Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 29

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.666 Cevap: 628
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #281
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kanatlı kısraklar gibi,
beyaz,saf bir / sevgi,
Sponsorlu Bağlantılar
belkide içinde /gizli...
Kayıp bir kimlik belki,
arka bahçende/gizli...
Çocuktuk belki / hıhı...
Çocuk cümleleriyle,
Kimbilir!...
Dudaklarda neler /gizli...
Anlamını bulduramadığımız,
besbelli çocuktuk...
kızaran tebessümün
Arkasında /gizli....


AysunSay

NOT: Böyleydi,kaçak aşkın satırları...
Bazı hummalı kaçışları,
Gelgitler denizinde yakardık solukları...
Biz çocuktuk...
sevgiler.

HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
22 Şubat 2007       Mesaj #282
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
İçimde filizlenen senden sana selamlar olsun…

Sponsorlu Bağlantılar
Biliyorum, bir mektuba böyle başlanmamalı. Başlık belirsiz değil sade ve samimi olmalıydı; eğer adını bilseydim. İsmini bulamadım, ilk satıra koyamadım, kusuruma bakmazsın artık.
Sen görmeyeli çok değiştim. Gerçi sen hiç görmedin bu cennetten parsellenmiş, vicdan azaplarıyla doğup batan yeşil memleketimi ama halden anlarsın, bilirsin yalnızlığın kokusunu. Gözyaşlarının buğusundan etraf bulanır bazen. Ne söylenilenler anlanır o zaman ne yaşanılanlar. İşte böyle karmaşık bir anımda dökülüyor kömür tanecikleri selüloz tabakanın üzerine. Harfler çiziyor kalemim içinde senin olduğun nice hayatlara. Her suratta seni arıyor, seni buluyorum. Sahi, ne zaman geliyorsun buralara?
Herkes seni çok özledi demeyi çok isterdim ama miktar zarflarım benim yanımda ufalıyor, kayboluyor. Bunlar seni hiç özlemedi. İnanma bana, seni bir tek ben özledim, bir ben bekliyorum yolunu. Ne diyordum? Hımm! Geçen gün kapının önünde bir sürü zarf görünce yine sevindim, sanki sen göndermişçesine. Faturalar da en az senin kadar şaşırdı bu tepkime. Zarflarını nazikçe açıp gözlerimin önünde el yazınla yazılmış hatıralar canlandırdım.
Yazlar da kışlar da fark edilmez oldu artık. Ben hep üşüyorum yokluğunda. Bazen gün ortasında başlıyor güneş, bazense hiç doğmuyor. Zannedilen yerde yaşamıyorum belki de. Ama bedenim burada, ondan eminim. Bir aksilik olmazsa ben geliyorum sana. Hatta bu mektubu tezelden ulaşsın diye ben getiriyorum.

Şimdilik sağlıcakla kal!

Seni bulabilmem dileğiyle…”

alıntıdır.

Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
24 Şubat 2007       Mesaj #283
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yaşanmamış Sevdaların Elinden Tutmak (Sahipsiz Mektuplar)

Puslu bir gecedeyim. Karşımdaki denizi görmek imkansız. Martılar bile ortak oluyor mezelerimize. Onlar da göremiyor bizi. Bütün yarım sevdalılar toplandık bu gece. Kadehlerimizi vefasız sevgililer için kaldırıyoruz. Ulan diyorum ne çok şerefe kadeh kaldıracağımız acılar çekmişiz be. İkinci büyük şişenin bile dibi göründü. Ayrılıklara rağmen, sensizliğe rağmen yaşamışız. Ömrümüz hep kaçışlarla dolu. Her kaçısın sonunda tekrar kaçmaya hazırlanmışız meğer. Ama ömrümüzü hep bir eksikli yaşamışız. Bir yanını tamamlasak, mutlaka başka bir yerden açık veriyormuşuz. Tamamlamaya uğraştıkça sevdanın gizlerinde kaybolup gidiyormuşuz.

Oysa ne çok sevmiştik ulan biz. Bedenlere değil, ruhlara taliptik oysa. Belki de sırf bu yüzden zorlanıyorduk sevda adına bir adım atmakta. Cehennem ateşi gibi, sevdanın kor alevlerinde yanacağımızı bilemedik. Bilememişiz… Bizler, yani bir gecelik akşamcılar adanın değil, bir kıtanın kaşifi olmak için cebelleştik hayat denen kıçı kırık meretle.

Sevmiştik hepimizde. Umarsız sevmiştik, yalansız sevmiştik. Sevda denen yola çıkmıştık bir kere dönüşümüz yoktu. Ama yıllarca öyle çok ara duraklarda beklemiştik ki, kaçan otobüslere mendil sallamayı bile çoğu kez unutmuştuk…

Kaçan kaçmıştı, yakalayamamıştık, koşamamıştık sevdalarımızın peşinden. Zira delikanlıya zor gelirdi. Dedikodular diz boyu, arşı aşardı o zaman. Bizlere de bunlar yakışmazdı hani. Sonrasında geriye dönüp baktığımızda başladığımız yerden bir kaç metre bile uzaklaşmadığımızı fark ediyorduk. Bir acayip denklemdi yani çözemediğimiz. Dönüp dolaşıp aynı limana demir atıyorduk. Bu da kaderimizi güldürmeye yetiyordu. Ama yüzümüzü güldürmemişti bu hayat. Kaderin bizlere yedirdiği kelekler bini aşmıştı. Bizler o keleklere bile alışmıştık.

Sevdayı kovalamak bizleri yormuştu. Sevda her ne hikmetse bizden daha hızlıydı. Artık onca sevda ufukta bile görünmeyen seraptı artık. Rüyalarımıza bile zor girer çıkar olmuştu. Ama bir bahanesi vardı işte bu geceki içmelerin. Kimbilir kaç kez “Vazgeç” bu sevdalıktan demişizdir kendimize, kaç kez jiletlere hedef olmuşuz ve kaç kez bitirmek istemiştik umut aradığımız rakılarda. Yok olmak unutmak demekti, unutmak demek sarhoş olmaktı oysa. Ama her sabah yeniden baş ağrısıyla uyanmayı unutuyorduk. Unuturmuşuz meğer.

Düşündüm de kaç kez unutmaya çalışmıştım seni, kimbilir kaç kez yaşamı noktalamak geçmişti içimden. Salaklık işte. Mıh gibi sokmuşsan aklına bir kere çıkar mıydı dövülmeden demirci örsünde. Oysa yaşamak güzeldi, dost sohbetlerinde askerlik anıları gibi, eski sevdalarımızı anlatamıyorduk ama yine de güzeldi saklı kalan sevdamızı yaşamak.

Oysa o zamanlar birimiz yaprak diğerimiz dal oluyordu. Kopmasın diye tutunduğu bir dal. *****lik yüklü rüzgarların hemen kıracağını unutmuşuz. Unutmuşuz ayıracağını daldan yaprağını. Unutmuşuz işte…

Nasılda coşku dolu başlanır ilk sevdaya. Yemeden içmeden kesilir insan. Uykusuz geceler birbirini kovalar. Aç-bilaç gezinir durusun sokaklarda. Dünya içine sığmaz zavallı yüreğin. Gecelerin gündüzlere karışır. Bir yumru peydahlanır boğazına nefes alamazsın. Göz kapakların uykuya darılır, Bülbül olursun yada gül. Bülbülsen güle hasret, gülsen bülbüle hasret yaşarsın. Ömrünü sevdana adamaya hazırsındır. Anlarsın sonra, onu biriyle el ele gördüğünde, şabalak haline ağlarsın. De ki sevdanla barışıksın, de ki dünya onun etrafında dönüyor. Senin hayatına yön veren tek pusulan bu sevda. Ama sonrasında her gün yeni bir yönünü öğrenip şaşırırsın. Buna da katlan bakalım katlanabilirsen.

Bizler yürekleri yorgun, yaşları kırkları geçkin, sevdayı kovalamaktan bitkin, ihtiyar delikanlılarız. Puslu bir geceyi aydınlatan üç – beş ateş böceği yani. Yaşanılanlarla yaşamayı unutmuş birkaç tane bedevi. Şimdi her birimizin bir sevdası var. Ölümüne sevdiğimiz, uğruna öldüğümüz sevdalarımız yani. Şimdi ne ***** rüzgarlara veririz yaprağımızı nede unuturuz yeminimizi. Öylesine yapışmış ki dallar ve yapraklar kopartabilene aşk olsun. Artık kimin dal, kimin yaprak olduğunu iyi biliyoruz. Ne dalsız yaprak ne de yapraksız dal oluyor artık.

Bizim sevdalardan uyanalı çok olmuştu. Artık sevda hikayeleri dinlemeyeli yani. Artık başrollerde dal ve yapraklar vardı. Uykularımızın adları değişti çoktan. Şimdilerde geçim sıkıntısı uykusu, okul masrafları uykusu var. Bir gece birinin, bir gece diğerinin sonsuzluğunda kaybolup gidiyoruz artık. Ne gariptir ki kendimizi kuşatma altında ki bir ordunun komutanı gibi görüyoruz çoğu zaman. Ulan diyorum meğer ne çok askerimiz varmış bizlere ihanet eden…

Puslu bir gecedeyiz işte. Biraz buruk, biraz hüzünlü ve birazda sarhoşuz. Karşımızda puslu, sisli kardeşim Karadeniz. Martılar bile sarhoş bizimle. Yere dökülen mezelere ortak, birazda çakır keyifler şişedeki rakıyı içmekten. Biz bize ailece oturuyoruz işte. Bütün yarım sevdalılar toplandık bu gece. Bir yanımda Hüseyin hoca, bir yanımda Tilki, diğer yanımda Hacı. Dedim ya bir gecelik akşamcı. Kadehlerimizi vefasız sevgililer için kaldırıyoruz birer birer. Ulan diyorum ne çok şerefe kadeh kaldıracağımız acılar çekmişiz be. Bunca sıkıntılara rağmen nasılda ayakta kalabilmişiz. Bunca kötüye rağmen nasılda yaşamışız. Ömrümüz hep kaçışlarla geçmiş. Sevdanın abisinden kaçmışız, sonra polisten kaçmışız. Ama ömrümüzü hep bir eksikli yaşamışız. Bir yanını tamamlasak mutlaka başka bir yerden açık vermişiz. Tamamlamaya uğraştıkça sevdanın gizlerinde kaybolup gitmişiz.

İşte şimdi de gidiyoruz. Kıyamete doğru gidiyor bindiğimiz kayık. Arkamızda bir kaç boş şişe, bitmemiş mezeler ve bir avuç çerez. Birde geçmişte yaşadığımız uzun cümlelerle anlattığımız gençliğimizi bırakıp gidiyoruz. Yeni bir sevdaya pupa yelken, sağa sola yalpalayan karadenizin tam ortasındaki bir kayık misali gidiyoruz. Sizleri de bekleriz…

Sevgilerin yalansızı sizlerin olsun, hep sizden yana
Aşk şerbetini siz içmelisiniz dolu dolu, kana kana
Yaşam dediğin ne ki zaten, kısa metrajlı bir film
Umutlarınız daim olsun, budur size son dileğim…

Yanmaksa yaşamak, bazılarımız yansın. Kanmaksa aşk, bir kaçımız kansın. Sevmekse bir ömür, gelin tüm dünya sevsin. Ben sizleri seviyorum zira.

Geride yaşanmamış zamanların ellerinden tutmak dileğiyle DOST kalın SEVDALI kalın ve hep böyle SEVGİYLE kalın….


' Sahipsiz Mektuplar ' İsimli Şiir Kitabından
Emre Alkan

--------------------------------------------------------------------------
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
24 Şubat 2007       Mesaj #284
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılık Aramızda, ayrılık sadece bir kelime, neden terk etmiyorsun beni bir türlü,
söyle!

Annemin saçlarımı taradığı günler gibi aklımdan hiç çıkmıyorsun, neden insan
hafızasından bazı şeyleri silemiyor acaba...

Ruhuna kazınmaya görsün bir an, çakılıp kalıyor içine sonra çıkartabilene
aşk olsun.

Bir şeyler esir alıyor ruhunu ve seni terk etmiyor asla.

Sonra oyalanıyorsun orada, burada benim gibiysen çoğu zaman kitaplarda...

Kimi başucumda, kimi salondaki sehpalara dağılmış kitaplarım, sayfalarının
arasına işaret koyduğum, nerede kaldıysam oradan devam ettiğim kitaplarım
artık beni oyalamıyor, ne yalan söyleyeyim bıktım okumaktan çünkü hiç biri
seni anlatmıyor.

Seni en fazla hiç tanımadığımız insanlar anlatıyor gözümün bebeği. Hepsinin
yaşadıklarındasın. Galiba aşk, bir adamı bin insanda görmek.

Salı pazarında dolaştım gene, baş parmaklarının uçları bıçak kesiği kadınlar
ellerinde torbaları karınca misali yuvalarına bir şeyler taşıyan kadınların
pazarı.

Herkes tanıdık, herkesin yamalı bohça gibi hayatı yanında, öyle ortak yanlar
var ki şaşırıyorum baktıkça kadınlara. Hepsi biraz benim, satıcıların
öfkesinde biraz sen. Çınlıyor sesin ekmek parası derdinde, ve her tezgah
kendinin ağası. Kadınlar, parfüm satan tezgahın önünde mutlaka duruyorlar,
bakıyor, kokluyor ve çoğu kez almıyorlar, öyle ya o paraya çocuğa eşofman
alınır, yani o paraya, ne beğendiyse yerine neler alınır diye hesap yapan
kadınlar var her tezgahta.

İşittikleri son sevgi sözcüğü neydi acaba, biri ortada kurulmuş çay ocağında
yanıma oturuyor. Çoğu konuşmaz, konuşkan değildir Salı Pazarı kadınları ama
pek sıkılmış belli bana askerdeki oğlundan söz ediyor, çok özlemiş, hangi
sebzeye baksa, oğlunun sevdiği yemek aklına gelmiş anlatıyor ve gözleri
doluyor.

Savaş çıkmaz değil mi diye soruyor, bilmem diyorum; savaşlara karar verenler
askerlik yaşı geçmiş erkekler, ne yapacakları belli mi olur, bekliyoruz
hangi namluda öfkeleri durulur diye.

Sağ kalmayı becerdikse, hani bizi de yaşarken öldürmelerine sustuğumuz
içindir.

Doğru diyor kadın, dikleşiyor yorgun vücudu bıraksalar koskoca bir orduyu
haklar bir oğul uğruna.

İşte böyle bir şey kadın olmak, annelik var ucunda, elinde file, torba, üst
baş pejmürde ama oğlu düşünce aklına kafa tutuyor dünyaya.

Neye baksam Salı Pazarı’nda seni anlatıyor bana, arkamdan konuştuklarında
utanmamalıyım diye yaşadığım hayatım, sana anlatamadıklarım, yarım kalan ne
varsa aramızda aşk oluyor Salı Pazarı’nda, herkesin alabileceği kadar ucuz
bir aşk.

Affediyorum bugün ne varsa beni inciten sırf intikam olsun diye. Telefon
çalıyor, beni arıyorsun birden sesler kesiliyor, duyacaklar diye ürküyorum
ondan bir an sessiz kalışım.

Ama tabii sen bunları bilmiyorsun,
Telefonda neredesin diyorsun
Bıraktığın yerdeyim.

Salı Pazarı’nın ortasında

Denizi seyrediyorum

Ya da bir yürüyüşte

bir toplantıda

Ne derlerse yapıyorum.

Ne kadar zaman oldu görmeyeli seni

Diye soruyorsun

Zaman artık yok ki bilmiyorum

Neyse ki

Ellerim hep benimle

Sana dokunmayan

Durmadan içinde senin olduğun şiirler yazan.

Tarih

Sabahları seni özlemiş kalktığım

Kahve vakitleri

Şimdi telvelerden medet umma günleri

Her yalana razı geldiğim

Kahve falları.

Peki sen hatırlıyor musun beni ,

Çantasında mutlaka kitap gezdiren bir kadın

Ve küçük bir kolonya şişesi, bir de kalp ilacı.

Ne zaman mı,

Sağır zaman, çıt yok.

Salı Pazarı’nda durduğuma bakma

Çoktan çekip gittim başka diyarlardayım.

Aramızda, ayrılık sadece bir kelime

Neden terk etmiyorsun beni bir türlü, söyle!
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
24 Şubat 2007       Mesaj #285
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
Yarım Kalan Aşk Rasim, bir aksam okuldan döndüğü vakit, kendi ismine gelmiş bir zarf buldu. İçinde, çiçekli bir kağıt üstüne, su satırlar yazılıydı:

"Rasim Bey, Ben sizi uzaktan uzağa seven bir genç kızım. Çok güzel olduğumu korkmadan söyleyebilirim. Dünyada en büyük emelim sizin tarafınızdan sevilmek ve sizin kariniz olmaktır. Fakat yaşlarımız çok küçük olduğu için zannederim ki birkaç sene beklemek gerekecek. Şimdilik kendimi size tanıtmayacağım. Mektuplarınızı ..... adresine taahhütlü olarak gönderiniz. Benim çok mutaassıp bir beybabam vardır ki, çok az sokağa çıkmama müsaade eder. Bununla birlikte belki bir gün ayaküstü görüşebiliriz. Kendimi şimdiden sevgiliniz ve nisanlınız saydığım için sizinle görüşmeyi fena ve ayıp bir şey saymıyorum. Evde yalnızlıktan çok canim sıkılıyor. Mektuplarınız benim için bir teselli olacaktır."

On altı yaşına gelmiş her okul çocuğu gibi, Rasim için de hayatta sevilip sevmekten daha önemli bir şey yoktu. Bu mektubu okur okumaz yüreğine bir ateş düştü. Tanımadığı bu kızı deli gibi sevmeye başladı. O gece sinemaya gidecekti, vazgeçti, erkenden odasına çekilerek kendisini seven bu genç kıza uzun bir mektup yazdı. Mektubu posta kutusuna attığı zaman birdenbire on yas büyümüş gibi gurur duyuyordu.

İsminin Bedia olduğunu söyleyen bu genç kız, Rasim'in mektuplarına düzenli olarak cevap veriyor, eğer bir iki gün geciktirecek olursa kıyametleri koparıyordu.

"Sizi ne kadar sevdiğini ve sizin mektuplarınızdan başka tesellisi olmadığını söyleyen bir zavallı kızın gözlerini yollarda bırakmak doğru olur mu? Hem mektuplarınızı çok kısa yazıyorsunuz. Bir rica daha: mektuplarınızı biraz okunaklı yazıyla yazamaz misiniz?"

Genç okullu, akşamları erkenden odasına kapanıyor, sevgilisine kendini beğendirmek için saatlerce müsveddeler yaparak, kitaplar gibi uzun mektuplar yazıyordu.

Bedia ayni zamanda meraklı bir kızdı. Bazen söyle sorular sorduğu da oluyordu:

"Evlendigimiz zaman balayımızı geçirmek için acaba İtalya'ya mi gidelim, İsveç'e mi? Bu iki memleket acaba nasıldır? Halkı nasıl yasar ne iş görür? Oralara gitmek için hangi denizlerden hangi memleketlerden geçilir?" Yahut da "Sen Abdülhak Hamit Bey'in Esber'ini okudun mu? Nerelerini en çok beğendiysen yaz da ben de okuyayım...
" Genç okullu, nişanlısına karşı küçük düşmemek için, coğrafya ve edebiyat kitapları karıştırıyor, onun istediği bilgiyi toplamak için günlerce çırpınıyordu.

Bedia bir mektubunda ona söyle darıldı: "Sizinle muhakkak görüşmeye karar vermiştim. Dün okul dönüşünde yolunuzu bekledim. Fakat bir genç kızın sevgilisi olduğunuzu hatırlamamış, çok fena giyinmiştiniz. Üstünüz başınız, ayakkabınız çamur içindeydi. Çocuk gibi arkadaşlarınızla mı boğuştunuz acaba? Bunu görünce sizi mahcup etmekten korkarak yanınıza gelemedim."

Rasim fena halde utandı ve üzüldü. O günden sonra olağanüstü dikkat ve özenle giyinmeye başladı. Bedia bir kere de onun okuldan çıkar çıkmaz eve gitmemesinden, geceye kadar sokakta dolaşmasından şikayet etmişti. Acaba kendisi evde onun için ağlarken, o, başka kızların pesinde mi geziyordu?

Rasim dünyada Bedia'sindan başka hiçbir kızı sevemeyeceğini yeminlerle yazdı ve sokakta dolaşmaya, tesadüf ettiği kızlara göz ucuyla bile bakmaya cesaret edemez oldu. Bir aksam, Rasim'in annesi Nedime Hanim kocası Ahmet Beyi matemli bir çehre ile karşıladı, ağlamaklı bir tavırla:

"Ah Bey,başımıza gelenleri sorma. Oğlumuza Bedia isminde bir kız musallat olmuş. Bugün Rasim'in odasını düzeltirken mektuplarını buldum. Evladımız elden gidiyor. Bir çare bul."

Ahmet Bey'de hiçbir meraklanma işareti görünmüyor, tersine kıs kıs gülüyordu. Sesini alçaltarak:

"Korkma Hanim," dedi, "oğlana aşk mektuplarını yazan kız benim! Oğlandaki haylazlık arttıkça artıyordu. Ne okuldaki öğretmenler, ne ben, bütün gayretimize rağmen, ona doğru dürüst yazmayı bile öğretemiyorduk. Nihayet düşüne düşüne bu çareyi buldum.

Rasim'in kıza yazdığı mektuplar sayesinde yeni yazıyı mutlaka öğreneceğinden ve bu sene sınıfı geçeceğinden eminim. Doğrusunu istersen, ben de eski yazıyı bir zamanlar sana mektup yaza yaza öğrenmiştim."
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #286
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
napster cok gec
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #287
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
Sevginin Gözyaşları Delikanlı yiyecek bir şeyler almak Burger King standına yaklaşınca, standın
arkasındaki bir kız dikkatini çekti. Siyah saçlı,beyaz tenli genç kız,
müşterilerine siparişlerini verirken daima güleryüzlü, sıcacık bir şekilde
hizmet veriyordu. Nur yüzlüydü. Delikanlı bu kızdan çok etkilenmişti. Neredeyse
ilk bakışta aşık olunabilecek bir kızdı. Yaşı olsa olsa 17-18 idi. Siparişleri
yetiştirebilmek için bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. Bu arada yüzündeki
gülücükler hiç eksik olmuyordu.

Delikanlı standa iyice yaklaştı. Özellikle de genç kızın olduğu standa
gelmişti. Genç kız ona siparişini sorduğunda, elindeki kağıdı ona doğru uzattı.
Kağıda ne almak istediğini yazmıştı: "Bir Tavuk Burger menü, Sprite, bir ketçap
ve bir acı sos istiyorum, lütfen." Genç kız delikanlıya biraz buruk ama
yüzündeki gülümsemeyi hiç kaybetmeden "-Hemen efendim" dedi. Ardından da
"150.000TL fark ödeyerek büyük seçim ister misiniz?" diye sordu. Delikanlı ise
"Hayır" anlamında başını salladı. Kredi kartını uzatıp hesabını ödedi.
Siparişlerini alıp uzaklaşırken "Teşekkür ederim" misali bir gülücük attı kıza.
Tavuk Burgerini alıp masasına giderken, arkasına baktığında, genç kızın tatlı
bir gülümsemeyle arkasından bakmakta olduğunu farketti. Belli ki kendisi sıradan
bir müşteri olmamıştı. O gün yemeğini yerken,genç kızla bir iki defa göz göze
geldi. Her ikisi de bundan gayet hoşnut olmalıydı ki, birbirlerine bakarlarken,
yüzlerindeki gülümseme hiç eksik olmamıştı.

Delikanlı akşam eve döndüğünde aklı genç kızda kalmıştı. Göğsündeki plakadan
kızın adının Selma olduğunu öğrenmişti. Aslında delikanlı konuşabiliyordu,ama
neden böyle bir şey yaptığını da anlamamıştı. Yine de hiç renk vermemiş, bu oyun
hoşuna gitmişti. Sanırım Selma'dan hoşlanmıştı.

Aradan iki gün geçmişti. Tekrar Bakırköy-Galleria'ya gitmiş ve yine elinde
bir kağıtla doğruca Burger King'e gitmişti. Bu sefer kağıdın başına "Merhaba
Selma" demeyi unutmamıştı. Selma'nın olduğu kasaya gitti ve gülümseyerek kağıdı
ona uzattı. Genç kız onu gördüğünde hayli sevinmiş bir halde kağıdı aldı;
"Merhaba, hoş geldiniz" diyerek siparişini hazırlamaya koyuldu. İki gün önceki
durumu arkadaşlarına anlatmış olacaktı ki, herkes onlara bakıyordu. Siparişi
hazır olunca, tekrar kredi kartını uzattı ve hesabı ödedi. Selam vererek oradan
ayrılıp, masalardan birine oturdu. Bu durumun gün geçtikçe hoşuna gitmeye
başladığını farketti. Gerçi daha önce aynı yerden alışveriş yapmıştı ama
Allah'tan kimse bunun farkına varmamıştı.

Bir yandan sevinirken,diğer yandan genç kıza karşı dürüst olmadığını
üzülmüştü. Aslında kötü bir niyeti yoktu. "Bakalım nereye kadar sürecek" diyerek
bunu devam ettirmeye karar verdi. Galleria evine yakın olduğu için sürekli oraya
gidiyordu.

Bu durum iki hafta bu şekilde sürdü. Ama artık sipariş için kağıt uzatmasına
gerek kalmamıştı. Selma'yı gördüğünde, doğrudan onun yanına gidiyordu. Selma da
sanki onu beklermiş gibi, karşısında onu görünce birden gözleri parlıyor, hemen
"Hoş geldin" diyordu. Delikanlının kağıdı uzatmasına fırsat vermeden "Bir tavuk
Burger menü, normal seçim, sprite, ketçap ve acı sos...; hemen hazırlıyorum." Bu
durumdan her ikisi de çok memnun görünüyordu. Delikanlı kısa zamanda Burger
King'de tanınan biri haline gelmişti.

O gün siparişini aldığında genç kıza bir kağıt uzattı ve oradan ayrıldı.
Masalardan birine oturduğunda, Selma'nın küçük not kağıdını okuduğunu gördü:

"Özür dilerim Selma. Beni lütfen yanlış anlama. Eğer yemek paydosun
varsa,biraz beraber oturabilir miyiz? Bu teklifimi kabul edersen çok mutlu
olurum."

Selma notu okuduktan sonra Emre'ye bakarak "Evet" anlamında başını salladı.
Eliyle de "Yarım saat sonra" diye işaret yaptı. Bunu gören Emre çok sevinmişti.
Kısa bir süre sonra da Selma'nın kendisine doğru geldiğini görünce, eli ayağının
birbirine dolandığını hissetti. Çok heyecanlanmıştı. Nasıl davranacağını
bilemiyordu. Her ne kadar bu oyunu kendisi başlattıysa da, işin buralara
varabileceğini tahmin etmemişti. "Acaba nasıls davransam" diye düşündü. Selma o
kadar tatlı, o kadar sıcakkanlı biriydi ki, onu kesinlikle kırmak, üzmek
istemiyordu. Yine de şimdilik hiçbir şey açıklamamaya karar verdi. Selma gelip
de yanına oturduğunda, 'ağzımdan bir şey kaçırırım' diye çok korkuyordu. Umarım
kendisini tanıyan biri çıkmazdı. Bu arada selma gelmeden cep telefonunu da
kapatmış ve saklamıştı.

Fazla zamanı yoktu genç kızın. Şefinden ancak yarım saat için izin
alabilmişti. Masanın üzerine kağıt kalem koymuştu Emre. Genç kız konuşarak biraz
kendisinden bahsetti. 18 yaşına yeni girmişti. Üniversite sınavına
hazırlanıyordu. Dersane parasını ödeyebilmek ve ailesine yük olmamak için de
burada çalışıyordu. Fındıkzade'de oturuyordu. O da delikanlı gibi sigara
içiyordu. Birer sigara yaktılar. Delikanlı kağıdı, kalemi alıp kendisiyle ilgili
bir şeyler yazmaya başladı. 25 yaşındaydı, üniversiteden mezun olalı birkaç yıl
olmuştu. Genç kızın üniversiteye hazırlandığını öğrenince, belki yardımcı
olabilirim diye düşündü. Ancak daha sonra bunu açıklamaktan vazgeçti. Öyle ya,
konuşamıyordu. Ona nasıl yardımcı olabilirdi ki! Bu yüzden üniversite mezunu
olduğundan bahsetmedi. Yazdığına göre herhangi bir yerde çalışmıyordu.

Bu şekilde yaklaşık yarım saat konuştuktan sonra, Selma kalkması
gerektiğini söyledi. İki gün sonra Pazar günü tekrar buluşmak üzere ayrıldılar.
Aslında bir işi vardı ve o gece de işe gidecekti. Birkaç yıldır turistik bir
otelde çalışıyordu.

Pazar günü buluştuklarında delikanlı durumu açıklamaya karar verdi. Günden
güne ondan hoşlanmaya başlamıştı ve bu yüzden onun duygularıyla oynamak
istemiyordu. Çünkü bu durum ileride daha kötü sonuçlar doğurabilirdi. Hem daha
ne kadar saklayabilirdi ki! Ya da neden saklama gereği duysun. Artık arkadaş
olmuş,çıkıyorlardı. Ayrıca kendisi henüz söyleyemeden, Selma bu durumu
başkasından öğrense; işte o zaman çok kötü olurdu.

Kışın en soğuk günleri yaşanıyordu. Delikanlı arabasına binip, Selma'yla
buluşacağı yere erkenden gitti. Bu soğukta onu bekletmek istemiyordu. Oraya
vardıktan kısa bir süre sonra Selma da geldi. İlk defa biniyordu Emre'nin
arabasına. Kağıt kalem her zamanki gibi hazır duruyordu. Sinemaya gitmeye karar
vermişlerdi. Sinemada "Meet Joe Black" isminde, Brad Pitt'in oynadığı bir film
gösterimdeydi. Filmi izlerken Emre genç kızın ellerinden tuttu. Selma da başını
Emre'nin omuzuna koymuş,bu şekilde filmi izliyorlardı. Tam üç saat sürmüştü
film. Sinemadan çıkarlarken hava biraz kararmıştı. Saat henüz dörttü ama günler
o kadar kısaydı ki! Çok duygusal ve güzel bir filmdi. Her ikisi de filmi çok
beğenmişlerdi. Filmin etkisiyle öyle mutlu görünüyorlardı ki, eve dönene kadar
hiçbir şey konuşmadılar, yazmadılar. Emre de bu güzel anı bozarım korkusuyla
yine hiçbir şey açıklayamamıştı. Tam o sırada delikanlının cep telefonu mesaj
sinyali verince, yüzü sapsarı olmuştu. Onu arabanın torpido gözünde unutmuştu.
Neyse ki sadece mesaj gelmişti. "Ya telefon çalsaydı" diye düşündü. Selma
Emre'nin telefonunu görünce, o da çantasından bir telefon çıkardı. Telefon
ablasına aitti. Artık eve varmışlardı. Birbirlerine telefon numaralarını
verdiler. Mesaj göndereceklerdi. Vedalaşıp ayrıldılar. Daha arabadayken ilk
mesaj gelmişti: "Seni özledim." Dışarıdaki buz gibi havayı ısıtan sıcacık bir
mesajdı bu.

Tarih 14 Şubat 1998; yani Sevgililer Günü. Emre ve Selma tanışalı iki buçuk
ay olmuştu. Ve genç kız hala onun konuşabildiğini bilmiyordu. Bu şekilde tam iki
buçuk ay geride kalmış, birbirlerine öyle bağanmışlardı ki! Kah cep telefonuyla
birbirlerine mesaj yolluyorlar, kah ellerinde kağıt kalem anlaşıyorlardı.

İki buçuk ay önce, belki de bir muziplik olarak başlayan oyun sayesinde,
bugün birbirlerini çok seven ve her ne olursa olsun ayrılmamaya karar veren iki
sevgili olmuşlardı. Ve delikanlı bu süre içerisinde, bu oyunu biraz da
'Selma'yı kaybederim ' korkusuyla açıklamaya korkmuş, bugünlere kadar
gelmişlerdi.

O gün sevgililer günüydü. Her sevgili gibi onlar için de çok önem
taşıyordu. Kış olmasına rağmen hava o gün çok güzeldi. Kendilerini hemen şehrin
gürültüsünden uzak, kırlarda bir ağacın altına attılar. Güneş ara sıra
bulutların arasından parlayarak ortaya çıkıyor, sanki onları ısıtmak istercesine
çabalıyordu. Ancak onlar zaten birbirlerine sarılarak ısınıyorlardı. Her ikisi
de Sevgililer Günü için hediye almışlardı. Selma üzerinde "Seni Seviyorum"
yazılı, kalp şeklinde kırmızı bir yastık almıştı. Arabasına koymasını istemişti.
Emre ise, camdan yapılmış şeffaf, içinde kurutulmuş kırmızı bir gül bulunan kalp
şeklinde bir biblo almıştı. Yanına da duygularını ifade eden bir mektup
koymuştu:

"Sevgilim,
Şu anda o kadar mutluyum ki, bunu ifade edebilmem mümkün değil. Aslında bir o
kadar da endişeliyim. Bu mutluluğu bozacağımdan korkuyorum. Sana nasıl
anlatacağımı bilemiyorum.(Mektubu okudukça genç kızın yüzünde gittikçe
şakınlaşan bir ifade beliriyordu.) Öncelikle senden özür dilemek istiyorum.
Umarım beni anlarsın. Ne olursa olsun,benim için ne kadar değerli olduğunu
bilmeni istiyorum. Seni işyerinde ilk kez gördüğüm gün, öylesine tatlı duygular
içerisine girmiştim ki, o gün ne yapacağımı şaşırmıştım. Sanırım ne olduysa bu
şaşkınlığım yüzünden oldu. Belki hayatım boyunca normal bir şekilde
yapamayacağım bir şeyi, sırfa sana yakın olabilmek için bu yolla yapma
cesaretine girdim. Şu anda, bu okuduklarından bir şey anlamamış bir şekilde
yüzüme şaşkın şaşkın baktığını tahmin edebiliyorum. Ama ina ki hiçbir kötü
niyetim yoktu. Amacım ne seninle oyun oynamaktı,ne de duygularını incitmek. Her
geçen gün sana ne kadar yakınlaştıysam, sana ne kadar bağlandıysam, içimde de o
kadar yoğunlaşan bir korku oluştu. Çünkü seni gerçekten kaybetmekten korktum.
Ama artık benim için de,senin için de böyle bir haksızlığa dayanamıyorum. Bana o
kadar sevgi dolu yaklaştın ki, hep bu sevgine layık olmaya çalıştım. Senden her
ayrılışımda, her tarafta gülümseyen yüzünü, gülen gözlerini gördüm. İşte ben de
bu gülen gözlerde ve seven kalbinde kaybettim kendimi. Şimdi kendimi bulabilmem
için lütfen yüzüme bak."

Selma, okuduğu mektuptan bir şeyler anlamaya çalışırcasına Emre'nin yüzüne
baktı. Emre Selma'nın ellerini avuçlarına alıp, tüm cesaretini toplayarak genç
kıza:

" Seni seviyorum Selma, seni çok seviyorum. Sevgililer Günün kutlu olsun."
der. Az önceki şaşkınlığı iki kat artan Selma, ne yapacağını, ne diyeceğini
bilmez bir halde Emre'nin yüzüne bakakalır. Emre konuşabilmektedir. Bir an
ellerini Emre'nin avuçlarından çekmek istese de bunu başaramaz. Tam ağzını açıp
bir şey söylemeye yeltenir ki, Emre parmağıyla onun dudağına dokunup, bir şey
söylemesini engeller. Ancak, genç kızın, o her zaman gülen gözlerinden iki damla
gözyaşının akmasına engel olamaz; şaşkınlığın, mutluluğun, sevginin
gözyaşlarına... Birbirlerine sımsıkı sarılarak arabaya doğru yönelirler.
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #288
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
Sevgileri Yarınlara Bıraktınız "Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı." Yaşamak ve sevmek için hep bilinmeyen bir zamanı bekleriz. Önce diploma almalıyızdır. Sonra iş, güç sahibi olmalıyızdır. Sonra ev, araba ve tüm eşyaları almalıyızdır. Sonra çocukları evlendirmek ve günlük hırslara boğulan hayatlarımızı papatyalar gibi koparıp vazoda yaşatmaya çalışırız. Yaprakları solmuş ve suyu pis kokan o vazo, yaşamın gizli saklı hainliklerine yataklık eder. Artık birbirimize dokunmadan, ellemeden yemekle yatak odası arasında geçer gider en değerli zaman, hayatımız.Biz hiç ölmeyecekmiş gibi sonsuzluk duygusu içinde gaflet uykularında kana bulanırız. Kan çiçekleri derleriz düşlerimizde, ölümlü hayatlarla örülü hayatlarımızın ölmüş sevdalarına ağıtlar yakarız düşlerimizde sessizce. Onları hep daha iyi bir zaman ve başka günlere bırakırız, yaşanacak ne varsa.Gizli bahçemizde açan çiçekleri tek tek yolup dökülen saçlarımızın yanına koyarız.Telaşla koşarken eve yetişip yemek yapmak için ya da iş toplantılarının tekdüze vurgusuna ayak uydururken verilecek taksitlerden daha önemli olmaz hiç sevgiyle dokunmak birine. Dokunmak, yaşamın en kutsal büyüsü kızıl akşam üstlerden koşarak gelen ve avucumuza yanar bir top gibi düşen.Dokunmak birine içten ve sevinerek bir çoçuk gibi varolduğuna şükrederek.Dokunmak, insanın insanla zenginleşen biricik yaratık olduğunun en güzel kanıtı.Oysa dokunmadan geçip gideriz en yakınlarımızda salınan yalamln kıyısından, lağım akan kanallarda boğuluruz küçücük hırslarla birgün bize hiç lazım olmayacak. Vakit olmaz yaşamak için. Vakit kalmaz yaşamak için beni unutma çiçeklerinden taçlar yapmaya aşkın başına.Öpüp koklamadan bir tenin yumuşaklığını, incir çekirdeğini doldurmaz kavgalarda tükenir nefesler. Kutsal nefeslerimizi en çirkin sözcüklere harcarız da düşünmeden, sevda sözcüklerine yer kalmaz koskoca mekanlarda.Dünyayı dar ederiz de herkeslere nedense yalnız gecelerde gözyaşlarımız bizi affetmez. Kavgalarda ve ağız dalaşlarında tüketiriz sevgilerimizi de aşklara hiç ümit vaad edilmez çorak topraklarda.Devedikenleri bile kururken bahçelerimizde baharın gelip geçtiğini görmeden kapanır gönül gözü. Gönül gözü kapalı olanın yiyeceği taş duvarlardır ev niyetine ve altın bilezikleridir sarılacak sevdalar yerine. Denizler uzak düşlerin maviliklerine saklanır da bir çocuk gibi, hiç selam etmez bize bilinmeyenin gizli sırlarından.Geniş zamanlar umarız bir gün sevgimizi söylemek için. Hiçbir gün gelmeyecek o günün hatırına harcarız hovardaca bir ömrü.Kanat çırpan aşklar bir kuş misali salınırken etrafımızda ya elimizde sıkıp öldürürüz onları ya da kaçırırız uzak ülkelere geri dönülmeyen. Aşk dokunmak ve sözden üretilen bir misk-u amberdir ki kokusu cihanı tutan. Sözlerden kolyeler takıp ak gerdanlara dokunuşun sarı güllerini dermek yaşamın hecelerini yanyana dizer.Yüreğinin surları yalçın kayalarla desteklenmiş insan nasıl ulaşsın sözcüklere? Bir kelebek misali yorulur kanatcıkları düşer yarı yolda boz toprak üstüne söz.Gecelere düğümlenmiş tutkuların yaşama ipek bir yorgan gibi serildiği günlerin özlemi fırtınalara yataklık eder ancak. Bırak! Ruhun öldüğü anlaışlsın.Bırak! Zaman sana hizmet etsin bıkıp usanmadan. Savaşın acımasız rüzgarına emanet yaşamlar, emanet yaşamlar kadar hain, sevgisiz ilişkilerin saldırısına uğrayan insan, karanlık yandaşlarına çevirirken yüzünü, unutur gider yaşamın kutsallığına türkü yakan dilleri. Kader değildir sevgisiz yaşamak. Ölüler yüzerken etrafımızda nehirden su içmek zor gelebilir insana ama yine de kutsaldır Ganj. Zeytin yaprağının gümüş bakışında açılır kapılar aşka.İçimize ılık zeytinyağı gibi akar sevdalar ve Akdeniz’in ruhu çırpınır beyaz köpükleriyle yüreğimizde.

Eğer zaman varsa yaşanacak.
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum ellerimin değdiği yere.

Aşk dokunmaktır gül yaprağı tene, söz ise yarin attığı bir güldür taş niyetine.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #289
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
sevgi017
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #290
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

N’olur sevdam “gittin” gözleriyle bakma yarım kalmışlığıma. Lacivert gözleriyle karanlığıma ağlayan şu ay şahit; gün gün eksiliyorum senden sonra.

Sevdalı bulutlar yağmurları getirip bıraktılar avuçlarıma bir eylül sabahı. Penceremde gökkuşakları büyüttüm sana,bahçemde yediverenler…sen hiç bilmedin.. !

Farkında değildin!
Yazdığım her satırda gözyaşımla suladığım düşsel bir aşk büyütüyordum adına. Şafak kızılı zamanlarda “gözlerinin karasına sevdalı” güvercinler gönderiyordum kentinin ıslak kaldırımlarına. Anlayabilseydin dillerinden,duyabilseydin kanatlarına prangaladığım yürek atışlarımı şimdi beraber uyandırıyor olurduk yarınları. Oysa bihaber koydun günlerimi ellerinin gölgesinden ve alıp gittin dünlerimi ceplerimden…

Bilir misin sevdiğim (?)
Hani olur ya!
İlk aşk,ilk öpüşme,ilk sarhoşluk,ilk tütün…Bu kadar acemi yaşadık birbirimizi. Her şey kendini yok eden bir körlük içinde karanlığa vurdu sözlerimizi. Onca yaşanmışlıktan bize kalan “yalnızlık kokulu” boş şişeler oldu ve cümlelerimiz kadar yarım bıraktığımız sigara izmaritleriyle dolu esrik gündoğumları..

Kim bilir (?) her güvercini özgürlüğe,her baykuşu uğursuzluğa,her martıyı deniz kokusuna yormak gibi bilinen çocukça bir oyundu belki de her şey!!!

Sahi hep beyaz mıdır güvercinler sevdiğim? Mezarlıklar hep sessiz mi uyur çukurlarında? Söylesene hangi yaratık bir baykuş kadar içtenlikle müjdeleyebilir ölümü? Martı kanadında salınan rüzgarın peşinden sürüklediği aşk mıdır denize kokusunu veren? Ve ölüm korkusuyla sindirebilir miyiz tenimizin altına yitmiş ömrümüzün seslere boğulan uykusuzluğunu?

Ah yâr!
Uykusuzluğuma bıraktığın fotoğrafların çığlıklarıyla boğuluyorum ay ışığına mahkum ettiğin yokluğumda. Şimdi masallara yatırdığımız geceleri tozlu bir albüme doldurup savursam yollarına, en fazla “ben” kadar varabilirim sevdaya.

Öyle çoksun ki gözlerimde! Hangi “sana” baksam ayrı bir sızı ve her seferinde ölümüne yangınlarla savaşan amansız bir fırtına sarıyor odamı. Oysa yoksun! Çocukluğum kadar kurak kaldı ellerim…Çocukluğum kadar annesizim..
Ve tüm yelkenler sensizliğe fora bu limanda, adına yazdığım tüm düşlerim alabora…Hadi sen yum gözlerini bir vefasızın aşkına…ben ölüyorum…sen bunu da duyma!!

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük