamasır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun."
Tekirdagında Osman oglu Ibrahim
Burdur-Bucak-Kusbaba Köyü
"Hakikatlı validem,
Mahsus selam iderim , iki ellerinden öperim ,hayır duanızı talep ederim. Hamdolsun ,sıhhatteyim. Insallah sizlerde sıhhattesiniz.
18 Eylül 1915 tarihinde harbe istirak ettik .Simdiye kadar ingiliz düsmanımızla muharebe itmekteyim. Iste simdi Osmanlı ordusunun kahraman askerleri,ingiliz düsmanlarımızı kahr iderek tamam denize kadar döktük.Hamd olsun ,daha çok düsmanlarımızı tepeleyecegiz. Biz Osmanlı askerleriyiz, bize bu Osmanlılık
birinci padisahımız Osman Gazi’den kalmıstır. Asla geri dönmeyiz. Muharebe ettigimiz gibi mektup yazmaya elimiz degmiyordu. Biz asker oldugumuz gibi her daim mektup yazamayız; benim bir mektubuma siz bes mektup yazacaksınız. Herhalde cevabını gönderiniz, insallah yakın zamanda . Selamet serefini ihsan eylesin. Elbaki Hüda’ya emanet olasınız. Validecigim meram etmeyesiniz,hamd olsun çok rahatım. Ocak 1916. Oglunuz Ibrahim Çavus.
Adresim: Altıncı Hatem Nizamiye dir.Birinci Taburun Ikinci Bölükgün de, Birnci Takımın birinci Mangasında diyerek yazınız.
Himmetli Biraderim, Muhammet Efendi, Dayım Yusuf Efendi,
Evvela selam ettikten sonra, saniyen iki ellerinizden buse idem ve yengem Kadınlara ayrıca ederim. Biraderim hanesi tarafına, Kerim Kadınlara, Mahdumum Emin Aga’ya ayrıca ederim. Büyük Pederim Ahmet Aga’ya hanesi tarafına, kızlarına selam ederim. Amcam Mustafa Aga’ya, Muhammet Efendiye, Dayım Osman Çavus Aga’ya, Hacı Emin Aga’ya cümlenize selam ederim. Bize selam yok mu diyen ahbaların cümlesine ayrıayrıı selam ederim. Bizim kadına da selam ederim. Simdiye kadar mektup yollamadıgımın sebebi; Agustos 31 tarihinde Istanbul’dan hareket ettik, Eylül’ün 18’inde Arı Burnu’nun sagından harbe girdik. 21 Aralık 1915’te düsmanı kahrettik Allah izniyle.
21 Aralık 1915 günü sabah namazının evvel vaktinde düsmanları denize düktük. 4 Ocak 1916’ da hareket ettik Tekirdag’ına geldik. Simdiye kadar benim elim olmadı,sizde benim nerede oldugumu bilmediniz. Simdiden geri ben haftada bir mektup gönderirsem sizde haftada bes mektup göndermelisiniz. Ates altında bir mektup yazdım, 16 Aralık 1915 tarihini atmadım. Simdi bu mektup ile ikisini birden yolladım. Kusura bakmayınız, insallah yakın vakitte görüsürüz. Ol tarafta her isinizi nasıl ettigseniz beyan ediniz. Sizden aldıgım iki mektup; biri dayım Osman Çavus, biri biraderim Muhammed Efendiden. Harp yerinde geldi, vusul buldu,çok memnun oldum. Allah sizleri de memnun eylesin. Emin oldugumuz yeri soruyordunuz. Simdi Tekirdagına geldik,simdilik burdayız. Biraderim Hakkı Efendiye ,Mustafa Aga’ya ayrı ayrı selam ederim. Sükürler olsunn paraca sıkılmadım, tütün içmedigim sebeple; çocuklara tütün içirmeyin. Bir iki ay daha param yeter meram etmeyiniz."
Ömer Onbası Harp cephesinde Ömer Onbasıdan köyden küçük kardasına,
"Benim nur-i ‘ aynım ve ciger kösem birader-i can beraberim, efendim, mahsusen selam ve dualar olunub hatır-ı nazikaneleri istifsar kılınmakta ve gülden nazik demirden pek vüdud-ı nazeninleri daima sıhhat ve afiyet üzere olup Cenab-ı Hak Teala hazretleri cenabının bilcümle cismi latif ve ruh-i serifinize sıhhat ve afiyet ihsan edip hak yüzü suyu hürmetine savn-ı samedaniyyesinde ileriye geriye gitmeyerek masumlar buyara amin. Duaları Hüdaya amma ba’d ile ithaf olunub eger çi bu taraftan sual-i serif ve erzani-i latif buyurulursa hafazanallah tarih-i sukkaya degin vücud-i behbudumuz afeyet üzere olup...
Benim bidancik kardesim Muhammed.
Pek iyi bilinya Muhammed, onbası olduk da hala okuyup yazmak ögrenemedik! Basçavusumuz Hüseyin Efendiden irica ettim, sana su gözel mektubu yazmaga basladı. Hele bir kerecik dinleyim dedim; okudu, bisey anlamadım. Ama mektub böyle yazılırmıs katibcesi bu imis; hoca efendilerden böyle ögrenilirmis; benim neyime gerek? Koca Basçavusun eline ayagına sarıldım. Yarım saat ircalar ettim. Hele hele Allah’a bin sükür agzımdan ne çıkarsa yazıverecegine söz aldım. Ama pek de cahilce seyler söylersem düzeltiverecek. Buna da ben ırazı oldum.
Ne yaparsın, cahil kalmanın sonu iste budur!
Agabeyin Ömer Onbası
Makam-ı Küçük Biraderim Mehmet Efendi
Hatır-ı seriflerinin istifsar idüb mahsus dide-i enverlerini bus edip ol tarafta bizi sual edenleri ferden ferden selam ve dualar eyleyüb hamd olsun tarih-i sukkaya degin vücudumuz sıhhat ve afiyet üzere oldugunu arz ile duanız berekati ile rahatta bulundugumuzu ve selamet ile asude bal-ı bi-ibtihal kaldıgımızı ba’de’I-beyan ciger kösem makam-ı evladım ferzendimden ircam sudur ki agan tarafından , laf aramızda , onun kendi agzından çıktıgı gibi siz efendime yazacagım su sukka-ı hulusi çok irca ederim. Köyde kimseye okumayasın. Bizim Hüseyin Çavus yeni cahil olmus derler ve benimle zevklenirler. Sakın ha Mehmed oglum sen sen olasın mektubu kimseye göstermeyesin. Sen efendim artık kıraat da imla da ögrendim su mektubumu zahmet çekmeden kendin pek güzel kendine okursun. Ihtiyar amcana sakın köyün aklı basında agalarından fena sözler getirmege zinhar sebebiyet verme ki tasaddi etmeyesin. Mehmed Efendi sonra seni ferzend-i celilü’s-sanıma istemeyerek beddualar okurum.
Söyle bilüp ona göre davranmaya gayret eyle. Baki cümleye ve bütün köy ahalisine selamlarımla dualarımı edegör. Allah da seni feyzlendire. Evlatcagızım vesselam ve selavat efendim.
Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin
Benim tek kardesçigim Mehmed
Sen bensiz oralarda ne yapıyon? Ne is tutuyon?Haber ver bakalım:Koca nine zahirelerimizi ögütdü mü? Köyün degirmeni isliyor mu? Simdicik ben kalksam da köye geliversem bir dilim ekmek bulub verebilin mi? Küçük bınar dastı mı? Dasmadıysa susuzluk çekersiniz,vah vah.Bana bak oglumimdicik çocuklar delikanlı yerine geçtiler.Sen de davran Koca ninene,köyün ihtiyarlarına yardım et.Sana ne verirlerse yapıvir,anladın mı? Sen bes vakit namazını kılıyon mu? Yoksa tenbel tenbel sokaklarda mı dolasıyon? Aman Mehmedim bes vakit namazını sakın sakın terk idmeyesin.Namazını kılmazsan,orucunu tutmazsan Hak Te’ala Hazretleri seni sevmez;bes sene sonra asker olunca yüzünde nur-i pir görülmez.Sonra senin adını bölükte “yüzü savksız Mehmed”koyarlar.
Bizim köyün mekteb hocası köy hocası olacak adam degildir,büyük ulemadır.Sen beni dinle,neyine lazım? Hoca efendinin etegine yapısasın.Sen ondan daha yigirmi bin ilim kaparsın.Bizleri sorarsan,ah oglum bilsen cenk de neler,ne babayigitlikler gösteriyoruz.
Agabeyin Ömer Onbası
Cigerkösem Mehmed Efendi,
Agan simdi de bizim askerligimizi kaba lisanıyla yazdırmaga kalkısıb bu ise tahammül olunamayıp her ne kadar bura ahvalini kendim yazsam ve güzelce anlatan demis isem de elime ayagıma sarılıp Allah (illa) benim istedigim gibi yazacaksın deyub pek çok ve asırı derecede iricalarda bulundugundan ve zamanımızın dahi ol mertebe müsaadesi kalmadıgından her ne dedi ise aynen yazıb is bu sukkayı bitirmege gayret eyledigin malum olub gözlerinizden bus eyledigin herhalde beyan olunur. Küçük biraderim canberaberim efendim hazretleri.
Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin
Bitanecik kardesim,oglum Mehmed,
Sen daha küçüksün aklın ermez amma Türk oglu cenge girince aslan kesilir.Hey babam hey! Buraya geldik geleli öyle cenk ediyoruz ki yerlerden babalarımız, baslarını kaldırıyor,bize bakıyor.Göklerden melekler iniyor.Ne dersin Mehmed? Ben bir gece iki melek gördüm.Biri geldi,omzuma gondu; öbürüde gözümüzün önünde uçusdu durdu.Ama nasıl? Düsman yaylım ates ediyordu.Kursunlar dolu tanesi gibi yagıyordu.Bu melekleri bizim büyük sefaatci peygamberimiz beni korumaga göndermisti.Dualar edem dedim kollarımı galdıramam ki...Gelsin yaylım ates! mavzerime gursun yetistiremiyordum.Derken melekler uçuverdiler.Düsman da kaçtı,kaçtı teres! Hala ovalarda gölgelerini görüyorum be.Ama biz sehid vermedik mi,gazilerimiz yaralı düsmedi mi? Ne söylüyon?
Kıyamet gibi bir sey oldu.Yalnız bizim bölükden on iki yaralı saydılar.Dört tane sehidimiz vardı.Oh! Simdicik aglayacagım.O arkadaslarımdan bir danesi benim gucagıma düstü.Hasangilin Kara Ali bilin ya,iste o aslan babayigit birden bire yıgılıverdi.Gögsünden bir gursun yemisdi.Bana dediki “Bölük eminine yazdırıver
arkadas,ben ölüyorum,memlekete yazdır da bana aglamasınlar.Ben öldüm amma donuz düsman da kaçtı”.O zaman demincek bana gelen melekleri yine gördüm. Sehid arkadasımın etrafında nurlar saçarak dolastılar,dolastılar onun-Mevla rahmet eylesin-asker canını aldılar.Cennete ilettiler.Goca Kara Ali o zaman nede güzel gülüyordu,görsen!...Lakin insallah göreceksin.Hele birkaç sene daha sabret! Hazırlan, silahını kullanmayı ögren.Kendine çelik gibi gögde yap.
O zaman insallah bu düsmana gelirsen,benim geberttigim kadar mel’un gebertirsin.Inanır mısın,Mehmed,bu harpde kendi elimle öldürdügüm Moskof yirmiyi geçti be! Iste askerlik böyledir,yirmi kisi öldürürüm,bizim ilde yirmi bin kisi yasar.Hangi birini söyleyeyim,dizim dibinde sehid olan Kara Ali’yi sakın unutma ha o melekler senin rüyana girsin.Mehmed!
Düsmanı kırıyoruz,vuruyoruz,bitiriyoruz,orduya namazlarında dua et aganıda ara
sıra hatırla sen daha ma’sumsun,orduya dua edersin,Allah kabul eder.Beni hatırlarsan vücudumdan kursun geçmez. Ben sehit olmak isterim.Ama önce seni büyütmeliyim ellerimle askere vermeliyim,sonra beraber cenge gitmeliyiz.Ben de Kara Ali gibi senin dizinin dibinde sehid olayım,anladın mı oglum?Daha ziyade
yazdıramayacagım zira gözlerimden sıcak bir sey dökülüyor gibi oluyor.Beni soranların hepsine çok çok selamlar ederim.
Agabeyin Ömer Onbası
Makam-ı küçük biraderim Mehmed Efendi,
Aganın bu sözleri üzerine benimde gözlerim yasarıb artık bir diyecek galmayub Hüda’nın birligine emanet olasın.
Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin
BIR BÖLÜK KOMUTANININ MEKTUBU
ÇANAKKALE, 1915
24 Temmuz 1915’te düsman Seddülbahir mıntıkasında ikinci hatta bulunan bölügümün Ilderesi’ni takiben Gaziler Tepesine yetismek için silaha sarıldıkları bir günde bütün bölüge misal olan fedakar dört neferin kahramanlıkları:
Sabah günesinin dogmasıyla birlikte yüzlerce topun soguk namlusundan müthis seslerle çıkan mermilere asabiyetle yumruklarını sıkan askerlerim,düsman üzerine atılmak ve onları yere sermak için dört gözle bekletilen ileri hareketin emrini aldı. Gaziler’i takviyeye gidiyorduk . Ilderesi, düsmanın yüzlerce mermisin düstügü yer olup, buradan geçmek biraz tehlikeli ise de , düsmandan intikam için bütün bedenleri titreyen askerim, din kardeslerine yetismege mani olan her seye bir alakalı bakısla, fırlayarak ileri atıldılar.
Yol üzerinde her nasılsa düsman mermisinden ates alan bir sandık cephane, yolu bütün bütün kapamıs,dini,vatanı, milleti için yoldan geçmeye çırpınan bu Türk kalpleri, civardan tedarik ettigi kum torbalarını omuzlayarak yanan sandık üzerine hemen dördü birden atıldı. Iki saniye sonra sandık, torbalar altında kalmıs ve yolumuza mani olacak müskülat ortadan kaldırılmıstı.
Bu dört askerin cesareti ve fedakarlıgı sayesinde Ilderesi yolu açıldı. Tam zamanında Gaziler’de bulunan silah arkadaslarını yetismek mümkün oldu ise de, Ethem Onbası ismindeki nefer bu vazifeyi yerine getirdikten sonra sol kalçasından sarapnel misketi ile yaralanarak su sözleri söyledi:“Bir senedir kullandıgım silahımla hunhar düsmana bir kursun atmadan hastaneye gidiyorum. Bari benim intikamımı siz alın” diye ellerime kapandı ve sulu gözlerinden yaşlar akıtarak ayrıldı.
Bu dört yavrunun azmini degil kursun, süngüler ,toplar bile kesemediginden kahramanca haraketleri,ecdatımızın Osmanlı Tarihindeki sırasına geçmekle, gelecek nesillere yadigar olmak üzere isimlerinin zikr olunmasını görev bilirim.
BIR SEHIDIMIZIN SON MEKTUBU
Çanakkale Savaslarında sehit olan Kolagası Mehmet Tevfik Bey
Ovacık Karibindeki Ordugahtan 31 Mayıs 1915 Pazartesi
Sebebi hayatım. Feyz-ü refikim. Sevgili Babacıgım Validecigim.
Arıburnunda ilk girdigim müdhis muharebede sag yanımdan ve pantolumdan kursun geçti, ham-dolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra girecegim muharebelerden kurtulacagıma ümidim olmadıgından bir hatıra olmak üzere su yazılarımı yazıyorum.
Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar isal etti. Yine mukadderati ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetistirmek mümkün ise öylece yetistirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk’a ve sizlere çok tesekkürler ederim. Simdiye kadar milletin bana verdigi parayı bugün haketmek zamanıdır.Vazife-i Mukaddese-i Vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i Sehadete suudedersem Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduguma kanaat edecegim.Asker oldugum için bu her zaman benim için pek yakındır,sevgili babacıgım ve validecigim.
Göz bebegim olan zevcem Münevver ve oglum Nezih’cigimi evvela Cenab-ı Hakk’ın saniyen sizin hümayenize tevdi ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.Oglumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.Servetimizin olmadıgı malumdur.Mümkün olandan fazla bir seyi isteyemem,Istesemde pek beyhudedir.Refikama hitaben yazdıgım mel-fuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Aglayacak üzülecek tabii müteselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye edecek vech ile veriniz.Münevverin hafızasında veyahut kendi defterinde mukayyet duyunat da dogrudur.Münevver’e yazdıgı mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.
Sevgili baba ve validecigim. Belki bilmiyerek size karsı da kusur etmisimdir,beni affet mukadderatı ilahiye böyleymis hakkını helal et ruhunu sadet,yengeniz Münevver hanımla oglum Nezih’e sende yardım et.Sizi de Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.
Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda,cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda elveda cümlenizi Cenab-ı Hakk-a tevdi ve emanet ediyorum. Ebediyen Allah’a ısmarladım.Sevgili, babacıgım ve validecigim.
Oglunuz Mehmet Tevfik"
Anasından Hasan Çavus’a Mektup
Oglum Hasan, üç aydır ki mektubunu almadım,
Gece, gündüz hayır duanızdan geri kalmadım,
Sen onbası olmus idin, Aksehir’den giderken.
Çavus oldum diye yazdın, tabur cenge girerken,
Zafer için her cengine yedi hatim adadım.
Allah korusun ocagımda sensin kolum kanadım.
Yaradanım sana nasip ederse sahadet,
Odur kulluk Hakka, vatan millet için ne devlet
Imam dedi; Çanakkale’de ulu sanlı cenk olmus.
Düsmanların siperleri bastan basa les dolmus.
Derelerden, tepelerden seller gibi kan akmıs.
Korkak düsman geri kaçmıs, toplarını bırakmıs,
Sen o kanlı derelerden topladıgın sümbülü,
Yolla taksın yavukluna ziynet bulsun kakülü.
Geçen gece ben bu cengin rüyasını görmüstüm.
Sevincimden aglayarak hayır diye yormustum.
Plevne’de yatan sehit baban eve gelmisti.
“Hasan Gazi oldu.” Diye bana müjde vermisti.
Sonra gördüm sag elinde yükselmisti bir bayrak,
Din hasmının kalesine dikilmisti o sancak.
O sancak ki Türklügün sanlı namus gömlegi.
Cana millet bilin anın ugrunda ölmeyi.
Sen düsünme millet bize gözü gibi bakıyor.
Sükür, bolluk, zat, zahire her taraftan akıyor.
Eger köyde ölen kalan var mı diye sorarsan,
Konu komsu esi dostu hatırlayıp anarsan,
Muhtargilin Ahmet sehit olmus haber geldi dün.
Köy giyindi kusandı, hep namazgaha gittiler.
O sehidin remmetullah duasını ettiler.
Yeri belli olmak için mezarını kazdılar.
Bir tas dikip Ahmet sehit oldu diye yazdılar.
Kurban kesip hatmi serif indirdiler, hep ona
Gönderildi onun gökte yatan sanlı ruhuna.
Sen bilirsin yavuklusu kumral saçlı Emine,
Bir al bayrak asmıs idi o gün kendi evine.
O güzel kız yesil örtü örtmüs idi basına.
Bir kurumla oturmustu, köyün dibek tasına,
Hiç kırmadı aglamadı sandım onu bir melek,
Onun erlik ocagını söndürmüstü kör felek.
Sürme çekmis, kına ,ile süslemisti elini,
Olmus idi telli duvaklı nurlu sehit gelini.
Dedi; Ahmet beni artık ahrette beklesin.
Ben onunum utanmasın beni Hak’tan istesin.
Kaderim bu, sehit olmus benim sanlı yigidim,
Kız kalırım varmam ele benim canlı sehidim.
Birinci Kolordu Hıfzıssıhha Müsaviri Ve Sertabip Vekili
Abdülkadir(NOYAN)
Mütareke(ateskes) Teklifi 9 Temmuz 1915
Buradaki hayatımdan hiç unutamayacagım bir safhayı belirtmeden geçemeyecegim. Sıgındere Harbi oldu,Her iki taraf çok telefat verdi. Şehitlerimizin defni için Ingilizlere bir günlük mütareke teklifi yapmak lüzumu
hasıl oldu. Cenup Gurubu Kumandanının bu teklifini havi mektubunu kolordumuzdan Erkanı-Harp Yüzbası Yusuf Beyle ben götürdüm. Esasen muharebe cephesi çok uzak degildi. Evvela atlarla, sonra yaya olarak dere tepe
asıp ilk siper hatlarımıza girdik. Düsman siperleri de 100-120 metre ileride görülüyordu. Siperlerin bazı yerlerinden geçerken bize rehberlik eden subay burada çok egilin bu noktaya düsmanın makineli tüfegi tesbit edilmistir, ufak bir karaltı görseler ates ederler diyordu.
Ilk siperin manzarası çok elemli idi. Önde,yatan sehitlerimiz ve düsman maktulleri o derece sık idi, ki Cuma Namazında bir camide cemaatinin secdeye yatmıs manzarasını andırıyordu. Yalınız,bu yatıs gayrı mutaza’mdı ve ebedi bir sükuna dalmıs sehit ve maktullerin mahseri halinde görülüyordu. Bu ölülerin agız ve burnuna sinekler yumurtlamıs ve buralarda büyüyüp,beslenen sürfeler(kurtlar) tombul ve beyaz birer sekil almıs oldugu halde siperlere karınca gibi yürüyor, igrenç bir manzara hasıl ediyordu. Günlerce açıkta kalmıs cesetler kokmus,etrafa çok fena bir koku yayılmıstı.
Bu hata günlerce gece,gündüz ates karsısında bulunan kahraman Türk askerleri bu duruma da alısmıslar, mütevekkil, cesur ve matin bir gayretle düsmanı oldugu yere çivilemislerdi. Ilk hatta girer girmez bir beyaz bayrak çıkardık. O hatta bizim taraf atesi kesti. Düsman tarafı öte, beriye el bombası atıyor,makineli tüfek atesi açıyordu,Ingilizler de bize karsı bir beyaz bayrak çıkardılar. Yusuf Bey siperin dısına çıktı,benim siperde kalmamı muvafık gördü.50-60 adım ilerledi. Karsı hattan da bir ingiliz subayı çıktı o da 50-60 adım ilerledi. Birbirine kavustular. Mektup teslim edildi, ingiliz kumandanları denizde, zırhlıda imis. Mektubun cevabını sabah erkenden, aksam geç vakte kadar bekledik .Beyaz bayraklar da bekledi. Aksam üstü aldıgımız cevabı Cenup(Güney)Gurubu Karargahına getirdik.
Cevap manfi çıktı. Mütarekeyi kabul etmemislerdi. Ertesi gün sabah erken büyük bir taarruza geçtiler. Derslerini de aldılar.
Itiraf ediyorum mektepte kokmus kadavralar (insan ölüsü) üstünde tesrih(anatomi) dersi yapmıs ve bir çok otopsi yapmak mecburiyetinde kalmıs bir doktorum. Sinek kurtları ile de Askeri Hıfsısıhha derslerimde ve et
muayenelerimde meskul olmus bir insanım. Öyle oldugu halde ilk hattaki o koku bir hafta burnumdan çıkmadı, et yiyemez oldum. Kahraman Türk askerleri her mihnete(sıkıntı), her keder ve zahmete alısmıs verilen eti de otu da
ilk siperlerde yiyor, hakkına, kuvvetine ve imanına vererek düsmana silah sıkıyor, hücum edene süngü sokuyordu.