Arama

Hayata Dair - Sayfa 14

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 252.781 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2006       Mesaj #131
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dört Duvar Boşluğu
Sana ne yazmam gerektiğini bilmeden başlıyorum mektuba. Belki bir iki sözcüğün bile insanları birbirine daha fazla yaklaştırdığına inandığım için... Soluk desenli masa örtüsüne bakarken, kalemime teğet düşen duyguları anlatacağım sana. Hesabıma yatan kaderin akrebini ayrı yelkovanını ayrı yerlerde gördüğümü anlatacağım...
Sponsorlu Bağlantılar
ilk tadışında anlayamayacağın harmanlık halinle okuyacaksın beni.
İşin zor... Ömrünün en vahşi bakireliğinden kaçış planları yapan beni anlaman zor. Zavallı bir insan öyküsünden, tüm olumsuzluklara rağmen hala nedenini bilmediğim bir içtenlikle hayatta kalışımı sayfalara geçirirken, kısa cümleler kurmak istiyorum.

Artık gülemiyorum.
Aralıksız her gece tarihini attığım günlüğümde en çok bu var. Taş medresenin yorgun duvarlarına bakarken, içimde öksüz kalan duygular izin vermiyor bana. Ağlayamıyorum da. Cezaevi sokaklarında adımlarımı sayan annemim gözyaşları oluyor... Her adımda bir damla hasret... Bense özlemeyi unuttum burada, sanki her geçen gün yüreğim küçülüyor, soğuk geliyor parmaklıklar... Hastane odalarında sabah gireceğim ameliyatları aklıma getiriyor biraz... Duyulmayan, oysa yakından tanıdığım yağmurlar çorak toprağa elini uzatırken, içime yığılan gözyaşımla teselli buluyorum... Buradaki ben miyim, inan bilmiyorum. Hem ne önemi var ki kulağıma gelen asılsız ihbarların. Biraz da sırf yaşanmış olsun diye... Elimde değil, içinde küçük bir parçası bile olmayan hayatımla, sanki eski bir şarkı dinler gibi, sanki aklımdan geçen onca resme takılmadan okumanı isterdim beni. Mektup bittiğinde bitmeli her şey. Sevdiğin şarkıyı bilmeden, sevdiğim şarkıyı öğrenemeden.
Yine de yazmak istiyorum. En iyi yapabildiğim bu.
Bazı cümlelerin üstünü karalayarak, bazılarını da silip yeniden kurarak. Kaç kişiyi birden yaşadığımı unutuyorum, kaç kişinin içinde olduğumu da... Bazen bana benzemeyen oluyorum, bazen de tam kendim. Hala beklemeler ve vazgeçmelerle dolu günler yaşamaktayım...
En çok da buradayken özlüyorum önceki benleri. Her yerde bir şeyler bana eski günleri hatırlatıyor zaten. Elle tutulur değil bunlar. Öylesine de değil ama, isteyerek. Tüm bunları, küçük kağıtlara sığmayan nice şeyleri, hatta yaşamın her bir ayrıntısını yazmak zor değil de, sayfalar ses getirmiyor işte. Sonrasını nasıl tamamlamam gerektiğini bilmiyorum. Sanki bir son yok ve peşi sıra devam eden iki zaman kalıntısının tam ortasındayım.
Başım ağrıyor, ağlamak, hatta bazen hıçkıra hıçkıra gülmek istiyorum. En azından vazgeçmedim, gidemeyeceğim onca fotoğraf karesini yırtmak istiyorum... Bunca zaman sonra geri dönmek için neden buluyorum, bulmak istiyorum.
Her şey geçiyor işte. Bir çok şeyi geride bırakarak... İstediğin kadar iste, fark etmiyor.
Nasılsa hayat kendi bildiği gibi sahibine sormadan son buluyor. Aptalca. Tenimin içinde bir yerde hiç bilmediğim başka bir benle göz göze gelememekten korkuyorum sadece... Belki herhangi bir gece birine söylenmiş cümlenin içinde, belki de bir köşeye attığım mektupların üstünde, önemi yok.
Birbirinden kopuk cümlelerle dolu, bir türlü bulamadığımız bulmacalar arasında, duvarlara sorduğum sorulara cevaplar arıyorum şimdi. Hani sizi aramasını beklediğiniz biri olmaz ya, öyle bir şey. Tuhaf bir yanılgı... Sanırım darmadağınık bir hayatın içinde bütün düzenleri yıkan da bu oldu. Henüz söyleyemediğim son sözleri aramakla mutluyum. Ben böyle yorgun halimle var oluyorum... Yalnızım, umutla dağlanıyor nefrete haykırışım. Artık nasıl yaralanacağımı biliyorum... Gece geliyor, yağmalanıyorum. Gittiğimi düşünürken, aklımdaki yeni resimlerle, içime yeniden dönüyorum. Kimsesiz bir yerde, kimseye bakmadan, kimseyi hissetmeden, öylesine. Biraz da gizlice. Bir yokuştan iniyorum sanki. Ayaklarım çıplak, kendimi bu kadar çaresiz bulurken, hiçbirimizin söyleyemediği mapushane türkülerinin ardına saklanıyorum. Kızıyorum. Düne kadar karşımda duran hatıralarıma dalgın cümleler kuruyorum.

Gülememek örneğin. Unutmayı hatırlayamamak.

- Belki ben, kendimi herhangi bir sabah gün doğarken uyandırdığımda, yönünü kaybetmiş uzaklarda olduğumu hissedeceğim. Birlikte kurulmuş anılarımın, birlikte paylaşılmış duygularımın henüz başlamadığı ve birlikte çoğulunun ilk tekili olarak...-



Böylesi bir parçalanmayla içimde olan, içimden yağan, içime yürüyen onca güne, belki bir gün rastlamak umuduyla, yaşamımın hiçbir parçasını birbirine yapıştırmıyorum artık. Onca ben arasından, onca toplama kaderler arasından en diri olanını yanıma alıp kaybolursam eğer, haklı çıkacak tanrı.
Hep sordum bu soruların sonu olmayacak mı diye?
Çoğu zaman hiçbir şeyin sonunun olmadığı kanısında buldum düşüncemi... Oysa hayatım boyunca olmayan sonuma hazırlandım. Bitmek bilmeyen, bilinse de yaşanmayan duygularımdan kaçmanın gereksizce bu sonu hızlandıracağını umdum. Sustum, sustu, hatta susuldu, ama hiç kimse neden diye sormadı.
Neden ben susunca onlar da sustu?
Emin ol, ayaklarımın altında gökyüzü yok... Geceyle gündüz arasındaki renkler yok. Uzak bir şehrin telefonsuz kulübesinde tahtadan yapılmış basit oyuncaklar da yok. Ne bileyim, bunca yokluğun arasında, acaba ben de mi?

Geride kaldı.
Göremediğim, görmek için beklediğim ışık kümesi, parmaklığın ardında kaldı. Mermer mezarlı tarih kadar eskide. “ Daha kötüleri de var. “ gibi bir cümle, beni ikna etmiyor artık. İlle de ölmem mi gerek daha kötüsünü tatmak için.
Düşünüyorum, her şeyin yolunda olduğunu söylemeli yüreğim. Böyle bir darbe bekliyorum düşünürken. Dışarıda yaşanması gerekenleri düzene koyup, istediğim kadar kalabileceğim bakışları düşünüyorum... Bıraksalar kuşatılmış dağlarımın üstüne özgürlüğü, patlayacak gamzeleri aydınlığımın, bunu düşünüyorum. Bir gerillanın namlusunda, ateşlenmeye hazır gibi duruyor yalnızlığım. Ben böyle düşünüyorum... Belki de ilk kez hiçbir şey beni incitmiyor... Kendimi nasıl bu kadar güçlü hissettiğime şaşırmak istiyorum, ancak sadece şaşırmış rolüyle düşünüyorum. Belleğime kazınan her ayrıntıdan bir parçayla oturmuş, sana mektup yazıyorken, hiç tanımadığın bir insanı okumanın nasıl bir şey olduğunu düşünüyorum. Bundan böyle, hiçbir şeye üzülmeyeceğim diye düşünürken, bu sözümün bile gerçek olmadığını biliyorum. Yaşamak zorunda kalacağım bir çok günde, küçük ya da büyük olayların eksik kalma uyumuna aldanacağını biliyorum... Biliyorum, çünkü sallantılı bir gevşemenin içinde, yer çekimine teslim oluyorum. Unutmadım, her onarıldığım günde, en dokunulmaz, en zayıf yanımla düşünüyorum... Kendimi kucaklayamadığım gecelerde bile, hiçbir şey beklemediğim hayatı düşünüyorum.
...


Yazmak istiyorum bu yüzden.
Zamanını son bir atılımıyla, boşa geçmeyen yaşamımı dile getirmek istiyorum. Birileri gizlenirken, onlar adına savaşmayı anlatmak, henüz bilmediğim, ama yaşadıkça kendiliğinden dilime göçen kelimeleri yazmak istiyorum. Abartısız, sadece içimi dökmek... Bugünkü halime bile razı olacak türden düşüm yok benim. Koşulsuz yıkabileceğim kentlerim var sadece. Hepsi bu... Hatırlıyorum, ve kelimeler birikiyor önümde. Dokunamadan da sevebileceğim çıkıyor ortaya... Serçe kanadına atlayıp düşler ülkesine gidiyorum. Bir an için bile olsa, benim konuşup telefonumun sustuğu gecelerde, şaşkına çevirmeye yeter sesler duymak istiyorum. Fazlalığım yok, eksik yanımla ellerimin titrediği, o bildik mide sancılarına benzeyen aşk ağrılarına göz yummadan, sadece ben olmak istiyorum...

Neredeyse gün doğacak. Sıradan bir gün daha. Ağır kokular içinde basit korkular taşıyarak. Bütün bunları sırf yazmak için yaşamadığımın farkındayım şimdi... Tek başınayım, yalnızım, özlemiyorum, olması gerekeni yaşıyorum. Bana bakmaya cesaret edemeyen bakışımı, görüş günlerine saklıyorum... Demir kapının ardından içime yığılan dağlara dalıp, ölesiye küfretmek için, o günlere ait düşler kuruyorum.
Karartılı, biraz da silik.
Beklenenlerle yaşananlar hiçbir zaman birbirini tutmaz zaten. Yazık. Elimden kaçıp, benden kurtulan hayatı nasıl kandırabileceğim kuşkusuyla bütün oyunları denemek zorundayım. Beni oluşturan, bazen çözemediğim karmaşıklığın içinde, bazen de çocukken yaptığım gibi masallar okuyarak, onca umudu yarına bırakıyorum. Bir sabah uyandığımda, bir başkasına verecek parçam kalmayana kadar yaşamak, her elveda dediğimde başkalarından sakladığım benle nefes almak istiyorum. Yarına bıraktığım tenimin içinde gezen benle...
Belki bir gün.


Şu an olduğun yerde,
hiç tanımadığın bir sen’e rastlarsan, kağıtların yakılıp darmadağın düşlere döndüğü havayı kokla. Bir ara gözlerine bak.
Yaşa.
Hep böyle gerçekken...
Seninle birlikte hiç konuşmadan oturan yüreğinden, güneşin göz kamaştırdığı yerlere göç istersen. Aklına esip, herhangi bir bakışın kapısını çal, sanki dünyanın her yerinde olan, ama o anda sende olmayan yaşamı özlüyormuşçasına bak.
İçinde yağmurlar olan resimler yap. Nasılsa her şeyden kaçarak sığındığın çizgiler; gerçeğini görüntüle...
Evet, kaçmak, yaşamın basitliğini gidermek biraz da... Hep öteye devretmek, hatta en çok içinde olduğunu sandığın, ama ulaşamayacak kadar uzakta bıraktığın kendini yakalamak. Bir daha asla geri dönemeyecek korkusuyla yaşamak... Dalgınca korkularını gözetirken, sığınacak liman aramak.
Ama anlaşılmayı beklerken yapmak bunu!
İşte bunlar senin yüzün, senin yüzlerin. İçindeki acıyı taşımakta zorlandığını hissettiğim, sanki çocuk kandırır gibi yapılacaklardan söz ederken anladığım yüzlerin. Belki de içtenlikle gülerken durgunluğunu saklayamaman. Durup dururken ortadan kaybolan, bir çılgınlığın peşinden gidip, her şeyi unutan biriymiş gibi duruyorsun karşımda... Günün birinde, başka bir rastlantıyla yine gelecekmişsin gibi, yaptığın resimlerde olmak istiyorsun.
Küçük bir kızın gözbebeklerinde akıyorcasına,
Yaşamak gibi yeniden...”

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
15 Mayıs 2006       Mesaj #132
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Hayatın Altın Kuralları

Gögün her yerde mavi oldugunu anlamak için dünyayi dolasman gerekmez.
Sponsorlu Bağlantılar
Bak, ayni zamanda da baktigini gören ol.
Geldigin zaman bosluk dolduran degil, gittigin zaman yeri doldurulamayan ol.
Her duyduguna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istedigin kadar uyuma.
Seni seviyorum derken inanarak söyle.
Özür dilerken karsindakinin gözlerinin içine bak.
Ilk görüste aska inan.
Evlenmeden önce en az alti ay nisanli kal.
Asla baskalarinin hayalleri ile dalga geçme.
Derinden ve inançla sev.
Kirilabilirsin belki ama baska türlü de hayatini tam anlamiyla yasayamazsin.
Anlasmazliklarda dürüstçe savas.
Insanlar hakkinda konusulanlara inanip, onlar hakkinda karar verme.
Insanlari yargilarsan, onlari sevmeye zamanin kalmaz.
Insanlara beklediginden fazlasini ver ve bu isi yaparken kibar ol.
Yavas konus ama hizli düsün.
Sunu daima hatirla ki, büyük ask veya büyük yatirim daima büyük risk tasir.
Eger kaybedersen aklini da kaybetme.
Üç S'yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygi - kendine, baskalarina,
Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.
Eger hata yaptigini farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,
bile bile devam etme.
Konusmayi sevdigin biriyle evlen. Yasin ilerledikçe sohbet her seyden fazla önem kazanacaktir.
Anneni sev, say, ara.
Sunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptir.
Sevdiklerinle tartisirken, o ani önemse, geçmisi kurcalama.
Satir aralarini da oku, bilgilerini paylas.
Bilgi insani kuskudan, iyilik aci çekmekten, kararlilik korkudan kurtarir.
Dua et. Büyük güç verir.
Düsün. Daha da büyük güç verir.
Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme.
Bazen istedigin bir seyin olmamasi senin için bir sanstir.
En iyi iliskin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacinizdan fazla oldugu zaman olacaktir.
Sunu bil ki; karakterin senin kaderindir.
Sinirsizca sev, her gönülde çiçek olacagina, bir gönülde buket ol.
Sevgi için kollarini kapali tutma, sonra kendinden baska tutacak sey bulamazsin.
Içinden ne geliyorsa yap. Dogal ol.
Mutluluk, sorunsuz bir yasam degil, onlarla basa çikabilme yetenegi demektir.
Gülmek için mutlulugu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mayıs 2006       Mesaj #133
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MUTLULUĞU ARARKEN ELDEKİ ACILARDAN YA DA



TANRIYI ARIYORKEN EVDEKİ DİNDEN OLMAK ÜZERİNE BİR HİKAYAT


Duman, belleğimi dağıtan simya; kül, acılarımdan arta kalan mutluluk; izmarit, benden aldıklarınla kurduğun yalancı hayat; kibrit, turnusol; kül tablası, tek gerçek…
Şişe, taşıdığı umudu bilmeyen bir yalvaç; kapak, az sonralı bir fragman; el, utangaç bir faişe; alkol, halkla ilişkiler sorumlusu...
Tuval, pisuvara konulmuş kokulu taşlar; fırça, elinde tutuğun yaşama ağrısı; boya, tüm gereksiz yinelemeler; spatula, kastı aşan adam öldürme; çığlık, geriye kalan her şey
* * *
Bütün köşeleri tek tek kontrol ediyorum gözlerimle. Beyaz bir geceye hazırlanıyor belleğim. Oysa bugün kaçacaktım kendi damarlarımdan, kırıp dökecektim duvarın beyazlığını, ağlayacaktım biraz da ayrılığa içerleyip. Yalnız ve yansızım her zamankinden çok.
Ummagumma Vol-2…evdeyim. Sonrası tüm oyunlar gibi grotesk ve hepsinden çok tragedya. Birkaç gün önce yoldaydım ve Vol-1 çalıyordu. Korku ilk kez olmasa da bir kez daha, kuruyan boğazımda yutulmaya teşne bir tükürük gibi inatla yerleşivermişti içime. Yol çizgileri belirsizdi ve her arayış gibi bu yolculuk da amaçsız, insanca, şairaneydi. Belleğimde kalanları yazdığım romana aktarıp gerisin geri dönüverdim yolculuğa. Ayaklarımın altından akıp giden dünya aslında yuvarlakmış, oysa beni taşıyan her şey dört köşe. Gözlerim bile. Neresine dokunsan otobüsün, orada bırakıyorum bedenimin bir parçasını. Tanrıyla son sohbetimi yapmak üzere uzanıyorum telefona. Çalıyor… Karanlık, yol kenarlarında bekleşen ölüleri çekiyor içine ve hayat veriyor özgürlük düşlerimize.
Eskiden nasıl da güzeldi yolculuklar. Kaybolmaktı hep paradoksun bir yanı ve gizdüşümü okurdum kara kaplı bir kitabın derinliklerinde. Hayatlar birikirdi cam bir fanusa. Kırmızı bir ayrılık akşamı yaşanırdı gökyüzünün bize ayrılan kısmında. Eskiden dostluklar var mıydı, yaşananlar bir gün biter der miydik yine de. Eskiden her şey yeni miydi ya da şimdi epriyen yanlarımdan bir aşkın kahve kokusu mu yayılıyor dört köşeli dünyaya. Ben başkası mıyım peki ya Rimbaud?
‘Telefonu çalmaya devam ediyor…ses veren yok.’
Hayat, uçurumdan aşağı yuvarlanan taşlarda buluyordu kendini. Köşeye sıkışan herkes yeni bir gambite niyetlenirken aslında an sonraki açmazı görmezden geliyordu. Ben mermerden bir küllük müyüm? Yaşama aşık bir garip şair mi? Ben hüzün müyüm; peki ya Vincent?
İki yanı denizle kuşatılmış taştan köprünün-ki üstü de yanları da taşlandı-üzerinden geçerek gidilebilecek en kısa yoldan vardım dün gece cesedimi çıkardığım otele. Mönüdeki balığı ve şarabı masada bırakıp son tanıdığım insanı da attım odanın penceresinden aşağı. Artık yalnızdım ve mutlu. Bindim ilk otobüse, döndüm şehre.
Size bir hikâye anlatacağım. Bundan sonra benden mantık dahilinde bir şey arayanların boynu altında kalsın.
Yıllar önce bir ülkenin bir kentinde bir adam yaşarmış. Ona dair tüm yazılan çizilenler bir yana, o kimseyi ciddiye almaz, akşamları teknesine binip açıldığı denizle paylaşırmış içinde birikenleri. Adamın dedik ya bir teknesi varmış, bir kedisi ve bir de 14. yy’dan kalma kılıcı. Yalnız değilmiş kısacası. Aşkı aramış, insanca arzuların peşinden koşmuş, birkaç savaşta birkaç arkadaşını kaybetmiş, doğal afetlerde evini. Takvimlerde yıllarını kaybetmiş, aynalarda yüzündeki gençliği, karanlık bir gece yazdıklarını kaybetmiş, sabah olunca da arama isteğini. Üç beş kuruş biriktirip aldığı hırkasını kaybetmiş bir bayram günü fener alaylarını izlerken, eski bir dünya haritası varmış ta kıtalar ayrılmazdan evvel çizilmiş olan, onu kaybetmiş.
Hikâyeye dönmek üzere yakıyorum cigaramı gecenin zifiri aydınlığına. Otel odasının penceresinden düşen kendimden başkası değildi. Yol boyu geçmişe döndüm. Geleceğe akarken zamanın tiktaklı kantantı ve akrebin vakur hüznü, ben tersinir bir tepkimenin içinden aldım yaşamıma anlam katan proteinlerin tümünü: geçmişe döndüm. İlk çocukluktan ilk aşk sızısına, ilk yazma hevesinden yırttığım onlarca sayfanın günah çıkartma ayinlerine ve anlatmak istediklerimle anlatmayı hiç düşünmediklerim arasındaki gizil ve bir o kadar da derinden oluşmuş ilişkiye…sen, sen olalı dinlememiştin böyle bir öykü biliyordum. Ben, bana beni anlatan onlarcasını dinlemiş, elimde Musa’dan aldığım asa sırtımda son yalvacın yırtılmış hırkası ve çantamda kendi kattığım anlamlardan kurduğum koskoca bir ülkenin düş-atlaslarıyla insanoğluna kendi öyküsünü anlatmaya başlamıştım. Yolun tam ortasında bir kahvaltı salonunun en dip masasında bir cigara daha söndürdüm gecenin ışıklı karanlığına.
Dört köşeli bir beşikte geçiverdi zaman. Yalancı meme, sahici ayrılıklar ve gene yolculuklar dört köşeli otobüslerde sürüp giden.
Kentin ışıkları beliriyordu, nefretle yaşadığım yolculuk bitecekti ve tüm sorular kendi çözüm kümesinde yanıtsızlığını sürdürecekti. Mutluydum, karanlıktı, özgürdük. Zaten değil mi ki özgürlük geceleri anlamlıdır ve nedendir ki insan geceleri kendisine yaklaşır ancak. Değil mi ki acı çekmek biraz da mutluluk ayracı ve mutluluk olmayan şeylerin en anlamlısı (Umut da öyle)!
Kâğıt, acı veren bir geri dönüşün hikâyesi; kalem, son heves; mürekkep, ses ve ışıkla kurgulanmış bir göstergebilim; silgi, kamu vicdanı; el, metamorfoz geçiren bir totem…
Yastık, beyin pansumanı; yatak, altta kalan; uyku, ince belli bir bardaktan boşalan yağmur damlaları; saat, babası belli anası belirsiz bir karın ağrısı; gece, derin devlet…
Ben, denge aleti; ömrüm, asimetrik paralel…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mayıs 2006       Mesaj #134
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nakışlandığım Gece, Dolunaydı

Bakır tepsinin gümüş bakışlı gözlerine…


Uzun yol…
Mola zamanı, bir çeyrek iki tam mevsim arası…
Kol kola adımların yalnızlığa ince bir çentik attığı, beklentilerin kalbe zarar olduğu donuk dakikalar…


“ Söylesene, hangi kapısından geçeceksin kulaklarımda uğuldayan sensizliğin”

Küçük ve masum sessizliklerin, gittikçe kırbaç etkisi yaratan çemberi daralıyor…
Sayısız darbelerin arasından sıyırabileceğim gün doğumu, zifiri karanlıkla ortak çalışıyor; ve ben hangi sayfanın yırtılıp bir tarafa atılan parçasıyım, çözemiyorum… Kemik uçlarıma yerleşen dermansızlığın yazgısı, tek cümlede atılmış meğer! Artık bir imza yok!!


“ Korkma sen giderken kapı aralığından sana bakmaz gözlerim; çıkarken yalnızca sıkıca ört üzerimi…”

İki şarkı arası bocalıyorum…
Uzuvlarımdan bana kalan durgunluğun çözüleceği zamana direnmek nafile..
Belki de baharı beklerken kışı unuttuğumuzdan oldu tüm bunlar… Şeridin bomboş olduğunu düşünürken, tali yollardan vurgun yedik…
Ki vurgunu kâğıda çizmek bu kadar zorken…


İçimdeki kavgamın tenimde açtığı yaraları görmezlikten gelme; çivi bile duvara sokarken bedenini, kendinden bir şey verir…”

...

Yine de sargısı boldur düşlerimin, düşüşlerin geçirgen olduğu bir atlasta... Henüz yolun başındayken dudaklarımın kenarına bıraktığın kokunla, karı delen bir güneşin bakışlarıma düştüğü yerden, sana dokunuyorum...
Şehir ayrılıkları sürtse de bedenimi, birgüne dair inadına bekliyorum geleceğimizi...


" Kıskaçlarını açmış zamanın törpülediği yüreğimden akıp gitti sensizlik... Bir tutam ayrılık da olsa aşkı perçinleyen, içimdeki sana emanet ediyorum ben’imi...."


"İçimdeki gülümsemelerin
senli sebeplerini
kucaklıyorum yüreğimde..
yan yana ömür geçirecek,
iki ilmeğiz tek bedende.
Düşünü gerçek yapan
nedenlerine tutun..
ben onlarla uyanıyorum
her sabah kollarında..."
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
16 Mayıs 2006       Mesaj #135
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
MARANGOZ
Yasli bir marangozun emeklilik çagi gelmisti. Isvereni olan müteahhide, çalistigi konut yapim isinden ayrilmak ve esi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarisindan söz etti. Çekle aldigi ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacindaydi, ne var ki.

Müteahhit iyi isçisinin ayrilmasina üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasini rica etti.

Marangoz kabul etti ve ise giristi, ne var ki gönlünün yaptigi iste olmadigini görmek pek kolaydi. Bastan savma bir isçilik yapti ve kalitesiz malzeme kullandi. Kendini adamis oldugu meslegine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. Isini bitirdiginde, isveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dis kapinin anahtarini marangoza uzatti. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye".

Marangoz soke oldu. Ne kadar utanmisti! Keske yaptigi evin kendi evi oldugunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi!

Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatimizi kurariz. Çogu zaman da, yaptigimiz ise elimizden gelenden daha azini koyariz. Sonra da, soke oluruz; kendi kurdugumuz evde yasayacagimizi anlariz. Eger tekrar yapabilsek, çok daha farkli yapariz. Ne var ki, geriye dönemeyiz.

Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir 'kendin yap' tasarimidir" demistir biri. Bugün yaptiginiz davranis ve seçimler, yarin yasayacaginiz evi kurar. Öyle ise onu akillica kurun.

Unutmayin...
Paraya ihtiyaciniz yokmus gibi çalisin.
Hiç incinmemissiniz gibi sevin.
Kimse izlemiyormus gibi dans edin.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #136
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün daha bitti ve ben yine yeni benim.
Tekrar aradım eski kaybettirdikleri beni
Kim bilir belki minik bir kuş kanadına tutunup uçmuş.
Minik dedim çünkü o zamanlar ben de minnacıktım
Büyümeden aldılar çocukluk hayallerimi, sevdiklerimi
Bozdular küçük evimi, büyüğünü verdiler.
Aldılar elimden oyuncak bebeğimi canlısını verdiler.
Çok değer verdiğim çocukluğumu hırçın elleriyle sona erdirdiler.
Çocuktum ve hala çocuğum, büyümedim.
Çünkü yaşayamadım çocukluğumu
Hala yaşıyorum deyip avutuyorum kendimi
Sudan çıkmış balık gibi çırpınıyorum bu hayatta
Ama hala anlayamadım neden çocuklara düşmanlar
Onlar yaşamadıkları için mi
Yoksa çocukluklarından bir zevk almadıkları için mi bu yaptıkları
Bilemiyorum ama yine de yaşamak isterdim çocukluğumu
Yaşamak mümkün değil deyip hayatıma son vermek istiyorum.
Ama yapamıyorum her şeye rağmen yaşamalıyım
Çünkü oyuncak olmayan sahici bebeğimi bırakamıyorum.
Ona acılarımı değil,özlem duyduğum çocukluk günlerimi yaşatmak istiyorum.
Ve artık ben bir çığlık olacağım
İnsanların gönlünde isyan etmek için
Oyuncak olacağım çocukları avutmak için
Ama sonra ne yazık ki yine küçük anne olacağım
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #137
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
YOLUN BAŞINDAYKEN GÜLÜNÜ SEÇMEK

Vaktiyle, görkemli bir malikanede yasayan, yasli, çok zengin bir adam varmis.
Malikane, gözalici güzellikte güllerin yetistigi bir bahçenin içinde yer aliyormus.
Bu yasli zenginin evine, her hafta belli bir gün, orta yasli, tatli dilli bir bohçaci kadin gelir ve yepyeni birbirinden güzel, pahali kumaslarini önce adama sonra çalisanlarina sunarmis...
Bir gün yine Malikane'ye gelmis kadin yeni kumaslariyla, bekleme salonuna almislar onu...
Yasli, zengin ev sahibi biraz gecikince sikilmis kadin ve duvarlarda asili fotograflari incelemeye koyulmus.
Adam gelince "Beyim"demis, "gençlik fotograflariniza bakarken düsündüm de, çok ama çok yakisikliymissin. Mal mülk para desen, malum. Eee pek iyi de bir adamsin tanidigim kadariyla, o zaman niye hiç evlenip aile kurmadin be beyim?"

Adam gülümsemis ve "madem garibine gitti, anlatayim" demis. "Ama önce gül bahçesine çik ve bahçemin en güzel ama en güzel gülünü getir,"demis. "Ama kapiya giderken seç, eve geri dönerken degil!"

Kadin sasirarak "peki" demis ve çikmis bahçeye...
O büyüleyici güllerin arasinda ilerlerken bir türlü karar veremiyormus. "Su güzel, bu güzel, yok yok belki ileride daha güzeli vardir" diye... Fakat bir bakmis ki bahçe kapisina gelmis ve duvar dibinde gölgede kalmis bir kaç çelimsiz gülden baska gül yok?!
Ne yapsin dönerken seçemeyecegi için ve o güller de güzel olmadigi için eli bos dönmüs.
Adam "Hani en güzel gül?" diye sorunca anlatmis durumu...
Yasli zengin demis ki:
"Anladin mi simdi benim tüm hayatim boyunca niye evlenemedigimi? Doyumsuz olmasaydin eger daha güzeli, daha iyisi, bunun rengi, bunun dikeni diye... Ve sarilsaydin dört elle sevdigini, begendigini hissettigin o güzelim güllerden birine, ellerin bombos olmazdi benim gibi yolun sonuna geldiginde...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #138
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayata dair ne varsa yaşanacak....

Hayata dair

Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.
Bu nedenle bir lokma için şerefini ayakaltına almaya
Bir anlık zevk için namusunu lekelemeye
Bir zamanlık mevkii için etek öpmeye
Günlük menfaatler için faziletini karartmaya değmez

"... Bostan dolabının yanındaki, suları bana kahverengi gözüken o küçük
ve eskimiş havuzdaki solgun ve kederli nilüferlere gidip bakardım
çocukken, babam onların kökleri olmadığını anlatmıştı bana. Neden bu
çiçekleri hep bir seylere benzetmek için kullandıklarını ancak büyüyünce anladım.
Yalnızca bu çiçekler, hep bir yerlere gidecekmiş gibi azade ve özgür
oluyorlar, ama küçük bir havuzun içinde bir yere gitmeden yaşıyorlardı.
Hayat da böyle bir şeydi benim için; hep bir yerlere gidecek gibi duran,
yalnız ve bir yere gitmeyen bir çiçek. Bütün bir hayatin özeti buydu.
Ben de bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim; öyle solgun bir
nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başıma durdum, köklerimi salamadım, ne
olduğum yere sağlamca yerleştim, ne başka diyarlara kaçabildim,
içinde durduğum havuzla birlikte kirlenip eskidim. Bana bakanlar, beni
seyredenler, beni sevenler oldu, ama kimse yakasına takmadı beni, kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı; onlara ihtiyacım olmadığını,
havuzumda tek başıma yüzebileceğimi düşündüler, ben de yüzdüm, kederi, yalnızlığı,
kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim. Ne garip, başka bir şey olmak da
istemedim, beni beğenmeleri yetti bana..."

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #139
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaşama Dair Hayaller -1- Hayal kurar insanlar ve hayalleriyle bağıntılı iki yol çıkar önlerine. Ya gerçekleştireceklerdir hayallerini ve kahramanlığa yahut derbederliğe sürükleneceklerdir. Yada eğip başlarını önlerine hayallerinin ona neler getireceğini göremeyecekleri vazgeçme yoluna gireceklerdir. Hayaller kurar yazarlarda tüm insanlar gibi. İki yol vardır önlerinde onlarında. Ya hayallerini başkalarına aktaracaklardır. Yada yazarlığa yakışmaz şekilde susacaklardır. Hayaller kurar Ersu Eren Han da sık sık ve hayalleridir beyninizde dolaşanlar :

Yaşama Dair Hayaller -1-
Bir yaprak usulca düşse
Bir insan usulca ağlasa
Bir insan bir yaprak için
Usulca ağlasa

Gözlerim bağsız
Gözlerim bağlı
Gözlerim bağsız yada bağlı
Göremem yarınlarımı
Yarınlar dünden kapatılmış
Yarınlar i-po-tek-li

Bir kuş konsa -başıma-
Bağımı koparsa
Gözlerim açılsa -ah keşke-
Zinciler kırılsa -görülmez-
Yaşam ellerimden
Kayıp gitmeden önce -hissediyorum çok yakın-
Yarınlar kurtulsa

Yaşam
Doğaçlama
Jazz ve blues gibi
Kötülükler ve kalleşlikler
İyiler -yazık ki ne az-
Ve birgün güneşin
Kuzeyden yükseleceğine inananlar
Yaşam
Doğaçlama
Puzzle
Nasıl binbir parçaysa
Masal
Nasıl vurursa yüzüne
Puştluğunu dünyanın -çocuk hayaller içinde-
Yaşam
Doğaçlama
Hayın
Fakat güzel
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #140
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
KIZMAYA ZAMAN YETMEZ !…

Bugün...
Evet, evet. Bugün, kızgın olduğun kim varsa karşısına geç.
Onun suratına dikkatle bak. Ta, gözlerinin içine...
Minicik pırıltıları yakalamaya, ifadeleri çözmeye çalış,
gözbebeklerinde SON DEFA!!

Ve onun gözlerinden ayırmadan gözlerini, şu sözü hatırla :
O, çok kısa bir zaman sonra ÖLECEK!

Senin için çok kısa zaman ne demektir?
Üç gün!..
Üç gün sonra öleceğini biliyorsunuz artık onun; ama o bilmiyor.
Davranışın değişir mi ona karşı?
Üç gün sonra ölecek bir yakınınız sizi kızdırabilir mi?
Veya ona kızgın hadise gerçekten kızmaya değer mi?
Üç gün çokmu kısa?.. Onun gönlünü bile almaya yetmez mi?
O zaman otuz gün sonra onun " bir daha gönlünü alamayacağın uzaklığa"
taşınacağını düşün.
Kabri başında oturup ağlamak mı, yoksa dizi dibinde oturup
konuşmak mı daha kolay, daha az can acıtacak

Bırakalım hadi üç günü, otuz günü...
O insanın üçyüz, hadi üçbin gün sonra
Öleceğini hesap edin .

Çok mu uzun!...
Bitmeyecek kadar mı?..
Bugün... Evet bugün bir görünmez gözlük tak gözüne
ve çevrene onunla bak.
Ailendeki insanlara bu gözlükle bak...
Ve hatta bu yazıyı, o gözlükle oku ;
YARIN YOK
Bugün herkese, her yere ve her şeye dikkatle bak...

AYNALARA BILE!!

HAYAT , KIZMAK İÇİN ÇOK KISA!!!

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri